@lilyum_cicegi
|
Oyun ve yorumun kitabım için çok önemli. Keyifli okumalar "Ne yaparsın be kadın!" Otağı inleten sesin sahibi ile gözlerimi ışık hızıyla açtım. İki üç adımda yanımda bitip elimde olan bıçağı birden çekip kenara fırlattı. Sonra kestiğim sol bileği parmakları ile sıkıca kapatırken, gecenin öfkesini saran gözleri ile bana baktı. Tenim teninde kavrulurken, içimde anlamlandıramadığım bir burukluk sancılandı. Kestiğim halde hiçbir acı hissetmeyen tenim, acı ile zonklamaya başlayınca yüz ifadem değişmiş; geriye ağzımdan kısa bir inlime firar etmişti. Kanı durdurmak için bileğimi saran parmaklara baktım. Kanım parmaklarına bulaşmıştı ve sanki fırçanın dokunuşu gibi iz bırakmıştı. Yere damlayan kanları durdurmuş bir yandan da bir şeyler söylüyordu. Anlamıyordum, hayır onu değil. Onun ne dediği umurumda bile değildi. Sadece başıma gelen bu olaylara anlam veremiyordum. Başka bir varlık beni yaraladığı zaman canım acırken, bu işi ben yaptığım zaman canım acımıyordu. Bileğimi kesecek cesareti de bu tahminimden almıştım. Ve sağ olsun tahminimi yarı yolda bırakmamıştı. Ama sonradan çekeceğim acıyı akıl edemediğim için şimdi resmen düşüp bayılmak üzereydim. Ve öyle de oldu. Geriye doğru yalpalanırken karşımda duran adam hemen beni fark etmişti. Diğer eliyle sırtımı tutup geriye doğru düşmemem için bir barikat oluşturmuştu. "Bırak." diye sızlanıp ondan uzağa gitmek istemsem de o bu duruma izin vermemişti. Sırtımdaki elini çekmeden karşımdan, yanıma geçip oturmam için elini omuzuma koyup yer çekimine doğru baskı uygulamaya başlayınca, acıdan iki büklüm olmak isteyen bedenim buna itiraz etmedi. Lakin iç benliğim ona boyun eğmedi. "Git yanımdan!" diye tersledim. Sesim güçsüz çıksa da tesiri geçmişti. "En çok istediğim şey bu! Ama sen, bir türlü buna izin vermezsin!" Azarlayan ses tonuyla kaşlarımı çatıp hızlıca ona başımı çevirince yediğim darbeyle, "Ah!" diyerek boşta kalan elimi gözüme getirdim. "Sabır Rabbim!" Söylediği bilmem kaçıncı sabıra, göz devirmek istedim lakin bu kadar yakınımda olduğunu bilemeyerek başımı ani bir şekilde çevirince gözüm çenesine girmişti. "Hümeyra Hatun!" "Efendim Aybike!" Adımı belki 100 kere zikreden Aybike'ye hissettiğim acı ve bulunduğum durumdan ötürü ters bir şekilde cevap verdim. O da bu durumumu anlamış, ses etmemişti. Yaram yavaş yavaş karıncalanmaya başlarken, odaya ne zaman girdiğini bilmediğim şifacı elinde bıçakla karşımda dikilince ona tedirgin bir şekilde baktım. Geriye gitmek için oturtulduğum yerden arka tarafa sürünmeye çalışsam da sırtımdan tutan el buna izin vermiyordu. Ben de bu duruma sinirlenip daha çok onu sırtımdan itilemeye çalışıyordum. "Bey'im bileği açın hemen yapalım." Ciddi ses tonuna sahip şifacıya şüpheli edayla bakarken, gözüm tekrardan elindeki bıçağa gitti. Bıçak normal renk tonuna hakim değildi. Ucunda turuncu boyalar onun kızgın bir ateşten çıktığını kanıtlıyordu. Başıma gelecekleri idrak edince; gözlerim