Yeni Üyelik
21.
Bölüm

Dodurga

@lilyum_cicegi

..."Oyun etmezsin." dedi, sesini kısık volümde tutarak. Hümeyra'nın yıkılışının benzerini onda gördüm. İçimde farklı Hümeyra sevinci vardı. Az önce öfkelenen kız, şimdi ise onun ağzından çıkan haklı cümleyle kalbi hızlı hızlı atıyordu. Rahatlamış gibiydi, hissediyordum. Başını yere doğru eğdi. Elleri ile akmayan gözyaşlarını silerek bana bakmadan dışarıya çıkarken ben de arkasından öylece bakakalmıştım.

Alnımdan akan soğuk ter içimin titremesine neden oldu. Sırtımı dik tutamayarak sağ elimi yere yaslayarak acımdan dolayı inledim. Bu gidişle yavaş yavaş ölecek gibiydim. Ama acıya dayanma takatim azalıyordu.

Dodurga Şelalesine gitsem belki beni daha doğrusu Hümeyra'yı yaralayan o adamı bulup şifamı bulabilirdim. O mağarada daha doğrusu o örgütün içinde yaşayan birisi elbet zehrimin şifasını bilirdi. Ama asıl sorun benim oraya nasıl gideceğimdi. Şelale hakkında kesik kesik bilgiler aklıma gelse de tam değildi onu geçtim. Ata binemeyen ben bu halde hiç binemezdim. Artık dengemi sağlayamıyordum bile.

Acımın beni daha fazla halsizleştirmesinin ardından kapı açıldı. Yere doğru bakan başım gelen kişiye bakmak istemedi. Sızlamalar eşliğinde gözlerimi kapattım. Kendime teskin edici sözler ile kandırmaya çalıyordum. Lakin yakınıma doğru gelen kişi ile gözlerimi aralamak zorunda kaldım. Adımları arkamı bulurken sırtımda yumuşaklık hissettim. Sağ omzumda tutup beni geriye doğru yaslarken yüzündeki ve saçındaki ıslaklıkları gördüm. Bir şey demeden yatağımın köşesine kuruldu. Sol kolunun giysisini indirirken abdest aldığını anlamıştım. Düşünceliydi nereden başlayacağını bilmez bir haldeydi. Bana doğru döndü ve gözleri yaramda dolaşıp gözlerime baktı.

"Ne hatırladıysan hepsini bilmek isterim."

Alaylı bir göz devirme ile elimde olan kozumu kullandım.

"Dediğim yere beni götürürsen anlatırım."

Kartal gözleri dediklerimi tarttı. Hafif kaşları çatıldı. İstediğini almak isteyen birisi için ben imtihan gibi bir şeydim.

"Halini görmez misin? Bu halde hiçbir yere gidemezsin. Bildiklerini anlatmanı isterim."

Kaşlarım çatıldı.

"Son vakitlerimi yaşadığımı hissederim. Çünkü artık dayanacak ne takatim kaldı ne de ayakta duracak halim. Görürsün uyurum. Ve bilirsin bir şeyler hatırlarım."

Yorulup dinlendim. Uzun cümlenin kelimelerini halsizlikten daha uzun hale getirmek, yormuştu. Devam etmemi beklerken bana hak vererek başımı salladı. Onun dediğine geleceğimi sanıyor olmalıydı.

"Sen de dersin ki son vakitlerin yaklaşır ve ben istediğimi alayım sonra da ölür müsün yoksa kalır mısın umursamam."

Söylediklerim hoşuna gitmemiş olacak ki kaşları daha çok çatıldı ve başını olumsuz bir şekilde salladı.

"Senin için elimden geleni yaparım, görmez misin?"

Gözlerimi uzunca kapayıp açtım ve gülümseyerek, "Görürüm. Beni ne kadar öldürmeye kalkışsan da..."

Sözümü tamamlamadan gözlerini benden çekip buruşturduğu kağıtlara baktı. Ben de ona aldırmayıp devam ettim.

"Senin tavırlarına karşı okun önüne atlamama gurur edinir ve altında kalmak istemezsin."

Onu rahatsız edecek sözler söylesem de bir kelam bile etmemişti. Beni duyuyor muydu bilmiyorum. Sessimin fazla çıkmadığının farkındaydım. Ama aynı şeyleri tekrar edecek takatim yoktu.

