
Merhaba balımlar 🤭🤍🍯
Sizi çok bekletmedim umarım. Bir hafta olmuş, rahatsızlanmasam bölüm faha erken gelecekti ama olsun.
Oy⭐️ vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayınız :)) Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi şimdiden merak ediyorum ♡
İyi okumalar 💖
.
Gelen sesin yabancılığının ardından ikinci gelen sesin tanıdıklığı sinirle gözlerimi yummamı sağlarken derin bir nefes alarak gözlerimi açtım. Deniz ile aynı anda arkamıza dönmüştük ve gördüklerimiz ile şaşırmamak elde değildi.
Hızla gelen sese döndüğümüzde gördüklerim bir felaketten başka bir şey değildi! Kapanan bir cam duvar ve bizimle birlikte içeride olan insanlar! Tüm planı mahvedebilecek insanlar!
İnsan bile değil, çoğul kişiler, insanlar! Karşımda üç adam duruyordu, ikisi görmekten bezdiğim diğeri ise tanımadığım üç kişi!
İlk gördüğüm andan beri sessizliğini koruyan benimle çok iletişime girmeyen Emir Savcı, ilk gördüğüm andan beri o ailede benimle en çok iletişimi kuran ve daha Dna Testi yapılmadan beni sahiplenen ailenin altın prensi aksi doktor Güneş Kızıl ve son olarak Kızılların kuzeni olduğunu biraz önce duyduğum ve tanımadığım bir adam.
Gördüğüm bu üçlü ile yavaşça açılan ağzımı yutkunarak kapattım. Aynı şekilde çatılan kaşlarımı yumuşattım ama tam olarak düzeltemedim. Duraksadım. Tepkimi gizleyemeyecek kadar şaşırmıştım!
Kelimelerimi bir araya getiremezken başım hızla Deniz’e döndü. Onun da benden bir farkı yok gibi gözüküyordu. Ne diyeceğini bilemez bir şekilde karşımızdaki üçlüye bakarken ani bir şekilde bana döndü. Bana dönmesi ile şaşkın yüzünü daha yakından görmüş oldum, tam ardından ikimizde aynı anda bu üçlüye dönerek aynı şeyleri söyledik.
“Sizin ne işiniz var, burada?” diyerek ağzımızdan normal bir cümle çıktı. Aynı anda!
Onların tam yanımızda olmalarının saçmalığını atlatamadığımız için bu kadar yumuşak bir soru sormuştuk. Derin bir nefes alarak kendime geldim ve tanımadığım adamın konuşmasını dinledim.
“Onlar, sizi takip etti. Bende bilmiyorum.” diyen adamın sesi epey kalındı. Acı kahve gözler, koyu kahve saçlar... Mehmet Bey’e oldukça çok benziyordu. Şu an bunu düşünmenin sırası değildi!
Bu sözlerin ardından aksi doktor yüzündeki şaşkınlık ifadeleri ile arkasına dönerek ismini bilmediğim bu adama karşı küçük bir kızgınlıkla konuştu.
“Hemen sat, oğlum! Kimdi, bende kuzenimi görmek istiyorum, diyen!” dedi. Sözleri içten içe beni sinirlendirmeye başlamıştı. Ne kuzeni! Ne demesi! Görevi mahvetmek üzeresiniz, diye bağırmak istiyordum!
“Neden onların peşine atladık, peki?” diye sordu, başından beri duvara yaslanmış bir şekilde bekleyen Emir Savcı. Evet, neden?
“Güneş dedi.” diyen kim olduğunu bilmediğim bu adam ile birlikte artık sabrımın taştığını hissettim ve ne dediğimi bile düşünmeden lafa atladım.
Bağırır gibi hiddetli ama fısıltı gibi dişlerimin arasından çıkan sesim ile birlikte hepsi bana döndü.
