Yeni Üyelik
6.
Bölüm

İçeri Doğru

@lilyum_cicegi

İnstaya uygulanan sansür nedeniyle. Telegram grubu açtım. İnsta ile kullanma amacı aynı. İsmi "lilyumunkitaplari"

 

Oyun ve yorumun kitabım için çok önemli 🌜

İçimde hissettiğim duyguyu anlamak için kısa bir süre kendimi dinlemeye koyuldum. Kalp atışlarım da içimde hissettiğim acı his, normal değildi. Doğru düzgün insanlarla muhatap olmayan ben, erkeklerde de olmuyordum. Acaba ilk defa bir erkekle böyle yakınlaştığım için mi böyle oluyordu? Anlam veremiyordum.

"Aman ne de olsa rüya. Takmaman gereken şeyleri takıyorsun Hümeyra."

Kendi kendime konuşarak yine kendimi bu anlamsız duygu karmaşasından kurtarmıştım. Ama bu takındığım durumlar tabi ki Aybike'yi bir kez daha rahatsız etmişti. Tavırlarımı anlamaya çalışan gözlerden kendimi çekip gerisin geri, yastığıma başımı koydum.

"Hümeyra Hatun uyuyacak mısınız?"

"Evet." diye yanıtladım Aybike'yi.

"Abdül Bey'in kim olduğunu hatırlamıyor musunuz?"

Ben bir an önce rüyada olduğum asrın keyfini çıkarmak istiyordum ama onlar habire beni bir karmaşanın içine sokmaya çalışmaktan vazgeçmiyorlardı. En iyisi umursamamaktı.

"Hatırlamıyorum ve ilgilenmiyorum." dedikten sonra odada hiçbir hareketlilik olmamıştı. Ne gidiyordu ne de oturuyordu. Büyük ihtimal Aybike olduğu yer de duruyordu. İçimden sabır çeke çeke birden gözlerimi açtım. Bana ciddi bir şekilde bakan Aybike'nin gözleri birden renk değiştirmiş yumuşamıştı.

"Ben o zaman çıkayım." dediğinde başımı olumlu sallayarak çıkmasını onayladım sonra da tekrardan kendimi uykuya teslim ettim.

...

"Yaralarınız çabuk iyileşir." diyen Akkaş Bey'e tebessüm ederek karşılık verdim. Bir gün boyunca neredeyse hiç hareket etmemiş en sevdiğim şeyi yapmıştım; yan gelip yatmıştım. Bundan dolayı ayaklarımdaki yaralar hemencecik kabuk bağlamışlardı. Ama bu hızlı iyileşme; ellerim, kurt tarafından ısırılan kolum ve bizzat kestiğim bileğim haricinde geçerliydi.

"İki gün içinde ayaklarınız tamamen iyileşir inşallah. Ama diğer yaralar için az daha sabretmeniz lazım."

O sırada kalın halının altında iri cüsseli kişiyi görünce gözlerimi devirmeden edemedim.

"Selamünaleyküm." diyerek açılışla girdi ve hiç gecikmeden odadan iki ses yükseldi. "Aleykümselam Bey'im."

Selam vermek sünnet almak ise farzdı ama odadakiler cevap verdiğinden üzerimden farz kalktığı için ağzımı bile açmadım. Eğer yalnız olsak da ben bu adamdan haz etmiyor olsam da almak zorunda kalacaktım. Çok şükür...

Akkaş Bey karşımda, yan çaprazımda Aybike ve diğer yan çaprazımda ise o gelip çömelmişti. Ben ondan rahatsız olduğumu belli etmeye çalışarak derin bir nefes verdikten sonra Aybike'ye doğru kaydım.

Sağ tarafımdan yani Mirza'nın oturduğu taraftan bir elin bana doğru uzandığını fark edince hemen başımı ona çevirdim. O ise bana bakmayıp eliyle kafama dokunarak:

"Burası ne zaman iyileşecek?" diye yanındaki Akkaş Bey'e sordu. Bilerek mi yapıyordu yoksa ben mi çok agresiftim bilemiyorum. Ama sonuç olarak kafama değen parmağına kafa atmıştım. Sinirli gözlerle ona bakarken o yaptığım şeyin şaşkınlığına girmişti. Sinirli bakışlarımı çekip Akkaş Bey'e:

"Ellerimdeki tedavi bittiyse kalkayım." diye sert olmamak kaydıyla, sordum. Adam ise başını sallayarak:

"Aybike Hatun verdiğim merhemleri sür ama ellerine sadece bal süresin." deyince oturduğum yerden kalktım ve yatağımın olduğu yere gittim. Hemen peşimden Aybike gelmişti.

