@lilyum_cicegi
|
Durup düşünmek lazım ben neden buradayım? Benim en büyük gayem nedir?
ŞİMDİKİ ZAMAN Günlükten gözlerimi kaldırıp, okuduklarımı hazmetmek için ağaçlara çevirdim. Yazdıkları, pardon Allah'ın bize gönderdikleri yazıları bildiğim ve bunu tam yerine getiremediğim halde, hiç bu kadar pişman olmuş muydum? Hatırlamıyorum. O kadar kendini güzel Rabbe teslim etmişti ki, ben bu kadar teslim olan birisini görmemiştim. En son ne zaman bu kadar dertli bir şekilde Rabb'ime dua etmiştim. Ha hatırlardım annem bu dünyadan kurtulduğu zaman. Ne çok eksiktim ben, ne çok benliğime bu kadar düşmüştüm. Ne çok dünyayı sevmiş, hiç ölmeyecek gibi yaşamıştım. Namaz kılıyorum diye övünmüştüm. Ya belki o namazları hakkıyla kılamadıysam. Bol, siyah feracem; üzerine uzun siyah başörtü örtümle ben tesettürlüyüm. Herkesin yapamadığını yapıyorum havasına girmiştim. Peki ya göz tesettürüm bunu hakkıyla yapabiliyor muydum? Ben Allah'a teslim olabiliyor muydum? "Hayırdır neye daldın öyle?" dedi terasa çıkan kardeşim. "Hiç öyle." dedim, günahlarıma şahit tutmak istemiyordum. "Hımm. Bu aralar 'hiç öyle' laflarından bıktım haberin olsun." dedi ve suratını astı. Hemen oturduğum yeni koltuktan kalkarak günlüğü yanıma koydum. "Günlüğü okuyordum, biraz üzüldüm." dedim "Hımm anladım. Günlük insanların özelleridir. Sare bu yaptığın hoşuma gitmiyor." dedi haklılık payı vardı. Ben de eşyalarımın karıştırılmasına sinir olurdum. "Lakin ya ölmüşlerse, bir özellikleri kalmamıştır." "Nereden biliyorsun belki ölmemişlerse." dedi haklılık payı vardı. Günlüklerinde tarih yerine başlık kullandığı için hangi yıldan bahsettiğini bilmiyordum. Ama tarih kitapları biliyordur. Benim zeki kaynaklarım. İç sesimle konuşmayı kesip hızlıca Eyşan'ın benden günlüğü alıp, o gün babamla bu evi düzenlemek için geldiği gün kitapları da yerleştirdiği için direk oturma odasında olan kitaplığa yöneldim. Tarih kitaplarının olduğu rafa, işaret parmağımı koyarak iz sürer gibi ilerlemeye başladım. Ve buldum hemen kitabı elime alıp yere oturdum. Giriş bölümünü açtığımda olduğumuz tarihten tam 38 yıl öncesini işaret ediyordu. Savaş 36.5 yıl öncesi patlak vermişti ve 1.5 seneye yakın bir tarihte Mavi Kıta tekrar Müslümanların olmuştu. Salkım Vadisi’nde yaşadığım için Mavi Kıta tarihini pek yakından bilmiyordum. Evet savaş olduğunu biliyordum ama derinlemesine ihtiyaç duymamıştım. Gerçekten ben tam bir fiyaskoyum. Millet tarihinizi öğrenin der ben o derslerde uyurum. Bu kadar yakın tarihte olan ve önemli diye vurgulanan olayı bilemeyecek kadar tembelleşmiştim. Bütün hakaretleri kabul ediyorum. Tamam teslim oluyorum. 38 yıl geçmişti. Babaannem ve günlükteki Meyra arkadaşlarsa bunların yaşları birbirine yakın olabilir. Belki de hala yaşıyordur. İşte sonunda kendimi cinayet soruşturması çözen bir görevli gibi hissetim. Kitaplıktan destek alıp kalktığımda, alt tarafta bir kitap dikkatimi çekince uzanıp onu aldım ve ayaklarımın üzerinde durdum. Bu bir işaret dili kitabıydı. Sayfaları çevirdiğimde ellerle, parmaklarla görseller vardı. Burada yan gelip yatmak yerine, kendimi daha çok tembelliğe alıştırmamak için kendime böyle bir aktivite yapabilirdim. Evet aktivite, sadece tembel olmamak için! ... Babamın ısrarı üzerine dün bir soruşturma çözmek yerine uyumaya