“Siz gerçekten geri kafalı mısınız? Biz neden buradayız? Kim olarak böyle gizli bir yere geldik? Neden bizi tanımıyormuş gibi yapın dedik? Bunları hiç düşündünüz mü?” dedim, peş peşe. Ardı ardına kurduğum cümleleri hepsine söylesem de bakışlarımın odağı doktordan başkası değildi. Sözlerimin bitimi ile koluma konan el Deniz’e aitti.
Söyleyecektim ve bana destek veriyordu. Söylemem gerektiğini biliyordu çünkü böyle bir yerde, bu halde kapana kısılmıştık! Çıkabilecekleri bir yer yoktu! Çıkabileceğimiz hiçbir yer yoktu!
Evet, deminden beri gözlerim her yeri taramıştı ama bu cam duvarı içeriden tekrar çıkabileceğimiz bir yer yoktu. Ne arkamızda ne de önümüzde!
“Bir yere kadar sabrediyorum ama görevdeyiz! Tamam mı? Gizli görevdeyiz!” dedim, onlara bir adım yaklaşarak. Sesimi normal bir tonda tutabilmek için yüksek bir çaba harcıyordum.
“Ne?” diyen Emir Savcıydı. Aksi doktor hiç şaşırmamıştı, Generalin odasında sağlık kontrolümü yaptığı içindi muhtemelen! İsmini hala bilmediğim kuzenleri ise Emir Savcıdan daha çok şaşırmış gözüküyordu.
“Aileymiş! Kardeşinizmiş! Başlayacağım artık! Görevdeyiz! Zaten plan mahvoldu, bir de sizinle uğraşıyoruz. İnanamıyorum!” dedim, bağırıyormuş gibi bir hiddetle birlikte.
Sözlerimle oluşan sessizliğe rağmen sakinleşemedim. Sinirle yükselen kalp atışlarım durulurken hızlı hızlı nefesler alıyordum. Elim yavaşça alnıma gitti ve öne gelen saçlarımı arkaya atmak amacıyla parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim. Çenemi dikleştirerek onlara döndüm.
“Biz...” diyen altın prens toparlayamayacağını anlayarak sustu. Onun ardından yanımda duran Deniz kulağıma eğilerek arkamızdaki koridorda konuştuğumuz ses tonunda fısıltıyla karışık konuştu.
“Sakin olur musun?” dedi, sıcak eli soğuk omzuma dokunduğunda. Baş parmağı yavaşta tenimi okşadı, tenim ürperdi.
“Üç siville birlikte göreve devam edeceğiz ve sen, nasıl sakin olmamı bekleyebiliyorsun? Üstelik gizli bir görev!” dedim, diğerlerinin bile duyamayacağı bir ses tonuyla.
Bakışlarım aynı hızda tam önümdeki üçlüye çevirdiğimde sinirle onları inceledim. İşte o zaman, davetin başından beri onları dikkatle incelemediğimi fark ettim.
Duvara yaslanan Emir Savcı, Deniz gibi siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon giymişti. Yapılı vücudu Deniz kadar olmasa da gömlekten belli oluyordu. Bu daveti pek önemli bulmuyormuş gibi gözüküyordu. Bakışlarından annesi tarafından zorla giydirilip okula gönderilmiş bir ilkokul çocuğuna benzediğini söyleyebilirdim.
En önlerinde duran Güneş Doktor ise beyaz düz bir gömleğin üzerine bu sıcak ortamda ceketini giymeye devam ediyordu. Siyah bir pantolon ile dikkat çekici bir saat takıyordu. Onu dikkatli incelemesem de sarı saçları bukle bukle duruyordu, kendine özendiği belli oluyordu.
İsmini bilmediğim kuzenleri ise cama yaslanmış bir şekilde dikkatle beni dinliyordu. Esmer, siyah saçlı, kara gözlü ve sakallı bir adamdı. Çıldırışıma dikkatle bakması beni sinir etti. Takım elbisenin içinde diğer ikisine göre oldukça yapılıydı.
Üçü ile aramızda fazla mesafe yoktu, Deniz’in konuşması hepimizeydi.
