32. Bölüm

28. Bölüm / Gerçek Görünüşümle Operasyon

Cansu
lily_lily

Merhaba bir tanelerim :))

Yeni bölüm ile geldim, söz verdiğim gibi bölümü attım ama yine gece yarısını geçti. Olsun :))

Güzel bir bölüm oldu, Dalga ve Kül'ün görevi ile öğreneceğimiz 2 şeyden birini bu bölüm sonu öğreniyoruz, bakalım :))

İyi okumalar... Oy🌟 vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın 💞 Yorumlarınızı okumak beni çok mutlu ediyor 💖

.

General ise Dalga’nın sözlerinden sonra arkasına yaslanmış bir şekilde bakışlarını üzerimizde gezdirdi. Biraz önce masaya bıraktığı kağıdı ve elindeki kağıdı tekrar dosyanın içerisine koydu. Dosyadan birkaç fotoğraf çıkararak masaya ters bir şekilde bıraktıktan sonra dosyayı düzenlerken görevin detaylarını anlatmaya devam etti.

 

“Davete ünlü iş adamları katılacak. Masum bir davet gibi gözüküyor ama hayır, içlerinden birkaçı devletimizin aradığı adamlar. Sizde bu sebeple orada olacaksınız.” dedi. Sözünü bitirmesi ile bakışları tekrar bize döndü. İkimiz de bir şey söylemeden devam etti.

 

“Silah kaçakçılığından aradığımız bir adam var, bu adam normal bir iş insanı gibi gözüküyor ama yaptıkları bazı belgeler ve kanıtlar ile yanındaki gizlenmiş ajanlarımızın sayesinde kanıtlandı.” diyerek masaya ters bir şekilde bıraktığı fotoğraflardan birini alarak biraz önceki gibi masanın ucuna, Dalga ve benim tam orta noktamıza bıraktı.

 

Hafifçe kafamı eğerek baktım. Ellili yaşlarının sonunda veya altmışlı yaşlarının başında olan bir adam vardı. Resimde aklaşmış ve gri saçları geriye doğru taranmıştı. Yüzü çok yaşlı gözükmüyordu.

 

“Okan Yalçınkaya.” dedi, Tuğgeneral. Elini uzatarak işaret parmağını resimdeki adamın kafasının üzerine bastırdı.

 

“Aylardır birçok ajanımız yanında görev alıyor. İşlerini ustalıkla ve yüksek gizlilik ile yürüttüğü için onun hakkında kanıt toplamamız epey zor oldu. Aynı zamanda ünlü bir iş insanı olduğu için güçlü kanıtlara ihtiyacımız vardı ve bulduk.” diyerek durdu.

 

“Bizden isteğiniz o adamı davette yakalamak mı?” diyerek atıldım ve sordum. Tuğgeneralin yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. Değil dercesine başını küçük bir hareketle iki yana salladı ve konuştu.

 

“Hayır.” dedi ve devam etti.

 

“Sizden istediğimiz, bu adam ile silah kaçakçılığı için anlaşacak o iş adamı hakkında bilgi toplamanız. Hedefleri büyük paralar döndürmek ve o silahları birçok terörist kampları da olmak üzere bilmediğimiz şekilde pazarlamaları. Biz onlara her zamanki gibi engel olmalıyız.” dedi, yavaş bir şekilde anlatarak.

 

“Anlaşma yapacağı iş adamı hakkında bilgilere sahip miyiz, komutanım?” diyerek sordum. O da bu soruyu da sormamızı bekler gibiydi. Dimdik duruşumu bozmadan hafifçe belimi koltuğa yaslayarak geriye doğru gittim.

 

Biraz önce dosyadan çıkardığı, masadaki fotoğraflardan diğerini de önümüzde fotoğrafın yanına bırakarak ekledi.

 

“Baha Tuğrul.” diyerek eliyle resimdeki adamı işaret etti.

 

Gözlerim resme iliştiğinde resimdeki adamı kısaca inceledim. Diğer adama göre daha genç olan ve tahmini kırklı yaşlarında olan bu adam epey yapılı gözüküyordu. Sarışın diyebileceğim bir kumrallıktaydı ve mavi gözlere sahipti. Dikkat çeken bir görünüşü vardı, bu sebeple onu davette bulmamız zor olmayacağa benziyordu.

