Yeni Üyelik
26.
Bölüm

Sözleşme

@lilyum_cicegi

Oy vermeyi ve yorumda bulunmayı unutmayın🤍

Mirza’nın kılıç savrulmasından kaçtığım düş, tekrardan önümde bitti. İşte o an, kırgınlığın en acı çatlağıydı. Kazdıkça her şey hallaç pamuğuna dönüyor gibi hissediyordum. Daha doğrusu sorumluluk duygusu ben de boğulma hissiyatı oluşturuyordu.

Hepimiz ortaya bir şey koyuyor ardından birbirimizi sorguluyorduk. İşte karşımdaki örgüt bu kadar iğrenç bunaltıcı bir yapılanmaydı.

“Sen…!” dedi hiddetle Mirza. Ve Bulut’u yakalayacağı an Bulut bu sefer şahinin pençesine av olmamıştı.

“Kendine gelesin Mirza Bey!”

Kuşağından küçük bıçağını eline aldı. Kendini korumak istercesine, “Ben sadece olanları anlatırım.” dedi.

“Sen de anlatasın neden o gün Hümeyra Hatun’u öldürmek istedin!”

Bulut’un meydan okumasında yalnız kalmak istemedim. Ama o anı, bana öyle kötü hissettiriyordu ki adeta depresyona giren insanın her şeyden kendini soyutlaması gibi bir şeydi.

Yatakta kurduğum bağdaş bozulmamışken bakışlarım sadece yerdeyken önüme onun çizmeleri yaklaştı. Önümde diz çöktüğü an gözlerimi yüzüne çevirdim. Aramızda mesafe kalarak:

“Yapmadım.”

Başını olumsuz bir şekilde salladı.

Gözlerindeki endişe de neydi? Artık hata yapmak istemiyor muydu? Neden çabalıyordu? Susabilirdi. Kesip atabilirdi. Neden gayret gösteriyordu?

Lal olmuş dilim çözülerek, “Bana kılıçla saldırdın.” dediğim de kaşları çatıldı. Hayır bu sinirlenme ibaresi değildi. Düşünüyordu ama yalanlamıyordu. Çünkü bu en hakiki gerçekti.

“Keçikören’de kılıcı boynuma tuttun.”

Sustu. Gözleri arada ben de dururken başka bir tarafa kayıyordu. En sonunda dayanamayıp birden yerinden kalkarak benden uzaklaştı.

“Ne düşünürsün bilmem ama sana ihanet etmedim.”

Ayakta dikilen adama baktım. Tepkimi bekliyordu.

“Ben Kuğu’ya ihanet etmedim.” dedi sesini sakince bana ulaştırdı. İçimde ki gıdıklama hissiyle zaman durmuş gibiydi. Eski Hümeyra içindi onun bu tavırları. Onun bir bakışı kendinde güvercin yuvasıydı. Ama o güvercinleri dağıtmam en hakiki görevim olmalıydı.

Mirza’nın gözlerindeki endişeye sebebiyet veren kişiye döndü yani Bulut’a:

“Örgütün fitneliğini şimdi de aramıza soktun!”

Mirza, Bulut’a atılmaya kalkınca Bulut kendini savunarak bıçak hareketi yapmıştı. Lakin Mirza bundan geri kaçarken Beybolat Bey devreye girmişti.

“Durasınız!”

Ama birbirine girmek üzere olan iki kişiye tesir etmemişti. Beybolat Bey bu sefer bana dönerek:

“Hümeyra Hatun toy gecesinde Mirza sizi öldürmeye kalkarken şimdi şu halde yaşar halde olur muydunuz?”

Doğru diyordu ama o kadar karışık bir olayın içindeydim ki basit sayılacak şeyleri dahi düşünürdüm. Adeta komplo teorileri üretmeden duramıyordum.

“Oturasınız artık. Ve bir an önce şu belirsizlikler bitmesi gerekir.”

Mirza yumruğunu Bulut’a geçirirken başını bana çevirdi.

“İnanır mısın?” diye sordu. Yüzünden gözlerimi çekerek ciddiyetimi takındım. Başımı olumlu bir şekilde salladım. O Kuğu'ya ihanet etmezdi.

Hümeyra’nın yüreğindeki yarayı sarmak yerine bu toprakların yarasını saracaktım. Mirza’ya da ne diyeceğimi bilemediğimden geçiştirmek için başımı sallamıştım. Ama o hakikati merak etmiyor da değildim.

İkisi de yerine kurulurken Bulut, “İkide bir boğazıma yapışılacak ise ben bu yolda yürümem.” dedi adeta çocukça ama haklı isyanını.

“Devam edesin Bulut.”

“Ölmen gerekti ama yaşadın. Mahmud, seni yaşatma kararı aldı. Belgeleri senin çaldığından emin değildi. Fakat sen de çalmış olabilirdin. Ve ok sana değil şu adama gelecekti.”

Eliyle Mirza’yı işaret ederek tepkisini adeta ortaya sermişti. Mirza’nın ise bu durum umurunda bile değildi.

“Ok ona gelecek sen ise örgüt tarafından kaçırılacaktın. Ama bu işte yatınca Mahmud delirdi. Örgütü geçici olarak dağıtma kararı aldı.”

