Yeni Üyelik
27.
Bölüm

Talim

@lilyum_cicegi

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız🤍🌹

Kuş cıvıltısının sesiyle huzurla gözlerimi araladım. Üzerimdeki yorganı elimle kaldırarak doğruldum. Kanat çırpma sesiyle birlikte hemen sağ tarafa baktım. Sarı renkte orta boyutta kuş, masaya konmuştu. Bana bakarak tekrardan ötmeye devam etti.

“Nereden geldin sen?”

Benim ona seslenmem ile kanatlarını çırparak havandı sonra tekrar aynı yerine kondu.

Çok güzel gözüküyordu. Açık rengine rağmen üzerinde bir leke görünmüyordu.

Yattığım yerden kalkarak ayakkabılarımı giydim. Onu korkutmadan masanın kenarında duran kumaşa sarılı ekmekten biraz kopararak yakına koyarken o da arada zıplayarak bana bakıyordu. Sonra yavaş yavaş koyduğum ekmeklerden yemeye başladı. Güvenini kazanmıştım. Acaba Mirza’nın da kazanabilir miydim?

Onu katmamak elimde değildi çünkü ben eski Hümeyra değildim. İstediklerimi gerçekleştirmek için güçlenmem lazımdı.

Yapmak istiyordum. Bu işin sonu nereye bağlanacağını şiddetle merak ediyordum. Ve adaletsiz düzeni yerle yeksan etmek istiyordum. Hiç değilse rüyada adaletsizliğe sebep olanlara karşı kazanmak istiyordum.

Zafiyet noktamdı, adalet. Ve herkes için bu önemli değildi. Önemli olsaydı her şey farklı olurdu.

Belgelerdeki isimleri teker teker ortaya çıkarsam, bu sefer hepsi bana karşı bir olabilirlerdi.

Ortaya çıkarmak yerine birkaçına tehdit mesajı göndermem birbirilerine düşürmem için yeterde artardı. Ama bu süreçte ben de meydanda olmalı hiçbir şey olmamış gibi yapmalıydım. Lakin belgelerin yerini hatırlamıyordum. Sadece kesik görüntüler vardı. Toprağın altına koyduktan sonra üzerine kalın bir halı seriyordum. Bu İğde Ağacı’nın yeri değildi. Evlenmeden önce kaldığım otağda değildi. Çünkü halı da yeşil tonlar hakimdi.

“Selamünaleyküm.”

Mirza’nın sesiyle düşüncelerimden uyandım. O sırada kuş da havalanıp mağaranın oyuğuna doğru uçtu. Şelale suyu akmasına rağmen oradan bir boşluk olmalıydı.

“Aleykümselam.”

Sabah namazıyla yola koyulmuştu ben ise uyku moduna geçmiştim. Yaram hızla iyileşmeye devam ederken hatırlamadığım anılar daha yerine oturur hale gelmişti. Ama ellerimde anlamadığım bir şekilde siyah lekeler ortaya çıkmıştı.

“Eyi misin?” diye soran Mirza elindekileri de masaya koymuştu. Düşünceli halim onun dikkatini çekmiş olmalıydı.

“Evet. Ama ellerimde böyle lekeler çıktı. İlaçların etkisi mi acaba?”

Ona avuçlarımı gösterirken tebessüm ederek gülünce merakla ona baktım.

“Cevizin suyu o.”

Yanıma gelerek elinin avuç içini bana gösterdi.

“Bende de olmuştur.”

Gösterdiği o yere, ben cevizleri koymuştum. Benden ona bir iz geçmişti. Cevizin böyle bir şeye neden olduğuna şaşırarak baktım. Elimi onun elinin yanına getirip izleri incelerken o masaya doğru gidip çantadan bir şey aramaya başlamıştı.

“Peki bu ne zaman geçer?” diye sordum.

“Kalıcı değildir. Ama zamanını bilmem.”

Elinde ayna ile bana dönerek onu, bana uzattı.

“Yüzüne bakasın.” dedi. Gülümsüyordu.

Elimdeki aynayı kendime tutunca gördüğüm şey ile, “Olamaz!” diyerek telaşla söylendim.

Yanağım da ve çenemde siyah izleri mevcuttu.

“Neden uyarmadın?” diye bütün telaşemin siniri ona dönmüştü.

“Dün bir şeyleri ispat etme çaban vardı. Söyleseydim, imdi verdiğin tepkiden bir farkı olmayacaktı.”

Söylememişti. İspat etme çabamı görmüştü ama yine de hatamı yüzüme vurmamıştı. Ama neden? Sözleştik ama bu kadar kolay yumuşuyor olamazdı değil mi kalbim? Bu kadar basit olamazdı? Olmamalıydı.

“Dün o sebeple bana gülerdin!”

Elimdeki aynayı yüzümde çekip şahin gözlere, gözlerimi diktim. Ben ne kadar asabi isem o, o kadar sakin ve rahattı.

“İhtiyacın olabilecek şeyleri getirdim.” dedi konuyu değiştirerek. Ama bu halim ile konu nasıl değişebilirdi? Resmen bütün karizmamı çizmişti. Öyle ki Bulut bu halimi görse, zaten ciddiye almıyordu iyice almazdı.

Elimdeki aynayı asık suratımla ona uzatıp çantanın içindekilere yönelecektim ki, “O da senindir.”

“Ayna mı aldın bana?”

Kaşlarım hafif kalkarken dudaklarım da bir tebessüm belirdi ve ardından sorgulayıcı ses tonumun ardındaki şımarıklık ortaya çıktı.