“Beş insan dikkat çekmeden görevi nasıl tamamlayabiliriz? Belki şu an bile dikkat çekiyoruz, ha? Bu ihtimaller hiç aklına gelmiyor mu? Konuşmayı kesip bu görevi sonlandırmalıyız, zaten komutana da ulaşamıyoruz!” dediğinde sert ses tonundan gerginliğini hissedebiliyordum.
“Gizli kamera veya-“ derken sözleri ile aklıma o anda dank eden şeyle birlikte sinirle güldüm. Gülüşüm sözünü bölmüştü, aynı saniyede alaylı bir şekilde konuştum.
“Sinyal kesicinin bulunduğu bir ortamda bu cihazlar nasıl çalışabilir?” dedim, sinir edici bir gülümseme ile. Sinirim bozulmuştu!
Yine de ismini söylememeye dikkat ediyordum. Yanımızdaki üç sivil yüzünden istihbarat kod adlarımızı da kullanamazdık.
Yüzündeki kaskatı ifade bozulduğunda yüzü yumuşarken benim gibi küçük bir kahkaha attı.
“Doğru.” diyerek benimle aynı şekilde delirmiş gibi sırıttı. Sesi normal bir tonda çıkıyordu. Yüksek sesle konuşmak siyah kapının ardından duyulmamız konusundan riskliydi, bu da vardı!
“Deli mi bunlar? Neye gülüyorsunuz?” diyen yabancı adamla birlikte yüzümdeki sırıtış anında kayboldu. Sanki hiç gülmemişim gibi sert bir ifadeye bürünen yüzüm katıydı. Sinirle nefeslendim ve adamı umursamadan Deniz’e dönerek kesin bir dille konuştum.
“Sivilleri koruyarak görevi tamamlayacağız. Aksini kabul etmiyorum.” dedim, sert bir yutkunuşla.
Yanımdaki adama dönen yüzüm ifadesiz, çenem kendimden eminliğimi belirtircesine kalkmış bir şekildeydi. Gözlerimiz kesiştiğinde hareketlenen adem elması ile yutkunduğunu anladım.
“Komutan içimizden geçer! Onu bırak, böyle bir şeyi asla kabul edemem!” dedi. Görevlerde bile nadir gördüğüm sertliği tam şu anda üstündeydi. Bana karşı değildi, bu sertliği deli fikirlerime karşıydı.
Benim de bu görevi tamamlamadan dönmeyeceğime dair olan kararlılığım kesindi. Kararlılık konusunda ondan bir farkım yoktu! Sözlerinin ardından lafa atlayacaktım ki, bana izin vermeden konuştu.
“Zaten sinyal kesicilerden dolayı bize ulaşamayan komutan delirmiştir ve şimdiden harekete geçmiştir! Bir an önce sinyal kesicilerin aktif olduğu alandan çıkıp komutana durumumuzu bildirmeliyiz.” dediğinde yüz hatları belirginleşmişti.
Yan yana olmamız yetmezmiş gibi yüzlerimiz birbirimize dönüktü, bu sebeple çok yakındık. Sinirine daha yakından şahit olmak garip hissettiriyordu.
“Sana sormadım zaten! Bu kararı ben veriyorum. Tüm sorumluluk benim üzerimde olacak.” dedim, net bir şekilde. Sesim onu bastırmak ister gibi çıkmıştı.
Sözlerimin ardından mavilerimi yeşillerinden ayıracak şekilde sinirle gözlerini yumdu ve elini hızla asker tıraşı olan saçlarına sürdü. Sinirli bir şekilde küçük bir kahkaha attığında hiç beklemeden bana bakarak konuştu.
“Bana sormamış! Ben senin komutanınım! Kararı sen veremezsin!” dedi, keskin bir dille. Ani sözlerinin ardından duraksadı ve hafif sakinleştiği belli olurcasına konuştu.
