Yeni Üyelik
15.
Bölüm

At Arabası

@lilyum_cicegi

Gözlerim yavaş yavaş açılırken yine olduğum yerdeydim. Sol tarafımdaki ağrı gözlerimi açmama sebep olmuştu. Dün hissizlikle gözlerimi açarken bugün ağrı ile açmamdaki sebep, durumun ciddiyetiydi.

Bedenim üşümeye devam ederken hissettiğim ağrıya rağmen uyuşan uzuvlarımı uyandırmak için canlanmak istedim. Başımı hafif oynatarak sol tarafıma çevirdiğimde gördüğüme inanamadığım manzara ile bedenim uyanmıştı.

Döşeğim iki kişilik ve iki yastık yerine uzun bir yastıktan oluşuyordu. Ben tam sol tarafta yatmayıp azıcık bir boşluk bırakarak yatırılmıştım. Ve boşluk birisinin başına sahip olmuştu.

Ayakları yataktan dışarı sarkarken sadece başının ve gövdesinin yatağa girmesine müsaade etmişti. Yün yastığa başı hafif gömülürken benim başımı hafif kaldırmam onun saçlarına girmem demekti.

Çadırın tepesine baktığımda havanın aydınlık olduğunu gördüm. Normalde sabah namazını kılıp çıkan adam, şu an benim yanı başımda yerini almıştı. Ve benden nefret ettiği halde elinden geleni yapıyordu? En son bilinçsizce söylediğim sözlerden dolayı gözlerinin de dolduğunu görmüştüm. Onu çok üzecek bir olay olmuştu. Belki de onun sevdiği birisine bir şey yapıp zorla benimle evlenmesini sağlamış olabilirdim. Ben bunu yapmazdım ama eski Hümeyra farklıydı. Böyle bir şeye belki kalkışmış olabilirdi.

Terlemem başlarken acım yine dozunu artırmaya başladı. Onu uyandırmak istemedim. Köşede duran leğenin içindeki su ve kenarındaki bez dikkatimi çekti. Anladığım kadarıyla ona, ateşimi düşürtmek zorunda bırakmıştım. Bu durumu istemesem de sürekli ona yük olmak, ben de vicdan azabına yavaş yavaş dönüşüyordu.

Hareket etmeden acımla baş etmeye çalışırken dişlerimi sıkmayı ve dolan gözyaşlarımı akıtmayı durduramıyordum. Ne zaman bu haldeydim bilmiyorum ama dışarıdan gelen sesle nefes alır gibi oldum.

"Bey'im destur var mıdır?"

Erkek sesi otağa gelirken Mirza'nın duymamasını istedim. Tamam onu sevmiyordum lakin benim için yaptıklarından sonra kötü davranmak doğru gelmiyordu. Tabi bunu Selime'ye söylesem saftiriğin tekisin derdi. Selime'nin bile saçma sapan laflarını özlemiştim.

Tekrar aynı ses gelince solumda yatan bedenin hareketlenmişti. Ben de başımı hemen düzenledim.

"Hümeyra..."

Birden yattığı yerden kalkarak elini alnıma koyarak devam etti. Şimdi dizleri yatağa da çıkmıştı.

Öylece kalakalmıştım bir an sanki zaman durmuş gibi oldu. Mirza'nın şefkatle yaklaşması istemediğim kalp atışların habercisiydi.

"Canın mı acır?"

Meraklı bakışlara başımı olumlu bir şekilde salladım. Elini aldımdan çekip bakışlarını kendi bedenine çekti sonra birden döşekten kalktı.

"Gidiciyim galiba..." dedim gözlerimi kapatarak sonra devam ettim.

"Ben Akkaş Bey'in yanına gideceğim gerekli hazırlıklar yapıldı. Hemen yola koyulacağız."

Cümlesini bitirir bitirmez kenara koyduğu kılıcını ve şapkasını aldı. Tahta kapıyı açarken arkasını bana dönerek güven verir bir şekilde, "Geleceğim." dedi cevabımı beklemeden kendini dışarı atarak kapıyı kapattı.

"Cevapta vermedi , artık ölmemi istemez mi?"

Kendi kendime konuşma seansım başlamıştı. Sağ kolumdan yardım alarak bedenimi doğrulttum. Sıkı sıkıya bağladığım örtüm bollaştırıldığı için açılmış saçlarım ortaya çıkmıştı.

"Bu ağrı ile hareketsiz yattığıma göre, Mirza!"

Köşede duran leğene tekrar gözlerim gitti. Belki bir ihtimaldir diye düşündüğüm şey örtümün hali ile kesinleşiyordu. O gerçekten benim ateşimi düşürmüştü!

