35. Bölüm

31. Bölüm / Kapılma Dalga’ya

Cansu
lily_lily

Merhaba çiçeklerim 🌸

Bölümden önce şunu söylemek istiyorum, bu bölüm davet görevimize bir geçiş sahnesi gibi oldu. 32. Bölümümüzün 5000 kelimeyi bulmasını istiyorum.

Ve bölümümüz çok gecikti. Tiktoktan da duyuru attım ama buradan da yazayım. Rahatsızlanmıştım ve üzerine de bir türlü kafamı toparlayıp Okyanus yazamamıştım ama şimdi gayet iyiyim ve yeni bölümle geldim.

Umarım bölümümüzü çok beğenirsiniz, iyi okumalar diliyorum. Oy☀️ vermeyi unutmayın :)) Bol bol yorum yaparak düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın çünkü yorumlarınızı okumayı çok seviyorum. 🤍

.

28.11.2024 – Perşembe – 21.52

 

Davetin yapılacağı malikanenin bahçesinin ihtişamı ile bakışıyordum. Sadece bir bahçe bu kadar güzel süslenebilir miydi? Çimleri bile aydınlatacak kadar parlak bahçe ışıkları bahçenin her bir yanındaydı. Akşamın bu karanlığında, bu yoğun ışık gözlerimi kamaştırmıştı.

 

Yanımdaki adama döndüm. Keskin yüz hatları onu daha da yakışıklı gösterirken ifadesiz bakışları tüm bahçede dolaşıyordu.

 

Üzerindeki siyah gömleğinin birkaç düğmesi açıktı, bu soğukta nasıl üşümüyordu? Anlam veremiyordum. Neyse ki, bizi buraya getiren araca geçtiğimizde ceketini giymişti. Gerçi ceketini giymek zorundaydı, yoksa belindeki silahı apaçık ortada kalırdı.

 

Bende elbisemin üzerine kalın bir kaban aldığım için rahattım. Gerçi kabanımı bahçeye girmeden hemen önce arabada bırakmıştım, işte o yüzden üşüyordum!

 

Bakışlarımı ondan çekerek bahçede dolaştırdığımda etrafta şu anlık bir tehlikenin gözükmediğine karar verdim.

 

Büyük bir malikanenin bahçesindeydik. Ayakta uzun masaların başında duruyorduk, henüz davet başlamamıştı. Evet, malikaneye davetliler tam onda giriş sağlayabileceklerdi. O yüzden neredeyse tüm davetliler malikanenin bahçesinde bekliyorlardı.

 

Malikanenin bahçesine alınmadan önce gelen tüm davetlilerin korumaları kapının dışında kalmışlardı. Bu bekledikleri bir şeydi. Bizim gibi onların da haberleri vardı.

 

Topuklu ayakkabılarım çimlerin içine göçmüştü. Adım atar gibi ayaklarımı kaldırdım ve indirdim. Soğuktan üşüyen burnuma doğru bıkkınlıkla ağzımdan hava üfledim. Sıkılmıştım, geleli neredeyse on dakikayı geçmiş olmalıydı.

 

O sırada gözlerim yanımdan geçen garsona çarptı, garsonunda bakışları bana değdi. Bu bakışma ile Generalin sözleri aklıma geldi. Aralarında ajanlarımız vardı. O yüzden davetliler hariç herkesi iyice inceliyordum. Sadece anlamsız bir bakışma da olabilirdi. Bilemiyordum.

 

Malikanenin bahçesinde bekleyen davetlilere alkollü ve alkolsüz içecek servisleri yapılıyordu. Deniz ve ben herhangi bir şey almamıştık. Alamazdık da! Görevde alkollü bir şey içemeyecek olsak da alkolsüz içeceklere de güvenemezdik. Önce içeriye girmeliydik.

 

“Herkes çok normal. Bir tehlike gözükmüyor.” diyerek sert bir sesle mırıldandı, Dalga. Onun sesiyle kendime geldim ve etrafımızdaki insanları incelemeyi kestim. Bakışlarımı önümde tutarak konuştum.

