@lilyum_cicegi
|
Benim bu oba da aile sayıldığı ama benim saymadığım en yakın kişi Mirza vardı. Mirza ile mi gidecektim ben! Senden kurtuluş yok mu be adam! Ata binen Aybars'a bakarken dudaklarım istemsiz tebessüm etmişti. Hayatım boyunca hiç ata binmemiştim. Aybars'ın önümde ata binmesine heveslenmiştim. Bana bakıp içten gülümseyip başıyla selam verince ben de o selamı almıştım. "Hah!" diyerek ayaklarını hafif atın karnına değdirerek hareket etmesi için ona seslenmişti. Daha yeni tanıştığım adamın arkasından hüzün müzikleri çalarken sanki yalnız kalmışım gibi hissetmiştim. Üzgün bakışlarım onu takip ederken o yavaş yavaş gözden kaybolmuştu. Arkamdaki insanları umursamadan ortamı terk etmeye başladım. Biraz daha etrafı keşfedip kafamı dağıtmak istedim. Nedense içimde oluşan bu duygu seli beni rahatsız etmişti. Gelen geçen insanların verdikleri selamları alırken, yalnız kalabileceğim tek yerin otağ olduğuna kanaat getirip o tarafa doğru ilerlerken Aybike'yi görünce ona seslendim. Ona seslenmem ile bana döndüm hemen yanıma gelmişti. Ama eski Aybike olduğunu gördüğüm için ona: "Otağa geçelim. Seninle konuşmak istiyorum." dediğim de başını sallayarak beni takip etti. Beraber otağa girdikten sonra koyun postunun birine oturup onun da karşımda oturması için elimle işaret ettim. O da oturduktan sonra: "Galiba biraz bencilce davrandım." deyince gözleri beni bulmuştu. Ona gülümseyip, "Bence bu kadar basit bir sebep için onca yıllık dostluğumuzu heba etmeye değmez." Gülümseyerek bana bakınca aramızdaki soğuk suyun sıcaklığının arttığını hissettim. Basit bir meseleyi kısa bir konuşma ile halletmiştik. Tabi o hemen dayanamayıp ellerimi kontrol etmiş ve ilaçlarımı içip içmediğimi sormuştu. Ona gerekli açıklama yaparken o da ellerime merhem sürüyordu. İki gün sonra Sazlık Obası'na amcamı ziyaret etmek için gideceğimin haberini de vermişti. "Aybike biliyorsun ben hiçbir şey hatırlamıyorum." dediğim de ellerimden ellerini çekip dikkatini bana verdi. "Amcanız ismi Abdül Bey. Sizi büyüten ve sizi de çok seven birisi." "Annem ve babam yok galiba?" dedim buruk bir tebessümle. O ise söylediğimle bir an donukluk yaşadı sonra başını olumlu bir şekilde başını salladı. "Siz küçükken..." Aybike'nin sözünü keserek, "Demek burada da yetim ve öksüzüm." dedim gözlerimin dolmasına engel olamayarak. Dudaklarımı ağlamamak için kemirirken bu yaranın rüyamda olması az da olsa canımı acıtmıştı. Bir değil iki eksik olarak bu dünyada yaşamak zordu. "Eee." dedim. Gözyaşlarımın akmaması için göz kapaklarımı hızlıca kırparak ortamdaki dram havayı dağıtmak istedim. Aybike bir şeyler anlatırken hüzünlü yanımı saklı kutuya hapsettim. İsyan etmedim, etsem kaybedenlerden olurdum. Sadece hüznümü kabul edip acımı dilime değil, gözlerime yönlendirdim. Konu konuyu açarken sonunda ellerimdeki yaralarda bitmişti. Aybike'ye durumu anlattığım da obadaki herkesin bir iş bölümü olduğunu ama bulaşıkları yıkamanın benim görevim olmadığını söylediğinde ister istemez Aslıhan Hatun'a sinir olmuştum. Ne gerek vardı böyle kötü olmaya? "Peki benim obadaki görevim nedir?" "Dokumacılık." dediğinde kendimi bozmamaya çalışsam da pek başardığım söylenemezdi. Eğer rüya bitmez ve beni oraya yönlendirirlerse ben ne yapacaktım? Zaten eski Hümeyra'nın dokumacılık işiyle uğraştığı önceden giydiğim lale işlemeli elbiseden belliydi. "Ben galiba eskiyi unuturken yeteneklerimi de unutmuş olabilirim." dedim üzgün bir şekilde. O ise benim durumuma şaşırıp, "Nasıl yani Hümeyra Hatun?" dediğinde bıkkın bir halde: "Mesela sen dokumacılığı çok iyi bir şekilde yaptığımı söyledin. Ama şimdi iğne versen elime düz dikiş bile atamam." O ise benim halime sadece kaşlarını kaldırmakla yetinince, "Bana inanmıyor musun?" diye sordum. O ise hemen kendini toparlayıp, "Olur mu öyle şey...." dedi. Onun garip haline anlam veremeyip birden bastıran uykuma hayır dememek için yatmaya karar