Yeni Üyelik
13.
Bölüm

İğde Ağacı

@lilyum_cicegi

Otağda oturduğumuz taraftın sağ uç kısmında yanan ateşin ısısı bizi sıcak hissettirirken, odunların çıtırtısı sessizliği bozuyordu.

Karşımda ve yanımda oturan erkeklerin ciddi sessizliği ile ben de konuşmuyordum. Abdül Bey yani amcamın gözleri bana değiyor ve ardından tebessüm ediyordu. Ben de mahcup olmasın diye bana yabancı olan amcaya gülümsüyordum. Sessizliği en sonunda bozan Abdül Bey oldu.

"Nasıl oldu da havsalanı yitirdi kızım?"

Yüzüme soğukluk inerken yanımdaki adamın varlığından tedirgin oldum. Bir şey hissettirmemeye dikkat kesildim.

"Toy gecesi başını taşa çarpmış. Üzerindeki kıyafet uzun olduğu için böyle bir kazaya sebep oldu."

Ciddi ifadesi ve karşıdaki adamdan bir an bile gözlerini ayırmadan cevap veren Mirza'yı yandan izledim. Gözlerini bir an olsun karşısında amcadan çekmiyordu. Sözlerinin keskinliği nasıl bir meydan okuma ise gözleri de aynı şekilde meydan okuyordu.

Göz temaslarından rahatsız olan ben için bu durum işkence gibi gelirken ikide bir gözlerini bana çeviren Abdül Bey'in de aynı rahatsızlığı duyduğunu anladım.

"Ne zaman geçer bu durum?"

Bana yöneltilen soruya cevap vermek için ağzımı açmıştım ki Mirza, "Belli değil. Ama hatırlayacak."

Yanımda oturan adama başımı çevirip bakarken onun da başı bana doğru çevrildi. Sinirli ve gergindi. Karşımdaki amcaya kurduğu göz baskısını üzerimde kurmasın diye başımı öne çevirdim.

Dışarıdan içeriye gelmek için destur istenince Abdül amca cevap verdi. Tahta kapılar açılınca içeriye Abdül Bey'in yanın da gördüğüm eşi Saka Hatun girdi. Ardından etin suyunda pişmiş bazı baharatlarla harmanlanmış pirinç ve kuzu etinin kokusu girip midemde şölen oluşturdu. Beni mest eden kokuyu tekrar solumak için nefes almıştım ki karnımın gurultusu ile nefesim yarım kaldı. Ellerim kimseyi fark ettirmeden karnımı bulurken Abdül Bey eşi ile konuşması beni rahatlatmıştı. Gelen yemeğe bakmak için sol tarafımı dönmüştüm ki bana yandan bakan Mirza ile karşılaştım. Hesapta onun karnımın gurultusunu duyması yoktu. Ona aldırış etmediğimi hissettirerek gözüm masaya konulan yemeğe çevirdim.

Demir taslara koyulan ayranlar teker teker hepimizin önüne uzatıldıktan sonra ekmekler uzatılmıştı.

"Buyurasınız."

Ellerini açarak önümüzde sofrayı gösteren Abdül Bey'e başımı sallayıp ayrana uzanmıştım ki tuttuğum tasın üzerine fazladan el dahil olmuştu. Elimin üzerindeki ele ondan sonra yakımda duran adama:

"Ne yapıyorsun?" diye kısık sesle sordum.

Havada tuttuğum tas onun baskısı ile yere kondu. Gözleri bana dönünce, tası bırakmam gerektiğini anladım. Aç olan midem bu duruma sinirlense de gergin olan katilimi deli etmemek için sözüne uydum.

Tası bıraktım. Elim onun eline sığınmış bir şekilde geriye kalkarken hem elinin varlığı hem de omuzumdan koluma değen teması son bulmuştu.

Karşımdaki amca ve yenge bu duruma kaşlarını çatarak cevap oluştururken Mirza, "Önce siz buyurasınız."

Bu duruma sinirlenen Abdül Bey, "Bu yaptığın ne densizliktir!" diye hiddetlendi.

Aradaki ikilinin kavgası yüzünden olan yemeğe olacağı için karaları bağlasam yeriydi.

"Evlenmeden önce tavırlarına sabrettim. Şimdi ise benim otağımda benim kızımı öldüreceğimi düşünecek kadar hadsizlik edeceğini bilmezdim!"

Boyu kısa olmasına rağmen sesinin şiddeti otağı sarmıştı. Abdül amcanın bu kadar hiddetli olmasına karşın Mirza sakin bir şekilde öne doğru eğildi.

"Abdül Bey, toy gecesi kızım emanettir demiştiniz. Ben de kızınızı koruyorum."

Karşımdaki amca sinirden elleri yumruk olurken Saka Hatun onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Ulan!" diyerek ayağa kalkan Abdül amca ile ağzım ve gözlerim şaşkınlıkla açılırken sakin bir şekilde söylenen cümle ile adam oturdu.

"Kara diken otu obanızda dolaşır diye duymuştum."

Dediği cümleyi kafamda tartarken yememe engel olmasını zehire yorarak:

"Ne o zehir falan mı?" diye Mirza'ya sorduğumda gözlerini bana çevirdi ama cevap vermeden önüne dönünce kendimi ister istemez kötü hissettim. Yokmuşum gibi davranmıştı. Aynı benim ona yaptığım gibi...

"Onlar benim obamda olamaz! Kanıtı da işte buyur." diyerek bir yudum ayrandan alarak hırsla ekmeğini kopardı. Tahta kaşığı ile pirinci doldurarak ağzına götürürken ağzım sulandı. Yoldan gelmiştik ve açtık. Bu kadar işkence fazlaydı.

"Şimdi buyurabiliriz." diye Mirza'nın komutu ile hemen uzanarak ayranımdan aldım. İki yudum içtikten sonra kuruyan boğazım açılmıştı. Tahta kaşığımı pirinç ile doldurup ağzıma götürdüğümde duyduğum lezzetle, "Çok güzel olmuş." dedim.

Nenem görse, atılma hemen yemeğe! Diye ikazda bulunurdu. Onun sesi kulaklarımda çınlayınca gülümsemem yüzüme yansıdı.

Uzanıp etten de alınca aklıma namaz gelince telaşla Mirza'ya döndüm.

"Biz akşam namazını kılmadık!"

Sakince yemek yiyen adam başını bana çevirip cevap vermek yerine yüzümde gözleri dolaştı. Şaşkınlıkla irice açılmış gözlerim cevap vermemesine kısılmış, sinirli hale dönmüştü.

"Kızım vakit geçmeden eda edersiniz inşallah." diyen kadına başımı salladım. Saka Hatun, Abdül Bey'e nerede kalacağımızı söylerken ben de yemeğime dönmüştüm. Kaşıkladığım pirinci ağzıma götüreceğim sırada kulağımda sessiz bir ses belirdi.

"Yetişmez. Senin doymanı vakit beklemez."

Acıktığımdan dolayı hızlı yemek yememle alay eden sese başımı çevirince gözümün altındaki elmacık kemiğimin olduğu tende onun dudakları ve kirli sakalının batmasını hissedince gözlerim açılmanın üst boyutunu yaşarken başımı geri çevirdim. İkimizde saniyesinde başımızı birbirimizden uzaklaştırdık.

Gözlerinde, bu hareketi beklemiyormuş gibi şaşkınlığı yansımıştı. Bu duyguyu yakalayan benden gözlerini kaçırmıştı.

Hızlana kalbim ve sıcaklanan vücudumla olayın kasvetini dağıtmak için düşünmeden saçmaladım.

"Iyy bir de yağlı yağlı."

Evet, kör kütük saçmalamıştım. Eski Hümeyra'nın duygularının kasvetini dağıtayım derken düşüncesizlik etmiştim. Sesim biraz fazla çıkmış olmalı ki Saka Hatun eşiyle konuşmayı bırakıp bize dönerek:

"Yağlı mı olmuş?" diye sorunca ağzımı açıp saçmalama korkusu ile gülümseyip başımı olumsuz bir şekilde salladım.

Kadına da mahcup olmuş bir şekilde yemeğime sessizce dönerken göz ucuyla ona da bakmıştım. Hiç bu tarafla ilgilenmeyip yine aynı sakinlikle yemeğini yiyordu.

İçimde delice atan kalbe işkence olsun diye şu cümleleri tekrarladım.

Katiline sevdalanırsan umursamazlığına da kırılmayacaksın. Hak edilmediğin insana sevdalanmayacaktın.

Ağzıma aldığım lokmalar büyümeye devam ederken yemekte zorlanmaya başlamıştım. Yemeğe de kendime de daha fazla işkence çektirmemek için karşımdaki kadına:

"Rabbim ellerinize şifa versin çok lezzetli yemek olmuş."

Normal zaman da direk ellerine sağlık, diyen kızın içinden dökülen kelimelere ben bile sevindim. Hoşuma gitti.

"Amin kızım. Sana da şifa olsun."

Bana gülümseyerek cevap verdi.

"Namaz kılmam gerek." diyerek kendi cümlelerime geri döndüm. Kadının ayaklanması ile yanımdaki adamı görmezden gelerek ben de ayaklandım.

"Tabi kızım. Otağınızı hazır eyledik."

Benim kalkmamla birlikte Mirza ve Abdül amcanın konuşmalarını es geçip kadının peşinden dışarıya çıktım. Serin hava yüzüme çarparken bize doğru gelen Aybars'ı gördüm.

Adımları hızlı hızlı atarken gözünü Saka Hatun'dan çekip bana baktı. Gözlerim gözleriyle denk gelirken gülümsedim. Gülümsememe küçük tebessümle cevap verdi. Onu es geçen Saka Hatun'un yerine ben cevap verdim.

"Namaz kılmam lazım."

Başını hızlıca salladıktan sonra gözleri benim arkama doğru gidince başını sinirle sağa çevirdi. Gerginliğinin sebebini tahminde bulunarak arkamı dönmeden Saka Hatun'a yetiştim.

"Burasıdır kızım. Ama çabuk olasınız. Vakit dardır."

"Sağ olasınız."

Doğaçlama bir şekilde çağın kelimelerinin ağzımdan çıkması rüyaya adapte olduğumun göstergesiydi. Bu güzeldi tek kötü olan beynimdeki alarmın; kabusa dönüşecek ihtimalini vermesiydi.

"Sağ olasın Saka Hatun."

Arkamdan gelen sese karşımdaki kadının cevabı sözleri değil ciddi yüz ifadesiyle baş sallaması oldu. Onun böyle tavrına sofralarından kovmamaları bile mucizevi gibi bir şeydi. Ya da onlarda mı kovamazlardı?

Tahta kapıyı açıp küçük odaya girdim. Dışarının soğukluğuna tezat içerisi sıcacıktı. İçeride yanan hafif ateş ve otağı bir anne kucağı gibi saran kalın malzemeler, ısıyı güzel tutuyordu.

Kıblenin ne tarafta olduğunu sormayı unuttum derken yatağın ötesine serilmiş iki adet seccadeye gözüm takıldı. Oda her şeyi düşünülerek ayarlanması hoşuma gitmişti.

Ateşin kenarına konulan demir leğen, ibrik, küçük tasa konulmuş katı sabun ve havlu niyetine konulmuş bir bez dikkatimi çekmişti. Ellerimi yıkamadan çıktığım için o tarafa doğru ilerleyip ellerimi ıslatmak için ibriği elime aldım.

"Abdest mi alacaksın?"

Doğru ya ben yolda uyumuştum. Nasıl unuturum bunu. Hatırlamanın şaşkınlığı ile ona baktım. Başındaki şapkayı eline almış bana bakan adama:

"Evet alırım...şimdi." diye yanıtladım. Oluşturduğum ima ile kendime kızdım. Sanki yardım edecek suyumu dökecekti.

"Sen kılabilirsin."

Gözlerimle seccadeyi gösterince oda başını sallayarak beni onayladı. Ve arkasını döndü. Rahatlamış bir şekilde nefesimi verirken onun namaza durması ile acele davranıp üzerimdeki fazlalık olan dış kıyafetimi kenara koyduktan sonra hızlıca başımı açtım. Ben bunları yaparken o kıyamda idi. Ya ben hızlıydım ya da o fazlasıyla yavaş okuyordu. Eski Hümeyra iyiye yorarken ben yine onun sevdasını katil damgasıyla tokatladım.