 

“Asıl normal olmayanlar bizi bekletiyor.” dedim, söylenerek. Sesimde hafif bir merak vardı. Bizi ne bekliyor? Bu kadar hazırlık, bu kadar dakiklik? Her şey ne içindi?

 

“Haklısın.” dedi, düşünceli bir şekilde. Kafasında bir şeyler planlıyor gibiydi. Sessiz kaldım.

 

Bahçede garip bir koku vardı. Aslında bu garip koku, bahçedeki davetlilerin pahalı marka parfümlerinin karışımından oluşuyordu. Bu parfümlerin karışması havaya garip bir ağırlık yaymıştı. Oksijen adına bir şey kalmamıştı.

 

Yüzümü buruşturdum, buradan çıkınca derin derin nefes alarak havadaki tüm oksijeni ciğerlerime yollayacaktım. Sözdü.

 

“Dalga, Kül. Orada durumlar nedir?” diyen ses Tuğgenerale aitti. Kulağımdaki küpeden sadece benim duyacağım şekilde gelen ses, yanımda duran Dalga için de aynı şekilde gizli iç kulaklığından geliyordu.

 

Bana dönerek yüzünde ufak bir gülümseme oluşturdu. Saatin takılı olduğu elini yukarı çıkartarak çenesinde gezdirdi. Saat, mikrofon görevini görüyordu. Onun tarafında olan koluma dokunarak benimle konuşuyormuş gibi konuştu. Sözleri Tuğgeneraleydi.

 

“Normal. Davet başlayana kadar tüm davetliler, malikane bahçesinde bekletiliyor. Görünürde bir tehlike göremiyorum, komutanım.” dedi, Dalga. Sert sesi daha önce hiç duymadığım bir tondaydı ve profesyonel hissettiriyordu. Yeşil gözleri, koyulaşmıştı ve derin bir şekilde beni inceliyordu.

 

Aceleciydi. Emir ve komutanın onda olmasını seviyordu ama bugün öyle olmayacaktı. Kül olarak İstihbarat görevlerine çıktığımda yanımdakilerden emir almazdım. Gölge’ye emirleri ben verirdim.

 

“Kül?” diyerek Dalga’nın konuşmasının ardından sordu, General.

 

“Herhangi bir tehlike gözükmüyor, komutanım. Yalnızca...” dedim, duraksayarak. Bakışlarımı o noktaya çevirerek biraz önce fark ettiğim ama çok takılmadığım o şeyden bahsettim.

 

“Bahçenin her bir yanındaki korumalar normal gözükse de bu ikilinin yanındaki garson dikkatimi çekiyor.” dedim, bakışlarım tam karşımdaki iki korumayı bulurken. Boynumdaki kolyede benimle aynı noktaya bakıyordu.

 

Aynı zamanda biraz önce yanımdan geçerken bana bakan garsonda yanlarındaydı. Garsonlar ve hatta tüm çalışanlar genelde davetlilerle göz teması kurmazken bu garsonun bana bakması dikkatimi fazlasıyla çekmişti.

 

“Bekle.” diyen Tuğgeneralin sesi ile yerimden kımıldamadım. Tahminimce kolyemdeki kameradan bakacaktı.

 

Benim bakışlarımda dik bir şekilde garsona odaklıyken onun da buraya doğru kaçamak bir bakış attığını gördüm. Ona baktığımı fark edince hızla bakışlarını kaçırdı. Neyin nesiydi, bu çocuk? Şimdiden radarıma girmişti. On sekiz yaşlarında gözüküyordu ve normal durmuyordu.

 

“Bu... Bizim içeriye yerleştirdiğimiz ajanlarımızdan biri değil. Kim olduğunu araştırıyorum. Bir şeyler bulunca size de haber vereceğim. Siz yine de gözünüzü ayırmayın.” dedi, General. Bu sözleri ile Dalga’ya döndüm. O da bakışlarını aynı şekilde bana çevirmişti.