“Senin planını uygulasak da sorumluluk bir tek sende olmazdı ama uygulamayacağız, asla olmaz. Şu an bile boşa vakit kaybediyoruz.” diyerek ekledi. Sözlerinin netliği belli olsa da beni ikna edemezdi.
Uzun süredir bu örgütü bitireceğimize dair planlar yapıyorduk, bu yüzük onların içine sızmamızda da bize çok yardımcı olacaktı. Böyle bir fırsatı ellerimle itemezdim. Üç sivili de kendi canımdan daha çok korurdum, görevi de tamamlardım.
O kadar hızlı konuşuyorduk ki, bu karmaşa da bu üç adamın bizi dinlediğini unutmuştum bile.
“Bu görevde komutanım değilsin-“ derken sözüm Deniz tarafından bölündü.
“Asla olmaz!” dedi, biraz önceki sözlerime karşılık. Onu duymamış gibi atladım. Saçmaladığımı yeni fark etsem de atladım.
“Buradan o yüzük olmadan dönmeyeceğim!” dedim, en son sinirle patlayarak. Sesim yükselmese de bağırmış kadar olmuştum. Çatık kaşlarım gibi onun da kaşları çatılmıştı.
“Döneceksin! Mecbursun!” dedi, dişlerinin arasından. Bu kadar çabuk mu pes edeceksin?
“Tuzak olabilecek kadar tehlikeli bir yere bunlarla giremeyiz! O yüzüğü unutacaksın, hırslarına yenik düşme! Sen bir askersin!” diyerek tüm fikirlerimi zihnime dizdi. Öylece kaldım. Nefesim kesildi.
“Sen bir askersin!” dedi, zihnimde aynı kadının sesi.
“Benim eğittiğim bir asker, benim varisim!” dedi, nefretle yine o ses.
Kan kus, kızılcık şerbeti iç! Okyanus!
Ben onun eğittiği bir asker değilim! Ancak o zaman aklımın başıma geldiğini hissettim. Hırslarına yenik düşme! Düşme, Okyanus!
Sen bir Türk Askerisin! Hırslarına yenik düşen bir asker olmaz, hırsları için birilerini tehlikeye atan bir Türk Askeri olmaz. Kendine gel!
Bir yüzük yanımızdaki sivillerin canını tehlikeye atmaya değmezdi, bize verilen eğitimin en önemli parçası da buydu! Önceliğim siviller olmalıydı, onların canını tehlikeye atacak şekilde yanımızda sürüklemek bile hataydı!
Vatanını, milletini korumak için yaptığın meslekte hırslarının uğruna onların canını ikinci plana atamazsın, Okyanus.
Uzun süredir ulaşamadığımız bir plandı ve tekrar bu fırsatı yakalamamız imkansızdı! Yapacak bir şey yoktu. Zaten kendimizi de büyük bir tehlikenin içine sokmuştuk, tuzağa çekiliyorduk belki!
Bu saçma sapan konuşmayı yaparken de sinyal kesicinin alanında uzunca tartışıyorduk, belki de bir tuzağın eşiğindeydik. Kendine gel artık lütfen, Okyanus.
“Ben-“ derken bu sefer sözümü bölen farklı bir ses vardı. Bu sefer Deniz değildi.
“Bir sakin mi olsanız? Elimiz armut toplamıyor, değil mi? Kendimizi koruyabiliriz!” diyerek yükselen Emir Savcıdan başkası değildi. Zaten onlara sinirliydim, bir de konuşma cesareti gösteriyorlardı.
“Eliniz armut toplamıyor, değil mi? Mi? Kendinizi koruyabilirsiniz mi? Bunun ne önemi var?” dedim, kendi kendime söylenircesine kısık bir sesle.
Tam o sırada yanımda duran Deniz’in elini kolumda hissettim. Sıcacık eli, sinirden buz tutmuş tenimi ürpertmişti.
