
Merhaba ;))
Bol bol yorum yapıp oy verirseniz çok sevinirim. ♡♡♡
.
Kapının açık olduğunu tam olarak kavrayabilmem ile birlikte Deniz Akif'in yakasını bırakıp ondan uzaklaşarak derin bir nefes aldım ve hızla konuştum.
"Başhekime gelmiştik ama biz?" dedim, içeriye hitaben.
"Evet, buyrun. Geçebilirsiniz." dedi ve içeriyi gösterdi, kapının önündeki önlüklü doktor. Başhekim olduğunu söyleyerek arayan kişi bu olmalıydı.
Komutan bozuntusu da içeriye geçip beni ikili koltuklardan birine oturttu ve yanıma oturdu. Hayatımdaki en iyi seyahatlerden biri, onun kucağında başhekimin odasına gelmek olabilirdi.
Az önceki andan sonra yanıma oturması ile koluna dayalı kolumu hafifçe kendime doğru çektim. Kafam çok karışıyordu. Nefes aldım.
Neden çağırıldığımı henüz anlayamamıştım. Oturduğumuz gibi sessizce içeridekileri incelemeye başladım.
Karşımızda oturan, yaşları biraz büyük olan bir çift el ele tutuşmuş bir şekilde birbirlerini desteklemeye çalışır gibi gözüküyorlardı.
Kadının bembeyaz teninden dolayı gözlerinde ve burnunda olan kızarıklıklar yeni ağladığına işaret ediyordu. Bu kadın neden ağlamıştı ki?
Kadını daha dikkatli inceleyince çok güzel olduğunu fark ettim. Masmavi gözleri ve sarı saçları ile beni andırıyordu. Eski beni andırıyordu... Ya da şimdi ki...
Gözleri...
Aralarına aklar düşmüş sapsarı saçları hafif küt kesilmiş ve sivri yüzü ile oldukça uyumluydu.
Bakışlarını odaya girdiğimden beri benden çekmediğini anlayabilmiştim. Fazlasıyla duygu yüklü bakıyordu. Bu bakışlara ne anlam vermeliydim?
Yanındaki adam ise eşi olmalıydı. Kadının eşinin saçlarının çoğu beyazdan oluşuyor ve aralarında simsiyah saçlar bulunuyordu. Adamın ak saçlarının arasında bulunan siyah saçları, siyahın en koyu tonuydu ve benim için çok tanıdık bir renkti.
Kemikli yüz hattına uyumlu duran hafif esmer bir teni vardı. Aslında hafif bir şekilde bile esmer diyemezdim ama teni açık bir ton da değildi.
Saçlarındaki simsiyahlar bir o kadar tanıdıktı ki...
Kahve gözleri eşine odaklıyken bana döndü. Kaşları çatılmış bir şekilde üzerimdeki hastane kıyafetine ve bir az önce kucağında olduğum Deniz Akif'e bakıyordu. Bana bakarken üzerimdeki hastane kıyafetinden çok Deniz Akif'i sorguladığı anlaşılıyordu. Kim oluyordu, bu adam?
Yanımızdaki tekli koltukta ise yaşları bize yakın olan bir adam oturuyordu. O da kaşlarını çatmış bana ve Deniz Akif'e bakıyordu. Koyu kumral saçları ile orantılı duran koyu kahverengi gözlerini en sonunda üzerime sabitlenmişti. Yakışıklıydı da! Açık teni ile kumral saçlarının tonu daha da çok belli oluyordu.
Bu adam bir yerden tanıdıktı ama...
O tanıdıklığı da sadece ben biliyordum, belki...
"Okyanus Hanım, ne çabuk geldiniz?" diyen başhekim'i cevapladım.
"Hemen dediğinize göre bu şehirde olduğumu biliyordunuz? Zaten hastanedeydim." dediğimde itiraz edecek hiç bir şey söylemedi. Burada olduğumu nereden biliyorlardı.
"Niçin burada olduğumu öğrenebilir miyim?" diyerek baskın bir ses tonu ile sordum. Belirsizlikten hiç hoşlanmazdım.
"Öncelikle tanışmanızı rica ediyorum." dedi, başhekim.
Başhekimin öyle demesi ile kadın, eşi olarak düşündüğüm kişiye bakıp onay verdi.