irileşti ve ağzım şaşkınlık içinde açılmıştı. "Onu bileğime bastırmayacaksınız değil mi?" diye masumca sordum. Şifacı adam, sıkıntılı şekilde nefesini bıraktığında gerçekten o kızgın bıçağı yarama basacağını anladım. "Hayır, olmaz! Bırak beni!" diye öfkeyle yanımdaki adama bağırdım. Boşta kalan elimle onu itilemeye çalışırken aklıma gelen fikirle duraksadım. Ben kendime zarar verince canım acımıyordu ki! "Bana verin. Ben yapayım." diye endişeli ifademi yüzümden silerek, karşımdaki adama sordum. Adam ise benim ani değişen ruh halimi garipseyerek yanımda duran ve beni sarmalayan onuru olmadığı için bırakmayan adama baktı. "Delirmedim. Sadece ben yaparsam belki daha az acır." Onu ikna etmek için söze girmiştim ki yanımdaki adamın sesini duydum. "Delirmediğine emin misin?" Resmen sesinde alay ve küçümseme vardı. Bir eli bileğimi sararken diğer eli geriye kaçmamam için omuzlarımdaydı. Yakınlık derecemiz onun nefesini yanağımda hissettiğim boyuttaydı. Vücudumu biraz ondan uzağa getirerek, onun yüzüne baktım. Ama gözlerine değil, ne kadar da kocam olduğunu söylese de ben insanların gözlerine bakarak konuşamıyordum. "Evet eminim. Mesela senin gibi karım da karım diye etrafta dolaşmıyorum." Cümlemi bitirir bitirmez bileğimde hissettiğim acı yüzünden boşta kalan elim Mirza'nın baldırını konup orayı sıkıca sarmalarken sesim özgür bir şekilde duvardan duvara yansımış, kulaklardaki bütün kiri almıştı. Sesimi kesip acımı inlemelere dökerken, enerjim bitmiş bir şekilde başım yanımdaki adama sığınmıştı. Hissettiğim derin acıdan dolayı nefes alamıyor ve bundan dolayı kasılıyordum. Acının ilk halinden beri kapalı olan gözlerimle kendime gelmek için yerimde nefes alıp acıyı dindirmeye çalışsam da, göz yaşlarım bunun yalan olabileceğini kanıtlıyordu. "Hümeyra Hatun." Uzaklardan Aybike'nin ince sesi duyulunca gözlerimi yavaşça açtım ve normal nefes almaya çalıştım. Bileğimi alttan destekleyen ele gözlerimi götürdüm. Buraya düştüğümden beri yaranın her çeşidini bizzat üzerimde yaşasam da, karşılaştığım manzarayı acıklı bir yüz ifademle karşıladım. Başımı yasladığım yeri, yarı açık yorgun gözlerimle algılamaya çalıştım. Deri kaplı bir yere başımı koymuştum. Acımı bu kadar derin hissetmeme neden olan adamın göğsünde yaslı olduğunu görünce hemen başımı kaldırdım. Göz yaşlarım sicim sicim akarken sinirli gözlerimle ona baktım. O ise bana bakmak yerine şifacıya bakıyordu. Bilerek yapmıştı. "Bilerek yaptın." dedim. Sesim, bağırdığım için kısılmıştı. Bunun sebebi de oydu. O ise bana cevap vermek yerine: "Bitti mi Akkaş Bey?" diye soru sordu. Hayatım boyunca insanlardan uzakta yaşayan ben, şimdi bir kaosun ortasına düşmüş bir insan tarafından aşağılanıyordum. Gözlerimi hırsla ondan çektiğim vakit, benden habersiz bana yabancı olan adamın baldırını sıkı sıkıya tutmuş elimi görünce utandım. Fakat öfkem ve acım, utancımın önüne geçtiği için bir toz tanesi gibi rahatsız etmedi. Hızlıca elimi kendime