zorlanmıştım. Hatta azarı da yemiştim. Babam Eyşan'a telefonla fazla vakit geçirdiği için kızdığı gibi benim böyle merak uyandıran kitaplara vaktimi boca ettiğim içinde kızardı. Baba işte kızardı yani.. Kahvaltımızı yaptıktan sonra babam bir şeyler almak için kasabaya gitmeye karar verince: "Baba ben de seninle geleyim. Telefonumu yaptırmak için.” dedim bu söylediklerimin üzerine babam olanları hatırlamış ve kaşlarını çatarak: "Bir tane normal insan yok. Hadi bakalım sen de gel." dedi ben de hızlıca odama çıkıp başörtümü yaptım aynı hızla tekrar aşağı indim. Vestiyerden feracemi alıp giyindim. Beni bekleme zahmetinde bulunmayan babam arabayı çalıştırmış yavaş yavaş gidiyordu. Baba işte, böyle oluyor babalar. Galiba! "Marketten alacağım şeylerde var. Beraber onları alalım oradan telefoncuya birlikte geçeriz." dedi ve güneşin kendini rahatsız etmesi üzerine torpidoya uzanıp güneş gözlüğünü taktı. "Hayır. Daha vakit kaybolmasın. Ben kendim giderim. Bir şey olursa bir telefon bulur seni haberdar ederim." dedim “İyi tamam.” dedi içimden bir oh çektim. Hemen bu telefonu halledip eve gidip, günlüğü okumam lazımdı. Babamın bunu hemen kabul etmesi çok işime yaramıştı. Yarım saate yakın yol gittikten sonra, babam arabayı durdurarak. Benim camıma doğru eğildi: "Burası," dedi ve parmağıyla marketin tabelasını işaret ederek "ben de orada olacağım" dedi ve birlikte inip yollarımızı ayırdık. Ben de telefoncuya girdim. "Buyurun.” Üzerinde markanın tişörtünün reklamını yapan orta yaşlarda adam beni karşıladı. Ben de hemen telefonumu ona göstererek: "Telefonumun kilidini açamıyorum." dedim "Ekran mı bozuk?" "Birisi telefonuma şifre koymuş. Onu açtırmak istiyorum." deyince adam bana tuhaf bakmaya başladı ve iç sesim devreye girdi. 'Bu bakış hırsızsın sen bakışı' dedi kafamı sallayarak dikkatim adama ve telefonuma verdim. "Bakın çok ciddiyim. Telefon benim telefonum." "Bu konuda yardımcı olamam. Telefonun ait olduğu fabrikaya gitmesi lazım. Bunun içinde faturalar lazım" deyince yüzüm asıldı. Faturaları atmıştım. "Hiçbir şey mi yapamazsınız?" dedim. "Hiç." dedi adam gayet ciddiyetle. Başımı olumlu bir şekilde sallayıp, adama verdiğim telefonu geri alarak dükkandan çıktım. Çıkmamla ileriki caddede, Samuel'i görünce adımlarımı hızlandırdım. Karşı caddeye gittim. Bağırsam da sesimi duymayacağı için ona yetişmek için koşuyordum. İleriden sağ ara sokağa girince ben de girdim. Ben girdiğimde onu yakalarım sanmıştım lakin, o uçmuştu resmen aramızda yirmiden fazla adım vardı. Ne acelesi vardı bunun? Aman bana ne. Bir kez daha sağ tarafa döndü. Biraz sonra ben de döndüm ve döndüğüm gibi geri gidip saklandım. Az kalsın erkeklerin arasına düşecektim. Tanıdık simaları hatırladım. Bunları parkın orada da görmüştüm. Yine ne işler karıştırıyordu bu. "İyi işti lan!” dedi içlerinden birisi, o ise hafifçe gülerek başını salladı. "Artık başladık geri dönüş yok. Bundan sonraki planı devreye sokacağız." dedi başka birisi: "Ödleri kopacak. Lan sende konuşsana!" dedi içlerinden birisi Samuel'e dönüp duyduğum cümleleri söyledi sonra ise gülmeye başlayınca. Adamın yere basan ayakları nereye basacaklarını şaşırmış bir şekilde sallanıyordu. Biraz abartmış olabilirim yani dengesini kaybetmiş olabilir. Kardeşimin tabiri ile paranoyak betimleme