"Hümeyra Hatun, oradaki davranışınız..." diye başlayan sözü keserek, "Bey diye dokunulmaz hakkı mı var? Resmen bana hakaret ediyor. Eskiyi hatırlamıyorum diye böyle kaba bir şekilde mi sorulur?"

"Hayır onu kastetmedim." deyince biraz sakinleyerek onun açıklama yapması için cümlelerini toparlamasını bekledim. Ellerini birbirlerine kenetledikten sonra endişeli gözlerle:

"Galiba sizin karakteriniz de değişmiş?" Söylediği kelimeler ile ufak bir tebessüm ve merakla:

"Nasıl yani?" diye sordum. Konunun böyle acayip bir döngüye değinmesiyle, odadaki diğer varlıkların varlığından haberimi kesmiştim.

"Eski siz, asla böyle bir şey yapmazdı. Ben geçer sandım ama bu hareketinizle bu kanaate vardım." dedi dertli bir şekilde. 'Rüyada bile dert dinliyorum iyi mi?' diye kendi kendi kendime konuşurken, kapı kapanma sesiyle gözüm odadaki boşlukta dolandı, gitmişlerdi.

Ayaklarımın iyileşmesi için bir kaç gün daha sabretmem lazımdı lakin şimdi ne yapacaktım?

"İki gün boyunca ne yapacağız?" diye Aybike'ye sordum. O ise ellerini çırparak:

"Saçlarınızı öreyim mi?" diye neşeli edayla sordu. Büyük zahmet çekeceği halde onun bu heyecanına güldüm.

"Tamam."

Hem vakit geçmiş olur hem de saçlarıma farklı bir hava gelmiş olurdu. Kendim saç örmeyi bilmediğimden sadece klasik alttan örebiliyordum. Nenem ise saç örmekten pek hazzetmediği için saçlarım büyük bir şok geçirecekti.

"Bugün vücut yıkama gününüz ama yaralarınız olduğu için sadece saçlarınızı yıkıyayım sonra da vücudunuzu sileyim." deyince tekrar bir utanç ve mahcup bir hale düşmüştüm. Bir kere daha vücudumu silmişti ama bir kere veya beş kere yapsın bu durumdan hiç hoşnut değildim. O ise benim tepkimi fark etmiş önceki gibi "Daha öncede yapıyordum....." diye beni dillemeye başlamıştı.

O bir koşu sıcak su almaya giderken ben de halının üzerine oturmuş onu beklerken hemen geldi. İki elinde de bakırdan yapılma büyük boy testilerle içeri girdi. Testilerin ağzından dumanlar odaya doğru yayılmak için çoktan yola koyulmuşlardı. Aybike testileri yanıma bırakıp odanın bir köşesinde mutfak malzemelerine benzeyen yerden büyük bakır bir leğen buldu ve bana doğru geldi. Onun bu samimi olan davranışlarına karşı mahcup olmamam elimde değildi. Ben neneme dahi yük olmamak için gayret ederken şimdi tanımadığım bir insana bu hissiyat besliyordum. Rüyada olduğumun farkındaydım lakin nasıl ki rüyada uçmak istediğimiz zaman uçamıyorduk işte benim durumumda böyleydi. Hissettiğim duygulara engel olamıyordum.

Bana tebessüm ederek başımdaki keten beyaz başörtüyü açarak arkadan örülmüş olan saçlarımı nazik bir şekilde açtı.

"Sabun." diyerek hemen arkamdan kalkarak tekrardan leğeni aldığı yere gitti tahtalardan yapılma rafa benzer kapalı bir tası aldı. Sonrada kıyafetlerin bulunduğu bildiğim sandığı açarak beyaz bir kumaş aldı. Anladığım kadarıyla havlu niyetine kullanacaktı. Tekrardan yanıma gelerek, omuzlarına saldığı başörtüsünü geride toparlayarak:

"Eğesiniz başınızı."

Ben de ona uyup başımı bakır leğene eğdim. Başımda hissettiğim sıcak suyun derecesiyle gözlerim fal taşı gibi açılırken, dişimi sıktım. Ninemin beni küçükken yıkarken suyun derecesine ne kadar çok benziyordu. Tek fark o zamanlar ortalığı su eden kız, başkasına zahmet vermemek için sesini dahi çıkarmıyordu.

