12. Bölüm

9. Bölüm / Askeriye Koridorları

Cansu
lily_lily

Merhaba güzel okurlarım,

Her hafta Cuma günü yeni bölümümüz geliyor ama bu hafta Perşembe atmak istedim. Gece olsa da Perşembe sayalım jsjsjs :)))

Bölümümüz biraz kısa oldu. Normalde çok uzun bir bölüm olacaktı ama ikiye böldüm çünkü yeni bir sahne daha eklemek istedim.

Bu yüzden hafta sonu da bölüm atma ihtimalim var. Diğer bölümün yarısının çoğu Deniz ve Okyanus içeriyor.

Düşüncelerinizi de bana kitappad, Instagram veya tiktok aracılığıyla yazmayı unutmayınız, lütfen. ♡♡♡

Instagram; lil__ybookss

Tiktok; lily_okyanus

Kitappad'i zaten biliyorsunuz :) lily_lily

Güzel okumalar 💫

Oy vermeyi ve bol yorum yapmayı unutmayınız. 🌟

.

Şınavı tamamladıktan sonra hepimiz sırt üstü uzanıp mekik çekmeye başladık.

 

Derin bir soluk alıp karnımdaki yaradan dolayı diğerlerinden beş mekik geriden başlayıp kısa bir sürede yetiştim.

 

Normalde onlardan önce bile bitirirdim. Görevde yaralanınca bir süre bu durumu çekmek gerekiyordu, iyileşmek için...

 

Ozan'dan sonra hiç biri bir şey demedi ve bizimkilerin sessizliğinde Binbaşı, Deniz Yüzbaşım ve Albayın konuşmalarına kulak misafiri olduk.

 

"Bir süre iki tim beraber görev alacak. Birazdan iki time ortak antrenman yaptıralım." dediğini duydum, Binbaşının.

 

"Emredersiniz, komutanım." dedi, Yüzbaşım.

 

Sekiz, dokuz, on...

 

Yüzbaşımın konuşması ile Albay, itiraz edercesine konuştu.

 

"İlk günden ortak antrenman yapmalarına gerek yok." dedi, ciddi bir şekilde Binbaşı'ya bakarak.

 

"Emredersiniz, komutanım." dedi, bu sefer Binbaşı.

 

Bu sırada Kızıl Timi de Binbaşı hariç yan tarafımızda antrenman yapıyorlardı.

 

Albay, Binbaşı ve Deniz komutanımdan biraz daha yakın bir mesafede olsalar da bizi duyabilecek bir mesafede değillerdi.

 

Uras Teğmen, Yıldız ablanın eşi Mert Yüzbaşı ve tanımadığım bir asker olmak üzere üç kişi yan tarafımızda antrenman yapıyordu, Binbaşının timi. Kızıl Timi.

 

On yedi, on sekiz...

 

Bu sefer de karnımdaki yara zorlanıyordu.

 

Antrenmana engel olmak için her şey vardı ama ben zorlansam da devam ediyordum.

 

Şınav çekerken omzum, mekik çekerken karnımdaki yara, beni zorluyordu ama ben her şeye rağmen devam ederdim.

 

Her zaman, her şeye rağmen devam ederdim. Etmiştim ve etmeliydim...

 

Yirmi dokuz, otuz...

 

Evet, karnımı hissetmiyorum. Omzum ve karnım artık yok!

 

Bugün her şeyi Merih gibi fazlasıyla abartma isteğim vardı. Haklıydım da!

 

Her şey o kadar abartı bir şekilde üzerime gelmişti ki... Tesadüf diyemeyeceğim kadar fazla değil miydi?

 

Otuz üç, otuz dört, otuz beş...

 

Sabah olanlara rağmen kendimi çok iyi tutuyordum.

 

Nereye kadar tutabilecektim? İşte, onu hiç bilemiyordum diyemem çünkü nereye kadar istersem istediğim her şeyi sürdürmeye o kadar çaba gösterirdim.

 

Bizim tim sessizliğe bürünmüştü.

 

Sessizce mekik çekiyorlardı. Hiç birimizden nefes sesi dahil hiç bir ses çıkmazken bende kendimi iyi tutuyordum.

 

Yaralandığımda veya vücuduma fiziksel bir acı verecek her hangi bir olayda acı hissiyatımın çok az olduğunu biliyordum, bu garipti ama bir yandan işime de yarıyordu.

 

Bazen ise o acıyı hissediyordum, çoğunlukla hissetmediğim için normalinden daha fazla acı veriyordu.

