Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@lilyum_cicegi

Oy ve yorumlarını bekliyorum


"Sen Okçular Obası'ı, Mirza Bey'in Hatun'usun. Sen benim karımsın Hümeyra!"

Gözlerim, ilk başta ciddi bir yüz ifadesi olan adamın yüzünde dolaştı. Sonra kaşlarım havaya kalktı, aramızdan bir rüzgar geçti. Dediklerini teker teker zihnimde tartmama rağmen bir türlü hesabı tutturamıyordum. Yanlış olan ya zihnimdi, ya da bu adam.

"Hıh?" diyebildim sadece. Hani böyle bazı anlar vardır. Söylemek istediğin sözcükleri söyleyemez, sadece karşı tarafa cevabını iletmek için saçma sözcükler sıralarsın ya, işte ben de şu an onu yapmıştım.

"Benim karımsın." dedi, dediklerini tekrarlayarak. Ama bir sorun vardı. Bir insan karısına bu sözcüğü söylerken, etrafa öfke tohumları saçar mıydı? Ah hatlar karıştı bu adam oba diyor!

"Oban var." dedim, onu anlamak için yüz ifadem şekilden şekle giriyordu. Bir şeyleri anlamak ve inanmak için resmen kendimi zorluyordum.

"Evet." Kollarını göğsünde bağladı. Tekrar aramızdan rüzgar geçince bir ürperdi hissettim. Isınmakta zorlanan bedenim, bu ince elbiseye ve çıplak ayaklı halime acıyarak bakıyordu.

"Adın Mirza ve ben senin karınım." Zihnimdeki kelimeleri dilimle tekrarladım ve ona saniyelik bir bakış attım. Bıkkınlıkla bana bakarken, kendisi de ben de bir şeyler bulmak ister gibi arayışa çıkmıştı.

"Oba, bey ve bey karısı..." dedim ve ufak bir sessizlikten sonra gülmeye başladım. Kendimi tutamayarak gülerken, adamın ciddi bakışları altında elimi ağzıma kapattım ama kendimi tutamıyordum. Biraz toparlandıktan sonra:

"Kimsin sen?" dedim, ciddiyetimi takınarak. O ise, "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" deyince ben de durmayıp, "Asıl ben sabır çekmeliyim!" dedim sinirle.

"Anlaşıldı başka çare bırakmadın." dedi ve koca adımlar atarak yanıma geldi. Yüreğimdeki korku gözlerime inerken, bir çırpıda beni omzuna aldı. Sağ kolumda hissettiğim acı beni kendime getirince, olduğum yerde çırpınmaya başladım.

"Ne yaptığını sanıyorsun! Bırak beni!"

Sol kolumla sırtına vururken ayaklarım ile tekmelemeye çalışıyordum. Lakin bacaklarımı kıpırdatmayacak şekilde elleriyle sardığı için hiçbir şey yapmıyordum.

Tanımadığım bir adam, onu karısı olduğumu söylemişti. Şimdi zorla beni bilmediğim bir yere götürüyordu. Ve bana son derece yakındı. Bir eli baldırımı sararken bir eli ile de açıkta kalan ayak bileklerimi tutuyordu. Yüzüm endişeli bir hâl takınırken, bir yandan da nasıl kaçacağımı düşünüyordum.

"İmdat! Yardım edin!" diye bağırırken hıçkırıklarım boğazıma dizildi. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Sanki son anlarımı yaşıyormuş gibiydim. Hıçkırıklarım etrafı sararken onun adımları durunca içimi dehşet bir korku saldı. Baldırımdaki el geri çekildi, elini belimde hissedince gözlerim açılmanın son raddesini yaşadı. Ama sonra ayaklarım toprakla buluşunca kaçmak için etrafa bakındım. İleride yanan ışıkları görünce gözlerim direk oraya varmıştı. Beni omzundan indirse de kolumu bırakmadığı için kaçamıyordum.

"Işıklı olan yer Okçular Oba'sı. Oraya gideceğiz." dedi ona alttan altta bakarken yüzümü sağ elimle sildim. Canım acısa da bunu yapmak zorundaydım çünkü diğer kolum adamın ellerinde hapisteydi.