Onun yardımıyla giydiğim mavi elbisenin zarif işlemelerini incelerken Aybike ise saçlarımı kurutmayı bırakmış şimdi ise tarıyordu. Bileğimden başlayan zarif lalelerin kuyrukları dirseklerimde biterken bu işleminin aynı zarifliği göğüs bölgeme de işlenmişti. Elbisenin ayak uçlarında ise küçük küçük yeşil yapraklar işlenmişti.

"Yaralarınızı da sarayım yeterince açık kaldılar."

Aybike'nin dedikleri ile başımı olumlu bir şekilde salladım. Sonra ona:

"Bu elbise ne kadar da güzelmiş." dediğimde o da gülerek, "Bu sizin işlemeniz."

"Bu kadar yetenek..." devamını getirmeden susmuştum. Ama içten içe gülmeden edemiyordum. Çorabımı dikerken düğüm oluşturan biriydim ben.

"Ben şunları dökeyim, öyle gelip saçlarınızı öreyim."

"Tabi." diyerek onu yanıtladım. Başörtüsünü tekrardan omuzlarına bıraktı. Bakır testileri tek eline alırken diğer bakır leğeni ise iki eliyle kavradı ve otağı terk etti. Bir sürü kandil odayı aydınlatırken ısınmam için pek bir işe yaramıyordu. Yeni banyo yaptığım için daha fazla üşüdüm. Odanın ortasında sönük olan ateş ocağını nasıl yakmam gerektiğini bilemeyerek çaresizce beklemeye koyuldum. Elimde sargının açıldığını görerek orayla ilgilenirken kapı açılma sesi duydum. Sargıyla ilgilenirken bir yandan da Aybike'ye:

"Aybike, biraz üşüdüm de ateş ocağı da yakar mısın?" dedikten sonra elimdeki sargıyı düzelterek başımı kaldırdım. Kalın halı namı değer benim koyduğum, halı kapının hemen önünde Mirza ile karşılaşınca normal olan yüz ifadem ciddi bir hal almıştı. Onun bana bakışları benim ona bakışlarım hız kesmeden devam ederken, bakışları gözlerimden ayrılırken ıslak iki tarafımdan özgürce sarkan saçlarımın açıklığını fark ederek gözlerim irice açıldı.

"Çabuk arkanı dön!" Yeni iyileşen boğazım tekrardan zonklayınca sonucu bana acı bir şekilde döneceğini bilsem de verdiğim tepkiye engel olamadım. O ise kıpraşan şaşkın gözlerle:

"Ne?" diyebildi ama benim tekrardan yükselttiğim ses tonuyla hemen arkasını dönmek zorunda kalmıştı. Gözlerimle odanın her tarafını dolaştırarak başımı örtecek bir kumaş arıyordum.

Mirza sağ taraftan öne doğru dönerek, "Ben senin kocanım." dedi ve yanıma doğru gelmeye başlayınca ne yapacağımı bilmeyerek sadece, "Ne..ne alakası şimdi..."

Yanımdan geçerken şaşkınlık içerisinde onu izliyordum. İçim 'Rüya, bu rüya' dese de verdiğim tepkilere engel olamıyordum. Birden doğaçlama oluyor. Tekrar sar başa yapamıyordum.

Ocağın kenarına tahta odunları koyup ateşi yakma işine koyulmuştu. İçimde hissettiğim bu ıstırap duygu yine canımı sıkmaya başlamıştı. Bu hissettiğim duygu gözlerimin yaşarmasına içimin acımasına sebep oluyordu.

Ateşi yaktıktan sonra iyice alevlenmesi için getirdiği odunları yavaş yavaş attı. Gözlerimi, yanan alevlerden alamazken gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu.

"Bu merhemi..." diye başlayan ses susunca, refleks olarak başımı kaldırdım. Aramızda yanan sadece ateş olmasına rağmen yüreğim neden ateş gibi tutuşmuştu. Turuncu ışıklar keskin gözlerine vurup vurup çekilirken, savrulan neden benim gözyaşlarım oluyordu?

Gözyaşlarım mı? Elimin tersiyle hemen yanaklarımdan dökülen gözyaşlarını sildim. Neden döküldü ki bunlar? Ben başımı kaldırmadan kaşlarımı çatarak düşünürken, otağın tahta kapısından açılma sesi geldi. Sonra ise:

"Bey'im?" Aybike'nin sesini duydum. Ona bakmadığım halde hareketlenip kalktığını hissettim.

"Bunlar yeni merhemler." dedi ve odayı terk etti.

