Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@lilyum_cicegi

Alevlerin içine gömülen ellerimi hızlı bir şekilde çekerek kendimi geri attım. Olayın şaşkınlığı ile öylece kalırken, korkudan ellerime bile bakamıyordum. Hemen dibimde biten Aybike:

"Ben yaptım. Benim yüzümden oldu." deyip ellerini ellerime uzatıyor ama bir türlü dokunduramıyordu.

"Ne oldu Aybike Hatun?"

Çadırın içinden başka bir ses olaya dahil olunca gözlerim o tarafa yöneldi. Kılından çıkardığı kılıcı ile içeri giren nöbetçi askerler olayı anlamak için bir bana bir de Aybike'ye bakıyorlardı. Benim ise sanki hislerim çekilmiş bir şekilde öylece kalakalmıştım. Şaşırılacak o kadar şey vardı ki, tepkilerim resmen hissizleşmişti.

"Tez Akkaş Bey'i çağırasınız." Aybike'nin acı dolu seslenişi ile adamlar sözünü ikiletmeden dışarı çıktılar. Titreyen ellerini bir türlü nereye koyacağını bilemeyen Aybike'nin telaşlı halini izledim. Telaşlı olmam lazımdı ve derin bir acı duymam lazımdı; lakin hiçbirini hissetmiyordum. Sanki az önce vücudu alevlerin içinde kalmasın diye ellerini siper eden ben değil de başkasıydı. Ya da geçirdiğim şoktan dolayı uzuvlarım uyuşmuştu.

"Hanım'ım özür dilerim. Ben..ben.." Kesik kesik cümlelerini tamamlayamıyordu. Göz yaşları yanaklarından akarken, elleriyle bir dizlerini dövüyor sonra oradan ellerini göğsüne sığındırıyordu. Hıçkırığı kulaklarımı tırmalarken ben de artık ellerime bakmam gerektiğini hissettim. Ellerimi yavaşça göz hizama getirince gördüğüm manzara ile yüzümü buruşturdum.

"Ahhh" dedim lakin bunu bir acı duymadan söylemiştim. Sadece bir yara görmek; hele ki bu yara benimse mutlaka tepki verirdim. Normal bir yanık izi değildi. Fırından tepsiyi almak için bile yanan elim acırken bu yarada hiçbir şey hissetmiyorum.

Yanmış olan derim kalkmış geriye yağlar yüzünden parıldayan ve kırmızı rengini veren kanlar vardı. Acaba şoktan dolayı hislerimi kaybetmiş olabilir miydim? Yüksek elektriğe maruz kalan insanın şok cihazını algılamaması gibi bir şey olmuş olabilir miydi?

Ellerimi yüzümün hizasına getirip incelerken kapının gıcırdama sesiyle birlikte açıldığını anladım. Ellerimi yüzümün hizasına getirip incelerken yan taraftan kalın halının altından şifacı adam gözüktü. Ellerimi önümden çekince; şifacı olan adamın arkasından, Mirza Beyciği gördüm. Onun gelmesine ne gerek vardı ki? Yanında rahat bile olamıyordum.

"Ne oldu Hümeyra Hatun?" diye soran yaşlı adama yüzümün buruşukluğunu silemeden:

"Ellerim yandı." dedim ve ellerimi ona uzattım. Adam ellerime bakarken, kaşları çatıldı ve o da:

"Hay Allah!" Telaşla hemen elleri çantasına uzandı. Obanın Bey'i çaprazımda yerini alıp, göz ucuyla elime baktığını gördüm. Gözlerimi ondan çekip, yüzümü Aybike'ye çevirdim. Ama gördüğüm manzara daha çok gerilmemi tetikledi. Bu kızın gözlerine baraj suyu mu bağlamışlardı? Mübarek bir ağladı mı yanaklarından akan yaşlarının ardı arkası kesilmiyordu.

"Aybike yeter." dedim usanarak.

"Bak canım acımıyor." diyerek ellerimi oynatınca, şaşırarak elini ağzına götürdüğünü görünce gözlerimi ondan tarafa çekip şifacıya çevirdim. O da bana aynı şekilde bakıyordu. Bir şey hissetmeyince verdiğim tepkiler onlara anormal gelmiş veya bir sıkıntım olduğunu düşündürmüştü. Ki haksızda sayılmazlardı. Elim ufak olsa dahi yansa evde buz ile gezen bir kızın şu anda böyle tuhaf hareketler sergilemesi, şok olunacak cinstendi. Ama ben şaşırmayı ve şok olmayı bir kaç saat önce atlatmıştım. Bundan sonra yaşadığım veya gördüğüm şeylerin beni etkileyeceğini pek sanmıyorum.

