Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Isırık

@lilyum_cicegi

Mirza'nın davranışları ile içimde hissettiklerim. Beni açık gördüğü zaman anlamlandıramadığım göz yaşlarım. Şimdi ise üzerinde durmadığım hislerim; derinden bana vurgun yapmıştı.

Ben değil, eski Hümeyra Mirza'yı seviyordu!

"Anlamadım?" diye tek kaşını kaldırıp beni sorgulayan adama, gözlerimi buluşturmadan geri adım attım. Kaşlarımı hafif çattım. Hümeyra seve seve bu adamı mı sevmişti? Ya da bu adam iyi idi ama Hümeyra ona çok kötü bir şey mi yapmıştı?

Ellerimin sızlaması ile tekrardan onlara üflemeye başladım. Halen daha bakmaya devam eden Mirza, bana tekrardan otağdan çıkma cezası verir nefretiyle ona açıklama yapmaya karar verdim. Eğer işin sonunda sıkıntı yaşamayacağımı kesin bilsem ağzımı açıp ona laf bile anlatmazdım.

"Bilerek yapmadım. Yemek yediğim kapları yıkayınca böyle oldu."

"Bunu akıl edemeyecek kadar delirdiğini sanmıyorum." deyince dudaklarımı birbirine bastırıp sinirle burnumdan nefes alıp verdim. Durumumu öğrendiğine göre saklamaya da gerek yoktu. Ondan dolayı gidip tedavimi yapmaya karar verdim. Adını kapı halı koyduğum kalın halıdan ellerime dikkat ederek geçtim. Aybike'nin ilaçları koyduğu yere gidip çömeldim. Arkamdan geldiğini duysam da oralı olmadan tahta sandığı açmak için parmak uçlarımdan yardım alıp acıya dayanmak için kendimi sıktım ve tahta sandığı kaldırdım.

Aslında acı hissetmemem gerekirdi ama şu an feci bir şekilde canım acıyordu. Acaba bilerek canımı acıtmadığım için mi şu an acı hissediyordum?

Derin bir iç çektikten sonra işime koyulmaya devam ettim.

Derimin bazı yerlerinden suya benzeyen sıvı akıyordu. Porselen kaplı olan merhemleri almak için elimi uzatırken benim yanıma geldi ve dizlerini kırarak oturmadan sandıktaki üç merhem ilacı alarak geri çekildi. Onun geri çekilmesi ile ben de ona doğru döndüm. Sağ tarafımda bağdaş kurarak oturmuş porselen kapların kapaklarını açıp kokladığını gördüm.

"Ne yapıyorsun?" diye ona sorduğumda aradığını bulmuş gibi uzanıp diğer porselen merhemleri sandığa koymaya yeltendi. O sırada onun kolu benim omzumu sıyırmıştı. Ben geri çekilmesem o da çekilmeyecekmiş gibiydi daha doğrusu umursamaz bir halde geri çekildi. Ona yan durduğum için sadece başımı çevirerek ona bakıyordum.

"Ellerini uzat, merhemi süreyim."

Neden böyle davranıyordu? Davranmasın böyle!

"Neden böyle davranıyorsun?"

Elindeki merhemden başını kaldırıp bana baktı. Yan tarafımızda yanan kandil etrafa daha kuvvetli ısı yaydı. Bana cevap vermek yerine sadece öylece bakıyordu. Ama benim yüzüme değil.

"Hem benden nefret ediyorsun. Öldürmek ile tehdit ediyorsun şimdi ise yaralarımı sarmak istiyorsun. Neden?"

"Nefretim hiçbir zaman merhametimin önüne geçemez." dedi normal bir ses tonuyla. Bu son konuşmalarımız da zaten sert değil normaldi. Normal... insan gibi...

Şimdi ben onda arayıştaydım. Aklıma ilk yaralandığım zaman, sergilediği tavırlar geldi. Kurtlardan kurtarışı, kurdun dişlediği yeri sarması, bileğimi kestiğimde kan kaybetmeyeyim diye eli ile bileğimi kaplaması, ellerimi yaktığım da zorla beni tedavi ettirmesi... ama bunları yaparken hep başıma kakar gibi bir tavır sergiliyordu. Şimdi ne değişmişti? Ne değişmişti ki eskiye ait bir kesit hatırladığım da bana koşan ilk o olmuştu?

"Ben yaparım."

O ise ayağa kalkmadan bacaklarını bacaklarıma değdirecek kadar yaklaşmıştı. Bana uzandığında saçlarının çeneme değmesi ile ürküp geri kaçmak istedim. Ama o bileğimden yakalayıp kendine çekti. O çekince yan oturuşta olan vücudum ona dönmüştü. Onun o tavırlarına anlam veremeyip onda keşfe çıkarken o, elimi avucuna almış diğer elinin parmağıyla elime merhemi sürüyordu.

Siyah saçları alnına azıcık düşüp gölgelerken, beyaz teninin kusursuzluğuna şaştım. İnsan da bir tane bile leke olmaz mıydı? Şahin gibi çekik gözlerine siyah bir damga vurulmuştu. Hafif çıkan sakalları yüzünde bir dekolte oluşturmuştu. Lacivert tonlarıyla giymiş gömlek benzeri kıyafetinin üzerinde deri kaplamalar vardı. Gözlerim yavaş yavaş ellerine doğru inerken parmaklarının da ne kadar kibar olduğuna şahit oldum. Güzeldi, evet benden kat be kat güzeldi. Yüzümde sivilce lekelerim vardı. Zayıf değildim. Onun albenisi varken benim yoktu.

Elimin acısıyla hemen elimi ondan çekip üflemeye başladım. Aramızda tek engel üflediğim elimdi. Ona baktığımda elindeki merheme baktığını görünce ona uzattım. Elimi tekrardan sıcacık avucuna yerleştirdi. Tekrardan işine koyuldu. Yavaş yavaş merhemi sürüyordu. Zaman geçmek bitmedi. Bir an önce kalkmak istedim. Ama bir türlü merhemlerin işi bitmedi.

"Tam olarak ne hatırlamıştın?"

Kandilin ışığına daldığım için ilk başta "Hıı" diye tepki vermiş sonra neden bahsettiğini anlamıştım. Gözlerim etrafta dolaşırken aklıma, yalancının mumu yatsıya kadardır atasözü geldi. Normal hayatta olsaydım. Yalan söylemezdim. Hem söylemeyi sevmezdim hem de dinimizde yalan söylemek günahtı. Ama ne yazık ki bunun günah olduğunu aklımıza dahi getirmiyorduk. Tabiri caizse ucuz bir günah gibi görüyorduk.

"Yok öyle bir şey." dediğimde merhemin kapağını kapatmayı bırakıp bana baktı. Ben ise ona bakmıyor halen daha yanan kandile bakıyordum. O söze girmeden devam ettim.

"Bu bir bahane olmaz ama senin davranışlarından bıktığım için uydurdum."

Oturduğu yerden birden kalkınca irkilip ona baktım. Elinde sıkmaya devam ettiği porseleni eğilerek sandığın içine sesli bir şekilde bıraktı. Sonra kılıcının kılını sert bir şekilde tuttuğunu görünce içimi korku saldı. Bana işaret parmağını sallayarak:

"Bıktın öyle mi? Emin ol kötülük yapan bir insana geçmişi unutsa bile merhamet göstermek kadar zorlanmamışsındır." dedi ve hızlıca bulunduğu ortamı sonra otağı terk etti.

Söyledikleri ile çatılan kaşımla birlikte içimde sızlamaya başlamıştı.

Hümeyra gerçekten ona kötülük mü yapmıştı?

...

Sabah namazından sonra odaya giren Aybike, Hanım Ana'nın otağında yemek yiyileceğini söylemiş sonra da izin alarak benim yanımdan gitmişti.

Gösterdiği tavırlara bakılırsa halen daha benimle barışık değildi. Ama onun davranışlarına karşı ben kendimi hiç suçlu bulmuyordum. Yoksa onun durumunu düşünemeyerek bencilce mi hareket ediyordum?

Düşünce deryamdan çıkıp ellerime dikkat ederek otağdan çıktım. Acımasa bile iyileşmemişti bu da benim için iyi bir şey değildi. Bir an önce Akkaş Bey'in yanına gitsem iyi olacaktı.

Bana selam verip gülümseyen insanların arasından geçerek otağa vardım. Tahta kapı açılır açılmaz, içeriden daha yeni fırından çıkmış ekmek kokusu etrafımı sarmıştı. Bu kokuyu severdim. Nedense bu koku zihnimi rahatlatır içimi huzur ile doldururdu.

"Hoş geldin kızım buyurasın."

Baş tarafta oturan Hanım Ana'ya gözlerim ilişince ona, "Hoş buldum." diyerek gülümsedim. Eliyle işaret ettiği postun oraya giderken içeride yabancı simaların varlığını gördüm.

Hanım Ana en baştaki posta kurulmuşken hemen sağ çapraz altında Mirza sol çapraz altında ise ortalama bir yaşa sahip kadın oturuyordu. Kadının hemen yanında ise Aslıhan Hatun yer almıştı. Benim yerim ise Mirza'nın hemen yanıydı. Oraya oturmak istemesem de Hanım ana oturmam için hayali bir kırmızı işaretle o postu işaretlemişti.

Hem Mirza'nın yanında oturuyor. Hem de karşımda Mirza'nın sevdalısı Aslıhan Hatun'un bakışlarına maruz kalıyordum.

"Ellerine ne oldu kızım?"

Kimse görmesin diye saklasam da şahin gözlü Hanım Ana'dan kaçmamıştı.

"Ufak bir kaza oldu." diye masumca cevaplarken orta yaşlarındaki kadın, "Bir türlü iyileşemeyen kadına Bey karısı mı denir? Bey karısı dediğin o ufak kazalara bile gelmeyecek kadar dikkatli olandır. Ondan kızım kendine dikkat edesin."

Gülümseyerek bana nasihat değil, alttan alta laf vuran kadına hafif bir tebessüm ettim. Oldum olası böyle tiplerden haz etmezdim.

"Dediğinize katılıyorum. Ama bir Bey karısı olarak bulaşıklarımı bile başkasına bırakmamam gerektiğini bildiğimden ellerim bu hale geldi."

Allah'ım kadınla resmen laf dalaşına girmiştim. Hem de kim uğruna Bey karısı unvanı uğruna. Yandan Mirza'ya bakış atarak içimden öğürme isteklerime sabretmeye başladım.

"Ne kadar güzel düşünmüşsün. Ama iyileşene kadar sen hiçbir şeye dokunma emi kızım." diyen Hanım Ana'ya tebessüm ettim. Tam bir ana gibi kadındı.

"Bu benim vefat eden Savsar oğlumun eşi, Büke." Hanım Ana, eliyle orta yaşlardaki kadını gösterdi sonra yanındakini, "Bu da onun tek evladı Aslıhan'dır." dediğinde hafif tebessümle karşılık verdim.

Bir an önce şu ortamdan çekip gitmek istiyordum. Dışarıdaki kapı tekrardan açılınca kimin geldiğini görmek için başımı çevirdim. Aybars'ın geldiğini görünce şu karanlık odaya sanki bir ışık düşmüştü. Onun da gözleri bana dönünce hafif gülümseyip elini sol göğsüne koyarak, "Selamünaleyküm." deyince Hanım Ana ve Mirza ile birlikte ben de selamımı almıştım.

"Bugün sabah yola koyulacakmışsın." Hanım Ana'nın dedikleriyle Aybars olumlu bir şekilde başını salladı. Nedense içim onun gitmesini hiç gitmiyordu. Aybars'ı hatırlamasam dahi onunla aramızda bozulmayacak bir köprünün varlığını hissetmiştim.

"Kahvaltını yapasın öyle yola çıkasın." dedi ve oturduğu yerden kalktı. "Hadi sofralar hazırlanmıştır." diyerek elleriyle kalkmamız için işaret etti.

Bulunduğumuz odaya hazırlanan sofrayı görünce kadın erkek yine ayrı yemek yenileceğini anladım. Doğru olan da buydu. Ninemden öyle görmüştüm. Ama ben rüyadaydım. Ve bu sınırlara dahil olmak istemiyordum.

Kadınlar yavaş yavaş yan odaya geçerken dış kapıdan da başka erkekler gelmeye başlamıştı. Aralarından tek tanıdık yüz, Akkaş Bey'i görmüştüm. Ben de kadınlar bölümüne hareket edecektim ki Aybars'ın ismimi seslenmesi ile hemen ona döndüm.

"Ellerine ne oldu?" deyince ona gülümseyerek, "Önemli bir şey değil. Ufak bir kaza." Kahverengi gözlerindeki mahzunluğa gülümser yüzle bakarken o, "Yoksa sana zarar mı verdiler?" diye sormuştu. Ben ona tam cevap verecek iken istemediğim ses kulaklarıma pas, içimde istemediğim bir karıncalandırma yaptı. Ah eski Hümeyra vazgeç şu hislerden çünkü artık ben geldim. Olmadık kıpırdamaları kes artık. Onları hissetmek istemiyorum. Çünkü ben onu sevmiyorum. Kendi hislerini kendine sakla be kadın!

"Değil ona zarar vermek, ona zarar vereni bu dünyada yaşatmam."

Yanımda yer alan Mirza'ya şaşırarak gözlerimi çevirdim. Ne diyordu bu? Allah'ım kalbime bir şeyler oluyor. Dur ya hu! Eski Hümeyra anlaştık sanıyordum.

"Ondan mı bir türlü iyileşmez."

İkisinin de gözleri arasında hayali kılıçlar çarpışırken Aybars, Mirza ile muhatap olmayı kesip bana döndü.

"Bu ellerle nasıl yemek yiyeceksin?" dedi sesini yumuşak tutarak. Onun bu haliyle ciddi olan yüzüm yumuşamıştı.

"Aybars Bey, karım benim emanetimdir. Onu rahat ettirmek Allah tarafından bana verilen emirdir. Ondan dolayı onu, aç bırakmam."

Bu sözleri söyleyen gerçekten Mirza'ydı. Gözleri benim şaşkın gözlerimle buluştu. Ben ise rahatsız olup bakışlarımı çevirdim. Neyin içine düşmüştüm ben!

"Aybars, merak etme iyim ben." dedim tekrardan ona tebessüm ederek. Aybike ne kadar abi lafzını kullandığımı söylese de ben kullanmak istemiyordum. Ne de olsa eski Hümeyra değildim. O da aynı şekilde bana tebessüm etti.

"Ben gideyim o zaman." dedikten sonra Mirza'ya baş selamı verip yemek yemek için yer sofrasına doğru gitti. O giderken ben arkasından bakmaya ve tebessüm etmeye devam ettim. Ta ki Mirza ile gözlerim çakışana kadar.

Onunla göz göze gelince hemen gülümseyen yüzümü sildim ve sinirli bakarak gözlerimi kaçırdım. Eski Hümeyra ne hissederse hissetsin umurumda bile değildi. Ben onu sevmiyordum. Onu sevecek kadar rüyamda kafayı üşütmemiştim.

Onunla hiç muhatap olmayıp kadınlar bölümüne geçeceğim sırada Mirza benim durmamı söyledi. Onunla uğraşmak istemediğim için bıkmış bir yüz ifademle ona baktım. Ama o bir kadına Hanım Ana'yı içeriden çağırmasını söylemişti.

"Ne var?" dedim kısık sesle. O ise bana bile bakmadan, "Bekle." dedi.

Derin bir nefes bırakırken Hanım Ana yanımıza gelmişti. Mirza ona, "Ana, Hümeyra'nın ellerini yaralıdır. Tek başına kahvaltı edemez. İçeride başkası yedirirse yengem yine söz eder. Ondan iznin olursa biz kendi otağımızda yemek yiyelim."

Dedikleri ile kaşlarım havaya kalkmıştı. Bu duyduklarım gerçek olmazdı. Olmamalıydı.

"İyi düşünmüşsün evladım. Siz gidin."

Ben böyle bir rüya istemiyordum. Neden ya neden!

Mirza eliyle çıkış kapısını gösterince el mecbur kendimi rezil etmemek için adımlarımı dışarı doğru sürüklemeye başladım.

Tahta kapıdan çıktıktan sonra merdivenlerden inip kaldığım otağa doğru yol almaya başladım. Kendimi sıkıyor, bir an önce otağa varmak istediğim için adımlarımı acele atıyordum.

Arkamdan geldiğini bilsem de benim yanıma gelmemişti. Bu durumu takmayıp hemen otağın kapısını açarak içeri girdim ve kapıya yüzümü dönüp onu beklemeye başladım.

Ayağımı ritim tutmuş sallarken bir yandan da düşünüyordum. Sonunda kapıdan ses geldi ve içeri girer girmez benimle göz göze geldikten sonra kapıyı kapattı.

"Sen!" diye ağzımı açmıştım ki bir kaç adımda yanıma gelerek, "Sana haram olan bir insanla nasıl bu kadar yakınlık kurabilirsin?" deyince çattığım kaşlar düzleşmişti. Böyle bir atak beklemiyordum. Ben başka bir şey konuşacaktım nereden çıkmıştı bu!

"Asıl sen cevap ver. Niye böyle insanların yanında bana farklı davranıyorsun?"

"Farklı mı?" dedi yüzünü buruşturarak sonra devam etti.

"Evet, yok benim emanetim. Yok, ben onu düşünürüm. Ne oluyor oğlum!" dedim ona yükselip el kol hareketi yaparak. O benim hareketlerime tuhaf bakarken ben de boğazımı temizleyerek pot kırmadan ellerimi yana indirdim. Resmen bilinçaltımda keko yattığını yeni fark ettim. Oğlum mu? Hay Hümeyra senin ağzını eşek arısı soksun. Bu ne biçim konuşma! Asaletim yerlerde yerlerde.

Aramızda kısa bir sessizlik oluşmuştu. Merakla gözlerimi ona çevirdiğimde onun düz bakışlarıyla karşılaşınca gözlerimi kırpıştırarak, kaçırdım. Neyse ki bu sessizliğimiz kısa sürmüş dışarıdan ses gelmişti.

"Destur var mıdır?"

Beni uyarmasına rağmen sırf gıcıklık olsun diye ondan önce davranıp, "Gelebilirsin." diye bağırdım. Cevap vermek için açılan Bey'in ağzı kapanmış kaşları çatılmıştı. Arkamı dönüp şöminenin yanına hemen kuruldum. Çünkü Mirza'nın ağzına ıslak banyo terliğini yapıştırdığımın hayali birden aklıma gelmişti. Şimdi gülüp kendimi rezil etmenin bir anlamı olmazdı.

"Yemeğinizi getirdim."

Aybike'nin sesiyle ona döndüm. Mirza'da gelip benim karşıma oturup, "Tepsiyi buraya getiresin." dedi Aybike'ye.

Aybike'de, Mirza'nın koyduğu tahta sininin üzerine iki kişilik kahvaltı tepsisini bıraktı. Burada kalacağını tahmin ederken o izin alıp arkasını dönüp çıkmıştı. Ben de arkasından melül melül bakakalmıştım.

Aybike duygusal bir kızdı ve benim için ağlamaya müsait bir kızdı. Ama bu kesin tavrına bakılırsa galiba ben hatalıydım. Bundan dolayı onun kırılan kalbini kazanıp aramızdaki bu soğuk suların buz tutmasına müsaade etmeden ısıtmalıydım.

Başımı demir tepsiye çevirip içindekilere baktım. Demirden dövülmüş iki tane kulplu bardak ve demlik vardı. Biraz zeytin, peynir, bal ve ekmek vardı.

Kaşlarım hafifçe çatarken gözlerim ellerime gitmişti. Ve Mirza'nın Aybars'a söylediği cümleler aklıma gelmişti. Ben bu ellerle yemek yiyemeyeceğime göre bu oda da Mirza ile tek olduğumuza göre... Aman Allah'ım sen koru Rabbim!

Huzursuz bir şekilde gözlerimi etrafta gezdirirken oturuşumdan taviz vermiyordum. Sanki saplanıp kalmıştım.

Su sesi duyduğum da gözlerim tekrardan tepsiyi bulmuştu. Demliği eline alan Mirza, bardaklara çay dolduruyordu. Hayır, onun ellerinden yemek yemeyecektim. Başımı yanımda varlığını devam ettiren köze çevirdim. Ama gözlerim arada sırada ufaktan onu izliyordu.

Ekmeğe uzandıktan sonra kopardığı parçaya bal sürerken ağzımın sulanmasına gıcık olup kısa bir anlığına gözlerimi sıkı bir şekilde yumdum. Açtığım da gördüğüm manzara beni şoke etmişti. Bu adam ekmeği kendi ağzına koyuyordu. Hani bana yedirecekti? İşte ikiyüzlü!

İkinci parçasını kopararak peynir ardından zeytini ağzına attı. Ekmeği yumuşaması için de bir iki yudum çay almıştı.

"Ortamına göre ağzın iyi laf yapıyor. Ama icraata gelince, senden ucuzu yok."

Başını yemeğinden yavaşça kaldırarak bana bakınca konuşmaya devam ettim.

"Hani Aybars'a emanetim falan diyordun. Onu diyorum." dedim kendimi tutamayarak. Saçmalıklara tahammülüm sıfırdı.

"Doğru dedim. Emanetimsin. Ama ben seni yedirmek istesem yemezsin. Ben de Hanım Ana'ya senin durumunu söyledikten sonra başka yerde yemek yesem sıkıntı çıkacağından karnımı doyuruyorum. Ben çıktıktan sonra Aybike Hatun seninle ilgilenir."

İlk defa bana uzun cümle kurmuştu. Ve sakinliğini koruyup çayını yudumluyordu. Ben bu duruma da gıcık olmuştum. Çünkü rüyamın ana lekesi olan bu adamdan hiç mi hiç hazzetmiyordum. Rüyamı istediğim gibi çizmeme engel olan bir barikat ve en büyük tehlikesi ise rüyamı kabusa çevirebilecek yeteneğe sahip olmasıydı.

"Nereden biliyorsun yemek yemeyeceğimi."

Söylediklerim ile lokması boğazına kaçmıştı ki hafifçe öksürmeye ondan sonra da ciddi misin dercesine bakmaya başlamıştı. Ben de masum bir şekilde ona bakmaya devam ettim. Dudaklarını düşünceli bir şekilde büzerken kafasını sağa sola sallayarak ekmekten bir parça kopardı sonra da üzerine bal sürerek bana uzattı.

Ben de elindekini ağzıma almak için ona doğru eğildim. Siyah şahin gözlerle kısa bir göz göze geldikten sonra ağzımı açtım. Parçayı tam ağzıma alacağım vakit hızlı davranıp ekmeği tutan iki parmakla birlikte dişlerimi sıkıca kapattım.

"Ah!"

Orta sesle acısını haykırırken ben de iyice ısırıp sonra dişlerimi açtım. Parmaklarını kurtarıp bana sinirle bakan adama, "Bal da acıymış." dedim yüzümü buruşturarak.

O ise celallenip ayağa kalkmasıyla ben de irkilip ayağa kalktım. Yaptığım şey içimde olan sinir dalgasından meydana gelmişti. Ama onun bana ne yapacağı belli olmazdı. Yine de korktuğumu belli etmemeye çalıştım.

Isırdığım parmaklardan birini yani işaret parmağını bana sallayarak, "Deli!" diye yüzüme haykırdı. Sesiyle içim irkilse de duygusuz bir yüzle ona baktım. İstemiyordum onu, tek istediğim benden uzak durması idi.

Yerdeki koyun postunu ayağı ile tekmeleyip başka bir tarafa savurduktan sonra hızlıca kapıdan çıkıp otağı terk edince mutlu olan yüzüm ters teperek içimde ufak bir huzursuzluk oluşturdu. Eski Hümeyra'dan kalanlardır diyerek takmadım. Ve Aybars'ın bugün yola çıkacağını bildiğim için onu uğurlamak için hızlıca ben de otağı terk ettim.

Hızlı adımlarla Hanım Ana'nın otağına varmıştım. Aybars atına binmiş gitmeye hazırlanıyordu. Etrafta çok fazla at olduğundan onları ürkütmemek için yanlarına gitmek yerine uzaktan sesli bir şekilde ismini seslendim.

Benim seslenmem ile bazı gözler bana dönse de ismini zikrettiğim adamın attan inişine dikkat verdim. Bir kaç adımda yanıma gelmişti.

"Hümeyra." demişti ismimi söyleyerek sonra devam etti.

"Merak etme yakında yine görüşeceğiz." deyince mutlu olmuştum.

"Ne zaman geleceksin?"

Dişlerini göstererek gülümsedi ve kahverengi gözlerini, gözlerimi akıtarak:

"Ben değil sen geleceksin?"

Sevinçle gülümserken dişlerimin görünmesinden utanıp elimi ağzıma bir perde misali kapattım. Sonun da Mirza'da kurtuluyordum.

"İki gün sonra amcanı görmek için Sazlık Obası'na geleceksin."

Dedikleri ile gülümsemem yarıda kalmıştı. Amca mı o nereden çıkmıştı? İnşallah başıma bela olmaz. Doya doya eğlenirdim.

"Biliyorum, hatırlamıyorsun ama emin ol ailen sana iyi gelecektir."

"Tabi iyi gelir oğlum. Ailesi ile gelir, ailesinden bir parçasını ziyaret eder."

Hanım Ana'nın sözleri bizzat Aybars'a giderken ben ailem ile Sazlık Obası'na gitmekte takılı kalmıştım.

Benim bu oba da aile sayıldığı ama benim saymadığım en yakın kişi Mirza vardı. Mirza ile mi gidecektim ben! Senden kurtuluş yok mu be adam!

 

Selamünaleyküm ey ahali oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Düşünceleriniz benim için çok kıymetli ondan dolayı es geçmezseniz çok mutlu olurum.

 

Loading...
0%