Kafam karışıyordu. Tutarsız davranışlarından dolayı allak bullak oluyordum. Ona karşı iyi davranayım derken hatırladığım bir anı yüzünden, hemen kaçışa geçiyordum.

"Allah'ım kendimi labirent içinde kalmış hissediyorum." diye yakınırken tekrardan bana ait ama benim ağzımdan çıkmayan ses kulaklarıma geldi.

"Labirentin başında isen sona gelmedin diye yakınma! O labirenti, labirent yapan senden başkası değil."

Yine oydu yine eski Hümeyra bana cevap veriyordu. İlk başta ne oluyor diye anlamaya çalıştığım olaya çabuk adapte oluyordum.

"Kendi savaşınla gel kendin savaş! Ne yaptın da bu adam sana böyle düşman!"

Cevap gelmiyordu niye susmuştu.

"Neden sessizliğe çekildin!" diye sinirlenerek söylenirken kapının açılma sesi duyuldu.

"Hümeyra Hatun."

Gelen Aybike idi. Hala iyileşmeyen ayağıyla bana doğru gelip kenara oturdu.

"Eyi misin deyü soracağım amma velakin..."

"Kötüyüm. Nefes almakta bile zorluk çekiyorum." diye onun cümlesini tamamladım.

"Eyi olacaksın inşallah. Mirza Bey'im şimdi gelir. Sizi bir yere götüreceklermiş."

Bacaklarımı kendime çekerken bile insanın kolu ağrır mıydı? Rüyada olup kendime öldürme çabalarım yüzünden galiba cezaya çaptırılmıştım.

"Ben gelmeyecekmişim ondan dolayı sizin için endişelenirim."

"Neden gelmiyorsun?" diye ona sorduğumda ayağını göstererek, "Hanım Ana yolda sıkıntı çıkarırmışım diye gelmemi buyurdu." dedi üzgün sesiyle. Sonra kendini toparlayarak minnet bir ses tonuyla, "Siz iyi olun da gerisi önemli değil."

Bakışlarını benden çekip halıya odakladığında canım acısa da onun bir şeyler söylemek istediğini anlamıştım. Bana ettiği o kadar yardımdan sonra vefasızlık edemezdim.

"İçinde tutma Aybike, söyle."

Bana başını çevirerek çekinir bir halde, "Bilirsiniz ben sizi hep düşündüm yine düşünüyorum. Başınıza bir hâl gelir diye korkuyorum. Sazlık Obası'na benden ayrı gittiniz. Yarı ölü haliniz ile geldiniz. Şimdi de korkarım."

Uzanıp ellerini tuttum. O yarı hale soktuğumu biliyordu. Hep onun gözü önünde kendime zarar vermiştim. Kim olsa korkardı, endişelenirdi.

"Merak etme bu sefer kendime bir şey yapmayacağım."

"Olsun, ben yine de sizin için endişelenirim. Mirza Bey'im nereye gideceğinizi söylemedi. Siz eğer bilirseniz bana söyleyin bir şeyler için geç kalmayız."

Elleri sağ elimi sıkarken üzgün ve endişeli idi.

"Ben... bilmiyorum Aybike. Hem bilsem de sen ne yapabilirsin ki? Mirza zaten beni korur."

Ellerini birden benden çekerek endişeli yüz ifadesini sildi.

"Siz ona mı güvenirsiniz!" dedi hiddetle. Gözleri şaşkınlıkla açılırken yüzünde hayal kırıklığı vardı.

"Hayır, tam değil. Lakin beni öldürmeyeceğini inanırım. Yaşamamı istemeseydi beni buraya kadar taşımaz iyileşmem için onca çabaya girmezdi."

Yanımda olmaz ateşimi düşürmez ve hatta yorgun düşüp başını yastığıma koymazdı.

Bana hayretle bakarken, "Şu cümleleriniz kendinizi öldürmeye bedel." dedi ve yanımdan ayrıldı. Ben ne kadar arkasından durması için seslensem de beni dinlemeyerek yanımdan ayrıldı.

Eski Hümeyra ve şimdi ki Hümeyra'nın yaşadıklarına şahit olan bir insana haksızlık yapmak yerine Mirza konusunda onunla konuşmama kararı aldım. Benim hakkımda endişelenmekte haklıydı. Benim gördüklerimi onun da görmesi için ona zaman vermek en mantıklı olanıydı.

Kapı destursuz bir şekilde açıldığından dolayı gelenin Aybike olmadığını bilerek sağ elimle başımı örtme gayretine girdim.

"Rahatsız olmayasın kızım."

Hanım Ana'nın sesiyle birlikte başımı kaldırsam da örtümü yine de saçlarıma getirdim. Yanında gelen orta yaşlarda olan kadına baktım. O bana başıyla selam verirken ben de onun selamını aldım. Ne diyeceğimi bilemeyerek öylece onlara bakarken ninemin o meşhur sözlerinden birisi kulaklarımı çınlattı.