Bana açıklama yaptıktan sonra kolumdan elini çekmeyerek yürümeye başladı. O önde ben ise yalın ayak onu takip ediyordum. Işıklara daha çok yaklaşınca etrafa ışık saçanın meşaleler olduğunu gördüm. Gözcülük yapmak için tahta köprülerin üzerinde duran adamlara doğru, "Alp buraya gelesin." diye bağırdı. İçlerinden birisi acele bir şekilde yanımıza gelince o, gövdesi ile beni kapatmıştı.

"Hümeyra Hatun'a bir kaftan ve çarık getiresin."

"Hemen Bey'im." dedikten sonra bir çırpıda yanından ayrıldı. Ben de o sırada onun omzunun üzerinden etrafı, tuzlu su ile dolan gözlerimle seyre daldım. Gözcülerden biraz daha arkada durup nöbet tutan askeri ve koca koca yanan ateşlerin etrafını nasıl aydınlattığına şahit oldum. Bir sürü kubbeli çadır ve etrafı aydınlatan meşale vardı. Tek tük insanlar etrafta dolaşırken onların bir kısmı bellerinde kılıçlarıyla gezen asker tipli insanlardı.

"Buyur Bey'im." dedi ve önümdeki adama eşyaları uzatıp gitti. Sonunda elini kolumdan ayırıp bana dönünce ben de bakışlarımı ona çevirdim. Fazla yakındık bundan rahatsız olup geri çekildim. Lakin o, arka tarafımdan beni yumuşak bir şeyle sarmaladı. Ondan uzağa gidemeyip öylece kaldım. İki omuzumda hissettiğim yumuşaklık ile sakinlerken elleri, göğüs tarafımda durdu ve ipleri bağladı. Bütün vücudumu saran kaftanı incelerken onun önümde diz çöktüğünü görünce merakla ona baktım. Tenimde hissettiğim tenini görünce hemen ayak bileğimi kaçırıp onu omuzlarından geri ittim. Fazla oluyordu.

"Ben giyerim." dedim ağlamaktan kısılan sesimle. Onun önünden çarıkları alıp kanlı ve çamurlu ayaklarımı içine soktum. Ayaklarımda gördüğüm manzara ile yüzümü buruştururken onun gözlerinin ben de yine arayışa çıktını gördüm.

"Yanımdan ayrılma." dedi ve ilerlemeye başladı ben de çarıkların ayaklarıma hissettirdiği rahatsızlıkla yürüdüm. Gözlerimi ayaklarımdan farklı bir yere çekince etraftaki insanların, donuk ve şaşkın bakışlarıyla karşılaştım. İçlerinden birisinin, "Yazık" kelimesini duysam da yolumdan şaşmayıp devam ettim. Kubbeli bir çadırın önünde durduk. Kapıda bekleyen adamlar önümdeki adama selam verirken, tahta kapı birden açıldı. Gözlerimi ilk açtığım zaman gördüğüm kızla, göz göze geldim.

"Hanım'ım." dedi yakarışla. Bana üzgünce baktığı gözleri yanımda duran adamda durunca kendini toparlar gibi oldu.

"Sen Hanım'ına böyle mi sahip çıkıyorsun?" deyince karşıdaki kızın iki büklüm olduğunu gördüm. Sonra kolumdan çekerek beni kubbeli çadıra yönlendirdi ve kapılar tekrardan ardından kapandı. Kolumu elinden kurtarmak için çektim lakin o bana bakıp bırakmasaydı, pek başarılı olacağım zannetmiyordum.

"Burada ne oluyor?" dedi, kafası ile beni göstererek. Kız ellerini önünde bağlayarak mahcup bir tavır takındı sonra ise aklındaki cümleleri teker teker ağzından bıraktı.

"Bey'im! Akkaş bey, Hanım'ımın havsalasını kaybettiğini söyledi."