 

Şuan ise o anlardan birindeydim, vücudumdaki acıyı en derin şekilde hissediyor ve olabildiğimden daha fazlası ile soğukkanlı davranarak dışarıya hiç bir tepkimi yansıtmıyordum.

 

İnsanlara her hangi bir açığını verirsen ya da insanların işine yarayabilecek kendin hakkındaki bir şeyi onlara yansıtırsan zararlı çıkardın. Çok fazla zararlı çıkardın, İkiside aynı anlama gelse de arada çok fark vardı.

 

O sırada gözlerim, komutanların oturduğu yere kaydığında Albayın ayaklandığını gördüm. Binbaşı ve Deniz Yüzbaşım hızla tekmil verdi. Albay ise onların tekmil vermesinden sonra hızla uzaklaştı.

 

Zaten antrenmanları da tim komutanları yaptırıyordu. Albay'ın gitmesi sorun teşkil etmiyordu.

 

Kırk sekiz, kırk dokuz...

 

Elli! 

 

Şınavdan sonra mekik çekmeyi bitirmemiz ile birlikte hepimiz ayaklandık ve önlerine benim geçmem ile yan yana sıra olarak dizildik.

 

Komutanlardan gelecek emiri beklemeye başladık. Albay gerek duymamıştı ama Binbaşı ne diyecekti? Antrenmana devam edecek miydik? Bilmiyordum ama bu kadar az antrenman yapmış olmamız da pek görünmezdi.

 

Deniz Yüzbaşının yanımıza gelmek için ayaklanmasının hemen ardından Binbaşı da ayaklandı.

 

Deniz komutanım, Binbaşıya tekmil verdikten sonra yanımıza gelip sağ tarafıma, yani önüme geçti.

 

Sanırım, iki time ortak antrenman yaptırılacaktı ve Deniz komutanım da katılacaktı. Konuşmalarını tam olarak duyamadığım için bilmiyordum. Binbaşı yanımıza geldiği kendi timine komut verdi.

 

"Asker, kalk!" demesi ile birlikte Kızıl Timi de kısa bir mesafe ile bizim tam yanımıza rütbelerine göre sıralandı.

 

Aynı hizada dizildiğimizde Binbaşının komutu ile sıra sıra tekmil verecektik.

 

"Önce Alabora Timi, sonra da Kızıl Timi olacak şekilde tekmil ver, asker!" diyerek bağırdı, Binbaşı. Sesi fazlasıyla yüksek çıkmıştı, tüm Askeriye'nin duyabileceği bir şekilde çıkan sesi ile sırayla tekmil vermeye başladık.

 

"Yüzbaşı Deniz Akif Alabora, Şanlıurfa. Emredin, komutanım!"

 

"Kıdemli Üsteğmen Okyanus Kaya, Şanlıurfa. Emredin, komutanım!"

 

"Üsteğmen Merih Kuzey, Mardin. Emredin, komutanım!"

 

"Üsteğmen Ozan Kara, Diyarbakır. Emredin, komutanım!"

 

"Teğmen Bora Kurt, Gaziantep. Emredin, komutanım!"

 

"Teğmen Şahin Öztürk, Adana. Emredin, komutanım!"

 

"Teğmen Güney Yaman, Zonguldak. Emredin, komutanım!"

 

Bizler, Alabora Timi'ydik!

 

"Yüzbaşı Mert Yılmaz, Rize. Emredin, komutanım!"

 

"Üsteğmen Yiğit Soykan, Trabzon. Emredin, komutanım!"

 

"Teğmen Uras Kaya Kızıl, Şanlıurfa. Emredin, komutanım!"

 

Ve Binbaşı Yunus Kızıl!

 

Onlar, Kızıl Timi'ydi!

 

Binbaşının emir vermesini beklerken iki timde yan yana sıralı olarak dizilmişti, Alabora ve Kızıl Timlerinin arasında hafif bir boşluk vardı.

 

"Rahat, asker!" diyerek gür sesi ile bağırdığında vücudumu hareket ettirmeden rahat bir nefes aldım.

 

Demek ki, ortak antrenman yapılmayacaktı.

 

Albayın emrini çiğnemesi doğru olmazdı, zaten!

 

Yaralı vücudum, az da olsa yaptığımız antrenman ile fazlasıyla yorulmuştu. İyileşip görevlere çıkmayı istiyorsam iyice dinlenmeliydim.

 

Sonuçta ölümsüz değildim ve her insan gibi yaşamak için sağlıklı bir vücuda ihtiyacım vardı. Gerçi diğer insanlar gibi yaşamadığım, oldukça fazla konu vardı.