"Ayaklarınızdan da kan akmış." diye bana soru yönelten şifacıya baktım. Yan oturduğum için sağ tarafa döndüğümde onunla karşılaştım. Ama benden önce davranmış gözlerini hemen ayaklarımdan çekmişti. Akkaş Bey'e ciddi yüz ifadesiyle bakan adamı es geçip ayaklarıma baktım. Şifacı adamın doğru söylediğini gördüm. Acaba acıdan dolayı uyuşmuşlar mıydı da ben acıyı hissetmiyordum.

"Hümeyra Hatun, ellerinizi uzatın ilk bir temizleyeyim." diyen adama rahat bir şekilde hemen ellerimi uzattım. Adam şişenin içinden bezine bir şey damlatıp bana doğru uzandı. Bez, elimde deri olmadığı için direk iç tabakaya temas edince, acım uyanmış ben de hazırlıksız yakalandığım için yerimden sıçrayıp geriye kaçtım.

"Ahh." diye elimi tutmak istesem de diğer elimin haline acıyıp tutamamıştım. Az önce acı hissetmeyen elim, bir sarmaşık gibi elimi sarmış zonklatmıştı.

"Yarayı tedavi etmem lazım."

Adamın söyledikleriyle beraber acıdan dolayı tuttuğum nefesimi azıcık bırakarak:

"Ama çok acıdı. Başka acımayan bir yöntem yok mu?" diye inledim. Ellimdeki küçük bir noktanın acısı beni iki büklüm etmişti.

"Yoktur, ondan dayanmanız lazım."

"Hayır istemiyorum. Az önce acımıyordu. Öyle kendi kendine iyileşir."

Resmen acıdan dolayı kendimi sıkmaktan mideme sancılar girmişti. Elimdeki yaraya odaklanmış biraz olsun acısı dinsin diye üzerlerine üflerken sırtımda anlamlandıramadığım bir temas hissedince, odak noktam değişmişti. Omuzlarımdan tutularak zorla geriye doğru yatış pozisyonuna geçiren adama:

"Bırak! Ne yaptığını sanıyorsun?" Sesim odayı inletirken sinirlerim tepeme atmıştı. Tavırları neyse de bu laubali teması kaldıramazdım.

"Aybike Hatun bacaklarına oturasın." dediğini duyduğumda başımı hafif kaldırıp Aybike'ye kaşlarımı çatarak baktım. O ise kararsız kalmış bir şekilde yerinde dikilmişti.

"Yaranın tedavi edilmesi lazım Aybike Hatun."

Ben bir yandan elinden kurtulmak için çırpınırken bir yandan bırakması için kelimeler sarf etsem de olmuyordu. Bacaklarımda hissettiğim ağırlık ile hayal kırıklığımı yüzüme vurarak Aybike'ye baktım. Ama o da başını eğmiş bir şey demiyordu. Sırtım zorla yere temas ettirilirken kalkmayayım diye bir eliyle boynumun alt kısmına baskı uygularken, diğer eliyle sağ bileğimi kavramıştı. Sol kolumda da baskı hissedince başımı çevirdim; diziyle koluma baskı uyguluyordu. Kısacası hareket etmeyeyim diye bütün çıkış noktalarımı kapatmıştı. Direk karşımda duran adam benimle hiçbir göz teması kurmayarak:

"Başlayasın Akkaş Bey." diye emir verdi. Ben de korkuyla başımı şifacıya çevirdim. Elindeki bezle, ceberutun tuttuğu sağ koluma doğru uzanıyordu. O yaklaştıkça boncuk boncuk olan terlerim teker teker süzülmeye başlamıştı.

"Bu kadar kötü olmak zorunda mısınız?"

Endişeli sesim titrek bir hal almış. Aheste aheste kubbeli çadırda süzülmüştü. Gözlerim ağlamaklı hâl alırken bana bakmayan adamla göz göze geldik. Hırsla gözlerimi ondan kaçırdığımda gözyaşlarım yanaklarımdan adım adım süzülmüştü.

Önceden acı hissetmediğim elimi adamdan çekmeye çalışırken hızla gelen bezin acısıyla inledim. Çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Şifacı durmuyor her noktaya acı senfonisi oluşturuyordu. Her inlemelerimden sonra kasılmam üst boyuta çıkmıştı öyle ki nefes almakta bile zorluk çekiyordum.