 

Dışarıdan normal bir şekilde konuşuyoruz sanılsın diye yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirerek konuştum.

 

“Saat kaç?” diyerek sordum, kolundaki Tuğgeneralin görev için verdiği saati göstererek. Bakışlarını koluna eğer kısa bir şekilde saate baktı ve konuştu.

 

“Tam on.” dedi, bana bakarak. Tamam dercesine başımı salladım ve bakışlarımı malikaneye çevirdim.

 

Dışı beyaz ve sade olan malikane, fazlasıyla büyüktü. Buradan baktığımda neredeyse tüm odalarının ışıkları yanıyordu ama perdeler içeriyi göstermeyecek derece kapalıydı. Malikaneyi incelerken merdivenlerin yukarısındaki büyük beyaz dış kapısının yavaşça açıldığını fark ettim.

 

Yerimde hareketlendim, sağ ayağımı sabırsızca sallamaya başladım. Çime batan topuklularımın ne hale geldiğini gerçekten merak ediyordum.

 

Büyük kapının açılmasıyla içeriden çıkan ve kapının önünde duran iki tane takım elbiseli adam dikkatimi çekti. Ardından ise biraz önce içecek dağıtan garsonların masaların arasında gezerek bir şeyler söylediklerini gördüm. Bahçede bir hareketlenme olmuştu. Deniz ve ben ise yerimizde hareketsizce bekliyorduk.

 

Bahçedeki davetlilerin arasında gezen garsonları gözlerimle takip ederken, en başından beri dikkatimi çektiğini Tuğgenerale de söylediğim o garsonun bizim masamıza doğru yaklaştığını gördüm.

 

“Malikaneye giriş yapabilirsiniz, efendim.” diyerek tam yanımızda durdu ve masanın üzerinde duran avcuma minik bir kağıt parçası sıkıştırdı. Ben daha ne olduğunu anlamadan bizim masamızdan uzaklaştı.

 

Arkamı dönerek garsona baktığımda arka masamızdakilere de minik bir kağıt verdiğini gördüğümde anladım ki, bu kağıt işi sadece bize özel değil. Fazlasıyla tetikte olduğum için ve bu garson en başından beri dikkatimi çektiği için bu kağıdı sadece bize verdiğini sanarak garipsemiştim ama öyle değildi.

 

Önüme dönerek avucumdaki kağıdı hızla açtım. Özensiz katlanmış kağıtta mavi bir tükenmez kalemle yazılmış bir sayı vardı. Üç.

 

“Bu sayı da ne anlama geliyor?” dedi, Dalga. Kafasını uzatarak elimdeki kağıda bakıyordu.

 

“Bilmiyorum.” dedim, düşünceli bir şekilde.

 

“Bilmiyorum ama garsonlar her masaya dağıtıyor, bak.” diyerek ekledim. Bizim konuşmamıza karşılık Tuğgeneralden hiçbir ses gelmemişti.

 

O sırada kağıttan kafamı kaldırarak bahçeye baktığımda bahçenin neredeyse yarısından fazlasının boşaldığını fark ettiğimde Dalga’ya dönerek konuştum. Avcumdaki kağıdı da masanın üzerinde duran çantamın içine attım.

 

“Davetliler malikaneye giriyor. Bizim de içeri girmemiz lazım.” dedim, yavaş bir şekilde.

 

Küçük bir baş hareketi ile bir şey söylemeden sol kolunu uzattı. Mimiksiz bir şekilde bakıyordu ve davranışları da farklı hissettiriyordu. Deniz değilmiş gibi...

 

Tüm bu düşünceleri kafamdan silmeye çalıştım ve küçük bir afallama ile sağ kolumu uzatarak koluna girdim. İşte şimdi olmuştu!

 

Uzun masanın üzerindeki çantamı alarak onunla ilerledim. Yürüdükçe topuklu ayakkabılarım çimenlerin olduğu yumuşak toprağa batıyor ve çıkıyordu.