'İnsan içine karışmıyorsun sonra da öylece kalakalıyorsun.'

İçten tebessüm ederken Hanım Ana yanıma geldi. Sol tarafımdaki örtüyü kaldırarak yarama bakmasıyla yüzünün değişmesi bir oldu. Biliyordum kolum gerçekten kötü hal alıyordu. Tek umudum kolum kesik bir şekilde rüyada kalmamaktı. O zaman kabuslara merhaba demek zorunda kalacaktım.

"Eyi olacaksın inşallah." dedi bana gülümseyerek. Ama yüzünde endişeli bir hâl vardı. Torunu benden nefret etmesine rağmen yine de adalet terazini yamultmuyor ve merhametiyle beni sarmalıyordu.

"Meryem Hatun, sana yolda eşlik edecek. Seni de hemen hazır edelim." Dediğinde başımı sallayarak cevap verdim. Ona Aybike'nin gelmesini söylemek istedim. Lakin Sazlık Oba'sına giderken planına ters bir şey istediğimde karşılaştığım tepkiden sonra geri durdum.

Üzerimdeki yorganı alarak hazırlığa başlamışlardı. Başlamışlardı diyorum çünkü obanın kadınlarından sorumlu Hanım Ana'da benim hazırlanmamda yardım ediyordu.

Makamından dolayı hazırlanmam için başka bir kişi daha göndermek yerine bizzat kendisinin yardım etmesi aslında ne kadar da iyi bir lider olduğunun göstergesiydi.

...

İki gündür hareket etmediğim kadar hareket etmiş, kolumun felç almasına zemin hazırlamıştım. Bugün daha fazla acı hissederken artık içtiğim ilaçların etkisi yok denecek kadar azdı.

Bana hazırlanan atlı arabaya kadınlar beni yatırırken üzerimi örtmeyi ihmal etmediler. Atın başına Merve Hatun geçip atın hareket etmesini sağlayarak tekerlerin dönmesini sağladı. Toprak zeminde hareket eden tekerlerin etkisi koluma az yansıyordu. Çünkü atlı arabayı üst üste deriler koyarak yumuşak olmasını sağlamışlardı.

Meydan geçmek yerine başka bir yolu tercih ediyorduk. Lakin yanıma Mirza gelmemişti. Neredeyse obadan çıkmak üzere idik.

"Mirza nerede?"

Meryem Hatun, başını bana çevirerek uzaktan gelen at seslerinin sahibini kanıtlar şekilde, "Mirza Bey'im gelir." dedi lakin durmadı. Hatta atı daha da hızlandırdı. Ne de olsa biz tek ata göre daha yavaş ilerleyecektik.

Daha tepeye gelmesine var olan güneşe baktım. Gökyüzünde tek dük bulut alırken acımı unutmuş gibi muazzam görüntüye baktım. Ruhen rahatladığımı hissettim. Gözlerimi ondan alamazken en derininde kaybolur hale geldim.

"Neden daha önce gökyüzünü izlemekten kendimi mahrum etmişim? Muazzam bir şey bu..." diye kendi kendime kızarken Meryem Hatun dediklerimi işitmiş olacak ki arkasını bakmadan bana cevap verdi.

"Bir alim gökyüzüne bakmanın on faydası olduğunu söyler."

O cümlesini tamamlarken atlarda yanımıza gelmişti. Gökyüzüne bakan gözlerim orada varlığını sürdürürken sağ tarafta başını uzatarak bana doğru bakan Mirza dikkatimi çekti. Ben de gözleri dolaşırken manzarama dahil olduğu için ona,

"Ne kukumav kuşu gibi başımda dikiyorsun. Az öteye git."

Sessiz ama sitemkar sesim yine onu bulmuştu.

"Bana laf yetiştirdiğine göre iyisindir." diye söylenirken başını da çekti. Meryem Hatun teyze bizim atışmamızı elbette duymuştu ve gülmüştü. Söylememesi gereken şeyi söyleyerek, "Siz Hümeyra Hatun'a bakmayın Bey'im. Sizin yokluğunuzda sizi sorar."

Meryem Hatun teyze, aramızdaki münasebetin normal karı koca olduğunu sandığı için ortamı yumuşatmaya çalışmıştı lakin bilmediği çok şey vardı. Ve ben bunları bir iki iyilikte unutacak bir insan değildim. Sadece adaletli davranmak niyetindeydim.

"Meryem Hatun teyzem, sen alimi bana anlatasın."

Konudan konuya direk atlarken Mirza'da başını çekse de atı bizim atlı arabayla aynı ritimde gidiyordu.

