Yeni Üyelik
24.
Bölüm

Yapboz-2

@lilyum_cicegi

Oy vermeyi ve yorum yazmayı unutmayın❤️

Soğukluğun içeride adeta sıcağa hapsolurken ellerim aceleci ve utancım adeta dağlara kadar çıkmıştı. Buhar mağaranın içinde sakince süzülürken kalbim ona tezat hızlıydı.

Kocaman tahtadan yapılma kabın içinden vücudumu çıkarmadan hızlıca saçlarımı sabunla ovalanıyor bir taraftan da arkası dönük sandalyeye oturmuş Mirza'ya bakıyordum. Daha doğrusu göz kırpmalarım haricinde ondan gözümü asla ayırmıyordum.

Banyo yapma isteğimin üzerine suyun en yakınında olduğum halde hava şartları buna müsaade etmemişti. Sonbahara girmek üzeydik. Yaramın üzerine bir nezle olmamak için bu yolu tercih etmiştim. Daha doğrusu her şeyi Mirza ayarlamıştı.

Mağaranın içi dışı kadar boş değildi. Küçük bir barınak ve çevresinde küçük çadırlar dizilmişti. Etrafta bizden başka kimse yoktu. Adeta ağaçlar burayı koruma noktasına almışlardı. Mağaraya zaten sarmaşıklar arasından giriliyordu. Tam da Bulut'a göre bir yerdi. Dahil olduğu çeteyi hiç aratmayacak düzenekler ve tuzaklar kurmuştu.

Mağaradan çıkışımla bütün gözler bana dönmüştü. Alpler gözlerini çevirirken Bulut elindeki tahta parçasını yontarken bana bakmaya devam ediyordu. Hoşnut değildi. Keza ödleğin tekiydi. Kazanamayacağı yarışa asla girmez. Kazanmayacağını anladığı an taraf değiştirme potansiyeline sahipti. Zaten bunu da açıkça dile getirmişti. Dikkatli olmak lazımdı.

Mirza, Beybolat ile konuştuktan sonra bana, giyecek bir şeyler getireceğini haberini verdikten sonra atıyla uzaklaşmıştı. Ben de o gelene kadar ateşin önüne oturup kimse ile muhabbete girmemeyi düşünüyordum. Ama Bulut buna müsaade etmeyerek karşıma geçti. O söze başlamadan:

"Sabırlı ol."

Net cevabım üzere karakteri gereği, "Ne demek sabırlı olasın! Senin hiçbir şeyden haberin yoktur." diye yanıtladı. Omuzun üzerinden Beybolat'a baktığımda gözü üzerimdeydi. Mirza'nın yerini aratmıyordu. Haksız da sayılmazdı.

"Vakti gelince anlatırsın. Merak etme seni ele vermem."

Benden hoşnutsuz bir tavır takınarak karşımdan kalkarak uzaklaştı.

"Beybolat Bey!" diye ona seslendiğimde diğer alplerin gözleri beni de bulsa da yerimden kalkmayıp onun gelmesini bekledim.

"Buyurasın Hümeyra Hatun."

Sık olan ağaçların arsında ilerleyen Bulut'u başımla göstererek:

"Ben anlatana kadar onunla konuşmayın ve gözünüzü ondan ayırmayın."

Ateş yüzüme doğru vururken gözlerim ilerleyen siyah giysili adamı takip ediyordu. Net ve ciddi çıkan sesimin ardından Beybolat Bey:

"Buyruk başımın üzerinedir."

Beybolat Bey, Bulut'un arkasında yol alırken. Eminim ki Mirza'da ondan gözlerini ayırmamalarını söylemiştir. Lakin Mirza gidince o gözlerin geri çekilmesini fark etmemle görevi devralmıştım.

Mirza benim için gerekli giysileri temin ettikten sonra küçük barınaktan kocaman kabı alarak mağaranın içine koymuştu. Ateşin üzerindeki kaynar su teker teker taşıyıp başka bir kaba koydu. Zaten onların sıcaklığı serinlik ile ılınmıştı.

Gönül isterdi ki tek başıma olayım ama Mirza, su ihtiyacı sebebi ile yanımda kalmıştı. Ben de bu durumu istemesem de ortada başka mantıklı bir fikir yoktu.

Hızlıca saçımı sabunlarken suya uzandım. Çömeldiğim için tahtalar sadece başımı ve boynumu kapatmıyordu.

Kaynar su sıcaklığını geride bırakmıştı. Su başımdan aşağıya akarken gözlerimi kapadım ve ellerim hızlıca işini görüyordu. Saçımı uzun olduğu için durulama işlemi de uzun sürmüş ve kaptaki su bitmişti.