"Lütfen, lütfen durun artık. Nefes alayım." diye ümitle şifacı adama baktım. O bana değil, üzerime doğru eğilmiş adama bakıyordu. Ve sonra başını sallayarak elindeki kızıla boyanmış bezi benden uzaklaştırınca derin bir nefes verdim.

"Lütfen bırak." dedim ona bakmayarak. Onun bu gözlerindeki nefrete karşı, lütfen kelimesini bile kullanmak istemesem de, yapmak zorundaydım. Onda hiçbir çekilme ibaresi görmeyince ona baktım. Ama o bana değil, başka tarafa bakıp:

"Devam edesin." deyince bu sefer benim gözlerimde öfke tohumları ekildi. Kaşlarımı çatarak ona savaş açsam da o hiç oralı olmadı. Gözlerimi ondan çekmeyip inatla bakarken o hiçbir şekilde benimle göz teması kurmuyordu. Burnumdan aldığım nefesleri, bir ok misali ona fırlatmak istiyordum. Evet ben öfkelendiğim bir insana bile bu kadar zarar verebilirdim. Bir nefes kadar...

"Ahhh."

Hazırlıksız hissettiğim acıdan dolayı göğsüm yukarı doğru kalksa da, malum kişi tarafından isyanı bastırılmıştı.

"Az kaldı, Hümeyra Hatun." Şifacının dediği şeyle umutlu olsam da daha sol elim duruyordu. Duran gözyaşlarımın yerini başkaları almışken, şifacıya baktım. Elimi sarmaya başladığını görünce kısık kısık aldığım nefeslerin yerini derin nefes almıştı.

"Öbür ele geçelim, Bey'im." deyince ben de ondan kurtulurum ümidiyle üzerimden çekilmesini bekledim. Temasını hızlı bir şekilde üzerimden çekince ben de hızlı bir şekilde kalkmaya çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü vücudum 90 derece olmadan geriye yatırılmıştı. Yerimde rahatsızlığımı belli etsem de adam hiç oralı olmuyordu.

Başını bana çevirdiğini görsem de ona bakmadım. Hıçkırıklarım inlemelere dönmüştü. Akkaş Bey, elimle ilgilenirken Aybike bacaklarıma oturmuştu. Peki bana doğru yaklaşan elin sahibi kimdi?

Gözlerimi hemen çevirdiğimde tahmin ettiğim kişinin eliydi. El yüzüme doğru yaklaşırken ben ne yaptığını anlayıp başımı geriye doğru çekmiştim.

Gözleriyle temasa geçtiğim an kaşlarımı çattım. O ise başımın üzerinde var olması gereken örtüyü ile saçlarımı örterek boynumda sıkılaştırınca, kendimi toparlayıp:

"Çek elini!" dedim bitkin ama bir o kadar sinirli bir halde.

Akkaş adlı şifacı, elimi sarmayı bitirdikten sonra tekrardan hızlıca ellerini üzerimden çekmişti. Sonra ise Aybike kurulduğu yerden kalktı ve oturur pozisyondan olmamı sağladı. Tüm günün yorgunluğu üzerime çökmüş bir şekilde öylece beklerken:

"Ayaklarını tedavi etmediniz mi?"

"Ettim Bey'im." dedi başka bir ses.

"Durdurmaya çalıştım ama yürüyünce bu halde oldu, Bey'im."

Aybike'nin son açıklamasından sonra tekrardan onun sesini işittim.

"Yaraları tekrardan sarasın." dedi ve varlığının yerinden kalktığını hissetsem de hiçbir ses etmedim. Elimden geldiğince bu adamdan uzak durmalıydım. Zararlı insanlar, hep bela getirirdi. Bu da normal giden hayatımın altüst olması anlamına gelirdi. Ve ben bu durumdan nefret ederdim. Şu anda hissettiğim bir bilinmezliğin içinde bulunduğum, nefret gibi...

"Hanım'ım." diye Aybike'nin sesini duyunca ona:

"Su verir misin?" dediğim de o da hemen yerinden toparlanıp su doldurduğu tahta bardağı önüme uzattı. Ben sargılı ellerimle uzanınca o kendisi içirmek için tahta bardağı dudaklarıma yaklaştırdı. Gücüm kalmadığı için ben de itiraz etmeyip, o kutsal suyu kurumuş dudaklarıma değdirdim.