Gergin olan vücudumun biraz gevşemesini istiyordum ama biliyordum, bu mümkün değildi. Plan altüst olmuştu. Bu durum beni oldukça sinirlendiriyordu. Kendimi diken üstünde hissediyordum, bunun tek sebebi bendim.
“En başından beri bir tuzağa gittiğimizi anladık, Okyanus ama onları da tehlikeye atamayız. Lütfen, ısrar etme. Bir çıkış yolu bulalım.” dedi, temkinli bir ses tonuyla. Kolumdaki eli yavaş bir şekilde sıcak desteğini hissettirerek hareket ediyordu. Sesini duymak kalbinde ılık bir sıcaklık oluşturdu.
“Tamam, bir çıkış yolu bulalım ve vazgeçelim. Bize yakışmayanı yapıp pes edelim.” dedim, isteksizde olsa sorumluluklarımı hatırlayarak. Hem lafımı alttan alta soktum hem de kabullendim.
Onları tehlikeye atamayız, kendimizi tehlikeye atarız ama sivilleri değil çünkü biz vatanını korumak için yetiştirilen özel askerleriz. Bize öğretilen buydu, bense hırslarımın peşinden sürükleniyordum. Kendime gelmek için geç kalıyordum. Ona hak verdim. Biraz önceki çıldırmamı anlayamasam da toparlamalıydım.
Sözlerimi üstelemeden Deniz’in etrafına bakmasıyla birlikte boğazımdaki garip ağrı daha çok nüksetti. Aslında ağırlaşan mavi gözlerimde tuttuğum sırlar boğazıma keskin teller batmış gibi hissettiriyordu.
Hafif bulanan gözlerim biraz önce andığım sesin tekrar zihnimde yankılanmasını sağlıyordu. Yutkunmak acı veriyordu ama biliyordum, tutarsam düşmezdi o yaşlar.
Deniz’in hareketlenmesi ile kendimi onlardan soyutlayarak birkaç adım ile boş duvara yaslandım. Ayakta durmaya gücüm yokmuş gibi yorulmuştum, yaralıydım.
Yaslandığım anda duvara dayandım ve topukluların ayağımı acıttığını daha da çok fark ettim. Yoğun bir ağrı vardı, ayakta durmak bile acı veriyordu. Sırtım uyuşuk hissettiriyordu, karnım ise en başından beri öyle yüksek bir acıyla kendini bana hatırlatmamıştı. Ama hissediyordum, sadece içimdeki acıyı değil, vücudumdaki acıyı da!
Biraz önce dolu olan gözlerim kupkuru olmuştu, istediğim gibi bir damla yaş bile düşmemişti. Gözlerim hala yanıyor olsa da sınırımı çizebiliyordum. Keskin tellerin battığı boğazım ise yutkunmalarım ile acısını bana bir nebze unutturmuştu. Sakinleşmiştim. Sahi, ne zaman sakinleşmem kadar kötü olmuştum ki!
Belki de gözlerimin dolmasının sebebi, hatırladığım o cümlelerdi! Belki değildi! Bir önemi yoktu artık! Belki de pes etmekti, kolayca. Hayır, mecburen. Gözlerimi sıkıca yumarak başımdaki yoğun ağrıyı geçirmeye odaklandım. Salık saçlarım omuzlarıma dökülürken başımı sertçe duvara yasladım ve gözlerimi yumdum.
“Bu cam kapının tekrar açılmasının imkanı yok. Hiçbir şey yok.” dedi, Deniz söylenerek.
“Dizilerde veya kitaplarda oluyor ya, duvarda bir yere basıyorlar ve açmak istedikleri kapı açılıyor. Belki o tarz gizli bir anahtar ile karşılaşırız.” diyen yan tarafımdan gelen sesti. Aksi doktor!
Sözlerinin ardından başımı yavaşça kaldırdım ve ona doğru çevirdim. Bakışlarım onu bulduğunda ağzımdan garip bir nida döküldü. Kahkaha mı, hayır değil. Şaşırmak gibi.