 

Binbaşı, Kızıl Timi'ne işaret vererek antrenman alanında dimdik bir şekilde ilerleyerwk çıkışa doğru gitti ve timinin ardında gelmesi ile antrenman alanından çıktılar.

 

Binbaşının ardından Deniz Yüzbaşımın komut vermesini beklediğimiz sırada yanımdaki yerinde hareketlendi ve biraz ötemize doğru ilerleyerek önümüzde durarak konuştu.

 

"Rahat, Alabora!" diyerek komut verdiğinde daha rahat bir pozisyona geçtim.

 

Bakışları üzerimizde gezindi ve başka hiç bir şey demeden sessizce antrenman alanından çıktı.

 

Arkasından kısacık baktım ve Ozan'ın sesi ile timin olduğu yere doğru döndüm.

 

"Komutanım, biraz çardakta dinleneceğiz, izninizle?" dedi sorar gibi. Sessizce bir baş onayı verdiğimde Merih konuştu.

 

"Komutanım, sizde gelmek ister misiniz?" diye sordu.

 

"Yok, sağol. Siz gidebilirsiniz." diyerek onu yanıtladım.

 

Onlarda gittiklerinde etrafıma hafifçe baktım, yakınımda pek kimse yoktu.

 

Ayaklarımı bağdaş yaparak yavaşça yere oturdum.

 

Yaptığım antrenmanlara rağmen yorgun değildim. Yorgun hissediyordum.

 

Hastanede uyandığım andan itibaren yaşananları düşünecek vakti yeni bulmuşum gibi düşünmeye başladım.

 

Gerçek olmayacak bir gün gibi geçmişti, kendimi hiç bir şeye inandıramıyordum ve bundan sonra ne yapacağıma da karar veremiyordum. Yaşayıp görecek, devam edecek ve ilerleyecektim.

 

Beş dakika kadar sürmeyecek bir sürede yerde pek hareket etmeden sakince oturduğumda kalkmaya karar vermiştim ki, çok yakınımdan gelen ayak sesleri ile bundan vazgeçtim.

 

Arkamı dönüp baktığımda Uras Teğmen'in, Kızıl Timi'nin antrenman yaptığı alana doğru ilerlediğini gördüm.

 

Kızıl Timi, bizim timden biraz ileride ama yakınımızda antrenman yapmıştı.

 

Antrenman yaptıkları alana ulaştıktan sonra etrafına baktı ama beni görmedi.

 

Aradığı şeyi bulamamış olduğu mimiklerine yansırken etrafa daha dikkatli baktı ve bakışlarımız kesişti.

 

Bakışlarımı onda tutmak istemezken bakışlarımı önüme çevirdim. Bir dakika geçtiğinde derin bir nefes alarak onun olduğu yöne baktım.

 

Elindeki hırka ile buraya doğru yürüyordu, demek ki aradığı şey hırkasıydı. Önemli olan şey bu değildi, buraya geliyordu!

 

Bir saniye! Niçin buraya geliyordu?

 

Hızla yanıma ulaştığında selam verdi.

 

"Rahat, asker." dediğimde konuştu.

 

"İzninizle, oturabilir miyim?" demesine şaşırsamda başım ile onay verdim.

 

Yavaşça yanıma oturup benim gibi bağdaş yaptığında dimdik bir şekilde otururken bakışlarımı ondan ayırdım ve başımı eğmeden bakışlarımı ellerime çevirdim.

 

Bir şey söylemesini beklerken gerilmiştim, nedense...

 

Sahi, ne için gelmişti buraya? Bana ne diyecek olabilirdi ki?

 

"Bir şey sorabilir miyim, komutanım?" demesi ile yine başımla sessiz bir onay verdim.

 

"Sabahtan beri olanlar çok garip geliyor..." derken sesi biraz çekingen çıkmıştı.

 

Bende ne zaman bu konu açılır diye bekliyordum ya!

 

Konuşmasını beklerken bakışlarımı ona çevirdim. Karşısında bir yere bakıyor ve düşünceli gözüküyordu.

 

"Sizi tanımadan da olsa söylediklerim çok yanlıştı. Özür dilerim, komutanım." diyerek bana döndü.

 

Beni tanımadan önce... Hangi anlamda?

 

Komutanı olduğum için mi?

 

Kız kardeşi olma ihtimalim olduğu için mi?

 

"Önemli değil." diyerek duygusuz tuttuğum sesimle kısa bir cevap verdim.