Gözleri sağa sola giden adam, “Ben değil, hazırlayan koymuştur.” diyerek işin içinden çıkmaya çalıştı. Ne zaman böyle tavırlar sergilesem üzerindeki ciddiyeti kaybediyor ve halime şaşırıyordu.

Hümeyra Hatun’da olmayan halleri sergilemem onun elini ayağına dolaştırıyordu. Daha doğrusu bu zaman da hiçbir kadın benim gibi davranıldığına şahit olmamıştım orası ayrı.

“Akkaş Bey’in yanına gittim.”

Diğer keçe çantanın içinden şişeler çıkardı ve masaya koydu. İki tanesini eline alarak, “Bu ikisini de Akkaş Bey’in sana hazırladığıydı değil mi?” dedi.

Yanına yaklaşarak şişelerin kapaklarına baktım.

“Evet.” dedim.

“Değildir.”

Dedikleri ile şaşkın ve bir o kadar korkarak aniden gözlerine baktım. Nasıl değildi? Emin olamayarak elindeki şişeleri açıp koklayama başladım. Lakin birisinde kekik kokusu hakimken diğerinde yoktu.

“Nasıl olur?” diye sorguladım.

“Akkaş Bey’in yanına vardığım da bir şey demeden ilaçtan tekrar istedim. Sonra fark ettim ki senin ilaçlarından farklıdır. Bu sefer onu sorguya çektim. Bana, doğru ilacı hazırladığını lakin ilaçları birisinin değiştiğini söyledi. Yanına gelmeden evvel Tüycü Kadının yanına uğradım ilaçları gösterdim. Akkaş Bey hakikatleri dermiş.”

“O zaman kim bunu yapar ve ben şimdiye kadar ne içiyormuşum?”

Gözlerimin içine derinden baktığı an, orada bir mahcupluk gördüm.

“Zihin bulanıklığına sebep verip hatırlamamanı sağlar imiş.”

Dedikleri ile öylece kalırken ne diyeceğimi bilemedim. Sadece Mirza’nın neden mahçuplaştığını anlamıştım. Kim neden ederdi böyle bir şeyi?

“Kim neden eder böyle bir şeyi ki?”

Endişeli halde sorduğum soruya Mirza net cevap vermişti.

“Kara Diken otundan başkası olamaz. Bu sinsilik onlara göredir. Oka nasıl zehir sürdülerse sana da bunu etmişlerdir.”

“Ama ben zaten hedef halindeydim. Direk beni öldürmek varken neden böyle bir işe girişsinler ki?”

İkimizde bir şey demeden öylece kalırken ben Mirza’ya konuşurken yaklaştığımı fark etsem de yerimden ayrılmadım. Bunu sezgisel yapmıştım. Kolu koluma değerken ikimizde masadaki şişelerden gözümüzü ayırmıyorduk. Sonra ben ona vücudumu dönerek:

“Bir şeyler var. Atladığım şeyler. Ama kesin olan bir şey varsa o da bu işin arkasında onlar. Beni öldürselerdi o, ok bana gelirdi. Ama bana ulaşmaya çalıştılar. Çünkü şüpheli konumdaydım. Lakin başarılı olamadılar. Sonra diğer planı devreye soktular. Çünkü iki planları vardı.”

“Sen de bir şey fark etmiş olabilirler.”

“Evet, sana olan yakınlığım.”

Birden söylediğim şey ile bir an değişik bir dalganın içinde hissederken onun bana dönüşü ile, “Seninle evlenmemin asıl sebebi sana bu bilgilerin nereden geldiğini öğrenmekti. Plan da yakınlık yoktu.” diye ekledim. Sanki konuştukça batıyordum.

“Haklısındır.”

İçimde bir rahatlama hissi gelirken devam ettim.

“Beni kendilerine çekip tekrardan onlara itaat etmemi sağlayacaklardı. Her halükarda sana ulaşmış sen de bir şey bulamayınca bu sefer benim üzerimde tekrardan işlem uygulayacaklardı.”

Pür dikkatimle bütün planı ortaya serdikten sonra Mirza’nın gözlerini üzerimde hissedince ona baktım. Gözlerini hızlıca çekse de ben o bakışı Keçikören Obasın’da da görmüştüm. Nedense içim bir an kıpır kıpır olurken Mirza, “Talimlere imdi başlamak gerek.” dedi. Başımı olumlu bir şekilde sallarken ona, “Talim yaparken etrafta kimsenin olmasını istemem.” dedim. Bana anlamayarak bakınca:

“Bulut farklıdır. Eğer benim zayıf olduğumu görürse taraf değiştirir.”

“O zaman onu neden yanımızda tutarız?” dedi sinirle bakarak.

“Hainlik etmez. Lakin bizim ona ihtiyacımız elbette olacaktır.”

Başını olumlu sallayarak itiraz etmemesi dikkatimi çekmişti. Bu durum nedense içime biraz oturuyor gibiydi. Adeta eski Hümeyra’ya karşı özgüven eksikliği hissediyordum. Yine içsel ruhumu sömüren düşünceleri kenara bırakıp yemek yeme isteğimle mağaradan dışarı çıktık. Tabi dışarı çıkarken örtümle lekelerimi kapamayı unutmamıştım. Yemeğin ardından Beybolat Bey’e haber edip kaldığımız yerden uzaklaşıp talim yapmak için geniş bir alana doğru yola koyulmuştuk. Biz talim yaparken Beybolat Bey, Bulut’un gözetiminden sorumlu olacaktı.