"Merhaba, kızım. Ben Mehmet Kızıl. Seni de buraya çağırdık, kusura bakma." dedi, kadının yanında oturan adam.
Bu adamı tanımıyordum. Tanımış gibi hissetsem bile hafızamın hiç bir yerinde yoktu. Sonuçta sadece bir his...
Adam konuştuktan sonra burnunu çekerek yanındaki kadın konuştu. Kadın çok üzgün görünüyordu.
"Merhaba, bende Çiçek Kızıl. Mehmet, eşim." dedi, kadın. Sonrasında ise sert bir ifade ile tekli koltukta oturan adam konuştu.
"Emir Kaya Kızıl." dedi. Sade ve öz. Sadece ismini söyledi. Neden bu kadar katı konuştuğunu anlayamadım. Her halde yapısı böyleydi veya dışarıya ördüğü duvarlar üzerine yıkılmasın diye çabalıyor olabilirdi. Bana karşı olan bir şey olmadığı düşündüm.
Mehmet Bey tam konuşacağı sırada kapı tıklatıldı ve hızla açıldı. Başımı kapıya çevirdiğimde içeriye giren kişinin aksi doktor olduğunu gördüm.
Bu neden gelmişti ki?
Bu hastanede doktor ya hani! Doktor olduğu için olabilir mi acaba?
"Hocam, beni niye çağırmışt- Anne? Baba? Emir Abi?" diyerek sorgu dolu bakışları üzerimizde dolaştı.
Aksi doktorun da soyadı Kızıl'dı ya!
"Oğlum otur, birazdan anlatacağız." dedi, Çiçek Hanım. Kaşları çatık bir şekilde bize bakan aksi doktora tekrardan ters ters baktım.
"Oğlum, kendini tanıtsana!" dedi, Çiçek Hanım.
"Tanıştık, Çiçek Hanım. Siz ne için buradasınız, söylemeyecek misiniz?" dedim, ifademi koruyarak. Sıkılmıştım. Ne istiyordu bunlar, benden?
"Söyleyeceğiz, kızım. Diğer oğullarımda gelsin, o zaman söyleyeceğiz. Sende kendinden bahset istersen." dedi, yanındaki Mehmet Bey. Kaç tane oğulları vardı ve benimle alaka seviyeleri neydi?
"Ben, size neden kendimden bahsetmeliyim ki? Sizi tanımıyorum." dedim ama son söylediğim ile Çiçek Hanım hıçkırınca kaşlarımı çatarak anlamsız bir şekilde ona baktım.
Bu kadının ağlamasının benimle bir ilgisi olabilir miydi?
"Merak ettik, kızım. Zaten önemli bir şey olduğu için tanışalım, diye düşündük." dedi, Mehmet Bey.
"Ne gibi önemli bir şey olduğunu söylemediğiniz sürece anlam veremediğim için kendimden bahsetmek istemiyorum." dedim, normal bir şekilde. Sonuçta onları tanımıyordum.
"Peki, kızım. Biraz bekleyelim." dedi, Çiçek Hanım. Gözlerindeki ve burnundaki kızarıklıklar arttığında kendini tutmak için çabalasada ağlamaya başladı. Anlam veremeden baktım.
"İyi misiniz? Neden ağlıyorsunuz?" dedim, panikle. Kimseyi üzmek istemezdim.
"Sakin ol, kızım. Eşim, pek iyi değil. Konuşmak istersen, seninle konuşmak istiyordu." dedi, yanındaki Mehmet Bey.
"Peki, konuşalım." dedim, kısık bir ses tonu ile sesimi Çiçek Hanım için yumuşatarak.
Birini üzmek yapmak istemeyeceğim şeylerden biriydi. Hem de bu kadın çok üzgün ve çaresiz görünüyordu.
Kadın eşinin yanından kalkıp üzerime hızla atıldı. Tam kendimi korumak için pozisyon alacaktım ki, kadın bana sarıldı. Ne yaptı, ne yaptı? Kadın bana sarıldı.
Ona karşılık da vermedim. Onu da itmedim.
Bu kadar üzgün duran bir kadına karşı hiç bir şey yapmayarak ile bekledim. Bu durumda iteleyemezdim ama karşılık da vermeyecektim.
Benden ayrıldı ve samimi bir şekilde gülümseyerek konuştu.