"Hümeyra Hatun iyi misin?" diye soran Aybike'ye sadece baktım. Ben bile verdiğim tepkileri anlamazken ona ne anlatabilirdim ki?

"Saçlarımı örer misin?" diyebildim sadece. O ise ses etmeden saçlarımı örmeye geçti. Biraz ördükten sonra aklıma takılan şu soruyu sordum.

"Aybike," deyince o da hiç gecikmeden, "Buyurasınız."

"Ben ne zamandır evliyim?"

Sorduğum soru ile örmeyi kesmiş öylece kalmıştı. Başımı hareket ettirdiğim de o buz gibi ses tonuyla:

"Bir şeyler mi hatırladınız?"

"Hayır, hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece merak ettim." dediğimde duran eller hareket etmişti.

"Gözlerini açtığınız zamanı saymaz isek yarım gün olmuştur."

Saçlarımı örmesine rağmen olayın şaşkınlığı ile sağ tarafımla ona döndüm.

"Saçınız..."

"Bu kadar kısa bir süre beklemiyordum."

"Peki şey oldu mu?" diye utana sıkıla sorduğum soruya pişmanlık duymuştum. Merak ede ede yani bu durumu mu merak etmiştim?

"Bildiğim kadarıyla olmamıştır."

O zaman saçımı bile görmemişti. Üzerinde gördüğüm şaşkınlığın sebebi bu olmalıydı. Ama bu durumla pek ilgilendiğini zannetmiyorum çünkü bir daha başını kaldırıp bakmamıştı. Benden gerçekten haz etmiyordu.

"Neden onunla evlendim?" diye sorsam da cevap gelmedi. Örüğümü hızlıca yapıp ucunu bağladı. Onun sessizliğine dayanamayıp:

"Aybike?" diyerek ona döndüm.

"Hümeyra Hatun kendi hayatınız hakkında bilgi vermememi istediler."

"Sen benim yanımda olan kişi değil misin? Neden başkalarının sözlerine itimat ediyorsun?"

Bilgi vermemesini istediği tek kişi tabi ki de Mirza'dan başka kimse olmamalıydı. Hem benden hatırlamamı istiyor hem de bana yardımcı olabilecek kişinin ağzını tıkıyordu. Küstah!

Yerimden hızlıca kalkıp başörtü almak için kıyafet sandığının önüne geldim.

"Ne yaparsınız?"

"Başımı örteceğim." dedim ve siyah renk tonundaki kumaşı alıp başıma sardım. Ama kumaş baya büyüktü. Şal gibi bağlayacak boyutta değildi. Aybike'nin başına örttüğü başörtünün boyutlarındaydı. Elimden geldiğince kısaltıp başıma geçirdim. Yazma bağladığım zaman iğne kullanmadığım gibi eski usul bağlarken Aybike'nin telaşlı hallerine kulak kesildim.

"Hanımım, Hümeyra Hatun lütfen sağlığınız için dedi. Lütfen giderseniz beni obadan kovarlar."

Hırçın duygularımın yansıdığı gözlerimi, korku dolu gözlere çevirdim. Bir insanı bu hale sokan adamdan bir kez daha nefret ettim.

"Kimse seni kovamaz." desem de o önüme geçerek, "Siz kadınların başı değilsiniz. Bir kararla beni buradan sürerler. Benim ise gidecek ne yerim var ne de yurdum. Lütfen Hanım'ım!" dedi ayaklarıma kapanarak. Sergilediği tavır ile kendimi tuhaf hissederek geri çekildim.

"Aybike ne yapıyorsun?"

Hayretle söylediğim sözler bu kıza kafi gelmiyordu. Habire ağlıyor benden medet bekliyordu. Onun diz çöktüğü yere hemen ben de çökerek:

"Aybike özür dilerim. Tamam bak lütfen böyle yapma." dedim pişmanlık barındıran ses tonumla.

"Gitmeyin, ona bunları söylediğimi söylemeyin." deyince hiç itiraz etmeden kafamı olumlu sallayarak, "Tamam söz veriyorum. Hadi ağlama. Başımı da açtım. Bak gitmiyorum."

Bir yandan onu kendine getirmeye çalışıyor bir yandan da başımdaki örtüyü katlıyordum. Hayatımda böyle bir şey görmemiştim. Demek ki onu gerçekten korkutmuştu. İçli bir şekilde nefes verdikten sonra Aybike'de diz çöktüğü yerde oturmuş yanaklarını siliyordu. 'Rüyamda bile rahat yok arkadaş.', içimden sarf ettiğim sözlerle tepkilerimi dışarı vurarak gözlerimi devirdim.