İbrik ile ellerimi ıslatıp katı sabunu elime alıp ellerimi köpürttüm...Başımı örtüp dış kıyafetimi üzerime almadım. Daha doğrusu benim için üzerimdeki kıyafette dışarıya uygundu. Morumsu renge sahip ince kürklerle süslenmiş, taşlarla işlenmiş bel kemeri belimi baştan başa sararken hiçbir zaman kullanmadığım küçük bir hançerim vardı. Ama nedense buradaki insanlar bu kıyafetleri kadın kadına ya da mahrem olan erkeklerin yanında giyerdi. Ben tesettürü ninemden öğrenmiştim. Onu tesettüre çok dikkat etmesine rağmen bu şekilde yani siyah kaftana benzer bir kıyafetle dışarı çıkmazdı. Bana tek söylediği pantolon değil de etek giymemi isterdi. Beğendiği kıyafetlerin ölçüleri şu an üzerime oturanla aynıydı. Ama bana göre belden saran kıyafetlerdense ondan daha rahat pantolon tercihimdi.

Selam veren Mirza'nın arkasına geçerek ben de namaza durdum. O tesbihatlarını yapıp duaya geçmişti. Ellerini yüzüne sürerken ben de sünnete niyet etmiştim.

Fark ettiğim şeyle kaşlarımı çatıp önümdeki deriden yapılmış seccadeye odaklandım. Ben onu izlemeye mi yoksa namaz olan hediyemi almaya mı gelmiştim.

Selam verdikten sonra odaklanmamanın rahatsızlığı ile estağfurullah çektim. Dizlerimin üzerine oturarak arada sırada yaptığım daha doğrusu ninemin ikazı ya da başka birisi yaparsa yaptığım; namaz tesbihlerimi çekmeye başladım. Kalkacağım zaman rüyada olduğumu unutup dua etmek istedim.

Mirza ne zaman namaz kılsa peşine duasını eksik etmezdi. Ben ise canım sıkıldığı zaman arada ederdim. Onu sevmiyordum ama onun bu durumunu nedense örnek almak istedim ve ellerimi semaya açtım.

Gözlerimi kapatıp ana odaklandım dilimden şu cümleler çıktı.

"Rabbim yüreğimdeki derdi sana teslim ettim. Rabbim karanlık yolda kaldım. Işık tut Rabbim."

Gözlerimi aralayıp söylediğim cümleleri kendim tartmaya çalıştım. Dilim benden kopmuş bir şekilde kendi iradesini takınmıştı. Amin diyerek ellerimi yüzüme sürdüm.

Üzerime çöken ağırlıkla birlikte içim seccadeye uzanıp yatma hissi ile doldu. O kadar saat uyumama rağmen esneme tutunca ellerimi ağzıma götürdüm. Halen daha seccadeden kalkmayan adama gözlerim uzandı. Arkasından bakarak dua etmediğini görüyordum. Sadece karşıya bakıyordu. Düşünceli bir haldeydi.

Her zaman dik olan omuzları hafif öne doğru eğilmişti. Daha fazla incelersem içime istemediğim duyguların gelme ihtimaline karşın hemen ayağa kalktım. Yatağın kenarına koyduğum dış kıyafetimi alıp üzerime giyindim. Otağda mı kalmalıydım bilmiyorum ama Aybars'ın yanına gitsem iyi olacaktı.

Ona bir şey söylemeden adımlarımı dış kapıya doğru attım. Ondan dışarı çıkmaman konusunda bir ikaz alırım diye hızlı davransam da çıt ses çıkmamıştı. Kapıya doğru gelip ittirince arkamı yavaşça döndüm. Onun yerinde gördüm. Omuz silkip umursamaz halimi takınsam da Hümeyra'nın eski duyguları onun bu düşünceli haline dertlenmişti. Onun sesini dinlememek için sesli bir şekilde, "Aybars'ı bulmalıyım." dedim gülümseyerek.

Otağların arasından geçerken etrafta annelerden yıkanmamak için kaçan çocuklar dikkatimi çekti. Nedense bu çocukların hepsi erkekti. Onları da geçerken insanlar arasında Aybars'ı aradım. Neyse ki bulmam zor olmamıştı. Karşısındaki alplere bir şeyler anlatırken ona el sallamak yerine yanına doğru adımlarımı atmaya başladım.

Tek tük insanların meraklı ve gülümser bakışlarına gözlerimle cevaplarımı suna suna yanına gittim. Beni fark etmeyen Aybars'a:

"Aybars."

Yan tarafa dönerek beni gören Aybars ciddi yüz ifadesini yumuşatıp bana baktı ve tekrardan alplere dönerek, "Dediğim gibi dikkatli olun." dedikten sonra bana döndü. Alpler ellerini yumruk yapıp sol göğüslerine vurduktan sonra yanından ayrılmışlardı.

"Neden dikkatli oluyorlar? Bir şey mi oldu?"

Etrafa göz gezdiren Aybars, "Bunları senin özel yerinde konuşalım mı?" diye teklifte bulununca eğlenceli şeyler çıkacak ümidiyle başımı onarlar şekilde salladım. Obada bir insanın özel yeri nasıl olur merakına girip ona sorsam da o sadece, beni takip et demişti. Benim meraklı halim onun da hoşuna gitmişti.

Çadırların arkasından eğile eğile kimsenin bizi görmesini istemeyerek obanın içinde var olan ağaçlık alana doğru gittik. Hızlı adımlarımız ağaçları arkamıza aldığımızda bitmişti. Azıcık aksiyonlu durum uykumu def etmişti.

"Burası mı özel yerim?" diye sordum. O ise eliyle sağ taraftaki obadan burnuma gelen o ince ve ferah kokunun sahibi olan ağacı eliyle gösterdi.

Küçük gövdeli kısa ama dalları ile büyük alanı kaplayan ince açık yeşil yapraklarının arasında görülen meyvesi olduğu tahmin ettiğim ağacın adı neydi?

"İğde ağacı. Burası senin özel yerin. Babanla beraber dikmiştiniz."

Kaşlarımı havaya kaldırarak, "Demek babamla diktik." dedim. Eski Hümeyra'nın babası ile olan kısa anısını ister istemez kıskanmıştım. Yine de ortamdaki havayı değiştirmek isteyerek ağaca odaklandım.

"Çok güzel kokuyor."

Ağaca biraz daha sokulmak istercesine. Yapraklarını ellerimi sürdüm.

"Evet, bu soğuğa rağmen dirayetli ve güçlü...aynı sen gibi."

Aybars'ın dediklerine alaylı bir gülümseme ile, "Ama ne güç? Tam olarak nerede görüyorsun o gücü?"

Gözleri yüzümde dolaşırken o konudan bağımsız takıldı.

"Eskiden benim yüzüme, gözlerime bu kadar bakmazdın. Şu anki halin sanki gizlediğin duyguları açığa çıkarmış gibi..."

Bir şey diyemeden gözlerimi ağaca çevirdim. Gözlerimi kaçırma ihtiyacı duymuştum. Söylediklerini aklımda ne kadar tartarsam tartayım Aybike'nin 'O senin çocukluk arkadaşın, abin.' cümleleri saf saf dökülüyordu. Aybike yalan söylüyor diyeceğim ama Aybars sadece benim yanımda böyle davranıyordu. Eski Hümeyra Mirza'yı seviyor ve Aybars'a yakınlık duyuyorsa... Yoksa bu kız iki kişiyi aynı anda mı seviyordu?

Emin olmak için Aybars'a gözlerimi çevirdim. İçimdeki sesten kaçan ben, bu sefer ona kulak verdim. Onu anlamaya çalıştım. Nedense bu karmaşıklık canımı sıkmaya başlamıştı.

Aybars'a bakıp yüreğimi dinledim. Onu seviyordu ve değer veriyordu. Özeldi onun için...Ama o şekilde bir sevgi değildi sanki.

"Seni o zaman alıp uzaklara götürseydim. Şu an yaralı da olmazdın. Ama gözlerin..."

"Ben anlamıyorum." diyerek ses çıkarma ihtiyacı duydum. Ellerimi birbirine kenetleyip parmaklarımı hareket ettirdim.

İlk başta Aybars'ı gören gözlerimdeki şenlik havası durulmuştu. Halbuki ben şenlik oluşturmasından razı değil miydim? Ne oluyordu? Rüyamda hislerime başkası hakim olabiliyor muydu?

Kendi içimle konuşmaktan sıkılıp konuyu alakasız yere çektim.

"Oba da bir tehlike mi var?" diye sordum. Sorduğum soruyu beklemeyen Aybars'ın eli, alışkan bir tavırlarla belindeki kemere indi.

"Mirza!" dedi hiddetle. Sinirli hali Mirza kadar etkili olmuyordu. Mirza sinirlenince kartal olan gözleri avına odaklanmış gibi dururdu.

Saçma sapan bir karşılaştırmanın arasında kendimi bulmanın sinirliliği ile:

"Tehlikeli gördüğünüz o adam benim eşim! Ve aynı otağda kalıyorum."

Tepkime şaşırmış ve mahcup olmuş bir şekilde:

"Onu mu savunuyorsun!"

"Hayır."

Sesimi yükselterek içimi nedense dökmek istedim. Onun beni öldürme teşebbüsünden dolayı aklımı yitirdiğimi kısacası onu hayatımdan çıkarırsanız rüyamın kabusa dönmeyeceğini. Mutlu ve istediğim gibi rüyamın tadını çıkarmak istediğimi, söylemek istedim.

"Tehlike varsa ben önemli değil miyim demek istiyorum."

Bana doğru bir adım attıktan sonra yanlış bir şey yapmış gibi geriye adımını attı. Yerde duran taşa tekme savurdu. Taş ötemizdeki ağaca çarpıp dururken o, "İster miyim seni onun eline bırakıyım. Keşke...keşke o gün gitseydik buralardan."

"Neden?" diye sordum. O ise kendini ifade etmek istercesine kıvranır halde ellerini açtı.

"Çünkü mutlu..."

"Neden Mirza tehlikeli?" diye sordum. Amacım onu savunmak değil. Sadece tehlikeli olan adama neden eş olduğumu anlamaktı. Bir eşya gibi kullanıldığımı hissediyordum. Rüya olmasına rağmen hissettiğim bazı duyguların kaynağını artık sorgulamayı bırakıp içimdeki kırgınlığı hissettim. Mirza'nın beni öldürme teşebbüsünde bulunduğunu sadece Aybike ve Hanım Hatun bildiğine göre onlara neden tehlikeli idi?

Rüya dahi olsa bir insanı hiç uğruna görüp koruyormuş gibi davranmak nedense çok itici ve değersiz hissettirmişti.

"Artık gitsek iyi olacak." diye işin içinden çıkmaya çalışan Aybars'a, "Sen git. Biraz daha burada kalmak istiyorum." dedim. Burada kalmama razı olmayan bakışları es geçip güzel kokan ağacın altına oturdum. Gidip gitmemek arasında kalan adamı görmemiş gibi yapmam adım seslerinden onun gittiğini anlamıştım.

Ona karşı bir kırgınlık hissetmiyordum. Ya da hatırlamadığım için hissetmiyorum.

"Ay yeter beynim yoruldu artık sus." diye elimle kafamı vurdum. Hem eski Hümeyra'nın sesi hem karmaşık duyuları çözmeye çalışan ben ve iç sesim benim yormuştu. Ağacın gövdesine yaslanıp başımı geriye doğru yaslayıp öylece uzaklara daldım. Hiç ses yoktu. Ve rahatsız edecek yapay ışık. Yıldızların ve ayın etrafa ışığını vermesi gözü yormuyordu.

Yorulan bedenimle birlikte gözlerim yavaş yavaş kapanırken bilindik bir ağrı dolaştı beynimde. Ama gözlerim açamadım. Boğuk gelen sese ağrımla birlikle döndüm.

"Has Tacım, Hümeyram benim asil yavrum!"

İri cüssesi ile kollarının arasına alıp çocuğunu seven adamın sesi kulaklarımda yankılandı.

"Buyur benim Gök Yürekli babam."

Seslerle birlikte görüntüde netleşmişti. Benim yaslandığım yere biri erkek biri de küçük kız çocuğu yaslanmıştı. Adam bir bacağını göğüs tarafına yaslamış gözlerimin kapandığı manzara bakıyordu. Küçük kız ise dik bir şekilde dizlerinin üzerine oturmuş o küçük yaşına rağmen asil bir şekilde duruyordu.

"Bilir misin insan neye benzer?" dedi yüzünü net göremediğim adam.

"Bütün mahlukattan en kabiliyetli ve zeki olan insan hiçbir şeye benzemez."