Odadaki iki kişi olandan haberdar iken ben, neden hafızamı kaybettiğimi düşünüyordum. 21. yüzyılda yaşayan sıradan bir insandım. Yoksa ben gidip geldim mi? Yok canım olmaz öyle şey. O kadar mübarek bir insan değilim. Eee peki neden buradayım?

Dertli bir şekilde nefes verirken sesim resmen odadaki kilimlere çarptı, gözler bana döndü.

"Bey'im haddim değildir lakin peki ne olacak?" diye sordu çekingen tavırla. Ben de soruyla ilgilenmeyip neden bu kubbeli çadırla olduğumu sorguluyordum. Odada derin bir sessizlik hakimken ben olayların verdiği yorgunluğa dayanamayıp olduğum yere oturdum. Ayağımı rahatsız eden çarıkları yavaş bir şekilde çıkarırken yanıma adı Aybike olan kız geldi.

"Yardım edeyim Hanım'ım." derken zamanı olmasa da dayanamayıp, "Niye bana Hanım'ım diyorsun?" dedim. Ayaklarımın haline baktığımda yüzüm buruşturup bir yandan bu saçma seslenişe çözüm bulmaya çalışıyordum.

Kızın gözleri ileride ceberut gibi dikilen adama gidince ben de gözlerimi o tarafa çevirdim. Ve tekrardan ben de arayışa çıkan gözlerle karşılaştım. Kaba adamdan gözlerimi kaçırıp önümde duran kıza sessiz bir şekilde:

"Bu adam ne zaman çıkacak?" diye sorduğumda kızın gözleri şaşkın bir hâl almıştı. Sonra geriye dolan gözlerle bana baktı. Elini ağzına kapattığında ağlayacağını anladım. Ellerimi kendime çekerek:

"Bir şey demedim ki neden ağlıyorsun?" diye sordum. Resmen delilerin arasına düşmüştüm.

"Bir delirmen eksikti!" Benim iç sesimle zıt olan sesin kaynağına sinirli gözlerle bakarken çadırdan çıkan sırtla karşılaştım. Derin derin aldığım nefesler sinirimle harmanlanıyor adete alev olma durumuna geliyordu.

"Hanım'ım.."

"Hümeyra. Benim ismim Hümeyra!" dedim karşımdaki ağlamamak için kendini tutan kıza.

"Peki, Hümeyra Hatun." deyince gözlerimi sıkı sıkı kapattım. Bir de hatun kelimesi eksikti.

"Yaraların için şifacı Akkaş Bey'i çağırtayım." dedikten sonra kurulduğu yerden kalkarak tahta olan kapıyı açtı. Kapıda duran askerlere şifacıyı çağırmalarını söyledikten sonra tekrar yanıma geldi. Demir leğenin içine ibrikten su koydu. İçine bez attı ve tekrardan yanıma geldi. Ayaklarımdaki pisliği temizleyeceğini anladığım için:

"Ben yapardım." desem de beni saymayıp yavaş bir şekilde temizliyordu. Ben ise ellerim ile elbisemin uçlarını tutarak kaçmamak için kendimi zor tutuyordum. Canım fazlasıyla acıyordu. Aklıma birden nenemin bir sözü geldi, 'Hiç acıya dayanamıyorsun.' der gülerdi. Evet fiziksel acılara dayanağım yoktu. İçsel acılarım kendimle olan tartışmalarımla derbederken, başkaları etkileyemiyordu. Çünkü ben başkaları benim nezim de önemli insanlar değildi.

İkide bir soru dolu bakışlarla bana bakan Aybike'ye, "Sor hadi." dedim inleyerek. İlk önce söyleyecek gibi oldu ama sonra çekindi. Ben de ondan cevap beklercesine başımla onay verdim.

"Gerçekten havsalanızı mı yitirdiniz?" deyince ben de, "Hayır." diyerek yanıtladım. Gözlerinde ışık parladı, kız ayak uçlarımdan kalkıp hemen dibime geldi.

"Oyun mu ediyorsunuz?"