"Kızım, sağol. Ben, seni tanımayı çok isterim." dedi, duygusal bir şekilde.
Duygusallıktan da nefret ederdim. Bu şekilde davranmayı çok uzun zaman önce bırakmıştım.
Bırakmak zorunda mı kalmıştım? İşte bunu bende bilmiyordum.
Hıçkırıkları kesilmiş, masmavi gözleri boncuk boncuk bakıyordu. Şimdi bu kadına ne diyebilirdim ki, ben?
"Hanımefendi, ağlamanızı ve sizi üzmeyi istemem. Benim yüzümden mi ağlıyorsunuz? Ben size bir şey yapmadım." dedim. Kadın yerine geçip konuştu.
"Hayır, kızım. Senin yüzünden değil. Lütfen, yanlış anlama." dedi, yanlış anlamamı istemediğini belirten bir telaş ile.
Anladığımı belirtir bir şekilde başımı sallayarak sahte bir gülümseme kondurduğumda Çiçek Hanım da gülümsedi. Tanımadığım insanlara samimi bir şekilde gülümseyemezdim.
Yanımdaki komutana baktığımda ise aksi cerrah ile tekli koltukta oturan adama rahatsızlık ile baktığını gördüm.
Şuanda benim gibi hiç bir şeyi bilmediği için rahatsızlık duymuş olmalıydı çünkü o belirsiz ve anlamsız olan şeyleri hiç sevmezdi. Fazlasıyla rahatsız görünüyordu.
Bu komutan bozuntusu niye böyle bakıyordu ki?
Ne kadar rahatsız bir şekilde baksa da onu ilk defa bu kadar ciddi olmayan bir ifade ile görüyordum.
Resmini çekip tavanımı kaplayabilseydim keşke... Uyurken onu izlerdim, bir de rüyamda görürdüm. Sanki görmüyorum!
Zaten anca rüyamda görürdüm!
"Kızım senin adın ne?" diye sordu kadın.
"Beni buraya çağırttırdıysanız adımı da biliyor olmalısınız." dedim, kuşkulu ifademi yumuşak tutmaya çalışarak.
"Doğrudur, kızım. Biliyoruz ama senden duymak istedim." dedi, Çiçek Hanım.
"Okyanus, sadece Okyanus." dedim.
"Soyadın ne, kızım?" dedi, Çiçek Hanım.
"İsmimi bilseniz yeterli." dedim, dümdüz.
"Tamam, bir şey daha sorabilir miyim?" dedi, Çiçek Hanım. Derin bir soluk aldım. Ne olduğundan haberim olmadığı sürece sıkılıyordum. Başım ile onayladım.
"Doğum tarihin ne, kızım?" dedi.
En sevmediğim sorulardan ama bu...
"Kendimi yarışmada gibi hissediyorum." dedim, hiç birinin duymayacağı şekilde.
Öyle ki bu söylediğimi Deniz Akif bile duymamıştı. Eminim.
Bizim tim olsa çok gülerlerdi. Gerçi bir tek onlar gülerdi. Askeriye'de kimse benimle pek muhatap olmazdı.
Doğrusu olamazdı!
"Kızım merak ettim." dedi, Çiçek Hanım.
Bu kadın niye bu kadar çaresiz görünüyordu ki...
"On yedi ocak diye biliyorum. Neden sordunuz?" dedim, derin bir nefes alarak.
"Neden emin değilsin?" dedi. Bu sefer sabrımı sınayan aday Mehmet Bey'di ve ben ona hiç bulaşmak istemiyordum, nedensizce.
"Mehmet Bey, önemli bir şey olmalı ki, beni çağırmışsınız ve ben şu anda bu ortamda önemli olan şeyi konuşmak, sonrasında ise gitmek istiyorum." dedim, sesimi normal tutmaya çalışarak ama sesim yine de istemsizce hafif sert çıkmıştı.
"Birazdan gelirler zaten. Hastaneye yaklaşmışlar. O zaman önemli olan konudan bahsederiz." dedi, Mehmet Bey.
Sustum. Sustular.
Yaklaşık beş dakika geçmesi ile Çiçek Hanım tekrar bir soru sordu. Ne yani bunlar, beni sınamaya mı çalışıyorlar?