“Kameralar nerede, yazar nerde? Ekranlarda veya bir kitap satırında mıyız? Görebiliyor musun? Öyle çünkü ben göremiyorum. Saçma sapan teorilerini kendine saklamalısın, doktor!” dedim, hızla. Sözlerimin ardından bakışları bana döndü.
Eğer bir dizide olsaydık, kesinlikle kameralara bakardık. Oyunculardan kameralar saklanmazdı.
Eğer bir kitabın içinde olsaydık, kesinlikle bizi yazan kişi kitabın içine kendisini de katardı. Hani neredeydi?
Öyleyse aptal fikirlerini güzel betimlemeler ile sunarak olmayan vaktimizi yememeliydi!
“Sen söyle bir şey? Teorilerini? Bir havalardasın ama-“ diyen Emir Savcının hırsla sözünü böldüm.
“Üç tane sivil peşimizden gelmişsiniz ama ben size tepki gösterince mi havalarda oluyorum? Sizin yüzünüzden operasyona devam edemiyoruz!” dedim, sinirli bir sesle. Havalarda olduğum doğruydu! Sinirden havalara uçmuştum! Öfke problemim mi var benim?
Baskın sesim ile saniyelik bir suskunluk oldu ve ardından öksürme sesi geldi. Bu ses bu ikilinin kuzenine aitti, ardından konuştu.
“Üç sivil değil, ben de polis özel harekattayım. Komiser Yardımcısı Emir Kızıl.” dedi, tanımadığım kuzenleri. Sonunda ismini öğrenmiştik.
Arkamda duruyordu, ona döndüğünde yüzünde samimi bir gülümseme olduğunu gördüm ama mimiklerim bile kıpırdamadı. Ne diyebilirdim ki? Onu cevapsız bıraktığım saniyelerin sonunda Deniz’in sesi duyuldu.
“Ne yapacağız, Okyanus? İyice muhabbete dalmışsınız.” dedi. Onun da sinirleri benim kadar bozulmuş gibi gözüküyordu, hatta gibisi az kalırdı.
“Bir komutan olarak en iyi kararı sen verdin, şimdi bulsana çözüm. Bulabiliyorsan bul yani.” dedim, kollarımı göğsümde birleştirerek. Bu cümleler sadece onu sinirlendirmek içindi, anında da etki etti ama onun konuşmasına izin vermeden konuştum.
“Burada kapana kısıldık. Camın içeriden arkaya açılma imkanı yok. Ne demişti, minnet duyacağın kadar planımın ilerleyeceğine eminim. Evet, Harun Polatlı cam kapının şifresini girmeden önce tam da bunu söylemişti. Bizde bu buzdan kafese tuzak olduğunu bile bile girmiştik.” dedim ve devam ettim.
“Bu demek oluyor ki, tüm tehlikeyi göze aldık ama ikimiz. Planı bozan bu üç birey yüzünden geri çıkmayı düşünüyoruz ve bu imkansıza yakın. Üstelik çok fazla vakit geçti, küçük bir ihtimal ile tuzağa düşmediysek de birazdan bizi fark edecekler. Hala Generalin sesi yok, sinyal kesiciler aktif.” dedim ve yutkundum. Son sözü söyleyecektim.
On dakika olmuş muydu? Yoksa daha az mı? İmkansız! Veya fazla? Kesinlikle zaman algım yok olmuştu!
“Tek çıkış yolu, şu siyah demir kapı. İstesek de istemesek de!” diyerek arkama yaslandım. Yaslanmamla birlikte omzumdaki yaranın acısını hissetsem de tepkisiz kaldım.
Deniz’in kendi içindeki hesaplaşmasının bitmesini bekledim. Duraksadı ve hafifçe kaşları çatıldı. Saniyelerin ardından yutkunarak konuştu.
“Haklısın.” dedi. Ne yani tek söyleyeceği bu muydu? Ne yapacağız? Aklımdaki soruları bir bir sorarcasına ona baktım.