doğru çektim ve beni sıkı tutmayan adamın yanından hemen bedenimi ayırdım. "Bitti Bey'im." dedi ve sonra devam etti. Ben de o sırada bir kurtuluş yolu olarak Aybike'nin yanına vardım. "Hümeyra Hatun, yaralarınıza dikkat edesiniz." dedi ve sonra gözleri yaralarımda dertli bir şekilde dolandı. Sanki başka bir şeyler de söyleyecekti de kendini durdurmuştu. "Bir şey olursa bana haber edersiniz." dedikten sonra çıkacağı sırada, buradaki en hoşnut olmayacağım adam sesini ortaya bıraktı. "Merak etme Akkaş Bey, bir kaç saat sonra tekrar buraya gelmek zorunda kalırsın." Benim bu yaptıklarımı alaya vuran adama hiçbir açıklama yapmadan yanımda duran Aybike'ye: "Yalnız kalmak istiyorum. Gereksiz bir sese bile tahammülüm yok." O ise benim dediklerimle öylece kalırken onu es geçip yer döşeğine oturdum. Onlara sırtımı döndüğüm için ne yaptıklarını bilmeden halen daha sızlayan yaraya gözlerimi gezdirdim. Kapı açılma sesi duyduğumda gittiklerini zannedip rahatlarken yaşlı bir kadın sesi duyunca meraklanıp yan şekilde oturuşumu düzelttim. "Neler olur burada?" Çatık kaşları, eğilmeye müsait olmayan dik vücudu ve yanında olmaktan hiç hoşlanmadığım adamın gözleri gibi siyah şahin gözlere sahipti. Ve o gözler benim gözlerime konunca, tedirgin olup hemen gözlerimi kaçırdım. Kadının sert gözleri, bela geliyorum diye bas bas bağırıyordu. "Hanım Ana..." duyduğum sesle gözlerim Mirza'ya gitmişti. Karşısındaki kadın gibi dik duruyor ve ciddi yüz ifadesini hiç bozmuyordu. "Hiç bana ana deme!" Sesi yüksek değildi, ama karşısındaki insanın üzerinde etki bırakacak bir sese sahipti. Resmen kadının her tarafından asillik ve zarafet akıyordu. Ben onu hayran hayran izlerken gözlerimiz tekrardan karşılaştı. Gözlerimi kaçırmadan o çoktan ayırmış, bütün vücudumda gözlerini gezdiriyordu. Her baktığı yaramda şahin gözlerinden daha da çok kıvılcım çıkıyordu. Ellerini arkaya atarak belinin hizasında birleştirdi ve tekrardan Mirza'ya baktı. Mirza ise bu durumdan oldukça rahatsız görünüyordu. Ve bu da benim içimi az da olsa sevindiriyordu. Ona her şey müstahak olmalıydı! Başını hafif yukarı kaldırarak, çattığı kaşlarını hiç bozmadan: "Allah'ın emanetine böyle mi bakarsın?" deyince, lafın yine şu karı-koca şeysine gelmesiyle yüzüm düşmüştü. Düşen omuzlarıma bir öküz daha binince iyice kambur kalacak şekilde pozisyon aldım. "O yaraların sahibi ben değilim." Başımı Mirza'ya çevirdim. Emin bir şekilde söylediği sözlerle başımın olumlu bir şekilde sallandığımı fark edince, gardımı düşürmemek için kendimi toparladım. "Bir Bey, Hatun'una zarar gelmesin diye yeri geldiği zaman kendini kalkan olarak kullanır. Yara aldıktan sonra yaralarını saran değil, yara almasını önleyene Bey denir!" Kadının keskin sözleri ile; gözümü açtım açalı, en değerli varlık olarak hissettim. Gözlerim iki kişinin arasında mekik dokurken, onda durdu. Gözlerini karşısındaki kadından çekmiş derin bir mehtap yolculuğuna çıkmış gibi uzaklara