Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Mağara

@lilyum_cicegi

Rica ediyorum oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

Abdül Bey ile konuşmaları zihnimde dolaşıyordu. Ne yolundan ne planından bahsediyordu. Hangi zamandan bahsediyordu. Sahra Sarayı neresiydi? Kör Sultan'da neyin nesiydi?

Hümeyra seni anlamak için adım atıyorum lakin sanki beni daha çok karmaşanın içine sürüklüyor gibisin.

Zihnim tekrardan yavaş yavaş uyanırken bir yandan da göründüğüm anıları düşünmeden edemiyordum. Sadece tek tahmin edebildiğim şey, Hümeyra'nın basit bir oba kızı olmaması idi.

Gözlerimi zorlukla aralamaya çalışırken üzerimde yorgunluk hakimdi. Sol omzum ağrısını az da olsa hissetsem de baştakiler gibi bir ağrı yoktu. Yoksa kolumu mu kesmişlerdi? Korkuyla gözlerimi açmak için hızlandım. Zorlayarak araladığım gözlerim ile karanlık beni karşılamıştı. Uzakta yandığını belli eden mum ışığının yansımasına bakmak için sağıma döndüğüm vakit Mirza'yı gördüm. Elinde kitap vardı. Bakışlarım yüzünde gezinirken dudaklarının hareket ettiğini gördüm. Kısık bir şekilde ağzından çıkan sese odaklandığımda elindeki kitabın Kuran'ı Kerim olduğunu anladım. Dilimi hareket ettirerek ağımdaki kuruluğu giderdim.

"Öldüm mü?"

Tarazlı sesimle birlikte Mirza hemen gözlerini bana çevirmişti. Elindeki kitabı tek eline alıp tamamen vücudunu bana döndürdü.

"Ölüyordun."

Gözlerim gözlerinden aşağıya indi. Bana gülümsüyordu. Ya da ölecek olmama...Tekrardan bu gülme meselesine değinmek istemedim. Bir de Hümeyra'nın kalp acısını çekemezdim. Kalp atışlarını çekmek daha kolaydı.

"Eyisin."

Üzerinde bir sevinç vardı. Gerçekten yaşadığıma sevinmiş miydi? Tabi ya hatıralarımı kaybetmediği için sevincini paylaşıyordu. Evet, bundan dolayıdır. Başka bir tarafa çekme Hümeyra!

Kafamı sallarken, "Başımda Kuran'ı Kerim okuyacak kadar bana değer verdiğini bilmiyordum."

Yine yapmıştım yapacağımı asıl amacıma ulaşmak için tekrardan önüne yem atmıştım. O ise elindeki Kuran'ı Kerim'e baktı sonra bana dönerek.

"İki gün oldu gözünü açmadın."

Cevap vermemişti. Her zamanki gibi...

Sonra aklıma kolum gelince yüzümü bir korku salmıştı. O da fark etti ki yüzü ciddileşti. Ağzını açmasına müsaade etmeden, "Kolumu kestiniz mi?" dediğim de başını sağa çevirerek güldü. Evet güldü. Zorla kaşınıyordu. Ne böyle güzel gülüp Hümeyra'nın kalp ritmini alt üst ediyordu.

"Gülme!"

Beni alaya almasına alışmıştım. Lakin...gerçekten güzel gülüşü vardı. Hani böyle bazı insanlar olur ya gülüşü ile direk gözlerin hedefi olur, işte öyle idi. Ama ilk defa bir erkekte bunu görmüştüm. Benim aklım da nerdeyse sanki erkeklerle oturup kalkıyordum.

"Bak yine ölürüm. Başımda hüngür hüngür Kuran'ı Kerim okursun."

Kartal gözlerini irileştirerek bana bakıp tekrar güldü. Sonra ise hemen kalkarak, "Tüycü Kadın'ı çağırayım." dedi ve yanımdan ayrıldı.

Kadının ismi de kendi gibi tuhaf olması beni güldürdü. Uyuşuk olan bedenimi hareket ettirmeye başladım. Ayaklarımı karın bölgeme getirip indirdim. Sağ elimi baş tarafıma getirdiğim de beyaz örtünün gelişi güzel örtüldüğünü anlamam geç olmadı. Saçlarımı gösterecek ise örtüyü neden örtmüşler diye kendi kendime konuşurken yataktan kalkmaya çalıştım lakin yapamadım. Gözlerim, turuncu ışığını etrafa yayan muma gitti. Gördüğüm parça parça görüntüler aklımda net bir şey oluşturmamıştı.

Kapının açılma sesi ile düşüncelerimden ayrılıp girişe baktım. Tüylü Kadın, bana doğru gelirken arkasında Mirza'da vardı.

Kadın elini alnıma koyarak ateşimi ölçmeye çalışırken ben ona, "İyileştim mi?" diye sordum. O ise yine bana cevap vermemişti.

Sol tarafıma sardığı örtüyü açmaya başlarken, "Gelesin oğul." diyerek Mirza'yı yanına çağırdı. Uzakta durmayan Mirza hemen gelmişti.

"Sargısını açmak gerek."

Ben kadına bakarken o, Mirza'ya beni kaldırması gerektirdiğini söyleyince ona yardım etmek istedim; lakin yerimden canlanamamıştım.

Elini sırtımın ortasına getirerek yavaşça kaldırırken yüzümün ona yaklaşması ile başımı kadına çevirdim. O da zaten kendini geri çekmişti. Vücudum geriye doğru düşecek iken sağ elimle yatağa tutunurken onu eli tekrardan sırtımı bulmuştu.

"Verdiğim ilaçlar seni halsizleştirdi."

Tüycü Kadın, sorduğun soruya cevap vermezken sormadığım soruya cevap veriyordu. İletişimi bu şekilde mi kuruyordu?

Sol omzum tamamen açıkta bırakacağını anladığım da endişelenerek Mirza'ya döndü bakışlarım. Görmesini istemiyordum. Belki benim haberim olmadan görmüştü ama görmesini istemedim.

O ise hiç bu tarafa bakmıyordu; gözü farklı yerdeydi. Değişik bir adamdı doğrusu. Bunu içten belki milyonca kez söylemişimdir. Ama demekten de sıkılmıyordum.

Tüycü Kadın, omzumdaki sargıyı tamamen açtıktan sonra göğsüme doğru giren okun yarası ile birlikte kolumda çıplak kalmıştı.