hastasıydım. Çok sinirlenmişti ve ben de çok sinirlenmiştim. Ona o kadar öğüt verici şeyler söylemişken, onun yolunu değiştirmemesi beni sinir etmişti. Bu yolu o seçmişti ama bundan sonra ona izin verecek bir Sare karşısında yoktu. "Tamam lan bırak." Samuel’in koluna vurarak kendine bakmasını sağladıktan sonra bırakması için gerekli cümleleri söyledi. Yavaş yavaş ayrıldılar ama saldırıya maruz kalan adam, ters ters bakmasını devam ettiriyordu. "Bu sıralar etrafta Müslümanlar çoğalmaya başladı. Yeni birileri gelmiş. Burada kalacaklarmış. Mavi kulübenin orayı tamir ettirmişler. Amcam öyle söyledi." "Ben de duydum. Ama artık buraya adımlarını bile atamayacaklar. Onlara öyle şeyler yaşatacağız ki? Defolup gidecekler topraklarımızdan." dedi içlerinden birisi iyice sinir basmıştı. Gücüm yetse hepsini pataklamak isterdim. Kimi kimin toprağından kovuyorlardı bu şerefsizler! "O değil de o ev lanetli değil mi?" "İşte ya kendi kendilerini lanetlerler. Eskiden nasıl o ev kanla boyandıysa şimdide öyle boyanacak." dedi içlerinden birisi. Daha fazla dayanamayarak hızlıca terk ettim orayı. Sinirden adımlarımı o kadar sert atıyordum ki ayaklarımın altı umarım su toplamazdı. Ellerimi sertçe sıktım. Avazım çıktığı kadar bağırmak ve bir yerlere saldırmak istiyordum. Kenarda duran boş şişeye tekme attım. "Lan kim attı onu?" diye ileriden bir ses gelince. Gözlerimi irice açıp, adamla göz teması kurmamak için sanki o şişesi ben atmamışım gibi, sokaktan gayet masumane geçip gittim. Adam ise yukarıda ki binaya bakıp, tehditler savuruyordu. İster istemez gülmüştüm. Ne bileyim o şişenin adamın kafasına geleceğini? Birbirine zıt iki farklı duygu engamesinin içerisinde kalmıştım. Ne yapacaktım? Tabi ki de karakola gidecektim. Ona bir şans tanımıştım. Daha fazla dinime ve insanlara zarar gelmesini bekleyecek değildim. Baştan beri olması gerekeni şimdi yapmaya karar verdim. Yoldan geçen teyzeye karakolu sorup, adımlarımı hızlıca yöneltim oraya umarım babamın işi uzun sürer de beni aramaya çıkmazdı. Karakol binasını görünce terleyen ellerimi feraceme silip, derin nefes alarak bahçesinden içeri girdim. Şimdi siz görürsünüz! "Yüzünü hatırlıyor musunuz?" dedi polis amca. Ben de başımı hızlıca sallayıp: "Evet hatta ben direk ismini vereyim." dedim polis bana kaşlarını kaldırarak bakınca. "Onu tanımıyorum sadece adını yakasında görmüştüm. Telefonuma koyduğu şifreyi kaldırmasını istedim lakin o açmayınca. En iyi çözüm karakola gitmek diye düşündüm" dedim masum masum. Evet onu şikayet etmemiştim. Bir ses kaydı veya fotoğraf yoktu ki delilim olsun. Onun gözünü korkutmak amacıyla böyle bir yol düşünmüştüm. "Tamam söyle kızım ismini." Onun yüzünden ıslandıktan sonra bana verdiği montunun içinden çıkan fişin üzerinde ismi ve soyismi hatırlayıp: "Samuel Beytanta." dedim hızlıca. O da oradaki polisleri görevlendirerek. Samuel'i karakola getirmeleri için görevlendirdi. "Böyle bir lüzumsuz şey içinde sizi rahatsız ettim kusura bakmayın." "Olur mu kızım öyle şey, sizin huzurlu olmanız için biz buradayız. Görevimiz bu." dedi "Hakkınız ödenmez." dedim tebessüm ederek. O da gülümseyerek : "Buralı mısın?" "Hayır. Babam, kardeşim ve ben Salkım Vadisi’nden buraya kısa bir tatil yapmak için geldik.” dedim "Hım öyle mi. Hoş geldiniz. Akrabalarınız falan