 

“Silah kaçakçılığı yaptığına dair elimizde kanıtlar olan Okan Yalçınkaya ve anlaşma yaparak ortak silah kaçakçılığı yapacağı Baha Tuğrul’u bu davette yakalayacağız. Sizin göreviniz Okan denen adamın el sıkışacağı Baha Tuğrul’u kanıtlayacak görüntüyü bana ulaştırmak.” diyerek devam etmişti.

 

“İkinizin ikinci ve asıl görevi, orada bulunma sebebiniz o yüzüğü bana getirmek. Bunu unutmayın ve başka hiçbir şeye karışmayın.” dedi, General. Onun bu sözlerinin ardından araya girerek konuştum.

 

“Yüzüğün o davette olduğuna emin miyiz, komutanım?” diyerek sordum. Eğer o yüzük oradaysa yüksek bir güvenlik de sağlıyor olmalılardır.

 

“Yüzüğün o davette olduğuna dair bir istihbarat aldık. Yanlış olabilir ama bir önemi yok, değerlendirmeliyiz. Ajanlarımızdan da henüz bu daveti gören kimse yok, bu sebeple yüzüğün nerede olabileceğini bilmiyoruz. İçerisinin nasıl olduğuna dair bir fikrimiz de yok.” diyerek yanıtladı. Dosyayı önüne çekerek biraz önce bize gösterdiği resimleri, sadece önünde bir tane resim kalacak şekilde dosyaya koydu ve devam etti.

 

Yüzük, bir tuzak olabilir miydi?

 

“Tek bildiğimiz, ajanlarımızın aylardır yanında görevlendirildiği o iş adamı.” dedi ve ekledi.

 

“Harun Polatlı.” dedi ve oturduğu yerde dikleşerek önündeki tek resmi önümüze itti.

 

Resimde kırklı yaşlarının sonunda olduğu belli olan esmer bir adam vardı, koyu kahve saçları ve koyu renkli gözleri ile dikkat çekmeyen bir görünüşte olmasına zıt bir şekilde alnında küçük bir yara izi vardı ve bu da çok belirgindi. Onu gördüğümüz an tanıyabilmemizi sağlayacak bir belirginlikteydi.

 

“En dikkatle takip edeceğiniz isimde o. Elimizde onun hakkında detaylı bir bilgi yok, nasıl bir tehlike olduğunu bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, sizi yüzüğe o adamın götüreceği! İlk görevinizi tamamlarken bile o adamın peşinde olmanızı istiyorum. Lavaboya gitse bile peşinde olacaksınız. Gözünüzü bile ayırmayın. Zaten sizinle iletişimde olacağım, operasyonu Karargahtan yöneteceğim. Benim emirlerime göre ilerleyeceksiniz.” dediğinde ikimizde aynı anda konuştuk.

 

“Emredersiniz, komutanım.” dedik, aynı anda.

 

“Anlaşılmayan bir yer var mı?” dedi, Tuğgeneral.

 

“Komutanım, anladığım kadarıyla bu yüzük çok önemli. Davetin detaylarını ve neler ile karşılaşacağımızı bile bilmeden bu operasyonu düzenliyoruz. Yüzüğün önemi nedir?” diyerek hızla sordu, Deniz Akif.

 

Sorusu yüzümde küçük bir gülümseme oluşturacaktı ama mimiklerimi tuttum. Tuğgeneral ona detayları söylemeyecekti, biliyordum. Sadece yüzük değil, her şeyi biliyordum ama bana Tuğgeneral söylememişti ve söylemezdi. Ben zaten tüm bu kabusun içerisindeydim.

 

Şimdi sırası değildi, henüz vakti gelmemişti. O yüzden bu göreve ikimiz çıkıyor olsak da General, Dalga’ya hiçbir şey anlatmayacaktı. Bana da anlatmadığı gibi...

 

“Sadece emirlerimi uygulayın ve sorgulamadan görevi başarı ile tamamlayıp o yüzüğü bana getirin.” diyerek tekrarladı, Tuğgeneral. Tam da tahmin ettiğim gibiydi! Tepkisiz kaldım.

 

Görevin verildiği saha ajanlarının, operasyonun ayrıntılı detaylarını bilmelerine gerek yoktur. Böyle görevlerde görevin politik yönünü, kimleri hedefte olduğunu veya yüzüğün neden önemli olduğunu bilmek zorunda değilizdir ama ben, biliyordum. Yüzüğün önemini, kime ait olduğunu... Her şeyi!