"Hadi yemek yiyelim ben acıktım."

Sabah yemeğini yemediğim için öğlen vaktin de çok acıkmıştım.

"Ben hemen bakayım. Aşlar hazırsa hemen getireyim."

Telaşlı haline hafif tebessüm ederek karşılık verdim. O arkasını döndükten sonra tebessümü mü sildim.

...

Yatsı namazını kıldıktan sonra kuzu postunun üzerine oturmuş Aybike'nin yaptığı işlemeye sıkkın bir şekilde sabırla izliyordum. Dışarı çıkamıyor daha doğrusu başımı bile çıkaramıyordum. Bu duruma karşı sakinliğim yaralarım iyileşince biteceği için sessizliğimi koruyordum.

İğnenin ucunu kumaşın kenarına sokup toparlanmaya başlayınca ben de ondan gözlerimi çektim.

"Vakit geç oldu. Ben sizin yatağınızı hazır edeyim."

Aybike'nin söylediğiyle ben de yardım etmek için ayaklanmıştım ki beni gerisin geri oturtmuştu. Toplanmış yer yatağını hazır etmek için diğer odaya girdi.

Odanın iç mimarisi değişikti. Otağ halılar ile ikiye ayrılmış. Bir kısmı oturma ve yemek yapma görevi yaparken diğer yarısı yatak odası niyetine kuruluydu. Hatta bugün bizzat yatak odasında bulunan mutfak malzemelerini oturma odasına Aybike taşımıştı. Otağ yeni olduğundan yemek pişirilmiyor daha doğrusu ben pişirmediğim için mutfak tarafı kullanılmıyordu. Hacetler normalde dışarıda gideriliyordu ama benim bu hasta halimden dolayı çok iğrenç olan daha önce de duyduğum; geniş bir tasa yapmak zorunda kalıyordum.

"Hümeyra Hatun, şunu da başınız için içmeniz gerekmiş."

Elindeki cam şişeyi bana uzatan Aybike'yi kırmamak için alıp içtim. Ona tekrardan uzattıktan sonra dilimde hafif bir uyuşma olmuştu. Dilimi ağzımın içinde hareket ettirirken dışarıdan bir ses yükseldi:

"Destur var mıdır?"

Sesin sahibini son kelimesinde idrak ettikten sonra gözlerimi devirip hızlıca Aybike'ye, "Bir tane örtü verir misin?"

O da başıyla onaylayıp hemen koşup beyaz örtüyü getirip bana uzattı.

"Sesleneyim mi?" diye soran Aybike'ye başımı olumsuz bir şekilde sallasam da çoktan kapı açılmıştı. Aybike başıyla ona selam verirken ben kapıya sırtım dönük bir şekilde oturmaya devam ettim.

"Neden cevap vermezsin Aybike Hatun."

Ciddi sesi ile yine tehdit naatları atmasıyla yüzümü buruşturdum. Aybike ise ses etmeden mahcup bir şekilde bana bakarken ben ona, sadece gülümsedim.

"Tamam çıkasın."

Çıkasın? Gecenin bu saatinde gelip odamdaki kıza neden çıkasın dedi? Tedirgin bir şekilde yüzüm ciddiyetini takınırken başım hafif uyuşmaya başlamıştı.

"Peki Bey'im, Allah rahatlık versin."

Aybike'nin çıkmasıyla olduğum yerde kalmak mantıksız geldiği için oturduğum yerden yavaş hareketlerle kalktım. Onu hiç umursamayarak kalın halıyı güçlükle kaldırıp içeriye geçtim. Yer yatağına kurulduktan sonra odada başkasının varlığına sabretmeye çalıştım ama olmadı.

"Neden geldin?" diye söylenirken arkamı döndüm. Gördüğüm manzara ile şaşkınlığımı gideremeyerek öylece baktım. Üzerindeki deri yeleği çıkarmış ve belindeki kuşağını çıkarmakla uğraşıyordu. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Gözlerim iyice irice açılırken, rüyamda böyle bir şey olmasının korkusunu yaşamaya başladım.

"Sana diyorum!"