“Şu an yerinde değiller yani?”

“Hayır. Arazi tamamen bomboştur.”

Sorumu hemen cevapladı Bulut.

“Benim de anlatacağım başka bir şey yoktur.”

Ortaya bu lafı söylerken dikkatli bir şekilde söylediğim her cümleyi tartıyordum. Amcam Vezir’in piyonu, Vezir ise Mahmud’un piyonuydu.

“Peki ailemi de örgüt mü öldürdü?”

Bulut bilmiyorum dercesine başını salladı.

Babam Kör Sultan’ın indirilmesi gerektiğini söylemişti. O da belki de bu örgüt ile karşılaşmış bilgiler edinmişti lakin gücü yetmemişti. Benim de aynı şekilde kimliğim ortaya çıkmıştı. Belki sonumda öyle olacaktı. Lakin aklım almıyordu benim hakkımda bu kadar bilgiyi örgüt nasıl toplamıştı da onlara karşı olduğumu anlamışlardı?

“Peki şimdi ne yapacağızdır?”

Beybolat Bey’in sorusu ile cevabını bilmediğim soruya Mirza cevap verdi.

“Hümeyra Hatun tam toparlanmadı. O, toparlansın öyle.”

Yüzüne bakınca ekledi.

“Sen de uygun görürsen.” diye sorduğunda şaşkınlığım ile kaşlarım yukarı kalkarken o, gözlerini kaçırdı. O benim fikrimi mi sormuştu?

Gözlerime inen ışıltıyı ne kırpıştırarak aklımı dağıtmaya çalıştım.

Mirza hızlıca yerinden kalkarak ayak üstü Beybolat ile konuşmaya başlayınca benim gözüm hala ondaydı ta ki Bulut bu cümleyi diyene kadar.

“Örgüt senin ona, karşı sevdanı bilir.”

Gözlerim hızlıca Bulut’a kaydı. Korku ve şaşkınlıkla kalakalmıştım. Ona karşı hislerimi daha doğrusu onun hislerini, Aybars bilirdi. O yapmazdı. O bana zarar gelmesini istemezdi. Belki de kandırılmıştı?

“Bu sebeple hedef haline geldin.”

Bulut’un asıl sebebi önce değil de şimdi söylemesine minnettardım. Ya onun karşısında bu kelamları söyleseydi nasıl çıkardım bu işin içinden?

“Nereden öğrenmiş?”

“Dediğim gibi ben sadece sonuçları bilirim Hümeyra Hatun.”

“Neden şimdi söylersin?” diye sordum bir yandan Mirza’ya bakarak. Ama o, bu tarafa bakmıyordu. Gözüm hala onda iken Bulut bir şey söylemeden ayağa kalkınca sinirli bir şekilde ona baksam da o aldırış dahi etmeyip mağaradan kaçarcasına ayrıldı. Bu durum Mirza’nın dikkatini çekince ona:

“Konuşmamız lazımdır.”

Beybolat Bey durumu anlayıp selam verip dışarı çıktı. Bağdaş kurduğum yerden toparlanarak karşısına geçtim.

“Aybars’ın hiç yanlış bir hareketini gördün mü?”

Düşünceli edayla gözlerini hafif kıstı ve bana:

“Neden sorarsın?”

“Örgüte dahil mi yahut iletişim halinde olmuş muydu?”

Nefesini yavaşça verirken düşünceliydi. Kafasını bilmiyorum dercesine olumsuz salladı.

Sesli bir şekilde oflayıp karşından ayrıldım. Ha karışıklık bitti diyordum tekrar bir tane çıkıyordu.

Aybars’ın böyle bir şeye bulaşmasını düşünmek ben de derin bir hüzne sebebiyet veriyordu.

“Yerleştirdiğim adamlara haber edip kervanlardan haber alabilirim. Ama ne çare bu sefer hatırladığımı öğrendikleri için oba olarak daha çok tehlikeye girersiniz.”

Kendi kendime konuşuyordum. Ama aslında onunda fikirlerini merak ediyordum. Eski Hümeyra olsa sessizce sızma işlemi yapardı. Ama sızılacak ne kimlik ne de ortam kalmıştı.

“Adamları bulmamışlar mıdır?”

Yüzümü ona dönerek başımı olumsuz salladım.

“Sanmıyorum. Çünkü ben yazmadan onlar yazmaz. Ve benim Kuğu çizimimde küçük bir ayrıntı vardır.”

Mirza işaret parmağını tahmin eder gibi havaya kaldırarak hafif heyecanlı gülümsemesi ile:

“Kuğuda ki üç kuyruğun büyük iki kuyruğun küçük olması.” demesiyle. Heyecanına gülümseyip başımı olumlu bir şekilde salladım.

“Adamımı iyi seçmişim.”

Gözlerini tekrardan kaçırdı. Kimliğimi bilmeden bana karşı davranışlarının pişmanlığını seziyordum sanki.

“O bitiği herkese gönderse de doğru çizim yapmasının mümkünatı yoktur.”

Bilindik bir cümle ile adeta atmosferden kaçmasının yansımasında takıldım. Aklıma bir fikir gelerek ona bir adım attığımda gözleri direk gözlerimi buldu. Heyecanla:

“Ama ben hiçbir şeyi hatırlamıyorum! Ve hatırladıklarımı sadece koz olarak sunmak benim elimde!”