Mirza’nın uzattığı tahta kılıca bakarak, “Ne yani bununla mı alıştırma yapacağız?” diyerek şaşkınlığımı dile getirdim. Şaka mı yapıyordu bu?

“Ne beklersin? Kılıcını eline vereyim de sonra kendini mi kesesin?”

Kollarımı göğsümde bağlayarak ona doğru bir adım attım.

“Önceki kesme nedenim farklıydı. Bu farklı?”

Bana ciddi misin der gibi bakışını görsem de oralı olmadım. Kollarımdaki bağı çözerek elindeki kılıcı alarak sağa sola hareket ettirerek devam ettim.

“Koyun mu güdeceğim bununla?”

Mantıklı düşünme yetim şu anlık önemli değildi çünkü çoktan hırsımın kölesi olmuştum.

“Çobana değil, benekliye benzersin?”

Başını hafif kaldırarak benimle alayvari konuştu.

“Bir at olmamıştım!”

Elimdeki tahta kılıcı ona savurmam ile karşılık vermiş kendini savunmuştu. Yenilmenin acısı ile tekrardan kılıcımı savurdum. Tekrar kolay bir şekilde kendini akladı. Bu sefer başka taraftan saldırı planını devreye soktum. Ve tekrar kendini korumaya almakla kalmamış kılıcımın elimden düşmesine neden olmuştu. Tahta kılıcını boynuma indirdiği an sinirle onun gözlerine baktım.

Kolay olması gerekmiyor muydu? Bu rüya değil miydi? Hatıralarım ne kadar kolay hatırlıyorsam yaralarım ne kadar çabuk iyileşiyorsa kabiliyetlerim de o kadar basit olmalıydı.

“Çek şu kılıcı!” diyerek tahta kılıcını ittirip arkamı dönerek büyük taşın yanına oturdum.

“Pes mi edersin!” diye bağıran Mirza’ya hiç bakmadım. Ne kadar sinirli bir imaj sergilesem de aslında bir o kadar utanıyordum. Havalı olan Hümeyra’ya karşı, ben! Şaka gibi!

Taşın diğer tarafında oturduğunu hissetsem de önümdeki ağaçlara bakmayı sürdürdüm.

İkimizin arasında bir sessizlik olmuştu.

“Hissetmezsin.”

Dediklerine karşı sessizliğimi korurken ne demek istediğini merak ettim.

“Hatırlarsın ama hislerine dokunmazsın.”

Ne diyeceğimi bilmeyerek öylece kaldım. Bilmiyordu ki o, aradığı kişi ben değilim.

Yerinden sessizce kalktığını görerek ben de ayaklandım. Benim ayaklandığımı gördükten sonra gözlerini bana çevirdi. O bana bakınca başka tarafa bakarak, “Nasıl yapacağım?” diye ona sordum. Tekrardan ona baksam da onun gibi direk bakmıyordum. Yeterince bu durum benim için utanç vericiydi.

“Kapatasın gözlerini.”

“Ne?”

Anlamayarak kaşlarımı çattım.

“Tahta kılıcını eline alasın ve gözlerini kapayasın. Sonra da cenk meydanında yaptıklarını yapasın.”

“Bu biraz tuhaf.”

Yolda biri selam vermesin diye kaçan birisi bunu düşleyip bir de o hareketleri mi yapacaktı?

Ellerini belindeki deriden yapılma kulağına koyarak dediklerimi onayladı.

“Giderim o zaman.”

Arkasını dönmeye yakın hızlıca, “Tamam. Yapacağım.” dedim. Bana yüzünü dönünce, “Ama çok izleme.” dedim.

Çünkü saçmalayabilirdim. Az izlerse sanki sıkıntı değilmiş gibi…

Tekrardan oturduğumuz taşa kuruldu elindeki tahta kılıcı toprağa sabitleyerek ellerini üzerine koydu.

Gözlerimi kapayıp talim yaptığım bir anı aklıma getirmeye başlarken Hümeyra’nın sesini duydum.

“Ben olman imkansızdır. Ancak içindeki cevheri canlandırırsın. Adımları takip etsen de sen sadece ben de kalırsın.”

Kaşlarım dedikleri ile çatılmıştı. Hümeyra’nın talimini hatırlamaya devam ederken onun adımlarını takip etmem beni, ben yapmazdı. Sadece dediği gibi cevheri canlandırırdım ama ben ardından kendi cevherimi işlemek istiyordum.

Teker teker adımlarını takip ederken elimde adeta kılıcın vuruşunu hissediyordum. Adeta kendimi 3D oyununun içinde gibi hissediyordum. Oluyor muydu emin değilim ama sanki tüm dünya iletişimi kaybetmiştim. Ben kendimi değil Hümeyra beni adeta yönlendiriyordu. Elimdeki tahta kılıç adeta yağ gibi kayarken vücudum ona eşlik ediyordu.

Hümeyra’nın tüm idmanları önümden ezbere akarken, elimde tuttuğum tahta kılıçta bir vuruş hissederek saldırıya geçerken önümde Mirza belirdi.

“Hümeyra durasın!”

Sesini duyuyordum. Hatırladığım düş değildi. Sanki kendiliğinden bir esinti ortaya çıkmıştı. İkisini ayırt edemeden ayaklarım birbirine dolanıp yüzüstü düşünce elimdeki tahta kılıç kayıp gitmişti.

