@lilyum_cicegi
|
Oylarınız ve yorumlarınız çok önemli lütfen es geçmeyiniz...
Zafiyetler durdurulmaz ise insanlık denen şey mazide kalır.
ŞİMDİKİ ZAMAN İnsan olmak meziyet isterdi. Eşrefi mahluk yani varlıkların en şereflisi diye Allah söylerken onlar hayvandan daha aşağıdadır, der. Her insanın içinde kötülük vardır. Ve o kötülük zafiyetler sonucu çıkarsa, işte o kadar insan özelliklerini taşır. Olayın üstünden sonra hemen eve gelmiştik. Hepimiz endişeliydik ama babamda ki endişe daha fazlaydı. Üst üste olan olaylardan sonra telefonunu elinden bırakmayıp, ev arayışına girmişti. Haberlerde 102 yaralı, 12 ölü olduğunu söylemişlerdi. Polislerin olayı yakından takibe aldıklarını, en yakın sürede bunu yapanların tutuklanacağını söylüyorlardı. "Ben odama gidiyorum." dedikten sonra direk odama yöneldim. Olayı yapanları az çok tahmin edebiliyordum. Ama onlara karşı kullanabileceğim bir koz bile yoktu. Babamın söylediği Parti Sempatizanları yani Hristiyan çeteler yapmıştı. Elimdeki telefona öylece bakıyordum. Ona yazmak istiyordum. Ama ne yazacağım, direk sorsam cevap verir miydi? Bilmiyorum. İçime öyle bir öküz oturmuştu ki bir türlü kalkmıyordu. Samuel'den böyle bir şey beklemek istemiyordum. Ama duygularım buna izin vermiyordu. Ona olan davranışlarıma ayrı bir sinir olmuştum. İki söze bir çiçeğe kanmış onu iyi birisi olur sanmıştım. İyi şeyler düşünmek istesem de elimde kalıyordu tüm tuttuklarım. Masamın üzerindeki cam vazoda duran çiçekleri gördüm. Solmasınlar diye hemen suya koymuştum. Kulaklarımı çınlatan insan bağırışları ve ölü sayıların öfkesiyle oturduğum yerden kalkıp, içinde su bulunan vazodan çiçekleri aldım. Saplarında kalan sular yerlere damlasa da umursamadım. Çatı katımın camını açarak sert bir şekilde fırlattım. İçimde öyle bir sinir vardı ki. Nasıl böyle bir şeye kalkışacak kadar gözleri dönmüştü? Anlayamıyorum. Cama ellerimi koyup derin bir nefes alarak benim odamdan rahat bir şekilde görünen denize çevirdim. O güzel berrak rengini koyu laciverte bırakmıştı. Işık olmasa benim rengim bir hiç diye bas bas bağırıyordu. O sırada sahilde birini gördüm. Bir karaltı, oturmuş denizi izliyordu. Telefonumun titreşim sesini duyduğumda henüz çıkarmadığım feracemin cebinden telefonumu çıkardım. Samuel'den mesaj gelmişti. "Söylesene gerçekten Tanrı var mıdır?" diye yazmıştı. Neden böyle bir şey yazdığını anlamak için defalarca okudum. Ama bir şey yazmadım. Yazmak istemedim. ... Tatsız bir kahvaltı yaptıktan sonra ilaçlarımı aldım. Ortalık işini hallettikten sonra günlüğü alıp okumak için oturdum. Ama içimden hiçbir şey yapmak gelmedi. O sırada evin kapısından çıkan babamı gördüğümde, "Nereye gidiyorsun baba?" "Kargo demiştim ya onun yine adresini bulamamışlar. Bende onu almaya gidiyorum." "Peki. Dünkü olaydan haber var mı? Komiser arkadaşınla dün konuşuyordun duydum." dedim yere düşen yastığı koltuğa tekrar koyarak. "Var, izlerini bulmuşlar." Kıyafetini düzenlerken bir yandan bana cevap veriyordu. "Nasıl? Peki kimlermiş?" diye sordum. 