Mükemmel bir plan benden gelmişti. Evet benden! Çok mantıklıydı.

Mirza’ya baktığımda yüzündeki tereddüttü gördüğümde:

“Ne ne oldu?” diye sordum. Heyecanım yavaş yavaş soluyordu sanki. Ama müsaade etmemeye çaba verdim. Gayet mantıklıydı!

“Sen..eski sen değilsindir.”

Ağzından yarım yamalak sözcükler karşında yüzüm allak bullak olmuştu.

“Benim tanıdığım Hümeyra Hatun...farklıdır.”

“Sen ne zaman beni tanımak için yakınıma girdin ki Mirza Bey?” diye karşılık verdim. Kollarımı göğsüme bağladım.

“Öyle değildir işte Hümeyra Hatun. Emir bile olsa evleneceğim Hatunu araştırdım.” dedikleri ile onu kıstırmak amacıyla adeta Hümeyra’nın canını acıttığı için bir adım daha atarak:

“Bana araştırmadığını söyledin. Hatta mehir konuşmasında direk bana hesap çıkarmasını yaptın!”

İçimdeki sevinç duygusuna ters bir şekilde hiddetimdi yüzümde yansıyan. Bir adım daha ona atarken o sağ tarafa kaçarcasına uzaklaştı.

“Şimdi…” sesi kısılmıştı birden sesini yükselterek, ciddiyetle:

“Hümeyra Hatun!” dedi adeta benden kaçmak istercesine saçmalamıştı. Mirza Bey’i afallarken görmekte nasip olmuştu.

“Mirza Bey!”

Ben de aynı şekilde ona çıkıştım. Mağaranın çıkışına doğru kaçarcasına ilerleyişi ile hızlıca davranıp kolunu yakaladım.

“Hiç utanmanda mı yoktur be adam! Kaçıyorsun sürekli!”

Tek kolunu kollarımın arasında hapsederken benim tuhaf olduğumu gösteren bakışın ardından nasıl olduğunu anlamadan, tuttuğum kol kollarımın arasından yok olarak bedenim ondan biraz öteye ittirilmişti.

Bana yaptığı hareketle anın şaşkınlığını yaşayarak arkamda kalan Mirza’ya yüzümü döndüm. O hareketi nasıl yapmıştı? Evet ben de çok idmanlı ve güçsüz değildim. Ama o zaman güç uygulamadan bu işi yapmıştı. Vücudum da hiçbir ağrı hissiyattı yoktu.

Sağ eliyle beni göstererek, “İşte demek istediğim budur.” dedi. Haklıydı, Hümeyra’nın savaş stilini ve adeta ninja gibi hareket edişlerine şahit olmuştum.

“Sadece bu mudur?”

Modum düşerek sorumu ona sordum.

“Kuğu’nun kurduğu örgüt kusursuz işlerken…”

“Batırırım diye korkuyorsun?” diye sordum. Kuğu’yu övüp beni yermesi içimin kötü hissetmesine neden olmuştu.

Gözlerini üzerimden çekerek elinin birini kılıcının kılına koyarak düşünceli bir edayla:

“Kuğu kendini korur. Amma sen, benim tanıdığım yahut başkasının tanıdığı Hümeyra değilsin.”

Soruma cevap vermemişti. Ve benim aklım orada kalmıştı.

Evet, Hümeyra gibi değildim. Aybike, Aybars ve obadaki çoğu kişi aynı şeyi söylemişti. Çünkü eski Hümeyra; ağır başlı, az gülen ve konuşan, ciddi, planlı, iradeli, idmanlı ve çok iyi bir savaşçıydı.

Ben ise ona göre daha hareketli, gülmemi kahkahaya çeviren, yerine göre ağır başlı, arada plana uyan, canı istedi mi iradeli, evin bahçe duvarında yol kısa oluyor diye atlayacak kadar idmanlı ve sivrisineklerin korkulu belasıydım.

İçimi olumsuz duygular kaplamışken yine Hümeyra’nın sözleri içime doğru konuştu.

“Her birimizin içinde farklı cevher vardır. Eşit miyiz ki cevherimiz aynı olsun? Benim cevherim bana özel. Sen kendi cevherini bulmaya bak. Onu bul, parlat ve şekillendir! Başkalarının cevherine bakarak üzülme, çünkü ancak nasibin kadarını kullanmak senin elinde. Çabalamak senin elinde. Cevherinin güzel olması senin elinde.”

O an sanki zaman durmuş gibiydi. Gözlerimin içi yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. O, beni aşağılamamıştı. O, benim değersiz olmadığımı dillendirmişti. O, benim bir şey yapabileceğimi söylemişti. Benim kendime yaptığım acımasızca eleştirileri o…o, mükemmel olmasına rağmen…

Şu anda o sözlerin adeta bana şifa olmasının arka planı da olduğu için böyle bir etki içinde kalmıştım. Kendime ait güvenim artmıştı. Çoğu insan kendi hayatına bak ve kendini geliştir, diyordu. Ama bir de bunu bana gelip sormak lazımdı. O öyle kolay mıydı? Harekete geçmek için dahi içinde büyük bir istek oluşması lazımken benim içimde sadece bir istek ve ardından sen zaten yapamazsına dönüyordu.