Altımdaki bedenin varlığı ve ellerimdeki çimen hissi ile “Ah!” diyerek gözlerimi açarken. Mirza’nın altımda olacağını tahmin edemiyordum. Ellerimle yerden destem aldım. Doğrularak ona tepeden bakınca o da bana bakıyordu. Ben şimdi düşteydim yahut gözlerime akan bu durgun bakışlara öylece bakıyor olamazdım. Kimsenin gözlerine dahi bakamayan ben çekiliyormuş gibi hissediyordum. Eski Hümeyra’nın hislerine kelepçe vuran benken bu içime akan tatlı heyecan girintisi nereden çıkmıştı?

Ben öylece ona şaşkınlıkla bakarken onun da bana aynı duyguların ardında sakinlik ve arayışı izledim. Lakin arayıştaki o hüznün izlerini en çok merak ettim. Ve hüznün ardında yanan kuvvetli ışıltıyı.

Gözlerimi, gözlerinden almak için hızlıca kırpıştırdım.

“Ne işin var burada?”

Sağa başını çevirerek işaret edince başımı çevirdim. Yokuşun biraz ötesinde uzanıyorduk. Onun olması gereken yere bakmak için başımı çevirdiğim an tekrar onunla göz göze gelince bu sefer o:

“Üzerimden kalksan eyi olur.” dediğinde hipnoz olmuş gözlerime tezat dilim, “Bana sarılan sensin.” dediğim anda hızlıca gözlerini ve sırtımdaki ellerini üzerimden çekince ben de hemen onun üzerinden sıyrılarak hemen yan tarafa oturdum. Hava sıcak olmasına rağmen hislerim üşümeme sebep oluyordu. Kaçıp gitme hissiyatı oluşması yanında içimde tedirginlik artıyordu. Kabul etmediğim düşünceleri dile almaya çekinerek gözlerim ona gitti.

Benimle birlikte hızlıca doğrulan Mirza, yere düşen şapkasını başına takmıştı.

O kadar yorgun hissediyordum ki ona;

“Nasıl buraya geldim?”

“Hislerini takip ederek.” dedi. Yani ben, o hatırladığım her şeyi gözlerim kapalı mı yapmıştım? Sol kolumda ağrı hissederek yüzümü buruşturdum. Bana yönelerek:

“Geri dönsek eyi olur. Daha eyi olmadın.”

Başımı olumlu sallayarak tahta kılıçtan destek alarak doğruldum. Mirza önde ilerlerken ben onun ardından giderken onun dediklerinden sonra bir şeyler başarsam da bir şey demek istemedim. En son yaşadığım o delice hissiyattan sonra kelam etme isteği yerine ilaçlarımı içip uyuma hissiyatı ile yanıp tutuşuyordum.

Benekli’nin yanına geldiğimde ok ve yay dikkatimi çekti. Hümeyra’nın hep savaş stili kılıçtı. Nadiren ok ve yay kullanmıştı.

“Denemek istiyorum.” dedim ona bakarak. Atın diğer tarafında olan Mirza bana bana seslendi.

“Neyi denemek istersin?”

“Ok atmayı.”

Heyecanla ona bakarken o ciddiyetle bana bakarak:

“Kolun eyi değildir.”

Onu dinlemeyip keçenin içinden çekip çıkardım.

“Bir kere de olsa denemek istiyorum.”

Yanıma gelen Mirza’ya dönerek, “Kullanmalarım talimleri hızlandırmaya yardım ediyor.” dedim. Mirza isteksizce yüzüme bakmaya devam edince, “Hadi!” dedim.

“Bir hedef lazım.”

İçimdeki heyecan belirmişti. Hızlıca olduğumuz yere gelirken Mirza benden tezat çok yavaştı. Ağacın yanına gelerek hançeri ile iz koydu.

“Burası.” dedi. Ben de hemen oku yayın üzerine koyup yayla birlikte çekmeye hazırlanırken, “Hele bi durasın!” diyerek bana seslendi. Ona bakınca hızlıca hedef alanından uzaklaştı. Vurulma tehlikesine karşı kendini güvene almıştı. Haline tebessüm ederken kendim duyacağım şekilde, “Az önce profesyonelliğime şahit oldun be adam!” dedim.

İpin gerilimini kol kaslarımda hissederken gözlerim bir anı bulma hissiyatı ile çıktı. O yola çıkarken elimden yay kayması ile gözlerimi açtım. Hedefin biraz ötesinde düşmesi ile kaşlarım çatıldı. Kollarını göğsünde bağlayıp bana bakan Mirza’ya gözlerim gittikten sonra hedefi vuramamanın hırsı ile bir tane daha ok alıp hedefe odaklandım.

Oku elime tutarak gözlerimi kapayıp anı arayışına çıktım lakin talim sahnelerinde çoğunlukla kılıçlar vardı. Birkaç ok atma sahnesi garip şekilde hedefi bulamıyordu. Gözlerimi aralayıp hedefe baktım. Tekrar yayı çekerek sonu hüsranla biten ok atma talim anısını önüme getirerek fırlattım.

Ok havada süzülerek hedefin çaprazında yerini almıştı.

“Neden olmuyor?!”

Ellerimi iki tarafa açarak isyanımı gösterirken Mirza’da yanıma doğru gelmişti. Bir ok daha atmak isteyerek yerden oku aldım.

“Ok atmada pek mahir değildin.”

Mirza’nın bana dedikleri ile hayretle, “Nasıl? Neden? Ne demek mahir değilim? Ben iyi savaşırım! Bunu yapamaz mıyım?”