mı var?" "Yok hayır. Burada hiç akrabamız yok. Sadece denize yakın bir ev var. Babaannemize ait, orayı tamir ettirdik. Orada kalıyoruz." dedim adamda düşünceli bir şekilde kaşlarını çatarak: "Hangi ev?" "Kasabanın baya dışında. Denize ve ormana yakın bir ev." dediğimde adamın yüz ifadesi değişmişti Onun ifadesi değişince, ister istemez tebessümün solmuştu. "O ev lanetli derler." değince gülmüştüm. Samuel'in yanında ki grupta aynı şeyleri söylemişti. Kafamdaki düşünceleri es geçip: "Her terk edilmiş eve aynı şeyleri söylerler." dedim tebessümle. "Hayır hayır kızım yanlış anladın. O evde çok büyük acılar yaşanmış. O evde oturanlar evi terk etmek zorunda kalmışlar. Bunu bana annem anlatmıştı. Bundan oraya fazla gitmeyiz biz." dedi düşünceli bir şekilde ona bakıyordum. Normal bir evdi işte neden bu kadar herkes gözünde büyütmüştü ki? Tekrardan gülümseyerek: "Ben bir şeyini görmedim. Sadece eski püskü olduğu için anneniz size zarar gelmesin diye böyle bir şey uydurmuş olabilir. Ben kaldım o evde hiç lanetli bir tarafını göremedim." dedim gülümseyerek adamda benimle aynı şekilde gülümseyerek başını olumlu şekilde salladı. O sırada kapı çalınıp, açıldı: "Fuat abi. Getirdik ama adam baya direndi." dedi tabii direnir. Ödü kopmuştur şimdi. "Getir bakalım içeri." dedi kollarımı göğsümde bağlayarak avımı beklemeye başladım. Çekişmeyle içeri girmeye başladı sonra sakince durdu. Oturduğum koltukta, birkaç adım geride duruyordu. Başımı çevirip onun yüzüne baktığımda endişe görmek; kanlı bir savaştan zaferle eve dönen asker kadar mutluluk vermişti. "Evet bu." dedim. O ise kaşlarını çatıp, bana daha doğrusu dudaklarıma bakmıştı. Tekrar gözleri beni bulmuştu. "Her şeyi anlattı hanım kızım. Şimdi telefonun şifresini çöz." dedi polis amca. Benim gözüm polis amcadaydı. Elini masaya vurunca: "Sabah sabah senin saçma inadınla uğraşamam hadi! Bir gece nezarette kalmak istemiyorsan. Aç şu şifreyi!" dedi bir hareketlilik hissetmeyin ben de ona taraf döndüm. Göz göze gelince başımı direk çevirdim. O ise bu durumu ilerletince Fuat amcaya izah ettim. "Amca duyamıyor ve konuşamıyor." O ise bana kaşlarını bana çatarak: "Hani sen bu adamı tanımıyordun?" dedi. Sadece bu durumunu bildiğimden söyleyeceğim şey yalan sayılmazdı. "Evet tanımıyorum." Fuat Amca, önünde olan kağıt destelerinden bir tane alıp bir şeyler yazıp, Samuel'e uzattı. Ben ise elimde telefonumu çevirerek, sessizce bekliyordum. "Hadi." dedi. Birden Samuel benim tarafıma doğru eğilince irkilip geriye gittim. O ise beni umursamayıp, telefonumu aldı. Ona baktığımda kaşlarını çatmış bir şekilde elimdeki telefona parmaklarını değdirerek şifreyi kaldırıyordu. Sonra telefonu bana uzatınca, hemen çekip Fuat Amcaya teşekkür edip, karakoldan hızlıca ayrıldım. Babamın arabayı park ettiği yere doğru yürümeye başladım. Halen daha sinirim geçmemişti. Aklımda tek soru ise şimdiki yapacakları planları ne olduğu idi. Acaba geri dönüp, şikayet etse miydim? Kanıtım yoktu belki ama yine bir tedbir alırlardı herhalde. En iyisi bu konuyu babamla... Birden önüme birisi geçip yolumu kapatınca. Kaldırım taşlarıyla olan muhabbetimi bırakıp, önümü kesen kim diye baktığımda karşımda Samuel duruyordu. Gözlerimi devirip, sağ tarafa doğru yöneldim o ise beni engellemek için tekrar önüme