"Anlatayım." derken elindeki eyeri de ata karşı kaldırıp indirmeyi ihmal etmiyordu. Gözlerim gökyüzünün kıyısında dolaşırken onun sözlerine kulak verdim.

"Vesveseleri azaltır. Hüzün ve kederi azaltır. Korku vehmini giderir. Allah'ı hatırlatır. Kalpte Allah'ın büyüklüğünü yayar. Kötü düşünceleri giderir. Karamsarlık hastalığına iyi gelir. Âşıkları teselli eder. Sevenleri birbirine alıştırıp yakınlaştırır. Ve o, duaların kıblesidir." *

Meryem Hatun teyze susarken ben kelimelerin hakikatleri karşısında şaşırmıştım. Ruhen rahatlatması demek ki gökyüzünün özelliğinde vardı. Başımı sağa doğru eğerek gözlerimi o mavilerin içinin derine daldırdım. Sol tarafımda acımı hissederken duygusal bir atmosfere girmiştim. Ama güzel bir atmosferdi insanı rahatlatan ve düşündüren cinstendi.

Bulutlar yavaş yavaş gökyüzünde akarken güneş yavaş yavaş yükseliyordu. At nalları, kuş sesleri, rüzgarın vurmasıyla ses çıkaran ağaçların seslerinin yanın da atlara komut veren değişik sesler duyuluyordu.

Ne kadar zaman kat ettik bilmiyorum ama gözkapaklarım daha fazla açık kalmaya dayanamazken vücudum üşümeye başlamıştı. Titreme eşliğinde bu kadar rahat kapanan göz kapaklarıma karşı duramadım. Normalde üşürken asla gözlerimi kapayamaz, uyku moduna geçemezdim.

Her zaman ki vücudumda benden kaynaklanan terlemeler kendini göstermişti. Kapanan göz kapaklarım alışık olduğum karanlığın yerine beni bir anıya taşıdılar.

Tertemiz çimlerle kaplı alanda koşturulan iki at belirdi önümde. Yeşilliklerin arasında at nalları birbirini kovalarken atların saçları rüzgarda dans ediyordu. Kulaklarıma gelen çocuk kahkaha sesiyle ben de gülümsedim. İçim neşe ile dolmuştu.

"Bey Babam geçeceğim seni!"

Sesle birlikte atları sürenlere gözlerim değdi. En önde bir kolunu serbest bırakmış diğer eliyle atın eyerini tutarak rüzgara meydan okuyan Hümeyra'nın çocukluğunu gördüm. Uzun saçları rüzgara anısını bırakırken hemen arkasındaki ata baktım. Yüzünü tam anımsayamıyordum lakin bu Hümeyra'nın babasıydı.

İkisinin kahkahaları birbirine karışırken onlardan bana geriye kalan kocaman bir gülümseme ve iç yakarıştı.

Ne güzellerdi.

"Bey babam!"

Bu ses Hümeyra'nın çocuk sesi değildi. Yine bildiğim gibi kendisi özlemini dile getirmişti. Ona çok bağlıydı. Annesini gözleri önünde ölümüne şahit olurken onun gözünde babasını değeri daha farklıydı.

O renkli tablo gözümde yavaş yavaş kalkarken orada kalmak istedim. Hümeyra'nın seslendiği gibi beni duyması için, Bey babam diye haykırdım. Ama olmuyordu teker teker sayfa paramparça oluyordu.

"Hümeyra! Kendine gelesin."

Ve onun sesi, üçüncü en büyük acımın sesi.

Babam giderken sol tarafımda tarifi mümkün olmayan acı ile gözlerimi açtım.

Buğulu gözlerimi kırptığım an beni kollarını arasına almış Mirza'yı gördüm. Ve o göz kuyruklarının sivrilmiş, endişeli gözleri. Eski Hümeyra ondan dolayı acı çekiyordu lakin onun için endişelenmesi hoşuna gidiyordu. O yeter ki böyle davransın ben bir ömür bu acıyı çekerim, diyecek kadar onu saplantı haline getirmişti. Neyse ki onu bu durumdan kurtaracak aklı başında ben vardım.

"Ahh!"

Hissettiğim acı ile birlikte sessiz bir şekilde acımı ses tellerime vurdum. Bacaklarım karın hizama gelirken başım olduğu yere daha da gömülmüştü.

"Dayan az kaldı."

İnlemelerim devam ederken Mirza, "Devam." diye bağırdı. Gözlerim yine kapanıyordu üzerime düşen halsizlik bedenimi uyanık kalmasına müsaade etmiyordu.

Atlı arabanın gidişatı ile sallanan bedenimle birlikte kısık inlemelerim yavaş yavaş azalıyordu.