Her sorumla birlikte bir adım atarak onun yanına varınca göğüslerinde bağladığı ellerini çözerek serbest bırakmıştı. Kaşları havalanırken gözlerindeki parıltı canlanmıştı. Benim ona hayretle sorduğum sorular karşısında sessizliğini koruyunca, “Sana diyorum!” diyerek gözlerime bakan beni fark etmesini daha çok ciddiye almasını sağlamak istedim.

“Değilsindir. Hedefi böyle vuramazsın.” dedi eli ile hedefi göstererek.

Ciddiydi eski Hümeyra bunu yapamıyordu.

“Demek yapamıyor.”

Kendi kendime konuşurken kaşlarım çatılmış düşünür bir hali almıştı.

“O zaman ben yaparım!”

Kendimden emin gülümsemem ile Mirza’ya baktım. O ise benim bu halime anlamayarak bakıyordu. Önemli değildi, çünkü ben Hümeyra’nın adımlarımı takip ederek belirli bir seviyeye geldikten sonra kendi cevherime şekil verip parlatmak istiyordum.

“Hadi göster.”

“Neyi?” dedi Mirza.

“Nasıl atacağımı?”

“Sana ne derim ben. Sen ok atma da mahir değilsindir.” dedikleri ile hiddetlenip.

“Ben yapacağım! Ben!”

“Tamam işte ben de sana derim.” diyerek kendini açıkladı.

“Ben eski Hümeyra mıyım Mirza Bey? Neden sürekli eski Hümeyra’yı gözlerin arar? Neden hep onun tarafındasın? Neden hep ona güvenirsin? Ben de yaparım!”

Mirza’nın üzerine doğru söylenirken kaşları çatık halime şaşırarak bakıyordu. Dediklerim aklım birden tartınca oku yere atarak yanından geçip yürümeye başladım.

Ne yapmıştım öyle? Ne demiştim ben öyle?

Sözlerimin anlamında gizli olan mananın utancı ve kabullenişi ile ellerimi yüzüme kapayıp sinirle sıktım.

Resmen ona karşı kendimi ispatlama çabasına girmiştim. Kim ki o? İki üç yakınlaşmada eski Hümeyra’nın hisleri ile heyecanlanan içimden dolayı mıydı?

“Resmen dedikleri ile hırs düğmeme basmaya sebep oldu. O mu? O mu sebep olacaktı? O kim ki olsun! Hangi vasıfla?”

Ben de gördüğü suret aynıydı. Ama ben de sürekli arayışa çıkıp onu görme isteği karşısında özgüvensizlik yaşayıp tepki vermem ne kadar doğruydu? Ne hatası vardı? Hiç, hiç yoktu. Çünkü o hiçten birisiydi.

“Kendine gel Hümeyra!”

Beneklinin yanına vardığımda kendime sinirim yavaşlasın diye elimi ata koyup onu yavaşça okşamaya başladım.

Benekli’nin saçlarında ellerim gezinirken o da bana artık alışmış o şekilde tepki veriyordu.

Elinde oklar ve yayla gelen Mirza’dan bakışlarımı çekip ata odaklandım.

O adamın bir suçu yoktu. Özgüven kazanma çabamın hüsranlığını onun üzerinde gösterme hakkına zerre sahip değildim.

“Seni heç anlamam.” dedi atın diğer tarafında elindekileri yerleştirirken.

Haklısın diyemedim.

“Ne edeceğimi nasıl yaklaşacağımı heç bilmem.”

Bu sefer benimle yüz yüze gelmek için yanıma gelse de ben Benekli’yi okşamakla meşguldüm.

“Sana derim duymaz mısın?” diye hiddetle söylenirken ben yerin dibine girmek istiyordum. Ama bir an önce bu durumu toparlamalıydım keza Mirza Bey’in hiddetlenmesi kasırgaya dönmesi an meselesi idi.

“Sadece…” dedim ona dönerek gözlerine bakmamla sözcüğüm ağzımda kalmıştı. Baya hiddetlenmişti ki kartal gözlerindeki pençeyi görebiliyordum.

“Bakma şöyle!” diyerek bakışlarımı hızlıca çekip atla tekrar ilgilenmeye başlayınca, “Öfkem sana değildir.” demesi ile alayvari bir şekilde ona baktım.

“Tamam sadece sana değildir.”

“Eminsin yani?” diyerek alaylı bir şekilde sorunca ellerini kuşağına sabır çekerek koyunca, “He sanadır!” dedi ve yanımdan hızlıca uzaklaştı.

Ardından gülmeden edemeyerek, “Sonunda delirttim adamı!” dedim. Sinirle yürüyen adamın ardından, “Tamam dur!” diye seslensem de oralı bile olmamış hızlıca yürümeye devam etmişti.

“Allah’ım ya!” diyerek gülmekten ayakta duramayan ben, “Hakikaten problemli bir kişiliğim var.” diyerek kendimi toparlayıp ardından koşmaya başladım.

Nehrin kenarına oturup başındaki şapkayı kuşağına sabitledikten sonra yüzünü yıkamaya koyulmuştu. Hava hakikaten çok sıcaktı. Ama onun suya girme sebebi bendim.

Nefes nefese kalmış bir şekilde yanına varınca bana bakıp tekrar su ile yüzünü ıslattı. Ferahlamış gibiydi ve benim de buna ihtiyacım vardı. İkilem de kalsam da kıyafetlerimden ciddi anlam da bunalmıştım. Eğilip ayakkabılarımın iplerini açtıktan sonra çoraplarımı çıkardım.