verdim. Ellerim yaralı olduğu için yatağımı Aybike yaptıktan sonra direk uzanıp gözlerimi kapadım. İnsanın rüyada bile uykusu geliyorsa bu da bilinçaltındaki sevgisindendir. ... Kolumun dürtülmesi ile tam ayılamayıp gözlerimi araladım. Hafif bulanıktan sonra karşımda duran kişinin Aybike olduğunu gördüm. Esnemek için açılan ağzımı sol elimin tersiyle kapayıp: "Efendim." dedim. "Kerahat vakti girmek üzere namaz için kaldırdım." Kafamı sallayıp uyuşuk hareketle kalkıp abdest almam için getirdiği suyla ihtiyacımı giderip hemen namaza durdum. Selam verdikten sonra tespihlerimi çekmeyi atlamadım. Yavaş yavaş gerçek bir alemde gibi hissettiğimi bilmeme rağmen durumu bozmadım. Burası yalan bir yer olduğunu bilsem de dünyanın da yalanlar ile çevrili olduğunu bildiğimiz halde ahireti unutur gibi bu durumumu da sürdürmek istedim. "Ah!" Otağ çadırın içinden Aybike'nin yükselen çığlığı ile iç alemimden hızlıca çıkıp ona doğru döndüm. Koca sandığın bacağına düştüğünü gördüğümde telaşla yerimden kalktım. Ona yetişmeye çalışırken az kalsın yere düşüyordum. Hızlıca ahşap sandığı güçlükle yerine doğru koydum. Hemen Aybike'ye dönüp, "İyi misin?" "Ayağım çok acıyor." dedi sızlanarak. Ben de hiç vakit kaybetmeden hali kapıdan çıkıp tahta kapıyı acele ile açtım. Otağın ilerisinde dolaşan askerleri yani apleri görünce, "Akkaş Bey'i çağırın!" diye onlara seslendim. Onlardan birisi hemen başını olumlu bir şekilde sallarken kenardan geçen bir kaç kadının meraklı gözlerine şahit olmuştum. Hemen kapıyı kapatıp tekrardan Aybike'nin yanına gelip çömeldim. "Ayağına bakayım." dedikten sonra elbisenin altındaki bol pantolonu sıyırdım. Ayağı şişmiş ve kızarmıştı. "Nasıl yaptın ya çok kötü olmuş." diye söylenirken sanki onun acısını ben çekiyormuş gibi yüzümü buruşturmuştum. O ise bana cevap vermek yerine acısıyla baş etmeye çalışıyordu. "Destur var mıdır?" Dışarıdan gelen sese hemen olumlu bir cevap verdikten sonra Akkaş Bey hızlı davranmış Aybike'nin yanında bitmişti. Ben de durumu ona izah ettikten sonra o hemen tedaviye başlamış gerekli tedbirleri ona söylemişti. Akkaş Bey'i yolcu ettikten sonra Aybike'yi çadırına taşımaları için yanındaki yardımcıları yanımıza göndermişti. Ne kadar onunla gitmek istesem de o, kabul etmeyince ben de otağda tek başıma kalmış. Akşamı ardından yatsıyı kılmıştım. Ama karnımın guruldamasına yardımcı olamamıştım. Çadırda yemek arasam da bir küçük ekmek bile bulamamıştım. Dışarı çıkıp yemek istemeye çekindiğimden öylece yatakta oturuyordum. Aybike'ye söylemeyi düşünsem de kızın acısı aklıma gelince ondan da vazgeçmiştim. Bacaklarımı kendime çekip öylece dururken tahta kapının açılma sesini duyunca merakla halı kapıya baktım. Yavaşça kalkan halı kapıdan geçen cüssenin sahibini görünce başımı tekrardan önüme çektim. Söndürmediğim kandillere bakmayı sürdürürken kıyafet hışırtısına kulaklarımı tıkadım. Benimle mutlu olmadığı halde inatlaşıp evliliğini sürdürmesi ne derece doğruydu. Mutlu olmak için mesela gidip Aslıhan'la evlenip beni rüyamdaki prangadan kurtarabilirdi. Kandillerin oraya gidip ışığımı kesince ona, "Söndürme!" dedim. "Işıkta uyuyamıyorum." "Git o zaman ışık olmayan bir yerde uyu." diye sinirle söylendim. Zaten karnım açtı şimdi de onun bu tavırlarını çekmek istemiyordum. O ise bana aldırmayıp söndürmeye devam edince oturduğum yerden hızlıca kalkıp ona, "Anlamıyor musun?" diye sesimi yükselttim. Çatık olan kaşlarım onun siyah çatık kaşlarıyla karşılaştıktan sonra ortama bir de karnımın guruldama sesi eklendi. Sinirli olan yüzüm birden düşmüştü. Şaşkın bir halde ellerimi göbeğime sardım. Karnım inatla tekrardan guruldayınca utançla gözlerimi kapamak zorunda kaldım. "Yemek yemedin mi?" diye soran adamla muhatap olmak istesem de dilimi sıkıp başımı olumlu bir şekilde salladım. O ise kandillerin hepsini birden söndürüp uyumak için yerine doğru gitmeye başladı. Nasıl yani yardımcı olmayacak