 

“Bu davette sizin yüzünüzü Esra ve Kayahan olarak tanıyabilecek üç kişi var. Okan Yalçınkaya, Baha Tuğrul ve Harun Polatlı. O üç kişi de davet sonu devletin eline geçecek. Bu yüzden gerçek görünüşleriniz ile davete katılabilirsiniz.” diyen Tuğgeneral ile dalgınlığımı bir kenara bırakarak söylediklerine odaklandım.

 

“Görev boyunca davetteki diğer iş adamları ile iletişime geçmeyin. Yanınıza gelen olursa sahte de olsa isimlerinizi söylemeyin. Yakamoz Bey’in misafiriyim, deseniz yeterli. Zaten kimse sizinle konuşmayacaktır.” dedi, General. Komutan daha fazla bilgi verdikçe kafam karışıyordu. Kaşlarım çatıldı. Yakamoz Bey de kimdi?

 

“Sadece görüntü? Başka bir bilgi öğrenmemizi istiyor musunuz, komutanım?” diyerek araya girerek sordu, Dalga.

 

Bu sorusu biraz önce komutanın söylediklerine karşı sorulmuştu aslında. Okan Yalçınkaya ve Baha Tuğrul’u yan yana görmemizin ve görüntülerin kanıt olacağını söylemişti, komutan. Dalga’nın bu sorusu da başka bir görevimiz daha var mı, gibiydi. Aynı zamanda da her şeyi hallederiz der gibiydi, sorusu. Tuğgeneral başını yavaş bir otorite ile hayır anlamında yana doğru salladı.

 

Ben hala Tuğgeneralin bahsettiği Yakamoz Bey’in kim olduğunu merak ediyordum.

 

“Diğer kanıtlara sahibiz. Sadece adamları yan yana görüntülemeniz bizim için kanıt niteliğinde, adamı yakalamak için de başka ajanlarımız da orada olacak.” dedi Dalga’ya yanıt olarak, Tuğgeneral.

 

“Okan ve Baha’nın el sıkıştığını gördükten sonra yanlarına uğrayıp sahte kimliğinizle onlar ile tanışın. Zaten Okan Yalçınkaya’nın misafiri olarak geçiyorsunuz, bir süre onların yanında oturun ama Harun Polatlı’dan da gözünüzü ayırmayın. Belki bir sohbet bile bize fazladan bilgiler verir.” diyerek ekleyen Tuğgenerale tam Yakamoz Bey’in kim olduğunu soracaktım ki, Dalga, benden önce davranarak sordu.

 

“Yakamoz Bey kim oluyor, komutanım?” diye sordu, Dalga.

 

Onların konuşmasını bölmeden dikkatlice dinlerken gözlerim Generalin arkasındaki duvarda bulunan küçük pencereye kaydı. Soldaki büyük dosya dolabının çoğunluğunu kapadığı pencere günün son ışıkları ile içeriyi aydınlatıyordu. Bir saate kalmaz gün yavaşça kararmaya başlardı.

 

“Yakamoz Bey... Uzun yıllar boyu yakalanmadan silah kaçakçılığı da olmak üzere birçok kaçakçılıkta adını bulunduran, çoğu kişinin de bu konuda sözlerine sorgusuzca itaat ettiği ve sizlerin de sayesinde gecenin sonunda devletin eline geçecek olan o adam. Okan Yalçınkaya.” diyen Tuğgeneralin duraksaması ile tekrar konuşması bir oldu.

 

Gecenin sonunda devletin eline geçeceğine olan eminliği ve konuşmasındaki keskin ton tam olarak da bir komutan gibiydi.

 

“Esra Hidelgo Kılıç ve Kayahan Kılıç’ta bu gece onun misafiri. Henüz tanışmadıkları için sizin sahte olduğunuzu fark etmeyecektir. Anlaşıldı mı?” diyerek devam etti.

 

“Anlaşıldı, komutanım!” dedik, yine ikimiz de aynı anda.

 

“Güzel!” diyerek bize doğru konuştu, Tuğgeneral.

 

Önündeki dosyayı kısaca tekrar açarak içinde büyük birkaç kağıt çıkardı. Neydi çıkardığı kağıtlar?

 

“Bu kağıtlarda, bu üç adam hakkında kısa da olsa önemli bilgiler var. Görevde işinize yarayabilir, sonra bir göz atarsınız.” dedi, elindeki birkaç kağıdı bize doğru uzatırken. Dosyadan birkaç kağıt daha almıştı ve o kağıtlar masanın üzerinde duruyordu.