Sol yanağıma bir ten kondu. Başımı gömdüğüm kıyafetinden çıkararak kendine bakmamı sağladı.

"Hümeyra uyuma."

Gözlerimi az da olsa araladım. Güneşi arkasına almış başımda bana bakan Mirza'da gözlerim kaldı.

Sol kolu ile boynumu desteklerken sol yanağımda var olan tende, onun eliydi.

"Sakın uyuma."

Başını sağa sola sallayarak beni ikaz ediyordu. Her zaman ki gibi öfke tohumları serpiştirmişti. Ama bu sefer öfkesi bana değildi. Öyle olsa bu kadar endişeli davranmazdı. Nefreti uğruna Hümeyra'ya bir adım atmıştı. Öfkesini, merhametinin önüne geçmesine müsaade etmemişti.

Boşluğa bakar gibi ona bakarken o benden gözlerini çevirip yola doğru baktı. Ne zaman atlı arabaya binmişti ne zaman beni kollarının arasına almıştı bilmiyordum. Ama acım yüzünden onun göğsüne başımı sığındırdığım gerçeği önümden aktı ve geçti.

Ondan gözlerimi ayırmadan gözlerimi açık tutmaya çalıştım. Acımla vücut bulan yaşlar kendini belli etti ve onun eline ulaştı.

Yola doğru bakan gözleri bana döndü. Bakışları ben de kalan teninde durdu. Tenini benden ayırırken onun yerini tuzlu bir damla su bıraktı. Gözlerim kapanırken sessizce inledim. Sol kolum artık bana fazlalık geliyordu. Belki de gerçekten kesilecek duruma gelmişti.

Alnımda hissettiğim kumaş parçası ile gözlerimi araladım. Sol yanağımdaki teni meğersem mendil almak için ayrılmıştı. Kumaş parçası alnımdaki teri emerken yanaklarıma indi. Tüm yüzümü kuruladıktan sonra tekrar gözlerimiz birleşti.

"Gözümü açtığım..."

"Ne dedin?"

Kısık sesimi duyamayarak başını bana doğru eğerek çevirdi. Kulağına konuşmamı istedi. Bu kadar yakın olmayı şimdilik sıkıntı etmeyerek devam ettim.

"Gözümü ilk açtığımda doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni teste tutmuştun. Hatırladın mı?"

Nefesim onun kulağına değerken o ne dediğimi anlamış bir şekilde yavaşça başını bana çevirdi. Ama yakınlığı bozarak biraz uzaklaştı ve sadece baktı. Yüzünü okumak isterdim lakin çoğu zaman mimiklerine sahip olabiliyordu. Ve o zaman şu anda dahildi.

Ağzımı tekrar açıp konuşacağımı anladığında tekrardan yakınlaştı.

"En değer verdiğim kişiyi nereden biliyordun?"

Gence Bey yani babama karşı düşkünlüğümü nereden biliyordu da buradan vurmaya kalkışmıştı?

Yüzünü benden uzaklaştırarak kaşlarını kaldırarak bana baktı. Derin nefes alarak sözü aldı. Bir şeyler hoşuna gitmemişti.

"Evleneceğim kişiyi araştırmıştım."

"Hım..." diyerek gözlerim gökyüzüne kaymıştı. Ağaçlar arada kapatsa da görüyordum.

"Ne zaman hatırladığımı sormadın."

Asıl sorum aslında buydu. Bundan dolayı onun önüne yem atmıştım. Bana saldırmasını uzaklaşmasını istedim.

Yanağımda beliren teri kumaşla silerken bana bakmasa da hafif gülümsediğini gördüm. Bundan dolayı ben de tebessüm eder gibi olarak, "Gülümsemeni yakaladım."

Neden bana tebessüm ettin?

Yarı açık gözlerle ağrı ile mefta olacak ben, onunla uğraşmak istedim.

Gözlerini yola dikerek kapattı derin bir nefes aldı ve bana geri döndü. O tebessümün içten gelmediğini yaptığı hareketlerle anlamıştım. Adam sadece sana yardım ediyor Hümeyra, sen ise bu halde kalbini hızlandırmakla uğraşıyorsun.

Mendili parmaklarının arasına sıkıştırıp işaret parmağını alnıma doğru getirerek hafifçe iki kere vurunca kaşlarım çatılmıştı.

"O küçük aklında beni test etmeye çalışmayasın. O teste kalan ses olursun."

Başımı çevirerek parmağından kaçtım. Yol bitmiyordu gözlerim yine tekrardan kapanmaya başlamıştı. Ruhum çekiliyor gibi hissediyordum.

"Bey'im konuşturasın. Uyursa, Allah korusun kolu değil tüm yaşamını kaybeder."