mıydı? "İkiyüzlü!" dedim arkasından. Onun sessizce sabır naatlarını duysam da devam ettim. "Emanetim...miş." diye onu yansılamaya başlayınca yattığı yerden hızlıca kalktı. "Sabahki tavrını yine sergile diye ben aynı oyuna gelmem. Şimdi rahat bırak beni." Benim unuttuğum ama onun unutmadığı ısırık aklıma gelince gülmem gelse de tuttum. Bıkkın bir halde yatağa otururken karanlığa alışmış gözlerim onu rahat bir şekilde bulmuştu. Karnımın bir kere daha guruldamasıyla rüyamda bile açlık çekeceğime sinirlendim. Tek alternatifim Mirza idi ama onun tavrından sonra yanına gitmeyecektim. Hem oruç tutmuş bir insandım. İradeli olabilir sabah güzel yemek yiyebilirdim. Kendimi yatağa bırakıp gözlerimi kapadım. Hem sabah uyumam hem de şimdi aç olmam maalesef uykumu getirmiyordu. Bir sağa bir sola dönerek uyumaya çalışsam da sesli bir şekilde oflandığım zaman başka bir kişiden aynı kelimenin seslisi gelince irkildim. Bir an yalnız odada olduğumu sandığım için korkmuştum. Hızlı bir şekilde bana gelen cüsseye, "Ne oluyor?" diye korkarak geri gittim. Kandillerden birini yakınca oda aydınlanmış onun o rutubetli güzel yüzünü görmüştüm. Güzel kelimesi tabi ki de benden değil eski Hümeyra'dan çıktı. "Herkes yemek yerken sen ne yapıyordun?" diye sinirle söylenirken ona, "Kimse bana yemek yenildiğini söylemedi." dediğim de bana inanmıyormuş gibi bakarak söze devam etti. "Eski huyların yavaş yavaş geri dönmeye başlamış." deyince oturduğu yerden kalktı. O kalkınca ben de kalktım. "Ne demek istiyorsun?" diye sorduğum da bıkmış bir halde kafasını salladı. "Bak, Aybike yaralandığı için yemeğimi yiyemedim. Kimse de bana yemek getirmedi. Ben de kimseden istemedim." "Bu kadar yalan dolanla hayat yaşamak zor. Ama anlaşılan içine işlediği için sana zor gelmiyor." Şu adama neden açıklama yapmıştım ki! Ben niye bununla muhatap olmuştum ki! Sinirli gözlerimle onun o, şahin siyah gözlerine bakmayı kesip duygularımı kontrol etmek için kendimi dışarı atmaya karar verdim. Sandığın üzerine bıraktığım kapşonlu siyah pelerini hızlıca omuzlarıma geçirip onun yüzüne bile bakmadan kapı halıdan sonra ise tahta kapıdan çıktım. Sinirimi ayak tabanlarıma vurup hızlı adımlarla nereye gittiğimi bilemeyerek yürüdüm. Onun laflarına ve davranışlarına karşı içim o kadar sıkılıyor ve bunalıyordu ki sanki birisi boğazıma zincir bağlamış zorla yaşa, diyordu. Bir an önce huzuru iliklerime kadar hissetmediğim rüyadan uyanmalıydım. Bunun da elbet bir yolu olmalıydı. Sol kolum birinin el kapanına yakalınca telaşla bağıracaktım ki, "Sakın bağırma!" onun kısık sesini duydum. Kaşlarımı çatıp bileğimi ondan kurtardım. Dudaklarımı saran elin üzerine elimimi götürecektim ki onun çekmesiyle ben de geri çekildim. Ben sinirimi yatıştırmak için kendimi dışarı atayım adam sinirimi daha da alevlendirmek için atakta bulunsun. "Geç otağa!" Ona hiçbir cevap vermeden önüme dönüp adımlarımı atmaya başladım. Dinlemek istemiyordum. Gerçek kocam olsaydı ninemin tabiriyle; belki sevap kazanmak için bazı şeylere itaat ederdim. Ama bura bana mükafat olarak verilen rüya alemiydi. Burada itaat etmemi gerektirecek nefsime zor gelecek hiçbir sınırlama yoktu. "Rezillik çıkarmada gir artık şu otağa!" Yanımdan önüme geçerek, geçmeme engel oluşuna mı kriz geçireyim? Yoksa kısık sesle benim rezillik çıkarmamamı söylemesine mi? "Rezillik mi?" dedim hem şaşkınlığımı hem de sinirli olduğumu belli eden yüz ifademle. "Rezil olan biri varsa o da sensin." Kaşları her daim çatık olmaya müsait olan adam, yeniden aynı hareketi yapmıştı. Ama bu sefer geri adım atmak istemedim. Sözlerime cesaret yükleyip devam ettim. "Düşünsene gözlerini hiç bilmediğin bir yerde açmışsın. Başında bir karın. Ve kocası olduğunu geçmeyen bir leke gibi hissettiriyor. Emanetim diyor ama her yaptığı şeyi başında kılıç döver gibi vura vura hissettiriyor." "Bu kadarına yaptığıma şükret!" dedi öfkeyle. "Ne yaptım bilmiyorum. Belki