Kızın zekice cevabı ile o anki baş ağırımı unutmuş, kafamı sallamıştım. Küçük göstermesine rağmen bilgili birisine benziyordu.

"Ağaçtır." dedi. Kız babasının dediği üzerine şaşırmış ama devam etmesi için sabretmişti. Ben olsam hemen atılırdım. Küçük çocuğun olgun hareketi hep olmak istediğim kişi gibiydi. Bundan dolayı utandım.

"Ağaç, yaprak açar aynı insanın gençliği gibi. Sonra meyve verir aynı senin benim meyvem olduğun gibi. Sonra yavaş yavaş sararmaya başlar aynı insanın yaşlılığı gibi ve yapraklar düşer aynı insanın ölümü gibi."

Kızın düşünceli şekilde sessizliği gibi ben de sessizliğe büründüm. Eski Hümeyra'nın babası ile iletişimi karşısında içim özlemle doldu. Ben babamı görmemiştim. Yüzüne baktığım ama net olarak göremediğim adama özlemle baktım.

"Şimdi benziyor mu yoksa benzemiyor mu?"

Babanın sözlerine tezat cümleler içimi parçaladı.

"Baba, sen beni bırakmazsın değil mi?"

Adam kızını içine katacak şekilde sarıldı. Saçlarını eliyle okşarken küçük Hümeyra'ya çok güzel seslendi.

"Hümeyra'm. Herkesin bir vaadesi vardır. Belki benimki çok yakındır ya da uzak. Belki senin ki çok yakındır veya uzak. Allah Azze ve Cezze sana bereketli ömür versin. Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem (Allah'ın selamı onun üzerine olsun) buyurdu ki;

Mümin taze ekin gibidir. Olgunlaşıncaya kadar rüzgâr onu eğip büker; bazen yere yatırır, bazen de doğrultur (ama o kırılmaz).

(Müslim Sıfâtü"l-münâfikîn, 59)

Asilce oturan kızın gözleri dolmuştu. Uzanıp tekrardan babasına sarılınca benim de göz yaşlarım akıyordu. O küçük kız baba dedikçe ben de ona doğru yürüyüp, "Baba." diyordum. Ama ben yaklaştıkça onlar uzaklaşıyordu.

Nefes alamamanın zorluğu ile gözlerimi irkilerek açtım. Açar açmaz gözlerimdeki yaşı fark ettim. Ama ağlamam durmamıştı. Ağlamam hıçkırığa dönüşürken ayaklarımı kendime çekip iyice ağaca yaslandım. Onu orada hissetmek istedim. Özlemle kavrulan kalbime elimi götürdüm.

"Sen özlemle kavrulurken hiç görmeyen ben ne yapayım?"

Göz yaşlarımın ardı arkası kesilmezken içimin boşalmaya ihtiyacını karşıladım. Ne kadar zaman geçti, bilmiyordum. Göz yaşlarım yavaş yavaş bitmeye başlamıştı. Üşümenin verdiği hisle uyuşan ayaklarımla zar zor ayakta durarak yürümeye başladım.

Ellerim ile yüzümü silerken su sesine dikkat kesildim. Yakından gelen suya doğru yürümeye başladım. Yüzümü yıksam iyi olurdu. Uzaktan tek tük sesler gelse de karanlık olduğundan ürkmeden edemedim.

Hızlı adımlarla suyun kaynağına ulaştım. Bu obaya doğru uzanan dereydi. Hemen uzanıp soğuk suya ellerimi daldırdım. Yüzüme değdirdiğim soğuk su beni daha çok kendime getirmişti. Bir yandan yüzümü yıkarken diğer yandan etrafa bakmayı es geçmiyordum. Ormanlık alan gibi olduğu için kimse yoktu. Ağacın orada uyukladığım için abdest tazelemem gerekti. Otağda rahat alamam diye hızlı davranıp yere çöktüm. Kimse görülmese de gece nöbetine çıkanlara yakalanmak istemezdim. Başımı hızlıca açıp kollarımı sıyırdım. Soğuk suyu tenimde gezdirirken titreme tutmuştu. Hızlıca abdestimi alıp çalı dalının kenarına çömeldiğim yerden örtümü koyduğum yerden alıp aynı serilikte başımı örterken sesler duymuştum.

Her tarafım giyinik olduğu için rahat bir şekilde kalkmak yerine oturduğum yerden merakla sesin geldiği tarafa yöneldim. Çalının kenarında oturduğum için sadece başımı uzattım ve bir yandan da başörtümdeki son rötuşumu yapıyordum. Su gürül gürül akmadığı için adım sesleri duyuluyordu. Kollarımı da indirip kalkacağım sırada çalının kenarından iki üç adamı gördüm. Derenin karşısındaydılar. Dikkatimi onlara daha da yoğunlaştırırken gecenin karanlığını üzerlerine giymişlerdi. Yüzleri açık olmasına rağmen başlarındaki siyah kumaşlar yanaklarına doğru sarkmıştı. Üzerlerindeki siyah kıyafetleri bu obadan kimsenin giydiğini görmemiştim. Nedense içim tedirgin olmuştu bir an önce buradan gitme isteği ile yüreğim dolmuştu. Lakin şimdi hareket etmem onların dikkatini çekebilirdi. Sessizce onların gitmesini beklemeli ya da vakti kollamalıydım. Esen rüzgâr beni üşütecek kadar serinlikte olmamasına rağmen soğuk suyla abdest aldığım için üşümeye başlamıştım. Bir an önce buradan gitmelerini isterken onlarda uzaklaşmaya başlamıştı. Onlara dikkat kesilirken içlerinden birisi ay ışığının vurduğu yerden arkasını dönerek etrafa izledi. Yüzünü tam seçemediğim adam benim yaşlarımda ya da benden birkaç yaş büyük olabileceği tahminin de bulundum. Belki obadan olabilirdiler ama nedense içim tedirgin olmuştu. Bu tedirginliğim en güçlü esas kaynağı kadın olarak yalnız olmamadan kaynaklanıyordu.

Kaşlarımı çatarken sağ elim aklıma dahi gelmeyen yere tutundu. Adam arkasını dönüp diğerlerinin yanına hızlı adımlarla birlikte ulaşırken kaybolmalarına kadar aynı konumda bekledim. Gecenin kıyafetiyle birlikte karanlıkta yok olurken sabırla biraz daha bekledim.

Etrafta kimsenin varlığını hissetmemenin rahatlığıyla kastığım kaslarım gevşerken aklıma bile gelmeyen belimdeki hançerin kabzasını tutan elime şaşırdım. Onu oraya taksam da kullanmak aklımın ucundan bile geçmezken elimin orada ne işi vardı? Eski Hümeyra'nın hisleri bitmiş şimdi bizzat icraatları üzerimde tesirini gösteriyordu.

Adamlar gözden kaybolsalar dahi doğrulmadan sessiz adımlarla geriye doğru yol aldım. Derenin karşısından bakınca görülmeyecek noktaya geldiğimde doğrularak hızlı adımlarla görünen ışıklara doğru yol aldım.

Aybars'ın yaptığı gibi çadırlarının kapılarının önünden değil de kimse görmesin diye arkalardan dolaşıp iyice otağ çadırlarının arasında gelmiştim. Ama hangi otağda kaldığım aklıma gelmiyordu. Sağa bakıyordum sola bakıyordum ama hiçbir şekilde hangi otağ olduğunu bulamamıştım. Ortalıkta soracağım kişileri de bulamıyordum. Bütün herkes sanki uykuya çekilmişti.

Az önce gördüğüm rüyanın tesiri halen daha üzerimde olduğundan gözlerim dolmuştu. O küçük kız çocuğunun babasına olan güvenini şimdi hissetmek istedim. Terk edilmiş gibi hissediyordum. Değersiz bir şekilde kenara savruluşumu hissetmiştim. Sığınacağım tek ninem vardı o da burada değildi. Ne yapacağımı bilmeyerek çadırların arasında öylece kalakalmıştım. Aybars'ın güçlü olduğumu söylediği sözler kulaklarımda biterken küçük Hümeyra'nın asilliği gözüme çarptı. Aynı benden de iki zıt karakterdi. Biri güçlü diğeri ise aciz.

"Hümeyra."

Sessiz bir şekilde bana seslenilmesiyle umutla arkamı döndüm. Karşımdaki kişi katilimdi. Gözlerimdeki yaşlar varlığını devam ettiriyordu. Çünkü yine beni değersiz gören katilimle karşılaşmıştım. Siyah tonlarda giydiği kıyafet iri bedenine oturmuştu. Çoğu zaman başında taşıdığı şapkası yoktu. Siyah saçları geriye doğru itilirken her zaman ki o kartal gözleri ile bana bakıyordu. Ona bakarken birkaç adımda yanıma geldi.

"Neredesin sen?" dedi bana kızarak. Eski Hümeyra buna sevindi. İçi güzel oldu. İyi hissetti. Benim anlamlandıramadığım; ona zarar veren kişiye saplantı şekilde his beslemesiydi. Tartışmak istemedim. Ne de olsa tartışmalarımın sonunda yine eski Hümeyra onu sevmeye devam ediyordu. Acıdım ona ve hislerinin vücudumda yayılmasını izin verdim. Ağzımı açıp ona cevap vereceğim sırada o devreye girdi.

Çattığı kaşları ve kuşkulu gözleri ile bana, "Tilki inine girince yabancılık çekmezmiş. Kafasında daha iyi planlar kurarmış. Ne ederdin bunca vakit?"

 

Eski Hümeyra'nın hisleri birer birer vücudumda kırılırken çenem sinirden kilitlenmişti. Dolan gözlerimle ile onun gözlerine nefretle baktım. Keza o da bana aynı duyguyla bakıyordu.

Ben ne ateştim o ne barut. İkimizde buzul kütlesinden ibarettik. Soğuğun insanı öldüren cinsinden.

"Sen!" dedim ellerimi yumruk yaparak sakinleşmek istedim. Ama olmuyordu. Bu sinirim ya eski Hümeyra'nın hislerinin saçmalığına idi ya da bu saf hisleri layık görmeyen tavra. Yumruk olan ellerim yavaşça açılırken yüzümde sinirden gülümseme belirdi.

"Sen açıklamayı bile hak etmeyen şereften bir haberin birisisin!"

Ağzımı bozmayan ben dayanamayıp bozmuştum. Artık sınırdaydım. Bana yapılan tavra değil, hatırladığım saf anıya edilen hakarette tahammül edememiştim. O çok güzeldi. Ona kimsenin dokunmasına müsaade etmezdim.

Sinirle attığım adımlar ile nereye gittiğimi bilmeden çadırların arasından yürüyordum. Bir an önce namazı kılıp uyumak istiyordum. Aslında direk uyumak istiyordum ama içimdeki ses namazı es geçmemin vicdan muhasebesini ortaya koyuyordu.

Meydana geldiğimde gördüğüm bir askere, otağın yerini sorduğum da tarifi ile otağın yakına geldiğimde sinirim halen daha dinmemişti.

"Hümeyra."

Seslenen kişiye dönüp baktım.

"Artık benden uzak dur!" dedim orada bulunan Mirza'da dediğimi duymuştu. Basit şey gözükse de benim içimde hissettiklerim hiç öyle görülmüyordu. Hani derler ya içim derbeder. Benim de içim öyleydi.

Dediklerim ile üzgünce bakan Aybars'tan gözlerimi çekip Mirza'ya baktım.

"Artık benden uzak durun!" diye içimdeki serzenişi hissettirmek istercesine kırık tonlarda çıktı sesim. Beni değersiz hissettiren insanlara yapılacak en güzel şey uzak durmaktı.

İçeriye girip hızlıca namaza durdum. Görevimi tamamladıktan sonra semâya ellerimi açtım. Gözlerimi kapadım. Yanaklarımdan sicim sicim gözyaşları aktı. Eski Hümeyra içimde cam kırıklarıyla ile yanıp tutuşurken benim zihnim o saf anıdaydı. Babası gidince herkes gitmişti. Aybars güçlü mü demişti? Ondan mı içimde yankılanan acı feryat var?

...

Normalde başkalarının kaldırmasıyla uyanan ben bugün kendiliğimden uyandım. Uzaktan gelen yanık ezan sesi odayı saran kalın halılardan kulaklarıma çarpıyordu. Ezan devam ederken ben karanlığa odaklanmış kalkmak için güç bulmaya çabalıyordum. Odanın içerisinde başka bir ses duyduğumda gözlerim tavandaki karanlıktan başka karanlığa odaklanmıştı. Kısık bir esneme sesini duyduğumda oda da Mirza'nın da olduğunu anladım. Zaten buradan başka nereden olabilirdi ki kendi düşüncelerimle alay ettim.