 

Deniz komutanıma bir bakış attım ve onun almadığını görünce Tuğgeneralin elindeki kağıtları aldım.

 

“Bunlarda davet boyunca karşılaşabileceğiniz isimlerin listesi. Her birinin geçmişini, kim veya kimler ile bağlantılı olduklarını inceledim. Çok önemli değil ama bu dosyaya da sonra kısa bir göz atmalısınız.” diyerek ayrı olarak masada kalan son kağıtları da tekrardan bize uzattı. Bu sefer Dalga, komutanın uzattığı kağıtları aldı.

 

“Emredersiniz, komutanım.” dedik, ikimizde.

 

“Esra Hidelgo Kılıç, yarı İspanyol. Okyanus, gerektiği yerde İspanyolcanı konuştur. Şüphe çekmemek için evli ve birbirini seven bir çift gibi olmalısınız. Size güveniyorum.” dedikten sonra yine biz bir şey söylemeden devam etti.

 

“Bu gece davete girişiniz de şüphe çekmeyecek. Kül, senin için uygun bir davet elbisesi ayarladım.” dedi bana bakarak, Tuğgeneral.

 

“Dalga, senin için de klasik bir takım elbise ayarladım. Bunlar sahte kimliğinizin üzerine temin edildi. Hatta evlerinize gönderildi bile. Oradan hazırlanıp çıkış yapacaksınız. Buradan o kıyafetler ile çıkmak imkansız, gözler üstümüzde olur.” diyerek de Dalga’ya baktı.

 

“Akşam sekiz gibi, yani iki, üç saat sonra evlerinizden çıkışınızı yapın ve buluşun. Evli bir çift gibi olacağınız için tek araç ile gitmenizi istiyorum. Bu araç, kendi araçlarınızdan biri olmayacak. Görev sonrasında plaka sorunu yaşamanızı istemem. Sizler için istihbarat ile konuşarak davete gidişiniz ve dönüşünüz için bir araç ayarladım. Özel şoför olacak, sekiz ve sekiz buçuk gibi araca binmelisiniz. Araç, Kül’ün evine yakın lojmanın orada sizi bekleyecek. Davet, akşam onda. Her şey planlı!” dedi, hızla.

 

Bu operasyon, ne zamandan beri planlanıyordu? Bilmiyordum ama anladığım şey, Tuğgeneral bu göreve epey önem veriyordu.

 

“Haklısınız, komutanım.” dedim. Sormak istediğim bir şey vardı. Ve bunu nasıl soracağımı bilemiyordum. O sırada Tuğgeneral tekrar konuştu.

 

“Kısaca sizin göreviniz o iki adamın ortaklığını kanıtlamak, ardından da yüzüğü bulmak için peşine takılacağınız adamı yüzük ile birlikte bana getirmeniz. Bu kadar!” diyerek son cümlesini söylemiş gibiydi ama beklemediğim bir şey yaptı.

 

Sandalyesinde biraz gerileyerek masanın altında olduğunu tahmin ettiğim sağ tarafındaki üst çekmecesini hızla çekerek içerisinden bir şeyler çıkarttı.

 

Baktığımda mücevher kutusuna benzeyen büyük bir kutu ve yanında epey küçük bir kutu çıkartmıştı, iki kutu da siyah ve kadife gibi gözüküyordu.

 

Ardından çekmeceden tekrar bir şeyler çıkarttı. Bakışlarım Generaldeydi. Bu sefer, biraz önceki küçük kutuya göre daha büyük olan farklı bir kutu çıkarttı. Bakışlarını öncelikle bana yönelterek konuştu.

 

“İstihbarata ait olan bu çift küpe, senin Kül. Küpelerden biri alıcı, diğeri verici. Küpeleri davette normal bir takıymış gibi takacaksın. Bu sayede operasyonu birlikte yürüteceğiz ama davette herkesin içerisinde çok fazla dikkat çekmemek için pek konuşmamalısın. Kısa bilgileri bana ileteceksin ve emirleri de ben vereceğim.” diyerek ilk çıkardığı siyah, kadife ve küçük olan kutuyu bana doğru uzattı. Tuğgenerali bekletmeden küçük kutuyu aldım. Açmadım.

 

Tuğgeneral ise aynı şekilde bakışlarını karşımdaki Dalga’ya çevirerek son çıkarttığı kutuyu ona doğru uzattı ve konuştu.