Eliyle ağzını kapatarak, korku ve şaşkın dolu hâlde bana baktı. Ben de onun bu tavrını anlamak için hafif gülümseyerek baksam da kafamı avuçlarımın arasına alıp avazım çıktığı kadar bağırıp ağlamak istiyordum.

"Sana güvenebilir miyim?" diye sessiz bir tonda ona konuştum. O da hızlıca başını salladı ve ağzımdan hiçbir şey kaçırmamak için gözlerini irice açıp bana odaklandı. Dudaklarımı yaladıktan sonra ona:

"Aslında ben sandığınız kişi değilim." dedi ciddiyetle. O ise geri çekilip beni anlamaya çalışırcasına kaşlarını çattı.

"Nasıl?"

"Ben de bilmiyorum. Ben en son yatağıma uzanmış dizi izliyordum. Sonra gözlerimi açtığımda kendimi burada buldum."

"Hanım'ım!" dedi haykırarak. Ben onun bu hareketine sadece gözlerimi kırparak cevap vermiştim. Hayatımda böyle değişik bir kız görmedim. Yoksa ikizler burcu muydu? Yok ya sanki ikizler duygusal değildi. Balıktı evet balık...

"Ben havsalanızı kaybettiğinizi zannediyordum. Ama siz çok tuhaf şeyler söylüyorsunuz." dedikleri ile burçlardan çıkıp ona baktım. Hem ayaklarımı temizliyor hem de ağlıyordu. Ama ben ikide bir bebek gibi ağlayan kızları sevmezdim.

"Ayhh" diyerek iç bunalımı dışa vurduktan sonra, "Yok öyle bir şey şaka yaptım. Sadece kimseyi hatırlamıyorum. O kadar, tamam mı?" diye bıkkın bir gülümsemeyle sordum. Tamam dercesine başını salladıktan sonra kapı çalındı.

"Müsaade var mıdır?" dışarıdan kalın bir erkek sesi duyduğum için hemen açılan bacaklarımı örttüm. Şifacı olan adam ayaklarıma bakacağı için onlar açık bırakmak zorunda kaldım. Ben öylece sabırla beklerken tekrardan aynı cümleleri duyunca, Aybike'ye baktım. O ise bir kapıya birde bana bakıyordu. Elimle ona kapıyı işaret ettikten sonra o da sesini biraz yükselterek:

"Buyurasın!" dedi ve ayağa kalktı. Kapının gıcırtılı sesinden sonra içeri kısa boylu iri bir adam girdi.

"Hümeyra Hatun" diyerek başıyla selam verince ben de ortama ayak uydurmak için başımla selam verdim. Hemen yanında getirdiği deriden yapılma çantayı yere bırakarak ayak ucuma oturdu.

"Hatun, kandili getirip buraya tutasın."

Şifacı adamın sözleriyle Aybike yerinden kalkıp kandili aldı ve ayak ucuma getirdi. Adam ayağıma kaşlarını çatarak baktıktan sonra deri çantasına uzandı ve içinden cam şişe çıkarıp Aybike'ye verdi.

"Bunu süresiniz. Bir süre ayakta dolaşmamaya çalışın." dedi bana yönelerek.

"Akkaş Bey, Hümeyra Hatun ne zaman iyileşecek?" Aybike'nin sorusuyla, adam ise başını hafif sallayarak:

"Allah'tan ümit kesilmez."

Kaşlarımı kaldırarak adamın dedikleriyle alttan güldüm. Aybike ise benim halimi görüp tuhaf bakınca ona omuz silktim. Sonra adam koluma uzandı ve kumaşı bıçak ile kestikten sonra çantasına uzandı. Yatay boyutlu kabın kapağını açarak içindeki yeşil katı karışımı eline aldı ve yarama bastırınca gözlerim ve dişlerim sımsıkı kapanmış acıyı orta dozla bastırmaya çalışıyordu. Koluma sarılan temiz kumaşla birlikte adamın işi bitmişti. Ellerini bezle temizledikten sonra sonra çantasını toparlayıp bana başıyla selam verip yanımızdan ayrıldı.