Ona baktığımda gözlerinin yerdeki kağıtta dolandığını gördüm. Yandan baktığım profil ayaklanıp çıkmak için kapıya yönelince telaşlı bir halde son gücümle:

"Dediğim yere götürmeni isterim, derim." dedim. O ise hiç durmadan kapıdan dışarı çıktı.

"Allah'ım rüyamda bu kadar zorlanacağım aklıma gelmemişti. Ahh ninecim!" diyerek yorgun sesimle nineme seslendim.

Gördüğüm anılar ile birlikte bir şeylerin daha yerinde oturması rüyada kalma isteğimi hatta bu olayı; cinayet vakası gibi titizlikte inceleme isteği gibi bu kadar fazla iken durumum müsait olmaması canımı sıkıyordu.

Hümeyra'nın varis olmasının yanında çok yalnız olması. Saraya karşı çalışması. Kara Diken örgütü hakkında birkaç bilgiyi babasından duyması. Şimdiye kadar onların inini kimse bulamadığı halde o bulması ve hatta oradan belgeleri çalması.

Bir şeyler vardı yapbozun parçaları birleşmiyordu. Ya Hümeyra yanlış yolda doğru yolda ilerlediğini iddia ediyordu ya da doğru yolda ilerliyor lakin anılar elimde kalıyordu.

"Ya Mirza gerçekten Aslıhan'a bir şeyler besliyor olabilir miydi?"

Zihnim neyle meşgul olurken birden dilimden bu kelimeler çıkmıştı. Yağmur yağdığı gözümde belirdi.

"Aman bana ne." diyerek ayaklanmak istedim. Çünkü düşüncelerine engel olamıyorsan en iyi yöntem aklını dağıtmaktı. Ben de bunu acımla çok iyi yapacak normal bir potansiyele sahiptim!

Zar zor ayaklanıp temiz hava almak için dışarıya doğru dengemi kaybetmemeye çalışarak ilerlemeye çalıştım. Kalın keçelerden tutuna tutana tahta kapının önüne geldiğim an durdum. İsmimin geçtiğini duyduğum için merakıma yenik düşüp bekledim.

"Mirza Bey'in öfkesi kor ateşten beterdir. Ama merhameti ılık bir meltem. Sen de Hümeyra'ya kor ateşe ılık meltem estirerek karşılık veriyorsun."

Ses tanıdık gelmiyordu ama söylediği sözler Mirza'ya idi

Ses tanıdık gelmiyordu ama söylediği sözler Mirza'ya idi. Belli ki onun bana karşı tavırlarını bilen biriydi.

"Doğru söyler. Ama aklım almaz nasıl olur." dedi Mirza.

"Korkarsın anlarım can dostum. Ama bir kere yol veresin. Eğer yolu kaparsan o içindeki şey daha da büyür. Etmeyesin."

Neden korkuyordu? Ben mi onu korkutuyordum. Kuğular ile bir bağlantısı olabilir miydi? Benim en yakın zaman da Dodurga şelalesine varıp şifayı bulmam lazımdı.

"Hem kendi ağzınla dersin. Doğru der deyü."

Adamın sözlerinin peşine o konuştu. Ama sesi kısık geldiğinden daha da yaklaşmaya çalıştım ama bir adım atmamla birlikte gözlerim karardı. Geriye doğru sendelerken tutunmak için bir şey arayan devrilen testi taşa çarpıp kırılırken içindeki su yanan ateşe değince cız sesi verince ben de yüzüstü düşmüştüm. İnlemeler eşliğinde acım kat çıkınca kendimi sıkıp sol tarafıma elimi getirirken kapı hızlı bir şekilde açıldı.

"Hümeyra."

İsmimi zikretmesiyle yanımda bitmesi bir olmuştu. Elini sırtıma koyıp kendine doğru çekerken başım göğsüne sığınmıştı.

"Neden buradasın?"

Sorusuna cevap vermek yerine acımla baş etme çabamı görüyordu. Gözlerimden akan gözyaşımı takip edişini sonra ise arkasına dönüp:

"Beybolat çabuk arabayı ve atları hazır etsinler." dedi ve önümde set olan Mirza'dan dolayı sadece sesini duyduğum adam, "Hemen Bey'im." diyerek adımlarını uzaklaştırdı.

"Nereye gitmek istersin?"