Nehrin gürül gürül akan kuvvetine karşı dengem şaşma ihtimaline karşı kenarda durmam en güzeli idi. Suya girmek için makul bir yer bulmak için etrafa baktım.

“Sabit dur.” diyerek yere çömelen Mirza’nın omzundan tutarak eteklerimi ayak bileklerimin hizasına doğru kaldırdım. Mirza ne yaptığı anlamış bir şekilde olduğu yer de kalmıştı.

Bir bacağımı suya sokmam ile bütün sıcaklığım adeta gitmişti. Elim hala Mirza’nın omzundaydı. Ayağımı sabitledikten sonra elimi omzundan çekip diğer ayağımı da yanıma aldım.

“Oh be rahatladım.”

Ferahlamanın o güzel hissiyatı bütün azalarımda dolaşırken gülümsedim. Ardımı döndüğümde Mirza’nın arkasını dönmüş iki adım atarak gittiğini görünce, “Dur! Dur nereye gidiyorsun?” dedim.

Durup sağ omzu üzerinde bana döndü.

“Rahat edesin.”

Söyledikleri ile davranışının sebebini anlamıştım.

“Ediyorum zaten.”

Evet, rahat ediyordum. Yani Mirza olmasın başkası olsun, yapardım yani. Oba da iken düşmeyeyim diye Aybars’ın ellerimi tutma etkisine karşı istememiş olabilirim. O anlık olabilir. Şimdi Aybars olsaydı onun yanında da rahat ederdim. Ederdim yani…Beybolat Bey olsaydı da fark etmezdi.

“Dondum.”

Daha fazla su da kalmayacağımı anlayıp adım atmak istedim. Lakin bir şeye tutunmadan karaya ulaşmam mümkün değildi.

Derenin kenarına yaklaşan Mirza’ya telaşla, “Elin!” diyerek seslendim. Bana elini uzattı. Kuru elim onun sıcak eliyle buluşunca kendine doğru çekti.

Ayağımı hızlıca çıkarıp onun durduğu yerin önüne koyarak diğerini çektim. Donmanın etkisiyle hareket ederek, “Baya soğukmuş.” dedim. Resmen içim titremişti. Ayaklarımı bir indirip bir kaldırırken elim hala onun elindeydi. Onun ayakkabılarının dibinde olan ayaklarım yavaş yavaş sıcaklığı hissetmeye başlamıştı.

“Ama baya rahatladım.” diyerek başımı kaldırıp ona bakınca yakınlığın bu kadarını donma etkisinden dolayı farkında değildim. Gözlerini benden çekince ben de ondan çekerek, “Yüzümü de yıkayayım.” dedim. Bana bakmayarak başını sallayınca elbisemi tekrardan tutup elinde varlığını sürdüren elim ile suya tekrardan uzanırken o da girmem için yardımcı olmuştu. Elim halim elindeyken diğer ayağımı da suya aldıktan sonra elini bıraktım.

Bir elim elbisemi tutarken diğer elim rüzgarın meltemini hissediyordu. Derince bir nefes çekerek etrafa baktım. Hakikaten mükemmel bir alemin aciz varlıklarıydık. Bunun farkında olup kaçmayı tercih edenlerdendim. Keza isteklerim ve arzularım daha çok seviyordum.

“Temiz sudur.”

Mirza’nın suyun sesinden duymam diye sesli konuşması ile ona baktım.

“İçilir. Dağın suyudur.” diyerek ekledi. Ellerini kuşağa yaslar halde benim gibi etrafı izliyordu.

“Dağları seviyorum.” diye seslendim ona.

“Nedendir?”

“Kainattaki her şey mucizevi geliyor. Ama dağlara kendimi daha yakın hissederim. Onu izlemek ve üzerine çıkmak hoşuma gidiyor.”

Söylediklerime tebessüm ederek, “Allah, sizi sarsmaması için yeryüzüne sağlam, sarsılmaz dağlar çaktı; yolunuzu bulabilmeniz için de ırmaklar ve yollar açtı.” (Nahl-15) dedi.

Dağa bakmaya devam ederken, “Dağın hakikaten güzelliği başkadır. Efendimiz sav. inzivaya çekilme yeri de bir dağ idi. Dağ insana huzur verir. Ve dağ heybettir. Kudrettir. Güçtür. Lakin dağ olmak, güçlü olmak çetrefilli iştir. Sabır işidir. Zordur.” dediklerine ara verip onu dikkatli dinleyen bana bakarak tebessüm ederek devam etti.

“Zordur amma tek onun suyu içilir. Deniz güzeldir, deryadır. Lakin iç bakalım onun suyunu içebilir misin? İnsan da böyledir. Güç istersen, zorluklara hazır olmak gerekir. Sabır etmek gerekir. Sonunda ise mükafat olan suya şükretmek gerekir.”

Söyledikleri ile düşüncelerim durgun bir halde öylece beklerken, “Mirza Bey’im!” ileriden erkek sesi gelince telaşla eteklerimi iyice indirdim. Mirza benim tam hizama gelerek sırtını bana döndü. Kenardan baktığım da Beybolat Bey’in geldiğini gördüm. Mirza, eliyle gitmesi gerektiğini işaret edip:

“Birazdan vararız. Sen gidesin.” dedi bağırarak. Beybolat Bey alandan uzaklaşırken ben onu görüp telaşla eteklerimi iyice indirdim. Ardından daha önceki söylediğim sözlerin utancından kaçtım.