"Kaç gündür bir şey yiyemediniz ben size gidip yemek getireyim." dedi ve odanın ortasında durdu ve bana baktı.

"Ne olur bir yere ayrılmayın." deyince ben de kafamı olumlu bir şekilde salladım. Zaten kaçsam da nereye kaçabilirdim ki?

Aybike çıktıktan sonra emekleye emekleye kalın kilim halının önüne geldim ve kaldırarak başka bir odaya açılan yere girdim. Bozduğum yatak yerinde duruyordu. Aynı şekilde odada yana ateş. Her şey aynı duruyordu da bir tek ben buraya fazlalıktım.

"Yoksa başka birinin bedenine mi girdim?" diye korkarak elimi göğsüme koydum. Sonra elimi havada sallayarak söylediğim şeye sırıtarak:

"Böyle bir şey olamaz Hümeyra. Az aklını çalıştır Müslümansın kızım sen!" Kendi kedime gülerken birden yüzüm dondu ve aklıma gelen sözcükleri dilimle sıraladım.

"Cin!"

"Yok be!"

"Euzubillahimineşşeydanirracim.." diye başlayarak üç nas ve felak okumaya başlarken gözlerim tedirgin bir şekilde etrafa gidiyordu. O sırada masanın önünde ışığın verdiği kırılma ile yansıyan aynayı gördüm. Sol elimi yere koyarak tekrardan emeklemeye başladım. Çünkü hem ayaklarım yaralı hem de merhemliydi. Uzanıp aynayı aldıktan sonra hemen korku ile kendime baktım.

"Ee bu benim." dedim anlamayarak. Yaklaştım, uzaklaştım, konumu değiştirdim ama yine bendim. Bu nasıl olurdu? Neden olurdu?

"Neden? Neden?" diye düşünürken en son yaptığım şeyleri düşünmeye başladım. Kitabımı bitirip dizi izlemek için yatağıma uzanmıştım. Ama sonrası yoktu. Derin düşüncelere dalarken bağdaş kurmuş, başımı iki elimin arasına almıştım.

"Hümeyra Hatun!" diye kalın bir ses duyulunca irkilerek arkamı döndüm. O kadar belirsizliğin içinde hiç görmek istemediğim birisini görünce, bıkkın bir ses ve yüz ifadesiyle:

"Burada ne işin var?" dedim ve bu obanın beyine göz devirdim.

"Konuşmamız lazım."

"Konuş ve git.." son cümlemi bitiremeden karanlık inmiş gözleri ile göz göze gelince lafımı değiştirip, "Kafana göre takılabilirsiniz." diyerek önüme döndüm.

"Kafama göre mi?" diye sorgulayan ses tonunu duysam da cevap vermedim. Adama karşı hiçte güzel olmayan nefret besliyordum. Belki de beni öldürmek isteyen gözlerle karşılaştığım için bu kadar ürküyor ve ondan dolayı nefret besliyor olabilirdim. Onu da geçtim. Ben insanlar ile iletişim kurmayı sevmediğim için bir kavga veya tartışma ortamında bile karşılaşmamıştım. Bu kadar tedirgin olmam pekte yanlış ve çocuksu sayılmazdı. Yoksa ben öyle korkak değildim!

Yanıma gelip bağdaş kurup oturduğunu görünce başımı hafif ona çevirdim. O ise:

"Gence Bey'in ölümü çok acı verici olmalı." dedi ve tekrardan yüzümde arayışa çıktı. Ben onun dediklerine anlamsız bir şekilde baktım. Yüzümde dolaşan gözleri, gözlerimi buldu ve kaşlarını çattı. Sinirle nefesini bıraktı ve yumruk yaptığı elini yere yapıştırınca geriye doğru gitmesem de vücudum tedirgin bir şekilde tepkiler veriyordu. Aybike nerede kalmıştı? Tabi o da gelse bu adama karşı güçsüz kaldığını görmüştüm. Acaba sinir hastası olma ihtimali var mıydı? Öyle ise aramızda metreler olması lazımdı.