Ateş yakılması için birbirine çarpılan çakmak sesleri ile gözüm sağ tarafa gitti. Yanmak için an, kollayan kıvılcımların ışıkları saniye ile Mirza'yı görmemi sağlıyordu.

Ezan biterken odayı aydınlatan kandile gözüm gitti. Gözlerimi o taraftan çekip üzerimdeki kalın yorganı ittirip uzandığım yerden kalktım. Başımdaki ince beyaz örtünün geriye kaymasıyla ellerimle tutup iyice sıkılaştırdım. Döşekten kıpırdanarak kalkacağım vakit su sesine gözlerim gitti.

İbriği derin demir tasa döken kolları ve paçaları sıyrık kişiyi gördüm. İlgilenmeyerek üzerimdeki beyaz elbisenin koluyla ilgilendim. Enerjim çekilmiş gibiydi. Eğlenceli gitmeyen rüyadan nasıl uyanabileceğimi düşünüyordum. İnsan kendi iradesiyle acaba rüyadan uyanabilir miydi?

Su sesinin kesilmesiyle oturduğum döşekten kalktım. Ben ona, o da bana bir şey söylemeden iki yabancı gibi farklı yönlere gitmek için yanından geçtim. O namaza dururken ben de abdest aldım. Ama bu alışım diğerleri gibi hızlı olmamıştı. Dalgındım. Hani bazı anlar olur ya insan elini bile kaldırmak istemez. İşte o ruh hali üzerime çökmüştü. Ninemi özlemiştim.

Saçlarımı arkada sabitlerken baş örtümü yerden alıp başıma örtmek için kaldırdığım vakit arkasını dönen Mirza'yı fark ettim. Ruhum enerjik olmadığı için eskisi gibi enerjik şekilde başımı örtmesem de hızlı davranmaya çalıştım. Diğer tarafa koyduğum beyaz ince batikleri ayaklarıma geçirip tekrardan iki yabancı gibi farklı yönlere geçtik. Ben namaza dururken kandilin ışığı yanmaya devam ediyordu. Namaza odaklanarak kılmaya devam ederken rüyadan uyanmama mantıklı bir fikir bulmuştum. Selam verdikten sonra tesbihata geçtikten sonra enerjim yerine gelmişti. Eğer ben ölürsem bu rüyada biterdi.

Oturduğum yerden kalkıp döşeğe otururken kendimi nasıl öldürebilirim hesabına girmiştim. Acaba ilaçlarımın hepsini içsem ölür müydüm? Yoksa direk kılıcı kalbime mi soksaydım?

Ürettiğim fikirlerin korkusu ve iğrençliği yüzüme yansımıştı. Uykum çoktan seyahate çıkarken ben nasıl ölürümü düşünüyordum. İkisi de mantıklı gelmiyordu. İlaçlar baş ağrım içimde ya çok içip başımın ağrısı ile kalabilirdim. Bileğimi kesecek cesareti bulmuştum. Kalp ile bilek aynı değildi. Düşüncesi bile ürkütücüydü. Direk bileğimi kessem illa ki birisine yakalanır sonra da Mirza ile muhatap olmak zorunda kalırdım. Bu da son olaydan sonra en son isteyeceğim şeydi.

Kapının kapanma sesiyle irkilirken etrafıma baktım. Oda da sadece ben kalmıştım. Dışarıya çıkmıştı. Zaten her zaman sabah namazından sonra işlerini halletmek için çıkardı. Daha doğrusu horozun sesinden anlaşılacağı üzere rüyam da sabah, sabah namazı ile başlar yatsı ile biterdi.

Bir sohbette dinlemiştim. İnsan namaza göre vakitlerini ayarlaması vaktinin daha verimli geçtiğini söylemişti. Ama ne yazık ki bunu yerine getirebileceğim bir sistemde yaşamıyorduk. Tabi bu benim için bahaneye kaçıyordu. Çünkü bunu başarabilen insan vardı.

Fazlası ile kendimle konuştuktan sonra kalkıp döşeği düzelip kıyafetlerimi giyinip dış kıyafetimi üzerime aldım. Otağda canım sıkılmıştı. Dışarı çıkıp belki ölümle ilgili bir fikir gelir ve zaman geçer diye dışarıya çıktım.

Gece her bir tarafa çekilen insanlar şimdi meydanlara inmişti. Uzakta tüten dumanlar kadınların yemek hazırlığına giriştiğini gösteriyordu. Öylece dolaşırken insanların selamlarına karşılık verirken uzaktan hissettiğim bakışların sahibine döndüm. Aybars'ın bakışları ile durgun bir şekilde bakarken ben onunla konuşmak istemedim. Eski Hümeyra ona küs değildi. Onu anlamıyordum. Mirza'nın tehlikeli olduğunu bile bile nasıl onunla evlenmesine izin vermişti, anlam veremiyordum. Hele ki anladığım kadarıyla eski Hümeyra'yı bu kadar severken.

"Hümeyra."

Omzuma konan elle birlikte sağıma döndüm. Benden biraz kısa olan Abdül Bey ile karşılaşınca, "Sabahınız hayır olsun." diyerek ondan uzaklaştım. Ne kadar amcam hükmünde olsa da eski Hümeyra aklını kaybetmiş onu hatırlamıyor ben ise onu tanımıyordum. Bu durum da rahat davranamazdım.

"Senin de kızım. Yorgunluğunu atabildin mi?"

Başımı olumlu bir şekilde sallarken, o eliyle büyük çadırı gösterip: "Burada durmayasın. Otağa geçelim biraz sonra karnımızı da doyururuz." deyince yapacak bir şey olmadığım için sıkıcı olan teklife hayır diyemedim.

Otağa doğru ilerlerken halimi Okçular obasını sormayı ihtimal etmezken bilgim dahilince ona cevap veriyordum. Otağa yaklaşmışken Alpleri ile birlikte bulunan Mirza ile göz göze gelmişken onun gözleri ben ve amcam arasında mekik dokumuştu tabi ki şüpheli gözleri ile.

Onun gözlerindeki ifadeleri ilk başlarda çözemezken şimdi çözmem onu tanıdığımın göstergesiydi. Onunla ilgili bir bilgiye sahip olmanın rahatsızlığı ile gözlerimi ondan çektim. Ama bu rahatsızlığım artacak gibi görünüyordu çünkü Mirza bize doğru geliyordu.

Otağın kenarlarında asker fazlalığı Hanım Ana'nın otağından fazlaydı. Bu fazlalığın sebebini artık tahminde bulunmak yerine cevabı ortaya sunuyordum, Mirza.

"Kızımla hasret gidermek isterim Mirza Bey." diyerek Mirza'nın aramıza girmesine müsaade etmemesine içten sevindim. Dünkü siniri geçmeyen adam Mirza'nın ağzını bile açmasına izin vermeden direk lafa atılmıştı.

"Bu kadar değer verdiğinizi bilmiyordum Abdül Bey!"

Ortalık tekrardan kızışacak olmanın sıkkınlığı ile otağıma geri dönmek ve uyumak istiyordum.

"Mirza Bey! Sınırlarda dolaşma, ben kızımın evliliğini iki obanın selameti için sana emanet ettim. Ben Bey'liğimi yaptım lakin sen Bey'liği yapamamış emanete ihanet etmişsindir."

Abdül Bey'in sözleri ile durgun bakışlarım Mirza'yı buldu. Gülümsedi, sadece gülümsemişti. Ben o gülümsemesinin sebebini biliyordum. Amca, emanete ihanet ettiğini diyerek beni koruyamadığını vurgulamıştı. Lakin bizzat Mirza'nın beni öldürdüğünden haberi yoktu. Bundandır bu ciddi gülüş!

İki obanın selameti ile kurulan evlilikten doğan sarmaşıklar sadece Hümeyra'yı sarmış görünüyordu.

"Boş lakırdıları bırakıp bir an önce görevleri konuşalım."

Hanım Ana'nın karşısında el pençe divan duran adam kendinken yaşça büyük olan adama davranışları itici gelmişti.

Sessizce iki konuşmayı dinlerken bağırtılar eşliğinde hepimizin bakışları çadırlar arasında yüklesen dumana gitmişti. Herkes o tarafa doğru koştururken bir kısım insanın elindeki tahta kovalarla su taşıdığını gördüm.

Mirza o tarafa doğru koşarken Abdül Bey'de koşmaya başlamıştı ve ben de peşlerine takılmıştım. Meraklı bakışlar eşliğinde, dumanın kaynağına doğru giderken insanların dualarını kulaklarım işitti.

Dumanın kaynağına uzaktan baktığımda Mirza yanımdaydı. Bir sürü insan yanan otağı söndürme çabasına girerken içeriden gelen çocuk sesiyle ellerim göğsüme gitmişti.

Çadırın yanında yangını söndürmeye çalışan Aybars eline verilen kovayı başından aşağı dökerek kılıcı ile kestiği yerden birden ateşin içine girmişti.

İçimi endişe kaplarken direkler ile tutunan otağ düşmeye başlamıştı. Onun tamamen düşmesi Aybars ve içeride kim varsa yangının içinde kalması demekti.

Endişe ve korkuyla ateşe bakarken içimden dua etmeyi ihmal etmiyordum.

Bilindik anıyla yere çakıldım. Başıma ağrı girerken o özel dolan duygu yüzünden gözlerim kapanmamış görüntüye odaklanmıştım.

Etrafta ateşler varken göz gözü görmeyecek kadar duman vardı. Nefes almayacak kadar içeride oksijen yoktu.

"Git! Çık kızım git!"

Ateşler kollarını yakma teşebbüsüne karşı yine de kızı için kılıcıyla oyuk açmıştı.

"Anne!"

Kız itiraz etti. Bu küçük Hümeyra idi. Yanaklarından durmadan akan gözler ile yüzünü net görmediğim kadını bırakmak istemez gibi bakıyordu.

"Git ve koru kendini kızım!"

"Olmaz. Siz olmadan ben yapamam." diye acı bir haykırışta bulundu sonra sesli sesli öksürmeye başladı. Annesinin kolunda ve sırtında belirgin olan yanık izlerine karşı o anda dahi dirayetini koruyordu.

"Bana bak! Rabbini mi küçümsüyorsun? Onun sana verdiği kabiliyeti, özelliğini mi küçümsüyorsun? Ne diyordu Allah Azze Ve Celle?"

Kadının acı çekmemesi mümkün olmayan haldeyken bu dirayet ve ciddiyetine ben şaşırdım. Sonra küçük Hümeyra'ya baktım. Akan göz yaşları durmazken gözlerindeki ışık değişmişti. İçinde başka bir gücün varlığını hisseder gibi oldu. Annesinin sözlerine karşılık başını dikleştirdi. Sesli bir şekilde iki kere tekrar etti.

"Allah Azze Ve Celle kuluna kaldıramayacağı yükü vermez. Kul nefsine kanar ve sonsuzluk yurdu için sabretmek yerine şeytanın fısıltılarına kanar."

"Allah Şanı En Yüce, kuluna kaldıramayacağı yükü vermez. Kul ahireti unutup dünyada ki çilenin geçmeyeceğine inanır."

Küçük kızın dedikleri beynimi zonklatırken anne, kızın boyuna yetişmek için ya da gücü kalmadığı için dizlerinin üzerine çöktü.

"Kalp acır, yürek darlanır, göz yaşarır. Ama bu dil isyan etmez."

Küçük Hümeyra az da olsa kendine gelse de göz yaşları içinin yangını söndüremiyordu.

"Şimdi git."

Annesinin söylediklerine rağmen yerinden canlanmayan küçük Hümeyra dudağını büzerek hıçkırmaya başladı.

"Sen kimin kızısın Hümeyra?"

"Gök yürekli Gence Bey'in!"

Kızın haykırışı etraftaki alevin sesini geçmese de avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Gözlerindeki acı daha da harmanlanmıştı. Ama arkasından kocaman bir öfke vardı.

"Git ve onlara babanın kızının kim olduğunu göster. Git ve onların planlarını al aşağı et!"

Küçük çocuğa söylenmeyecek lafları nasıl da kolay bir şekilde söylüyor diye düşünürken kızın Allah'a karşı söyledikleri aklıma gelince sustum.

"Babam ve senin ona karşı gücü yetmezken benim nasıl yetsin? Yapmam..."