Uzaktan Akkaş Bey'in dediklerini hala uyanık olan kulaklarım duyunca, bu sefer uykuya kendimi teslim etmek istedim. Lakin eliyle başımı kendine çeviren Mirza ile birlikte bu pekte mümkün olmuyordu.

"Hümeyra." diye adımı seslense de gözlerimi açmadım. Bir ihtimal dedim bir ihtimal kurtulurum.

Yanağımdaki eli ile başımı sallayıp ismimi zikrederken onların arasına şu soru girdi.

"Ne zaman hatırladığının cevabını duymak ister misin?"

Gözlerimi açacaktım ki ismimi tekrarlanması ile açtım.

"Kapatma gözlerini." diyerek bana sesini yükseltti. Onun sinirli haline gıcıklık olsun diye tekrardan hızlıca kapadım gözlerimi.

"Hümeyra, kendi kendini yakmak istersin be Hatun!"

Sol kolumun acısına tahammül edemezken Mirza'nın lafları ile birlikte çiçeklenmek isteyen kalbin küflenmesini çekiyordum. Ne yorucu bir rüya...

Gözlerimi açarak ona, "Söyle." dedim.

Ben boşu boşuna eski Hümeyra'nın kalbi ilgileniyordum o hiç vazgeçmiyordu. Bazen dilimi esir alıyor bazen de duygularımı. Söylemediğim şeyleri onun yüzünden dilimle zikrediyorum.

"Sazlık Obası'nda kaldığımız vaktin gecesinde ortalıkta kaybolmuştun işte o zaman bir şeyler hatırladığını sezmiştim. Sonra ise çadırda yangın çıktığı günün ardından sayıklamalarını duydum."

Çadırda çıkan yangın gözümün önünden geçerken Hümeyra'nın annesinin hayatını ateşler içerisinde verdiği günün anısı da kendini belli etmişti.

"Ne kadar yolumuz kaldı?" diye sorarak konuyu değiştirdim.

"Çok az kaldı." diyerek beni yanıtladı. Hazır onu konuşur bir vaziyette yakaladığımdan ona aynı Aybike'ye sorduğum soruyu sordum.

"Ben nasıl birisiydim?"

Sorduğum soruyla cevapsız kalmıştı. Gözlerini benden kaçırarak ne demesi gerektiğini düşünürken zorlandığını gördüm.

"Çoğu kişi eski Hümeyra'ya benzemediğimi söylüyor. O senin gözünde nasıl biriydi?"

"Bunun ne önemi vardır?"

Soruma soru ile karşılık vermesi gerçekten zorlandığına işaretti. Yoksa gerçekten Hümeyra'yı seviyor muydu? Olabilir miydi bu? Hümeyra'nın kalbi hızla artarken kısık gözlerim biraz daha aralanmıştı.

"Bilmiyorum." dedi mırın kırın ederek sonunda çok düşündüğü şeyi söylemişti.

Söylediği şeye sinirlenerek, "Ne demek bilmiyorum? İnsan bilmediği insanla evlenir mi? Bilmediği insanı öldürmeye çalışır mı?"

O nasıl bilmiyorsa ben de bilerek onu kışkırtıyor adeta damarına basıyordum.

Gözlerini sinirlen kaçırarak belimin bir el tarafından sıkıldığını hissederek sağ elimle uzanıp eline dokundum. Gözleri beni bulurken ağaç dalları onun arkasından dalıp geçti. Dışarıdan gören insan bizi mutlu bir çift olarak sanarken iki azılı düşman oldukları akıllarına bile gelmezdi.

Başını bana doğru eğerken çekinerek başımı geriye ittim lakin onun koluyla durmuştu. Burunlarımıza ramak kala durdu kısık sesiyle kartal gözlerini kısarak ciddiyetle:

"Barış gelsin diye düzenlenen evlilik için, ne sana ne de bana soruldu. Sorulmayan bir evlilik için ne araştırmaya gerek vardır ne de sormaya! Hele ki o Hatun, yılan obasının baş liderlerinden ise!"

Sözleri teker teker yüreğime doğru inerken göz yaşlarımın olduğu kanala haber yollamıştı. Onun yüzünden bilmem kaçıncı kez yüreğime sonbahar inmişti.

Gözyaşım yanağımda hissettiğim vakit ağlamaklı bir sesle, "Kolumu acıtıyorsun?"

Kalbimi acıtıyorsun!

O geriye doğru çekilirken bir hıçkırık firar etti ağzımdan. Ne yapacağını bilmeyerek öylece kalırken sarsılan bedenim ile kolum ağrıyordu. Gözlerimi sıkıca kapatırken bacaklarımı karnıma doğru çektim.

"Bey'im geldik!"