"Gence Bey.." diye söze başlarken ben onun sesini kesmesine sebep oldum. Evet adamdan çekiniyordum lakin bu durumum ağzı var dili yok birisi olmama sebep olacak bir kavram değildi.

"Kimden bahsettiğini bilmiyorum."

Siyaha vurgun asil gözlerinde gözlerim dolanırken tedirgin olup geriye kaçtılar. Ben önümdeki tahta masa tarzında ama ayakları kısa olan şeye bakarken o sırtını tahta rahle tarzında masaya yasladı ve yüzünü bana döndü. Ben de bir şeyler aradığı kesindi ama ne arıyordu orası benim açımdan muamma idi.

"Hatırlamıyorsun." dedi sessiz bir mırıltıyla. Onun sesiyle parmaklarımın oynayışına takılmış gözlerim, yüzüne uzandı. Benim bakmamla o da bana baktı. O nasıl ki ben de bir arayışa çıkmışsa ben de onda keşfe çıktım. Bir yarası vardı ve o yaranın sahibi bendim. Yoksa bir insan bir insana bu denli öfke perdesi inmiş gözlerle bakmazdı. Anlamaya çalıştım ama bulamadım. Karısı olduğumu söylemişti. Acaba onu aldatmış mıydım? Daha doğrusu onu bu beden aldatmış mıydı?

"Bana olan nefretin uzuvlarına yayılmış, etrafa öfke saçıyorsun." dedim, kısık sesle. O ise başındaki deriden yapılma şapkayı ellerine hapsetti. O sırada kendi gibi yorulmuş siyah saçları, sıcak ten rengine döküldü. Başını eğerek yandan bana bir bakış attı. Nefretini gizler gibi olmuştu. Eliyle alnını ovaladıktan sonra kapıdan sonunda bir ses duyulmuştu.

"Müsaade var mıdır Hümeyra Hatun?"

"Gelebilirsin." diye yanıtladıktan sonra bana bakmayan gözler tekrar beni bulmuş, bana anlamsızlığı özetleyen bir bakış atmıştı.

"Mirza Bey'im." deyip başıyla selam verince, o da aynı şekilde başını sallamıştı. Ben de vücudumu Aybike'ye çevirerek oturdum. Önüme koyduğu tahta tepsinin içindeki bulgur pilavı ve tavuk etini görünce gözlerim ışıldadı ve karnımdan her uzvumu uyaracak bir işaret gelmişti. Hemen ellerimle karnımı kapatsam da olan olmuştu. Hiçbir şey çaktırmayıp tahta kaşığı avuçlarıma almak için tepsiye uzandım. Lakin şu an ki ortamda yemek yemem biraz zordu. Normalde ya nenemle ya da yalnızken yemek yedim. Ama yemek yemeyenlerin önünde hiç yemek yemedim. Daha doğrusu yiyemiyordum.

"Aybike sen yemeyecek misin?" diye sorduğum da bana gülümseyerek, başını olumsuz salladı.

"Ben, siz uyanmadan yemiştim. Size afiyet olsun." dedi. Lakin onun tok olması, boğazıma dizilecek lokmalara engel değildi.

"Şey.." diye başladığım sözümü yanımdaki hareketlilik yüzünden kestim. Oturduğu yerden birden ayağa kalkınca irkilmiştim. Yanımda erkek görmeye alışık değildim.

"Aybike Hatun, hele gelesin." dedikten sonra adımlarını dışarıya çıkmak için atarken Aybike'de onu takip etti. Onlar kapıyı kapatır kapatmaz, tandır ekmeğine uzanıp kopardım. Ağzıma atıp onu çiğnerken ana yemeğin malzemelerini ağzıma doluşturmaya ihmal vermiyordum. Benden nefret eden adamın yaptığı harekete teşekkür edesim bile geldi. Onlar gelmeden yemeğimi silip süpürme gayretindeydim. Bu yaptığım görgüsüzlük değil, benim insan sarrafı olmamamdan kaynaklanıyordu.

Tahta bardaktaki son yudumu da tamamlarken tekrardan kapıdan ses duyuldu.

"Müsaade var mıdır?"