Ardından koca gövdeli direği saran alevler düşmesine sebep olurken bunu fark eden anne koşarak sırtını direğe yasladı. Diğer direkler önceden düşerken tek düşmeyen direk annenin sırtını yaslayarak geriye ittirdiği alevlerle sarılı iri odundu. Direk düşseydi ikisi birlikte bu çadırda yanacaklardı.

"Anne!" diye haykıran küçük kıza annesi.

"Korkma! Hüzünlenme! Allah mazlumun yanındadır! Şimdi çık kızım. Yaparsın sen."

Alevler daha çok etrafı sararken son anda fark ettiğim tek şey alevlerin anneye isabet etmesiydi.

 

Ani sert darbeyle birlikte sis önümden kalktı. Sırtım toprak ile buluşurken başım yere çarpmıştı. Gördüğüm düşün etkisi ile başım daha çok zonklarken ağzımdan inleme çıktı. Ellerim başıma gelip ağrıyı dindirmek istercesine sıktı.

"Hümeyra?"

Onun ismini duymamla birlikte kulaklarımı kapadım. Başım feci ağrıyordu. Sesler önümde uğuldarken, sırtım yerle olan temasını kestiğini hissettim. Bacaklarımda ve sırtımda elin varlığını hissederken havalandım. Onun etkisi ile gözlerimi hafif araladım. Başımı tutamayarak tanıdığım omuza teslim ettim. Gözlerim yarı açıkken kalabalığın içinden bana bakan Abdül amcayı gördüm. Gözlerimi açık tutmaya dayanamayarak, kapadım. Hızlı adımlar ile kalabalığa ters istikamette giderken gözlerim kapalı olmasına rağmen bilincim açıktı.

"Nedir hali?"

Abdül amcanın sesini duydum. Sonra sesini yakından duyduğum ve nefesini yakından hissettiğim Mirza cevap verdi.

"Biri hızla çarpınca yere düştü. Başını vurdu. Ağrısı vardır. Şifacı lazım."

"Sadece başını çarptığı için mi bu kadar acı çeker yoksa bir şey mi hatırladın Hümeyra?"

Adamın sesi ile gözlerimi acıyla daha da kapadım. Karşımda sanki ikinci bir Mirza daha var olmuştu.

"Abdül Bey, acı çeker görmez misin?"

Mirza'nın sinirli sesi kaşlarımın şaşkınlıkla düzleşmesine sebep oldu. Ama kendime bir türlü gelemediğim için olaya dahil olup düşünemiyordum bile.

"Bu taraftan." dedi Abdül amca. Adımlar hızlanmaya devam ederken benim aklım halen daha yanan çadırdaki çocuğun sesindeydi. Aybars içeriye girmişti. Ya ona bir şey olsaydı. İçim acıyla kavruluyordu. Eski Hümeyra ona bir şey olmasın istiyordu. Keza ben de.

Göz kapaklarım ışık farkıyla çadıra geldiğimi anlamıştı. Bacaklarımdaki ve sırtımdaki varlıktan uzaklaştım. Yumuşak bir yere yavaşça yatırılmıştım. Mirza, şifacıya olan biteni anlatırken gördüğüm anı ile beynim zonkluyordu.

Gence Bey demek Hümeyra'nın babasıydı. En sevdiği gök yüreklim dediği insandı. Bundandır Mirza aklımı yoklamak için bu ismi kullanmıştı. Bundandır üzerimde test yapmıştı.

Ne olmuştu Hümeyra'nın Gök Yüreklisine? Neden Hümeyra'nın yüreğini koparıp almışlardı. Niye ona bunu reva görmüşlerdi.

Çenem hafif açılırken gözlerim açılmamak için direniyordu. Ağzımdan acı bir şey boğazıma indi. Yutkunmak zorunda kaldım.

"Bu karışım ona iyi gelebilir Bey'im."

Tanıdık gelmeyen sesi es geçtim. Gözüme tekrardan o kadının alevler içinde kızı için çırpınışları geldi. Ne yapmışları bu masum aileye? Otağda yangın çıkarken babası neredeydi? Yoksa o annesinden önce mi ölmüştü? Önceden ölmüştü.

Kızın, annesinin güçlü kalmasını söylerken onun haykırışı tekrardan indi yüreğime.

"Babam ve senin ona karşı gücü yetmezken benim nasıl yetsin? Yapamam..."

Birileri bu masumun yüreğini derbeder etmişti. Zihnim yavaş yavaş ışığını söndürürken, yanaklarımda kuru bir bezin dolaştığını hissettim. Göz çevremde dolaşan bez yanaklarıma doğru iniyordu. Benim ise aklım o anıdaydı.

"Babam." dedim özlemle. Eski Hümeyra içini dökmek için benden izin vermişti. Bu konuda hassas olan ben kendimi ona teslim etmiştim. Tekrar söyledi, "Babam."

İçim kavruldu gözlerimin kenarından ılık sular akmaya çalıştı ama onları tutan birisi buna izin vermedi. Ama yaşlarım onu dinlemedi.

"Babam...annem..."

...

Gözlerim yorgunlukla aralandı. Etrafı net göremeyen gözlerim için göz kapaklarım yorgunlukla inip kalktı. Etraftaki sesler kulağıma geliyordu. Neler yaşadığım özetini beynim verirken uzandığım yerden yavaşça doğruldum. Üzerime örtülen ince örtüyü kenara iterek yalnız olduğum yeri inceledim. Küçük olan yerde raflar, rafların üzerinde şişeler kenarlara asılmış otlar vardı.

Şifacının çadırında olduğumu anlamıştım. İnce kilimin ardından gelen sesler ile üzerimi düzeltim. Oraya doğru adımlarımı attım. Gözlerim hafif kararsa da ilerlemeyi sürdürüp kalın halıdan çıktım. Beni fark eden bir kadın, "İyi misiniz Hümeyra Hatun?" diye sorduğundan sadece başımı salladım. Çünkü gözlerim ellerine ve kollarına merhem sürülen Aybars'a kaymıştı. Üzerinde bir şey olmaması beni rahatsız ederken ona zarar gelmesine üzülmüştüm. Kadına dönerek, "O iyi mi?" diye sordum. Aramızda fazla mesafe olmayan Aybars'ın beni fark etmesi uzun sürmedi. Ama başımı oraya çevirmeye haya ettim. Bu bir rüya idi. Nedense eski atılganlığım gitmişti.

"Yanıkları var ama derin değildir."

Yüzüm düşerken gözlerim dolmuştu. Anne babasını kaybeden Hümeyra bu adamı bir abi gibi sahiplenmesi lakin Aybars'ın dediği gibi, "Eskiden gözlerime bu kadar bakmazdın." İslami kurallara riayet ederek değer vermesi... Hümeyra'ya hayranlık duydum.

"Hümeyra iyi misin?"

Yanıma gelen adama göz ucuyla baktığımda uzun kollu beyaz bol kıyafet giydiğini görünce gözlerimi ona çevirdim. Yaralı halini bırakmış, dünkü söylediklerimden gururu kırılmamış bir şekilde benim iyi olup olmadığımı düşünüyordu.

Başımı olumlu şekilde sallarken sarılı ellerine gözüm kaydı.

"Asıl sen iyi misin? Canın çok yanar mı?"

Sanki onun acısını çeker gibi yüzüm buruşmuştu. Hafif tebessümle o da başını salladı. Mesafeliydi, bunun sebebi yalnız olmayışımızdı. Çünkü bu uzaklığı daha önce de göstermişti.

"Neden yangın çıkmış? Ölen..." Duraksadım nedense aynı kaderi yaşayan bir çocukla karşılaşmak istemedim. Hümeyra'nın diline vurmadığı yangını içimde hissettiğim için aynı şeylere tanık olsun istemedim.

"Otağda yangın çıkmış. Sadece çocuğu çıkarabildim."

Deyince gözlerim dolmuştu. Ne demek istediğini anlamıştım ama yine de sormak istedim.

"Babası ve annesi?" diye sordum. O ise durdu. Söyleyip söylememek arasında kaldı. O da biliyordu yaşadıklarımı. Göz yaşlarımın hatıralarımdan değil de merhametimden aktığını sanıyordu.

"Babası önceden vefat etmişti. Annesi de..."

Tamamlamasına müsaade etmeden hıçkırığım kaçmıştı. Odadaki kişilerin dikkatini sesim çekerken, elimi ağzıma kapattım. Sessiz kalan Aybars bir şey yapmak ister gibi tavrı vardı. Gözleri gözlerimde endişeli ve üzgün dolaşırken sadece şu cümleyi söyledi.

"Gücüm bu kadarına yetti. Affedesin."

Başımı olumsuz bir şekilde sallayıp akmaya devam eden gözyaşlarımı sildim.

"Sen elinden geleni yaptın. Üzülme. Allah neyi takdir etmiş ise o olur. Kalp acır göz yaşarır ama bu dile isyan etme yakışmaz. Şu kısacık çile için sonsuz mutluluk ahiretini yakmak, yakışmaz."

Duraksadım. Nefesimi kontrol altına alırken tekrardan gözlerimi sildim. İçim daralmaya başlamıştı. Dışarıya çıkmaya yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.

"İyi ol. Sen benim anılarımda var olansın. Sana zarar gelmesini istemem."

Tehlikenin kucağına bile bile atlayan adama yüreğim zarar gelsin istemiyordu. Benim cümlelerimle gülümsemesi genişlerken gözlerindeki hüzün gözlerime yansıyordu. Başımla selam verip yanından ayrılmak için otağdan çıktım.

Loş ışıktan güneşin aydınlığına geçtiğim için gözlerim kısıldı. Dolan gözlerim kısılan gözlerimle yanaklarımdan aktı.

Göz yaşlarımı silip akmaması için tuttum. Otağıma varana kadar tuttum. İnsan seslerinin gürültüsünün arasından sıyrılıp kendimi karanlık otağa bıraktım. Tahta kapıyı kapatır kapatmaz hıçkırıklarım boşalmaya başlamıştı.

Eski Hümeyra'nın, Aybars'a söylediği sözler canımı çok yakmıştı. Her zaman olmak istediğim karakterin vücuduna girmiş gibiydim. Rüya olsa da tesiri üzerime fazla işlemişti. Annem ve babam yoktu. Ama eski Hümeyra kadar dirayetli ve tevekkül sahibi değildim. Annem ve babam yanımda olsun isterdim yanı eski Hümeyra gibi. Ama o isyan edercesine istemiyordu. İçinde tutuyordu. Bir gün kavuşmanın sabrını en sevgili için sabrediyordu. Ben ise bunu en büyük eksiklik ve Allah'ın bana verdiği değerin ölçüsünü kafama göre kuruyordum. Eğer bana değer verseydi annem ve babam yanımda olur diyordum. Ama eski Hümeyra öyle mi?

Utandım kendimden. Şimdi uyanmak istedim. İçim bir yandan eski Hümeyra'nın hatıraları ile yanarken bir yanımda onun güçlü karakteri ile kendinden utanç duyuyordu.

Oturduğum yerde sesli sesli ağlarken bir eşyanın düşme sesi duyduğum da korkarak ağlamamı durdurdum yüreğim hızlı hızlı atarken dilim lal olmuştu. Boş karanlığa bakarken yere daha çok sindim.

"Kimsin?" dedim sesimin titremesine mani olamayarak.

"Benim." dedi tanığım ses. Ağlamamı duysun istemediğim insan yüzünden daha fazla ağlamak istedim. Ellerim sinir ve üzüntü ile yumruk olmuştu. Yaşlar yanaklarımdan akarken hıçkırığım kaçmasın diye kendimi tutuyordum.

Hareketlenmeye karşı yerimden canlanmadım. Sürtünme sesi ile turuncu bir ışık onun yüzünde yansıdı. O beni göremese de ben onu görebiliyordum.

Işık hareket ederek kandilde durdu. Küçük varlığını büyülterek etrafı aydınlatınca gözyaşlarımı görmesini istemediğim için başımı sağa çevirerek ellerimle yanaklarımdaki ıslaklığı sildim.

O tarafa bakmasam da ışık hükmünü çoğaltarak yanıma geliyordu. Ellerim birbiri ile kenetlenirken yanımda onun varlığını hissettim. Sonra kumaşın sürtünme sesiyle karşımdaki küçük sandığın üzerine kandil konuldu. Beklediğim soru geldi.

"Ne gördün?"