Akkaş Bey'in sesiyle birlikte atlı arabada bir süre sonra durmuştu. Gözlerimi açıp sağ elimle silecekken onun mendili devreye girmişti. Akan gözyaşlarımı kolumun acısından kaynaklandığını sanıyordu. Keza ben de öyle sanıyordum.

Gözlerimi onunla buluşturmadan ister istemez ona tekrardan tavır almıştım.Mendili yanaklarımda dolaştıktan sonra belimdeki elini sırtıma koydu. Diğer elini bacaklarımın altına geçirerek beni kucağına çekti. Başım göğsüne iyice sığınırken boynuna gözlerim değmişti.

Yerinden canlanarak yavaşça teması keserek bütün yükümü kendine aldı. Atlı arabadan kendi ile birlikte beni indirdi.

Ormanın içine yapılmış tek otağa doğru hareket ederken tahta kapısı açıldı. Karanlığın içerisinden kadın belirdi.

O karanlığa doğru hızlı adımlarla ilerlerken otağın dışında yanan bir ocak, ileride küçük bir bostan vardı. Otağ çember şekline alınmış mızrakların ucuna beyaz çaputlar bağlanmıştı.

Karanlık alana doğru girdiğimizde Akkaş Bey kadına durumu izah ediyordu.

"Yatağa yatırasın."

Mirza, kadının sözleri ile yerde hazır olan döşeğe doğru götürerek yavaşça bedenimi bıraktı. Yakınımdan çekilip kadının yanına gitti.

Kahverengi tonlarında giyim şeklini benimsemiş kadının örgülü saçlarına beyaz aklar inmişti. Göz çevresini siyah renkle çevirirken yüzündeki kırışıkları kapatacak bir şey yapmamıştı. Başında değişik kuş tüyleri ile süslerken bana baktı. Tuhaf bir kadındı bir o kadar da ürkütücü. Şifacı diye beni bu kadına getirmişler ise bakımlı ve güzel giyimli Akkaş Bey ne oluyordu.

"Çıkasınız."

Tek eliyle ben hariç içerideki kişilerin dışarı çıkması için hareket yaptı ve benim yanıma geldi.

O sırada boynundaki kemiklerden yapılma kolye gördüğümden dolayı çok istemesem de bu kadından daha az ürkütücü olan Mirza'ya gözlerimi çevirdim. O da baktıktan sonra kadına, "Hatunumdur." diyerek kadına açıklama yaptı.

Kadın ise bir bana bir de Mirza'ya bakarak, "Ya çıkarsın ya da Hatunun ölür."

Gözlerimi şaşırarak kadına baktım. Ne olurdu da yanımda kalsaydı. Kadının yüzümdeki ifadeyi okumamasına imkan yoktu. Çok çabuk içimdeki duyguları mimiklerime yansıtırdım.

Kapının kapanma sesiyle odada beni yalnız bırakışına sinirlendim. Üzerime eğilen kadın ile ilgi odağımı ona çektim. Belindeki bıçağı bana doğru yaklaştırırken kendimi sıktım. Bunun neticesi ile ağrımı daha fazla artırdım. Dişlerimi sıkarken sol tarafımda, kumaş kesilme sesi duyunca bakışlarım yarama gitmişti. Sol omzum tamamen siyaha bürünürken bu siyahlık koluma doğru inmeye başlamıştı.

"Zehir, çok yayılmış."

"Kolumu keseceksiniz." Sesim varla yok arasında çıkarken kadın sanki beni hiç duymaz gibi yine konuşmaya başladı.

"Otlardan sürülmesi gerek. Nereye koymuştum akrepleri?"

Yanımdan ayrılırken ağzım bir karış açılmıştı. Akrepleri mi getirecekti. Normal miydi bu kadın? Giyimi bile normal değilken akrebe mi takıldın? Deli gibi davranıyor.

Yanıma geldiğinden ne yaptığına izlerken o, "Kendinden farklı insan görünce deli der, yadırgar. Halbuki kendisi delidir."

"Nesin sen? İçimi okuyan bir büyücü falan mı?"

Otları kapına koyup karıştırırken beni sonunda duymuştu. Bana cevap verdi:

"Nesin sen? Ön yargıcı bir adaletçi mi?"

"Ben gördüğümü söylüyorum."

"Evet, sadece gözünle görürsün."

Ya neyimle görecektim ki?

"Senin kaybettiğin nokta da bu. Sen sadece gözünle görüyorsun. Sabretmiyor, kaçıyorsun."

Sözlerini söyledikten sonra açılan ağzımı cümleleri kapamıştı. Ben gerçekten böyle bir insan mıydım?

Sadece görüp karar kılan bundan dolayı sabretmeyen kaçan birisi miydim?