Sırtım koluna yaslanırken başım göğsündeydi. Acımı dindirmek için nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalışırken sözleri şifa gibi geldi.

"Dodurga Şelalesine."

Neden oraya gitmek istediğimi anlamasa da sormadı sadece, "Orası çok uzak kalır. Araba ile gitmek çok vakit alır." dedi. Düşünceli bir şekilde bana baktı. Az bir vaktim kaldığını biliyordu. Bundan dolayı ona, "Dayanırım. Yeter ki gidelim. O vakit sana hatırladıklarımı anlatırım." dedim.

Derin bir nefes alıp verirken onun göğsüyle birlikte ben de hareket etmiştim. O kadar acı çekmeme rağmen bu durum nedense hoşuma gitmişti. Belki de şifaya sonunda ulaşabilmek beni mutlu etmişti.

Hareketlenip elinin birini bacaklarıma koyunca kısık çıkan sesimle o kadar acı çekmeme rağmen yine itiraz eder gibi:

"Ne yaparsın?"

O ise beni duymamış gibi kucağına alarak iki adım da yatağın yanına getirdi. Yavaş bir şekilde beni yatağa oturttu. Tam bırakırken bedenim geriye doğru giderken beni hemen tuttu.

"Bu halde doğru mu edersin?"

Yarı açık gözlerimle onun endişeli gözlerine baktım.

"Ancak oraya vardığımızda sana anlatırım."

Gözlerini benden çekip başını hafif öne eğdi. Bana ne zaman sinirlenip kendini sakinleştirmeye çalışsa aynı böyle davranırdı. Son nefesimi verirken adamı sinir komasına sokmam içten gülmeme sebep oldu, keza gülecek takati bile kendimde bulamıyordum.

Beni bırakmayarak üzerimde doğru eğildi. Sadece gözlerim ile yaptığını takip etmek içimde sakin olmayan beni rahatsız ediyordu.

Omuzlarındaki küçük kürk parçaları yanağıma değerken yatağın başındaki yastıkları sırtıma doğru koyup dengemi sağladı ve geri çekildi. Yavaş bir şekilde sağ kolumu bırakırken bana son kez bakıp dışarı çıktı.

Çok geçmeden Tüycü Kadın ve Meryem Hatun gelmişlerdi. Üzerimde sadece beyaz bir elbise ve gelişi güzel örtülmüş beyaz bir başörtü olunca hazırlanmam için yardıma gelmişlerdi.

Yaramı temiz nemli bir bezle sararken üstüne kuru bezle geçmişlerdi. Üzerime bir gömlek ve altıma kadınların giydiği şalvarı giydirdikten sonra dizlerimin altında biten uzun kalın elbiseyi giydirmişlerdi. Başörtümü yapıp omuzlarımdan saldıktan sonra hazırdım.

Beni kaldırarak yürümeme yardımcı olmuşlar ve atının üzerinde bekleyen Mirza'nın yanına getirmişlerdi.

Atın üzerinde mi yolculuk yapacaktım. Ayaklarım bile titrerken atın her hareket edişinde nasıl dayanacaktım bu acıya?

Önüme bir büyük odun gövdesi koydular. Onun üzerine basıp çıkarken hatunlar beni bırakmamıştı. Ata nasıl bineceğimi düşünürken Mirza, "Çeviresiniz." dediğinde sırtımı ata ters hale getirirken az kalsın dengemi kaybedip düşüyordum.

Belimde hissettiğim iki elin varlığı ile vücudum havalanıp atın üzerine kondu. Mirza'nın önünde yan bir şekilde otururken bir elini çekerken benimde başım onun omzuna düşmüştü. Neden gidip gidip onun omzuna düşüyordu anlam veremiyordum.

Belimdeki eliyle vücudumun ata doğru dönmesini sağlarken baldırımda elini hissedince belimdeki eline, elin indi. Ne yaptığını anlamadığım ve bana bu kadar yakından temasına sinirlenip tırnaklarımı ne kadar gücüm yeterse o kadar bastırdım. Eli, sağ baldırımı tutup bacağımı hareket ettirirken örtümün üzerinden sessiz sesini duydum.

"Oturmaya çalışırım. Şu halinle bari bir rahat durasın."

Etrafımızda bir sürü insan olduğundan kimseye çaktırmadan uslu uslu idare ediyorduk.