'Bir tarafım sana ne oluyor?' derken diğer tarafım, 'Böyle bir şeye karışmamış olsun.' diyordu. "Bilmiyorum ama gençler yapmış. Ama illaki bunun arka planında kişiler de vardı." dedi ayakkabılarını gözden alarak kapıyı açtı. "Hadi Allah'a emanet oldun." dedi. Ben de onun sözüne cevap olarak, "Sende dikkatli ol." dedikten sonra evden tamamen ayrıldı. İçimde ki merak ve sinir duygularım tavan yapmış bir şekilde sadece haber izledim. Ama hiçbiri bu olayla ilgili babam kadar bilgi vermiyorlardı. Oyun oynamak için sehpanın üzerine uzanıp telefonumu aldım. Oyunum internetle oynandığı için wi-fi'yi açtım. Samuel'den üç mesaj gelmişti. "Neden cevap vermiyorsun?" "Yazmıyorsun artık." "Ne o korktun mu?" Birbirinden bağımsız bir kadar da alakasız mesajlar gönderdiğini düşünürken en son yaratıcının varlığını sorguladığı aklıma gelmişti. Peki sonraki mesaj şalterimin atmasına neden olmuştu? Korkmak öyle mi?! Hemen üstümü giyinip, evden çıktım. Akıllı bir insanın yapacağı değil duygularına yenik düşen insanın yaptığı davranışı şu an sergiliyordum. Onun kulübesine yaklaştıktan sonra durdum. Adım atacaktım lakin neden buraya geldiğimi unutmuştum. Evden çıkarken ki hırsım kalmamıştı. Elimin şaşaklarıma getirip sert bir şekilde baskı uyguladım. Başımı sağ tarafıma çevirdiğimde uzakta kütüğün üzerine oturmuş ve elindeki bıçağı bileğinde tutan bir Samuel vardı. Öylece kalakaldım. Ne bir adım geri ne bir adım ileri, ne de bir 'yapma' çıkarak sesi buluyordum. Bıçağı bileğine daha çok yaklaştırdığını gördüğümde hızlıca ona doğru koştum. "Yapma!" diye bağırsam duymazdı beni, ondan sadece koştum. Elindeki bıçağı çekip aldığım da o da korku dolu gözlerle bana doğru başını döndürdü. İkimizde derin bir nefes almıştık. Bana anlamsız bir şekilde kafasını salladığında okkalı bir şekilde ayağına tekmeyi geçirip geri çekildim. O da acıyla bacağını tutup ovalamaya başladı. Sonra kaşlarını çatıp bana bakınca gözlerimi ondan çekip, elimde tutuğum bıçağa çevirdim. Elimin çok az kesildiğini gördüm. Biraz kanamaya başlamıştı. Hararetle ona dönüp, "Bu kadar kolay mısın sen? Nasıl böyle bir şeye kalkışırsın!" diye bağırdım. Hızlı bir şekilde söylediğim sözlerden bir şey anlamamış gibi bakınca, cebimde olan telefonuma aynısını yazıp ona telefonumu çevirdim. Elimden telefonumu alıp bu sefer o yazdı. "Olması gerekeni yaptım. Ben bir Hristiyanım." yazmıştı. Ne yani Hristiyan dininde intihar etmeye izin veriyorlar mıydı? "Senin dinin intihar etmeye izin mi veriyor?" diye yazıp tekrar ona telefonumu uzattım. O ise okuduktan sonra bir bana bir de telefonda yazılanlara gözleriyle, gelgit yapıyordu. Başını sağ tarafa eğip, kaşlarını yukarı doğru kaldırıp anlamaya çalışır gibi yazılanları tekrar okudu. Benim yazdıklarımdan bir şey anlamamış olacak ki bana şu cevabı yazıp telefonu bana uzattı. "Ne intiharı?" Şimdi ben anlamsız bakışlarla mesajı okumuştum. Acaba farklı bir dil mi konuşuyorduk da birbirimizi anlayamıyorduk. Ama intihar ediyordu. Bıçağı bileğine götürmüştü. Tek elimle tekrar telefonumun klavyesine parmağımı dokundurdum. "Sen intihar ediyordun." Ona uzattığım telefona bakıp şaşkınca bana doğru bakınca elimde ki bıçağı ona gösterip yavaşça şu kelimeleri söyledim. "Bıçakla bileğini kesecektin. Gördüm" Yüzünde yavaş yavaş tebessüm filizlendi. Eline aldığı telefona bir şeyler yazıp bana uzattı. Halen daha yüzündeki gülümsemesini silmiyordu. "Kazağımın ipini kesmeye çalışıyordum. Sen elimden bıçağı alana kadar." Ağzım bir karış açık bir şekilde sabırla sonuna kadar okudum. Utançla gözlerimi kapadım. Gözlerimi kaçamak bakışla bilek kısmına baktım. O da baktığı anlamış ki, bana bilek ucunda ki mavi ipi