de hiçbir şeyde yapmadım. Onu da bilmiyorum. Ben hiçbir şey bilmiyorum be adam! Bilmediğim şeyin neden hesabını bana soruyorsun. Benden nefret mi ediyorsun boşa kurtul. Hatırladığım zaman gözlerindeki bu nefretin bedelini eğer hakkettiysem ödetirsin!" İkimizde kısık konuşması benim gözyaşlarımla son bulmuştu. Hani böyle içinde bilmediğin şeylerin yığıntısı olur. Ve sonunda birden ağlama isteği olur ya şu an öyle bir şey yaşıyordum. Ama bu durumu şu adamın önünde yaşamak kadar saçmalık yoktu. "Mirza Bey." Sağ tarafımdan gelen kadın sesiyle gözyaşlarım görünmesin diye başımı çevirip tuzlu taneleri elimin tersiyle silerken başıma fazladan bir örtünün indiğini fark edince ellerimi indirdim. Örtmediğim kapüşon yüzümü gölgelerken buna sebep olan kişiyle kalbim bir an hızlandı. Ya hu bu adam seni ağlatıyor, sıkıyor ama sen bir harekete kalbi at koştur. Oldu mu eski Hümeyra! İçimdeki sessizlik dışıma yansımıştı. Öylece kalakalmıştım. "Buyurasın." Ciddi ses tonuyla kadına cevap verirken ben de ayıp olmasın diye önümü dönmüştüm. "Sesinizi duyunca..." diye devam eden kadının maksadını az çok anlamıştım. O kadar da sessiz konuşmuştuk. "Bugün az yemek yediğim için şimdide acıktım. Bilirsin bizim otağa yemek malzemesi sokmadık." "Bilirim Bey'im. Hümeyra Hatun'un iyileşmesini bekleriz." Lafın arasına giren kadınla birlikte Mirza devam etti. "Tutturdu ben sana yemek yaparım diye ondan sesimiz etrafa fazla gitmiş olabilir. Kusura bakmayasın." Söyledikleri ile şaşkın halde ona dönerken bu kadar emeğin boşa gitmesi için sesimi çıkarmadım. "Olur mu Hümeyra Hatun? Siz daha iyileşmediniz ben hemen size sofra kurarım." diye yaşı büyük teyzeye başımı sallamakla yetindim. İçimde geçmeyen sızının etkisi halen daha kendini sürdürüyordu. Ne kadar da kadını takip etmek istemesem de ettim. Vicdansız bir insan olamıyordum. Onu burada rezil etmek varken bilerek sesimi bile kısmıştım. İsteseydim de zaten yapamazdım. Rüyada olsam bile yaptığım bazı absürt davranışlar içimden birden geliyordu. Aynı onun karşısında ikinci kez ağlamam gibi... "Siz oturun ben hemen yumurta kırıp çayı hazır edeyim." diyen kadına sadece Mirza cevap verirken ben öylece ellerimle ilgileniyordum. Şu yaşananlardan sonra ne yemek yeme isteği kalmıştı ne de başka bir şey. Sadece uzaklaşmak kimsenin beni bulamayacağı yere gitmek istiyordum. Bununda tek yolu bu rüyadan uyanmaktı. "Buyurun Mirza Bey'im. Buyurun Hümeyra Hatun." Bağdaş kurduğumuz yere tepsiyi koyup da bizi sofraya davet eden kadına kısa bir teşekkür ettim. Resmen enerjim yerle bir olmuştu. Kadın, yedikten sonra ortalığı toplamamamı söyledikten sonra izin alarak otağı terk etti. Yüzümü gölgeleyen örtüye hiç dokunmadan öylece sessizliğe dalmışken örtüm yavaşa yavaş başımdan kaydı. Düşten uyanır gibi sakince kendime gelip örtümü geriye iten adama baktım. Bana, gözleriyle yemek tepsisini işaret edince ondan sadece bakışlarımı kaçırdım. Bütün ruhumu mutsuzluk kaplamıştı. Bir yandan bu halime de sinir oluyordum. Neden bir adam yüzünden bu hallere düşerdi ki bir insan? Ama işte rüyaların en sıkıcı tarafı bazı şeylere engel olamamaktı. Bana doğru gelen elle bakışlarımı o tarafa çevirdim. İki parmağının arasına almış olan ekmeğin içindeki yumurtayı gördüm. Ona baktığım da, bana bakmadığını gördüm. Kendini zorluyordu. Benim istediğim daha doğrusu eski Hümeyra'nın isteği bu değildi. Kaşlarımı hafif çatarken o yine bana bakmayarak: "Ellerin yaralı." İyileşmeye yakın olan ellerime gözlerim gitti. Bunca olaydan sonra onun elinden yemek yiyecek değildim. Ama onun yüzünden aç kalacakta değildim. Ne kadar da eski Hümeyra'nın yüzünden içim acı çekse de, bu yemeği yiyecektim. Ekmeğe uzanmak için ona doğru uzanmam gerekiyordu. Ama o durumu yanlış anlamış ki lokma dudaklarımı sürttü. Elim eline değdiği anda başka yerde olan gözleri direk gözlerimi bulmuştu. Düşünceli ama durgun şahin gözlerin içine bakarak elini kenara ittirip gözlerimi ondan çektim. "Ben senden böyle bir şey istemiyorum. Kendini bir şeyler yapmak için zorlama, bana yeter. O zaman daha huzurlu olurum." dedikten sonra ekmeğe uzandım. O sırada kısık bir kahkaha duyunca meraklı gözlerim hemen onu bulmuştu. Bu öyle içten gelen bir gülme değildi. Bu gülme, nefret tohumlarının yeşermesini kutlayan bir tını gibiydi. Ellerim onun tavrıyla buz keserken onun bu histerik kahkahası gözlerimde son bulmuştu. Gözlerimi hemen kaçırırken o da bağdaş kurduğu yerden hızlıca hareketlenince canlanmasam dahi tedirgin olmuştum. Belki her soğuk hareketinde tedirgin olmam saçmalıktı ama hiç böyle tarz insanla veya kavgada bulunmamış halkımızın tabiriyle hiç o toplara girmeyen prensestim. Tek fark annem ve babamın olmamasıydı... Duruşumu bozmadan öylece dururken onun hareketleri yanımdan esti geçti. Kapı halının kaldırma sesini duyduğum da dışarı gittiğini anlayarak rahatça bir nefes verdim. Ama sonra dönüp arkamı kontrol etmeyi unutmadım. Uzanarak ekmekten bir parça aldım. Ve demir tava benzeri şeye kırılmış olan yumurtadan bir lokma alarak ağzıma aldım. Benim karnım açtı. Ondan böyle duygusal çöküşler yaşıyordum. En iyisi karnımı iyice doyurmaktı. Tekrardan bir parça alıp yumurtadan aldım. Beynimin içine girmeye çalışan fısıltılar sonunda işgal etmiş bütün seslerini beynimde yankılatıyorlardı. Çözülmesi zor bir kömürle boyanmış harita gibi. Ne kötü biri ne de iyi. Ne de iki yüzlü. Kötü desem bir taraftan yaptığı iyiliği görüyorum. Etrafımızda insanlar yüzünden bana iyi davranıyor ondan dolayı ikiyüzlü diyorum. Sonra gözyaşlarımı kadın görmesin diye şapkamı yüzüme örtüyor. Dedikodu için gelen kadının ağzına laf vermemek için kendini bahane edip bana kıyamadığını gösteriyor. Düz bakınca aslında ikiyüzlü ibaresi önümde beliriyor. Ama estetik bakınca ne kadar da düşünceli olduğunu fark ediyorum. Ne zamandır hastalığım etraftaki bazı insanların diline düştüğü için şimdi de aç olup yemek hazırlayamadığımı dillerine vermek istemeyişini görüyorum. Bu adam benden hem nefret ediyor. Hem de kimsenin görmeyeceği bir kalkanla beni korumaya çalışıyor. Demek ki bana dediği, 'Nefretim, merhametimin önüne geçemez.' doğruymuş. Sözünün eri gibi bir adammış. "Çayım soğudu." diyerek zihnimi kendi sesimle susturmaya çalıştım. O ağzını açsa ben bir lokma atıyor ardından çayımı içiyordum. Bu hızlı hareketlerimle yemeğimi çabuk bitirip ıslak havluya ellerimi sildikten sonra tepsiyi alıp masaya koydum. Kadın ne kadar ellemeyin de dese de böyle dağınık bırakmak olmazdı. Bu alışkanlığım biraz da ninemde geliyordu. Başımdaki örtünün hafif kaymış olduğu fark ederek önüme çektim. Ve kapı halıdan dışarı çıktığım da karanlıkla gördüğüm cüsse yüzünden korkup: "Tövbe! Bismillah!" diyerek elimi göğsümün ortasına koydum. Beni fark eden adam bir tepki vermeden ilerlemeye başlayınca ben de onu takip etmeye başladım. Karnım doymuş biraz olsun enerjim yerime gelmişti. Soğuyan havayla birlikte ellerimi, üşümemesi için siyah pelerin kumaşın içine soktum. Tek tük erkeklerin dolaştığı yerlerden selamlar eşliğinde geçerken sonunda otağa varmıştık. İlk o geçtikten sonra ben de aynı sessizlikle içeri geçtim. Bu kadar sessizlik içimi kemirse de bir ses etmeden kapı halıdan geçtim. Üzerimdeki pelerini çıkarıp katladıktan sonra sandığın üzerine koydum. Yattığım yatağa doğru ilerlerken o da bilindik yere doğru gidiyordu. Çadırın etrafı kalın halı tarzı şeylerle sarıldığı için soğuk değildi. Ama havadan anladığım kadarıyla sonbahar esintisi gelecekti. O da aynı şekilde böyle yatmaya mı devam edecekti? Benim en yakın sürede zihnimi meşgul edecek şeyler bulmam lazımdı. Yoksa aklım ondan başka bir şey düşünmeme engel olacak ben de sinir kriziyle uykudan uyanacaktım. Her zaman ki gibi beyaz başörtümü çıkarmadan yatağa uzanıp üzerime yorganı aldım. İçeri girerken yaktığı kandillerin varlığı teker teker sönüp