Hırçınca davransam da o, beni sarsmadan ata oturtmuştu. Başım mı? Her zamanki yerine konumlanmıştı. Öyle ki sanki kulağımın dibinde konuşuyordu.

"Kumaşı veresin."

Hareket etmeden öylece dururken alpin uzattığı kumaş ile beni kendi bedenine bağlamıştı. Resmen onunla bir bütün haldeydim. Zehir ateşimi çıkarmış içten bir yanma hissediyordum. Akşam ve hava serin olmasına rağmen, başörtü bile bunaltmıştı.

Başım olduğu yerde dururken sesimi çıkarmadan yola koyulmuştuk. Benim ise bilincim bir açılıp bir kapanıyordu. Açık olduğu bir vakit neden beni kendine bağladığını anlamıştım. Atın sarsması bana acı vermesin diyeydi. Sarsmayı tamamen ortadan kaldıramasa da bunu düşünmesi güzeldi. Ne de olsa adamın öğrenmek istedikleri vardı. Bu kadarını yapması onun için daha avantajlı Hümeyra, sakin ol!

"Hümeyra uyur musun?"

"Hayır, yarı ölüyüm."

Ona bu kadar yakın olmasam bu sesi duyması imkansız bir halde olurdu.

"Neden oraya gitmek istersin?"

Yolun karanlık ve engebeli olması bedenimi kaydırdığı için belimi sarmaladığı kolunu kendine doğru çekerek kaymamı engellerken sorusunu sordu.

Cevap verip vermemek arasında kalmıştım. Ne de olsa Kara Diken örgütüne mensup bir adamı bulmak için gidiyordum. Mirza'nın onlara düşman olduğu ve Hümeyra'yı onlardan biri sanıp boynuna kılıç çektiği zaman gözümün önünden geçiyordu. Eğer ona bunu söylersem sonucu kötü bitebilirdi.

Sessiz kalmamamla birlikte başını eğmesi ile bana baktığını anladım. Yarı açık gözlerimi görmemesi imkansızdı. Çünkü başım kol tarafına değil orta göğüs tarafına bakıyordu.

Hislerim yavaş yavaş çekildiğini hissedebiliyordum. Kendimi ayık tutmak için bu sefer ona soruyu ben yönelttim.

"Baban ve annen nerede?"

Sorum üzerine ipi tutan eli bacağıma düştü. Neden böyle yaptığını anlayamadım. Ama sıradan nefes alış verişi değişmişti, hissediyordum.

"Hatırlar mısın?"

Sesindeki bu titremede neyin nesiydi? Onun anne ve babasının hatıralarımda ne işi olabilirdi? Ki olabilirdi, onların oğullarıyla evlisin Hümeyra.

"Hayır." Cevabımı verdim ve ekledim. "İnanır mısın bilmem."

Atı biraz daha hızlandırarak, "Vefat ettiler." dedi her zamanki ciddiyet akan ses tonuyla.

"İkisi de birden mi?"

"Hayır, daha fazla yorma kendini. Bir nefeslik canın kalmıştır."

Ve o canı bitiren de sen olmuş olmadın mı diye bağırmak istedim. Hoşuna mı gidiyordu her konuşmanın sonun da lafları ile incitmek!

"İlk zaman seni kandırıp kandırmadığımı anlamak için; Gence Bey'in ölümü çok acı verici olmalı, demiştin hatırlar mısın?"

Ufuklara bakan gözleri hiç bana dönmedi. Sessiz kaldı. Suçlu mu hissetmişti yoksa umurunda değil miydi? Bilmiyorum ama sadece içimi dökmek istiyordum.

"Anneminkisi daha acı vericiydi."

Yavaşça bir nefes aldım. Gözlerim sulanmaya başlarken sessiz kalan adamdan bir ses gelmişti.

"Bilirim."

Başka bir kelam etmemişti. Bilirdi, ondan mı vursa bile hafifinden vurmak istedi. Annesinden değil de babasından? Mümkün olabilir miydi bu saçma düşünce?

Beneklinin her adım atışıyla beraber bulutlar gökyüzünden aktı. Rüzgar bana değmesin diye beni kürke saran Mirza Bey, sanki uyumam için bana zemin hazırlıyor gibiydi. Gözlerim usulca kapanırken atın hızlandığını hissetsem de bu his benden yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Uzaklaşmasını istemeyerek gayret vermem ne kadar vaktimi aldığını bilmesem de tek bildiğim, çok yorulduğumdu. İsmimin zikredilmesini duyuyordum ama bir türlü göz kapaklarım açamıyordum. Çabalamam ne kadar vakit aldı yine bilmiyorum. Zorlandığım bir an o gücü hissederek açmaya çalışırken hislerim yavaş yavaş yükleniyordu.