"Gelebilirsin." dedikten sonra bardağı tepsiye koydum. İçeri giren sadece Aybike idi. Ama onda hissettiğim huzursuzluk Mirza denilen, ceberut adam yüzünden olmalıydı. Dalgın bir şekilde bana doğru ilerlerken gözleri şaşkın bir hâl aldı.

"Hanım'ım! Ne çabuk yediniz." diye hayretler içinde kalırken, ben de elimi boş ver şeklinde sallayıp ona gülümsedim. Sonra kaşlarımı çatarak:

"Hani bana Hanım'ım demeyecektin." O ise dizlerinin üstüne oturmuş bir vaziyeti alırken, yeşil gözlerini bana çevirdi.

"Ben hep size böyle seslenirim. Ondan alışkanlık olmuş."

Gözlerim kısıldı bunca olayı anlayamazken onun bu tavrını anlamaya çalıştım. Esmer bir tene ve yeşil gözlere sahip güzel bir kızdı. Başındaki şapkadan uzanan kumaş çenesinde kırılmaya uğramış sonra da omuzlarından aşağı doğru serpilmişti.

"Anlayamıyorum." dedim yorulmuş bir şekilde. Hem zihnim hem de bedenim yorulmuştu.

"Neyi?" dedi bana yardım etmeye çalışan sesiyle. Ona söylesem de anlamayacağı için başımı sağa sola salladım. Sanki tarihi bir dizinin içine girmiştim.

Uzun uzun tek bir noktaya bakmaya başlarken zihnim inatla istemeden son düşündüğüm cümleyi önüme getiriyordu. Ama bu, bu olmazdı. Olması imkansızdı. Ben keramet oluşturacak birisi değildim. Zaten keramet sahibi birisi dizi mi izle ya hu? Mantıklı düşün Hümeyra!

"Hümeyra Hatun." Kolumdan çekiştirilmemle, Aybike'ye döndüm. Ne oldu dercesine başımı salladığım da bana bakan endişeli gözlerle karşılaştım.

"İyi misiniz?"

"Önemli mi ki? Şu halime bak!" dedim gözyaşlarımı gözlerimin içine doldurarak. Bir şeyler yapmalıydım. Bir ipucu bir işaret ya da başka bir şey...

Hemen oturduğum yerden kalkarak hızlı adımlarla kapıya doğru gittiğimde arkamdan seslenen kızın sesini duysam da tahta kapıyı çekerek açtım.

Tekrar iki adamın arasından geçecektim ki, birisi hemen önüme dikildi.

"Hümeyra Hatun, dışarı çıkmanız yasak."

Kaşlarım çatık, ağzım olayın şaşkınlığı ile açılmıştı. Nasıl bir hareket sergileyeceğimi; nasıl bir söz söyleyeceğimi bilemeyerek gerisin geri odaya girdim. Ve ardımdan tahta kapı kapandı. Bana ismime seslenen Aybike'ye aldırmadan oda da bir o tarafa, bir başka tarafa gidiyordum. Düşüncelere boğulmuş başım, kendimi çok gerdiğimden dolayı ağrısını hissetmeye başlamıştı. Bu bilmediğim belirsizlik için de bir umut bir çıkış bulmak için kafamdaki düşüncelerle savaşıyordum.

Birden kolumla çekilmem ile sinirle kolumu tutan kişiden kendimi çektim. Geriye doğru sendelerken u dönüşü yapıp önüme dönmüştüm ki dengemi sağlamayıp öne doğru vücudum yavaşça ateş ocağın üzerine kaydı. Gözlerimi sıkıca kapayıp vücudum bir ihtimal yanmasın diye ellerimi ateş ocağına feda ettim. Geriye sadece korku ve yakınımdan gelen çığlık kalmıştı.

Bölüm hoşuna gittiyse yıldıza basmayı unutmazsan ve düşüncelerini belirtirsen beni çok mutlu edersin.


Selamünaleyküm :)

😎Bu Mirza denilen ceberrutun masum Hümeyra'mızla derdi ne ola ki?


Loading...
0%