"Çok terledim."

"Şimdi yaralarınız olduğu için yıkanamazsınız ama ben sizi silerim. Üstünüzü de değiştiririz." dediğinde kaşlarımı çatarak dediklerini anlamlandırmaya çalıştım. Ben ninemi bile banyoya almazken bu kadın beni silmekten mi bahsediyordu?

"Ben hallederim." diye söylenmeye ve itiraz etmek için tüm çabamı sarf ettim. Ama bu pek işe yaramadı.

"Utanmayın. Ben hep size böyle yardım ederdim." dese de elimde değildi. Gözlerinin içine bile bakamaz duruma gelmiştim. Üzerime geçirdiği beyaz elbiseyle önümü bağladı. Sonra yumuşak yatağa oturduktan sonra ayaklarıma merhem sürüp sarmak için hazırlık yaparken ben de tekrardan başıma gelen olayların mantığını çözmeye çalışıyordum.

Aybike önümde dizlerinin üzerine oturdu ve şifacının verdiği ilacın tıpasını çıkararak, elindeki kumaşa döktü. O ayağıma uzanmadan ben uzatınca o da hemen tedavisini yapmaya başladı. Ellerim de hissettiğim acının yanında bir hiç olan acıya bu sefer daha kolay dayandım. Ayaklarımı sardıktan sonra yorgun düşen bedenimin daha dinç olması için başımı yastıkla buluşturdum. Üzerime örtülen yorganla birlikte kapanan gözlerim çoktan kendini zamanın akışına bırakmıştı...

...

"Hümeyra Hatun!"

Telaşlı bir şekilde vücudumun sarsılması ve ismimi duymamla yerimden sıçrayarak doğruldum.

"Ne oldu?" diye şaşkın ve uykulu halimle karşımda ki elini göğsüne koymuş, "Çok şükür Rabbim!" diye dua eden Aybike'ye sordum.

"Siz uyanmayınca bir şey oldu sandım. Şükür Rabbim." dedi elini tekrar göğsüne bastırarak. Yorgunluktan geri kapanmaya hazır gözlerimi açık tutmaya çalışırken bir yandan da ona açıklama yaptım.

"Ben bomba patlasa uyanmayan insanlar topluluğundanım." diyerek geri yattım.

"Bombamı? Ne bombası? İnsanlar bomba...." Telaşlı sesin tonunu beğenmediğim için daha anlaşılır bir şekilde:

"Derin bir uykum var." diye yanıtladım ve gerisin geri yattım.

"Ama siz hiç derin uykuda olmazdınız. Öyle ki ben sizi değil, siz beni uyandırırdınız."

Aybike'nin söyledikleri ile kapanan gözlerim yavaşça açıldı. Acaba ben başka birisinin bedenine mi girmiştim? Ya da gerçek Hümeyra bendim ama gelecekti Hümeyra yoktu.

"Allah'ım!" diyerek içten bir sabır çektim. Bir an önce bulunduğum belirsizliği çözmez isem ellerimdeki yaralardan daha derin ve acı yaralar içimde oluşacaktı.

"Hümeyra Han.. Hatun! Güneş'in doğmasına az bir vakit kaldı."

Söylediği sözler ellerime dikkat ederek kalmaya çalışınca Aybike uzanıp sağ kolumdan tutmuş, kalmama yardım etmişti.

"Siz burada durun, ben hemen ibrik ve demir leğeni getireyim." dedikten sonra odanın bir köşesine gidip hazır olan eşyaları eline alıp bana doğru geldi. Adımları ayak ucumda bittikten sonra o demir leğeni yere koydu.

"Yaraların üzerine su değdiremeyiz, ondan mes edelim."

O ne derse başımı sallayıp onaylıyordum. Dediklerine itiraz etmeden uyduktan sonra başıma keten kumaşa benzer beyaz tonlarında başörtü ile örttü.

"Ayaklarınız şimdi kanar. Siz en iyisi oturduğunuz yerde kılın." dediğinde ona hak verip, dediğine uydum. Ne de olsa İslam dini zorba bir din değildi ve fıkhi konularda bu gibi zor durumlarda kalınca izin veriliyordu.

Namazımı kıldıktan sonra içimi, bulunduğum durumu anlamak için Rabbim'e dua ettim. Beni bu durumdan kurtaracak ve aydınlığa kavuşturacak tek kişi oydu. İyilikte ondandı, kötülükte. İyilik karşında şükür etmemizi, kötülük anında sabretmemizi isteyen O'ydu. Bizi bu Dünya'ya getirme amaçlarının en mühimiydi, her şey karşısında ona sığınmak gerektiğini söylerlerdi. Ne kadar uygulayabiliyordum orası muammaydı ama yine de bunları kendime hatırlatmak istedim.

Kulaklarıma değen insan sesleri ile gözlerimi yavaştan açtım. Direk halı ile temas eden gözlerim her zamanki gibi orada takılı kalırken, kulaklarıma başka sesler ilişmeye başladı. Küt sesleri, at kişnemesi ve insan sesleri...

Gözlerim halı ile temasını kestikten sonra odanın içinde dolanmaya başladı. Masanın üzerinde duran hafif bir şekilde yanan kandillere gözüm çarptı. Sonra ise ortada sönmüş ama ısısını kesmemiş ateşi gördüm. Yattığım yerden kalktıktan sonra ellerimi önüme getirdim. Başımı onlara indirince saç tutamlarım da önüme doğru dökülmüştü. Normal bir insan yatışım olmadığı için baş örtüm saçlarımı tutmayı başaramamıştı. Başımla saç tutamları geri ittikten sonra tekrardan odayı keşfe çıktım. Tahtadan yapılma el işlemeli ve hayran bırakacak sandıklar gözlerime çarptı. Sonra ise köşede duran küçük sini ve üzerinde büyük ihtimal topraktan yapılma güveçler vardı. Diğer bir köşede ise sandığın üzerine dizilmiş kalın yorganlar veya battaniyeler gördüm. Daha doğrusu onların ne amaçla kullanıldığını anlayamadım. Ortada ateş yanan ateşin kenarları taşlarla örülüyken onun dışında kalan her yer kalın halılar ile döşenmişti.

"Sabah yemeğini getirdim."

Etrafı incelemeye dalarken içeri ne zaman girdiğinden haberim olmadığı Aybike'ye irkilerek baktım. O ise hemen yanıma gelip yere oturdu ve tepsiyi önüne koydu. Tandır ekmeğini eli ile küçük parçaya ayırdıktan sonra tabağın içindeki tereyağını kaşık yardımı ile sürdü. Sonra ise diğer tastaki bala uzanıp sürdü ve bana uzatınca, tuhaf gözlerle ona baktım.

"Elleriniz yaralı diye." dedi bana tebessüm ederken. Derin bir nefes verdikten sonra, bana uzattığı lokmayı uzanıp aldım. Böyle bir durumda kalmaktan nefret ederdim. Hasta olsam bile neneme hissettirmeyen ben şimdi ne hale düşmüştüm.

"Aybike sana soru sorabilir miyim?"

Ağzımdaki lokma bitmediği için elimi ağzıma siper ederek ona soru sordum. O ise hazırladığı lokmayı elinde tutarak, başını olumlu bir şekilde salladı.

"Tabi Hanım'ım..yani şey.."

"Bana neden Hanım'ım diyorsun?" diye sordum. Az çok bir şeyleri idrak edebiliyordum da, bu kızın bana diğerleri gibi Hatun, demek yerine Hanım dediğine anlam veremiyordum.

"Ben hep size öyle seslenirdim."

"Ne zamandan beri?" Bana uzattığı lokmayı ağzıma almadan önce, merak ettiğim ikinci soruyu ona yönelttim.

"Çok uzun zaman önce, siz ta şu boylardayken." dedi ve oturduğu yerden boy oranı gösterdi. Ortalama 11-12 yaşlarımda demek onu tanıyordum. Yani tanıyormuşum.

"Herkes bana Hatun derken sen neden bana Hanım diyorsun?"

"Ben çok uzak diyarlardan geldim. Aslında köleydim...."

Bana açıklama yaparken artık şaşırma duygularımı yüzüme bile dokundurmaya üşendirdiğimden sadece dinledim. Ya ben gerçekten kafayı yemiştim. Ya da yemiştim..

"Sonra da sizin himayeniz altına girince size hep böyle hitap ettim. Siz de ses etmediniz."

"Hımm. Ama sen yine de bana bir daha bana öyle seslenme biraz tuhaf yani.." dedim ve peynirli lokmayı ağzıma aldım. Ağzımda lokmayı yuvarken ikinci bir soru yöneltecektim ki, başımı olumsuz bir şekilde sallayıp geriye doğru yattım. Ve ona sırtımı döndüm.

"Hümeyra Hatun yemek.."

"Yemek istemiyorum." diye keyifsizce söyledim. Mutsuzdum hem de mutsuzluğun dibini yaşıyordum. Neredeyim? Kimdim? Bu insanlar kimdi?

Benden habersiz akan gözyaşımı tenim hissedince, bütün yaşadığım olayların hırsını alır gibi hınçla sağ elimi yanağıma götürüp sildim. Sinirle elimi sıktım.

"Eliniz!" diye birden yanımda haykıran Aybike'nin sesiyle sıçradım. Arkamı ona döndüğüm için vücudumu ona çevirdim.

"Her şey yeterince korkunçken lütfen şu fevri hareketlerinden vazgeç!" dedim sert bir üslupla.

"Affedersiniz ama eliniz." dedi elimi göstererek. Dediği şeyle gözlerim sağ elimi bulmuştu. Sinirden sıktığım elim, kana bulandığını görünce hemen elimi serbest bıraktım. Yüzüm acı çeker gibi bir hal alırken tenim hiçbir acı hissetmiyordu.

"Durun hemen yenileyelim."

Ben elime öylece bakarken Aybike yanıma oturdu ve elime bol bir şekilde sarılı kumaşı yavaş bir şekilde kaldırmaya çalışsa da canım yandığı için elimi geri çektim.

"Dayanmanız lazım. Zaten kumaşı açmamız lazımdı. Bal sürecektim."

"Tamam ben hallederim." dedikten sonra alt dudağımı ağzımın içine alıp dişlerim ile baskı uygularken yüzümü buruşturup, yavaş bir şekilde parmaklarım kumaşa değdi. İki parmak arama sıkıştırdığım kumaşı yavaşça kaldırmaya başladım. Hiçbir acı hissetmeyince yüzüm normal bir hal alırken alt dudağım yerine yerleşmişti. Başkalarını benim yarama dokunurken ben acı hissederken, ben dokununca neden hissetmiyordum? Hislerimi kaybettim desem de parmak arama yerleştirdiğim kumaşı hissediyordum. Kumaştan ayrılan elimi koluma değdirince elimde, kolumda hissetmişti. Ama ortada bir acı yoktu. Aynı şeyi ayaklarıma yapacağım vakit Aybike'nin sesini duydum.

"Tez Akkaş Bey'i çağırın. Çabuk!"

Onun telaşlı ve bana korkulu bakan gözlerine donuk bir şekilde baktıktan sonra işime kaldığım yerden devam ettim.

"Hissetmiyorum. Ama neden?" diye şaşkın ve sorgulu bir şekilde sorarken, Aybike'nin sesini duydum.

"İyi misiniz?"

"Elime dokun." deyip ona uzattım. Ama o olumsuz bir şekilde başını salladıktan sonra, "Dokunmalısın." dedim ama yapmadı ve benden uzaklaştı. Ona ne kadar uzatsam da inatla kabul etmiyordu. Bu sorunu anlamanın tek yolu sinin üzerinde gördüğüm bıçağı almaktı. Korksam da bunu yapmalıydım. Belki bana karşı bir ipucu olabilirdi. Aybike elleri ile yüzünü kapatıp ağlama krizi saçmalığına girdiğini gördüğümde yerimden hızlıca kalkıp adımlarımla siniye ulaştım. Sarılı olmayan elimle bıçağı kavrayıp bileğime getirdim. Bıçağın soğuğunu hisseden tenim olacaklardan korkarken ben vakit kaybetmeden gözlerimi sıkı bir şekilde yumup kestim. Bileğimden akan sıcak kanın varlığını hissetsem de hiçbir acı hissetmiyordum. Başkaları yaralanmama sebep olurken ve yaralarıma dokunurken canım acırken, ben aynılarını yapınca canım acımıyordu.

"Ne yaparsın be kadın!"

Otağı inleten sesin sahibi ile gözlerimi ışık hızıyla açıldı. İki üç adımda yanımda bitip elimde olan bıçağı birden çekip kenara fırlattı. Sonra kestiğim sol bileği parmakları sıkıca kapatırken, gecenin öfkesini saran gözleri ile bana baktı. Tenim teninde kavrulurken, içimde anlamlandıramadığım bir burukluk sancılandı.


Kısa olsa dahi kitap hakkında ki yorumunu belli edersen çok bahtiyar edersiniz Hatunlar 😍🌷

Bölüm hoşunuza gittiyse bir ok misali yıldıza da basmayı unutmayın🤭

Loading...
0%