 

Biraz önce davetlilerin bulunduğu boş masaların arasından geçerek malikanenin merdivenlerine doğru ilerlerken boş bir şekilde etrafa bakıyordum. Deniz’den aldığım yoğun parfüm kokusu normal zamanlardan farklı olduğu için onu epey yabancı hissettiriyordu. Bu durum hiç hoşuma gitmemişti.

 

Malikanenin merdivenlerine ulaştığımızda beni bırakmadı, koluna girdiğim kolumu çıkartarak sağ elimi sol elinin arasına aldı. Bunu ne kadar kolay bir şekilde yapmış olsa da ona da garip gelmiş olmalıydı çünkü bana çok farklı hissettirmişti. Baş parmağı seri bir şekilde elimin üzerinde ritim tutuyordu. Sıcak eli, soğuk parmaklarımı ısıtıyordu.

 

Adımlarımızın bile uyumlu bir şekilde çıktığı merdivenlerin bitimi ile durduk. Önümüzdeki insanlara baktım. Sadece bir çift vardı. Onları detaylı bir şekilde incelemedim. İki tane de koruma diyebileceğim yapılı adam vardı. Teki, çiftin üzerini ararken diğeri de bize doğru yaklaştı. Çifti arayan koruma kahverengi, kısa saçlara sahipti. Diğeri ise daha koyu kahverengi hafif uzun alnına dökülen saçlara sahipti. Ben korumaları incelerken kulağımdaki küpeden Generalin sesi duyuldu.

 

“Size doğru gelen korumanın üzerinizi aramasına engel olun. Önünüzdeki çifti arayan koruma sizi aramalı.” dediği sırada önümüzdeki çifti arayan korumaya baktım.

 

Çifti aramayı kısa kesmiş bir şekilde geçebileceklerini söyledi ve bize doğru yaklaşan diğer koruma ile neredeyse aynı anda hızlı adımlarla yanımıza vardı.

 

“Arkadaki misafirler ile ilgilen.” diyerek uzun saçlı korumaya neredeyse emir verdi. Bu sözler, uzun saçlı korumanın hoşuna gitmese de arkaya doğru ilerledi.

 

Tam önümüzde duran adam ile ellerimiz ayrıldı. Bu temasın sonlanması hiç hoşuma gitmese de hareketsizce önümde duran adama baktım.

 

“Adlarınızı öğrenebilir miyim, efendim?” dedi, adam. Bakışlarını bize çıkartmıyordu. Aynı garsonların da yaptığı gibi göz teması kurmuyordu. Bu bir kural olmalıydı ki, tüm çalışanlar böyleydi. Herkese rağmen bakışları bana değen garsonu merak ediyordum, bizden biri değilse kimdi?

 

“Esra Hidelgo kılıç ve Kayahan Kılıç.” dedim, yumuşak bir sesle. Dalga’ya fırsat vermeden konuşmuştum.

 

“Çantanızı kontrol edebilir miyim, hanımefendi?” diyerek benim ardımdan sordu, kısa saçlı koruma.

 

“Elbette.” diyerek çantamı açtım ve çantamın kulpunu bırakmadan ona uzattım. Çantayı elimden almadan hafifçe kafasını eğerek içine baktı. Silahı ve yedek mühimmatlarımı görmüş olmalıydı ki kafasını çekti. Yüzündeki ifade değişmezken normal gözükerek konuştu.

 

“Geçebilirsiniz, efendim.” diyerek önümden çekildi. Önümden çekilmesiyle bir adım atarak davet salonuna doğru baktım ama o, bu sefer de Dalga’nın önünde duruyordu. Duraksayarak onlara döndüm.

 

“İzninizle üzerinizi arayacağım, efendim.” dedi, Dalga’ya.

 

“Buyur.” dedi, Dalga. Bu koruma da bizimden biri olduğu için içimiz rahattı.