"Beybolat uyanmaz! Onu dinlememeliydim."

"Mirza durasın hele, nefes alır görmez misin gardaş!"

Mirza'nın normal sessinin üzerine adam sesli bir şekilde adeta Mirza'ya sesini yükseltir gibi cevap vermesi, onların ne yakın olduğunu anladım.

"Nereye durayım! Görmez misin? Son nefesini verir."

Başımın sarsıldığını hissettim. Atın üzerinde değildim. Kapalı göz kapaklarım güneşin ışığını hissetmişti.

"Seslendiğim zaman ilerlemek yerine geriye götürseydim."

Mirza'nın sesindeki bu endişe ve telaşta neyin nesiydi? Öğrenemediklerinin pişmanlığımı yoksa Hümeyra'nın kapalı kutuda saklamaya çalıştığım hisleri miydi?

Gözlerimi açmaya çalışırken yüzüme ılık bir su döküldü. Kaşlarımın hareketlendiği hissederken, "Hümeyra!" sesinde mutlu tını beni daha da azme soktu. Yüzümdeki su ten tarafından süpürülürken yine konuştu.

"Gördün mü Beybolat!"

İkinci kez, benden bir atak görmenin mutlu tınısını duymam gözlerimi açmama sebep olmuştu. Gördüğüm şey onun gözleriydi. Mutlu tınıya bir de gülen gözleri eklenince içimde bir şeyler oldu. Hümeyra'nın hissettiklerinden farklı bir hissiyattı. Bilmiyorum ne olduğunu ama gözlerimi utanarak kaçırdım. O can havli ile neden böyle tuhaf olduğumu şu an kafa yormanın gereğini duymasam da kafamın onun koluna yaslı olduğunu ve elinin birisinin de yüzümdeki suyu sildiğini görmem ile kaşlarım çatıldı. Tam ağzımı açıp ona itiraz edecektim ki o, "Ölürsün sandım." demesi ile kalakaldım. O an Mirza'yı gerçekten anlayamadım. Gerçekten yaşamamı mı istiyordu? Tamam yardım etmişti elinden geleni yaptığını görmüştüm. Ama ne bileyim içimde yine de bir şeyler vardı. Çünkü bu adam beni öldürmeye çalışmıştı. Keza son hatırladığım anıda boynuma kılıç dayamıştı. Sonra bana söylediği bir sürü kırgınlıklara sebep olan sözleri vardı. Şimdi ise yaşamama seviniyordu. Ve bunu ilk defa yüzüme karşı göstermişti.

"Çek elini!"

Son anda kendimi toparlayarak. Bu kadar basit olmamalıydı. Evet, kendine gel Hümeyra!

Tavrım karşısında gülümser bir tavır sergileyerek elini yüzümden çekerek doğrulmamı sağladı. Ama arkamdan kolunu çekmedi. Çekseydi zaten ben de direk düşerdim. Hislerime kavuşmuş değildim.

O an kuşlarının ardına saklanmış su sesini duymam ile Mirza'ya dönüp, "Geldik mi?" diye heyecanımı gizlemeyerek sordum.

O ise başını salladı. Suyun geldiği sese doğru bakarken içimdeki heyecanı durduramadım. Bir umut, kurtulabilirdim. O adamı nasıl bulacağımı bilmeyerek Mirza'ya, "Şelalenin yanına gidelim." dedim. O ise bir kişi hariç bize uzak kalan alplerine dönerek, "Göktuğ sen de bizimle gelesin. Sizler burada atların başında kalasınız."

"Emrin başımız üstüne beyim!"

Atların ilerlemesi zor olan yola doğru bakarken Mirza üzerime eğilerek sessiz tonlarda, "Kucağıma alacağım." deyince ben de usulca başımı salladım. Sol tarafımı sarsmadan beni kucaklarken başım birden omzuna düştü. Bunu bilerek yapmamıştım sadece başımı tutacak takatim kalmamıştı. Bu hareketimi Mirza'da yanlış anlamış olacak ki direk durdu ve başını bana çevirdi endişeli sesiyle ismimi zikredince sadece, "İyim." diye yanıtladım. Konuşmayı geç nefes almakta bile zorlanır hale gelmiştim. Mirza hızlı adımlarla ilerlerken aklımda onun dedikleri dönüp duruyordu. Belki de o böyle seslenmeseydi vücudum bu şekilde uyanmazdı. Keza gücümün kalmadığını biliyordum.

Suyun yukarıdan aşağıya doğru akması ile oluşturduğu ses insanın birbirinin sesini duymasını imkansız hale getiriyordu. Tepeden gürül gürül akan su biraz daha ilerlersek bizi sırılsıklam edebilirdi. Şimdi bile damlalar halinde üzerimize iniyordu.

Mirza ile birlikte etrafı incelerken gözlerim bir insan belirtisi bulmaya çalışıyordu. Kulağımın üzerinde nefesiyle birlikte onu duyduğum adam, "Ne tarafa doğru gideyim?" diye sordu. Bense içimden, bilmiyorum diye cevapladım. Gerçekten bilmiyordum.

Gerçekten insanın yaşaması mümkün olmayan yerde bulunması mümkün müydü? Dodurga Şelalesi derken başka bir şeyi mi kastetmişti?

Mirza benim cevap vermemem üzerine, üzerimizin daha fazla ıslanmaması için geriye doğru adım atarken birden Göktuğ'un, "Ulaan!" diye sesini duymam ile Mirza yere çöktü. Onun çökmesi ile ben de onun içine daha fazla girmiştim. Açıkta kalan yüzümün her zerresi boynunda dolaşmıştı.

"Ne olur?"

Öyle bir bağırmıştı ki benim kulak zarım iflas haline gelirken şelalenin sesinden dolayı Beybolat alp, anca duymuştu.

"Beyim tuzak kurulmuş dikkatli olasınız!"

O da aynı şekilde bize bağırırken, şelalenin sesi onun sesini bastırdığı için zor duymuştuk.

Mirza beni ağaca doğru yaslarken önümde durdu.

"Ne olur?"

Kaşlarını çatıp olan olayı benden başkasına soracak değildi. Ben ise endişelenmek yerine doğru yerde olduğumu anlamıştım.

Ters düz bir şekilde ağaçta sallanan Göktuğ alp kılıcı ile ipi keserek yere inerken nereden geldiğini anlamadığım büyük odun parçası Beybolat alpi sürükleyip şelaleye attı. Benim gözlerimin şaşkınlığı ile Mirza arkasını döndü. Kılıcını dikkatle çekti.

Göktuğ hızla davranarak Beybolat'ı çıkarırken Mirza etrafa bakmaya doğru ilerledi. Ben de acımla birlikte inlerken başımı yukarı kaldırdım. Astım hastalarının kriz anlarında son demlerini yaşarken çıkardığı o sesle birlikte zorla nefes alarak son kez gökyüzüne bakma isteği ile gözlerimi açtım.

Ağaçlar gökyüzünü kaplayıp isteğime engel olurken küçük parlaklığa yöneldi gözlerim. Gözlerimi oraya kitlerken rüzgarın etkisi ile yaprağın arkasına gizlenen bedenin varlığını gördüm. Gözlerimi kısıp parlaklığa daha dikkat kesildiğim an sebebini anladım. Küçük bıçaktı! Sol kolundan Hümeyra'yı bıçaklayan adamın kullandığı küçük bıçakla benzer şekle sahipti. Yerimden doğrulmak isterken o, bir dal aşağı inmişti. Artık bedenini gizlemiyordu hatta yüzünü bile.

Oydu!

O adamdı

O adamdı. Ama beni tanır mıydı? Bana dikkat kesilip bakarken gözü arada alplere doğru gidiyordu. Oturduğu yerde diklenerek elindeki bıçağı çevirdi. Atış yapacaktı!

Baktığı yere başımı çevirdiğim de elinde kılıcı ile ileri doğru giden Mirza'yı gördüm. Onu vuracaktı!

Ona doğru dönerek acıyan yarama inatla bağırdım.

"Dur!"

Benim sesimle birlikte Mirza beni duymazken onun gözleri beni bulmuştu. Kaşlarımı çatıp sinirle ona baktım!

İçimdeki Hümeyra uyanmıştı. Keza o bana bu gücü vermeseydi o sesi benim çıkarmam imkansızdı.

Adam elindeki bıçağı çevirirken bir dal daha inerek bana iyice baktı. Beni tanıması imkansızken onun bu dikkatli haline kaşlarımı çatarak cevap veriyordum. Ben onu izlerken o da aynı şekilde beni izliyor ama arada Mirzagilin olduğu tarafa bırakmayı es geçmiyordu. Mirza'nın bu tarafa döndüğünü görüp başımı ona çevirirken, o başını çevirmişti.

Şelalenin sesi, sesimi bile bastırırken ona nasıl işaret gönderecektim? Karşımdaki adam belki bana istediğimi vermeyecekti. Zor kullanmak zorunda kalabilirdik. Ama bu halde benim yapmam imkansızdı. Elimi bile kaldıramıyordum.

Adam ağacın kenarındaki bir salkıma tutunarak filmlerde gördüğüm tarzan gibi asılarak bana doğru süzülerek gelirken olduğum yerde dururken Hümeyra'nın gözlerindeki sertlik gitmiyordu.

Adam süzülerek yere doğru inerek bana doğru geldi ve dizlerini kırarak bana doğru baktı. Yüzünde o günkü gibi haylaz bir gülümseme hakimdi. Gözlerime bu kadar net bakarken sağ tarafta bir hareketlilik hissedince gözlerim o tarafa kaydı. Mirza ve alpleri koşarak bu tarafa doğru geliyordu. Fark etmişti! Ama benim bu sinsi adama durumu fark ettirmemem gerekti. Bundan dolayı gözlerim ona doğru döndü.

Sinsi ama bir o kadar da kendini tehlikeye atmayacak kadar korkağa baktım.

"Geldin."

Başını yana eğerek haylaz bir gülümsemesini sunarken bir manevra hareketi ile elindeki küçük kılıcı sağ tarafa doğru savurunca içimde bir şeyler koptu ve sadece, "Hayır!" diye sessizce haykırdım. Ani enerji harcamamdan dolayı gözlerim kararma evresine giriyordu.

Sağa doğru başımı çevirdiğim de yanımdaki küçük kılıcını bana doğrultmuştu. Çünkü Mirza küçük bıçaktan kurtulmuş yanımda bitmişti.

"İndir o bıçağı!"

Mirza'nın öfkesinin gazabı adamın üzerine inmeye hazırdı.

"Tanır mısın onu?"

Haylazdan beklemediğim soru gelmişti. Onların beni zor kullandığını falan mı düşünmüştü?

"Tanırım, benimle geldiler."

Sesimi duymak için üzerime doğru eğilmişti. Beni gerçekten tanımıştı ama nasıl?

Elindeki küçük bıçağı giysisine sokarken Mirza'nın atak yapmasını engellemek için başımı olumsuz salladım. Bu hareketim ile Mirza dursa da meraktan delirdiğini görebiliyordum.

Mirza'da yanıma gelirken üçlü bir grup oluşturmuş gibiydik. Ben ağaca yaslı bir şekilde dururken sol tarafımda haylaz diğer tarafımda ise Mirza vardı.

"Beni hatırlar mısın?"

Haylaza yandan bakarak sorduğum soru ile gülümseyerek, "Bu gözleri unutmam imkansız Kuğu." deyince bu rahat tavrına sinirlensem de kendimi firenledim. Lakin Mirza'nın ağır bakışlarını üzerimde hissedince ona baktım. Galiba Aybars'a takındığım tavırları bu haylaza da yaptığımı düşünmüştü. Tekrardan yaptığım tavırlar aklıma gelince içimde bir utanç dalgası uyandı.

 Tekrardan yaptığım tavırlar aklıma gelince içimde bir utanç dalgası uyandı

"Kuğu?" dedi Mirza sorgulayarak. Buraya gelmeden önce bir kuğu meselesi ile varlığı zihnimde canlandı. Ama şimdi sırası değildi. Adama dönüp durumu açıklayacaktım ki Mirza devreye girdi.

"Sen kimsindir?"

Haylazın gözleri Mirza'da ciddiyet alırken şimdi bu durumun önemi olmadığından bodaslama düşünmeden:

"Kara Diken Örgütünden."

 

Bölüm hakkında yorumlarınızı yazar mısınız? Hepsine cevap veremesem de görüyorum ve hepsinin değeri ben de ayrı ayrı...

 

Loading...
0%