geçince. Bu sefer sol tarafa yönelince yine önüme geçince: "Çekil yolumdan!" diye sinirle söyledim. Ama o kesinlikle tam tersini yapmakta ısrarcı davranmayı tercih ediyordu. Aklıma yine o grubun konuştukları gelince sinirleniyordum. Bir de bu grubun içinde olan Samuel'e. Hayır yani öğüt almış bir insanın ve ona şans tanıyıp da şikayet etmeyen birisinin yaptıklarından hiç mi ders almamıştı. O ise hemen cebinden telefonunu çıkarmaya başlayınca onu es geçip yoluma devam ettim. Bir dakika sonra o gelip, yanımda yürüyerek okumam için inatla telefonu gözümün içine sokuyordu. Ben ise telefon haricinde her yere bakıyordum. Israrla feracemin kumaşını çekiştirmeye başlayınca daha fazla dayanamayıp elindeki telefonu elime alınca yüzündeki o tuhaf ifadeyi görmüştüm. Üzgün? Endişeli? Ortaya karışık ne bileyim tuhaftı işte: “Neden sinirsin? Ben sadece şaka yaptım. Neden polise gitmek yerine benim yanıma gelmedin? Neden benim yüzüme bakmıyorsun? Çok mu sinirlendin?” Yazdıklarını okuyup hızlıca onun telefonundaki klavyeyi tuşlayarak yazmaya başladım. “Evet sinirliyim. Neden senin gibi insanları gasp edip huzurlarını bozan bir insanın yanına geleyim?” Yazıp ona uzattım tekrardan yoluma devam ettim. Tekrar yanıma gelip telefona bakmam için ısrarla yüzüme tutmaya başlamıştı. Ben ise adımlarımı daha da hızlandırdım. Neredeyse gelmiştim zaten. Bu sefer önüme geçince refleks olarak yine durdum. O ise sinirle yere vurdu. Şu an bu konumda olmasak yaptığım çok büyük bir zalim veya gönül kıran olarak tarihin sayfalarına adımı yazılabilirdi. Ama karşımdaki insan masum değildi. Aksine masum insanların huzurlarını yerle bir etmek için planından vazgeçmeyen birisiydi. Nasıl davranabilirdim ki? Tekrar elindeki telefonu umutla ve sakince bana uzattı. Daha fazla huzursuzluk çıkmasın diye elinden telefonu aldım. Onun yazdıklarını es geçip içimden ne geliyorsa yazdım “Ahmaktan başka bir şey değilsin. Sana özel birisi olduğunu söyledim ve o gün camiyi sen yaktığını bilmeme rağmen pişman olursun diye gidip şikayet etmedim. Sen ne yaptın farklı bir planlar üzerine yoğunlaştın. Şimdi planda ne var? Çocuk parkları mı? AVM'ler mi? Dur artık desem de senin gibi iğrenç birisinin anlayacağını zannetmem.” Yazdım içimdeki nefreti kusarcasına yazdım. Belki kırdım. Kırılsın onca insanın canına kıyılacağına, onun canı kırılsın. Ona telefonu uzattığımda yazdıkları şeye az da olsa göz gezdirmiştim. Yazdıklarım biraz ağır oldu diye değiştirmek için atak yapacağım sırada o telefonu elimden çekince ben de hızlıca görünen babama doğru ilerlemeye başladım. Onun yazdıklarını aklıma gelince, keşke dedim biraz daha hafif yazsaydım. Belki de onu içinde yanan ateşine kömür atmıştım. Daha da ateşini harlamıştım. Keşke onun yazdıklarını ilk başta okusaydım. Babam arabayı açınca hızlıca arabaya bindim. Babama gerekli açıklamayı yapıp, başımı oturduğum koltuğuma gömüp pişmanlığımı biraz olsun hafifletmek için uyumaya karar verdim. Ama gözlerimi kapattığımda yazılan o cümlelerin, yansımasını götüremiyordum bir türlü. “İçin rahatlayacaksa özür dilerim. Ben şaka yapmak istedim. Aslında sinirleneceğini ve beni bulmaya geleceğini tahmin etmiştim. Sana hangi konuda yetenekli olduğumu gösterecektim.”
Yorumlarınız ve oylarınız çok kıymetli. Lütfen es geçmeyin... |
0% |