 

Deniz, kollarını hafifçe kaldırdığında koruma iki eli ile Deniz’in belini hafifçe yokladı. Silahı fark etmiş olacak ki, kısa bir şekilde üzerini aradıktan sonra ellerini çekti ve konuştu.

 

“Geçebilirsiniz, efendim.” dedi, yüzü eğik bir şekilde Dalga’nın önünden çekilerek.

 

Anlamıyordum, bu davete gelen ünlü iş insanları, garsonların veya korumaların, kısaca çalışanların onların önünde başlarını eğmesinden mi hoşlanıyorlardı? Öyleyse aptallardı! Öyle de gözüküyordu.

 

Bu durum iliklerime kadar iğrenme duygusunu hissettirmişti, çalışanlarına karşı üstünlük kurmak isteyen bu insanlara karşı.

 

Deniz Akif’in bana doğru ilerlemesi ile davet salonuna doğru döndüm. Bakışlarım hala ondayken yüzündeki sıcak gülümsemeyi fark ettiğimde yüzümde tutamadığım küçük bir gülümseme oluştu. Bu bakışmanın ardından da bu sefer kolunu uzatmadı, elini uzattı.

 

Bana uzattığı eline birkaç saniye sürecek şekilde baktığımda yüzümdeki sırıtma büyüdü ve elini tuttum. Koluna girmektense elini sıkı sıkı tutmak daha çok hoşuma gitmişti.

 

Sımsıcak eli soğuk tenimde ürperti yaratırken elini tutmamla birlikte ikimizde bir şey söylemeden dimdik davet salonuna doğru ilerlemeye başladık. Davet salonu, küçük ama hafif uzun koridordan gözüküyordu.

 

Koridoru hızlı ve uyumlu adımlar ile tamamladığımızda davet salonunun başına gelmiştik. Adımlarımız yavaşladığında içeriye göz atmaya başladım.

 

Koridorun tamamını kaplayan kırmızı halılar davet salonunun başında bitiyordu. Bahçedeki uzun masalar, daha görkemli bir şekilde süslenmişti ve salonun içerisinde misafirler için hazırlanmıştı.

 

Bahçedeyken içeriyi görmememizi sağlayan perdeler iki yana özenle açılmıştı. Salonun en ortasından sarkan büyük avize yoğun bir ışık yayıyordu ve epey değerli duruyordu. Aynı şekilde avizenin dışında tavanın pek çok yerinde küçük avizeler vardı. Bu karmaşık görüntüye rağmen oldukça uyumlu duruyorlardı. Gözümü alan ışıklardan bakışlarımı çektim ve gözlerimi davetlilerin arasında gezdirdim.

 

Sahte gülümsemeler ile yalancı sohbetler eden, pahalı çantalarını birbirlerine göstermek için çaba harcayan kadınlar. İş bahanesiyle ile konuşan, laf arasında üstünlük kuran, zoraki yan yana duran kendi çıkarlarını düşünen üç, dört adam. Birbirlerine aşk dolu bakan çiftler ve sanki zorla birbirlerine tahammül ediyormuş gibi duran çiftler. Sahte! Sahte! Sahte gülümsemeler, kısacası çok garip bir ortamdı.

 

Yüzümü buruşturmak isteyeceğim kadar gergin bir ortam. Kendimi tepkisiz kalmak için zorladım ve bıkkınlıkla nefes aldım. Her şeyin arasından en çok dikkatimi çeken salonun en köşesindeki dört kişilik ihtişamlı masaydı. Kimin için özel olarak hazırlanmıştı?

 

Arkamızdan gelen insanları umursamadan koridorun sonunda duraksamıştık. Dalga, arkamızdaki davetlilerin varlığından dolayı konuştu.

 

“İlerleyelim mi, hayatım?” diyen ses, elimin arasında olan elin sahibine aitti. Yanımda koca cüssesi ile duran Deniz Akif. Şu an için Dalga kadar karışık.

 

Ne, dercesine ağzımdan küçük bir mırıltı kaçtı. Hayatım. Onun sesinden sıcak bir tonda böyle bir şey duymak... Bu, garipti. Çok farklıydı.