 

“Bu ise Dalga için, içinde mikrofon olan özel bir saat. Aynı şekilde yanında küçük şeffaf bir kulaklık var. Kulaklık alıcı, saat verici. Bu sayede Dalga, seninle de iletişim kurabileceğim.” dedi, Tuğgeneral. Deniz de Generalin elindeki kutuyu aldı ve benim gibi açmadı, bekledi.

 

“Aynı şekilde, davetin gizliliğini ve ortamdaki detayların önemini de göze alırsak bu çok mantıklı olacak. Bunu açabilirsin.” diyerek elindeki büyük kutuyu bana doğru uzattı.

 

Biraz önceki gibi kutuyu aldım ve bu sefer kutuyu yavaşça açtım. Bu büyük kutu içinde epey güzel bir kolye taşıyordu. Kolye diyemezdim, elmas gibi büyük taşları ile parıl parıl bir gerdanlığa benziyordu. Kaşlarım çatıldı ve anlamsızca Tuğgenerale baktım. Tahmin ettiğim şey çıkabilirdi!

 

“Görkemli ve değerli bir kolye olarak gözüküyor, değil mi? İstihbarata ait bir kolye. Üzerindeki taşlardan birinin iç kısmı oyulup içine kamera yerleştirilmiş bir kolye. Yani siz görevdeyken, bende Kül’ün göğüs hizasından görevi ve sizi takip edebileceğim.” diyerek arkasına yaslandı.

 

“Gizli bir davet ve gizli bir görev. Sadece bir kulaklık ile sizi yollayamam. İşimi garantiye almalıydım. Kolye bana görüntüleri verirken, kulaklıklarınızdan da sizinle iletişime geçeceğim. Yani görevde yanınızdaymış gibi görevi rahatlıkla yönetebileceğim.” diyerek de ekledi.

 

O an düşündüm ki, Bora yani Gölge ile çıktığımız görevlerde bile operasyon öncesi konuşma bu kadar uzun sürmezdi.

 

Evet, bu doğruydu ama tek fark, Tuğgeneral beni bu göreve yaralı bir şekilde gönderiyordu. Yani görev bu kadar önemliydi, bu yüzden konuşmanın süresinin uzun olması da normaldi. Hem göreve yaralı gidecektim ama bir şeyim de yoktu.

 

Ben, acı hissiyatı düşük olan, refleksleri fazlasıyla kuvvetli, çoğunlukla yaşadığım kurşun ve benzeri tüm yaralanmalarda hızla iyileşen ve toparlanan güçlü bir askerdim. Acı hissiyatımın düşük olması gibi bazı şeyler ne kadar garip olsa da umursamıyordum. Epey işime yarıyordu, bu görevde de işime yarayacaktı!

 

“Davet gizli olacak ve bu yüzden tüm bilgileri ben size ileteceğim, yani kulaklıklarınız sadece bana bağlı olacak. Bunları sapasağlam bana getirin, istihbarata ileteceğim.” diyerek dikleşti. Masanın üzerinden bize doğru hafifçe eğilerek konuştu.

 

“Bunlar sizinle iletişimde olmama yardımcı olurken dikkat çekerek zorlanmanıza sebep olabilir. Dikkatli olun!” dedi, yeni hatırlamış gibi. Dalga ve ben dikkatle Tuğgenerali dinlerken o, bilgimiz olsun diye son olarak eklemeler yapıyordu.

 

“Girişte sorun yaşamayız, değil mi komutanım?” diyerek soran, Dalga’ydı. Yerinde ve güzel bir soruydu. Anlık olarak ona dönen bakışlarım, Tuğgeneralin konuşması ile tekrar Generale dönmüştür.

 

“Davete girişte ajanlarımızdan biri var. Davete silah, bıçak ve benzeri çoğu şey alınmıyor. Buna uymayacaklar olacaktır, bizde uymayacağız. Oraya sizi silahsız sokamam! İmkanı yok! Ajanımız geçişinize yardımcı olacak ama iki kişiler, diğerine yakalanmayın yani dikkatli olmalısınız. Silahınızı çok görünür tutmayın. Görünüşlerinizi ajanımız biliyor, sizi gördüğü an yanınıza gelecektir.” diyerek Tuğgeneral, Dalga’nın sorusunu yanıtladı ve bana döndü. Yutkundum, aslında biliyordum ne diyeceğini.

 

“Ve sen, Kül! Peruğunu ve lensini çıkar. Operasyona çıkıyorsun, gerçek kimliğine bürün.” diyerek tahminlerimi doğruladı.