"Siyahlıklar azalmış. Ama zehir tam kendini atmamış. Güçlü bir akrep zehri kullanmışlar."

"Ne zaman atacak peki?" dedi Mirza.

"Vallaha oğul. Tedaviyi iki kez uyguladım son bir kez daha uygulayacağım. Lakin gidişat gösterir ki zehrin hepsini atamaz."

Tüycü Kadın'ın dediği ile kolumun kesilmesinden korkup, "Peki kolumu mu keseceksiniz?"

"Zehir kolundan girmiş ama bütün vücuda yayılmış."

"Ne yapmak gerek başka tedavisi yok mudur?"

Mirza hiç bana bakmıyor Tüycü Kadın'la konuşuyordu.

"Vardır elbet." deyince kadın, bir oh çektim.

"Okun ucuna hangi zehir sürülmüş ise o zehirden en az üç gün azar azar içmeli."

"Zehri mi içmeli?"

Mirza, kadının söylediklerine şaşırırken ben şaşırmamıştım. Çünkü haklıydı. Çoğu zaman bağışıklık kazanmak için önceden hastalığın iğnesini vurulurduk ki ağır bir şekilde geçirmeyelim ve direnç kazanalım.

Kadın, Mirza'nın sorusuyla birlikte başını salladı.

"Siz bilmez misiniz hangi zehir?"

Mirza'nın bir çıkış yolu bulmak için gayret etmesi Hümeyra'nın hoşuna gitmişti. Ama ben yine önüne engel koymuştum.

Kadın kafasını olumsuz sallayarak, "Bilinmez oğul." demişti.

Bilenler belliydi. Baştan aşağı siyah giyinen yüzlerini dahi siyah örtü ile kapatan adamlar hangi zehri verdiklerini biliyorlardı. Peki o adamları nereden bulacaktı ki? Ya da bulmak için uğraşır mıydı? Hem yeterince de yük olmuştum. Obasını bırakıp benim yüzümden yollara düşmüştü.

Kadın yaptığı karışımı yarama süzerken sızlanmadan edemedim. Canımı acıtıyordu. Sağ elimle yorganı sımsıkı tutarken acımı bastırmaya çalıştım. Kadın karşımı sürüp temiz kumaşla sarmaya başladı. Dişlerimi sıkıp sabretmeye çalışırken Mirza'nın kaşları çatık bir şekilde yorgana baktığını görünce, yüzüm düşmüştü. Ona yük oluyordum.

"Bir şeyler yedikten sonra bunu içiresin." dedi, Mirza'ya. O ise daldığı yerden başını kaldırıp kadına baktı. Kafasına geçenler ile kulağına değen cümleleri geç yanıtlayarak, başını salladı. Kadın yanımızdan ayrılırken Mirza'da peşine takıldı. Gözlerimi açtığım da eski neşesi kaçmıştı. Bitti diye düşünürken ayağına dolanmam onu sıkmıştı. Onun dalgınlığı üzerime geçmişti. Tüycü Kadın'ın dediğine göre yaptığı tedavi beni bir süre idare edermiş. Ama halsiz olurmuşum. Şu anki halim gibi...

Kapı açıldıktan sonra içeriye Meryem teyze gelmişti. Bana gülümseyerek bakınca ben de onu aynı şekilde karşıladım.

"Eyisin Hatun kızım."

Başımı sallayarak cevap verince ellerimi uzanarak tuttu.

"Daha eyi olacaksın." demişti. Meryem teyze, Hanım Ana'nın yakın dostlarından birisiydi. Acaba o da benim durumu bilerek mi böyle yaklaşırdı yoksa bilmeden mi bu sevgiyi yakınlığı gösterirdi?

Tekrardan kapı açılınca Meryem teyze yerinden kalkıp bana Allahaısmarladık, diyerek yanımdan ayrılmıştı.

Elindeki tepsi ile bana doğru gelen Mirza daha önceki gibi yatağa yarım oturmuş tepsiyi ikimizin ortasına koymuştu.

Yedirmesini istemedim. Meryem teyze geldiğinden beri elimi açıp kapatsam da hissizlik bir türlü gitmiyordu. Ama yine de kaşığı tutabilirdim. Ekmeği çorbanın içine doğramaya başlayınca aklıma hasta olduğumda bana yemek yediren ninem gelince hüzünlendim. Şu hayattaki tek yakın olduğum yegane insandı.

Büyük ekmek parçasını küçük küçük parçalara ayırırken baş parmağına taktığı demir yüzük dikkatimi çekti. Demirden dökme olan yüzüğü üçgen şeklinde geliyordu. Lakin tam bir üçgen değildi. Üzerine kırmızı parlak küçük taşlardan gül çizilmişti. Zarif bir şekilde gülün yaprakları açılmış dururken kıvrımları adeta kendine beni çekiyordu.

Bilindik ağrı kulaklarımdan yukarıda doğru çıkarken nefes almakta zorlanarak gözlerime karanlık inerken onun ismimi seslenişi duydum. En son sağ kolumda bir ten ve başımda bir yastık hissi...

Kalabalık bir yerdeydim. Etrafta fazla insan gürültüsü varken hava da bir o kadar da sıcaktı. Baharat kokulu sokaklar ve demire vurma sesiyle gördüğüm yerin çarşı olduğunu anladım. Görsel gözümde daha da netleşti.

"O yüzük en nadide eserlerimizdendir hanımefendi."

Kalabalık insanların gürültüsünün içinde odağımı, kendine çeken adama çevirdim. Bir tezgah başındaydık. Türlü türlü yüzükler vardı. Kimisi çok zarif bir kadının parmağına yakışır şekilde iken kimisi bir erkeğe yakışacak asalete sahipti. Ama onların içinden birisi dikkatini çekti Hümeyra'nın. Adamın elinde gösterdiği yüzük...

"Ben sadece bakıyordum."

Yüzüne peçe örttüğü için ses tonu farklılaşmıştı. Bu sıcak havada peçe örtmesine ne gerek vardı anlam veremedim. Ne de olsa daha önce bir erkeğe karşı yüzünü kapattığını görmemiştim.

Adam müşterinin dilinden anlayacak birisi olduğundan hemen tatlı dilini balla ıslatarak, "Her insan bakar. Lakin her insan eşyanın sahibini gözleri ile hayal etmez."

Hümeyra adamın küstahça sözlerine sinirlenmişti. Bu ne laubalilik, dedi içinden. O öyle bir kız değildi.

"Edebiyat yaparak insanları kandırmayı geçin! Hakiki ticaret yapın."

Hümeyra'nın sert sözlerine karşı orta yaşlardaki adam tebessüm ederek ona karşılık verdi.

"İnsanların içlerine dokunmak edebiyat ise bu ticaret bana helaldir."

Hümeyra daha fazla orada kalıp adamın söylediği saçma bulduğu cümleleri dinlemek istemedi.

Baharat kokulu yolda ilerlemeye devam ederken başını kaldırdı. Güneş, Sahra Sara'yında batmaktaydı. O sırada üzeri nizamlı olan bir adam çıkageldi.

"Hümeyra Hatun, Veziri Azam sizinle görüşmek ister."

"Emanetleri teslim ettiğimiz halde neyin görüşmesiymiş bu?" diye kendi kendine konuşurken saraya doğru yol almıştı.

Bu anı, Mirza'nın Hümeyra'ya yardım etmesinin devamı olduğunu anladım. Emanetleri Sahra Saray'ına götüreceklerini demişlerdi. (Bu anı, Zehir adlı bölümünde geçmektedir.)

Saray yolunun sonunda devasa kapıdan geçmek için kimlik kontrolünden tutmuşlardı. Tekrardan insan kalabalığının içinden geçerek surlarla çevrili asıl saraya geldiler. Burada tekrardan kimlik kontrolünden geçtikten sonra bir insanın atlamasını geçtim tırmanması bile zor olan büyük duvarların ardından çeşmeler ile süslü burnuna insanın gül kokusu değen avluya geldiler.

Kendilerini karşılayan adam onları çeşit çeşit el işlemeli rengarenk koridorlarının ardına getirdi sonra, "Silahınızı veresiniz Hümeyra Hatun."

Adamın sözlerine sinirlenen Hümeyra, "Bu Saraya hizmet edene güven duyulmaz ise hizmet eden neden bu saraya güvensin?"

Sesi haddinden fazla çıkmıştı. Sanki karşısındaki adamın değil de kapının ardından ki kişinin duymasını istedi.

El işlemesi ile oyulmuş tahta kapının önünde adamın üzerine yürürken kapı açıldı.

"Veziri Azam, huzura bekler."

Arkadan saçları örgülü, iri cüsseli adamın sözleri ile birlikte karşısındaki adama son bir bakış atıp içeriye geçti. Yerde parlayan mermer taşın üzerine serili oba kadınlarının işledikleri el emeği halıların üzerinden geçti ayakları.

Masasında oturup yüzünü kaldırma tenezzülünde bulunmayan adama yine de baş selamı verdi.

"Emanetlerde bir sorun mu çıktı?"

Omuzları dik, beline bağlı kılıcı siyah örtüsünün altında belli olurken önü hafif açıktı. Ki açık olmasa nasıl manevra ile kılıcını, kılından çıkarırdı ki?

"Hayır."

Karşısındaki adamın sakalları hafif ağarmış. Yüzüne yaşlılık çizgileri hafif belirgindi. Başında, orta büyüklükte lakin süslü bir kavuk vardı. Elindeki kalemi kenara bırakırken parmaklarındaki süslü yüzükler vardı. Bir erkek bakımlı olması güzeldi. Ama bu kadar süslü olmasına ne gerek vardı? Mertebesinin yüksek olduğunu bu eşyalar ile mi kanıtlıyordu, ne saçma.

"Seni tanımak istedim."

Hümeyra pür ciddiyetle adamı dinliyordu.

"Ne zamandır Saray için çalışırsın ve hiçbir zaman da başarısız olmadın. Hata yapmadın."

"Estağfirullah efendim. Ben ne yapıyorsam devletim için yapıyorum."

Hümeyra'nın sözleri adamın hoşuna gitmişti.

"Annen ve babanın katillerini ortaya çıkaramayan beceriksiz amcanın yanından çıkıp bana hizmet eder misin?"

Bu sözler üzerine Hümeyra'nın tüyleri diken diken oldu. Lakin aynı ciddiyetle cevap verdi.

"Annem ve babam şehittir. Katil onlara en güzel iyiliği yapmıştır. Amcam ise elinden ne geliyorsa yapmış ve beni Saraya hizmet etmemde en büyük yardımcımdır."

Cümlesini tamamlayan Hümeyra ile birlikte yaşlı adam yerinden kalkarak ona, "Yani demek istersin ki Saray'a hizmeti amcam istediği yaparım."

"Hayır, Saray'a hizmet için beni yetiştiren amcamı hiçbir şey yokken gözden çıkaramam demek isterim. Bu Saray amcam yokken de vardı amcam varken de olacaktır."

Hümeyra'nın tavrı ve sözleri, Veziri Azam'ı sevindirmişti.

"Abdül Bey, gerçekten iyi bir yeğen yetiştirmiş."

Bu övgünün üzerine Hümeyra iltifata karşı aynı ciddiyetle cevap verdi.

"Sağ olun efendim."

"Saray'ı tehdit eden küçük kokarcaları da ezmek ister misin?"

Yaşlı adam ellerini masaya koyarak gülümsemesini sildi ve gözlerini Hümeyra'ya dikti. Ortamda tam bir gergin hava vardı.

"Emredin, gül suyu ile o kötü kokuları gidereyim."

Hümeyra'nın cevabı ile adamın kahkahası odada yankılanırken Hümeyra hafiften tebessüm etti. Ama içinden rahatsız olduğu bir durumda vardı.

"Ala...ala"

Adam eliyle sakalını ovuştururken, "Bu mektubu Abdül Bey'e veresin."

Hümeyra, üç adım atarak adamın uzattığı mektubu alarak izin istedi. Veziri Azam izin verince arkasını döndü. Döndüğü vakit gülümsemesini yüzünden silmişti.

Elindeki mektubu siyah kıyafetinin altındaki kıyafetten göğüs bölgesine yerleştirdi. Hızlı adımlar ile saraydan alplerini de yanına alarak çarşıda ilerlemeye başladı.

"Aybars nerede?"

Yanında yürüyen kendisinden büyük iri cüsseli adama soru sordu. Yanağında bıçak izi bulunduran adam ona, "Buralardaydı gelir birazdan."

Adamın söyledikleri ile başını olumlu şekilde sallasa da içinden, Aybars'ın ne halt karıştırdığını alıp veriyordu.

O sırada ileride edebiyat yapan adamın tezgahını gördü. Tezgahın başında bu sefer kendi yaşından biraz küçük bir kadın duruyordu. Etrafa bakıp Aybars'ın gelip gelmediğine bakarken gözü tekrardan tezgaha daha doğrusu uzaktan hoş gelen o yüzüğe baktı.

Başını olumsuz bir şekilde sallarken yanındaki adama, "Siz burada kalın ben hemen geliyorum." dedi ve sabredemediği o tezgaha doğru yöneldi.

Tezgahın başına geldiği vakit kız ona hoş geldiniz derken Hümeyra'nın gözleri ileride ki alplerdeydi. Hemen alıp gitmez ister gibi hali vardı.

"Şunu alacağım."

İşaret ettiği yüzüğe tezgahtaki kız ,gülümseyerek baktı ve hazırlamaya başladı.

"Güzel bir seçim. Gül nakışı, yakut taşından yapılırken..."

"Sağ olun ama benim acelem var."

Kız sözünün kesilmesine bozulsa da Hümeyra ona katı davranmamıştı. O sırada Aybars onun ismini seslenince hemen parayı ödeyip yüzüğü belindeki keseye koydu.

"Ne aldın?" diye soran Aybars'a, "Neredeydin? Kaç kere dedim bu kadar sorumsuz davranma diye..."

Aybars ise hemen geri adım atarak, "Tamam haklısınız Hümeyra Hatunum. Size tatlı aldım." dedi gülerek. Tatlı ile birlikte Hümeyra'nın da keyfi yerine gelirken yüzündeki peçe bu durumunu gizliyordu.

"Hatun be sıntır, Hatunum nedir? Nerede tatlı?"

İsmimin defalarca zikredilmesinden sonra burnuma gelen iğrenç koku ile gözlerimi araladım.

"İğrenç kokuyor." diyerek burnuma doğru uzatılan tütsüyü sağ elimle ittirdim. Tüycü Kadın, tütsüyü benden uzaklaştırarak beni kaldırmaya çalıştı.

"Senin başka bir rahatsızlığın daha mı vardır?"

Kadının tavırları olsun ve şimdi bana sorduğu sorular olsun bizi tanımadığını gösteriyordu. Kendime gelmeye çalışırken gözlerimi kapadım. Her zamanki gibi başımı sıkan şeyin geçmesini bekledim.

"Hafsalasını yitirdi arada bu şekilde olur ve bir şeyler hatırlar."

Mirza konuşurken başımı kaldırıp ona baktım. O da aynı şekilde bana bakıyordu. Kesin ne hatırladığımı merak ediyordu. Lakin yine onun istediği şeyi hatırlamamıştım. Sadece iki üç kendime ait anıdan ibaretti. Ve baş parmağına taktığı yüzük, anımda gördüğüm yüzükle aynı idi.

Kadın birden başörtümü indirince, "Ne yapıyorsun?" diye ona çıkıştım. O ise aldırmayarak elleri başımı buldu sağa sola çevirerek bakıyordu. Lakin bunu yaparken başıma uyguladığı baskıdan dolayı inleyerek, "Canımı acıtıyorsun." dedim.

"Hımm..." diyerek kadın kendince takılıyordu. Yine beni duymuyordu. Elleri başımdayken odada olan üçüncü kişiye baktığımda başını bizden başka tarafa çevirmişti.

"Ne zaman böyle olursun?"

Ellerini yüzümden çeken kadına sabretmek zordu. Örtümü başıma geçirdi.

"Bilmiyorum. Haberim olmadan oluyor. Bazen de anıma yakın bir eşya ya da bir insan yüzünden böyle oluyorum."

"Oğul." dedi Mirza'ya. Mirza ise bana bakmadan kadına doğru başını çevirdi lakin kadına da bakmıyordu. Başımın örtük olmasına rağmen o, bunu bilmediğinden saygılı davranmıştı. Bu gibi davranışları yüzünden ona karşı yaptığım buz kütlelerini azar azar eritiyordu.

"Bir şey hatırlamasaydı bu hastalık kalıcı olurdu. Lakin hatırlar. Yani geçicidir. Ben de derim bu ikisi eş ise, neden birbirlerine uzak davranırlar. Aferin, Hatun'unu düşünen birisisin."

Kadının dediği ile, "Sormayın çok düşünür. Onu hatırlamadığım ilk anlar deli dana gibi etrafta dolaşırdı." gülerken Mirza bana bakmıştı. Bana alaylı bir bakış gönderirken kadında benim neşeme katılmıştı.

"Peki bu olay ne zaman oldu?"

Ben halen tebessüm ederken Mirza ciddiyetine geri dönmüştü. Onun bu halini gördükten sonra ben de gülümsememi silerek örtümün ucuyla ilgilenmeye başladım.

"Uzun zaman olur."

"Uzun zaman ise şimdiye kadar her şeyi hatırlamış olman lazımdı."

Kadının dedikleri ile Mirza, kartal gözlerini bana dikmişti. Avının üzerine pençelerini geçirmek ister gibi bir hali vardı. Kaşları çatılırken elinin yumruk olmasını görünce o an ki can havliyle, "Vallahi hatırlamıyorum. Sadece arada kendime ait anıları görüyorum." dedim ona bakarak. Onu da anlamaya çalışıyordum. O ise yüzündeki ifadeyi bozmadan gözlerini kırpmadan bana bakıyordu.

"Gerçekten diyorum."

Nedendir bilinmez onun bana karşı güvensizliği kötü hissettiriyordu. Kolumun halinden daha kötü bir histi. Hatta Hümeyra'nın geçmiş anılarına kılıç sallamasından bile daha acı verici idi.

"Akkaş Bey'i tanırım. O sana iyi bir karışım yapmıştır. Yine de ben başka güçlü bir karışım hazırlayayım." dedi ve Mirza'ya dönerek, "Sen de kızın üzerine neden gidersin? Görmez misin gözlerindeki masumiyet damgasını?"

Kadının sözleri ile gözlerim tekrardan Mirza'ya değdi lakin hemen geri çektim. Derin bir nefes verirken kadının gitmesini istemedim. Tekrardan beni suçlayacak, vurup kıracaktı.

Kapı kapanırken tek ikimiz kalmıştık. Yatağımın kenarındaki yerden hareketlenip ayağa kalktı gidecek diye tahmin ederken elindeki tepsi ile karşıma kurulmuştu.

Çorbanın suyuna karışmış ekmekleri bir kez karıştırdıktan sonra bana uzatınca hissiz olan kolumdan dolayı tekrardan utandım.

"Ben yerim."

Lakin o beni dinlemeyerek tahta kaşığı dudaklarıma değdirdi. Ona bakmayarak ağzımı araladım. O bana kaşık uzatsa da bakmıyordum. Bir an önce bitmesi için hızlı davranıyordum. Her kaşığı uzatınca daha yakından gördüğüm yüzükten kendimi alamıyordum. Kaşık gelip giderken sonunda yemek bitmişti. Ona bakmasam da ellerinin hareketini izliyordum.

"Su." deyip demirden işlemeli bardağı bana uzatınca uzanıp almak istedim. Lakin izin vermeyerek aynı işlemi yaptı, dudaklarıma bastırdı. Suyu içmek için başımı hafif kaldırsam da yine ona bakmıyordum.

Suyu bitirdikten sonra ağzımı silmek için gelen mendili uzanıp aldım. Tam tutamasam da silip tepsiye bıraktım. Gerçekten ellerim hissizleşiyordu. Hep böyle hissiz mi dolaşacaktım? Böyle mi ölecektim? Böyle bir ölüm belki bana yakışırdı lakin Hümeyra gibi bir kadına yakışmazdı.

Kalkmak için hareketlenen Mirza'yı durdurmak için, "Gerçekten hatırlamıyordum." dedim ve çekinerek baktım. Normalde olsa belki çekinmezdim ama o kadar iyiliğe karşı ona kötü davranmak içimden gelmiyordu. Hiçbir şeyi unutmuş değildim. Lakin iyiliğine de kör olmak adaletli gelmiyordu.

Karşımda avına pençelemek isteyen bir kartal yoktu. Sakindi, durgundu. Nedense acıdım ona. Benim gibi bir karmaşanın ortasındaydı sanki.

Ben gökyüzü idim o da gökyüzünün yol açtığı kasırgada kaybolmuş bir kartal.

Başını usulca salladı lakin benim yüreğimi ferahlatacak bir kelam söylemedi.

"Tüycü Kadın'ı çağırayım." dedi ve ayrıldı. Bana inanıp inanmadığını anlayamamıştım. Ama kendi ile savaşını bilmem kaçıncı kez görmüştüm.

Tek başıma gördüğüm anıları birleştirmeye koyuldum ama elde bir sonuç elde edemedim. Kesik kesik hatırladığım anılar bana elde tutulan bir sonuç vermemesi ister istemez canımı sıkmıştı.

Kapının açılması ile gözlerim orayı buldu. Tüycü Kadın elinde tuttuğu iki şişe ile yanıma geldi.

"Bu zehir için bu ise hatıraların için."

"Bu ilaç hemen eskiyi hatırlatır mı?"

Kadın düşünceli bir halde bana cevap verdi.

"Akkaş Bey'in karışımın içeriğini söyledi. Benimkisine benzer lakin elbette farklılıklar var. Lakin o karışım da şimdiye kadar seni toparlardı. Belli ki başını farklı çarptın buna bakacağım."

Uzattığı şişeyi açıp iğrenç tadı içtim. Sonraki verdiği ilacı da içerken," Sadece bir yudum." diyerek uyarıda bulundu.

Yatağa kendimi bırakırken o da otağdan dışarı çıkmıştı tekrardan yalnızlığa çekilirken gözlerimi kapattım. Bu sefer isteyerek o anılara doğru yürüdüm.

Etraf kapkaranlık ve soğuktu. Ne bir ışık vardı ne de bir insan sesi. Sadece suyun olduğunu kanıtlayan damla sesi geliyordu. Sonra kulaklarıma bir ses daha değdi. Kontrollü bir şekilde alınıp verilen nefes sesi...

Gözlerim sese doğru yönelip sahibini buldu. Yavaş adımlarla ilerlerken elinde kılıç olduğunu gördüm. Işık girmeyen bu yerde önümü görmem için sahne ışıkları gelmişti.

Hümeyra, tedirgin ve temkinli bir şekilde kocaman taşların arasında geçiyordu. Etrafa baktığımda buranın bir mağara olduğunu anladım. Öyle bir soğukluk vardı ki; ağzından her nefes verişinde ağzından dumanlar çıkıyordu.

Sonra bir ses duyuldu ve Hümeyra kayalığın arkasına saklandı. Kayalıklara çarpan bir turuncu ışık yavaş yavaş Hümeyra'ya doğru geliyordu.

Elinde kılıcı ile hazır bir şekilde beklerken ben gelenlere baktım. Ellerinde meşaleyle birlikte yürüyen iki kişi kendi aralarında konuşuyorlardı.

"Dediğine göre Savcı Bey'in oğlu işleri karıştırmış."

Bu sözler, Hümeyra'nın direk dikkatini çekerken ben Savcı Bey'in kim olduğunu düşündüm. Aklımdan sürekli yüzler ve isimler geçerken bir türlü onun kim olduğunu bulamadım. Sonra bilindik bir şey oldu Hümeyra düşüncelerime mektup bıraktı.

Adamlar Hümeyra'nın saklandığı kayalığın yanından geçerken onların bahsettiği kişinin Mirza olduğunu Hümeyra sayesinde öğrendim. Demek babasının ismi Savcı idi. Düşüncelere dalmadan Hümeyra yerinden ayrılıp aynı ritimde ilerlemeye devam etti. Demek ki amacı, adamları öldürmek değildi buraya bir şey öğrenmek için gelmişti.

Lakin istediğine ulaşamamış mağaranın sonunda öylece kalakalmıştı. Bir iz bulmak için etrafa bakındı ama bulamadı. O insanların burada saklandığına dair hiçbir iz yoktu. Bu da demek oluyordu ki bir geçit vardı. Bundan dolayı tekrardan bir kayanın yanına sindi ve beklemeye koyuldu. Bir şekilde o geçit açılacaktı. Bunun için sabretmeliydi. Onun yerine kendimi koyduğumda galiba ben geçiti aramak için her tarafa dokunurdum. Onu benden ayıran en büyük etken de zaten buydu. Ben ne kadar aceleci isem o sabredip akıllıca adım atandı.

Uzun bir bekleyişin sonunda büyük bir ses geldi. Hümeyra, sesin geldiği yere bakarken ben de o tarafa döndüm. Kocaman kaya, yuvarlanarak kenara kayarken dışarıya bir kişi çıktı. Açılan girişe baktığımda mağaranın devamı gibi gözüküyordu lakin orası meşalelerle ile aydınlatılmıştı.

Adam söylene söylene dışarıya adımını atarken kayanın yanındaki küçük taşı çevirdi. Kaya yuvarlanarak aynı konumuna geldi. Ben mekanizma karşısında korkarken buradan ayrılma tarafta idim.

Hümeyra'nın içinde de korku vardı lakin amacı korkuya galip geliyordu. Bundan dolayı olduğu yerden hızlı davranarak adamın ona manevra yapmasına müsaade etmeden boğazına asıldı. İkisi arasında boğuşma yaşanırken adam belindeki küçük bıçağı çıkarıp geriye sallayacak iken sanki Hümeyra beni duyacakmış gibi ona bağırdım.

Kendine gelen bıçaktan kaçan Hümeyra adamın işini bitirmek için hızlıca boynunu kütletti. Bu ses mağarada yankı oluştururken benim içim gitmişti.

Düşen meşale ortalığı aydınlatırken Hümeyra adamı kenara çekerek üzerindeki kıyafetleri çıkarmaya başladı. İçeri mi girecekti? Hem de tek başına?

Kendi üzerini çıkarmadan adamın giysileri üzerine giydi. Adama ait yüz maskesini de geçirirken o an aklıma gelen görüntü ile irkildim.

Baştan aşağı siyahlara bürünüp bize saldıran adamlar önümde belirdi. Yoksa Hümeyra'nın peşinde olduğu kişiler bunlar mıydı? Ki büyük ihtimal bunlardı. Sonra başka bir şeyi hatırladım. Sazlık Oba'sına gittiğimde babamla gizli yerimiz olan İğde Ağacı'nın hemen alt tarafındaki nehrin karşında gördüğüm adamlar. Onlarda aynı kıyafeti tercih etmişlerdi. Bunlar çete gibi bir şeydi ve Hümeyra bu çetenin içine ölümüne giriyordu. Ki onlar yüzünden de bu haldeydim. Bunu Mirza'ya haber vermeliydim. Hem panzehiri bulur, hem de bu çeteyi başlarına yıkardı.

Düşüncelerimin yoğunluğu ile duraksadım. Kendi katilime güven besliyor olamazdım. Evet, bunlar eski Hümeyra'nın duyguları benim, değil. Ben sadece gerçekler için yardım ediyorum o kadar.

Peçe ile yüzünü tamamen sararken baştan aşağı simsiyah olmuştu. Elindeki kılıcı ile kayaklıkların arasından çıkarak adamın çevirdiği taşa elini koydu. Bir süre bekledi sessizce dudaklarını kıpırdattığını hissettim. Dua ediyordu.

Taşın üzerindeki el hareket etti ve kapının açılmasını izledi. Kapı yavaş yavaş açılırken karanlık koridoru aydınlatan meşaleleri izledi. Kapının önünde ne birisi vardı ne de bir ses. Bu da Hümeyra'yı tedirgin ediyordu. Belki de tuzağa düşmüştü. Hangi çete kapısını korumaya almazdı.

Etrafı güzelce izleme dalmışken arkasındaki kapı açılma sesi duyulunca ne yapacağını bilemeyerek kenara çöktü ve ayakkabısına yöneldi. Kalp atışları içinde yankılanırken sohbet eden iki adam içeri girdi.

Acaba Hümeyra'yı görmüşler midir diye endişeye kapılırken adamlardan birisi, "Selam olsun." dedi. Hümeyra ise ona başını sallamakla yetindi. Adamlar tekrardan sohbete dalmış ilerlerken Hümeyra elini kalbinin üzerine koydu ve derin bir nefes aldı.

Adamlar ilerlemeye devam ederken peşlerine takıldı. Önünde yürüyen kişileri dikkatli bir şekilde izledi. Üstünün çıkarmayarak iyi yapmıştı yoksa kadın olduğu anlaşılırdı.

Adamların biri duvara monte edilmiş meşalenin birisini indirerek açtı. Büyük bir gürültü ile açılan kapıdan gökyüzünün ışığı yansımıştı. Kulaklarına dolan insan sesi ile ulaşmak istediği yere yakınlaştığını hissetti. Kapı aynı şekilde büyük bir gürültü ile kapanırken adımlarını o tarafa yöneltti. Sıra üzerine dizilen aralarında bir fark bulunmayan meşaleler dikkatini çekti.

O da benim gibi düşünüyordu bir çete asla kapısını korunmasız bırakmazdı. Elindeki ateşi bir meşalenin ucuna yaklaştırdı. Duvara monte edilen demire elini uzatarak hafifçe çekti. Meşale yerinden oynayabiliyordu. Aynı şekil önündeki iki meşaleye de yaptı onlar da aynı şekilde idiler. Demek oluyor ki mağarayı tuzakla çevirmişlerdi. İyi ki Hümeyra sabırlı olup beklemişti yoksa geçtiği kapının ardında da tuzağa yakanmış olabilirdi.

Kapının açılmasını sağlayan meşaleyi tutarak güçlükle çekti. Kapı aynı gürültü ile açılırken kendisini bariyer yapmış kontrol noktası karşıladı.

İlerlediği yolda boyunu aşan kayalar vardı. Bu da eğer tehlikeli bir durum olursa gelen kişileri öldürmek için iyi bir plandı. Sağında ve solunda büyük kayaların ardından siyahlar bürünen adamın önünde durdu.

"Selam olsun."

Sesini kalınlaşarak az önce adamlardan gördüğü şekilde davrandı. Adam da aynı şekilde ona cevap verdi.

"Tılsım." diyerek elini uzattı.

Ben tılsım nedir diye sorgularken Hümeyra cebindeki siyah dik dörtgen üzerinde şekiller bulunan kağıdı çıkardı.

Bunu ne ara almıştı bilmiyorum ama adamın bunu soracağını nasıl hemen tahmin etmişti? Bu kadın gerçekten basit birisi değildi. Olduğum durumdan şikayet ederken böyle bir kadının bedenine girmenin sevincini yaşadım. O hayran olunası birisi idi.

Adam tılsımı inceleyip bariyerin kaldırılması için işaret verdi. Bariyer yavaş yavaş kaldırılırken yüzlerce aynı giyinimli adamı gördüm. Hepsinin yüzleri kapalıydı.

Hümeyra bariyerden geçip dikkat çekmeyerek ilerlerken etrafı incelemeyi bırakmıyordu. Buraya bir oba kurmuşlardı. Her otağın başında siyah bayrak vardı. Sadece tek bir tanesinin üzerinde beyaz bayrak vardı. Bu otağda diğerlerine göre daha süslü ve büyüktü. Bir ağacın yanına oturdu. Buranın insanıymış gibi rahatça pozisyon alarak başını yukarı tuttu ve gözlerini çevirdi. Arada sırada başını çevirip etrafı incelemeyi es geçmiyordu.

Çok fazlalardı. Haddinden fazla çok. Kimisi toplanıp talim yaparken kimisi bir halka oluşturmuş değişik ritüeller yapıyorlardı. Etraf bağırış ve Allah adıyla inliyorlardı. Bu insanlar hem Allah diyorlar hem de farklı davranıyorlardı. Bu durum Hümeyra gibi benim de dikkatimi çekmişti.

Oturduğu yerden kalkıp ilerlemeye başladı. Allah adının anıldığı yere doğru giderek arkalarına oturdu. Gördükleri ile kaşları çatılan Hümeyra kendini toparlamaya çalıştı. Onun bu halini gören ben de gözlerimi çevirdim. Çembere aldıkları bir adam kendini kırbaçlayarak, "Allah!" diye bağırıyordu. Neyin kafasını yaşıyor bunlar, diye düşünürken bir adam daha kendini kaybetmiş bir şekilde ortaya çıkarak birisine secde eder bir hale büründü.

"Efendim! Affedin bizleri!"

Adamın hali ile beni gülme alırken Hümeyra'nın kaşları çatılmanın zirvesini taşıyordu. Adeta görüntüden iğrenmişti. Tam kalkacağı vakit adamın secde ettiği kişiyi gördü. Diğerleri gibi siyah giyinmişti lakin tek farkı yüzünü kapattığı kumaş parlıyordu. Bu da kendisinin buradakilerden farklı olduğunu kanıtlıyordu.

Kumaşı parlak olan adam, elini uzatarak adamın başına koydu.

"Kardeşlerim, yoldaşlarım! Siz yeter ki doğru yoldan ayrılmayın ben sizin yerinize günahlarınızı üstlenirim. Siz yeter ki sapmayın İslam'dan, ben çekerim tüm sıkıntılarınızı."

Adamın yakarış halindeki sözlerine etrafındaki insanlar mahcubiyetle karşılık verdiler.

Ben gördüğüm şeylere ağzım açık bakarken Hümeyra'nın içindeki yangını hissedince ona döndüm. Kendisini belli etmesin diye onlara uyum sağlamaya çalışırken içindeki üzgünlüğünü gördüm. Ben onlara gülüp oradan ayrılma kafasında iken, o farklı hissediyordu.

Onlara acımış, sanki yardım etmek ister gibi bir tavrı vardı. Sinirliydi, insanların hakikatler karşısında nasıl kendini aşağıladıklarına tahammül edemiyordu.

Kumaşı parlak olan adam onların aralarında uzaklaşırken etrafındaki adamlar ona yol açıyorlardı. Uzaktan gelen davul sesi ile Hümeyra başını çevirdi. Beyaz çadırın orada duran adam elindeki davullu çalıyordu. Birkaç tane insanın o tarafa doğru yöneldiğini görünce o da hemen ayağa kalkarak. Dikkat çekmeden ne olduğunu bilmek istedi.

Kapının önünde dikilen başka bir adamın gelenlerin siyah renkte, dikdörtgen kağıtta çizili farklı şekilleri yani tılsımlarını göstererek içeri girdiğini gördü.

Orada ne olacağını merak ederek öylece dururken parlak kumaşlı adamın hiçbir şey göstermeden içeriye girdiğini de görünce kesin girme kararı almıştı. Buraya kadar gelmişti. Fırsatı değerlendirmek istiyordu. Lakin burada bulunan herkes o çadıra girmiyordu. Elindeki tuttuğu tılsıma bakarak düşünüyordu. Ya kendini açık edersem korkusunu hissedebiliyordum.

Her zaman ki sabretti. Etrafta dolaştı aklındaki planlar beynini yordu. Zaman akarken bir yolunu bulmalıydı. Sonra uzaktan ayağı sarkarak yürüyen adam dikkatini çekti. Tahtadan yapılma leğen tazında ki şeyi aksayarak taşıyordu. İstikametine bakılırsa beyaz bayraklı çadıra gidiyordu. Hümeyra önüne gelen şansı değerlendirmek için adama yetişti ve önünde durdu. Sesini kalınlaştırarak, "Selam olsun yoldaş." deyince adam da aynı şekilde ona cevap verdi.

"Ayağının hali iyi değildir istersen yardım edeyim."

Adam biraz düşünür gibi olsa da itiraz etti. İşte Hümeyra o zaman anladı adamın elinde tuttuğu tahta leğen yapımı kabın içindeki kan, bayraklı çadıra gidiyordu.

"Biz yoldaşız."

Hümeyra adamı ikna etmek için onlardan izlediği tavırları ve lafları söyleme başladı. Adam kem küm etse de sonun da Hümeyra elindeki kapla çadırın içine girebilmişti. Ensesinden akan terler ne kadar zorlandığına işaretti.

Ortamda sessizlik hakimdi. U şeklinde oturan adamlar birbirleri ile bir şey konuşmuyorlardı. Hümeyra'da kenarda duruyordu. Parlak kumaşlı adamla göz göze gelince, tedirgin olsa da eliyle gel işaretine uyarak yürümeye başladı. Elindeki kabı adama eğilerek uzattı. Adam kabı almak yerine elini uzattı.

"Bismillah." diyerek kabın içine elini daldırdı ve geri çekti. Rulo şeklinde sarılmış kağıdı açarak mürekkeple yazılan yerin altına elini bastırdı. Kağıdı yanındaki adama uzatınca odada oturan herkesin aynı şeyi yapacağını anladığı için ayak uydurarak yana geçti ve adama uzattı. Adamda aynı şekilde, "Bismillah." diyerek rulo kağıdı biraz açarak mürekkep ile yazılı şeyin altına elini bastırdı. Bu böyle devam ederken rulo kağıtta 20 kişinin adı yazarken bir de elleri ile imza atmışlardı. Bir nevi çeteden olduklarını kanıtlamak içindi. Rulo kağıt yuvarlanarak ucu bağlandı. Taşınacak büyüklükte bir sandığa koyulunca, o rulo kağıtlardan birden fazla olduğunu gördüm.

Sandığı tutan adamı gözünden kaçırmak istemeyen Hümeyra, halen daha çıkmadan köşede sessizce bekliyordu. Odadaki adamlar sıra halinde adamın önünde diz çöktüler. Önlerindeki adam, parlak kumaşlı adamın uzattığı kanlı eli öperken adam da ona tılsım veriyordu. Yani buradaki kimliği...

Sandığı taşıyan adam, işaretle kapıdan çıkarken onu kaybetmemek için dışarı çıktı. Elindeki kapla onu takip ederken bir adam, "Yoldaş, sağ olasın." deyince Hümeyra'da önünde giden adamı kaybetmemek için kısa keserek elindeki kabı adama uzattı. Ve ona, "Ne demek yoldaş." dedi. Adamın onu fazla tutmasına müsaade etmeden hemen yanından ayrıldı. Uzaklaşan adamı seri ama dikkatli adımlarla takip ediyordu. Kendisi gibi siyah giyimli adamların yanından uzaklaşarak ayrılırken adamın taştan oyulma bir mağaranın içine girdiğini gördü. Mağaranın girişinde iki adam nöbet tutuyorlardı. Sandığı taşıyan adamın ilk önce kimliğine yani tılsımına bakıp öyle içeri almışlardı. Bu da demek oluyordu ki içeriye girip girebileceği belli değildi.

Denemek istedi ama o kadar katı kurallar vardı ki tılsımı içeriye girmek için değilse o adamlar onu rahat bırakmazdı.

Nefes alışverişi hızlandı arkasını dönerek bitmeyen siyah sürüye gözlerini çevirdi. Sonra kapının girişine baktı.

"Başka bir yolu olmalı!"

Çaresiz bir şekilde etrafa bakarken ev gibi oyulmuş mağaranın elbet bir girişi olabileceğin düşündü? Belki bir pencereden girebilirdi.

Sakin adımlarla ağaçlık alana doğru yürümeye başladı. İçinden sürekli inşirah okuyan Hümeyra'nın hedefine ulaşmak için geri adım atmamasını izledim.

Mağaranın 3 tarafa ağaçlıkla çevirili idi. Ama arkada bile devriye gezen adamları görünce elleri terlemeye başladı. Buraya kadar, dedi. Ya gireceğim ya da öleceğim.

Kararlı adımlarla mağaranın girişine doğru yürüme başladı. Sağ eli kılını tutmazken yine de hazırda bekletti. Cebinden çıkarıp elindeki tılsımı adama gösterdi. Adamın hareketlerini takip ederken kalp atışları hızlanmıştı. Adam Hümeyra'ya gözlerini çevirirken o, nefesini tutmuştu.

Adam, tılsımı Hümeyra'ya uzatıp geçmesi için kenara çekilirken benim bile üzerimden ağırlık kalkmıştı.

Adamların arasından ayrılıp soğuk olan mağaraya girdi. Kendine doğru gelen adam yanından gelip geçerken o da aynı şekilde geçti. Mağaranın içerisi meşale ile aydınlanırken o sadece etrafı tanımak için yürüyordu. Arada sırada siyah giyimli adamlar bir odadan çıkıp başka bir odaya giriyordu.

Tanımadığı bu yeri keşfederken dikkatli olmalı ve sandığı taşıyan adamı bulmalı idi.

Bir yerden başlamak için ilk gördüğü kapısı olmayan yere ucundan göz gezdirdi. Yerde sadece hayvan postalı vardı küçük bir yerdi ve ileride ibadet eden adamı görünce başını başka bir odaya çevirdi. Burası da mutfak gibi bir yerdi. Ama bu kadar kişiye yemek yapılmadığı belliydi. Fazla oyalanmadan başka bir odaya başını uzattı. Ama yine bir şey yoktu.

Belki de aradığı adam çıkmıştı. Belki de onu gizli bir yere saklamışlardı. Belki mutfaktaydı...Belkiler içerisinde boğulurken Hümeyra sadece arayıştaydı.

Ben kendi kendime düşünürken Hümeyra kimsenin çıkmadığı ve gitmediği merdivenleri fark etti. Kendisi burada oyalanırken gerçekten kimse oraya gitmiyordu.

Etrafa bakarak kimse fark etmeden hızlıca merdivenlere yöneldi. Ama çık çık bitmiyordu. Aynı minarenin merdiveni gibiydi. Döne döne çıkarken karşına üç kapı çıktı. Sessiz bir şekilde en sağdaki kapıya kulağını dayayıp dinleme başladı. Hiçbir ses gelmiyordu. Tahtadan yapılma kapıyı hafif dokunarak ittirdi. Kapı hareket edip ses çıkarınca Hümeyra hemen kapıyı tuttu ve bekledi. Kıpırdamadan dururken nefesini kontrollü almaya çalışıyordu ama peçe bu durumu zorlaştırıyordu. 3 dakika gibi bir süre öylece beklerken kapının ardından bir hamle gelmediğini görünce kapıyı tekrardan ittirdi aynı sesle kapı açılırken onun eli hemen kılıcını bulmuştu.

Yine aynı zamanla bekledi lakin hiçbir insan belirtisi yoktu. Sadece taşlarının arasından gelen rüzgar uğultuları vardı. Temkinli davranarak yavaş adımlarla içeriyi girdi. Etrafta dizili raflar varken odanın tam ortasında bir masa ve masanın üzerinde haritalar. Gözleri sandığı ararken rafların arkasından bir ses gelince Hümeyra nefesini tuttu.

"Sen kadınsın!"

Rica ediyorum oylarınızı eksik etmeyin💐
Okuma sayısı yüksek olmasına rağmen oy sayısının düşük olmasını sorgulamadan edemiyorum. Beğenmediğiniz nokta varsa yorumlarda belirtirseniz benim açımdan hata varsa düzeltmeye çalışırım. Selâmetle😇

Loading...
0%