gösterdi. "Ne yani insanlık hali yanlış anlamış olabilirim." dedim içime kaçan sesimle. Ona doğru baktım tekrar ellerini iki tarafa açıp 'anlamadım' şeklinde salladı. "Aman boş ver." deyip elimde ki bıçağı ona uzattım. O da aldı. Elimi çekecektim ki feracemin ucundan tuttu. Ona bırakması için söylenmeye başlamadan. Avuç içimde bıçağın kestiği yeri gözleriyle gösterdi. Ben de umursamayıp çektim. Arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Bir iki adım attıktan sonra durdum. Cebime attığım telefonumu çıkarıp ona mesaj attım. Ve arkamı döndüm. "Dünkü olayda sen de var mıydın?" diye yazmıştım. O ise telefonuna baktıktan sonra bana baktı. Başını olumlu bir şekilde salladı. Olumlu bir şekilde?! Neden? Neden böyle bir şey yaptın? Böyle bir insan değilken neden böyle bir şey yaptın? Çattığım kaşlarımı bozamıyordum. Aklımda sadece 12 ölü yankılanıyordu. Kadın, çocuk, erkek, anne, baba, dayı...12 can! 12 acılı ev! Ve büyük bir hayal kırıklığı... Elimde tuttuğum telefonu polisin numarası çevirdikten sonra kulağıma götürdüm. Benden uzağa giden Samuel, bir süre bekledi. Sonra hızlıca bana doğru koştu. Ama ben her şeyi söylemiş onu çoktan ihbar etmiştim. Kulağımdan çekmeye hazırlandığım telefonu hızlıca benden aldı. Sinirle bana döndü ben ise ona, "Yaptığın şeyi yanına bırakır mıyım sandın?" sakin çıkan sesimle tane tane kelimeleri söyledim. Evet sakindim üzerime koca bir sakinlik düşmüştü. O ise şaşkın gözleriyle bana bakıyordu. 'Neden bana öyle bakıyorsun Samuel?' demek isterdim. Ama sadece onun yüzüne tükürmekle yetindim. Elinden telefonumu aldım. O ise eliyle yüzünü sildi. Geriye doğru attığım adımı doldurmuştu. Arkadan gelen siren seslerini duymadığı için kaçma teşebbüsünde bulunmuyordu. Cebinden bir şey çıkaracağını anladığım da arkamı hızla dönerek koşmaya başladım. Durmadım duramazdım. Böyle bir katliama kalkışmış bana da bir şey yapar diye sadece koştum. Ana yola geldiğimde nefesimi toparlamak için durdum. Arkamı döndüğümde kimseyi göremedim. Hızlıca eve doğru ilerlemeye başladım. ... Telefonumun melodisiyle kendi iç sesimle olan muhabbetime ara verip açtım. "Merhaba bugün öğle saatlerinde havai fişek gösterisi ile ilgili ihbar aldık. İhbar eden kişi siz misiniz?" dedi karşı taraftan gelen erkek sesi. Birden heyecan basmıştım. "Evet." "Karakola gelebilir misiniz?" "Tabi." dedikten sonra yüzüme kapatılan telefonu kulağımdan çektim. Resmen elim ayağım buz kesmişti. At tarafı karakola gidecektim daha önce gitmiş hatta onu yine şikayet etmiştim. Şimdi neden bu kadar heyecan basmıştı. Başörtümü ve feracemi giyip Eyşan'a biraz dolaşacağımı söyleyip çıktım. Onlara şimdilik bir şeyler anlatıp iyice telaşlanmasına izin vermek istemiyordum. Hatta babam evden gezmeye çıktığımı duysa sinirlenmesi an meselesi olabilirdi. Evin biraz uzağına çağırdığım taksinin yanına ulaşıp bindim. "Kasaba karakoluna lütfen." dedikten sonra adam sürmeye başlamıştı. ... "Havai fişek gösterisi için bu kişiyi ihbar ettiniz doğru mu?" dedi karşımda oturan polisin elinde A4 kağıdında Samuel'in resmi vardı. Ne ara buna ulaştılar diye düşünmeden iç sesim yanıtı verdi. 