 

Küçük bir irkilme ile ona döndüğümde arkamızdan gelen adım seslerini fark ederek kendimi ilerlemeye zorladım ama bu sözlerinden sonra epey zor oldu.

 

Unutma, Okyanus! Evli bir çiftin yerindesiniz. Bu davette çift olarak davranacaksınız. Sadece sahteden! Yalandan yani. Kelimelerin bir önemi yok. Kapılma Dalga’ya...

 

Küçük bir yutkunma ile elimin arasından elini sıkı sıkı tuttum. Sözüne karşılık. Davet salonunu çok iyi biliyormuş gibi beni yönlendirdiğinde ona takıldım. Aslında neden bu kadar emin ilerlediğini beni masalardan birine getirdiğinde anladım.

 

Topuklularım davet salonunda hoş bir takırtı oluştururken durmamız ile önümüzdeki masaya göz gezdirdim.

 

Kayahan Kılıç & Esra Hidelgo Kılıç

 

Masaların üzerinde dikdörtgen şeklinde duran küçük isimlikler vardı. Bunu yeni fark etmiştim. Bakışlarımı masadan ayırarak ona, birleşik olan ellerimize çevirdim.

 

“Elimi bırakmayı düşünüyor musun?” diyerek sordum, sımsıkı tuttuğu elimi hafifçe oynatarak.

 

“Düşünmüyorum.” dedi, normal bir sesle. Bu cevabı bakışlarımı yüzüne çevirmeme sebep oldu.

 

“Esra.” diye ekledi.

 

Bu davette kullanacağım adımı söyleyerek ne olduğumuzu hatırlatıyordu. Bir çift olduğumuzu...

 

“Peki, Kayahan.” dedim, onu taklit ederek.

 

Ne olursa olsun, bana ismim dışında hitap etmesi hiç hoşuma gitmemişti. Ağzına yakışmamıştı. O da benimle aynı şekilde düşünüyor olmalıydı ki, yüzünde keyifsiz bir bakış oluştu. Ardından o bakışı yok ederek elimi daha sert kavradı. Canıma minnetti!

 

“Sizin burada ne işiniz var?” diyerek duyduğum ses ile kafamı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Bu ani ses ile irkilsem de sesin sahibi beni daha çok şaşırtmıştı.

 

Gördüğüm kişiyle yüzümde dumura uğramış bir ifade oluştuğuna emindim. Sesin tanıdıklığı görevimizi karmaşaya düşürecek kadar netti.

.

Tekrardan merhaba çiçeklerim 🌸🌸🌸

Bölüm sonu canavarımız, tanıdık olan ama sizin henüz öğrenmediğiniz o kişi hakkında tahminlerinizi çok merak ediyorum. 🤭

Buraya yazabilirsiniz? Gelen kişi sizce kim? -->

Epey kısa bir bölüm oldu ve sizi bu kadar bekleterek attığım için aslında içime sinmedi ama 32. Bölümde toparlayacağım, merak etmeyin.

Bu bölüm, Okyanus ve Deniz ilişkisi içseldi. Fark etmişsinizdir, diğer bölümde Okyanus kendi sınırlarını çok aştı ve bu yüzden suskun, sadece bu yüzden de değil. Görevdeyiz ve bizi dinleyen bir General var. Ama tüm bu suskunluğa rağmen, yan yana bile bir çekim içerisindeler, bakışlarıyla bile konuşurlar ve bu benim çok hoşuma gidiyor. Onlar hakkında sizin düşünceleriniz ne? -->

Okyanus ve Deniz? -->

Bölüm? -->

Tuğgeneral? -->

O halde, soruyorum. Kapılmayalım mı, Dalga'ya? ---> 🌊🌊🌊

32. Bölümde hızla buluşmak üzere... Dalga ve Kül ile kalın...

Sizi seviyorum ♡♡♡

2039 Kelime...

Bölüm : 28.10.2025 20:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...