bakıyordu. Yavaşça başının sağa doğru döndürdüğünü görsem de bakışlarımı ondan ayıramadım. Gözlerimin bu tepkisine kaşlarım çatılırken, gözlerimiz kısa bir buluşmadan sonra ayrıldı. "Elimden geleni yapmaya çalışırım." diyerek başını dik bir şekilde kaldırdı. Üzerimde yaptığı icraatlara bakınca, onun haksız olmadığı düşüncesine vardım. Benim ondan katlanamadığım...her şey, benden uzak dursun yeter! Gergin ortam, birbirinden emin iki çift göz ve böyle durumlara gelemeyen ben... "Dışarıya gelesin." Yaşlı kadın sözlerini bitirdikten sonra bana yandan bir bakış atarak dışarı çıktı ve peşinden Mirza ayaklandı. Otağda sadece ben ve Aybike kalınca rahat bir şekilde kendimi yatağa bıraktım. "Hümeyra Hatun!" diye telaşlı bir ses duyunca, kendi hissetmediğim acının başkalarına esir olduğu hatırıma gelince burukça gülümsedim. "Az önceki kadın kimdi?" Uzandığım yerden canlanmayarak hem kahverengi tahtalarla çevrilmiş tavanı izliyor hem de Aybike'ye soru sordum. "O, Hanım Hatun. Bu obanın baş reisidir." "Kadın mı reis?" diye şaşkınlıkla sordum. O ise gülümseyerek başını salladı. "Kadınların baş reisi." "Havalı kadın." dedim hayranlığımı dile getirerek. "Havalı mı?" diye söylediğim kelimeyi sorgulayan Aybike'yi görünce gülmemek için zor tuttum. Dur bir dakika, söylediğim sözleri anlamakta zorlanıyorsa: "Aybike biz kaçıncı yüzyıldayız, asır, tarih veya başka neyse..." "13. asırdayız." Aybike'nin söylediği kelimeyle ağzım bir karış açılmış, aklımda olan taşlar havada kalmıştı. "Ellerinize bal ve diğer yerlerinize verilen ilaçtan süreyim." diye söylenen Aybike'ye kafamla cevap verirken, derin düşüncelere daldım. Acaba paralel evren denilen şey mi başıma gelmişti? Ya da zaman makinesi yapmışlardı da ışığı bana mı rast gelmişti? Ya da ben aslında bugündeydim 21.yy'da ki ben, ben değil miydim? Çok karmaşık bir olayın içindeysem ancak basit düşünerek bu durumdan kurtulabilirdim. Aynı burnunun ucundaki şeyi diğer odalarda aramak gibi, uzak değil çok yakın düşünmeliydim. Şimdi yatmadan önce ben film açmıştım. Sonra da buraya gelmiştim. Buraya gelmiştim... "Filmin içine falan mı girdim ben!" diye sesli bir şekilde bağırırken, ağzım bir karış şaşkınlıkla açılırken şaşkın gözlerim bana şaşırarak bakan gözlerle karşılaştı. "Değildir bence?" diye donuk gülümsemeyle Aybike'ye bakmaya devam ettim. "Ne değildir?" diye soru soran kıza sadece önemsiz bir baş sallayış yaptıktan sonra gerisin geri yattım. Basit düşün dedim Hümeyra! Parabol sorusunda türev al demedim. "Matematik, evet matematik!" diyerek sevinçle yerimden kalktığımda Aybike ellerime bal sürmeyi kesmiş, hemen ayaklanmıştı. "Nereye?" diye ona sorduğum da, "Akkaş Bey'i çağıracağım." deyince düşüncelerimi dışarıya vurmamdan dolayı kızı korkuttuğumu anlamıştım. "Yok bir şeyim sadece, kendi kendime konuşuyordum." dedim ve ona gülümsedim. O ise tedirgin bir şekilde tekrardan yanıma oturunca elimi ona uzattım. O ise bana tekrardan bakıp işine