'Onlar polis.' "Evet." dedim. "Peki kanıtınız var mı?" diye soru sordu. Karşımda ciddi tavırlar sergileyen adamdan çekindim. Zaten telefon geldiğinden beri içimi tedirginlik duygusu kaplamıştı. "Hayır." "Nereden biliyorsunuz peki?" "Kendisi söyledi." "O konuşamıyor ve duyamıyor." adamın ciddi olan sesi beni daha çok heyecanlanmama sebep oluyor. "Biliyorum. Bakın ben onu uzaktan da olsa tanıma fırsatım oldu. Daha önce onu caminin bahçesine saldırırken de görmüştüm. Hatta biz buraya ilk geldiğimizde bana şişe fırlattı." derin bir nefes alıp aklımda olan karmaşık kelimeleri bir araya toplamak için durdum. "Ben bugün onun yanına gittim. Ve ona sordum. O da başını olumlu bir şekilde salladı." "Bak Sare kızım, kanıt olmadan bir şey yapamam. Bu anlattığın kişi çok sakin ve hiçbirine bir zararı olmayan biriymiş. Şimdi ben sana yalan söylüyorsun demiyorum ama kanıt lazım kızım." Adam haklı olarak doğruları söylüyordu. "Babası bir çetenin lideriymiş öyle söyledi." "Sana neden bunları anlatsın. Babası bu kasabanın en önemli ve saygı gören kuyumcusu." dedi. Ne söylesem ne anlatsam fayda vermiyordu. Ah bir kanıtım olsaydı. "Onun oradan kaçması suçlu olduğunu kanıtlamaz mı?" Birden aklıma gelen soruyla gülümsedim. "O bizden kaçmadı." dedi. Kaçmadı mı? "Ne nasıl olur?" diye soru sordum. "Bak kızım elinde kanıtın varsa sözlerine itimat ederim. Ama yok. Zaten dünkü havai fişek saldırısını yapanları tutukladık. Kameraya yakalanmışlar. İçlerinde Samuel yoktu." dedi ve sustu. Ne biçim bir karmaşanın içinde kalmıştım. Kendisi itiraf ettiği halde, nasıl orada değildi? Bir türlü beynim bunları anlayamıyordu. Bana uzatılan kağıda imzamı attıktan sonra karakoldan çıktım. Saatime baktığımda ikindi namazımın kerahat vaktine girmesine çok az kaldığını görünce koşarak ilk gördüğüm camiye girdim. ... Namazımı kıldıktan sonra ettiğim dua kendimi daha çok koruma altına alınmış gibi hissettirmişti. En iyisi onlardan ve ondan uzak durmak olduğunu geçte olsa fark ettim. Boyumdan büyük işlere kalkıştığım için içinden çıkamıyordum. Ayakkabılarımı giyip caminin avlusundan çıkmak için adımlarımı giriş kapısına yönelttim. Çıktıktan sonra taksi arayacaktım lakin yanımda para olmadığını gördüğümde o kadar yolu yürümek zorunda olduğum için beynime motivasyon mesajları gönderiyordum. Birden omzuma birisi çarpınca, sendelendim ve omzumu tuttum. Kaşlarımı çatarak kaldırdığımda bana doğru bakarak, arkasına doğru adımlar atıp yürüyen; elleri ceplerinde bir Samuel gördüm. Dudaklarından bir sırıtış gönderip, gözlerini bana devirip önüne dönüp yürümeye başladı. Gözlerini mi devirdi o kendini sütten çıkmış ak kaşık sanan asalak! Şimdi senin o yüzüne bir yumruk atmak vardı da neyse dua et kendime yeni kararlar aldım! Tekrardan kaldığım yerden yürümeye başladım. Ona doğru bakmasam da arkasını dönüp dönüp bana baktığını hissedebiliyorum. Ama umursamaz tavrımı sürdürmeyi bırakmıyordum. Bir süre sonra o durdu ama ben yanından öylece geçip gittim. Bir iki adım attıktan sonra omzuma yediğim bir darbeyle önümde ki, puzzele yolunda eksik olan bir taş yüzünden ayağım boşluğa geldi. Dizlerimin üzerine düştüm. Bıçağı tuttuğum elimi evde yara bandı sardığım için yerdeki renkten nasibini almıştı. Düştüğüm için çizilmiş olan ellerimi silkeledim. Omzuma çarpan kişinin kim olduğunu bildiğim için başımı kaldırıp bakmıyordum bile. "İyi misiniz?" diyen erkek sesine bakma ihtiyacı duymadan. "Evet iyim." dedim. Kirlenen feracemi silktim. Yanımda duran adama tebessüm ederek başımla selam verdikten sonra tekrar onun yanından