Nasıl oldu bilmiyorum ama Hümeyra’nın inancına olan bağlılığının ardından benim için iki kelam edişi içimde büyük bir yere kendini nakşetmişti. Ben galiba yeni bir şeyler yapmak için o isteği bulmuştum. Şimdi ise o, isteğin iradesinin devamını sağlayabilmek kalıyordu.

Mirza’ya yönelerek kendimden emin bir şekilde, “Değişmiş olmam davamdaki hakiki samimiyeti söndürmez.” dedim.

Huzursuz bir edayla o da bana bir adım attı.

“Dediğimi anlamaz mısın? Ata bile binemezsin. Anlamadığımı sanırsın? Senin nasıl cenk ettiğini gördüm. Şimdi ise o kılıcı bile tutamaz haldesin!”

Yine yaptı yapacağını beni toprağın altına gömdü. Hümeyra’yı çıkardı. O Hümeyra’ya hayranlık beslemeye mi başlamıştı?

İçimdeki var olan heyecanı kıskançlık sarmaşığının sardığını neden hissederim?

Hümeyra doğduğu andan beri atın ve silahın içerisindeyken hiçbir çaba göstermeden ben nasıl birden onun gibi olabilirdim ki?

O, üzerime geldikçe şimdi ben ondan kaçar hale gelmiştim.

“İyi ya öğretirsin.”

Sesim sakin ve sessiz çıkmıştı. Zaten ikimizde ilk defa nefret olmadan açıklayıcı bir şekilde konuşmuştuk.

Kenetlediğim ellerimden gözlerimi ayırıp ona baktığım da sakince baktığını gördüm. Sadece bakıyor bir kelam bile etmiyordu. Ben ise ondan ilk defa sakince bir yardım bekliyordum. Kabul etmesi bu kadar mı zordu?

“O kadar şey yaptım. Bunu yapmak zor mu geldi?”

Trip mi vardı benim sesimde?

“Ederim amma bir şartım vardır.” dediği anda tebessüm ederek başımı salladım.

“Bilirsin kimliğini bilmeden çok şey ettim sana.”

Bana değil ardımdaki şelaleye bakıyordu.

“Bunun hesabını nasıl veririm bilmem. Amma emin olasın…”

Bir adım daha atarak aramıza iki adımlık mesafe koydu. Gözlerim, onun bana bakmasıyla iyice açılmıştı adeta onun içeriye daha rahat girmesi için.

Yine gördüm gözlerinin çevresinde ki suları.

“Gördüğüm hakikatlerden dolayı idi. Bizzat şahit olduğum.”

Gözlerini benden kaçırınca ben ne dediğini anlamayarak gözlerimle onun gözlerini takip ettim. Bu kadar onu zorlayan o, anı mıydı?

“Celalli olduğumu kabul ederim. Ve nefsi olarak yaklaştım. Amma kendimi tuttum da ve düştüm de kabul ederim. Bu en büyük hatamdır.”

Onu ilk defa bu kadar zorlanır halde görmek bilmiyorum beni de üzmüştü. En çokta hakikatler karşısında ilk oku kendine çevirmesiydi.

Celalliğine de şahit olmuştum zorlanmasında da hatta öyle bir hale bürünüyordu ki bana yansıtmamak için yanımdan kaçarcasına ayrılışlarını biliyordum.

Tekrar gözlerini benimle buluşturdu.

“Anlattıkların, planların aklımı dondurdu.”

Diline pelesenk ettiği o cümleyi söylemiyordu. Şahin olan gözlere aşinaydım da kartalların sulanması benim de ağlamamı tuhaf bir şekilde tetikliyordu. Hümeyra kötü birisi değildi. Ama ona bir şey yapmıştı. Aslıhan Hatun’la mı alakalıydı. Onun zevcesi olacaktı da ben engel olmuştum? Onun intikamını almak niyetiyle bana böyle davranmış şimdi ise hakikatleri öğrenince pişman mı olmuştu?

“Hakikatler tamamı ortaya çıkana kadar celalliğimin sana işlememesi için elimden geleni yapacağımdan emin olasın.”

Lafını tamamlayıp başka bir cümleye girmeden önce ona;

“Benden duyacağın o hakikatten korkarsın. Nedir o?”

Onun bu hali ben de suçluluk psikolojine çevrilmişti ve ses tonum şefkatli çıkmıştı.

“Ettiğin oyunları öğrenmesem gördüklerimle her şeyi yakar yıkardım. Ki az da yakmadım. Allah var ki zor tuttum kendimi. Ama şimdi o hakikatleri senden duymaya ihtiyacım var Hümeyra Hatun.”

Sesinin tonu sona doğru titrerken kendini toparladı. Gözlerini benden çekerken ağzımı açacağım an izin vermedi.

“Ben nasıl geri adım attıysam senden de atmanı isterim.”

Tam hatırlayamadığım anı da beni öldürmeye kalkıştığı sahneyi hatırlayana kadar ertelememi istiyordu. Bu mümkün olabilir miydi? Hatırladıkları benim aleyhime dönecek olursa tekrar o kılıç boynum da mı inecekti?

“Hatırladıktan sonra peki?”

Hafif çekik gözleri harelerim de dolaştı düşünceli bir halde kaşlarını kaldırıp indirdi.

“Cevabını bilmediğim sorulara verilecek bir sualim yoktur.” dedi sakince.

Şu anki durumum o kadar tuhaftı ki ne olursa olsun beni öldürme teşebbüsünde bulunmuştu. Bu affedilir bir şey değildi. Lakin karşımdaki adam da başı boş kopuk birisi değildi. Güven duymak istiyordum ama saydığım sebeplerden dolayı değil. Hayatını İslami esaslara göre yaşama iradesindeydi ve hata yaptığı an geri adım atmasını ve telafi etmesini biliyordu. Zaten bir insana duyulan en büyük güvende bu olmamalı mıydı? Senin için veya bir başkası için değil sadece O’nun için. Ve bizzat kendisinin söz vermesi aslında onun için en büyük adımdı. Ve zorlanmasına, sesinin titremesine şahittim. Sonrasının ne olacağını bilemeyerek ne kaybedebilirdim ki bu sebeple ona, “Kabul ederim.” dedim.

“Amma bu demek değildir ki senin her dediğine boyun eğerim. Sadece kısmen hatırladığım olay için geçerlidir.”

Durumu düzeltme çabasında o da aynı şekilde, “İkimiz içinde öyledir.” dedi.

“Birkaç gün Okçular Oba’sında olmam gerekir.”

O sırada ikimizde masanın sandalyelerine kurulmuştuk. Bana yaptığı açıklama ile yüzüm ona dönüktü.

“Obayı başsız bırakmamak gerek.”

“Beni sorarlarsa?”

Dirseğimi masaya koyup yanağımı avucuma yasladım.

“Zehri attığını söyleyeceğim ama hatırlamaların olmadığını.”

O soruyu bilerek sormuştum. Planıma zorla değil kendi isteğiyle dahil olacak mıydı diye merak etmiştim.

“Yetmez. Akkaş Bey’le de konuşmalısın. Tüycü Kadının verdiği ilaçlarla karşılaştırma yapmalıyız. Ama herkes Akkaş Bey’in ilaçlarını içtiğimi bilmeli.”

“Doğru dersin.”

O ciddiyetini sağlarken benim içimde bir gurur okşaması vardı. En huzursuz olduğum adamın benim dediğime onay vermesi nedense kendime güvenimi artırmıştı. Tuhaftım, nenem bazen der ama haklı der.

“Bir şey merak ederim.” dedi ellerini masanın üzerine birleştirerek vücudunu biraz eğdi.

“Aynı davanın yolcusuyduk. Bana neden anlatmadın?”

Gözlerimi ondan çekerek kırılgan tebessümümü sildim. Gözlerim baş parmağında ki gül desenli yüzünde kaldı. Onu, Hümeyra satın almıştı.

“Anlatmaya çalıştım ama senin tavırların beni her seferinde geri tepti.”

Başını olumlu sallasa da yüzünde anlamlandıramadığı şey vardı ve bunu dillendirdi.

“Doğru dersin. Amma Vezir yüzünden benimle evlenmek istersin ve benim senin obana karşı kinimi bilirsin. Bunlar sana neden engel olsun?”

Söyledikleri ile ani bir şok etkisinde dona kalmıştım. Saydıklarının hiçbiri tabi ki de bir engel olamazdı. Büyük bir engel Hümeyra’nın hisleriydi. Bunu sana söylemek yerine şelaleden atlamak büyük olur diye suyunda ıslanmayı tercih ederdim.

“Bana inanır mıydın?”

Düşünceli bir şekilde gözlerini dolandırıp olumlu cevap gelmeden.

“Anlatmaya çalıştım. Çeyiz alışverişinde.”

Hatırlamaya çalışır bir yüz ifadesi takılınca, “Ben gayet işimi hallederken izdivaç isteyerek olmadığı halde isteksiz tavrım olduğu halde bana çabuk olmam gerektiğini…”

“Sonra da ortadan kaybolmuştun.”

Lafımı bölerek söyledikten sonra gözlerinin kısıklığı ve elmacık yanağındaki gamzesi belirlenmişti. O çukur nasıl oluyordu? İşaret parmağım ile dokunma isteği vardı aynı tatlı krizi çekme isteği gibiydi. Benim bilinç altımda ne yatıyordu böyle. Hislerini al ve git Hümeyra!

“Sonra da Aslıhan Hatun’la ilgilendiğinden daha sonra konuşamadık.”

Yanağımı avucumun içinden çekip geriye yaslanırken bu sözleri söylerken gözlerim masadaydı.

Şimdi Aslıhan Hatun’u nasıl olmuştu da ortaya getirmiştim? O kızın ikimizin konuşmasında bile isminin geçmesine ne gerek vardı? Ve bu içimi kaşındıran huzursuzluk veren şu duygunun saçmalığı da neyin nesiydi?

“Anlarım…”

Neyi anlardı?

“Aslıhan Hatun’la bir problemim yok.”