“Üstelik bu kadar tartışma... Boşuna mıydı?” dedim, hiç kimsenin duyamayacağı şekilde kendi kendime.
“Peki ya, General sinyal kesici olduğunu fark ettikten sonra neden davette olan ajanlarımızı peşimizden yollamadı. Yollasaydı şu ana kadar peşimizden gelmiş olurlardı. İçeride durumlar daha mı karışık?” diyerek sordu.
Bu sorunun cevabını öğrenemezdik zaten ama kabul, mantıklı bir düşünceydi. Eğer problem olmasaydı, General peşimize risk bile alarak adam yollardı. İçeride de işler karışık olmalıydı!
“Muhtemelen.” dedim, dikleşerek.
“Bu cam kırılamaz mı?” dedi, anlık bir şekilde. Deniz’in bu sorusuna güldüm. O da biliyordu, böyle bir alanda kırılan bir cam yapmazlardı herhalde! Yapmazlardı, değil mi?
Sinyal kesici ve iki şifre ile korunan bir alanın olduğunu varsayarsak bu camın kırılmaz cam olduğuna yemin edebilirdim. Diğer türlü tam bir saçmalık olurdu!
“Sinyal kesici ve iki şifreli kapı ile korunan bir alanda köprüden son çıkış hesabı bu cam duvarı kırılan sade bir camdan yapacaklardı. Öyle mi?” dedim, alaylı bir ses tonuyla. Dalga geçercesine söylediğim bu sözlere aldırış etmeden cama yaklaşarak dokundu. Eldivenlerimiz hala elimizdeydi. Ayağı ile hafifçe cama dokundu ama o da biliyordu. Bu kırılmaz bir camdı!
“Neyde karar kıldınız, komutanlar?” diyerek araya giren, Emir Savcıdan başkası değildi. Bugün sesi çok fazla çıkıyordu, sevmemiştim.
Sözlerine karşılık alaylı yüzüm ona döndü ve tepkimden bir şey eksilmeden konuştum.
“Deniz Bey’e sormalı! Ne de olsa çok biliyor.” dedim. Baştan beri anlatmak istediğim sonuca varacaktık ama çıkış yolu olarak. Ya bu zaman kaybı... Ne olacaktı?
“Başka çıkış yolu mu var? Okyanus haklı, tuzağımıza veya çıkışımıza gideceğiz. Sizleri de canımız pahasına koruyacağız.” dedi, kabullenmiş bir şekilde başını hafifçe sallayarak. Camdan yavaşça uzaklaşırken keyifsiz gözüküyordu. Sözlerinden sonra bakışlarımı ona çevirdiğimde Deniz’in yüzünde gördüğüm ifade hiç hoşuma gitmemişti.
Yanıldığı için ve düştüğümüz durumdan dolayı öfkeli değil de üzgün gözüküyordu. Hayır, üzgün değil, bu garip bir şeydi. Yanımızda sivilleri sürükleyeceğimiz için şimdiden pişmanlık duyuyor gibiydi. Mecbur kelimesinin tam anlamıydık.
Sol kolu hızla havalandığında elini ensesine attı. Bunu yaparken küçük ifadeler ile yüzünü buruşturmuştu. Canı mı yanmıştı? Ensesini ovuştururken bakışları yerdeydi. O sırada aklıma gelenler ile neden yüzünü buruşturduğunu anladım.
Hastanede görmüştüm. Görevdeyken sol omzunu bıçak sıyırdığını söylemişti. Görevde yakın temasa geçmek zorunda kalmıştık, bu sebeple benim de karnımda çok derin olmayan bir bıçak yarası vardı. Omzumdaki yaraya göre pek kendini hatırlatmasa da oradaydı.
“Neyi bekliyoruz?” diyen kişi Emir denen adamdı. Polis Özel Harekatta Komiser Yardımcısı olan Emir Kızıl.