koyuldu. Düşüncelerim hissettiğim acının önüne geçtiğinden canım fazla acımıyordu. Dişimi sıkıp o işini bitirirken aklıma gelen fikre yoğunlaştım. Bir sefer 1 hafta boyunca sabah akşam trigonometri çözdüğümden rüyalarıma bile girmişti. Öyle ki nenem sabah namazına kaldırmaya çalıştığında, sabah namazı rekatlarını trigonometrik hesabını yapmaya çalışmış ama bir türlü sonuca ulaşamayınca, 'Sonucu bulamadım, ben sabah namazını nasıl kılacağım?' demiştim. Yani şu an bulunduğum durumun rüya olabilirdi. Nereden baksan bir yıldır tarih kitaplarının ve dizilerinin tiryakisi olmuştum. Kendime zarar verdiğimde ve yarama dokunduğumda acı hissetmiyordum. Ama başkası zarar verdiğinde bunu gayette iyi hissediyordum. İstemediğin halde acı hissetme durumu...bu çoğu kez başıma gelmişti. "Hümeyra Hatun iyi değilseniz ben..." "Hayır, çok iyim." diye gülerek Aybike'ye cevap verdim. Evet, çok iyiyim. İçim huzurla ve sevinçle dolmuştu. Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp öyle gülümserken, böyle bir rüyanın içinde olduğum için Rabbim'e şükürlerimi sunuyordum. Eskiye gidemez, eskiyi 21.yy'la getiremezdim. Ama bir rüya ile her şey olurdu. "Aybike yaralarım ne zamana iyileşir?" Etrafı dolaşmak istiyordum ama ben kendime zarar vermesem de başkaları verebilir diye ilk önce yaralarımın iyileşmesini beklemek en iyisiydi. "Vallahi siz böyle yaparsanız biraz zor." "Söz bir daha böyle şeyler yapmayacağım. Ne de olsa bilinmezlik çözüldü." dediğimde Aybike'nin tekrar sorgulayıcı bakışlarıyla karşılaşsam da bir açıklama yapmadım. Hem yapmakta zorunda değildim, hele bir şu yaralar iyileşsin. O zaman sahalar benimdi. Ama ya uyanırsam? Kapının açılma sesini duyduğumda yattığım yerden başımı kalın halının olduğu yere çevirdim. Halı yavaşça sağa kayarken içeriye girenin Mirza olduğunu görünce yüzüm hayli bir düştü. 'Sakin rüyadasın.' diye tekrar eden iç sesime kulak versem de yapamıyordum. En iyisi umursamamaktı, aynı onun bana yaptığı gibi. "Bey'im." diye ayağa kalkan Aybike'ye, ağır abi gibi takılıp eliyle, işine devam etmesi için hareket etti. Yanıma gelmek yerine sırtını tahta sandığa yaslayarak oturdu. O odanın bir ucundayken ben diğer ucunda rahatımı bozmadan yatıyordum. Anneannenim, 'edepli ol' sözleri aklımdan geçerken onlara buranın gerçek olmadığını istediğimi yaparım, dedim. Lakin içim neden huzursuzdu? "Neden kendini öldürmek istedi?" Odanın ucundan gelen kalın ve bir o kadar ciddi ses tonu bana değil, Aybike'ye hitap etmişti. Aybike ise tedirgin bir şekilde gözleri beni bulsa da ben onları görmeyeyim diye gözlerimi tavanla birleştirdim. "Bilmiyorum Bey'im birden oldu." "Bilmiyorsan, onun yanında bulunmanın bir anlamı da yok!" Kurt tarafından ısırılan kolumda büyük bir acı hissederek gözlerimi ani bir şekilde açtım. "Özür dilerim." diye ağlamaya yüz tutmuş göz yaşların sahibiyle, gözlerim denk geldi. Ne sanıyordu bu adam kendini! Aybike'ye gülümseyerek başımı hayır anlamında salladım. O