Allah'ım çok şükür sesim titrememişti. Sakinliğimi korumaya çalışırken, o ise gayet sakin bir şekilde soyunmasına devam ediyordu. Deri kalıpları üzerinden çıkarınca geriye sadece beyaz uzun kollu atlet tarzında kıyafeti ve şalvarı kalmıştı. Önünü sonunda bana çevirerek bakınca yüzümde ani bir yanma hissi olmuştu. Başım hafif uyuşukluk belirtisi gösterse de olayın tedirginliği ile kalbim feci bir şekilde atıyordu.

Adımlarını bana doğru değil, kapı halıya doğru yöneltmiş ve odadaki varlığını sonlandırmıştı. Ben sıkıntılı bir şekilde nefes verirken halıyı kaldırıp tekrardan içeriye girdi. Elinde, oturmak için kullandığımız koyun postu vardı. Ben odanın bir köşesinde yer yatağında otururken o da odanın bir köşesine geçip koyun postunu yere bıraktı. Kendisi de yere doğru uzanırken ağzından kısık bir şekilde:

"Bismillah" deyişini duydum. Yüzüm tavrıyla değişirken, onun uyumak için burada olduğunu anladım. Ama iç isyanım sessiz kalmaya meyilli değildi:

"Hem nefret ediyorsun hem de benimle aynı yerde uyuyorsun. Tuhaf ve komik doğrusu..."

Sırtı dönük yatmaya devam ederek, "Yanında yatmadığım için rahatsız mı oldun Hümeyra Hatun?" deyince ne demem gerektiğini zihnimde tartsam da kelimeleri bir türlü tutturamıyordum.

"Uyuma burada, istemiyorum seni!" diyebildim sadece, şu ince laf sokan insanlar hayranımsınız. Ama ben, ben niye beceremiyorum bu işi..

O ise yattığı yerden birden kalkarak oturdu ve bana yüzünü döndü. Elini başına getirip parmağıyla alnına vurdu:

"Şurası geri gelene kadar idare edeceksin. Sonra benimle aynı yatağı mı paylaşırsın ya da başka bir yere mi gidersin orası işte o zaman belli olacak."

Kelimelerin arasındaki ima ettiği şeyle sinirle gözlerindeki nefrete bakarak:

"Şurası geri gelirse, ilk işin bu otağı terk etmek olacak."

Bağdaş kurarak oturuşunu hiç bozmadan, "Dersin ki, otağın içinde ölümüm olacak!"

Soğuk sözleri ilmek ilmek içime işlerken adamın bu ciddiyeti karşısında tedirgin olup gözlerimi ondan kaçırmıştım. Bizzat beni öldürmekten bahsetmişti. Bu bir göz dağı vermek miydi? Yoksa gerçekten böyle bir şey yapar mıydı? Gözlerim yine hafiften ona bakarken o hiç duruşunu bozmamış dik ve meydan okurcasına bana bakıyordu. Bir an aklıma gelen şeyle gülümsedim, Hümeyra rüyadasın. Ben rüyadayım!

Ona samimi bir şekilde gülümsemeyerek, "Otağ senin olsun, ben kendime yeni otağı bulurum."

Onun ciddi olan bakışlarında bir kaş çatma görünce bu sefer dişlerimi göstererek gülümsedim ve başımı yastığa koyup üzerime yorganımı çektim. Onun ne yaptığı ile ilgilenmiyor ve benim bir türlü laf sokma becerimin level atlayıp adamı nasıl nakavt ettiğime gülüyordum.

O meşhur erkeklik kalıbını ayağımla ezmiş, seni gönderip yerine daha iyisini alacağım imajını vermek mükemmel bir histi. Gülümsemeye devam ederken Aybike'nin verdiği ilaç yüzünden uyku ihtiyacım gittikçe artarken başım yavaş yavaş uyuşuyordu. Gözlerim yavaşça kapanırken gülümsememi bir türlü silemiyordum.

...

Vücudumun sarsılışı ile birlikte deprem oluyor korkusuyla gözlerimi hızlıca açtım. Gözümün önündeki kişi yavaş yavaş netleşince bu kişinin Mirza olduğunu anlayınca şaşkınlığımın yerini hafif sinir eklenmişti.

O, omuzlarımdan ellerini çekerken, "Ne yapıyorsun?" diye sordum telaşla. Dizlerini koyduğu yatağımdan kalkarak, "Namaz vakti." dedi ve odadan çıktı. Ben ise yeni uyanmış hissiyatı ile ona şaşkın bir şekilde bakmaya devam ettim. İnsan böyle mi namaza kaldırırdı? Tamam uykum ağırdı ama omuzlarımda yerimden çıkmıştı.

"Allah'ım şöyle bir rüyada olmak şükür sebebi ama niye böyle oluyor." diye inim inim inlerken,

"Destur var mıdır?" diyen bir Aybike'nin sesi duyuldu.

"Gelebilirsin." dedikten sonra yorganımı üzerimden itip yataktan kalktım.

"Sabahın nur olsun Hümeyra Hatun."

"Vallaha karabasanla gözlerimi açtım bu saatten sonra inşallah olur."

Bir yandan ona cevap verirken bir yandan da terlik tarzında çarıkları ayağımı geçirdim. Aybike'ye baktığımda yine söylediklerimi anlamlandırmaya çalışan bir yüz ifadesini görünce ona gülümseyip:

"Hadi yardım ette abdest alıp, namaz kılayım."

O da başını sallayıp ibriğe su doldurmak için dışarı çıktı. Ben de o sırada ellerimdeki yaranın durumuna bakmak için sargıları açtım. Yanan derilerimin yerini yeni derilerin aldığını görünce, "Ne çabuk iyileşmiş." sesli bir şekilde düşünürken Aybike'de içeriye gelmişti.

Yaralarım tekrardan zarar görür diye onlara su değdirmek yerine mes alıp namaza durmuştuk. Tespihlerimi çekerken gülümsemeden edemiyordum, rüyamda bile namazlıydım.

"Nenem içime nasıl işlemişse..." dedim gülümseyerek.

"Hümeyra Hatun.." diye araya giren Aybike'ye, "Sadece kendimle konuşuyordum, delirmedim."

"Yok onu demeyecektim. Mirza Bey, neden sizinle kaldı ki?"

Onun sorusuyla yandan bir bakış gönderince meraklı olan bakışlarını çekinerek benden kaçırdı.

"Aman boş ver onu." diye geçiştirdim. O benim tavrımla baş sallarken, onun beni namaza kaldırışını hatırladım. Aslında onun bu tavırlarını merak etmiyor değildim. Ama bu güzelim rüyayı böyle de yaşamak istemiyordum. Ondan dolayı geçiştirip rüyamın tadını çıkarmak en iyisiydi.

"Yaralarınız da çabuk iyileşir." diyen Aybike'ye sadece başımı sallamakla yetindim. Bir gün daha sabretsem işte o zaman rahatlıkla dışarı çıkabilirdim. O zamana kadar sessiz kalmak en iyisi idi.

Aybike'nin getirdiği kahvaltıyı bu sefer onun yardımı ile değil kendi elimle yiyebilmiştim. Öğlen vaktine doğru, Akkaş Bey gelmiş ve yaralarıma bakmıştı. O da hızla iyileşen yaralarımı şaşkınlıkla karşılayıp şükretmiş ve hafızam geri gelsin diye bir şişe şurup verip yanımızdan ayrılmıştı. Aybike'de şişeyi kaldırmış sonrada öğlen yemeğini getirmişti. Onunla yemek yerken havadan sudan konuşurken sonunda akşam olmuş ve tekrardan dünkü istemediğim hal üzerinde kalmıştım.

Mirza tekrardan gelmiş ve bana arkasını dönerek uyuma moduna girmişti.

"Gurursuz musun?" diye sordum. Adamın bu gıcıklığı karşısında rahat duramıyordum. Durmam zaten anormal olurdu.

Ama o ise hiç oralı olmamış öylece kıpırdamadan yatıyordu. Acaba duymadı mı diye düşünerek bu sefer sesli bir şekilde aynı kelimeleri söyledim. Ama yine yanıt vermedi. Bu tavrına içim sıkılmaya başlamıştı. Benimle tartışsa yastığa başımı daha huzurlu bir şekilde koyardım.

Onun, eski tavırlarını anlayamazken şimdi ise sessizliğe çekilmesine anlam veremiyorum. Bu düşünceleri daha fazla kafam da toparlayamayıp inatla kapanan gözlerime itaat ettim.

...

"Hümeyra Hatun!"

İnce kadınsı sesin sahibini hemen tanıyıp yavaşça gözlerimi araladım.

"Namaz vaktidir."

Aybike'ye başımı sallayıp yataktan kalktım. Odada ben ve Aybike'den başkası yoktu. Bana nefret tohumlarını saçmadan gitmişti. Tuhaf...

"Ne düşünürsünüz?" diye merakla soru soran Aybike'ye. Gözlerimin içini parıldatarak, "Bugün, dışarı çıkacağım için onu düşünürüm." dediğimde Aybike:

"Mirza Bey izin verdi mi?"

"Ona hiç sormadım ki..." dedim gülümseyerek o ise itiraz etmek için açan ağzını duymamak için elimle onu susturdum.

Ben onun kölesi miydim? Bir de sözünü dinleyecekmişim. Hadi canım ben 21. yüzyıldan geliyorum. Bana sökmez eski erkek damarları.

İçimden sıraladığım kelimeler ile birlikte namazımı kıldıktan iki saat sonra kahvaltımızı da etmiştik. Şimdi ise Aybike'den istediğim koyu lacivert elbiseyi şalvarımın üzerine giyindim. Onun yardımıyla taktığım kuşağa bir de hançer koymuştu. Aybike'nin uzattığı baş örtüyü şal gibi bağlayıp üzerine tarihi dizilerde gördüğüm şapkalardan taktım. Tek farkı üzerinde süsler yoktu.

"Aybike şu süslü olanı verir misin?"

"Hümeyra Hatun, zaten örtüyü değişik bağladınız şimdi de bu süslü şapkayı takmanız uygun olmaz. Bu süslü eşyalar, eşinizin yanınızda takmanız içindir." deyince, gözüm onun kıyafetlerine gitmişti.

Koyu siyaha yakın pelerin gibi ama şapkası olmayan önü açık kıyafetinin altında, kahverengi bir elbisesi, kuşağı ve pelerinin üzerinden bırakılmış göğüslerini bile örten örtüye sahipti. Üzerindeki kıyafetle aynı sadeliğe sahip şapkası ile bana bakıyordu.

Ben de bu durumda ısrarcı olmayıp bir an önce dışarı çıkmak için ne dediyse onu yaptım. Üzerimizi giyindikten sonra kalın halıyı geçtikten sonra tahta kapıyı Aybike ittirerek açtı. Askerler yani alpler beni görünce, "Hümeyra Hatun dışarı çıkmanız yasak."

Böyle bir tepki ile karşılaşacağımı bildiğimden başımı dikleştirerek gayet emin sözlerimle, "Mirza Bey'in emrine nasıl karşı gelirsiniz!" dediğimde ikisi birbirine bakarken Aybike ise bana yandan bakınca, ona kaş göz işareti yaparak bana bakmamasını duruma ayak uydurmasının işaretini verdim. Nasıl bu işareti verdim bilemiyorum ama Aybike hemen anlayıp o da göğsünü dikleştirerek yürüttüğüm yalan oyunuma yandaşlık yapmıştı.

"Bize böyle bir bilgi verilmedi."

"Mirza Bey dün çok yorgundu ondan size söylemeyi unutmuştur. Şimdi çekilin yoksa bir oba Hatun'unun sözünü çiğnediğiniz için sizi süründürürüm."

O kadar tarihi dizi izledikten sonra sözlerden bir şeyler kapmış olabilirim. Sinirli halimle yanlarından asil bir şekilde geçip merdivenlerden indikten sonra çadırına doğru yol alırken, "Aybike ne taraftan?" diye sordum. Daha önce dışarı çıkmak ile ilgili konuşmamız olduğu için o, beni Mirza'ya yakalatmadan obayı oradan da başka yerleri gezdireceği için onu takip ettim.

"En iyisi yüzünüzü kapatalım." deyince ben de hemen kapadım. Ne de olsa bir oba beyinin eşiydim. Etraftaki insanlar beni tanıyıp selam verirlerdi sonra da konumumla ile ilgili bilgi Mirza'ya giderdi.

Hafif çamurlu yolda tek tük insanların arasından geçerken birden kolumdan çekilmem ile arka tarafa yüzüm döndürülmüştü. Ani tepkilere alışamadığım için şaşkın bir şekilde kendimi toparlamaya çalışırken, beni tutan kişinin kim olduğunu anlamak için kafamı kaldırdım.

Boyu benden biraz uzun, esmer ten renginin üzerine kirli sakal dekoltesi işlenmiş ela gözleri ile bana bakan bu güzel...adam da kimdi?

"Hümeyra" dedi yanağındaki gamzesini çıkartarak. Ben ise aynı şekilde ona gülümseyerek, başımı hızlı bir şekilde salladım. Rüyama resmen tat gelmişti.


Selamünaleyküm, lütfen oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Kitabım için oylarınız kurgumun iyi mi yoksa kötü mü gittiğini anlamam için yorumlarınıza ihtiyacım var. Anlayış gösterip şimdiden icraata geçen okurlara teşekkür ediyorum.

Loading...
0%