son bulduktan sonra oda da nefes alış verişlerinden başka bir hareketlilik görülmüyordu. İçimi rahatsız eden duyguyu susturmak için sağa doğru döndüm. Ama bu dönüşümle sanki ağırlığım fazla artmıştı. Bu sefer sırt üstü uyumak istedim. Ama yine olmuyordu. İçim sürekli ona teşekkür etmemi inatla bastırıyordu. Ama yani onca olmuşun etmişin üzerinden teşekkür etmek ne kadar doğruydu? Doğru değildi tabi ki... Uzandığım yerden kalkıp oturduktan sonra karanlığa alışan gözlerim direk onu fark etmişti. "Uyudun mu?" diye ona seslendim. Seslenir seslenmez dişlerimi sıkıp sesi duymamak için kafamı geriye doğru yatırdım. Yaptığım şeyden dolayı anormal tepkiler vermem gayet normaldi. Biraz zaman geçtikten sonra gelmeyen sesle yüz ifadem düzelmiş ama içim halen aynı vaziyetteydi. "Bir şey diyecektim." dedim tekrardan sonra dilimi sıktım. Bana bunu yaptırdın ya eski Hümeyra umarım şu adam seni hiç affetmez. Sevginden ölürsün! "Uyumaya çalışıyorum." diye sessiz bir ses gelince ben de oturduğum yerde diklenerek: "Merhametli bir insan olduğum için yapılan iyilik karşısında tepkisiz kalmam doğru olmayacağını düşündüğümden böyle bir sonuca vararak demek istiyorum ki yani..." "Hümeyra." dedi bıkmışlık duygusu serpiştirilmiş sesiyle. Ama sesi yüksek çıkmamıştı. Demek ki gerçekten benimle muhatap olmamak istiyordu. İyi oluyor sana eski Hümeyra! "Tamam işte demek istediğim teşekkür ederim. Ama o yemek olayın da bana inanmadın ama neyse yine de işte dedim. Şimdi uyuyabilirsin." diyerek yatağa kendimi gömüp üzerime toprak niyetine yorganı örttüm. İlaçlarımı içmeyi unuttuğum aklıma gelse de yatakta canlanamayacak kadar utanıyordum. Bir an önce gün doğmalı kendimi başka alemlere atmalıydım. ... "Hümeyra." tanıdık sesin ismimi seslenmesi ile olduğum yerde sıçradım. "Ne ne oluyor?" diye korkarak sorarken, tek dizini kırıp oturmuş bana bakan Mirza ile karşılaşınca şaşkın şaşkın ona baktım. O da benim hareketlerimi garip bulmuştu ki tuhaf bir bakış gönderdikten sonra: "Sabah namazı." diyerek çömelmek için kullandığı bacaklarını düzleştirerek kalktı ve kapı halıdan çıktı. Bir dokunma hissetmediğime göre ses tonunun da fazla yüksek olmamasına bakarsak adamın belki de adımı ilk seslenmesin de gözlerimi açmıştım. Onun yüzünden daha doğrusu zihnimin fısıldamalarından geç uykuya dalmış şimdi de böyle bir tepkiyle uyanmıştım. Ellerimi yüzüme değdirdiğim anda başörtümün azıcık kaydığını görünce düzeltip abdest almak için ibriği, leğeni ve havluyu alarak işe koyuldum. Yarı uykulu halimle namazımı kıldıktan sonra kendimi yatağa bırakıp uykuya dalıyordum ki onun sesiyle hemen dikleştim. "Kahvaltıyı Hanım Anamın çadırında yapacağız." Ona başımı salladıktan sonra dışarı çıkmıştı. Aybike olmadığı için yanımda olup namaza kaldırmasından tut benimle bu kadar muhabbete girmesini bu duruma yordum. Ayaklarımı sürte sürte ahşap sandığın içindeki mavi tonlarındaki elbise gözüme çarpınca onu giymek için elimi uzattım. Kadın kadına kahvaltılar yapıldığı için bunu giymem de bir sakınca görmeyerek hızlıca giyindim. Üzerindeki sade taşlar ve işlemeler ayrı bir güzellik katmıştı. Uzun olan saçlarımı ördükten sonra başörtümü şal gibi yaparak örttükten sonra sandığın üzerine bıraktığım pelerinimi aldım. Üzerime geçirip halı kapıdan çıktım. Koyun postlarından birine oturmuş kitap okuyan Mirza, benim varlığımı hissedip bana baktı. Sonra da gözlerini tekrardan kitaba çevirerek kaldığı yerden devam etti. Ben ona seslenecektim ki okuduğun kitabın Kuran'ı Kerim olduğunu görünce sustum. Kuran'ı Kerim benim belimden aşağı geldiği için ben de ondan uzak bir yere oturdum. Kendimi hiçbir zaman takvalı bir insan olarak görmedim. Ama görmem şu ayeti es geçeceğim anlamına gelmezdi. "Allah'ın şearine tazim ve hürmet kalplerin takvasındandır." (Hac, 22/32) Bir kaç dakikanın ardından Kuran'ı Kerim'in kapağını kapatarak ayaklanınca ben de ayaklandım. Ne ondan bir söz çıktı ne de benden. Öyle sessizce otağdan dışarı çıktık. Kendimiz dışında olan tüm insanların selamlarına muhabbetlerine cevap verdikten ikimizin arasında olan bu dikene çözüm bulamadık. "Selamünaleyküm." diye giriş yapan Mirza'nın ardından ben girdim. Otağda Hanım Ana, vefat eden oğlunun eşi Büke ve onun kızı Aslıhan vardı. Verilen selam alındıktan sonra Hanım Ana, "Bugün sadece bize biz kahvaltımızı edelim dedim." deyince ilerimde olan Mirza, "Ben alplerin arasında yemek yiyebilirim. Siz de rahat ederseniz." "Olur mu Bey'im. Biz bize olunca daha rahat ediyoruz." diye lafa giren Aslıhan'a sırıtarak gözlerimi belertmeden geçemezken annesinin kolundan dürtüşüne şahit olmuştum. Tamam anladık seviyorsun da bu kadar da adamın içine düşme yani. Mirza bir şey demezken Hanım Ana söze girmişti. "Hadi buyurun." Az önce yaşadığım şeyle aklıma Selime'nin davranışları gelmişti. Demek ki insanın hayatında yaşadığı kötü şeyler rüyasında bile karabasan gibi çökebiliyormuş. Tek duam karabasanımın şu anki gibi komik olması. Kalın mont gibi lakin pelerin olan kıyafeti çıkarıp bilindik yerim olan Mirza'nın yanına kuruldum. Hanım Ana ve Mirza oba hakkında konuşurken ben de düne göre daha iyi olan ellerimin parmak uçlarıyla sessiz sessiz yemeğime devam ediyor hiç onlara katılmıyordum. Zaten neyi biliyorum ki onlara katılayım? En son yarın sabah Sazlık Obası'na gideceğimizi söylemişlerdi. Kısa bir sessizliğin ardından, "Bir Bey, Hatun'u olarak artık yemeklere icabet etmen gerekir. Değil mi ana?" diye koşan Büke kadına baktım. Hanım Ana, Büke'ye sert bakış gönderse de kadın onları hiç görmemiş gibi yapınca ben devreye girdim. "Haklısınız. Haberim olsaydı yemeğe gelirdim." dediğim de Hanım Ana şaşırarak, "Ne dersin kızım? Ben ailedeki kimseyi yemeklerden habersiz etmem." dediğin de Büke kadının fırıldak gözlerine umursamaz bir şekilde bakıp kendimden emin bir şekilde Hanım Ana'ya bana bir bilgi verilmediğini söylediğim de o hemen, "Çiçek kızım bir bana bakasın!" diye sesini yükselti Hanım Ana. Kapı halıdan geçip gelen benim yaşlarımda olan kıza, "Dün, Hümeyra Hatun'u seslenmeyi unuttun mu?" diye sorunca kız hemen, "Olur mu Hanım Ana? Ben Hümeyra Hatun'un çadırına bizzat gittim. Ama, Aslıhan Hatun rahatsız olduğunu ve gelemeyeceğini söylemişti." Kızın açıklaması ile beni köşeye sıkıştırmaya çalışan Büke kadının sinirli ve şaşkın bakışları Aslıhan'ı bulmuştu. Aslıhan ise ne cevap veremeyeceğini bilemeyerek mırın kırın edeceğini anladığım da, "Aslıhan Hatun yanıma geldiği zaman rahatsızdım. O da beni düşünerek böyle bir şey yapmış olmalı." dedim ona gülümseyerek. İnsanları herkesin içinde bozma ve rezil etme gibi kötü bir özelliğim olmadığın da burada da aynı durumu sergilemiştim. Asıl burada sessiz kalsaydım. İçim rahat etmezdi. Konu tatlıya bağlansa da Aslıhan ve annesinin bana hoş bakmayan, bakışlarına maruz kalmak beklemediğim bir şeydi. İnsanoğlu neden bu kadar nankör olurdu anlam veremiyorum. Dün Mirza'nın beni yalancı konumuna sokma çabası heba olunca zafer gülümsememi bana bakan adama sunmuş. Üsten bir bakış atarak yemeğime geri döndüm. Aslıhan ve Büke artık umurumda bile değildi. Şu an önemli olan tek şey Mirza'nın o dediği lafları ağzına tepmek oldu. "Müsaadenle Ana." diyerek ayağa kalkan Mirza'ya izin veren Hanım Ana'dan ben de aynı izni aldım. Üzerime pelerini giydikten sonra hemen ayakkabıları giydim. Tahta merdivenleri inen Mirza'ya koşarak omuz atıp önüne geçtim. Vurmamdan dolayı vücudu hafif eğilmiş yüzünde beklenmedik bir ifade vardı. Ona gülümseyerek, "Ne oldu? Kimmiş yalancı?" dedim. Neşem üst kat fazla idi. Bakışlarını başka yere çekip benden farklı yöne doğru yürüyen Mirza'ya koşarak yanına ulaştım. "Rabbim sen nelere kadirsin. Dün üzerime atılan iftirayı bugün nasıl da temizledin." Ben eğlene eğlene söylenirken o birden bana dönerek, "İftira değildi." dedi. Kaşlarını çatmadığı sinirli gözlerine tek kaşımı kaldırıp, "Bir insanın yapmadığı bir şeyi yaptı diye söylemek iftira olmuyor mu?" Dediklerim ile öylece kalması benim neşemi daha da artırıyordu. Köşeye sıkışınca da ne tatlı oluyordu. Aman yani bir şey yapamıyordu demek istemiştim. Halen daha eski Hümeyra'nın hislerini taşıdığımdan dolayı zihnim arıza verebiliyordu. Bana bir cevap vermeyip sırtını bana dönüp adım atacakken dengesini kaybettiğini gördüm. Düşmemesi için kolundan tutup kendime çektim. Ani çekmenin etkisinde ben onun kolunu sarmalamışken o beni bir koluyla sarmalamıştı. Vücutlarımız bir bütün olmuşken yüzümdeki tende başka bir insanın tenini hissedince hemen onu bırakıp geri çekildim. Ona bakamayan gözlerimle, "Dengeni kaybedince düşmeyesin diye şey yaptım." dedim. Ellerim birbirini kenetlerken düşmesine sebep olan tahta oyuncağı gördüm. Gözlerim arada ona giderken onun bana bakmayarak, "Anladım. Sağ olasın." demesini duydum ve gördüm. Sonra ise arkasını dönerek sessiz sedasız ilerleyişine şahit oldum. "Tamam ya sakin." diyerek elimi göğsümün üzerine koyarken yanaklarımın alev alev yandığını hissettim. Hem utanç hem de neşe kaynağım zirvelere tırmanmıştı. Ondan öncesi zaten neşeliydim de şimdi olan olay yüzünden utanç duygum artmıştı. Yoksa neşem de mi artmıştı. Aman arttıysa arttı ne de olsa benden kaynaklanan bir şey değildi. Belki obadaki ilk mutlu günümdü. Çünkü ilk defa obayı böyle mutlu mutlu geziyordum. İnsanların verdikleri selamı almaya çekinen ben bu sefer ben insanlara selam veriyor muhabbete giriyordum. Sonunda rüyam da biraz huzur hissetmiştim. Bir de tamamen Mirza'da kurtulsam o zaman daha huzuru tadardım. Geze geze sonunda Aybike'nin çadırının önüne gelip aynı onların dediği gibi, "Destur var mı?" diye seslenince Aybike'nin içeriden sesi gelmişti. "Tabi buyurun buyurun." Benim seslendiğimi anlamış olmalıydı ki sesi bu kadar enerjik çıkmıştı. Benim kaldığım otağdan küçük olan yere adımımı attığımda yatakta yatan Aybike'yi gördüm. "Hayırlar olsun Hümeyra Hatun. Yüzünüzde güller açıyor." dediğin de ona gülümseyerek, "Evet neşeliyim." dedim. O da hemen nedenini sorunca Mirza'nın nasıl bozulduğunu anlatmıştım. Ben anlatıp gülerken onun yarı tebessüm halini görünce durdum. "Gerçekten sadece bu mu?" diye söyleyince ben de hemen cevap verdim. "Evet. Sonun da onu alt ettim." "Hımm." deyince kendimi kötü bir insan olarak görüp hemen ona, "Aslında kötü bir insan değil. Ama bildiğin gibi davranışlarına ve sözlerine sinir oluyordum. Ondan bu iyi oldu." Aybike'nin soluk bakışları ile dayanamayıp, "Niye öyle bakıyorsun? O kadar kötü bir şey mi yaptım?" diye sordum. Onun davranışları ile modum düşmüştü. "Hayır sadece..." Söyleyip söylememek arasında gidip geliyordu. "Ne sadece?" Onun bu şifreli konuşmasını bir an önce sonlandırması için baskı kurdum. "Sadece ondan uzak durun." Azıcık tebessüm eden yüzümde düşmüştü. "Birincisi ona zaten yakın değilim. İkincisi ne biliyorsan lütfen ağzında gevelemeden anlat." "Ona yakın olmaya başladığın için söylüyorum." "Aybike!" dedim onu ikaz ederek. Ben sadece bana inanmayan beni yalancı konumuna koyan adamı alt etmiştim. Bunun yakınlıkla ne alakası vardı? "Bunu sizin iyiliğiniz ve ondan uzak durmanız için söylüyorum." dediğin de gözlerimi devirmeden edemedim. Halen daha uzak durmaktan bahsediyordu! Benim elimde olsa onu rüyamdan atmak isteği varken onun sözleri... "Hafızanızı yitirmenize sebep olan kişi Mirza Bey!" dediği anda direk gözlerim onun ciddi bakışları ile kesişti. Yalan söyler bir hali yoktu. Zaten Aybike böyle bir insan da değildi. "Sizi öldürmeye çalışırken hafızanızı yitirmenize sebep oldu."
Selamünaleyküm bir bombayla daha geldim. •Siz rüyada evli olduğunuzu öğrenseniz tepkiniz olumlu olur muydu? Yoksa yeni yelken açma kafasında mı olurdunuz? •Geçmişten kalıntılar yavaş yavaş çıkmaya başlamışken sizin tahminlerinizi alayım??? Yorum ve oylarınızı bekliyorum selâmetme💕 |
0% |