buruk, bir şekilde bana gülümsemesini sundu ve yarama merhem sürmeye devam etti. Ayaklarıma sürülen merhemin sonunda üzerime yorganı çektiğinde uykum olmasına karşın, uyuyamıyordum. Rüya'da uyuma isteğini de ilk defa hissetsem de çok fazla takmadım çünkü odada ki varlık hayli içimi sıkıyordu. Aybike'nin yanımdan ayrıldığını görünce birden telaşlanıp kısık sesle, "Nereye?" diye sordum. O ise ellerini göstererek, "Yıkamam lazım. Burada su kalmamış." dediğinde içim gitme nutukları söylerken dışım sadece ona gülümsedi. Arkasından duygusal fonlar çalarken gözlerim sandığa başını koyarak bana bakan adamı görünce değişik bir tepkiyle: "Ne bakıyorsun dön önüne!" dediğimde kaşlarını çattıktan sonra yavaşça yerinden canlandı. Dudaklarıyla kısık şeyler söylerken, onu duymadım. Gözlerim tekrardan tavanla birleşirken, içimden yüze kadar sayıp uyuma metodunu denemeye çalışmaya çalıştım ama yüz oldu ama o bir türlü odadan çıkmadı. Canım acımasa bile yaralarım çabuk iyileşsin diye sol dirseğimden yardım alıp oturur pozisyonunda durdum ve ona: "Dışarı çıkar mısın?" Kibar bir şekilde söylediğim sözler iğrenç bir ses tonum ile birleşti ve sahibine iletildi. Ondan cevap gelmeyince sinirle gözlerimi ona çevirdim. Direk gözlerine değen gözlerimi, omuzlarına indirmek zorunda kaldım. Çünkü ben de insanların gözlerine bakarak konuşamama hastalığım vardı. "Seni yanımda görmek istemiyorum." diye başladığımda onun da ağzını açtığını gördüğümde, "Sen de beni görmek istemiyorsun." diyerek tamamladım. O ise açtığı ağzını kapatarak, donuk gözlerle bakmasını sürdürdü. "Bundan dolayı ikimiz içinde uzak kalmak...." "Onu kendini kesmeden önce düşünecektin." dedi sözümü keserek. Kaşlarımı çatıp, "Kendimi kesiyorsam bu seni neden ilgilendirsin? İstediği mi yaparım sana ne!" Bileğime kızgın bıçak bastırıldıktan sonra etrafı inleten sesim kısıldığı için şu an ona sesimi yükseltince boğazım gıdıklandı ve öksürmeye başladım. "Aklın başında değil." Yani her şey normal olsaydı, yaptıklarımla hastanede tedaviye alınmam en doğrusuydu. "Gayette başımda!" Öksürmeye devam etsem de bir türlü kesilmiyordu. Hem konuşmama hem de nefes almama engel oluyordu. Elimin tersi ile göğsüme vururken önüme uzatılan bardağı görünce sağ tarafıma döndüm. Yatağın kenarına çökmüş, elindeki bardağı bana uzatan Mirza'yı gördüm. O ise bana bakmak yerine bardağa bakıyordu. Elim bardağa uzanınca, "Elin yaralı." diye ikazda bulundu. Onun elinden içmek istemesem de yaralarımın iyileşme süresi gecikir diye öksüre öksüre dudaklarıma uzatılan bardağa uzandım. İki üç yudum aldıktan sonra dudaklarımı tahta bardaktan geri çekince o da, bardağı geri çekmiş ama yanımdan ayrılmamıştı. Nefesimi toparladıktan sonra geri doğru kayan baş örtümü önünde düzeltmekten çekinip başımı yana çevirerek elimin tersi ile baş örtümü öne çektim. "Bu durumu kabul etmesen de, kendini kesmeden önce düşünecektin." Yanımda halen daha varlığını sürdüren adama sinirlenip, "Bir