 

Artık böyle konuşmak o kadar kolay geliyordu ki... Yıllarca rol yaptıktan sonra...

 

Hayatımın her köşesinde insanlara rol yapmak zorunda kalmıştım ya da kendi tercihim ile rol yaparak kendimi gizlemiştim.

 

Bu oldukça kolay olmamıştı ama şuan çok kolay geliyordu.

 

Duygusuzca...

 

"Üzgünüm, komutanım." diyerek eklediğinde cevapladım.

 

"Sorun yok." diyerek konunun uzamasını istemeyerek konuştum.

 

Bakışlarımı ondan çektiğimde hiç bir şey demeden hızla ayaklandım.

 

Peşimden ayaklandığında selam verdi.

 

"Rahat, asker!" dedim ve bakışlarımı son kez yüzüne çevirdim.

 

Tanıdık bir siması vardı ve hayır, daha önce karşılaşmamıştım. Buna emindim! Ne kadar emin olabilirsem...

 

Bakışlarımı yüzünden çektim ve antrenman alanından dimdik bir şekilde, yavaşça çıktım.

 

Sakince yürümeye başladım.

 

Hayır, yine neler olduğunu sorgulamayacağım.

 

Çok normal bir gün.

 

Değil! Malesef ki değil!

 

Saçmalamayı bırakmalıyım.

 

Yirmi altı yaşında gerçek ailesini yeni bulan insan mı olurmuş? Neredeyse yirmi yedi yaşında sayılırdım!

 

Ben onlarla ilgili hiç bir şey istemiyorum!

 

Üzülmeme sebep olacak her hangi bir şey yapmamaya çalışacak ve kendimi herkesten koruyacaktım. Böyle öğrenmemiş miydim, zaten! Kendi kendime, her zaman böyle yapmıştım...

 

İnsanlara karşı kendimi her anlamda korumak için bir duvar örmüştüm, duvar diyebileceğim kadar basit bir şey de değildi! Bir kalkan oluşturmuştum.

 

Şimdi hiç bir şeye izin vermeyecektim.

 

Hiç bir zaman yanımda olup bana bir şeyler öğreten, beni bir şeylerden koruyan bir ailem olmamıştı, gerçek ailem olmamıştı.

 

Şuanda olmasına izin vermeyecektim, gerek yoktu. İhtiyacım ise hiç kalmamıştı.

 

Bu yüzden kimsenin üzerimde hak talep etmeye hakkı yoktu. O dna testini yaptırmayacaktım. Albay veya Binbaşı emir verse bile bunu yapmamalıydım.

 

Sahi, her şey için çok geç olmamış mıydı?

 

Ne için çabalayabilirdik ki?

 

Her şeyi tek başına atlattıktan ve sonlandırdıktan sonra beni koruyacak ve sevecek bir aileye ihtiyacım yoktu çünkü artık işe yaramazdı.

 

Zaman çok önemliydi ve her şeyin bir zamanı vardı.

 

Aile, insanı her hali ile sevebilen topluluğa denirdi. Beni bu halim ile sevmelerine bir ihtimal bile yoktu. Bende kimseyi sevemezdim.

 

Ben sadece onu sevebilirdim...

 

Adımlarım hızlandığında vücudumdaki yorgunluğu hissettim. Ameliyattan yeni çıkmıştım ve kısacık bir antrenman yapsam bile yorulmam çok normaldi.

 

Dinlenmek istiyordum. Her anlamda çok yorgundum.

 

Askeriye koridorlarında attığım adımların sesi kulağıma ulaşıyor ve bana huzur veriyordu.

 

Disiplinin hakim olduğu bu koridorlarda olmaktan mutluluk duyuyordum.

 

Ben, Kıdemli Üsteğmen Okyanus Kaya!

 

Ne kadar zorlukla başa çıkıp burada olduğumun bir önemi yok, ben bunu fazlasıyla hak etmiştim ve benim yerim her zaman burasıydı, her ne kadar geç kalsamda hep burada olmalıydım.

.

Bölümümüz bitti, nasıl buldunuz?

Kitap nasıl ilerliyor?

Kitap ile ilgili düşünceleriniz ne?

Karakterler hakkındaki düşünceleriniz ne? En çok hangi karakterlerin hangi davranışlarını seviyorsunuz?

Düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın ;)

Yeni bölümde her zamankinden daha kısa bir sürede görüşelim, lütfen :))

1537 kelime...

Bölüm : 04.04.2025 02:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...