Sakin çıkan sesi, içimin titremesine sebep oldu. Gördüğüm acı görüntüler içimdeki acıyı harmanladı gözlerim doldu. Eski Hümeyra'nın iç acısına resmen tablo olmuştum. Normal de olsa o bu şekilde olmazdı. Durdururdu kendini. Yani ben onu öyle tanıdım.

Sesim çıkmadı. Sesimin çıkmaması onun derin bir şekilde nefes alıp vermesine sebep oldu. Sabrediyordu. O sabrı taşacaktı. Tekrar sordu.

"Ne gördün Hümeyra?"

Sussam daha fazla üzerime geleceğini bildiğimden ona doğru başımı çevirdim. Çevirmemle birlikte durmayan gözyaşım aktı. Sinirli değildi. Sadece bana bakıyordu. Sanki o da benim gibi bir çıkmazda gibiydi.

"İstediğin cevabı hatırlamadım. Seninle ilgili bir şeyi hatırlamadım."

Gözlerinin içine bakıp verdiğim cevap karşısında suskunluğunu devam ettirmişti. İçimi dökmek istedim. Ona güvenmek istedim. Çünkü şu an birisine güvenmeye ihtiyacım vardı. Sadece ben değil Hümeyra'da bunu istiyordu. Ama ikimizin arasında kocaman bir kandan çukur vardı. O çukurun ismi ölümdü.

Bir şey dememesi ile önüme döndüm. Kandilin yanında fark ettiğim ayna ile bakışlarını benden çektiğini gördüm. İkimizde sanki bir boşlukta sürükleniyorduk. Bu acı verici rüyadan uyanmanın vakti gelmemiş miydi? Acı dolu şeyler gören ben ağlayarak uyanırdım. Ama sanki ölü uykusuna yatmış gibi bir türlü uyanamıyordum.

Yanımdaki varlığını sonlandırarak usulca kalktı. Bir şey demedi. Sinirlenmedi, sabrediyor halde nefesini alıp bırakmadı. Sessizce kalktı ve gitti.

Sonra aynadaki kendi yansımama baktım. Gözlerim ağlamaktan küçükmüş ve kısalmıştı. Doğru ya gözlerim kapalı iken de yaşlarım hiç durmadan akmıştı. Uyumama rağmen yorgundum. Kandil yanmaya devam ederken olduğum yere kıvrılarak gözlerimi kapadım. Belki gerçeğe kucak açma ümidiyle nineme sarılır içimdeki sıkıntıyı atarım ümidiyle gözlerimi kapadım.

...

Omzumda hissettiğim sarsılma ve ismimin zikredilmesiyle gözlerim yavaşça aralanmıştı. Üzerime eğilen beden gözlerimin açılması ile geriye çekilmiş omzumdaki varlığını uzaklaştırmıştı.

Yavaşça yerimden doğrulurken yerde yatmanın sebebiyle bedenim kasılmış ve uyuşmuştu. Yüzümü buruşturarak oturdum. Yerde uyumanın etkisiyle burnum dahi uyuşmuştu.

"Amcanın çadırında yemek yiyeceğiz."

Açıklaması ile başımı salladım. Yerden destek alarak ayağa kalkarken vücudumun kasılması ile dengem hafif sarsılınca kolumu el sarmaladı. Kolu tutan adama bakarak çekinerek hızlıca ondan kolumu çektim. Otağdan dışarıya çıkmayı hedeflerken, "Yüzünü yıkasan iyi olur." diyen adamı haklı buldum. Üşümeye devam etsem de ihtiyacım vardı. İbriğin yanına varıp alacağım vakit Mirza benden önce davranıp alması ile şaşırarak ona baktım. İlk onun yıkanacağını sanıp suyun akması için konulan demir leğenin önünden çekildim.

"Uzat ellerini."

Kandilin ışığı burayı hafif hedef alıyordu. O kısık ışığın yansımasıyla ona baktım. Gözleriyle demir leğeni işaret etmişti. Neden bana iyi davranıyordu?

Onun için inine giren tilki değil miydim? Fazlalık? Ve tabi emaneti. İyiliğinin sebebini bulduğum halde yine de demir leğenin önüne gelip ellerimi uzattım. Uzattığım elle ondan gelen su ellerime konarken yıkadım. Sonra avucumu açtım su doldurmasına müsaade ettim. Yüzümü suyla buluşturarak, rahatladım. Bu işlemi iki kez tekrar ettim. Kenardaki havluya uzandığım vakit o da ibriği kenara koymuştu. Islanan başörtümü düzeltip adımlarımı çadırdan dışarı yönelttim.

"Öğlen ve ikindi namazını kaçırdın."

Karanlık odada hangi vakitte olduğumu anlamayarak, iki hediyem de gitmişti. Ona bakıp üzgünce nefes verirken onun durgun gözleri gözlerimi hedef aldı sonra önüne çekti. Yanımdan geçip dışarıya çıkarken ben de onun peşinden çıktım. Hava gerçekten kararmıştı. Onca vakit uyumuştum lakin halen daha yorgundum. Adam ne ilacı verdiyse o ben de fazlasıyla uykuya sebep olmuştu.

Mirza'nın bir adım ötesinde yürürken onun sesine dikkat kesildim.

"Kaza edersin. Ne de olsa irade ederek yaptığın bir şey değildi."

Gözlerim yorgunlukla kısıldı. Bu adam beni mi teselli ediyordu? Allah'ım yeterince rüyayı çözmek zorken ondan daha zor olan bu adamı çözme uğraşına girmek istemiyorum. Çünkü o daha da çok zor.

Omuzunun altından bana baktı. Benim ona baktığımı görünce yavaş bir şekilde önüne döndü.

Hatırladıklarımı ona anlatmam için bir oyunun peşinde olabilirdi. Hayır, düşünmeyeceğim yeterince beynim yorgun. Kapa algılarını Hümeyra sus.

Diğerlerine göre büyük olan otağın etrafı her zaman ki alp kaynarken Mirza'nın omuzları dik ve kendinden emin bir şekilde yürüyordu. Alt tarafı bir obası olan adamın kendine olan güvenine dudak büzdüm.

Tahta merdivenlerden çıkıp alpin kapıyı açmasını bekledik. Açılan kapı ile içeriyle girdik. Önde Mirza girerken ben de peşine girdim.

"Hoş geldin kızım iyi misin?" diye soran Abdül amcaya, "Evet o hengamede başımı çarptığım için biraz sarsıldım. Ama şimdi iyim." diye adamın merakını giderdim.

"Tabi tanıdık gelmiştir görüntüler sarsıldın değil mi sen de?" dedi üzgünce bana bakarak. Onun üzgünce bakmasına karşılık, "Ne gibi tanıdık?" diye sordum. Neden bahsettiğini anlamıştım. Ama bir insanın yarası varsa ve bu sevdiği değer verdiği biriyse o yara açılıp tazelenmesine müsaade edilir miydi? Böyle davranan dengesizler var mıydı bilmiyorum ama rüyada olduktan sonra her insanın hareketinden sözünden bir şeyler yakalama hastalığına takılmıştım. Burada saf olmak yem olmak gibi bir şeydi.

Abdül amcam üzgün bir halde bana bakarak, "Neyse biz yemeğe oturalım. Hem sen de bir şeyler yiyemedin."

Başımı olumlu bir şekilde sallayıp eliyle gösterdiği sofraya başımı çevirdim. Sofraya oturmamış 3 kişiyi gözlerim gördü. Biri Aybars biri bir kadın ve çocuk vardı.

Sofraya vardıktan sonra koyun postlarına kurulduk.

"Bugün soframı bu cesur alpime de açmak istedim." diyerek Aybars'ı gösterince yorgun tebessümüm ile ona baktım. Abdül amcaya minnetle bakana gözler, saniyelik bana kondu ve tekrardan ona döndü.

Gözlerim yabancı kadın ve küçük çocuğa gidince amca devreye girdi.

"Yaralı evladım benim. Önce babası ve sonra annesi."

Sabahki olaydan tek başına çıkan çocuk olduğunu anladığımda tebessümüm soldu. Sağ başta oturan amca, solumda ve sofranın ucunda kalan çocuğa üzgünce baktı. Sol yanımda oturan Mirza'yı es geçip çocuğa odaklanan gözlerim dolmuştu. Dolan gözlerimi baştakiler görmesin diye sol taraftan başımı çevirmiyordum. Sol yanımda Mirza vardı. O beni yakından görmesini istemesem de bu tarafı seçmiştim.

Sabahki olaydan bir haber elinde bebeği ile oynayan küçük kız çocuğuna karşı gözyaşlarımın akmaması için çaba sarf ederken Abdül Bey'in sözleri ile sol yanağımdan bir damla kaçtı.

"Aynı sen gibi Hümeyra."

İyi bir şey mi yapıyordu yoksa kötü şey mi bilmiyorum ama bana bakan çocuktan gözlerimi kaçırıp Mirza'ya çevirdim. Yanlış yere çekmişim gibi gözlerimi omuzuna indirdim. Bu olaylar saniye içinde gerçekleşirken, "Sana yüzünü düzgün yıka demiştim. Kusura bakmayasınız." Ciddi sesin sahibine gözlerim döndü. Olayı daha doğrusu kimden bahsettiğini anlamak için ona baktım. Elindeki kuru mendil akan gözyaşımı silerken irice açılmış gözlerim onun gözlerine bakıyordu. Mendil yüzümde dolaşırken akan gözyaşımı kimsenin görmesini istememişti. Gözyaşlarımı kimsenin görmesini istemediğimi nereden anlamıştı da böyle bir sebep ortaya atmış ardından izin alarak mendili yüzümde gezdirmişti.

Nefesimi tutmuş direk onu gözlerine bakarken o ise hiç bana bakmıyordu. Gözyaşlarım dururken o da ıslaklıkları Abdül Bey, Saka Hatun, tanımadığım kadın ve çocuğa belli etmeden silmişti. Tek fark edebilecek kişi Aybars'tı. Ama benim şu an aklım orada değildi.

Islaklıkları silerken aynı şekilde bana bakmayarak önüne döndü. Ciddi ve ağır adamın herkes içinde bu hareketi beklemek benim için şaşkınlık sebebi idi. Hayır, hayır bunu benim üzerimde yapması şaşkınlık sebebi idi.

Onu çözemememin sancısı ile hafif bir şekilde başımı sağa sola sallayarak önüme döneceğim vakit Aybars'ın sinirli gözleri ile karşılaştım. İkimiz birlikte gözlerimizi ondan çekmiştik.

Ben utandığımdan çekerken o farklı bir sebepten ötürü çekmişti. Anlamıştım.

"Başlayalım mı?" diye Abdül Amca'ya soru sordum. Onun gözleri ben de odaklanırken gülümseyerek başını salladı ve eliyle işaret etti.

Sessizce yemekler yenirken yarın yola çıkacağımız ortaya serilmişti. Abdül amca biraz daha kalmamız için teklifte bulunsa da bu Mirza Bey tarafından reddedilmiş tabi ki de onu lafı ağır basmıştı. Abdül amca arada benimle konuşmak eskileri yad etmek için lafa girse de Mirza, "Hatırlamayan insana eskiyi anlatmanın bir faydası olmuyor Abdül Bey."

Bugün bilmem beni kaçıncı kez kurtarışı idi. Kötü niyetle mi bana iyilik yapıyordu yoksa gerçekten bir plan kurmayarak mı bana iyilik yapıyordu bilmiyordum. Ama bu kadar iyiliğe cevapsız kalmak istemiyordum. Bundan dolayı otağa gelip bütün namazları eda ettikten sonra ona teşekkürümü iletmek istedim. Gelmeyen Bey'i yatağıma uzanarak kısık mum ışığında otağda bekledim. Kapının açılma sesi ile oturduğum yerden kalkarak içeriye girip beni fark etmesini bekledim. Öyle de oldu. Gözleri beni buldu sonra kaçırdı. Her zaman ki yakın, sıcak ve samimi değildi. Ama öfkeli de değildi. Üzerindeki kıyafetleri çıkarma hazırlığına girince ayakta olmam onu izlediğim anlamına gelir diye boğazımı temizledim. Ama o, oralı bile olmayınca, "Bir şey söylemek istiyorum." dedim. Sadece belindeki kuşağı çıkarmış olan önünü bana dönerek aynı yüz ifadesiyle baktı.

"Bugün yaptıkların belki benim için değildi. Ya da merhamete geldin bilmiyorum. Belki de aklından türlü türlü planlar geçirerek beni iyilik oyunlarına getirip amacına ulaşmak istiyorsun."

Ona bakmayarak söylediğim sözlerin sonunda ona bakmıştım. Sağ kaşı hafif kalkarken sözümün bitmesini kıstığı gözlerle bekliyordu. Gözlerimi çekip lafıma devam ettim.

"Her neyse kalbini yarıp bakmadığından iyi bir insan olduğum için iyiye yorarak düşünerek, bunu hak ettiğini düşünüyorum yani iyi şeylerdi. Yerden yere vurabilir sözlerin ile beni aşağılayabilir. Başkalarının önünde istenmediğim halde bırakabilirdin."

"Kısacası?" diyerek sözümü bölen Mirza'ya gözlerim döndü. Teşekkür etmek bir erdemlilikken katilime karşı bu çok komik değil miydi? Neden şimdi bunu yapıyordum ki? Ne gerek vardı? İki lafa kanacak bir kız mıydım ben! Niye benim aklım bazen şaşıyordu.

"Uyuyalım, yarın erkenden kalkacağız."

Başta yaptığım saçma konuşmayı saçma cümleler ile bitirmek tabi ki eski Hümeyra'ya değil bana yakışırdı. Ben en başta hatayı yapmıştım. Hiç bu topa girerek katilimin iki şeyine yumuşamamalıydım.

Tekrardan ona baktığımda bana tuhafmışım gibi bakıyordu. Tuhafmışım gibi...Benim halime anlam veremiyordu arada sırada duygularını yakalayabiliyordum. Tanıdığı Hümeyra'ya göre ben çok tuhaftım. Bazen bunu kendime bile söylediğim oluyordu.

Yaptığım saçmalıktan kaçarcasına onu göremeyecek şekilde başımı yatağa gömüp başıma kadar yorganı çektim. Gözlerim yaptığım utanç verici hareketlerden dolayı sıkı sıkıya kapandı.

İlaçları içmediğim o an aklıma gelse de şu an kalkıp içemezdim. Zaten doğru dürüstte içememiştim.

...

"Kendini yalnız hissetme. Sen benim emanetimsin."

Abdül Bey'in bana sarılmasını istemediğim halde sarıldım. Saka Yengeye sarılırken arkadan Aybars ile göz göze geldiğimde bana tebessüm ederek başını selam verir gibi salladı. Ben de gözlerimi yumarak cevap verdim. Gitmemi istemiyordu ben de aksine bu obadan gitmek daha da üstü bu rüyadan ayılmak istiyordum. Bilmem kaçıncı kez dillendirdiğim cümleden sıkılmış bir şekilde atın üzerindeki Mirza'ya doğru gittim.

Atın üzerinde dik bir şekilde oturmuş geniş omuzları bir kale misali yerine oturmuştu. Her zaman ki ciddiyeti ile arkamdaki insanlara bakıyordu.

Atın yanına gelip binmem için bir harekette bulunmasını beklerken bana bakmadan elini uzattı.

 

Elim elini es geçerek güçlü kolunu sarmaladı. Başını çevirip bana baktı ve eliyle kolumu tutarak beni kendine çekti. Üzengiye basmayı unutan ayağım hiçbir sıkıntıya girmemiş dengem sarsmamıştı. Çünkü o gerçekten güçlüydü. Ama gücü bedenime zarar vermeden gösteriyordu. Belimden ve kolumdan tutarak beni ön tarafına oturtturdu. Belimin altında duran elleri atın ipini tutarken sırtım göğsüne değiyordu.

Eski Hümeyra'nın bu yakınlıkta uyanmaması ile tedirgin olurken kalbim hızlı atıyordu. Lakin bu hızlı atma kırgınlıkla atıyordu. Mirza'nın sözleri ve davranışları içimdeki bu asil kadına dokunmuştu. Hümeyra kalbini sakınmıştı. Bu durum beni de şaşırtmıştı. Çünkü bunu neden daha önce yapmadığını şimdi sorgulamaya başlamıştım. Belki de hatırladığı anıya dil uzatması ağrına gitmişti.

"Rabbim Sazlık Oba'sını şeytanlaşmış insanlardan korusun."

Mirza'nın sözlerine ahali arasında fısıltılı sözler geçmeye başlarken ben de şaşırmıştım. Bu sözlerin direk Abdül Amca'ya gittiği ortadaydı.

Abdül Amcanın yüz ifadesi öfke ile sarmalanırken gözlerinin intikam yemini içtiğini gördüm. Ne cevap verdi ne hareket etti.

"Hayde!" diyerek askerlerine komut veren Mirza ile birlikte şaha kalkan atlar sağa dönerek ilerlemeye başlarken Mirza'nın komutu ile Benekli yürümeye başlamıştı. O kadar lafa karşı Alpleri atlarını şaha kaldırırken o kaldırmamıştı.

"Hah!"

Kulağımın dibinde haykıran sesiyle birlikte at hızlanırken ben de atın saçlarından tutmuştum. Hızlı bir şekilde toprağı yalayan atın ayakları obadan hızla çıkmıştı. Normalden daha hızlı tek eliyle atı süren atta sakin kalmaya çalışıyordum.

Her zamanki gibi öfkeli ve sinirliydi. Ama bu siniri şimdi daha fazlaydı. Abdül Amcaya tahammül bile edemiyordu. Merak etmiştim. İçim içimi yerken bu hızda ona soruyu soramam diye obadan biraz uzaklaştıktan sonra ona sormak istedim. Belki de amcamdan dolayı benden bu kadar nefret ediyordu. Bu anlaşmalı evliliği en baştan istememişti. Ona göre ondan hep fazlalık gibiydim. Hanım Ana olmasa emanetlik vazifesini bile belki getirmezdi.

Dur durak bitmeyen düşüncelerimle rüzgarın yanaklarımda iz bırakması ile içim ürperirken hızlı bir şekilde geçtiğimiz patika yoldan ilerliyorduk. Sesim çıkmasa da attan düşmemek için kaskatı bir şekilde atta dengemi sağlamaya çalışıyordum.

Sazlık obasından epeyce uzaklaşmıştık. Bir ara arkamı dönüp baktığımda çadırı geçtim oradan yükselen dumanı bile görememiştim.

Nemli toprak atın altında tepinirken Alplerden biri atıyla yetişti. Atlar durmadan Mirza'ya, "Bu sefer dereden geçelim Bey'im. Hem yolu uzatmayız."

"Dere derindir. Atlar zarar görür. Yoldan sapmayalım."

Arkamdaki gür sesin varlığına alışmaya çalışarak ikilinin arasında geçen muhabbetle birlikte atta dengemi sağlamayı sürdürdüm. En ufak denge kaybı demek attan düşmem demekti.

"Bey'im lafının üzerine laf söylemek haddim değildir. Obaya bir an önce varmak için söyledim."

"Hoh!"

Diyerek birden atı durduran Mirza'nın göğsüne yapıştım. Kolları arasında kalmış bedenim atın durması ile ayrılmıştı. Birden şöyle yapmak yerine haber verseydi ne ben tedirgin olup heyecan yapardım ne de onun göğsüne yapışırdım.

İlerden giden atlar gerisin geri bizim yanımıza gelirken tanığım sima daha da yakınlara geldi.

"Ne oldu Bey'im?" diyen Göktuğ'a alpin söylediği fikri herkese iletti. Tek karar almak yerine istişare yapması gerçekten bir oba beyine yakışırdı. Ama ona değil.

"Bey'im, atlar zarar görür diye ilk baştan zaten o yolu kullanmadık. Yağmurdan dolayı su seviyesi yükselir demiştin."

"Evet Bey'im, Sarı doğru der."

Sarı saç rengine sahip adamı Göktuğ onayladı.

"Bey'im bir deneyelim. Hem obaya da erken varmamız gerekir." dedi adını bilmediğim adam. Ona birkaç kişide eklenince çoğunluğun dediği kabul gördü. Dereden geçmeye karar kılındı. Ben ise sessiz kalan taraftım. Ama dereyi gördükten sonra atın yılan görüp ürkmesi gibi bir şeyle karşılaşmanın korkusu sineme doldu. Atlar yavaş yavaş suya girerken bizim Benekli'de girmeye başlamıştı. İlerden giden alplerden gözümü ayırmasam da dengem konusunda pür dikkattim.

Derede ilerledikçe su atların bacaklarından iyice yukarıya çıkıyordu. Alplerin bacakları suda ilerlerken onlar sorun etmiyordu. Önümüzdeki atlar suyun en yüksek halini yani atın ayaklarının biraz üstünde göstermişti. Her halükarda atın üzerindeki kişinin bacağı hatta baldırı ıslanıyordu. Elbise giyen ben için bu iyi bir şey olmadığı için tek elimde atın saçlarını tutarken diğer elimle elbisemi ve dış kıyafetimi toparlama gayretine girmiştim.

Önümdeki ip gergin hale gelirken Benekli'nin durması ile yandan Mirza'ya baktım. Önümüzdeki birkaç alp sudan çıkarken birkaçı bizimleydi.

"Hümeyra bacaklarını göğsüne doğru çekesin."

Mirza'nın dedikleri ile ona, "Atın üzerinde nasıl durayım?" dedim endişeli halimle.

"Ayakların ıslanır. Kendine topla ben seni tutacağım."

"Peki ben nereyi tutacağım?"

Eğer onun dediğini yaparsam atın saçlarını tutmamda bacaklarım engel olurdu.

"Bana tutun."

Ya beni suya atarsa? Zaten amcamı sevmiyordu ya beni de suya atarsa? Tedirgin olarak başımı yukarı doğru çevirerek yakın mesafe ile endişeli gözlerle ona baktım. Beni öldürme teşebbüsünde bulunan tehlikeli adam bunu neden yapmasın ki?

Sıkıntılı ile nefes verirken bacaklarımda bir elin varlığını hissedince, elini bacağımdan ittirerek şaşkın ve sinirlikte o kartal gözlere baktım.

"Ne yapıyorsun?"

Sesimi kısık tutsam da Sarı denen adamın benden sıkılmış bakışları altında utanarak onları da bekletmemem gerektiğini anladım.

"Tamam ben yaparım."

Bir elimi atın saçından çekip sağ koluna elimi uzattım ama tutmadım ona, "Tutuyorum." deyince kolunu bana uzattı. Çünkü daha önce dokunulmasından hoşlanmadığını söylemişti.

Sıkıca kolunu tutarak bacaklarımı göğsüme çektim. Benekli'nin hareket etmesiyle birlikte dengem şaşınca sol omzumu eli kavramıştı. Çektiğim bacaklarım ile sırtım resmen onun göğsüyle dip dibe olmuştu. Sağ elimle eteklerimi de toplayıp bacaklarımın arasında sıkıştırdım.

Benekli'yi yavaş hareketle ilerletirken tek elle tuttuğu ip şimdi iki elleri ile tutunuyordu. Başım onun yanaklarındaki kirli sakallarda dolaşırken ondan uzak durmam imkansız gibiydi. Omuzları arasına gömülüş gibiydim. İki tarafımı da kendi kollarıyla bariyer yaparken sağ elim onun kolunu tutarken diğer elim kıyafetlerimle ilgileniyordu. Suyun zerresi bana değmezken onun bacakları suyun içinde yüzüyordu. Böyle şeyler yapmasına alışık olduğum için kafamdan artık senaryo kurmuyordum. Adam emanetlik kavramını bu şekilde davranarak göstermeyi tercih ediyordu. Zehirli sözcükler emanetlik vazifesine zarar verdiğinin farkında bile değildi.

Benekli suyun içinde yavaş yavaş hareket ede ede sonunda bizi karaya çıkarmıştı. Karaya çıkar çıkmaz hafif ıslanma uğruna Mirza'ya aklımdaki o soruyu sordum.

"Abdül Bey'den nefret ettiğin için mi benden de nefret ediyorsun?"

Hanım Ana'da o da benim bir şeyler hatırlamam ortalıktaki bu fitne ateşinin kaybolmasını istemişti. Mirza, Sazlık Obası'na fitnelerin obası demişti. Bu sebepler dahilinde bu sonuca varmıştım.

"İki obanın selameti için evlenmişiz. Abdül Bey'i sevmiyorsan bu yolda beni sevmiyorsun. Sevdiğin biri mi vardı ben sana engel oldum?"

İkidir amcaya Abdül Bey diyordum. Ama hatırlamadığım adama amca demek biraz tuhaf hissettirdiğinden böyle daha rahattım.

Ona bakmayarak öfkesinin de derecesini ölçemediğimden cesaretle ardı arkası kesilmeyen tezlerimi önüne sunuyordum.

"Hayır. Nefret bir aile sarmaşığı değildir. Herkes ettiği kadardır."

Kalın ve ciddi sesi bana açıklama yaparken yeniden tezlerim çürütülmüştü. Halbuki ne güzel kafamda kurmuştum az çok beynim bilinmezliklerle rahatlamıştı.

"Elhamdülillah Bey'im geçtik. Tez vakitte Kurultay'a da yetişiriz."

Fikri sunan alp benim gibi planı çürütülmediği için gururla görevini yerine getirmişti ve neşeli idi. Mirza bir şey demeden Benekli'yi durdurdu. Öne doğru eğildiğini hissedince attan ineceğini anlayıp ben de aynı istikamette eğildim.

Attan inip ellerini bana uzatan Mirza'ya baktığım da gözlerindeki kuşkuyu ve öfkeyi gördüm. Onu galiba sinirlendirmiştim. Beni buraya atıp gidecek miydi ki bu kadar sakindi?

Onun gibi ben de sessizliğe gömülüp bir şeyden demeden sorgulayıcı gözlerimle ona baktım. İnmemde ısrarcı hali ile etrafımızı saran alplerde teker teker inince belki de kurumak için durmuşlardır tezime dayanarak bir ümit güvenerek ona doğru uzandım. Ellerim omuzlarına değerken o da beni belimden kavrayıp hızlıca attan indirip yüzüme bakmamıştı.

Yanımdan ayrılıp atı kenara çekti. Fikri sunan alpe, "Kurultay'dan Sarı, Börü ve Göktuğ haricinde kimsenin haberi yoktu!" dedi. Sessizdi ama bu sessizliği öyle sert ve tehditkâr idi ki. Adam neye uğradığını şaşırmış bir şekilde karşındaki adama öylece bakakalmıştı.

"Bey'im ben duydum."

"Kes!"

Mirza'nın sesi yankılanırken ben sıçramamak için kendimi tuttum.

Mirza adamın üzerine gidiyorken adam da geriye doğru adım attı ve gözlerini alplerde gezdirdi. Saniyelik hareketle belindeki kılıcını çekip çıkardı ve Mirza'ya uzattı. Onun hareketi ile birkaç adam da onun yanına geçerek hızla kılıçlarını çıkardılar.

"Ula Hainler! Yedim sizi!"

Sarı diye hitap edilen adam belindeki iki kılıcı birden çıkarırken ona Börü, Göktuğ ve Mirza eklenmişti.

 

Normalde kılıç sahnelerine şahit olmuştum ama bizzat şahit olmamıştım. Şaşkınlık, heyecan ve korku içerisinde geri adım attım.

Hain denilen adamların kendilerini savunmaları için atılmalarıyla içlerinden birisi ağzına bir şey getirerek düdük çaldı. Bu iyiye işaret değildi. Demek ki yandaşları yakınlardaydı. Bundan dereye geçmemiz için ısrar etmişti. Çünkü derenin karşısı yani geldiğimiz yönde fazla ağaç olmamasından düzdü. Lakin bizim bulunduğumuz yer ağaçlıktı, saklanmak için en uygun yerdi.

Kılıç sesleri birbiri ile dövüşürken o tarafa bakmamak için kendime hakim olsam da gözüm oraya kayıyordu.

Gözüm tekrar kavgaya çevirirken üst üste görmemem gereken şeyleri gördüm. İki adam yerde cansız bir şekilde yatarken kalan hainler teker teker kılıçla kesilmişti.

İşte o an anladım. Gözümle gördüğüm, içine girerek izlediğim filmlerdeki sahneler gibi değildi. Kan etrafa sıçrarken, keskin demirin kestiği etin canlılığını görmüştüm. Adamlar aldıkları darbe ile feryat ederken geriye inlemeler kalmıştı. Etrafa kan kokusu yayılırken kılıçlardan damlayan kan ile gözüm yerde cansız yatan kopan kolda kalmıştı.

Tüylerim diken diken olurken kaçmak istedim. Korku dolu halimle geriye gittiğimin farkında değildim. Ta ki Mirza'nın koşarak bana geldiğini gördüğüm an adımlarım durmuştu. Yüzüne, kan damlaları fışkırmış ve elindeki kılıcı ile bana koşarak gelen adam karşısında dizlerimde derman kalmamıştı. Galiba beni öldürecekti.

Yanıma gelip omuzlarımdan beni sarsarak, "Hümeyra kendine gel!" diye bana bağırdı. Gözlerim onun gözlerinden ayrılmazken o benim arkama baktı. Omuzlarımdan ellerini çekerek sağ elimi tutarak öldürdüğü adamlara doğru beni sürükledi. Ona itaat ettim normal bir şekilde yürüdüm. Lakin içim sürünüyor haldeydi.

"Bana bak." diyerek çenemden tutarak beni kendisine çevirdi. Ne derse ona itaat ediyordum. Ama korkudan sanki şok geçirmiş bir halim vardı. Arkamda yerde yatan ölüler vardı. Hayatımda bir insanın kavga etmesine bile şahit olamayan ben sadece dizi ve film sahnelerinde görmüştüm. Şu anki halime bakarsak bu da dizi film izlemedeki verdiği rahatlık gibi olmadığını kanıtlıyordu.

"Sakın buradan ayrılma. Tamam mı?"

Emin olmak ister gibi yüzünü bana daha çok yaklaştırdı. Ama benden bir cevap alamayınca dertli bir şekilde öfledi. Evet o ciddi adam öfledi. Onun için fazlalıktan ibaret değildim.

Beni olduğum yerde bırakırken çivi gibi çakılmıştım. Filmlerdeki ve dizilerdeki savaş sahnelerinde benzer sesler kulağıma işitilince gözlerim o tarafa doğru gitti. Siyahlara bürünmüş olan adamlar ile Mirza ve adamları kılıç savuruyordu. Sadece gözleri açık olan adamlar sayıca bizden fazlaydı. Ama kılıçlar ile o sayı azalıyor ben daha çok yerime mıhlanmış duruyordum.

Gecenin rengini giymiş olan bu adamları Aybars'ın o gece beni özel yerime götürdüğü zaman derenin karşısında görmüştüm. O zaman önemsemediğim adamlar şimdi karşıma çıkmıştı.

Rüyam gittikçe daha da vahşet hale geliyordu. Alpler her bir tarafa ayrılmış kılıçları dövüştürürken ortada tek Mirza ve iki adam kalmıştı. Affedersiniz bir tane. Diğeri karnından yediği kılıç darbesi ile düşerken kendi karnımın kesildiğini hissettim. Bundan sonra Mirza'dan daha fazla uzak durmaya rüyadan uyanıncaya kadar ne derse onu yapmaya karar kıldım. Bu yapıma tersti. Ama ne zaman uyanacağımı bilmediğim adam bunlara bunu yapıyorsa kim bilir bana ne yapmazdı.

O sırada elindeki oku geren siyahlara bürünmüş o adamı gördüm. Bu benim için bir kurtuluş olabilirdi. Olabilirdi ne ya kesin olurdu. Çoğu kez uçurumdan düşercesine rüyadan uyanmıştım. Yani bu da demek oluyor ki ölüm hali ile uykudan uyanabilirdim. Yoksa bu rüya gittikçe vahşet, kabus ve dehşet hale dönüşecekti.

 

Çivilenmiş olan ayaklarım okun yönüne doğru koşmaya başladı. Orta tarafa doğru koşarken Mirza'nın bir adamı daha eksilttiğini gördüm. Sonra ise serbest bırakılan oku. Oka isabet hale gelen Mirza'yı tüm gücümle itekledim. Onun yerine bir adım atıp geçerken arkasını dönen Mirza ile göz göze gelmem ve sol tarafımda keskin bir acı hissetmem ile nefesimi acıdan tuttum. Gözlerim acıdan dolayı irice açılırken Mirza'nın da şaşkın bakışlarına şahit oldum. Daha önce böyle bir acı hissetmemiş bedenim kendini geriye doğru bırakırken bana doğru koşan Mirza'yı gördüm. Halen daha nefesimi tutmuştum. Nefes almam sanki acımı daha fazlalaştırıyordu. Sırtım sert toprakla birleşeceği an bir beni kolları arasına aldığında, okun hareketi ile acıyla inledim ve gözlerim doldu.

"Göktuğ vur şu adamı!"

Başımda ortalığı inleten adamın sesini acım kesiyordu.

Başım kolları arasında geriye doğru kayarken uyuşmaya başlayan yer vurulduğum andaki gibi ağırınca nefesimi tutarak bağırdım. Nefesimi tuttuğum için bağırtım içime kaçtı gibi oldu. Kapanan göz kapaklarım yaramın üzerindeki ele baktı.

Yarama bastırıyordu. Sağ elim elini itmek istese de diğer elimi ellinin arasına alıp tuttu ve uzaklaştırdı ama bırakmadı. Başım göğsüne yaslanırken kapanmaya yüz tutmuş gözlerim onun yüzüne baktı. O da bana baktı. İsmimi seslendi ve sarsmaya başladı. Lakin gözlerim yavaş yavaş giderken başıma bir ağrı girdi. Uyanmadan önce son anıydı.

Karanlıkta iki kişi vardı. Birisi beyaz renk içindeyken diğeri siyahı giymişti. Bunlar tanıdık olan simalardı.

Görüntü biraz daha netleşti. Bunlardan birisi Hümeyra diğeri ise Mirza idi.

Hümeyra'nın gözlerinde büyük bir yıkılış ve yaşlar vardı. Mirza ise kendini kaybetmişti.

Gördüğüm kare oynatma tuşuna basılarak ilerletilmeye başladı. Hümeyra, Mirza'nın kılıcından kendini sakındırırken ellerinde kandan başka bir şey yoktu. Karanlık olsa bile, beyaz kıyafetinin üzerindeki kan lekeleri belli oluyordu.

Mirza onu öldürmek için son hamlesini yapacağı vakit Hümeyra mide tarafını kılıçtan kaçırmak için manevra yaptı. Lakin bu manevra ile dengesini kaybedip düştü. Başını taşa vururken oradan hiç canlanmadan dururken taş kana boyandı.

Hümeyra kan içinde kalırken, Mirza'nın yüreği öfkeden arınmadı. Kan akmaya devam ederken net olmayan görüntüde yerde yatan birisi de göründü.

 

Sis kayboldu. Anıdan uyanış gerçekleşti. Ne kadar da içinden zikretsem de Mirza'nın bu kadar yardıma Hümeyra'yı öldüreceğini sanmamıştım. Sahi sandığım şeylerden hangisi doğru çıkmıştı ki?

Vücudumun sarsılmasıyla birlikte gözlerimi araladım. Yanağımda elin varlığını hissediyordum sonra onun sesinden ismimi duydum.

"Hümeyra dayan."

Yarı açık gözlerimle rüyamdaki son görevimi yerine getirmek istedim. Gerçek hayattaki vücudumun irkildiğini hissediyordum. Sesimi ve kendimi toparlayıp ona baktım. Gözlerindeki endişe eski Hümeyra'nın ıstırabını kapatmıyordu.

"Beni.." dediğim an sesimi daha iyi duymak için başını yaklaştırdı.

"Beni zaten öldürmek istemedin mi? Kurtuluyorsun işte."

Zar zor söylediğim sözler ile nefes almam ile tekrardan o keskin acıyı hissetmemle inledim ve gözyaşlarım aktı.

Yüzü durgunlaştı. Ciddi hale büründü. Ben nasıl bir bilinmezliğin içerisinde kaldıysam o da öyle kalmış gibi beni anlamaya çalıyordu. Ama artık çok geçti. Çünkü ben rüyadan ayrılmak için kürek çekiyordum.

 

Selamünaleykümmm

🏹Mirza bir iyi diyoruz bir kötü. Kaldık ortada anlayamıyoruz onun bu tavırlarını siz ona avukat olur musunuz? Neden böyle yapıyor?

🏹Bu bölümde bir kaç bilinmezlik düğümü açtım. Siz hangisinde daha çok etkilendiniz? Ya da hangi düğümde şöyle olur dersiniz?

🏹Hümeyra, rüyadan uyanır mı? Uçurum tezi doğru çıkar mı?

🏹Olumlu olumsuz haddi aşmayacak her yoruma açığım. Yorumlarınız beni motive ediyor. Mutlu oluyorum.

 

Allah'a emanet olalım. Kucak dolusu güller🌹 ve kalplerlee❤️

Loading...
0%