Peki ben niye Mirza’nın yanında bu kadar rahatlamaya başladım? Belki de erkek olarak hep onunla temas halinde olduğum için olabilirdi. Ve Hümeyra’nın hisleri…

Mirza bana doğru dönünce yüzümü yıkamak için elbisemi bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Ellerimi berrak suya daldırıp yüzüme ardından örtümün altından ensemi mes ettim.

Göğüs tarafına yerleştirdiğim mendilim ile yüzümü hızlıca kurullarken Mirza’ya seslenmeden elimi uzatınca o da direk yakına gelip elini uzatmıştı.

Bir adım atarak elini tuttum. Benim elime tezat sıcacıktı. Ve maalesef ki güzel.

Bir erkeğin eli bu kadar güzel olabilir miydi? Bu mümkün müydü?

Kendimi yukarı çekerken yanlış yere basıp geriye doğru bedenim giderken diğer elimi hızlıca yakalayıp çimene çıkmamı sağladı. Ayağıma bir şey olmuş mu diye bakarken Mirza’nın ayağının kenarından kertenkele hızlıca geçince tedirgin olarak geriye doğru bedenim düşer gibi oldu. Lakin iki elimde Mirza’da olduğu için ayaklarım çimlerde bedenim nehire karşı eğilmişti.

“Kertenkele.” dedim ona telaşla. Gözleri yeri buldu. Dediğim şeyi görmüştü ve onun kayboluşunu izledi.

“Gitti. Gelesin taşa oturasın.”

Bir elini elimden çekti. Diğer elimde taşın üzerine oturana kadar ondaydı. Uzağımda kalan eşyalarımı bana vererek taşın diğer tarafına oturdu.

Rahat giyinmem için böyle davranıyordu. Mirza gerçekten hiddetli birisiydi. Ama bir o kadar da düşünceliydi. Onun bu kadar düşünceli olması kendimde suçluluk psikolojisi uyandırıyordu. Aynı şekilde eski Hümeyra ne yapmış olabilirdi de bu adamı bu kadar kendinden soğutmuş olabiliri düşünüyordum. Önceki zamanlar tam tersiydi. Ama Mirza’yı daha yakından tanıyınca onun suçlu olma ihtimali aklımdan geçmiyordu. Bu kadar ince düşünceli insan, nasıl kötü olabilirdi? Ki düşünceli insan bulmak zorken.

Ayakkabılarımı giyerken, “Ben biraz başına bela oluyorum değil mi?” diye sordum. Sakince sorduğum sorunun ardından kısa bir süre sonra kahkaha sesi duyulunca şaşırarak arkamı döndüm.

Benim döndüğümü görünce bana baktı. Yüzü kızarmıştı. Sıkmaktan alnındaki damar kendini göstermişti. Bu da anlaşılıyordu ki dediğim ile gülmemek için kendini tutmuş sonra bırakmıştı. Ben ise şaşkınlığım devam edercesine öylece yüzüne bakıyordum.

Oturduğu yerden ayağa kalkarak, “Affedesin ama…” dedi. Sözünü tamamlayamadan yüzünü dönerek gülmeye devam etti. Lakin gülmemek içinde kendini tutmuyor değildi.

“Tamam biraz dedim. Aa bu hale bak.”

Kendini toparlar şekilde bana yüzünü döndü. Kartallar ufuklara kaybolmuş şahinlerin içi cıvıl cıvıl bana parlıyordu.

“İnsanlık edelim derdimizi açalım dedik. Düştüğümüz bu duruma!”

Ayakkabılarımı tekrardan bağlamaya devam ederken özgüvenimi adeta toparlamaya çalışıyordum. Evet biraz fazla baş belası olabilirim. Hatta onu yoruyor da olabilirim. Ama iki dakika önce ben bu adama düşünceli demiştim. Değil düşünceli falan! Suçlu da o!

Eteklerime ellerimi vurarak taşın üzerinden kalkarak atın yanına doğru ilerlemeye devam ettim. Lakin Mirza’ya her dönüp baktığımda yüzünde gülümseme ile bana bakması içimdeki o masum kızın şeytani hal almasına sebebiyet veriyordu.

“Düşünceli olalım dedik! Elin bebesinin diline düştük iyi mi?”

Önüme bakarak söylediğim sözler ona ulaşsın diye sesimi bilerek yükseltmiştim.

“Bebe mi? Şahin nereye kayboldu?”

Dediği ile durarak şaşkınlık ve utançla ona doğru döndüm. Ardından gelen sinirim yavaş yavaş yüklenirken o da canlanmadan ışıltılı gözlerle bana bakıyordu.

Adamın hafızası benim hayatımı yazandan daha kuvvetli bu nasıl iş! Öyle bir adamdı ki dediğim her şeyi adeta yutuyor ihtiyacı olduğundan yumurtlayarak bana servis ediyordu.

“Bir daha senin eline düşersem!”

Ki düşerim!

En iyisi pataklamak. İki pataklasam kendime gelirdim. Ona karşı duyduğum utanç ve kaybettirdiği özgüvenimi tekrar kazanabilirdim. Evet yapabilirdim!

Ağaca yaslı duran tahta kılıcı alarak ona doğru gittiğimde alayvari şekilde kaşlarını kaldırarak onaylar bir şekilde başını salladı.

“Bana yok mudur?”

“Yoktur!” diye seslendim.

“Ee benim gerçek pusatım vardır. Emin misindir?”

Ula yine! Az düşün Hümeyra! Az akıl et. Sen bu adamı alt edemezsen hakikaten o diken örgütünü nasıl alt edeceksin!