Saçlarımı ensem de toplayıp kumaşla sabitledikten sonra arkası dönük sessizce oturan Mirza'ya:

"Su bitti."

Omzunun üzerinden bu tarafa döneceğini sanıp:

"Sakın arkanı dönmeyesin!"

"Kabı almam gerek."

"Evet, tamam. Gözlerini kapatarak gel." deyince o da dayanamayıp:

"Hasbinallah. Öyle yapacağım zaten!"

Huysuz!

Bana doğru döndüğü anda kendimi muhafaza etmek adına daha çok çömeldim. Saygısız bir tavrını şimdiye kadar görmemiştim. Ama bu halde ister istemez kapatmak gereği duyuyordum.

Kabın tersine doğru ilerleyince, "Orada değil. Sağa doğru gel." dedim. Komutuma uyup doğru tarafa doğru ilerlese de çaprazında kalıyordu. Oturduğum yerde yakınımda olan Mirza'nın eline dokunduğum an irkildiğini hissetsem de bu durumda ona takılamazdım.

"Burada."

Elimin ıslaklığı eline geçerken kabın kenarına elini dokundurdum. Elimi hemen çekerken o da kabı aldığı gibi dışarı çıkmıştı.

Sıcağın uzaklaşması ile soğuk vücuduma tesir ederken iyice kendime yapıştım. Saçımdan akan sular bulunduğum alana damlarken dışarıdan akan şelale bunu bastırıyordu.

Sol tarafta bezle sarılı olan yaram su olsa hafif sızını hissettiriyordu. Ama yine de iyiydim elhamdülillah.

Mağaranın karanlığından adım sesleri gelmesi ile kaba daha çok girdim. Karanlıktan çıkan Mirza'nın gözleri yerdeydi. Ama benim yanıma bu bakış açısıyla girerse görmesi muhtemeldi. Lakin bu sefer kendimi tutup ondan adım bekledim.

Biraz mesafe daha geldikten sonra, "Gözlerimi kapatırsam dökebilirim Hümeyra Hatun." dedi. Mahcup bir hale bürünmüştü sanki. Yahut duyguların bana geçiş anlamı farklıydı. Değişik bir ifadeydi. Çözememiştim.

Olduğu yerde dururken devam etti.

"Yan bir şekilde ilerleyerek ancak verebilirim."

"Tamam, olur."

Vücudunu yan konuma getirerek gözleri yerde bir şekilde bana iyice yaklaşırken göz karesine girebilme imkanımdan, "Birkaç adımı gözlerini kapatarak atsan?" dedim. Onların konuşmalarına tezat bir cümle kurmuştum. Ama şimdi bu önemli değildi.

"Olur."

Gözleri kapalı bir şekilde bana doğru döndü. Birkaç adımda yanımda bitmişti.

"Tamam bırakabilirsin."

Sesim neden bu kadar sessiz çıkmıştı? Adamın karşısında resmen bu halde olmak yeterince utanç verirken sesimi kontrolde tutmamak neydi?

Hızlıca bırakıp sırtını geri dönerek olduğu yere oturunca ben de ondan daha hızlı bir şekilde yıkanıp en son bacaklarıma su döküp kuru ve temiz yere ayak basar basmaz, kalın bir örtü ile vücudumu sardım.

"Çıktım ama giyinmedim."

Belki dönmezdi ama tedbiri elden bırakmamak gerekirdi.

Bana getirdiği temiz kumaşlara uzanıp iç çamaşırlarımı giyindikten sonra buradaki kadınların giyindiği bol pantolonu giyindim. Yaramın üzerinde var olan bezi alıp kurusu ile değiştirdim. Gömleği pantolonun içine koyduğum halde düşüyordu. Halbuki önceden giyindiklerim gayet belimde duruyordu.

"Bu şalvar çok büyük olmuyor."

"Kuşakla bağlaman lazım."

Kuşağı bulurken ona da, orta seste tamam dedim. Belime her sardığımda bol olan kuşağa sitemle, "Olmuyor!" dedim.

"Uygunsan bakayım."

Başımı ona çevirip sonra halime bakıp, "Bir dakika."

"Dakika ne demektir?" dedi sorgular bir şekilde. Gözlerimi kapayıp dediğim kelimeye karşılık, "Ben sana haber edeceğim."

Başka ne denirdi ki? Mühlet mi? Onunla şu anki gençliğin konuştuğu gibi konuşsam beni delirdim diye buraya bile kapatırdı. Ama bu düşünceyi yapmayı aklımın bir köşesine yazdım.