Bir çırpıda ve hiddetle dile getirdiğim için geriye yasladığım vücudum ön tarafa savrulmuştu. O benim tepkime olumlu bir şekilde kafa sallarken tavrıma anlamsızlık bakışlarını hissettim. Utanarak gözlerimi refleks halde kapadım.

“Yemek mi yesek?”

“Az önce yemiştik?”

“Amma acıktım.”

“Aş kalmamıştır.”

“İlla ki buluruz.”

“Akşam vakti?” dedi kaşını kaldırarak.

“Meyve ağacı belki vardır?”

“Kış yaklaşır bitmiştir.”

“Kestane belki vardır?”

“Kurtlar şimdi çıkmıştır.”

İkimizin de hiç düşünmeden cevap vermesi sonunda duraksayarak şaşkınlık ve sinirle ona baktım. O ise hakikatler dercesine omuzlarını ve kaşlarını yukarı kaldırıp indirmişti.

Beni kurtlardan kurtaran o değilmiş gibi imkânsızlık içeren ibaresi de neyin nesiydi?

“Senin derdin nedir?”

Oturduğu yerden kalkarak ellerini beline koyarak, “Çok su taşımışımdır.” deyip ovalamaya başladı.

Ben aç bırakmayan adamın tavrına ikinci şaşkınlık belirmişi.

“Hakikatler ortaya çıkmadan evvel beni hem korurdun hem aç kaldığım zaman yemek bulurdun Mirza Bey.”

“Halbuki sürekli kendimi sorgulardım. Kendimi hep suçlardım. Ama ne iyi insanmışım.”

Ne oluyordu bu adama? Hakikatler ortaya çıktıktan sonra aramızdaki buzların erime neticesinde artık bana yardım etmeyecek ve ben de ona gidemeyecek miydim?

Ne diyeceğimi bilemeyerek ona öylece bakarken küçük tebessümü dudaklarına gizlenmiş halini bırakarak:

“Bu oyunu halledebilecek misin Hümeyra Hatun?”

Benimle olan kapışmasının nedeni anlaşılmıştı. En basit isteği dahi kendin halledemiyorsun. Mükemmel dizayn edilmiş planı nasıl halledeceksin. Kendini koruma isteği ile mi her şey bitecekti?

Kendime olan güvenimi kırmaya çalışıyordu ve omuzlarımın hafif düşmesi başardığının göstergesiydi.

“Sen bekleyesin yiyecek bir şeyler bulup getireyim.”

İkinci defa onu cevapsız bıraktım. Yüzüme baksa da bir duygu ifade etmeyen halimden başka bir şey göremeyerek karanlığa doğru ilerlemeye başladı. Arkasından öylece bakarken dediklerine hak verdim. Bana güvenmesi için elde tutulur bir şeyim yoktu. Böyle düşünmekte fazlasıyla haklıydı. Bu tabuyu yıkmaktan başka çarem de yoktu. Belki kendime yemek bulursam az da olsa güvenini kazanabilirdim.

İlk başta akşam namazımı kılarak mağaranın etrafı aydınlattığı meşalelerden birini alıp mağaranın dışına doğru ilerlemeye başladım.

Çıkışta birkaç alp ile göz göze geldiğimde ayağa kalktıkları an ellerimle oturmalarını işaret ettim. Başları ile selam vererek oturdular. Davranışlarını garip karşılasam da Mirza’ya görünmeden acil bir şekilde hemen buradan sıyrılmalıydım. Yoksa mümkünatı yok, beni bırakmazdı. Masanın üzerinde duran küçük bıçağı kimse göremeden kuşağıma yerleştirirken hızlı bir şekilde olduğum konumdan ayrılarak ağaçların arasına daldım.

Eski ben olsa alpler belki gitmeme izin vermezdi ama son olayda onlara da çıkışım üzerine kendilerine çeki düzen vermişlerdi.

Nereye gittiğimi bilmeyerek hızlı ve temkinli adımlarla ilerlemeye başladım. On beş adımda bir mendilden küçük parça kesip ağaca bağlamayı unutmuyordum. Ucunda ne bulurum bilmeden deli gibi kendimi atmış akıllı olmaya çalışıyordum.

Meşaleyi yukarılara doğru tutarak ağaçların dallarını görmeyi sağlıyordum. Çoğu ağacın yaprakları azar azar dökülmeye başlamıştı bile bu da hedefimi daha iyi görmeyi sağlıyordu.

Soğukluğun etkisi ile her nefes verişimde beyaz duman yüzüme gelip ılıklık oluşturuyordu. Ağacın dalına uzanıp oraya bir tane daha kumaş parçası bağlayıp meşaleyi yukarı doğru tuttum.

“Ceviz!”

İşte bulmuştum. Karnımın zil çalmasına değildi bu sevinç. Mirza’ya karşı zafer kazanmıştım. Normalde sevmediğim insanlarla inatlaşmak yerine onları görmemek için uzaklaşmayı tercih ederken tuhaf bir şekilde Mirza’ya karşı inatlaşıyordum.

Meşaleyi ağacın dalları arasına yerleştirdikten sonra yangın çıkma ihtimaline karşı iyice etrafına baktım. Ama hiçbir şekilde ateş dallara yahut yaprağa gelmiyordu. Emin olarak tekrar başımı yukarıya doğru kaldırdım. Yerden bulduğum taşı ağaca doğru fırlattım. Taş yer çekimine doğru düşerken cevizlerin hiçbirine isabet etmemişti.

İki üç denemeden sonra sonunda dala taşmış bir sürü ceviz yere düşmüştü. Meşaleyi elime alarak yeşil kabuğunu çatlatan cevizleri bir alana topladım. Hasatlık olduğu için dallara tutunamayıp çok fazla düşmüştü.

Yeşil kabuğu çatlamış olan cevizlerden birini aldım. Bıçak yardımıyla iyice tabakayı keserek parmaklarım yardımıyla zoraki ayırdım. Yeşil kısmının suyu ellerimle bulanırken yukarı attığım taş yardımı ile kahverengi kısmını kırarak bıçak yardımı ile taze cevizleri çıkardım.

Ağzıma atmamla taze olduğunu belli eden o yoğun kıvam karşısında sessiz olamayarak mırıldandım. Mükemmel bir lezzetti. Yeşil kabuğu ile kendini örtmüş, kahverengi kabuğu ile kendini zırh edinmiş adeta beynin kıvrımlarına benzeyen mükemmel bir tasarımdı.

Dayanmayıp birkaçına da aynı işlem yaptıktan sonra diğerlerini de kıyafetimin ön kısmını küçük bohça haline getirerek doldurdum. Bıçağı kuşağıma koyduktan sonra diğer elime meşaleyi alarak bıraktığım izlere doğru yöneldim.

Bir elimde kıyafetimi tutarken bir elimde meşale vardı. Bıraktığım izler ise tehdit oluşturabilirdi. Gördüğüm çete zehirden beterdi. Onlardan her türlü hinlik beklenebildiği için zor olsa da arkamda yerimizi belli edecek izleri yok etmeliydim.

Meşalenin ateşi gittikçe hükmünü azaltsa da her kumaş parçasını keserken kıyafetimi tuttuğum elimle birlikte meşaleyi tutuyordum. Ormanı yakma ihtimaline karşı kendimi yakmamaya çok dikkat ediyordum.

Kumaş parçalarını da ceviz torbamın içine koyarak ilerlememi sürdürdüm. Hava gittikçe soğukluğunu üzerime indirmişti. İçimi titreme alırken temiz hava adeta ciğerlerimi okşuyordu. Ağaçlarının ardına saklamış nazlı hilalin asaletine hayran olmamak elde değildi.

Bulutlar önünde ahesteli bir şekilde geçerken onun gizemini daha da artıyorlardı.

Gece olmasa acaba dünya gözüme yine de güzel görünür müydü? Karanlığın sardığı Ayı’n zarafeti olmasa sever miydim geceleri uyanık kalmayı? Karanlığın fırça darbesi yıldızlar…hepsi birbirinden güzel.

Kainatta ki her şey birbirinin tamamlayıcısı olarak yaratılmıştı sanki. Peki beni tamamlayan şey neydi? Ay, Güneş olmasa bir hiçti. Güneş olmasa Dünya bir hiçti. Dünya olmasa insan bir hiçti…

Yetenekler, hedefler, bugünler, yarınlar…demek istediğim şey bu değildi. Bunlar da önemliydi. Ama asıl gayem benim tamamlayan etkendi. Hazır cevap olarak ahiret denilmesi içteki tatminsizliğimi bırakamıyordu. Bunun en büyük sebebinin de ezbere ve taklitler ile İslam-ı yaşamamdan kaynaklanıyordu. Şimdi dile getirmeme sebep olan da Hümeyra Hatun’du. Kendime bile itiraf etmekten kaçtığım şeyi bana ayna tutmuştu. Ben gerçekten Allah’ı tanıyor muydum? Ben gerçekten onu hissediyor muydum? Ben namaz kılmayı dahi alışkanlık haline getiren ama en küçük bir zafiyette onu terk edip kazasını sonra eda ederim, diyen birisiydim. Allah vardı. Ama onu bulmaya çabalayan bir ben, yoksa. Allah’ı tanımak olur muydu?

“Hümeyra Hatun!”

Beybolat Bey’in sesiyle irkilerek sağıma doğru döndüm. Sessiz düşüncelerimden hızlıca ayrıldım.

Beybolat Bey, bana doğru hızlı adımlarla gelirken yüzündeki endişeyi görünce ciddiyetimi takındım. Mirza yine ortalığı kaldırmış olmalıydı. Ama bu sefer sözleri ile beni ezip geçmesine üsten üste sorguya çekmesine müsaade etmeyecektim.

Yanıma geldiğinde hızlı nefesler alıp veriyordu. Çok fazla uğraştırmış olmalıydım. Ama Mirza’nın bu işi yapabileceğime güvenini aşılamak için bu fevri hareketi yapmalıydım.

“Buyurasın.” dedim sakin bir sesle.

“Mirza Bey’im sizi arar.”

Umurumda değilmiş gibi başımı sallayarak ileri doğru yürümeye başladım. Ağaçtaki ipi kesmek için meşaleyi yakınıma getirince, “Ben halledeyim.” diyerek öne atılarak hançeri ile ipi kesti. Bulunduğumuz yere aynı tempoda yürürken Beybolat Bey acele halini sezsem de sesimi çıkarmadım. Keza o da bana acele etmem gerektiğini yahut neden böyle davrandığımı sormamıştı.

İlerideki alpler beni görünce birisi hızlıca kuzeye doğru koşmaya başladı. Mirza Bey’e haber götürdüğü açıktı.

İlerlemeye devam ederken kaldığımız yere varmıştık. Koşar adımlar ile bu tarafa gelen Mirza ve adamını görünce durdum. Beybolat Bey yanımdan ayrılırken diğer adamlarda uzaklaşmışlardı.

“Yemeğimi buldum Mirza Bey!”

Başarımı göstererek. Yüzündeki ciddi hal ile yakınıma geldi.

“Haber etmeden nasıl ayrılırsın Hümeyra Hatun.”

Gözleri cevizlerime giderken hayretler içerisindeki sinirli halinin sakinliğini gördüm.

“Etseydim işte o zaman kendimi kanıtlamış olmazdım.”

Bir adım atarak ona gülümseyerek, “Kanıtladım.” dedim.

Bir şey söylemeden sadece baktı. Modumu düşürmesine müsaade etmeden. Elimdeki meşaleyi ona uzatarak:

“Tut bunu.”

Elimdeki meşaleyi alır almaz. Topladığım cevizlerin birisi alıp kabuklarından ayırıp avucuma koydum. Ve ona uzattım.

“Çok lezzetli bir hasadım var.”

Gözlerim ile cevizimi göstererek.

“Ellerinle açarsın.” dedikleri ile anlamayarak kaşlarımı çattım.

“Neremle açacaktım?”

Kaşları düz bir hal alıp gözlerinden bir ışıltı geçti. Avucumdan cevizleri alıp ağızına gönderirken yüzündeki o gizli tebessümü yine gördüm.

Neden gülmüştü? Komik olan neydi?

“Neden güldün? Ben karanlık ve kurtlu ormanın ıssızlığında bu cevizleri buldum!”

Kanıtladım işte kendimi neden görmezsin!

“Bir şey demem.”

Geçiştirir hali ile mutlu bir şekilde, “Lezzetliymiş.” diye ekledi.

Harelerimin çevresinde dolmalar gerçekleşirken, nedensiz hayal kırıklığına uğradım. Belki bu durum onun için basit olabilirdi. Ama ben 21.yy’da geceleri ancak balkonumda yahut eve yakın olan yerlerde gezen biriydim. Bu durum benim için çok zordu. Ben bir şey başarmıştım ama görmüyordu. Planı devreye sokabileceğime güvenmiyordu. Ve bu durum mantıksız bir şekilde güvenimi koruyordu.

“Eski Hümeyra’ya benzemeyen ben, karanlığın içine dalarak bunları getirdim.”

Yaptığım şeyin basit olmadığını tekrar dile getirirken titreyen sesimi fark eden Mirza’nın gözleri gözlerimde durmuş, yüzündeki muzip hal gitmişti.

“Yaptım! Ben yaptım.”

Üzerine doğru adım atıp sesimi yükseltirken, meşaleyi hemen kenara çekerek geri adım attı.

“Bu planı halledebilir miyim Mirza Bey?”

“Halledemezsin dersem durur musun Hümeyra Hatun?”

O an, gözümden bir yaş aktı. Akan yaşı takip eden hareler tekrar gözlerimde son buldu. Gözlerini kapayıp açarak şahin gözleri ile sadece sessiz kaldı. Başımı olumsuz bir şekilde salladım.

“Bu yola çıkarken tek başıma karar verdim. Ama büyük işleri sana güvenip de verdiğimi hatırlarım. Evet, farklıyım ama ben sana güvenip de çıktım bu yola.”

Tuttuğum bıçağı cevizlerin üzerine bırakıp gözlerimi sildim. Ve derin nefes alıp devam ettim. Onun karşısında bu şekilde olmayı sevmiyordum. Bu en büyük hakikatti. Ama ona ihtiyacım vardı. Kendime inanıyordum, yapabilirdim. Lakin ona da ihtiyacım çokça vardı.

“Gözlerimi açtım karşımda senden başka kimse yok. Celâliliğin de olsa yardımını da çok gördüm. Bu sebeple hep sana ihtiyacımı derim. Bu yola yine çıkacağım. Ama sen yanımda olacak mısın?”

“Sen sözümü dinlemediğin an hep arkanda, sen düştüğün an yanı başında olacağım.”

Saçma gözyaşlarım dedikleri ile sonunda dururken dediklerini tarttım. Yani benim yanımda mı olacaktı?

“Yani dersin ki…”

“Ceviz lezzetliydi. Biraz daha veresin.”

“Hı.” dedim. Sonra ekleyerek, “Tabi.” elimle temizleyip ona verirken avucumun içine değen parmak uçları güvercinin yuvasına güller nakşetmişti.

 

Ve ben bu karmaşayı çözme isteğini hiç bu kadar istememiştim.

Selamünaleyküm geldim sonunda inşallah. Kitabı bitirmeden de ara vermemek duası ile...🤍

Nasılsınızz?

Bölüm hakkında yorumlarınızı rica edebilir miyim?

Oy vermeyi ve yorumda bulunmayı unutmayın🤍

Loading...
0%