Geri gelip tahta kılıcı alıp ona fırlattım. Benimle alay ettiğini görmemek için yüzüne dahi bakmadan yanına vardım.

İlk hamleyi ben yaparken kılıçlarımız birbirini es geçmesinin ardından vuruşma sesleri ardından gelmişti.

“İşte bele!” diye bana komut vermişti. Tekrar ona sallarken tahta kılıçlar birbirine çarpıştı. Hızlıca onu ittirip alttan vuruş yaptım ve geriye kaçtı. Ona:

“Susasın! Bir ok atmayı bile öğretmedin!”

“Ben sadece sana yardım ederim Hümeyra Hatun.” dedi sakince. Bu sefer o bana kılıcını sallamıştı. Pusatım ile ona cevap verirken, “Yardımların hep insanı utandırır mı?” dediğim an yakın olan yüzünde kaşları çatıldı ardından yine içleri güldü. Dudaklarında hafif tebessümü bana sergiledi. Bacağına tekmeyi savurunca geriye doğru açıldı.

Ben saldırıya geçerken o savunmaya geçiyor sonra roller farklılaşıyordu. İşin tuhafı da zaten buydu. Mirza’da bunu fark etmiş olacak ki:

“Maşallah. Çabuk hatırlarsın.”

Beni taktir etmesine çok da ihtiyacım varmış gibi sevindim. O başka bir hamle yapmasıyla elimden kılıcım düştü. Hızlı bir manevra ile kuşağımdaki gerçek hançeri hızlıca çıkarıp kalbinin üzerinden tutunca talimin kazananı ben olmuştum. Çünkü Mirza’nın kılıcı boynumdan uzakta kalırken benim hançerim onun tam kalbinin üzerindeydi.

Bu sefer onunla alay etmesi gereken bendim.

“Beni hafife almayasın Mirza Bey!”

“O hatayı bir kere yaptım Hümeyra Hatun.” dedi hançeri kendine yakın edercesine yakınlaştı. Onun yakınlaşması ile bir an elim ayağım boşalır gibi oldu. Aynı his, beynimde var olan sızı ile elimdeki hançer elimden düşmüştü. Ellerim başımda yer alırken gözlerimi sıkıca kapadım. Ayaklarım kendimi tutamayarak yığılırken önümde yapboz parçasından bir kesit geçiyordu. Mirza, bilincimin kaybolmasına müsaade etmeyerek sarsmasıyla başımdaki ağrı daha da şiddetleniyordu. Başımdaki ağrı sesime doğru inmişti. Göz yaşlarım yanaklarımı bulurken gördüğüm silik hakikat karşısında bir cevap bulmak niyetiyle zar zor gözlerimi açtım. Bana telaşla bakan Mirza’ya aynı telaşla baktım. Acım iyice artıyordu gücüm tükeniyordu ona bakarken, kaybolan anı gözümün önünden geçiyordu. Gerçek olmamalıydı? Bu adama bu acıyı yaşatmış olamazsın Hümeyra!

“Hümeyra!” dedi tekrardan. O ismimi zikretmesiyle sanki onun acısını hisseder gibi, “Babanı…” dememle gözleri irice açılmış dediğime odaklanmıştı. Ona üzüntülü ve acı dolu gözlerle bakarken, bana cıvıl cıvıl bakan gözler sular altında kalmış ışıltısını söndürmüştü.

“Hümeyra.” dedi sesi titredi. Öyle bir şeyin içinde kalmıştım ki. Aradığı cevap iki dudağımın arasındaydı. Eğer bunu söylersem, onu kaybedebilirdim. Eğer söylemesem hatıramın ardını bırakmayacaktı. Tek gerçek vardı onu zaten her türlü kaybedecektim.

Hislerim yavaş yavaş çekiliyordu. Her anıyı hatırladığım an uzunca vakit uyuyordum. Ve o an, onunla yüzleşmemek için söylemek istedim. Söylersem acısına şahit olmayacaktım.

Ben de arayışta olan gözlerine bakıp bir cevap bulma umuduyla, “Babanı ben mi öldürdüm?” diye sordum. Silik halde hatırladığım hatıra da onun babasını gördüm. Ama babası kanlar içindeydi. Benim elimdeki hançer onun kalbinin üzerindeydi. Tuttuğum hançerin yerinden kanlar akarken, babasının eli benim üzerimdeydi. Bir arbedenin içindeydik.

Mirza’ya baktığım da gözündeki yaş yanağıma düştü. Doğruydu onun babasını ben öldürmüştüm!

Eski Hümeyra onu bu kadar sevmesine rağmen neden babasını öldürmüştü?

“Neden?” dedim cevabını merak ederek. Ama enerjim çekilircesine gözlerim yavaşça kapandı.

Kolunun üzerinde olan üst bedenim kendini iyice ona bırakmıştı. Düşmemem için beni sıkıca tuttuğunu hissederken kulaklarım onun sesini duymuş sonra ise bilincim uykuya dalmıştı.

“Alllah’ım! Allah’ım!"

Oy vermeyi ve yorumda bulunmayı unutmayınızzz

 

Selamünaleyküm nasıldı bölüm? Son kısma bakarak yorumda bulunmayın sadece😂

🏹Mirza ve Hümeyra’nın sahneleri güzel miydi?

🏹Sonraki süreçte sizce ne olur?

🏹Hümeyra neden Mirza’nın babasını öldürmüştür?

Loading...
0%