geçtim. İleride babamın arabasını gördüm. "Aha babam!" Hemen koşarak iki dükkan arasında olan ara sokağa açılan yere girdim. Girdiğim yolun, ana yola çıktığını bilmediğimden birde kendimi kaybetmek istemedim. Arabasına doğru yürüyen babamın binmesini bekledim. Resmen babamın arkasından iş çeviren bir kız olmuştum. Bunu da yaptım ya helal olsun bana! Önüme elleri ceplerinde gömlekli olan bilindik kare girdi. Şimdi bu niye girdi? "Git şuradan!" Onca mesafeden beni babam duyabilirmiş gibi ona sessizce söyledim. O ise benim baktığım yöne bakmak için benimle birlikte eğildi. Ama bu mesafeyle resmen dibime girmişti! Hemen geri çekildim. O da bana bakıp geri durdu. Gitmesi için bekliyordum ama tık yoktu beyefendi de. 'Sakin ol kendine söz verdin.' Diyen iç sesime bir tokat geçirmek istedim. Ya hu söz verdim de, iki kere yere düştüm. Şimdi de peşimden ayrılmıyor nereye sakin olayım ben! "Çekilir misiniz?" Ağzımda ki çıkan cümleleri yavaş ve tane söyledim. Ama çekilmedi. Ona doğru baktığımda kafasını hayır manasında sallayınca içimde ki vahşi ruha engel olamayıp, üst üste gelen şeylerin siniriyle onun iki bacak arasına tekmeyi geçirdim. O ise eliyle müsait yerini tutarak duvara yaslandı. Yüzü resmen kıpkırmızı kesilmişti. Ben ise o anki yaptığım şeyle iki elimi şaşkınlık belirtisiyle açılan ağzımı kapadım. Resmen adamın şeyine tekme atmıştım. Resmen ayağım adamın şeyine değdi! "Yaa şey iyi misin?" diye sordum. Allah'ım ne sormuştum ben ne diyorum. Benim hemen gitmem lazımdı. Bana şaşkın gözlerle ve acıyla bakan Samuel'i es geçerek, caddeye baktım. Babam ve arabası yoktu. Ben de tabana kuvvet koştum. "Adamın şeyine vur sonra iyi de! Ya hu sen sapık mısın? Niye adamın şeyine vuruyorsun? Vur kafasına bacağına niye şeyi ya!" Kendimle konuşa konuşa nefesimi toparlamak için adımlarımı yavaşlattım. Kasabadan çıkmıştım. Sadece yolun yanın da tek tük evler vardı. Ve o evlerin yanından bana doğru gelen bir adet Samuel gördüm! Adımlarımı hızlandırmaya başladım. Onunla hiçbir şekilde temas kurmayacağım. Hayır ya ne teması konuşmayacağım. Yok beni kafa gitti gitti. Telefonuma gelen titreşim sesiyle ekranını açtım. Mesaj Samuel'dendi. "Sen intikam alma. İntikamın çok acı oluyor." yazıyordu. Bir şey yazmadan kapattım telefonumu. Yani tamam rezil bir şey yaptım. Gelme artık üstüme. Tekrar bir titreşimle açtım ekranı. "Beni şikayet etmen içini rahatlattı mı bari?" İyi ki de vurdum. Tekrar vursaydım ya! Tekrar cevap yazmadım ve yürümemi kesmeyip devam ettim. Gittiğim yolun karşı tarafına geçmişti aynı anda yürüyorduk. "Bir şeyleri elde etmek için bazen bazı şeyler yapmak lazım." yazmıştı. Dayanamadım ve yazdım. "12 insanı öldürerek neyi elde ettin?" "Babama kendimi kanıtladım." yazmıştı. Bunun sorunu neydi böyle? "12 insanın ölümü içini rahatlattıysa sana tek bir sorum olacak. Senin bir kalbin var mı?" yazdım. Açık açık itiraf ediyordu. Bunları kanıt olarak kullanacağımı bilmiyor muydu? "Kalp mi? Sen hiçbir şey bilmiyorsun!" "12 insanın ölümünden sorumlu olan sensen senin gibiler her şeyi hak ediyor." diye yazdım. O ise karşı yoldan bana doğru geldi. Önümde durdu onu es geçmek için adımlar attım ama geçmeme izin vermedi. "Çekil önümden!" diye bağırdım. O ise hızlıca telefonuyla bir şeyler yazmaya başlayınca onu es geçip yürümeye başladım. Başımdan def ettikten sonra ilk soluk alacağım yer karakol olacaktı. "Peki ben böyle olmayı neden hak ettim? Neden duyamıyorum sesini? Niye duymuyor bu lanet kulaklar? Neden hep hor görüldüm? Neden hep aşağılandım? Neden hep benimle alay ettiler? Neden babam beni istemedi. Neden duyamadığım için bana vururken kulaklarıma ve ağzıma vurdu? Ben bunları hak edecek ne yaptım? Tanrı veya Allah gerçekten varsa söyle o zaman ben bunları neden hak ettim.” Telefonuma gelen mesajla öylece kalakalmıştım. Böyle bir şey beklemiyordum. İçimin sızlamasına engel olamıyordum. Eyşan’ın dedikleri aklıma gelmişti. Galiba ben Samuel’in durumuna acıdığım için onun tavırlarına karşı böyle bir hayal kırıklığı ve üzüntü hissediyordum. Onun bir zaman önce verdiği montta cebinden çıkan kağıt parçasında yazıdan, ne kadar acı çektiğini anlamıştım. Zor bir imtihandı. Düşünmesi bile zor. Arkamı ona doğru döndüğümde, hızlıca yüzündeki yaşları koluyla silip bana baktı. Ondan gözlerimi çekip, şu cümleleri yazdım. "Her şeyin sahibi Allah'tır. Ben ona neden bana üç ayak vermedin diyemem. Çünkü sahibi o, ben değil. Ben karışamam. Benim dinimde şehitlik makamı denen yüksek bir makam var. Allah için can vermek. O Allah için canını verdi, yüksek mertebeye gitti. Öyle bir şey ki candan bahsediyoruz. O makamı görenler hatta şunu diyeceklermiş. 'Keşke Allah bize de harp meydanında şehâdet nasip etseydi!' Cenâb-ı Allah, bazen insanın ayağını alır; onun karşılığında ahirette pek çok şey verir.” Yazılar adeta akarken tekrardan bir mesaj gönderdim. “Benim dinimde senin gibi eksik olarak doğduğunu düşünen insanlar, ahirette bizde bir sıfır daha öndedir. Burası dünya cennet değil. Sınavdayız, kazanmakta bizim elimizde kaybetmekte. Yaptıkların ve yapacakların senin elinde, yanlış düşüncede ve yoldasın Samuel." İçimden gelen hızlıca cümleleri yazdıktan sonra arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Fazla bir bilgim olmadığı için ona afili şeyler yazmak yerine içimden geçenleri yazdım. Yazdıklarım onu biraz olsun rahatlatır mı bilmiyorum. Yazdıklarım ne kadar doğru onu da bilmiyorum. Tek bildiğim şey Rabbim'in adaletli olması. Ve bize doğruyu yanlışı ayırt edebilmemiz için akıl vermesiydi. Arkamdan hızla gelen ayak sesleri onun bana doğru geldiğini söylüyordu. Ama ben durmayıp tekrar yoluma devam ettim. O ise benim önüme geçip durmam için ellerini bana doğru uzattı. Ela ile kahverengi arasında bir türlü ayırt edemediğim gözlerini bana dikince bakışlarımı başka tarafa çektim. Kafamı 'Ne?' dercesine salladım. O ise eliyle, elimdeki telefonu gösterdi. "Ne yapacaksın telefonu..." demeden eliyle kaptı. "Versene telefonumu!" diye bağırsam da o dikkatini telefonuma vermiş, yine bir haltlar karıştırıyordu. Yeterince bugün istemesem de şartlar gereği yakınlık kurmuştum. Daha fazla kurmak istemiyordum. Telefonumu uzatınca hızla ondan aldım. Ekranı açtığımda önce ki gibi şifre koymamıştı. Aklıma gelen dürtüyle mesaj kısmına girdim. Mesajlarımı silmişti! Onları ben kanıt olarak kullanmayı düşünürken hem de! "Ben seni!" diye bağırmadan, bana doğru gülerek hızlıca yanımdan toz oldu. Ormanlığın içerisine girerek kayboldu. Sinirli, öfkeli bir tutam da hüzün birikmiş Sare bırakarak gitmişti yine...
Oy vermeyi ve yorumda bulunmayı unutmayınız. Kitabın yükselmesi için bu durum önemli ve yorumlarınızı okumak beni motive ediyor🤍🌹 |
0% |