daha kendimi kesmeyeceğim, oldu mu? Şimdi gider misin?" "İstesen de istemesen de emanetimsin ve bu durum aklın başına gelene ve kanıtlar ortaya çıkana kadar böyle!" "Emanetimsin" diye alaya alarak onu taklit ettim. Ettim o ise sergilediğim durumu anlamak için gözlerini bana çevirmişti. "Emanetin olduğuma emin misin?" dediğimde başını geriye atarak derin bir nefes verdi. "İnsan değer vermediği bir şeye nasıl emanetim der?" "Karısı olduğun da!" dedi. Hemen başını çevirince direk gözleri tarafından istilaya uğrayınca sağa dönük olan başımı önüme çektim. "Beni sevmediğin halde neden benimle evlendin?" diye sordum ama bir cevap gelmeyince çekingen tavırla bakışlarımı sağ tarafımda olan adama çevirdim. O ise bana bakmak yerine sadece karşıya bakıyordu. Söylediğim sözler karısında sessizliğe çekilen adamı ciddiyetle izledim. "Yoksa...beni seviyor musun? Ama olmaz ki seven insan böyle nefret eder mi? Acı çekmesine müsaade eder mi?" Bir an kendimi kaybedip içimi adama dökerken söylediğim sözlerin anlamlarına bakıp utanıp sustum. Onun olduğu tarafı geçtim karşıya dahi bakamıyordum. Başım eğilmiş biraz sonra yorganın içinden girecekti. Nasıl bir ruh haline girmiştim. İçimden her defasında 'Bu bir rüya' tespih çeker gibi söylesem de söylediklerimden utanmıştım. Çünkü hayatım boyunca bu ince işler hakkında bir kız arkadaşımla bile konuşmayan biriydim. Şimdi ise bu lafları tanımadığım bir erkeğe sarf ediyorum. Bir an önce bu ıstırap bitsin diye ne yapacağımı düşünürken kapının ardından kurtarıcım olan Aybike'nin sesi duyuldu. "Destur var mıdır?" deyince ben de hemen "Gel! Gelebilirsin!" diye art arda kelimler sarf ettim. Kalın halıdan çıkan Aybike bir bana bir de Mirza'nın konumuna bakınca kaşları hafif kalktı. "Bey'im Abdül Bey geldiler. Hümeyra Hatun'u görmek isterler." deyince Mirza oturduğu yerden kalktı. Ciddi bir yüz ifadesiyle, "Hümeyra Hatun iyileşene kadar kesinlikle kimseyle görüşmeyecek." Bu fevri hareketine oturduğum yerden anlamsız bir şekilde baktım. "Ne yani ben hep bu otağda mı kalacağım?" İsyan eder bir halde sordum. Çünkü ben hemen iyileşip rüyamın tadını çıkarmak istiyordum. "Bir an önce iyileş ve bana sorduğun sorulara cevap ol." Elinde tuttuğu üst tarafı deri kaplama alt tarafı ise kürkle çevrili şapkasını, dizilerden öğrendiğim börkünü başına geçirdi ve odayı sonra da otağı terk etti. Geriye sadece ondan kalan nedensiz kalp atışlarım kaldı. 🌜Selamünaleyküm, lütfen düşüncelerini belirtip öyle geçer misin? Olumlu ve olumsuz üsluplu her yoruma açığım. 🌛 🥜Dil konusunda açıklama yapmak istiyorum. Kanlı Motif gibi bu kitabım da distopya tarzında. Bunda dolayı karakterlerin konuşma şekilleri de farklı. Yani atıyorum burada 'gelesin' kelimesi yerine 'gelir misin' kullanmışsam şaşırmayın. Çünkü bu kitap eski Türk tarihini anlatmıyor. Sadece biraz esinlenip kafam da şekillendirdim. Oyun ve yorumun kitabım için çok önemli. Sonraki bölümde görüşürüz inşallah🤗 |
0% |