Bohçanın içinden koyu lacivert tonlarında yine boyutu büyük başörtü ile karşılaştım. Hızlıca onu kısaltıp başıma geçirdim. Öylesine bir bağlama ile ona seslendim.

Bana doğru dönerek hızlı adımlarla yanıma geldi. Yüzüme dahi bakmadan boynunu aşağı eğdi. Aramızda mesafe vardı. Lakin mesafeler kalbin kapı zili gibi çalmasına elbet sebep değildi.

Belimde ellerinin varlığını hissettirmeden kuşağı hızlıca sarmaladı. Geri doğru çekilince saçma bir şekilde belimi sallayınca gözleri birden beni buldu.

"Düşüyor mu diye..."

Yüzünde ciddilik yoktu ama tebessümde ediyor değildi. Donukta bakmıyordu. Ama nefret bakışını da göstermemişti.

Kendi halimden rahatsız olurken o bir şey söylemeden su testisini ve diğer malzemelerden alıp ayrılırken ben de elimi çabuk tutarak. Dizlerimde biten koyu lacivert kalın pardüsü gibi ama dar olmaya hatta spor gibi duran kıyafeti giyindim. Nedense üzerimdeki kıyafetin varlığı ilk defa beni iyi hissettirmişti. Önceki zamanlarda aşırı gibi gelen kıyafeti benimsemeye gönlüm kaymıştı. Ve örtümü de boyutuna göre değil ondan biraz kısa olacak şekilde bağladım. Kendi ölçü boyutumu aşmıştım. Çoğunluk olarak başörtü taksam da arada şal takıyor onu da spor şekilde bağlıyordum. Ama şimdiki halim göğüslerimin hafif üzerinde bitiyordu.

Islak olan ve terin eseri üzerine çokça belli olan kıyafetleri deriden yapılma torbanın içine koydum. Uzunca bir vakitten sonra Mirza'da geldikten sonra büyük kovayı iterek içindeki artık suyun şelaleyle karışmasına sebep oldu. Zaten ben de şelaleye yakın bir yerde yıkandığımdan konum itibari gereği çok zorlanmamıştı. Kocaman kabı alarak, "Yemek hazırdır." dediğinde artık burada yememe gerek olmadığını anlamıştım.

Onu takip ederken koluna tekrardan tutunca başını bana çevirdi.

"Korkma diye..."

Düşmeyeyim diye...

Kafasını olumlu sallarken, "Tabi tabi." dedi muzip sesiyle. Birlikte ilerlemeye başladık.

Alplerin bazısı nöbete çıkarken bazısı yemekleri hazır etmişti. Alplerin doldurduğu patates ve tavuk karışımlı kabı Mirza bana uzatarak kendisine de bir tane aldı. Alplerin uzağında iki tahta kütüğün üzerine kurulmuştuk. Beni bastıran açlık ile kaşığımı ağzıma götürüyordum ki Mirza ile göz göze gelmemin neticesinde artık dayanamayıp:

"Karnımı doyurayım. Anlatacağım her şeyi." dedim hafif sitemkâr sesimle. Neyse ki alpler durumun farkında olmayacak kadar gürültülerdi. Bulut hariç.

"Bir şey demedim." diyerek açıklama yapıp tahta kaşığı ile oynayınca gözlerimi büzüp, "Tabi tabi öyledir." dedim.

Ağzımdaki lokmayı bitirip ona döndüm. Eski Hümeyra'yı dinledim sanki o da benimle aynı fikirdeydi. Artık şu adama bir şeylerin söylenme vakti gelmişti.

"Anlatacağım zaman sürekli benden kaçan sendin. Şimdi ise sabretmekte zorlanır anı kollamak için göz hapsine almaya çalışırsın."

"Kaçmak mı?"

Zoruna gitmişti. Çünkü Mirza Bey gururu konusunda pek hassas birisiydi. Ben yemeğime odaklanırken ona:

"Ödlek gibi!"

"Hümeyra Hatun!"

Evet uyuyan kartalı uyandırmıştım. Sesi yükselmiş gözlerine nefret perdesi inmişti. Etraftaki gözlerin varlığını es geçip ona, "Ben olmasam sen bir hiçtin. Hiç! Neyin böbürlenmesi Mirza Bey?" dedim ben de aynı şekilde ona sesimi yükselterek.

Mirza'nın yaptıkları ve tavrı aklımdan hiçbir zaman gitmemişti. Çünkü her zaman o en iyi bilendi. Lakin ben onun bu tavrını geri tepmiştim. Benim kim olduğumu bildiği zaman yıkılmıştı.