 

Evet, bazı şeyler kısa süredir sahteydi. Sahte kalmalıydı. Bu yüzden böyleydi. Normal hayatımda gizlenmem ve göreve çıkarken ben olmam da tam olarak bir saçmalıktı ama hepsinin nedenleri vardı.

 

Doktorun, benim kardeşi olduğum konusunda bu kadar ısrarcı olması... Ameliyatıma girmişti! Görevlere çıkarken aynı şu an Tuğgeneralin söylediği yapıyordum, saklanmıyordum. O, beni Kül olarak görmüştü.

 

Kül, tam olarak gerçek görünüşümken. Okyanus, görevlerde gerçek görünüşüm oluyor, normal hayatımda ve Askeriye içerisinde yine sahteleşiyordu. Saklanmak diyemezdim. Gizleniyordum. Epey kısa süredir...

 

Gerçek görünüşümle operasyon!

 

Gerçek görünüşümle ve aşık olduğum Deniz komutanım ile bir operasyona çıkacaktım!

 

Dalgınlık ile tüm bunları düşünürken tekrar Tuğgeneralin sesini duydum.

 .

Tekrardan merhaba balımlar, 🍯💫

Şu anda, ne süredir böyle bir durum var? Okyanus aslında nasıl görünüyor? Deniz Akif ve Tim, Okyanus'un gerçek görünüşünü biliyor mu? Bunların hepsini merak ediyorsunuzdur, biliyorum. Ve bu yüzden, bir sonraki bölümümüzde geçmiş kesiti veya kesitleri olacak, planıma göre...

Mesela Okyanus, neden görüntüsünü değiştirirken ismini, kimliğini değiştirmedi. Veya normal hayatında gizlenirken, neden Askeriye içerisinde de gizleniyor? Bunların hepsini aslında önümüzdeki bölümdeki geçmiş kesitlerinde öğreneceksiniz.

Kısaca söylemek istediğim, bu askeri bir karar ve Tuğgeneralin de haberi var. Mantık açısından ve gerçekliğe uyum açısından da epey araştırarak yazıyorum. İnsanım elbet hatalarım olabilir ama epey araştırıyorum gerçekçi yazmak için, bunu söylemek istedim 💖💖

İlk bölümlerde, aile ile ile tanışmamızda bile Çiçek Hanım, Okyanus'a "Gözlerin lens mi?" diyerek sormuştu. Hatırlıyor musunuz? İşte bu durum da en en baştan beri belliydi! Ve ben bunu aylardır size spoiler olmasın diye söylemeden içimde tuttum, bu çok zordu. Aslında bölümlerin küçük yerlerinde kelimeler ile spoiler verme çabamda vardı. Mesela, 'Aksi doktorun elaları, sahte elalarıma çarptı.' gibi paragraflar vardı. Son bölümlerde bunu epey arttırmıştım ki, fark edip yorumlarda yazanlar da oldu. Sonunda size söyleyebildim, sizde öğrendiniz! Çok rahatladım ama asıl şimdi başlıyoruz.

Bu bölümde Tuğgeneral? -->

Tuğgenerali sevdiniz mi? -->

DALGA? 🌊 -->

Şöyle ki Deniz Akif'e en az Okyanus kadar bende bayılıyorum 🤩 Ama Dalga'da Deniz Akif'in sert yönlerini göreceğiz ve bu beni daha çok heyecanlandırıyor. Tabi ki, Okyanus'a karşı değil, Okyanus'a Operasyon harici hep daha yumuşak fark ettiyseniz :)))

Kül'ü ☄️ merak ediyor musunuz? -->

Peki ya , Operasyon hakkında ne veya neler düşünüyorsunuz? -->

Bölüm sonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bölümlerimiz... Kitap nasıl ilerliyor? -->

Çok soru sordum jsjsjs 🤭 ama en çok da merak ettiğim... Okyanus hakkında böyle bir şey bekliyor muydunuz? Yani görünüşü hakkında? -->

Deniz ve Okyanus'u, Dalga ve Kül olarak görevde yazmak için çok heyecanlıyım... 🤩🤩🫶🏻

Şimdi ise ben söz verdiğim iki iki bölümü bir yayınlamanın sevincini yaşayacağım ve arayı çok açmadan yeni bölümü hazırlamış olacağım... Sizleri çok seviyorum 🤍🧚🏻‍♀️

En kısa sürede... Bu sefer Kül'de buluşalım🫡

Bu bölüm;

2220 Kelime...

Bölüm : 26.09.2025 02:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...