"Kızım, son bir soru daha sormak istiyorum. Ne iş yapıyorsun?" dedi. Bu kadın cidden beni oğluna almayacaksa bu işte bir iş vardı. Bu kadar soru sorması aşırı anlamsızdı. Henüz söylemedikleri şey olan, neden burada olduğumu anlamak ister gibi bakarken yanımdaki komutan konuştu.
"Savcı." dedi.
Komutan Bey siz ne diyorsunuz? Az küçük bir şey atsaydınız ya!
Aklına gelen tek şey buymuş gibi söylediği meslek onunda kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu.
"Hangi Adliye'de çalışıyor?" dedi, Emir. Tekli koltukta oturan Emir'in dikkatini çekmişti, anlaşılan.
"Bu hastanenin yakınında olan adliye." dedi, komutancığım. Güzel sallıyorsunuz ya!
Hem hastanenin yakınında adliye mi varmış?
Öyleyse Komutan Beyciğim sizde avukatsınız. Fazlasıyla iyi yalan söylüyorsunuz!
Yüzüne bakan yalan olduğunu anlamazdı, bence? Tek bir mimik bile yoktu.
"Şanlıurfa Adalet Sarayı mı?" dedi, tekli koltukta oturan Emir.
"Evet." dedi, hiç belli etmeden. Görev yerim de belli oldu ya!
"Ben hiç görmedim ama?" diye sordu tekli koltuk.
Kimi görmedin? Beni mi? Yoksa-
"Anlamadım?" dedi, komutanım.
Ben çok iyi anladım, malesef.
Bozguna uğramış bir komutan!
Komutanımı bozguna uğratan tekli koltuğu bozguna uğratırım, ben!
"Cumhuriyet Savcısı Emir Kaya Kızıl." dedi, adam. Yutkundum.
Doğru ya, geçen sene bir terör olayı için adliyeye gittiğimde görmüştüm. O tanıdıklık da bu durumdan kaynaklanıyor olmalıydı.
"Nasıl yani, sen savcı değil misin?" diyerek bana dönen komutana ters ters baktım. Bu söylediğini Savcı Emir, ben ve kendisi dışında kimse duymamıştı. Buna eminim çünkü bize en yakın olan kişi, savcıydı.
Bu yaptığı haksızlıktı. Resmen topu bana atıyordu. Gülümseyerek. Bilmiyormuş gibi davranıyordu.
Komutanım olmasa onu döverdim. Hemde fena döverdim.
"Ben savcı değilim." dedim. Öyle oynamak istiyorsa böyle oynarlardı. Bilmiyor gibi davrandım.
Neyse ki bu muhabbetimizi bir tek savcı duyuyordu, diğerlerinin duyamayacağı şekilde kısık konuşuyorduk.
"Öyle mi?" dedi, bilmiyormuş gibi yaparak.
"Öyle!" dedim, sinirle.
"Kızım, senin esas mesleğin ne ki?" dedi, Çiçek Hanım. Araya girmesi ile ona döndüm.
"Fazlasıyla soru sormadınız mı, Çiçek Hanım?" diyerek cevap verdim.
"Lütfen, kızım?" diyince Çiçek Hanım, dayanamadım. Bu kadın çok üzgündü.
"Matematik öğretmeniyim." dedim.
"Matematik öğretmenisiniz? Vurulmanıza ve bıçaklanmanıza sebep olan şey neydi, peki? Polisler bile sizden ifade almadan çıktı?" diyen doktora dönerken diğerlerinin şaşırdıklarını görebiliyordum.
Diğerlerinin hastanede olma sebebimi böyle tahmin etmediklerini anlabiliyordum.
"Polisler bile sormamışsa seni ilgilendiren nedir, doktor?" diyerek bakışlarımı ona çevirerek gülümsedim.
O daha cevap veremeden açılan kapı ile gözlerimiz oraya döndü. Sonunda gelmişlerdi, anlaşılan bunların oğulları da her yere geç kalıyordu.
.
Bölüm günümüz belli olana kadar duyurumuzu instagram üzerinden yapacağım.
İnstagram: lil__ybookss
3. Bölüm duyurumuzda orada yapılacaktır.
Oy vermeyi unutmayınız, lütfen. ☆
1517 kelime...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 126.4k Okunma |
11.15k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |