@lilyum_cicegi
|
Hümeyra, Abdül Bey'in otağından çıkarken içerideki dik duruşu kaybolmuştu. Gözlerindeki yıpranış, kalbinden yansıyarak adımlarını çamurlu yolda atıyordu. "Gözlerim lal iken çiçeğe fısıldayamadım seni." Hümeyra'nın içinden söylediği cümle ile onun öylesine atılan adımlarına baktım. Adımları öylesine atılmasına rağmen, cümleleri öylesine değildi. Gözlerimdeki lal, demişti. Onun tavırlarını izleyen ben, hemen ne demek istediğini anlamıştım. Yüzünü bile geçtim. Gözlerine bile maske takıp sevgisini gizliyordu. Ondandır, ilk başlarda Mirza ile konuşacağından ne yapacağını şaşırmış bir haldeydi. Şimdi ise yangınını kimse görmesin diye maske takmaya çalışıyordu. "Keşkeleri bile pelesenk edememek, yakıyor beni." Yanlış yaptığım veya yapmadığım bir şey de keşkeleri eksik etmeyen ben, onun bu cümlesini anlamlandıramadım. "Feda etmek gerekmiş, olsun feda." Hümeyra'nın bazı anlarını anlayamadığım gibi sözlerini de anlayamıyordum. Sanki kendini kapalı bir kutuya koymuş kilidin üzerine de demir akıtmış gibiydi. Ona ulaşmak onu duymak zordu. İnsanların arasından geçerken omuzlarını tekrardan dikip başını kaldırdı. Maskesini yüzüne taktı. İnsanlar ona başlarıyla selam verirken o da aynı şekilde davranıyordu. O sırada gözüne biri ilişti. Saçları ve göz rengiyle aynı renge sahip kahverengiyi tercih eden adama baktı. Yoldan geçen, ama kendisini görmeyen Aybars'a seslendi. Kendini duyuramadı. Islak kıyafetleri ile üşüse de dertli gibi gözüken Aybars'ın yanına gitmek için adımlarını attı. Tekrar seslendi. Bir türlü duymuyordu. Bu durum Hümeyra'yı daha meraklandırdı. Yakınlaştığı Aybars'ın kürkünden tuttu. Bu tutmaya Aybars durdu ve başını yavaşça Hümeyra döndürdü. "Neyin vardır?" Aybars ona durgun gelmişti. O ise başka bir tarafa bakarak cevap verdi. "Yoktur bir şeyim." Aybars'ın ona karşı soğuk davranması, incitmişti. Aybars omzundaki kürkünü onun elinden kurtarıp yoluna devam ederken Hümeyra'nın gözleri dolmuştu. Çocukların çelik çomak oyununu oynadıkları takta çubuklarının uzunu alıp otağına doğru yürüyen Aybars'ın sağ omzuna geçirince bir acı haykırış duyuldu. Sonra ise elini omzuna çevirip arkasını döndü. Dolan gözlerle kendisine bakan Hümeyra'ya baktı. Acısı geçsin diye eliyle omzunu ovalarken Hümeyra ona, "Bana bir daha arkanı dönme!" dedi. Sessizce söylediği cümle aslında bir haykırıştı. Bu da Hümeyra'nın gözünde, Aybars'ın değerini gösteriyordu. Hümeyra'nın kaybetmek istemediği birisiydi. Neden bilmiyorum Hümeyra sanki yalnız gibiydi. Aybars'ın bu şekilde davranması onu, bu yüzden derinden incitmişti. Ya da üst üste duygularının ezilmesinden kaynaklanan bir patlamaydı. "Ben sadece yorgunum." "Kaç kere derim senden yalancı olmaz diye ama inatla bana yalan dersin!" Aralarında bir muhabbet hasıl olsa da şunu fark ettim. Ninemin sürekli bana anlattığı; haramlık selamlık olaylarına dikkat ediyorlardı. Hümeyra çoğu zaman Aybars'a bakmayarak konuşuyor ve asla tensel temasa başvurmuyordu. Önüme kendi zamanım da var olan arkadaş ilişkileri düştü. Kahkahaları, arkadaşım diyerek dokunmaktan uzak kalamamaları... Aybars ve Hümeyra çocukluk arkadaşı oldukları halde bu çizgiye riayet etmesi, şaşırmama sebep olmuştu. Bir o kadar da hoşuma gitmişti. "Bir şeyim yok derim! Hem sen çeyiz alışverişin de olman gerekmez midir?" Konuyu değiştiren Aybars'a karşı o da konuyu değiştirmek istedi. "Bitti ve geldim. Eşyaları da alpler getirecek." Aybars başını sallarken, "Git üstünü değiştir sonra ayı yavrusu gibi titriyorsun." dedi. Bu dediğine ben kıkırdayarak gülerken Hümeyra tebessüm etti ama içten gülüyordu. Hatta kahkahasını bile duydum. Ama bunu Aybars'a duyurmadı. Çocukluk arkadaşım demedi, duyurmadı. Halleri hoşuma gitti. Muhabbetlerini bir kalem de silmek yerine sınır koymaları taktire şayandı. "Sen de git dinlen muşmula suratınla etrafta dolaşma." dedi Hümeyra. Aybars ile ilk karşılaşmamda rüyadayım diye yaptığım hatalar önüme tek tek geliyordu. Ona karşı atılgan davranmamla birlikte o da İğde ağacını orada bana şunları söylemişti. "Eskiden benim yüzüme, gözlerime bu kadar bakmazdın. Şu anki halin sanki gizlediğin duyguları açığa çıkarmış gibi..." Hümeyra onu seviyordu ama Mirza gibi sevmiyordu. Onun sevgisi bir dosttan ileriye gitmez iken, Aybars benim hareketlerimde konuyu çok yanlış bir yere bağlamıştı. Hümeyra'nın hareketleri normalken Aybars bana neden bu cümleleri söylemişti? Acaba kendi kendine gelin güvey mi olmuştu? Ben Aybars'a bakıp kendi kendime iç alemime gömülmüşken Hümeyra arkasını dönerek otağına doğru yol alırken aklında yarın vardı. Aklında bin dert ile birlikte yürümeye devam etti. ... Alpler çeyizlik eşyalarını getirmiş hepsini kendi otağına yerleştirmiş ama dönüp bir tanesini bile tekrardan açmamıştı. Heveslenen kızların seslerini duysa da hiçbiri Hümeyra'nın yanına gelmiyorlardı. Aybike'den bir atılım beklerken Hümeyra ona karşı uzak olduğundan o da sadece sadece hizmet ediyordu. Ve sürekli Hümeyra'ya, hanımım diye sesleniyordu. İlk gözlerimi açtığım zaman da bana böyle seslenmişti. Ama aralarında işten başka bir konuşma geçmezken; ben, Aybike ile az çok muhabbet halinde idim. Terzi gelip ölçülerini aldıktan sonra Hümeyra'ya nasıl dikeceğini söylerken onun da fikrini almak istiyordu. Lakin Hümeyra hiç yardımcı olmuyor sadece olsun bitsin derdindeydi. Arada Hümeyra'nın amcasının eşi işe dahil olurken oda da var olan Aybike'nin hiçbir sesi çıkmıyordu. "Destur var mıdır?" Dışarıdan seslenen bir Hatun'un sesiyle birlikte, yengesi Saka Hatun seslendi. "Buyurasın." Kapı açıldı. İçeriye gelen 12 yaşlarında kız çocuğu, "Saka Hatun, Hanım Hatun geldi." deyince yengesi gülümseyerek Hümeyra'ya bakınca o da tebessüm eder bir halde cevap verdi. Halbuki o buradan bir an önce çekip gitmek derdindeydi. "Buyur edesin kızım." Terzi, Hümeyra'nın omzuna sardığı kumaşı kenara alınca elbisesi göründü. İnce ve nakışlı bir elbiseydi. Turuncu tonlara hakimken kollarında lale desenler vardı. Zamanında kendisi işlemişti. Hümeyra, durduğu yüksek yerden inip alışagelmiş bir şekilde örüğünü omzunun kenarından göğsüne doğru saldı. Sürekli kumaşlar üzerinde denendiği için saç telleri dışarı çıkmıştı. Onları da parmakları ile kulaklarının arasına sıkıştırınca kapı açılmış Hanım Ana girmişti. "Selamünaleyküm." dedi neşeli sesiyle. Oda da ki herkes dahilinde Hümeyra Hatun'da, "Aleykümselam." dedi. Saka Hatun, onu obanın sahibi olarak karşılarken Hanım Ana, Hümeyra'ya beğeni bakışlarını sundu. Bu durumu Hümeyra'da fark etmiş hem hoşuna gitmiş hem de utanmıştı. Hanım Hatun'u arkasından birkaç kadın daha girerken, Aslıhan Hatun'da vardı. Hümeyra'nın canı buna sıkılsa da belli etmedi. Misafirler odanın kenarındaki minderler üzerine davet edilirken ayranlar gelmişti. Baş tarafta Saka Hatun hemen ona yakın ise Hümeyra oturuyordu. Bu oturuş şekli hep statü sırasına göre oluyordu. Sadece Mirza eğer başta oturuyor ise Hanım Ana varsa çapraz altta geçiyordu. Bakıldığı zaman Mirza, Hanım Hatun'dan daha fazla statüye sahipti. Onun bu tavrı ona verdiği değerden kaynaklanıyor olabilir. "Dün, erken ayrıldın kızım." Hanım Ana'nın dedikleri ile birlikte yengesi Saka Hatun, kaşlarını çatmıştı. Çünkü Hümeyra onlara böyle bir şeyden bahsetmemişti. Yine de yengesi pot kırmamak için sessiz kalsa da Hümeyra, bu küçük olayın amcası tarafından canının sıkılacağını biliyordu. "Öyle oldu. Lakin benim açımdan zaten her şey bitmişti." Hanım Ana'nın normal gözüken gözleri hafif açıldı gülümsemesini silmedi. Bu tavrı biliyordum. Otoriter bir kadın olduğundan alttan altta böyle söylenmeyi seviyordu. "İlahi sen de hiç çeyiz zamanında alışverişten ayrılınır mı? Hem de bir Bey kızı nasıl böyle davranır?" Aslıhan'ın sözleri ile birlikte annesi Büke, ona bakışlarını sunarken Hanım Ana başını çevirip bile bakmadı. Hümeyra Hatun ona tebessüm ederek öne doğru eğildi. Sakin bir ses tonuyla, "Doğru dersiniz Aslıhan Hatun. Çeyiz alışverişinden bir kızın ayrılması tuhaf olur. Ama dediğiniz gibi ben bir Bey kızıyım. Sıradan bir babanın evladı değil." cümlesini tamamlarken Aslıhan Hatun halden hale girerken, ortama çölün sessizliği inmişti. Saka Hatun, Hümeyra'nın bu çıkışına nasıl tepki vereceğini bilemezken Hanım Ana'nın bakışları Hümeyra'da idi. Hümeyra'nın ikinci defa dişini göstermesi onu düşünceli bir hale sokmuştu. Yüzündeki tebessümü yoktu. Sahi şu an ortamda sadece Hümeyra gülümsüyor ayranını yudumluyordu. "Buraya gelme sebebimiz güzel gelinimizi görmek ve ona bazı hediyeler sunmaktı. Ve mihri de konuşmak." Sessizliği Hanım Ana bozdu. Hümeyra'da ona bakarken, o da Hümeyra'nın gözlerinin içine bakıyordu. Ben olsam bu kadar göz temasına dayanamaz bakışlarımı çekerdim lakin Hümeyra öyle yapmadı. O nasıl gözlerinin içine baktıysa, o da öyle baktı. "Kızım, sen mihrini demedin mi?" Saka Hatun'un sözüyle birlikte Hümeyra, Mirza'ya sinirlendi. Demişti diyeceğini ne diye uzatıyordu? "Mirza Bey'e söylemiştim." dedi tekrardan ayranından bir yudum alarak. Hanım Ana'da ayranına uzanarak: "Ne verirsem razıyım, demişsin kızım olmaz böyle." Hanım Ana sözünü tamamlarken başka bir kadın söze girdi. "Evet kızım olmaz. Bu senin hakkın. Bu o kadar önemli ki ayet bile vardır." En köşede oturan kızın birden söze atlaması büyükleri tarafından hoş karşılanmazken genç kız, halinden memnun bir şekilde sözünü tamamladı. "Lakin bibi erkekler bunu problem ederler. Hatırlamaz mısınız? Keçe'nin kızı evlenirken, erkek tarafı mehir çok diye itiraz etmişlerdi." "Hatırladım ya!" dedi sinirli bir hâl de. Kadınların ve Mirza'nın inatla bu konuda durmasına ben de pek anlam verememiştim. Gerçekten önemli bir şey olarak görmüyordum. "Amma! Biz kadınlarında hatası vardır. Erkek bilmese dahi anlatmak lazım. Ona göre evlatlarınızı yetiştirin. Namaz nasıl hak ise mehir de o kadar haktır!" Kadının ciddi haliyle olaydan uzak kalan ben, biraz daha ortama sokuldum. "Gelin size Hz. Ömer (r.a.) zamanında geçen bir olayı anlatayım. 'Hilafet günleriydi, genç Müslümanlar bir şikayet için onun huzurundaydı. Gençler dedi ki: "Yâ Emîrül'l-Mü'minîn! Hanımlar mehir oranlarını artırdıkça artırdılar. Birbirleriyle âdeta yarışır gibi davranıyorlar. Biz de bundan dolayı evlenemiyoruz. Hanımlar bu konuda uyarsanız da böyle yapmasalar!" Hz. Ömer (r.a.) gençlerin bu makul taleplerini hoş karşıladı. Ve o gün Mescid-i Nebevi'de bir hutbe verdi. Hutbesinde bu meseleye değindi. O anda hanımlar bölümünden bir ses yükseldi. Seslenen hanım dedi ki: "Ey Müminlerin Emiri! Sen nasıl Allah'ın bize verdiği hakkı bizden esirgiyorsun. Allah Kur'ân'da: 'Onlara kantar kantar, yüklerle mehir verseniz bile geri almayın.' *demiyor mu?" Bu itiraz karşısında Hz.Ömer (r.a.) tavrı nasıl oldu? Mashalat mı konuştu? Yoksa geri adım atarak vaz mı geçmişti? Halife, Allah'ın kitabına rağmen konuşmamak için: "Kadın isabet etti, Ömer ise hata etti!" dedi ve kendisini Allah'ın kitabını o kadar bilmemekle kınadı. Bu tavır bize çok şey söylemelidir.**" Kadının anlattıklarını dikkatlice dinlerken, Hümeyra bilmekle kalmayıp yine de bilmiyormuş gibi dinliyordu. Ben bilmiyordum hatta bu anlattıklarını yeni işitmiştim. Hele de bir kadının Hz. Ömer (r.a.) karşı durması bu olayın ciddiyetini bir kez daha öne sermişti. Aklımda bir tek soru kalmışken onu da başkası benim yerime sormuştu. "Ama bibi? Gerçekten bazıları da abartmıyor mu?" Kızın bu lafına bibi tebessüm etti ve ona, "Sırma saçlı, örüklü kızcağızım. Sen canın isterse istersin, istemez ise istemezsin. Lakin abartı dersen o sahabelerken ne farkın kalır? Bak güzelim, Hz. Ömer (r.a.) kendini kınarken biz neyimize güvenerek fazla isteyen insana laf ediyoruz? Hem bilmez misin? Hatice Hatun'un eşi hastalıktan vefat etti. Geride ne parası vardı ne pulu. Biz baktık. Bakarız da amma bir de ona sormak lazım. Başkasının eliyle geçinmek öyle gönüle rahat geliyor mu gelmiyor mu diye...Halbuki zamanın da benim dediklerime kulak verse idi alsaydı mehrini. Olur muydu böyle?" Kız hemen atıldı ve yine benim aklımda olan soruları yöneltti. "İyi dersinde bibi. Zaten adam çobandı." "Ehh kızım. Katılsan şu ders halkalarına mehirin iki türlü verildiğini bilir böyle demezsin. Ya nikah kıyılmadan önce verecek ya da ölene kadar ödeyecek. Bu kadına kalmış bir şey...hem bunlar derin mevzular. Öyle üstü kapalı anlatılmaz. Konu açıldı diye bilmeyenlere bilipte benim gibi ilmini tazelemek isteyenlere tebliğ niyetiyle açtım." Tebessüm ederken cümlesini bitiren kadının dediğine takıldı aklım. Ders halkalarına katılsan bilirsin diye. Kadının anlattıklarını ilk defa duymamdan dolayı nedendir içim bir huzursuz oldu. Hümeyra'nın bu kadar bilgisine olmasına rağmen aynı yüze, aynı vücuda ve aynı isme sahip olmama rağmen onun benden üstün olması kendimi ezilmiş gibi hissettirdi. "Şimdi kızım ne dersin?" Hümeyra gerçekten mehir istemiyordu. Hayır, mehiri bu şekilde istemiyordu. Ondan dolayı Hanım Ana'ya dönüp, "Sizin dedikleriniz başımın üzerinde yeri vardır. Ama ben mehir istemiyorum. Mirza Bey'de bu konuda çok ısrarcı olunca, öyle bir cevap vermiştim." dedi. Saka Hatun, tekrardan bir şey demezken Hümeyra'nın durumunda rahatsız olduğu belliydi. Keza Hümeyra'da onun yanında bu konuyu konuşmaktan o kadar rahatsızdı. Hanım Ana, kaşlarını hafifçe çatarken o da bir şey demedi. Oradakiler onca konuşmaya rağmen Hümeyra'nın tavrını ya anlamadılar ya da Bey kızı olduğu için kibir yaptığını zannettiler. Hanım Ana'yı yolcu ettikten sonra otağı da Saka Hatun'la yalnız kalırken, Aybike'de Abdül Bey'i çağırmak için gitmişti. O gelmeden Saka Hatun içinde tuttuğu sözleri sıralamaya başladı. "Ne yaparsın sen? Nasıl davranır nasıl söz edersin? Evlilikten vaz mı geçmelerini istersin?" Hümeyra, tüm bu bağırışa rağmen sessiz kaldı. Ayakta bir o tarafa bir bu tarafa doğru giderek söylenen yengesini hiç duymuyor gibiydi. Destursuz açılan kapının sesiyle birlikte kendine geldi. Oturduğu koyun postundan kalktı. Saka Hatun'un sinirden kızaran yüzüne bakıp, "Ne olur?" derken Aybike'de içerideydi. Saka Hatun tüm her şeyi anlatırken, Abdül Bey ona hâk vermişti. Bağırışlar yükselirken, Hümeyra boynunu eğmiş susmalarını bekledi. Onlar susup en sonunda Hümeyra'nı bir cevap vermesini isteyince o da yanıtladı. "Anlarım sizi. İzdivacın bozulmasını istemezsiniz. Lakin eğer ki ben hep onlara karşı boynumu eğersem bizden şüphelenmezler mi amca?" Oda da duran Aybike'yi görünce ona, "Sen çıkasın." dedi. Aybike'yi odadan şimdi çıkarması onun oynadığı oyunu bilmediğini gösterirken duymasını istememişti. Aybike odadan çıktığı an tekrardan amcasına cümlesini tekrarladı ve ekledi. "Haksız mıyım ben amca?" "Sen böyle edersen asıl Mirza Bey yüzüne bakmaz." Saka Hatun'un dedikleri üzerine Hümeyra ona, "O farklı yenge! Farklı olmasa onu değil, amcasının oğlu Beybolat'la izdivacımı uygun görülürdü." dedi. Abdül Bey, Hümeyra'nın açıklamalarına karşı sinirini indirirken başını olumlu salladı. Saka Hatun ise bu durumdan nedendir rahatsız oldu. Ben ise Beybolat'ta kalmıştım. O kimdi? "Seni büyüten besleyen şu zamanına getiren benken, benden daha mı iyi bilirsin?" Hümeyra'nın karşısına dikilip parmak sallayan kadına sinir olurken Saka Hatun'un dedikleriyle Hümeyra'nın içinden bir yangın koptu. Alevi o kadar büyüktü ki, kendini sakinleştirmek için dişlerini sıktı. Hümeyra'nın bu sessiz kalışına karşı Abdül Bey rahat bir ses tonuyla, "Neyse kapatalım bu konuyu. Hümeyra haklı söyler." dedi. Ne kadar da kolaydı onca yıkımın arkasında sakin bir şekilde konuyu kapatmak. Abdül Bey'in tutumuyla birlikte Saka Hatun kendini zor tutarak dışarı çıktı. Neden bu kadar sinirlenmişti? Yeğeninin haklı olmasın kıskanmış mıydı yoksa başka bir sebep mi vardı bilmiyorum. Abdül Bey ona birkaç adım atarak yanına geldi ve ona sarıldı. Başını okşarken Hümeyra'nın kolları da yavaş yavaş amcasını sarmıştı. Amcası onu haklı görüp teselli ederken o uzaklara doğru bakıyordu. En yakınındakileri bile maske takan Hümeyra'nın gerçekten kimsesi yoktu. Neden yoktu? Neden odanın bir köşesinde hıçkırıklar ile ağlayıp kılıcına sarılan Hümeyra'yı gördüm. Babasının kılıcına sıkıca sarılırken annesini hatırlatacak hiçbir şey olmaması onu en derin bir özlemle sararıyordu. Benden farklı olarak hüznünü isyana çevirmiyor sadece gözyaşlarını akıtıp tekrardan Allah'a sığınıyordu. Cılız kandil ışığının titremesi gibi vücudu yavaş yavaş ateşle ısınırken yorgunlukla kendini yatağa bıraktı. Horozların boğazlarını yırtacak şekilde bağırmaları ile sonunda uyandı. Sıcak yatağından hiç kalkmak istemese de kendi kendine cevap verdi. "Bu şeytanın tuzağı. Kalkmalısın. Bir sıcak yatak için cehenneme razı olma nefsim!" Kendi kendini motive ederek halsiz bedenini yataktan kaçarcasına kaldırdı. Geceden hazır ettiği ibriği alıp abdestini almaya başlarken içeriye Aybike girmedi. Aybike bu konularda bana hep yardım ederdi. Hızlıca başörtüsünü örtüp sabah namazına durdu. Ayakları titrerken üşüdüğünü hissetti. Boğazında da hafif ağrı vardı. Dün yağmurdan sonra ıslak kıyafetlerle kaldığından üşütmüştü. Benim üşenerek çoğu zaman yapmadığım tespihleri çekerken ellerini semaya kaldırdı. Mirza'da hep böyle yapardı. Her vakit namazında tespihlerini çeker, dua ederdi. Hümeyra'nın aklından Mirza geçti diye düşünen kendime hakim oldum ve düşünmeyi durdurdum. Ellerini yüzüne sürdü. Boynunu eğerek öylece secdeye baktı. Yanakları akıttığı gözyaşlarından dolayı hafif ıslaktı. Sürekli tekrar eden Arapça sözcüklere kulak kesildim. يَا مُقَلِّبَ القُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلٰى دِينِكَ " Ya mukallibel kulûb! Sebbit kalbî 'alâ dînike. " Birkaç kez aynı şeyi hiç durmadan sessizce söylerken ben anlamını bilmediğim şeyi dinliyordum. Seccadeden kalkarken bu sefer benim anlayacağım şekilde kendine de hatırlatır gibi konuştu. "Ey kalpleri evirip çeviren Allâh'ım! Benim kalbimi Sen'in dînin üzere sâbit kıl!" [Tirmizî, Kader, 7]) Ne güzel bir duaydı böyle. Neden bilmiyorum, beni düşündürmüştü. Senin dinin üzerine sabit kıl derken, kayıp gidişlerim düştü önüme. Acımla yüzleşirken kabul etmeyip terk edişlerim. Bazı anlar başımı örttüğüm halde neden o samimiyeti yakalayamadığım aklıma geliyordu. Mesela Hümeyra, bu kadar acı çekmesine rağmen bir kere bile neden niçin demiyordu? Bu kadar halsiz olmasına rağmen o sıcacık yatağını nasıl terk ediyordu. Evet ben de namaz kılıyordum lakin çoğu zaman kendi irademle değil, ninemin ikazlarıyla. Ninemi çok sevdiğimden kırmamak için mi bunları yapıyordum bilmiyorum. Bilmiyorum... Duanın ona mı ait diye düşünürken Hümeyra iç sesi bana fısıldadı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in, dedi. Sonra arkasından nereden duyduğumu hatırlamadığım bir ayet belirdi kulaklarımda: "De ki: Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin!" (Furkan Suresi 77.ayet) Kulluk emirler, niyaz istek yani duaydı. Hem nasıl kul olacağımızı anlatırken, nasıl dua edeceğimizi Resulü aracılığıyla bize aktarmıştı. Muazzam bir şey yakalamış gibi içime bir hareketlilik geldi. Belki bunu Hümeyra duysa halime şaşırırdı. Ama benim için bu çok güzel bir şeydi. Çünkü ben onun kadar bilgili değildim. Küçük öksürüklerin ardından Hümeyra'nın kıyafetlerini giyindiğini gördüm. Koyu mavi lakin siyaha bir o kadar yakın tonlarda bir deri kıyafet giymişti. Nakışları otağın içinde giydiklerine göre oldukça sadeydi. Beline taktığı kemere kılıcını kuşanıp üzerine aynı tonlarda uzun ceket giymişti. Başörtüsü her zaman ki gibi omuzlarından aşağıya bırakmıştı. Otağını düzenledikten sonra dışarıya çıktı. Güneş doğmuş etraf hayli aydınlanmıştı. Etrafta çocuklar koştururken Aybike'ye seslendi. "Aybike, otağımı düzenleyesin." Aybike, iki elini göbeğinin önünde bağlayıp hemencecik sesin sahibe dönere: "Peki Hanımım!" Yine o Hanım kelimesi. Gerçekten Hümeyra bu kelimeyi seviyor muydu? Kazanlardan gelen kokuyu es geçerek şifa çadırına girip muayenesini oldu. Dün yağmurda kaldığı için fena üşüttüğünden şifacı ona gerekli ilaçları verip dinlenmesini söyledi. Elindeki küçük şişeyi beline yerleştirerek şifa çadırından çıkıp sabah yemeğini yemek için amcasının otağına gitti. Lakin otağın orada bir hareketlilik vardı. Alpler toplanmış harıl harıl bir şeyler konuşuyordu. Hümeyra onların içinde Aybars'ı görse de hemen otağa vardı ve içeriye girdi. Amcası namaz takkesini bile daha çıkarmamıştı. Baş köşeye oturmuş amcasına: "Neler olur?" diye sordu. Yengesi de üzgünken amcası sinirliydi. "Keçikören Obası'na baskın yapmış?" Hümeyra, amcasının dedikleri ile gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. "Bu ne demek olur? Belli midir kimlerin yaptığı?" Amcasının eli başındaki takkeye gitti ve sinirle aldı. Elinde sıkarak, "Kafir dadanmış diye yazar." deyince Hümeyra'nın kaşları çatılmıştı. İçinden kendi kendine alıp veriyordu. Keçikören Oba'sı, Sazlık ve Okçular Oba'sının arasında bir köprü gibiydi. Bizans topraklarına komşu olan bu üç obanın birisine saldıran sadece kafir miydi yoksa Bizans'ın adamları mıydı? "Sadece kafir midir? Yoksa kafir olan Bizans mıdır?" Amcasına yönelttiği soru karşısında ona baktı. Amcasının gözlerinden her şey anlaşıyordu. Bunu yapan sadece kafir olamazdı. Lakin, Bizans yapsa dahi bunu kabul etmezdi. Antlaşmalar vardı. Fes ederse cezasını öderdi. Ama antlaşmayı fes edecek bir kanıt bulunması lazımdı. "Oraya gideceğim." Hümeyra'nın ciddi haline karşı amcası, "Bu bitik (mektup) Okçular Oba'sından geldi. Gerekli ne varsa yapılmıştır." deyince öfkesini amcasından çıkarmamak sakin olmaya çalışarak ses tonuna dikkat etti. "İzin veresin. Belki yardıma ihtiyaç vardır." Abdül Bey, başını olur şeklinde sallarken yine de ona, "Tamam, biraz bekleyesin." deyince kendini zapt edemese de sabretmek zorundaydı. Otağda kalmak onu boğduğunu hissettiği için izin isteyip dışarı çıktı. Kimseyi görmek kimseyle görüşmek istemiyordu. Hem olanlara öfkeliydi hem de amcasının bu olaylar karşısında her seferinde kendisini bekletmesinden. Can yanarken nasıl olur da sadece dertli dertli yakınırdı insan? Nasıl olurdu da sadece gözyaşı akıtıp harekete geçmezdi? İçi içini yiyiyordu. Sabahın ilk saatleri etraf çok kalabalık olduğundan insanların onu göremeyeceği; çitin öteki tarafına doğru hızlı adımlarla yol aldı. Çit amcasının otağına biraz uzak olmasına rağmen diğer otağlarda da arasında mesafe vardı. Buraya neden böyle bir çit ördüklerinin nedenini gördükten sonra anladım. Çitin öteki tarafında çakılmış odunların üzerinde oturan kartalları görmemle gözlerim irice açılmıştı. Kartalların bazısı kafeste iken bazıları özgür bir şekilde, çakılmış odunların üzerinde ayakta duruyordu. Hümeyra orada bulunan küçük sedire oturup başını iki elinin arasına aldı. Kendini yatıştırmaya çalışıyordu lakin zamanın işlemesi ona daha çok işkence ediyordu. Oraya gitse belki intikam alamayacaktı lakin bir yardım belki dayanacak bir omuz olabilirdi. Buna zaten yakınıyordu. Başını ellerinin arasından ayırıp öten kartala baktı. Süzülerek bu tarafa doğru geliyordu. Hümeyra yerinden kalkıp uzaklaşırken kartal pençelerini açıp aşağı doğru inmeye başladı. O inerken, Hümeyra başını çitten çıkartarak gelip gidene baktı. Herkes kendi işindeydi. Tahta kartalın sert inişiyle sallanırken diğer kartallar rahatsız olmuş bir şekilde kanatlarını açıp ses çıkardılar. Hümeyra ise hızlıca davranıp kartalın ayağına sarılı olan bitiğe uzandı. İpini hızlıca açıp kağıdı araladı. "Keçikören'de ki ateş oku sarsın." Hümeyra okuduğunu anlamaz bir şekilde tekrar tekrar okudu. Sonra halsiz yüzüne beyazlık indi elleri titrerken kağıdı tekrardan sarıp kartalın ayağına bağladı. Kartal yemeğini yerken o işini bitirmiş sakin bir şekilde çitin arkasından çıktı. Atının oraya gidip üzerine binmesi için eyerini koyup ipini başından geçirdi. Köşede bekleyen alpe, "Tez, oklarımı ve yayımı getiresin." deyince o da hemen koşarak yol aldı. Atını samanlıklardan çıkarıp üzerine bindi. Alpin koşarak getirdiği malzemeleri alıp, "Amcama Keçikören'e gittiğimi dersin." alp başını sallayınca atını ipinden tutup üzengide olan ayaklarını karnına değdirdi. Hümeyra'nın komutu ile birlikte at hareketlendi. Obanın içinde yavaş ilerlerken çıkışa doğru son hız koşmaya başladı. Hümeyra öyle hızlı sürüyordu ki ben nefesimi tutunmuş gibiydim. Mirza'nın atını hızlandırması ile korkan benle bu kız aynı değildi, kesinlikle! Rüzgar yüzüne sertçe vururken o atı daha da hızlandırıyordu. "Yeh!" diye bağırarak tekrardan asıldı iplere örtüsü arkaya doğru süzülürken o, gözlerini kısıp yoluna odaklanmıştı. "Keçikören'de ki ateş oku sarsın." Ne olduysa bu yazıdan sonra olmuştu. Ve ben olayı şimdi anlarken Hümeyra'nın endişesi beni de sarmış adeta sarmaşıkları kalbimi sıkmaya başlamıştı. Bu bir anıydı neticesi belliydi. Onun bu duyguları hissetmesi normaldi ama benim değil. Ne de olsa sonuç ortadaydı. Nal sesleri topraktan eksilmezken vakit ne kadar geçmişti bilmiyorum. Ama Hümeyra'nın yüz ifadesi ileride tüten siyah dumanlardan dolayı değişmişti. "Az kaldı oğlum, dayan biraz daha." Atının boynunu okşayarak onun yorulduğunu bildiği halde durmasını istemedi. Keza atı Hümeyra'nın bu merhameti karşısında daha da hızlandı. Obanın içinde gördüğü hareketlilik ile atını yavaşlattı. Gözlerini daha da kısıp obadakilerin kim olduğunu anlamaya çalıştı. Kimisi halen daha yanmaya devam eden yangını söndürürken kimisi atlı arabalara yükledikleri insanları obanın dışarısına çıkıyordu. Kimisi de kendisine yakın düşen yerdeki toprağı eşiyorlardı. Yabancı olmadıklarını anlayıp atını daha da hızlandırdı. Uzakta gördüğü yıkımı yakından görünce Hümeyra şaşkınlığa uğradı. Taş üzerinde taş bırakmamışlardı. Kimi otağ yangından kül olmuşken, kimi otağın tepesi yoktu, kimisinin ise yarısı...Atın ipini öfkeden dolayı daha sıkı tuttu. Meydana doğru atını sürerken atlı arabaların önünü kesti. Alp, Hümeyra'nın tepkisiyle dururken bu durum diğerlerinin de dikkatini çekmişti. Hümeyra atından inerken, "Ne yaparsınız Hümeyra Hatun?" diye sordu alp. O ise atlı arabanın arkasındaki insanların yanına gitti. Kimisi ağlarken, kimisi ağlamaktan heba olmuş kimisi de öylece etrafa bakıyordu. Tek bir hareketle arabaya binip yaşlı olan bir teyzenin önünde dizlerini kırıp oturdu. Yaşlı kadının hüznü yüreğine inerken, öfkesi gözlerinde parlıyordu. Hümeyra uzanıp kadının elini tuttu ve alnına koyarak: "Başın sağ olsun." dedi. Kadının gözleri dolarken o: "Bilirim zamanı değildir ama bunu size kim yaptı?" Yaşlı kadını es geçip bu sefer başını arabada bulunan kişilere çevirdi. Teker teker o hüzünlü gözlere baktı. "Bilir misiniz?" "Kim olacak? Kefere domuzları yaptı!" İçlerinden bir erkek çocuğu öfkeyle haykırdı. Hümeyra sesin sahibine döndü. Küçük boyu ile cesaretini öne seren evlada baktı. "Gördün mü?" "Görmedim. Ama bilirim onlar yaptı." Hümeyra'nın istediği bu değildi. Bir kanıt, bulmak istiyordu. Çöktüğü yerden kalktı. "Obanın Bey'i nerdedir?" "Şehit olmuştur." Tanıdık olan ses ile arkasını döndü. Ne zaman gelmişti, bilmiyordu. Ama buradaydı. Atını dört nala sürmesine sebep olan kişiye. Biliyordu o bitikte neden bahsettiğini. Keçikören'deki ateş oku sarsın derken, Okçular Obasından Savcı Bey oğlu Mirza Bey'den bahsediyorlardı. Sürekli işlerine çomak sokan Mirza'dan! Güneşin kavuruculuğu ile bronzlaşan beyaz teninde ter damlaları hakimken. Kartal gözleriyle gördüğü acısı, avını pençelemek isteyen avcıya çevirmişti. Hümeyra atlı arabadan indikten sonra Mirza'nın komutu ile alp atı tekrardan hareketlendirdi. Hümeyra etrafı incelemeye durmuştu. Yerde yatan yüzü kapalı adamlara doğru gitti. Yüzleri gelişi güzel kapatılmışken bazıların ki açıktı. Bunlar gördüğüm peçeli insanlara benzemiyordu. Bir kanıt bulmak için kıyafetlerine doğru ellerini uzatmıştı ki Mirza: "Hiçbir kanıt yoktur." deyince Hümeyra sinirle taşı tekmeledi. "Olmalı!" diyerek sinirle Mirza'ya döndü. Tekrarladı. "Mutlaka olmalı!" Yanık obanın içinde dolaşırken Mirza'da arkasından geliyordu. "Gece saldırı olmuş. Gözcüleri teker teker indirmişler. Sonra ise obayı yağmalamaya başlamışlar. Haberi de o hengâmede kaçan er söyledi. Geldiğimizde zaten her şey bitmişti." Mirza ona durumu anlatırken nedense bu durum hoşuma gitmişti. Ortada bir öfke vardı ama acı oldu mu bu öfkesini dindirip bir olma yolunda gitmesi, gerçekten güzel bir adımdı. Hümeyra ise şu anda kendini değil, onun gibi acıyı sarmanın derdindeydi. "Gözcüleri birden nasıl indirebilirler? Bu mümkün değildir. Hem de düşman sınırında olan bir oba bu kadar dikkatsiz davranamaz." Düşünceli bir şekilde dumana gözlerini dikmişti. Kara duman yavaş yavaş göğe doğru süzülürken gözlerini şaşkınlıkla açıldı. Yapılan kahpelik karşısında içi titredi ve başını Mirza'ya çevirdi. İkisi de birden, "Dışarıdan yapmadılar!" dediler. Mirza başının çevirerek öfkesini kusmak ister gibi sınıra doğru baktı. Hümeyra ise bulmak istediğini bulamamış olduğundan üzgünken daha fazla oyalanmak istemedi. Her ihtimale karşı buradan ayrılmanın tarafındaydı. O ihtimalin ben ne olduğunu tam kestiremesem de o bitikle alakası olduğunu yoruyordum. "Obanın yerlisi ile konuşmak gerek. Burada kanıt yoktur." Hümeyra'nın söylediklerini başıyla onaylayınca beraber atlara doğru yürümeye başladılar. İkisinin aynı adımda adımlarını atışı ve Mirza'nın Hümeyra'ya yandan bakışları yavaş bir kare gibi önümde belirdi. Keza bu bakışı fark eden sadece ben değildim. Hümeyra'nın içten içe tomurcukları açarken, buradan hızlı bir şekilde ayrılma planını unutmuştu. Neden ona yandan birkaç kez bakışı atmıştı ki? "Bir şey demek istersin?" Omuzun üzerinden Mirza ile konuştu. O ise elinde tuttuğu şapkasını başına geçirerek dudağını büktü ve başını sağa sola salladı. Resmen Hümeyra'ya ilk defa benden dilinde, neden bahsettiğini anlamadım demişti. Hümeyra bu durum karşısında konuşmak için ağzını açarken o adımlarını hızlandırıp yanından ayrıldı. Hümeyra onun arkasından tebessümle bakarken o çoktan atına binmiş alplerine ayrılmak için komut vermişti. Eli ne ara başörtüsünün ucuna gitmişti, haberi dahi yoktu. "Bir bakışın bile ben de bir güvercin yuvası..."
Tekrardan içi titredi. Atların nal seslerini duyması ile kendini toparladı. Normal de Hümeyra'nın bu tavrına söz ederken, şimdi ben bile bir şey diyemedim. Çünkü bu sefer gerçekten Mirza başka bakmıştı. Hümeyra'nın hissettiği duygular gibi değildi. Ama başkaydı. Bu bakışı daha önce ben de görmüştüm. Ne zamandı? Okla vurulduğumda mı? Yoksa atla giderken göğsüne yaslandığım zaman mıydı? Hümeyra'nın annesini ve babasını hatırladığı zaman mıydı? Hatırlayamıyorum ama bu bakışı ben de görmüştüm. Atını bağladığı yerden çözerken yanına doğru gelen atın sahibine baktı. Siyah ona ne güzel yakışmış diye düşündü. Bir bakışta her şeyi yere sermişti. Aslıhan'ın olayını ne çabuk unutmuştu. Yoksa ben mi çok kinciydim? "Keçikören obasından geriye kalanları Sultan'ın emri ile obamızda biz ağırlayacağız. Eğer bir şey bulursam size haber ederim." Mirza tane tane Hümeyra'ya açıklama yaparken ufuklara gözlerini dikmişti. Son kez yüzüne bakıp, "Selâmetle." dediği anda. Hümeyra'da ona, "Selâmetle." dedi. Mirza'nın atı ileride bekleyen alplerin olduğu tarafa giderken Hümeyra atını sevmeye başladı. Gözleri ışıl ışıldı. "İlk defa. Beni gördü oğlum. İlk defa!" Kafasını atının başına yaslarken onun ne kadar soğuk olduğunu fark etti. Bu soğukluk başını rahatlatmıştı. Başını ondan çekip atının saçlarını geriye doğru ittirdi. Elini kendi alnına götürdü. Atı soğuk değildi, kendi ateşi çıkmıştı. O halsiz haliyle bir bitik için hızlıca gelmişti. Sabah yemeğini yemediği için ilacını da içememişti. Üzengiye sol ayağını koyup atının eyerinden tutup atın üzerine oturdu. Yularından tuttuğu atıyla dört bir tarafını dönerek ufuklara baktı. Bir şeye bakıyordu. Daha doğrusu bir şeyi görmeyi bekliyordu. Ama göremedi. Kendi kendine mırıldandı. "Haber uçmuş demek ki." Ne haberiydi diye düşünmeden cevaplar önüme dizildi. Buraya gelmeden önce ata binerken alpe amcama Keçikören'e gideceğimi haber edesiniz, demişti. Bitikte amcasına geldiğine göre ve amcası da Hümeyra'yı tehlikeye atmayacağından Mirza zarar görmeyecekti. Amcası, Hümeyra'nın Keçikören'e izni olmadan gitmesine kızsa da bunu çok fazla uzatamazdı çünkü o bitiği okuduğundan haberi yoktu. Aklında güzel planlar kurarken Mirza'nın yılan demesine alınıyordu. Bu kız gerçekten adım atmadan nereye ayağını koymam gereken cinstendi. Obası Güney tarafında kaldığı için atını o tarafa sürmesi gerekti. Lakin son kez Okçular Obası'na giden yola; Kuzey tarafına baktı. Atlar gözden yavaş yavaş kayboluyordu. Başını çevirerek, atını hareketlendirdi. Atını yavaş adımlarla sürerken düşman sınırına baktı. Sonra ise etraftaki yığılmaya, halen daha yerlerde kan izleri vardı. Kendi kendine şu sözleri tekrar etti. "Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslümanın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar." (Buhârî, Merdâ1, 3; Müslim, Birr 49) Birkaç kez tekrar ettikten sonra kendine, "Sus nefsim!" elindeki yuları daha sert sıktı. Nefsi ile mi konuşuyordu? Olabilir miydi böyle bir şey? Böyle yapınca ben de onu dinledim. İçiyle olan konuşmalarını bu sefer bana açmıştı. Bir tarafı, bu kadar acı nedendir? Müslüman bu kadar acıya katlanmak zorundaysa bu işkenceden başka nedirdir? Derken diğer tarafı sürekli bu Hadis-i Şerif-i söylüyordu. Nefsi onu isyana çekmeye çalışırken o sesli bir şekilde kendi kendine tekrar ediyordu. Ve yavaş yavaş nefsi susarken o susmuyordu. "Asıl kaybeden imtihan karşısında sabrını yitirendir." "Her sıkıntı bir günaha kefarettir!" Etrafında kimse yoktu. Bunları kendine hatırlatıyordu. Kendi içiyle bir münazaradaydı. O böyle davranırken ben ona, sen sadece çemberin dışındaydın dedim ne kadar zorlanabilirsin derken nefsinin dedikleri kulağıma çalındı. Ben onunla aynı şeyler mi söylemiştim? At kişneme sesleri ile birlikte bağırışlar duyuldu, Kuzey tarafından. Hümeyra hemen atını hızlıca çevirip hiç düşünmeden o tarafa doğru sürdü. Hızlı bir şekilde arayı kapatırken ileride bir hengame olduğunu ve o hengamede çarpışan alpleri gördü. Atını sürmeye devam ederken ben Hümeyra'nın iç sesiyle kalakalmışken o da aynı şekilde şaşkınlık içinde kalmıştı. Hatta bir ara attan dengesini kaybedip düşecek gibi oldu. "Ne olur? Nasıl olur?" Selamünaleyküm obanın kıyısında açan güller 🌹 ⚠️ 1 hafta geçmesine rağmen gelmeyen oylar 2 günde tamam olması elimi ayağımı birbirine dolaştırdı. (Akşam yazmaya ve düzenlemeye vakit bulduğum için) Bu bölüme sınır koymuyorum. Aynı azmi bu bölümde için de rica ediyorum. Umarım beğenir ve yıldıza basarsınız ✨ 💐2 bölümdür anıya yer verdiğimden dolayı sıkmış olabilir miyim? Olayı daha iyi anlaşılsın diye kesmek istemedim. Sonra olaylar beynimize akıyor😂 💐Son sahne hakkında yorumlarınızı alayım??? Hümeyra'yı şaşırtan ne ola ki?
Selâmetle kalın sevdiceklerim🌷 *Nisa4/20 **Ebu Davud, "Nikah",28;Tirmizi,"Nikah",22 |
0% |