Sol tarafımda büyük bir acı hissedince acım çığlığa dönüşmüştü. Ayaklarım karnıma doğru çekerken nefessiz kaldığımı hissettim. Gözlerim acıyla kapanırken zihnim de dayanamayıp kapanmıştı.

Bir mum yanıyordu. Tek başınaydı. Otağ gibi bir yerdeydi. Ama mum sadece önündeki küçük kalın kağıda yanıyordu. Hümeyra, tahtadan oyulmuş kalem ucunu bir kaba soktu uzun tutmayarak hemen çıkardı. Kağıdın üzerine getirerek bir şeyler yazıyordu. Tahta kalem kağıtta hızlı hızlı hareket ederken benim tek gördüğüm şey yazının altına çizilen zarif bir kuğu resmiydi.

Kalemi köşeye bırakarak elindeki kağıdı kuruması için salladı. Silindirik bir şekilde sarıp açılmaması için eline ip aldı. Ben bağlayacağını düşünürken karanlıkta olan demir parmaklıklara uzandı. Görüntü bana doğru biraz daha yaklaşırken şahinin ayağına kağıdı bağladığını gördüm.

Zihnim tekrardan uyanmaya başlarken ilerleyen zamanı göremedim. Gözlerimi araladım. Tüm enerjim çekilmiş gibiydi. Etrafta yanan mumların ışı ile kadını gördüm. Yanıma gelip elindeki tahta kaşığı dudaklarıma doğru uzatınca araladım. Bir şeyler söylese de onu bir türlü algılayamıyor haldeydim. Tadını algılayamadığım sıvıyı yutkunarak gönderdim. Kadının uğultu sesi kesilirken başını arkaya çevirip baktı. Bir şeyler söylüyordu.

"Nasıl?"

Tek onun sesini kulaklarım algılamıştı. Bütün uğultuların içinden onun sesini nasıl olurda bu kadar net duyabilirdim?

Hümeyra'nın kalbi değil bütün uzuvları ona yöneliyordu.

Kadının uğultulu sesi devam ederken onun sesini daha fazla duyamaz iken gözlerim tekrardan kapanışa geçmişti. Zihnim kendini karanlıkta bırakıp anılara yelken açmıştı.

Bu sefer farklı bir yerdeydim. Güneşin batması ile gökyüzünde havalanan kuşları seyreden Hümeyra vardı. Kendini kaptırmış şekilde uzaklara bakıyordu. Daldığı güzel görüntüden omzuna konan el ile kendine geldi. Elin sahibi kim diye bakarken yanında ona gülümseyerek bakarak amcası Abdül Bey'i görünce o da gülümsedi.

"Senin gibi bir yeğene sahip olmak Allah tarafından bana verilen bir lütuf."

"Estağfirullah."

"Öyle öyle..." diyerek başını salladı. Amcası da aynı Hümeyra gibi uzaklara dalarak konuşmasını devam ettirdi.

"Bu yolculuk senin için zor olacak."

"Merak etme amca üstesinden gelirim. Bilirsin ben babamın kızıyım."

Hümeyra'nın lafları üzerine Abdül Bey güldü. Öyle, dercesine kafasını salladı.

"Sahra Sarayı'na fazlalık olan Kör Sultan'ın inmesi için teker teker işlediğimiz planın sonuna geldik."

Abdül Bey sözleri ile birlikte iki eliyle Hümeyra'nın ellerini tutarak kendine dönmesini sağladı.

"Hata yapamazsın kızım. Bu planı tamamlayacak kişi sensin."

Gözlerinin içine bakan Hümeyra emin bir şekilde başını olumlu bir şekilde salladı. Abdül Bey ona gülümseyip başını sallayarak ellerini bıraktı. Yanından ayrılıp arkasını dönerken gülümser bir şekilde bakan Hümeyra, amacının arkasından ciddiyetini bürünmüştü. Amcasının gidişine odaklanan Hümeyra derin bir nefes verdi.

 

*İmam Gazali

Selamünaleyküm Hümeyra gibi karmaşanın ortasında kalanlar💐

🌙Eskiye dair anılara daha fazla yer verip bu bilinmez labirentin içinde kimseyi sıkmak istemiyorum. Ama anılara güzel sahip çıkmanızı istiyorum. Çünkü onları bir araya getirip bu karmaşayı hep birlikte kaldıracağız.

🗡️Mirza Bey'imiz asabimiz ama merhametlimiz, başını Hümeyra'nın yastığına koymuş kıymetlimiz hakkında düşüncelerinizi alabilir miyim?

🗡️Abdül Bey, 'Bu planı tamamlayacak kişi sensin.' diyerek Hümeyra'ya nasıl bir görev adletmiş olabilir?

Loading...
0%