“Şifreyi gördün, değil mi Okyanus?” diyerek kafasını kaldıran Deniz Akif ile alt dudağımı yavaşça dişlerimin arasına aldım. Emir’e bir cevap vermemişti, bana odaklanmıştı.
“Şey...” dedim, düşünceli bir şekilde. Alt dudağımı dişlerimin arasında kemirirken bakışlarımı kaçırarak duraksadım.
Ne, Okyanus? Bir. Dokuz. Dokuz. Evet, güzel gidiyorum. Çapraz! Hayır, yan! Net bir şekilde görememiştim! Beş mi? Yoksa sekiz mi?
“Bir... Dokuz... Dokuz... Yani bin dokuz yüz doksan... Beş veya yedi.” dedim, düşünceli bir şekilde bakışlarımı kaçırarak. Duraksayarak konuşmamdan rahatsız olmuştum.
“Nasıl yani?” dedi, Deniz.
“Görmedin mi?” diyerek ekledi.
“Ben... Tam olarak emin değilim. Yani net değildi. Bilmiyorum. Sanırım iki kere denemeliyiz.” dedim, kelimelerim hızla birbirini kovalarken.
“Ciddi misin?” dedi, hayal kırıklığıyla. Yutkundum ve evet anlamında başımı çok hafif salladım. Neredeyse saniyesinde kendini toparlayıp gözlerini gözlerime dikti. Bu ani bakışa karşılık derin bir nefes aldım.
“Ben kapıyı inceleyeceğim. Zaten yakalansak bile kaçamayız, tek çare siyah kapı. İkinci şansı vermeyebilir ama burada kapana kısılmış gibi kalamayız.” diyerek cevabımı beklemeden yavaşça arkasını döndü ve birkaç adımda siyah kapının tam yanına vardı.
Gözüm dalmış bir şekilde onu seyrederken bu soğukluğuna ve zıtlığına anlam verebiliyordum çünkü şu anda bende ağzımı açsam aynı soğuklukta ve aynı sertlikte davranacaktım. İkimizde gerginlik. Birbirimize değil, olduğumuz duruma karşı.
Böyle bir tuzağa! Her neyse ama siviller vardı, en kötüsü de buydu ya! Operasyonun mahvolması, karşılaştığımız engeller, bu üç adam ve daha nicesi... Böyle beklemiyorduk, toparlamalıydık.
Aynı anda kulağıma gelen tanıdık sesi işitmemle birlikte avcumu sinirle kapattım. Her yerden çıkan abilerden biri adımı söyleyerek bana sesleniyordu.
.
Tekrardan ben :)
Bölümümüzü nasıl buldunuz? -->
Tahmininiz doğru çıktı mı? -->
Aksi doktor olduğunu çok yazmıştınız ama 3 kişi beklemiyordunuz dimi? -> JSJZNSJSJS tam kadro!!!
Peki ya bölümün sonunda Okyanus'a seslenen abimiz kim sizce? -->
Hasta halim ile bölümü nasıl tamamladım jsjsjjs inanın bende bilemiyorum. Grip miyim, alerjiden kaynaklı mı? Asla bilmiyorum ama burnum yok iki gündür kjsjsjs NEFES ALAMIYORUM NJSJXJSJ uzun süre sonra ilk defa bu kadar hapşurdum 🤦🏻♀️ olsun NSMZMZNZJJSJS
Bölümde bana eşlik eden peçetelerime buradan teşekkürlerimi iletiyorum 🤗
Her neyse...
Okyanus ve Deniz'in fikir çatışmalarını yazmak değişik hissettirdi ama yabancı da hissettirmedi. Onlar yine onlar. Görev yüzünden gerildikleri için böyle tepkiler verdiler ve bu soğukluk elbette devam etmeyecek.
Umarım bölümü beğenmişsinizdir :)
En en kısa sürede bu beşli ile buluşmak üzere diyeyim ve ben kaçayım 🤭💘
2925 Kelime...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 126.46k Okunma |
11.17k Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |