Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Sazlık Obası

@lilyum_cicegi

Oyların ve düşüncelerin önemli🌾

 


Ona değmemek için verdiğim çaba ve düşmekten korktuğum için kendimi sıkmaktan bedenim yorulmuştu. Bacaklarımı hiç saymıyorum bile.

Defalarca ertelediğim yakınmayı sonunda söyledim.

"Artık dursak mı?" dedim ciddi bir ses tonuyla.

"Yolumuz uzun, dayanasın." dedi o da umursamayarak. Ben de senin gibi rahat olsam herhalde bedenim de bu kadar ağrı olmazdı. Nefret ediyorum. Seninle bir kelime konuşmaktan nefret ediyorum.

"Atada mı acımıyorsun?"

İç düşüncelerimden alakasız, onun merhamete gelmesi için böyle bir soru yöneltmiştim.

"Benekli alışık."

"Bu mükemmel atın adını Benekli mi koydun?" diyerek güldüm. Sonra kendimi toparlayıp ciddi halime döndüm. Dengesiz tavırlarıma sinir olarak gözlerimi sinirle yumdum.

"Benekleri güzel olduğu için öyle koydum."

Cevap vermedim. Lafı uzatmadım. Yapmam gerekeni yaptım. Rüya dahi olsa katilim olan insanla muhatap olmamalıydım.

Atı yöneltmek için arada sırtıma değen göğsü tekrardan bana değmişti. Neyse ki atın ipini iki eliyle değil tek eliyle tutarak sürüyordu. Sadece bir kolunun bana değmesi bile beni az çok rahatlatıyordu.

Ona değmemek için çaba sarf eden bedenim yorgunluktan sızlasa da ağzımı açmadım ve direndim. Ata binmeye alışık olmayan bedenimi oyalamak için etrafa bakarak zihnimi oyalandırdım.

"Göktuğ!"

Kulağımın yanında kalın sesini duyunca etrafa daldığım için irkildim. Büyük ihtimal fark etmişti. Belki de irkilmem için bilerek yapmıştı. Normalde su izanda bulunmayı sevmezdim. Lakin şimdiye kadar aklıma gelen düşüncelerin çoğusunun ters çıkmasına sinir olduğumdan ve şu an bedenimle temasta olan adamın katilim olduğunu bildiğimden böyle düşünüyordum.

Alplerin biri arkamızdan gelirken diğer üç alp önden gidiyordu. Önümüzden giden atlardan siyah renkli olan bize doğru başını döndü. Üzerindeki adam yani Göktuğ sayesinde at bu tarafa doğru gelmeye başlayınca Mirza'nın diğer eli de kolumu sıyırıp atın ipini tutup çekti. Hızlı giden at ona verilen komutla yavaşlayıp durdu.

Saçlarını tutmaktan ellerim terlediği için atın durmasıyla ben de ellerimi kendime doğru çekip terleyen ellerimi kalın elbiseye sildim.

"Buyur Bey'im!"

Siyah atın üzerinde Mirza'dan daha yapılı uzun sakalı olan adamın cevap vermesiyle, Mirza:

"Dinlenmek için uygun bir yer ayarlayasın."

Duyduklarım ile sevinsem de bunu dışarıya yansıtmadım.

"Emrin olur Bey'im. İleride akarsunun bir kolu vardır. Ben alpleri önden gönderiyorum." diyerek sağ elini yumruk yaparak göğsüne vurdu ve alplere seslendi.

Atı hareket etmek için tekrardan kolları, kollarıma değmiş oradan da elleri ipe uzanmıştı. Ben de tekrardan atın kalın saçlarından tutmuştum.

Alıştığım için hazırlıklıydım. Bunda dolayı atı hızlandırmasından korkmayarak ulaşacağımız yere kadar uyuşan bacaklarımı sıktım.

Sesimi çıkarmadan tekrar o yollar kat edilmeye başlandı. İçim birden üzüntü ile doldu. Ninem aklıma geldi. Rüyamda bile özleyebileceğim tek varlığımdı. Benim huyumu bildiğinden bana bazı durumlarda sert davranırdı. Ama biliyordum beni çok severdi.

Bilirdi huyumu, biraz duygularına yenik düşen bir yapım olduğundan izin vermezdi düşmeme. Bana karşı ciddiliği bundan dolayıydı. Oldu ki bana ağır gelen bir duygusallığı anlattığım da, 'Bu ne acizliktir böyle!" der ve kaşlarını çatardı.

Sesi kulaklarımda yankılanınca kambur olan bedenimi düzeltim, dikleştirdim. Rüyamda bile olsa ben ninemin torunuydum.

Kendi kendime gülümseyip uzaktan görünen akarsuya baktım. Gerçekten bazen rüyada olduğumu unutuyordum. Bundandır ki ikide bir rüya kelimesini kendime hatırlatıyordum.

Akarsunun kenarındaki ağaçlara atlarını bağlayan alpler bizi hazırda beklediğini gördüm. Arkamızdaki alp ise bizimle birlikte aynı hızda ilerliyordu. Orta hızda ilerlemiş onların yanında durmuştu. Ben nasıl ineceğimi düşünürken Mirza iyice bana eğilince otomatik olarak ben de ata doğru eğilmiştim. Eli ellerimin üzerine kapanınca şaşırdığım için bu ifade yüzüme yansımıştı. Ama yine de ses etmedim. Sadece amacını anlamaya çalıştım. O ise zaten elimi hissedince hemen çekip sol elini alt tarafa koydu. Arkadan baskı yapan vücut yok olmuş ayaklarını toprakla temas ettirmişti. Atın üzerinde tek başıma kaldığım için hemen inmek için hareketlenince onun elinin bana uzandığını görüp umursamayarak inme çabalarına giriştim. Zaten o da ısrar etmemiş yanımdan ayrılmıştı.

Eski Hümeyra'dan gelen kalp cızırtısına toprak atıp yok etmek istedim. Adam seni sevmiyor bu neyin acısı açıl başka yelkenlere, diye içten içe konuşarak zar zor ayağımı toprakla temas ettirdim. Ettirdim ama iyi ki alplerin sırtı bana dönüktü yoksa öyle bir attan iniş yapmıştım ki altımda şalvar olsa bile elbisenin belime kadar toparlanması utanç verici olurdu.

Bacaklarımı hareket ettirerek uyuşmayı gidermeye çalışırken sol ayağımın ağrıdığını hissettim. Bunun sebebi deriden yapılma ayakkabının ayağımı sıkmasıydı. Bu acı duyma olayını çözsem de arada böyle şeyler beni yokluyordu. Kendim dışından ki başka birisi bana zarar verince canım acırken giydiğim kıyafetler bazen canımı acıtıyordu bazen acıtmıyordu.

Arkası dönük olan Mirza'ya asık suratla bakarken o yüzünü bana döndü ama ben yüz ifademi bozmadan aynen sürdürdüm. Bana doğru adımlarını atmaya başlayınca umursamazlığım aynen sürdü.

"Namaz kılıp öyle yola devam edeceğiz." dedi ve Benek'linin yanına gitti. Sarılmış deriyi bana verip tekrardan alplerin yanına gitti. Sarılmış olan yumuşak derinin ipini çekince açılmıştı. Alplerinde elimdeki benzer şeylerden olduğunu görünce merakla onlara baktım. Hepsi teker teker aynı yön doğrultusunda serip cemaat olduklarını görünce elimdekinin seccade olduğunu anladım.

Mirza hemen imamın arkasında yerini almışken onun seccadesi olmadığını gördüm. Diğer alpler ona uzatsa da reddetmişti.

Yeterince onu uzaktan seyrettiğime kanaat getirip onların arkasında ama diplerinde olmayarak ben de elimdeki yumuşak hayvan derisini serdim. Onlar hemen namazın sünnetine niyet ettiklerinde ben de hemen onlara yetişmek için niyetimi aldım. Son oturuşta onlardan beş adım uzakta olsam bile etrafı görebilecek bir kabiliyetim olduğundan Mirza'nın arkasına yani bana doğru döndüğünü görünce birden salli barik, rabbenaya karışmıştı. Tekrar başa alacağım vakit onun önüne dönmesi beni rahatlatmış ve gevşemiştim. Ve selamımı verdim.

Mirza kamet getirmeye başlamasıyla alpler kıbleye ben ise ona bakıyordum. Sadece bakıyordum. Öylesine, bir anlam yüklemeden. Belki eski Hümeyra'nın neden bu adamı sevdiğini meraklanıp bakıyordum. Bilmiyordum sadece bakıyordum.

Her namaza çağırışında sanki su daha gürül gürül akıyordu. Kalın ama güzel bir sesi olduğu için etrafta çok güzel yankılanıyordu. Kameti bitirmesiyle birlikte:

"Allah-u Ekber!"

İmamın sesiyle birlikte kendime gelip hemen niyetimi aldım. Tuhaf geliyordu. Rüyada olmama rağmen sanki namazdan sorumluydum. Halbuki kılmasam da olurdu. Farklı bir histi. Su nasıl vücudum için bir ihtiyaçsa ruhumun da sanki serinlemeye ihtiyacı vardı. Ondandır ki aklımdan rüyada namaz kılmam saçma gelse de içim tam tersini bana hissettiriyordu.

Bu halimi görünce ilk başlarda namaz kılarken zorlandığımı hatırlayınca tebessüm etmeden edemedim. İlk zamanlar, tamam kılacağım deyip namaz vakti geçmeden kılarım deyip de kaçırmıştım. Ama bundan hiç rahatsız olmamıştım. Sonrası zaten malum, 'Ben Müslümanım!' hevesiyle başlayıp kılmamalarım eklenmiş bir hafta böyle sürüp gittikten sonra tevafuk bir olay başıma gelmişti. Nasıl olmuştu bilmiyorum ama sohbet halkasının içine düşmüştüm. Sonra ninemden görüp de hadi ben de kılayım dediğim namazı araştırmaya ayetleri ve hadisleri incelemeye kendimi verdiğimde namazımı nefsime inat 1 hafta sabretmiş ve oturtmuştum. Çok iyi hatırlıyorum. Bir seferinde sabah namazını kaçırdığım da yaşadığım vicdan azabı gözyaşlarıma imza olmuştu. Geçmiş zaman da kılmadığımın sebebini işte o gözyaşları bana cevap vermişti. Ben Allah için nefsimle savaşmamıştım. Nesimi Allah(c.c.)'dan daha çok sevmiştim. Bundan dolayıdır ki kılmadığım ve geçiştirdiğim namazlarım için pişman olmamıştım.

"Yola devam edelim."

Son sünnete de selam verdikten sonra akarsuya dalıp giden gözlerim kalın sesin sahibi, Mirza'ya dönmüştü. Bana yandan bakış attıktan sonra atına doğru yürümeye başlamıştı. Ona karşı soğukluğumu tesir ediyordu. Ben ne kadar uzaksam o benden daha uzak davranıyordu. İstediğim de buydu. Rahattım, sadece beni kontrol etmek için bakışlarını yakalıyordum. Bunlar da olmasa tam olurdu. Ama yine de buna şükürdü.

Oturduğum yerden kalkıp deriden yapılma kahverengi çarıklarımı ayaklarıma giydim. Deriden yapılma seccadeyi silkeleyip bana verilen gibi rulo yapıp ipini bağladım.

İnanması zor gelse de dün iyi uyumadığım için bugün hem yol hem de uyku durumu beni yormuştu. Alpler atlarının iplerini açarken onları bekletmemek hızlı bir şekilde suyun kenarında toprakla bütün olmuş çimenlerin oraya gelip çömeldim. Temiz gözüken suya elimi daldırdım. Buz gibi soğukluk dalgınlığımı yok etmişti. Avucuma biraz alıp burnumun hizasına getirip suyu kokladım. Akarsu da balık olabileceğini duymuştum ama bu su balık kokmuyordu. Elimdeki suyu bırakıp avucumu daha çok doldurmak için tekrardan buz gibi suya elimi daldırdım.

Soğuk su içimi ferahlatırken sağ elim soğukluktan dolayı kırmızı olmuştu. Elimi ağzıma getirip içimdeki sıcak havayı üfleyerek arkamı döndüm. Alpler atlarına binmişken Mirza atını seviyordu. Tek binmeyen oydu. Hızlı olmam için seslenmese de bekletmenin mahcupluğu üzerime giydirilmişti.

Hızlı adımlarla atın yanına geldiğim de Mirza çevik bir hareketle ata binerken gözlerim yavaşlamaya alacağı vakit ben hemen göz kapaklarımı hızlı bir şekilde kırptım.

Biner binmez bana uzatılan elin sahibine bakmak için başımı yukarı kaldırdım. Sinirli olmayan yüz ifadesiyle kısılmayan şahin gözlere bakıp:

"Ayağım iyi. Arkana binmek istiyorum." dedim. Alternatif bir at elinde olmadığından rahatça istediğimi dile getirmiştim.

İri ama kuyruğa doğru kısalan gözleri düşünür gibi kısılmıştı. Derin bir nefes bırakarak eyerin ön tarafına doğru kendine iterek arkada bana boşluk bıraktı. Ata binmem için ayak kısmından ayağını çekerek elini bana uzattı.

Elini kavramak yerine kol kısmını tutarak ayağımı demire geçirerek hızlı bir şekilde ata bindim. Diğer elim oturmak için omuzunu kavrasa da bunu isteyerek yapmadığımdan sorun görmedim.

Ellerimi kendime çektikten sonra koyacak bir yer olmadığımdan vücudumun yanlarına kendilerini bıraktım. Atın yavaş bir şekilde dönmesi ile dengemi korumak için ona ait olan kalın giysinin ucundan tutundum.

Daha rahat gibi hissetsem de bu rahatlığın altımdaki atın hareketlerinden dolayı uzun sürmeyeceğini anlamıştım. İtiraf etmek gerekirse önde oturduğumda düşme tehlikem sıfırdı. Ama arkada oturmam sıfırı yerden yere vurmuştu.

Benekli'nin birden hızlanması ile kıyafetin ucundan tutunduğum eller onun bel kısmını kavramıştı. İlk zamanki gibi sesim fazla çıkmasa da yine de kısık bir heyecandan haliyle çıkan seslerimden birisi çıkmıştı. Ağzımı hemen kapasam da kocaman açılan gözlerim aynı şeklini korumaya devam ediyordu.

Onunla teması kesmek için arkaya geçmek isteyen ben şu an ona kendi rızamla tutunmuş ve temas etmiş haldeydim. Onun sırtı hareketle benim göğsüme değerken sanki ona daha çok yaklaşıyor hissiyatım vardı.

Atı deli gibi sürüyorsun desem, arkamdaki ve önümdeki insanlarda aynı şekilde sürüyordu. Hayır onlarda bir problem yoktu. Sadece benim dengede durmama problemim vardı.

Her iki elimi de bel kısmını sıkı bir şekilde tutarken havalanmayan örtüm atın hızı ve rüzgarın vurmasıyla havalanıyordu. Neyse ki başörtüm uzundu yoksa malum o açılma başıma gelmesi muhtemeldi.

Atın hareketlerine az da olsa alışan vücudum biraz gevşemişti ama ellerim aynı yerde ve aynı kuvvetle yerlerinde durmaktaydı.

Öndeki gibi rahat bir şekilde etrafı izlemeyesem de vaktin geçmesi için kendimi meşgul edecek tek aktivitem buydu. Yoksa yolculuk sadece etrafı izleyerek geçmiyordu. Hikâyeler, anılar ve kıssalar ile yol zenginleşiyordu. Ve yol arkadaşının güzel olması da buna dahildi.

Ellerim giysisinin deriden yapılma yumuşak kısmını tutarken hırçın bir deniz de hayatta kalma mücadelesi veriyordum. Güneşin kara bulutların arasına gizlenmesiyle mücadeleme bir de hava şartları eklenmişti. Üşümeye müsait bünyem arkamda ısıtıcı görevi yapan adamı reddettiği için şu an hafif üşüme sarmıştı.

Zamanın akıp gitmesiyle beraber ellerim soğuktan kızarmaya başlasa da sesimi çıkarmadım. Ama sabahki direncime göre şimdi daha çok yorgun hissediyordum. Yine de sesimi çıkarmadım. İçim sıkıldı. Ayaklarım ve sırtım uyuştu. Soğuk rüzgar içimi girerken yine de sessiz kaldım. Sıkı sıkıya deriye kenetlenmiş ellerim atın sesli bir şekilde kişnemesi ve şaha kalkmasıyla açılmaya kalkmıştı. Gözlerim irice açılırken kalbim korkuyla hızlı bir şekilde attı.

Uzun süre kenetli olan ellerim açılırken canımı acıtsa da tutunmak istedim. Vücudum geriye doğru kayarken önden uzanan sıcacık el soğuk elimi kavrayıp kendine çekti.

"Hohh!" diye ata seslenirken.

"Hümeyra sıkı tutun!"

Elimi tutup kendine çekerken sarf ettiği cümlelerle birlikte geriye kayan bedenim onun tutuşuyla birlikte dengesini sağlamıştı. Diğer elimde bel tarafını geçmiş önde duran elime sarılmak istemişti. Öyle de olmuştu ama ellerimin arasında fazladan sıcak bir el vardı.

Göğsüm sırtı ile birleşirken yüzüm sırtına yapışmıştı. Dediğini yapmış ona sıkı tutunmuştum.

Benekli ise tekrardan şaha kalkıp başka yöne doğru başını çevirip koşmaya başlamıştı. Hızlı hızlı nefes alıp verirken etraftaki alplerin ve Mirza'nın sesi kalp atışlarımın arka planında çalışıyordu.

"Sakin ol! Sakin!"

Arka planda yankılanan seslerden bir ses ön plana çıkmıştı. O kalın ses Mirza'nın sesiydi. Onun sakin ol demesiyle ona daha çok sarılmıştım. Kalbim onun sesine güvenmiş, atışlarını normale indirirken onun sesiyle içimden bir şeyler kopmuştu.

"Sakin ol oğlum! Sakin! Neden korktun böyle?"

Nedense içim titremişti. Halbuki şu durumda benimle değil atıyla konuşması çok normalken ben neden böyle bir saçmalık yapıp durumu üzerime alınmıştım. Onun bedenine ve tek eline kenetlenmiş halde beklerken at yavaşlamış sonra da durmuştu.

"Aferin oğluma."

Kalın sesi bir bebeği sever gibi merhametli çıkarken içimde bir kıskançlık hissetmem bana bir tokat gibi çarptı. İçimdeki hissettiklerime cevap bulabilirken Hümeyra'nın onu neden bu kadar sevmesine bir cevap bulamıyordum.

Uzaktan gelen at sesleri daha da yakınlaşmış, "Beyim yılanlardan korkmuş olmalı." dedi adının Göktuğ olduğunu öğrendiğim adam. Mirza ise kısık bir kahkaha ile atını okşayarak:

"Ah korkak Benekli!" dedi.

"Hazır durduk hem yemek yer hem de namazlarımızı eda ederiz."

"Anlaşıldı Bey'im." dedi ve elini yumruk yapıp göğsüne vurdu. Hareket eden atının üzerinde duran Göktuğ ile göz göze geldiğimiz de, "Hümeyra Hatun iyi misiniz?" dedi. Başımı gömdüğüm sırttan ayrılarak düzleştim.

"İyim." dedim tebessüm ederek. Bir dakika içinde bütün enerjim çekilmiş gibiydi. O da başını salladıktan sonra gerisin geri giderken başım tekrardan sırta yaslanacaktı ki kendimi durdurdum. At sakinleştiğine göre onunla bu kadar yakın olmamanın hiç bir manası yoktu. Ki şu korkak at olmasaydı şu an ona sarılmış ve iki elimin arasına onun elini almak zorunda kalmayacaktım.

İlk başta sağ elimi tutan elin üstünden, sol elimi çekip sonra diğer elimi kurtararak bedenimi kendinden uzağa çektim. Tabi atın üstünde ne kadar uzaklaşabilirsem o kadar uzaklaştım.

Ellerim tekrardan belinin kumaşını kavrarken o da atı sağa doğru yönlendirmeye başladı. At sakin bir şekilde ilerlerken yüzüm Hümeyra'nın iç sesiyle düşmüştü.

Göktuğ bile beni sorarken o beni sormadı, diyordu. Attan düşmeden önce zihnimde yankılanan ses tekrardan kulaklarımda duyuldu.

Beni istemiyor. Beni istemiyor. Beni istemiyor.

Gözlerimi karanlığa hapsedip sese odaklandım. Hümeyra'nın acı dolu haykırışı tekrarlandı. Tenimde hissettiğim ıslaklıkla kapalı olan gözlerim düşte açılmış gökyüzüne bakmıştı. Uzaktan o ses tekrarlandı.

"Beni istemiyor. Beni istemiyor. Beni istemiyor."

Yağmur tanelerini yüzüme konuk olurken bir köşeye sinmiş ellerini bacaklarına siper eden Hümeyra'yı gördüm. İleri geri sallanarak ikide bir aynı şeyi ağlayarak söylemesi içimi acıttı.

Kafamda beliren keskin bir ağrı ile gözlerimi hemen açıp bele tutunmuş ellerimi başıma getirip inledim. Ellerim ile başımı sıkıp ağrıyı az da olsa bastırmayı becerebildim.

"Hümeyra." diye ismimi seslene adamın sesini es geçip başımı daha çok sıktım. Acil yemek yiyip ilaçlarımı içsem iyi olacaktı.

Belimde bir şeyin varlığını hissedince başımdaki ellerimi çekmek ve gözlerimi açmak zorunda kaldım. Tepki vermem için çok geçti. Çünkü çoktan belimi kavrayan eller beni attan aşağı çekmişti. Yere değmeyen ayaklarım ile kısa bir zaman duraklaması yaşadım.

Ellerim başımın kenarında dururken gözlerim onun her zerresinde dolaşmıştı. Burnum yeni çıkan sakallarını hafif değerken yarı açık gözlerim onun şahin gözleri ile karşılaşmıştı. Ayaklarım yere değse de ayrılmayan gözlerimle ona, "Bir daha iznim olmadan bana dokunma!" diyerek ona arkama döndüm. Eyerin kenarına bağlanmış olan çantamın ipini çözmeye başladım.

Hümeyra'nın bile bile aynı duyguları beslemesi hastalıklı olduğu kesindi. Keza bu olmayan bir şey de değildi. Öyle kadınlar vardı ki kendisini döven insanları sevdiğini iddia ediyordu. Kendine zarar veren adamlara öyle bağlılıkları vardı ki bu kesinlikle normal değil, mide bulandırıcıydı. Bir kadın kendini ne kadar düşürebileceğinin kanıtıydı.

Bundan dolayıdır ki Hümeyra'nın hislerine karşı öfkem bu kadar derinleşiyordu. Bazen içimden ona, 'Oh oluyor sana!' bile diyordum. Oh oluyordu ona. Oh oluyordu Mirza'nın ona yüz vermemesi.

Çantamı çözdükten sonra arkamı döndüğümde onu görmeyince zihnimdeki sesi bu sefer dilimle tekrarladım.

"Oh oluyor sana Hümeyra."

Elimdeki çantayla birlikte nemli toprakta yürüyerek alplerin yanına vardım. Ayağım da ağrı arada kendini belli etse de beni rahatsız edecek keskin bir ağrısı yoktu.

"Su alabilir miyim?" diye sordum adını bilmediğim alpe. Ateş yakmakla ilgilenen alp başını bana kaldırıp baktıktan sonra hızlı bir şekilde sallayıp, "Hemen vereyim Hümeyra Hatun." dedikten sonra ayaklandı. Ağacın kenarına koyduğu eşyaların arasından deriden matarayı eline alıp bana gelirken gözüm ağacın kenarında alplere bir şeyler anlatan Mirza'ya kaydı. Üşüdüğümden ellerimi birbirine kenetleyip onu izlemeye devam ettim. Alplerden Göktuğ, ona bir şeyler söylerken o başını olumsuz bir şekilde sallayıp ona cevap vermeye bir yandan toprakta çizdiği şeye elindeki hançeri ile gösterdi.

"Buyurasınız."

Alpin bana seslenmesi ile gözlerimi ona çevirdim. Bana uzattığı deriden yapılma matarayı uzanıp aldım.

"Sağ olasın." diye onların ağızlarına benzer bir teşekkürü ona gönderdim. Hafif tebessüm ederken o da başıyla selam verdikten sonra işine devam ederken ona:

"Yardım edebileceğim bir şey var mı?" diye sordum.

"Sağ olasın Hümeyra Hatun, yapılacak bir şey yoktur. Sadece ateşin üzerine balıkları koyacağım."

İri yapılı saçları arkaya örüklü koyu ten rengine sahip adamın cevabıyla ben de başımı sallayıp oradan uzaklaştım. Ateşten uzakta duran ağacın dibine kuruldum. Onlara sırtımı dönerek ağaca sırtımı yasladım.

Onların uzaktan gelen sesleri haricinde rüzgarın kuvvetiyle hareketlenen yaprak sesleri haricinde ağaçların dallarında çatırdamalar gelmesi içimi ürpertiyordu.

 

Ormanın bu kadar kapkaranlık ve ucu gözükmemesi benim şu anki halimi özetliyordu. Karmakarışık bir düşün içerisinde haritasız, her an farklı bir hengâmeyle karşılaşmanın endişesiyle sürükleniyordum. İçim darlanıyor ve sıkılıyordu. Eskiye gitmek benim için en güzel hayalken bu durum beni tedirgin ediyordu. Yapayalnız karanlık bir ormanda bir başıma yürümeye çalışıyor gibiydim. Işığa çıkmak artık en büyük arzum olmuştu. Hiçbir şeyde gözüm yoktu. Sadece ninemi özlemiştim. Uyanıp onun kollarına sığınmak istiyordum.

Hayal ettim. Düşümde ona sarılmayı hayal ettim. Komik ama benim için kuvvetli bir arzuya dönüşmüştü. Ki o da bu halimle ona sarıldığımı görse sorgulardı. Anlatsam da anlamazdı. Kimse beni anlamazdı. Dışarıdan güçlü gibi görünen ama duygularına yenik düşen Hümeyra'nın en büyük korkularından birisinin de kabusları olduğunu bilmiyorlardı.

Şimdiye kadar ne yaptıysam susturamadığım kabuslarım. Neyin intikamını aldığını bilmeden benim günlerimi ve uykularımı mahveden kabuslarım. Kimi zaman hatırlasam da çoğu zaman zaman hatırlamayıp gözlerimi kapamaya korktuğum anlar çok olurdu. Biri çıkıp alır mıydı beni kabuslardan. Çünkü ben onlarla savaşacak kadar cesur ve güçlü değildim.

Psikolojik destek alsam da onlar bile çözümü bulamamış. Çözüm olarak beni uyuşturan ilaçları önermişlerdi. Onları kullandığım da kabus görmüyordum. Ama kullandığım vakit uyuşuk bir halde olduğumdan onları bırakmıştım. Ama kabuslarımla da savaşmayı bırakmıştım. Bırakınca yavaş yavaş görmelerim azalmışken şu anki durumum beni korkutuyordu.

Ormanın serinliğini içime çekerken ayaklarımı göğsüme çekip başımı dizlerime gömdüm. Göz yaşlarım aciz korkularıma aktı. İnsanlar neler yaşıyordu benim şu halime bak demekten kendimi alamıyordum. Yakınlarıma doğru gelen ayak sesleri ile başımı kaldırmadan kollarımla göz yaşlarımı sildim.

"Buyur."

Onun sesini duymamla birlikte dizlerime yasladığım başımı kaldırıp sesin yönüne doğru çevirdim. Çubuğa geçirilmiş iri balık ateşte közlenmiş bir şekilde bana uzatılmıştı.

Eğilmiş bir şekilde yemeği bana uzatan adama gözlerimi çevirip baktığımda onun da bana baktığını gördüm. Bu bakışmalar saniyeler içinde gerçekleşirken bekletmeden çubuğa uzanıp tam tutacağım sırada, "Alttan tut orası yakar." deyince onun dediğini başımla onayladım. Dediği yeri tutarken elim eline değerek dal parçasını tutmuştum.

Gitmesini beklerken arada mesafe bırakarak yanımda oturmasıyla başımı sağa çevirerek ona bakma gereği duydum.

Kendi balığını ağzına götürürken başını sol tarafa yani bana çevirerek baktı. Başını ne var dercesine sallayıp konuşmaya tenezzül etmediğinden ben de aynı konuşma şekli ile ona karşılık verdim.

Başım ve gözlerimle yanımda oturmasını işaret ettim.

"Bir Bey, Hatunu olduğundan dolayı buradayım." deyip balığını ağzına götürünce kaşlarım çatılmıştı. Bana göre insan hâl ve tavırlarıyla insana en çok zararı vermezdi. En büyük zarar dildi. Sanki Bey Hatunu olmasam insan yerine koyulmayacakmışım gibi bir imaj sergilemesine sinirlenip:

"Ben seninle var olmadım. Bundan dolayı ikide bir yaptığın her hareketi buna bağlama."

Çatılan kaşlarımı düzeltmeyip balığımı yemeğe odaklandım. Yumuşak eti ağzımda yuvarlanırken verdiği tat çok lezzetliydi. Bu lezzet kaşlarımı düzeltmişti.

"Karımsın demek istedim." dediği ile gülümseyerek onu alaya aldım ve ona doğru döndüm. Balığından bir parça aldıktan sonra bana dönen adamın gözlerinin içine bakarak:

"Haa şu emanet mevzusu." deyip güldüm. Komikti. Komik olan bu emanet mevzusu değildi. Bir erkek eşini kollayıp korumakla vazifeliydi. Ama bu durum onda komik duruyordu.

"Emanet mevzusunu bilmiyorsun ya da onu da unuttun."

Balığımdaki lezzeti yarıda kesip sinirle ona döndüm.

"Hayır, sen de komik durduğunu söylüyorum."

Normal duran yüz ifadesi söylediklerimle değişirken gözleri yüzümün yer zerresinde dolaştıktan sonra gözlerimde son bulmuştu. Benim kararlıkla çekmediğim gözlerimle meydan okumamı anlamış bir şekilde de şahin gözlerini sinirli hale döndürmüş, kısmıştı.

"Bir şey mi hatırladın?"

Sorusuyla birlikte meydan okuyan gözlerim ormanın derinlerine kaçmıştı. Gözlerimi kaçırmam büyük hataydı. Yaptığım hatayla dişlerimi sıkarken koluma değen elle gözlerim direk varlığa hareket etmişti. Sıkmadan tutan kolun sahibine baktım. Beni incelerken bir şeyler sezmesinden korksam da yerimden kıpırdamadan gözlerim ormanla onun arasında mekik dokuyordu.

"Hatırladın." dedi kendinden emin olarak. Bilmemeliydi. Beni öldürdüğünü bildiğimi bilmemeliydi. Yoksa işler daha kötü olurdu.

Kolumu ondan çekip yerimden hızlıca kalktım.

"Ne hatırlaması. Baş ağrımdan doğru düzgün şeyler bile görmüyorum. Tek gördüğüm şey karanlık." dedim elimdeki dal parçasını yere atıp ilaçlarla dolu çantamı almak için yönelirken onun bana uzattığını gördüm. Bir an önce olduğum yeri terk etmek için çantaya uzandım ve çektim. Ama bu çekişim onun tutuşuyla durmuştu. Elin sahibine baktığımda ciddi yüz ifadesiyle dudaklarını canlattı.

"Bir şeyler gizlemen sana hiçbir faydası olmaz."

Gözlerim sinirden tuzlu suyla dolarken, küstahlığı karşısında hiçbir şey yapamamanın öfkesi sinemi sardı. Ormanın korkusu içime doldu. Serinliği içimi ürpertirken öfke tohumlarım toprakla buluştu.

"Hatıralarımın bana faydası olacağını bilmem ama senin ecelin olacak!"

Kendimden emin tavrımla gözlerinin içine bakarak meydan okudum. Okuduğum meydanın hiçbir kanıtı mevcut değilken öfkemden kaynaklanan bir doğaçlamanın sonucuydu. Ve bu doğaçlamam onda daha çok şüpheye sebep olmuştu ki oturduğu yerden hışımla kalktı. Bana doğru attığı adımla nefes alış verişlerimde kontrolsüzlük meydana gelmişti. Kendi kabusumu kendim çekmiştim. Gözlerim iri ama çekik gözlerinin siyahından çekilmezken o da çekmiyordu. Sinirliydi ama her zamanki gibi aradığını bulmak için ben de arayıştaydı. Ama bu arayışının boştan ibaret olduğunu bilmiyordu.

"Bey'im balık getirdim."

Alplerden birisi elinde balık geçirilmiş çubuklarıyla yanımıza gelmişti. Mirza, alpin elinden çubukları alırken ona:

"Ellerinize sağlık, ben doydum." dedim alple, o da başını salladıktan sonra arkasını dönerek gitti. Mirza ağzını açıp bir şey söyleyecek izin vermeyip:

"İlaçlarımı içmem lazım. Malum ecelin olacak hatıralarımın bir an önce gelmesi lazım." dediğimde gergin yüz ifadesi normal hale dönmesine rağmen şüpheli bakışlarını sonlandırmamıştı. Arkamı dönüp iki adım attıktan sonra yüzümü ona döndüm.

"Hani kocamsın ya hani emanetinim ya haber etmedim diye vicdan azabı çekme diye bilgilendireyim dedim. İyi yapmış mıyım kocam bey?" diye samimi olmayan ses ve yüz ifadesiyle ona baktım. Hiçbir şey demedi. Sadece derin nefes alıp verdikten sonra bana arkasını dönerek sırtını ağaca yasladı. Bana hiçbir cevap vermedi. Tehdit etmedi. Alaya almadı. Üzerime yürümedi. Sinirle bakmadı. Bu sefer taraf değiştirmiş ben ona şüpheyle bakmaya başlamıştım. Elimi kaşıma götürüp kaşıdıktan sonra durmanın bir anlamı olduğunu düşünerek su almak için alplerin yanına doğru gitmeye başladım.

Benim geldiğimi görünce uzanan alpler toparlanmış bakmayanlar ise bana doğru yüzlerini dönmüşlerdi. Onların bakışlarını bir an önce sonlandırmak için adımlarımı hızlandırıp yanlarına vardım.

"Su isteyecektim."

"Tabi vereyim Hümeyra Hatun."

Göktuğ hemen kalkarak deri kaplamalı su torbasını bana uzattı. Teşekkür ettikten sonra yanlarından ayrılırken alplerden birisi, "Kadının cidden aklı gitmiş olmalı. Beyimiz varken bizden ne diye su isteyip durur." dediğini duydum. Sonra başka ses eklendi.

"Sus be Sarı. Yine hayvanın geviş getirmesi gibi yayvanlaştın."

Sesin sahibini tanımıştım. Göktuğ cevap vermişti. O cevap vermese de dönüp açıklama yapmak gibi bir derdim yoktu. İnsanların arkamdan ne söylediğini az çok takılsam da rüyada gereksiz Mirza yüzünden takma niyetim yoktu.

Kendimi atların yanında bulurken onlardan biraz uzakta; Mirza'dan ise baya uzakta kalıyordum. İlaçlarımı içmek yerine onların yemek yemesini fırsat bilip hacetimi gidermek ve abdest almak için iyi bir zaman diye düşünüp ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başladım.

Aybike'ye bile hacet konusunu çekinerek söylerken bana en yakın olan Mirza'ya hiç söyleyemezdim. Ne kadar sevmesem ve nefret etsem de böyle konularda ninemden miras edebe sahiptim. Çok edepli olduğum söylenemezdi. Ama bu gibi şeylerde çekinmeden edemezdim.

Biraz ilerledikten sonra arkamı döndüm. Atların hiçbirisi görünmese de seslerini duyabiliyordum. Yeterince uzaklaştığımı düşünüp bir ağacın köşesine gelip son kez etrafı iyice bir kontrol ettim. Kimse yoktu ama ben işimi hallederken etrafı kontrol etmeyi elden bırakmadım. Hızlı hızlı işimi hallerken deri kaplama su torbasıyla abdestimi aldım. Hepsini bitirmemeye dikkat ettikten sonra ağzını kapayarak üstümü düzelttim.

Üstümü düzeltirken geçici konakladığımız taraftan ses geldiği için işimi hızlı halletmiş ve seri adımlarla o tarafa doğru ilerlemeye başlamıştım. Fazla uzaklaşmadığımdan atlar hemen gözükmüştü. Alplerin her biri etrafa dağılmışken atların yanında duran isminin Sarı olduğunu öğrendiğim alp beni görür görmez arkasını dönerek ıslık çaldı.

Etrafa dağılmış olan alpler gözleri direk bana bakmıştı. Yolundan gitmeyen şeyler olduğunu hissettim. Sağ taraftan hızlıca koşan Mirza ile göz göze gelince o yolunda gitmeyen şeyin ben olduğunu anlamıştım. Beni mi aramaya çıkmışlardı. Öyle olsa bile seslenseler bile duyabilecek mesafede işimi halletmiştim. Atların bile kişneme seslerini duyarken onların sesini haydi haydi duyardım.

Ben orta tarafa doğru yürürken alpler benden uzağa doğru adımlarını yöneltmişken bana doğru gelen tek kişinin Mirza olması içimi sıkmıştı. Onu kızdırmak istemiyordum. Daha doğrusu katilimle öfke kontrolü yapmak istemiyordum.

Onun lafa girmesine müsaade etmeden elimi kaldırıp, "Abdest almaya gittim." diyerek elimdeki su torbasını gösterdim. Elimdeki su torbasına baktıktan sonra kaşlarını çatarak ciddi yüz ifadesini takındı.

"Abdest almak bu kadar uzun sürmez."

"Benim örtüm var. Sizin gibi kolay almamı bekleme." dedikten sonra yanından geçecektim ki durdum.

"Hem seslenseydin cevap verirdim."

Sonra adımlarımı ileri doğru atarken benim beynime geç sinyal geldiği için gerisin geri döndüm. Arkasını dönerken ona sadece baktım. Söylesem ne fayda eder diye düşündüm. Fayda etmezdi. Hem de hiç fayda etmezdi. Bir insan, başka birisini zihninde belirli bir kalıba sokmuşsa karşıdaki insan istediği kadar değişsin ya da ona dil döksün fayda etmezdi. Bu durum benim başıma gelmemişti. Çünkü insanlarla pek ilişkisi olmayan birisiydim. Ama ilişkim olmaması onları gözlemediğim anlamına gelmezdi. Bu tür zihin dünyasına sahip insanların karşıdaki insana gerek fiziksel gerekse dilsel ne kadar yaraladıklarını görmüştüm. Ve bunu espri altından yapıp aslında gerçek fikirlerini sunduklarının farkında olan tek ben değil kendisine yapılan duruma gülen insanında farkında olduğunu biliyordum. Şimdi ise bu durumu bizzat yaşamak zoruma gitmişti. Belki de o durumlara sessiz kaldığım için karşıdaki insanı yaralamasına müsaade etmesine izin verdiğim için bu hale düşmüştüm. Keser döner sap döner, gün gelir devran döner. Atasözünü rüyamda yaşasam bile eski Hümeyra'nın duyguları yüzünden içimde gösteremeyeceğim ama hissettiğim acılar, yankılanıyordu.

Benim bakışlarıma karşılık gözlerini çeken ilk o olması beni şaşırtmış ve güç vermişti. Galiba bu sefer onun aklından geçen şüpheyi yakalamıştım. Buna güvenerek neyi değişeceğini bilmeyerek ona:

"Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır." (el-Hucurât, 49/1 3)

Ben ayet ezbere bilmezdim. Ama arada sırada okurdum. Sonra ise aklımda kalmıyor diye bırakmıştım. Meğersem aklıma gelmesi için zamanının gelmesini bekliyormuş. Karşı komşumuz Hatice teyze vardı. Medrese tahsil etmiş bilgili bir kadındı. Bir keresinde ninemle onun sohbetine gitmiştim. Onun dedikleri zihnimde yankılanır gibi olmuştu. Bazen ayeti okur geçersin. Bazen de öyle bir şey başına gelir hep okuduğun ayet üzerinde sana farklı bir tesir bırakır. Kalbine bir sekinet iner. Başına gelen iyi veya kötü şeye cevap bulursun, demişti. Haklıymış.

Bana karşı suizan da yani olumsuz düşüncelere kapılmasına iyi bir cevap ayetten başka cümle yakışmazdı. Kaçtığımı düşünmüştü. Kaçıp gittiğimi ya da bir şeyler karıştırdığımı düşünmüştü. Ondandır ki adımı seslenmemişti. Suç üstü basmak gibi bir planı vardı.

Hiçbir şeyi hatırlamayan bir insan nereye kaçabilirdi? Belki Aybars'ın yanına kaçabilirdim. Lakin hem onun yanına gidiyordum. Hem de onun yanına gitmesem de kendimi dağa taşa atarak mı yolu bulacaktım? Abdest aldığımdan dolayı soğuktan üşüyen ellerim kırmızı renk alması onun için bir şeyleri karıştırmadığıma yanıt olmuştu.

"Hiç kimseyi tanımazken hatta kendimi bile...bu kadar kötü olmak seni yormuyor mu?"

Elini kılıcının kabzasına koyup bana baktı. Tekrardan gözlerini benden çekti. Hiçbir şey söylemiyordu. Geri adım atacak bir tipte olmadığı için sessiz kalmayı tercih etmesi benim için gerekli cevaptı. Arkamı dönüp namaz için hazırlık yapan alplerin yanına giderken ciddi olan yüzümde zafer gülümsemesi belirginleşti. Bu sefer ben kazanmıştım. Gözleriyle üzerimde üstünlük kurmaya çalışan adamı nakavt etmek omuzlarımın dikleşmesine sebep olmuştu. Alplere doğru gülümseyerek gitmem uygun olmasa da kendimi tutamıyordum. Elimi ağzıma götürüp gülmemi durdurmaya yardımcı oldum.

Alplerin arkasında ama uzakta yerimi alırken Mirza'nın geldiğini ayakkabılarından tanısam da tenezzül edip bakmamıştım. Gözüm yer ile ilgilenirken tanıdık ayakkabıların yakınıma geldiğini görünce gözlerim başka tarafa dönse de ne diye yanıma geliyor endişesi hasıl olmuştu. Başımı başka yöne çevirirken gözlerim onun ne yaptığına arada bakıyordu.

Elindeki sarılmış olan şeyin ne olduğuna anlamak için tekrardan baktım. İkinci bakışta ne olduğunu anlamıştım. Öğle namazımı kılarken bana verdiği koyun derisinden yapılma seccade idi. Önüme serdikten sonra başını kaldırıp bana bakınca göz göze gelmiştik. Gözlerimi çekmezken çattığım kaşlarımı aynen sürdürmüştüm. Dikkat çekmemek için alplerin yanında yer alırken. Şimdi ki yaptığı hareketin centilmenliğinden değil, yine aynı şekilde dikkat çekmemek için yaptığını biliyordum. Bu suizan değildi. Daha önce bizzat yüzüme söylemişti. O bir oba Bey'i idi ona göre davranması lazımdı ve emanet kavramını yerine getirmeye çalışan ama bunu insanın yüzüne yüzüne vuran bir kişiliğe sahipti. Hepsini geçtim. Beni öldürmeye teşebbüs eden bir insan hatıralarımın cevabını bilmeden bana sempati duyar mıydı? Duyarsa da bu kadar basit bir şeyle olmazdı.

Onu şu kısa zaman da az tanıdıysam o da beni şu kısa zaman da çokça çözmüştü. Öyle ki serdiği seccadeyi almayacağımı onun tabiriyle onu rezil etmemi istemezdi. Rezillik çıkardığımı söyleyen bir insanın bu kadar ince hareket etmesi etraftaki insanların onu iyi görmesini sağlaması ne kadar da zeki olduğunu gösteriyordu. Bu durum toprağa saçtığım öfke tohumlarımın tomurcuklanmasını cezbediyordu.

Kıldığım namaz ruh motivasyonumu sağlarken onunla aynı atta yolculuk etmenin sıkkınlığını üzerimden atmak istedim.

Tesbihatları yaptıktan sonra ayakkabılarımı giymeye başladım. Deriden yapılma ayakkabıları daha doğrusu çarıklarımı giydim. Çarığın boğazı bacağımda bitiyordu. İpliklerini bağladıktan sonra yere serdiğim seccadeyi alıp silkeledim. Yuvarladıktan sonra ipten geçirdim. Yanıma getirdiğim ilaçlarımı başımın ağrısını dindirmek için içmek için çantaya uzandım. Normalde akşamları bazen de sabahları bir kere içerdim. Lakin başımın ağrısı tetiklediği için şimdi içmesem daha kötü olur diye belirli ölçeklerde şuruplardan içtim. Son şişeden bir yudum aldıktan sonra yutkunmada zorlandım. Şifa için ağzıma aldığım ilaç içimde sanki bir zehir halini almıştı. İğrenç tatla birlikte zor da olsa hemen yutkunarak suya uzandım ve iki üç yudum da ondan aldım.

"Hümeyra."

Adımı seslenmesiyle birlikte acele edip toparladım arkamı dönerek hızlı adımlarla atların yanına gittim. Ata binmiş beni bekleyen Mirza'ya seccadeyi uzattım. Ben de atın diğer tarafına geçerek çantayı eyere bağladım. Sıkı bir şekilde bağlasam da kontrol etmeyi unutmadım. Ben onları hallederken Mirza'da seccadeyi yerleştirmişti. Ata binmek için onu beklerken önüme eli uzanmıştı. Elimi uzatıp koluna sıkıca tutunurken o da eliyle benim kolumu sıkıca kavramıştı. Ayağımı koyduğum demirlikten ona doğru uzanırken o da beni kendisine çekmişti. Arkaya binmek için elim omzunu tutsa da o diğer eliyle belimden tutup ön tarafına oturtmuştu.

Kaşlarımı çatıp ona dönmüştüm ki yanağım onun tenine değince gözlerim fal taşı şekilde açılırken bedenim kaskatı kesilmişti. O geri çekilip bana bakmasaydı içimde halen daha yaşayan eski Hümeyra'nın çekilmeye niyeti yoktu. Onu öldürmesini bildiği halde, bu durum onun canını bu denli yakmasına rağmen...

"Arkaya oturacaktım." dedim eski Hümeyra'nın oluşturduğu saçma atmosferi bozarak.

"İlaçlarını yeni içtin. Arkadan düşersin."

Omzumun üzerinden halen daha ona bakmayı sürdürmeye devam ederken o atı sürmeye başlamıştı.

"İlaçları içtikten sonra kendinden geçiyorsun."

Ekstra bir açıklama yapması mantığıma uyunca önüme döndüm. Önden giden alplere göre biz daha yavaş ilerlerken onunla teması aza indirmeye devam ediyordum.

"Ben de gereksiz temaslardan hoşlanmam."

İlaçların etkisiyle mayışmış olan gözlerimle omuzlarımın üzerinden ona bakarak, "Hı?" dedim. Gözleri ile bir yeri işaret edince başımı önüme çevirip işaret ettiği yere baktım.

Atın ipini tutan elinin kolunu sıkı sıkıya halen daha tuttuğumu görünce hemen elimi çektim.

"Fark etmeyerek..." dedim daha fazla açıklama yapmadım. Bir tarafım katilime neden açıklama yapamayayım derken diğer tarafım utandığından kelimler ağzından çıkmadı diyordu. Utanan tabi ki eski Hümeyra idi. Katilim diyen kişi de bendim.

Hızlanan atla birlikte zaman da akarken mayışan vücudumu daha fazla tutamayarak geriye doğru bıraktım. Kalmak için çabalasam da vücudum tam tersi bir tepki veriyordu. Yaslanan başımla birlikte kapanan gözlerimde usulca kapanmıştı. Bilincim yavaş yavaş kapanırken onun sesi kulaklarımda durdu.

"Sarı, şunu veresin."

Atın yavaşladığını hissetmiştim. Ne oluyor diye kaşlarımı çatarken bunun yüzüme yansıdığından emin değildim. Rahat olduğum yerden rahatsız edilerek ayrıldım. Elinin biri sırtım ve omuzumun ortak noktasında durdu. Sonra omuzlarımda kalın bir şey hissettim. Bu kalın şey iki omzumu sararken yaslandığım yere tekrardan geri dönünce başım yerini bulmuş gibi sinmişti bir yere. Örtü omuzlarımdan kollarıma kayarken soğumuş ellerim sıcaklığı hissederek örtüye sığınacakken daha sıcak bir şeyle temas etmişti. Ama bu temas çok uzun sürmemişti. Bütün vücudum örtüyle kaplanırken tamamen kapanmaya geçecek olan bilincimle onun duyacağını bilemeyerek;

"Ne tuhaf bir adamsın." dedim kelimeleri tam telaffuz ettiğimi bilmeyerek cümlelerimi söyledim. Bu cümle dışıma yansıtmaya gayret etsem de duyduğunu bilmeyerek kapanmaya geçmiştim ki onun sesini duydum.

"Sana demiştim merhametim nefretimin önüne geçmez diye." dedi kulağıma doğru. Sesiyle birlikte kulağım gıdıklarken ona değil de katilim sözlerindeki iki yüzlülüğe takıldım.

"Sözlerin çürük elma tadında." diyebildim sadece sonra o bir şey dedi mi bilmiyorum. Çünkü açık kalmadan zorlanan zihnim sonunda kapanmaya geçmişti. Söylediklerinden bu kadar eminken nasıl oluyordu da beni öldürmeye kalkmaktan utanmıyordu. Ve her seferinde içimin bu şekilde duyguyla dolmasına nasıl sebep olabiliyordu. Sevmiyorum hiçbir şeyini sevmiyordum. En çokta eski Hümeyra'nın acı çekmesine rağmen ona karşı hislerini bırakmamasından...

Zamanın ne kadar geçtiğini bilmeyerek sesler ile gözlerimi yavaşça araladım. Gökyüzüne karanlık inmişti. Yeryüzüne ise kırmızı alevler inmiş gözlerime şenlik oluşturuyordu. Kurulduğum yerde canlanırken olduğumuz yerin neresi olduğunu idrak etmeye çalıştım. At yavaş yavaş otağların arasından geçerken insanların selamlarını yaslanmayı sürdürdüğüm Mirza cevap veriyordu. Bilincim yerine gelmişken benim vücudum inatla yerinden canlanmıyordu.

"Otağımıza hoş gelmişsiniz Mirza Bey!"

Atın durmasıyla birlikte kalın ve gür ses kulaklarımda yankılanınca sağa doğru yaslı başım sesin sahibine dönmüştü. Başındaki iri deri şapkayla birlikte iri vücutlu orta boylarda pala bıyıklı bir adam sevecen yüz ifadesiyle bizi karşılaşmıştı.

"Hoş bulduk A..."

Mirza'nın sözünü bitirmesine izin vermeden gözlerimin gördüğü kişiyle ışınlanarak yaslandığım yerden kalkarak heyecan ve sevinçle gördüğüm kişinin adına seslendim.

"Aybars!"

Durgun olan Aybars benim ona seslenmemle birlikte o da benim gibi gülümsemişti. Gözlerim gözlerinde sığınırken, içimdeki yakınlık ortaya çıkmıştı. Nedense onu görmek bile bana güven veriyor, iyi hissettiriyordu.

Gözlerimi ondan çekmeyerek Mirza'nın koluna vurarak, "Hadi, ben de ineceğim." diyerek onu dürttüm.

"Haram olduğunu hatırlatmama gerek yok inşallah."

Sessiz çıkan sesinde bir tebliğ değil, aksine tehdit vardı.

"İn yoksa atarım seni attan." diyerek ona tehditini iade ettim. Beni ikide bir ikaz etmesi yanlış değildi o kadar da cahil değildim. Lakin bu benim rüyamdı.

Gözlerimi Aybars'tan çekip omzumun üzerinden ona baktım. Başımla inmesi için hareket ettikten sonra gözlerimin içine bakarak bir tehdit daha savurdu. Bu tehdit sözleri gibi altta kalmamıştı. Bana doğru eğilince yüzüm hemen önüme dönerken vücudum da öne doğru eğilmişti. Arkadaki varlığını keserek ayaklarını yerde buluştu. Ben de inmek için hareket edince atta sağa doğru adım attı. Tedirgin olup ellerim örtünün içinden çıkmış saçlarında durmuştu. Sıkı sıkıya tuttuğum saçlardan gözlerimi alamazken, "Hümeyra."

Mirza'nın ismimi seslenmesi ile ona baktım. Gözleri yüzümde dolaşırken telaşlanan yüzümü düzelttim. Daha önce attan inmiştim lakin etrafımda kimse yoktu. Eteğim belime kadar açılsa da sorun olmamıştı. Ama şimdi etrafımda bir sürü insan vardı ve at rahat durmuyordu.

"Kollarımdan tutun." dedi kollarını uzatarak. Ne demişti; nefretim merhametimin önüne geçmez. Ne demişti; rezil etme beni. Ne demişti; yük olma. Ayette ne demişti; zandan sakın. Hangi yüzüne inanayım Mirza? Katilimin hangi yüzüne inansam zandan sakınırım.

Başka seçeneğim olmadığı için bana uzatılan kollara ellerim tutundu. Kollarına doğru yönelirken kolların sahibi olan eller, belimi kavrayınca neye uğradığımı şaşırarak ona baktım. Onun ufacık bir tebessümünü yakalayınca şaşkın yüz ifadem mağdur edebiyatına dönüşmüştü.

Ona iznim olmadan dokunma demiştim. Attan iterim, cümlemin intikamını almıştı. Bilerek kollarına tutunmamı söylemişti. Her ata binişimde onun tenine dokunmadığımı...Biliyordu, bilerek yapmıştı. Ayaklarım yerle temas ederken ellerimle kollarına vurarak ellerini belimden uzaklaştırdım.

"Hoş geldin kızım."

Arkadan omzuma değen elle bakmadan Mirza'nın değişen yüz ifadesi, arkamdaki kişiden haz etmediğini söylüyordu. Bu da benim işime gelir diyerek arkamı döndüm. Palabıyıklarıyla gülerek bana bakan adama bakmayı sürdürürken Aybars onun yanında bitti. Gözlerim direk ona kayarken o da bana bakıyordu.

"Bey'im hatırlamıyor."

Aybars'ın bana bakarak söylediği sözler ile birlikte Sazlık Obası'nın reisinin karşımda olduğunu anlamıştım.

"Olsun."

Adam iki omzumu da tutarak bana sarıldı. Bedenim onun sarılışı ile birlikte burnuma dolan limon kokusu içimi rahatsız etti.

"Hoş geldin kızım." dedi eli sırtımı okşarken.

Ellerini yavaşça çekerken ben de ondan ayrıldım. Bir tepki vermeden ona bakarken gözlerim arada Aybars'a gidiyordu. Gerçekten rüyamda en iyi avantajdı. Tek dezavantajı benden uzak olması idi.

"Ben amcan Abdül Bey!" dedi gururla.

İsmi ile bir şey anımsamasam da adamdan rahatsız olmuştum. Bundan dolayı gözlerim Aybars'a kayıyordu. Onun arada bana bakıp gülümsemesi beni rahatlatıyordu.

"Hoş bulduk Abdül Bey!" dedi yanımdaki adam. Karşımdaki adam aynı sevecenlikle Mirza'ya dönse de gözlerindeki yapmacıklığı içim okumuştu. İkisi de birbirinden haz etmiyordu. Benim gözlerim ikisinin arasında mekik dokurken üzerimde güvende olduğumu hissettiren kişinin bakışlarını da hissediyordum.

 

Selamünaleykümmm

❄️Yine Hümeyra Aybars'ı görür ve nakavt olur. Okurlar, olur mu öyle şey diyerek Aybars'a saldırır 😁

❄️Sizce Hümeyra'nın Mirza'ya karşı bu Bey konusunda çıkışması yanlış mıydı yoksa doğru muydu? Mirza gerçekten makamını düşünerek Hümeyra'nın hâl ve tavırlarından rahatsız oluyordu yoksa başka sebepleri mi vardı? İyi düşüp tartın 🤭

❄️Mirza'yı çözebilen var mı? Ben çözemedim de 🥸

Loading...
0%