O kadar acıya, hakarete ve tavra karşı onu biraz olsun yıkmaktı amacım. Merhamet tarafı da vardı. Ama içimi yanık hale getiren tarafı da...

Alpler bize doğru bakarken, "Dönün önünüze!" dedim.

Bu rest çeken tavrın gücü Hümeyra'dan başkası değildi. Lakin benimde hoşuma gitmişti. Güzel laftan anlamayan Selime'ye yapmak isterdim, mesela.

"Haddini aşmayasın!"

Boynunu eğerek sinirli hali ile beni tehdit eden Mirza'ya karşı alayvari bir bakış atıp aynı ciddiyetle ona doğru baktım. Tek fark benim boynumu hafif kaldırmamdı.

"Haddini aşan kişi sen olmayasın!"

İki gerilim hattı gibi karşı karşıyaydık. Alnının ortasından sağ kaşına doğru kayan damarı da ortaya çıkmıştı. Şahin gözlerinin hapsinden kaçmamak için kendimi sıkıyordum. O rahatça meydan okurken benim meydan okumam bile çabayla oluyordu.

"Birbirinizi dinlemeden anlamadan saldırırsınız! Hiç yakışır mı ikinizi de? Bir oturup konuşun."

Beybolat Bey araya girse de ne o öfke bakışını çekiyordu ne de ben.

"Allah'tan korkan kimseler, öfkeleri yutar ve insanları affeder. Allah iyilik edenleri sever." (Al-i İmran, 134)

Beybolat Bey'in ilk Arapçasını sonra ise anlamını söylediği an, ayet ile ilk gözlerimi kaçıran ben olmuştum. Böyle bir ayet mi vardı?

"Birbirinizi düşünmüyorsunuz. Bari Allah katındaki değeriniz için gayret gösteresiniz."

Beybolat Bey'in sözleri adeta içime işler gibi olmuştu. Birbiriniz için değil, Allah için. Ona karşı restim Allah için değildi. Yani Mirza İslam'a saldırmamıştı. Bu sebeple ona yaklaşımım bir nevi nefsi idi. Ve nefis ancak Allah'ın rızası ile terbiye olunurdu.

Allah'ın nizamı o kadar güzeldi ki. Kendin için affet mükafat al buyuyordu. Bir insan için affedersen o sana ne verebilirdi ki?

"Kardeşim, şu cellalliğini kaç dere derim gevura göster diye!"

Beybolat Bey bir elini Mirza'nın omuzuna koyarak sarsmıştı. Mirza'nın gözleri durgunluğa yelken açarken ben sadece öylesine ona bakmıştım.

Mirza'nın bana karşı yaptıklarını unutmadığım için şu anki kaos ortamımın baş suçlusu bendim. Ama bu Mirza'yı haklı çıkarmazdı.

Sessizlik ortamında ilk geri atan ben olmuş kütüğe geri oturup tabağımı almıştım. Yavaş yavaş yemeğimi yerken Beybolat ve Mirza birlikte ayrılmıştı. Büyük ihtimalle Beybolat Bey, Mirza'ya akıl hocalığı yapacaktı.

Son kaşıkladığım yemeği yerken Bulut'un yanıma oturmasını gördüğüm gibi kalktım. Tabağımı alplere verdikten sonra arkamdan geldiğini bildiğim Bulut'a arkamı dönerek:

"Mirza Bey gelsin anlatacağım."

Gına gelmişti artık. Hatırlamam ayrı bir dert hatırlarım ayrı dert. Biraz sabır yani bırakın da bir kendime geleyim.

Mağaraya doğru gireceğim an karanlıkta ayağım takılır diye alplerden meşale isteyerek turuncu ışık varlığında içeriye girdim.

Alplerden öğrendiğim kıbleye önceden getirdiğim hasır halıya göre serdim. Uyuduğum günleri hesaplayarak kaza namazlarımı eda etmeye başladım. Sürekli aynı şeyleri tekrar eder gibi gerek olmadığını kendime anlatsam da nedensiz bir şekilde kılma isteği uyandırdı ben de. Çoğu zaman ninesinin alışkanlığı olarak kıldığımı düşünen ben, buradaki çabama şaşırıyordum. Eski Hümeyra'nın, Allah'a olan bağlılığı mı bana tesir etmişti yoksa ben mi değişmiştim bilmiyorum. Bu hissiyatı kendim dahi açıklayamaz haldeydim.

...

Kaza namazlarını kılmış hava serin olsa da hareket halinde olduğum için azıcık terlemiştim. Vakit namazını kıldıktan sonra saçlarım kurusun diye örtümü açtım. Onların ıslaklığı giderken kabuk tutan yarama merhem sürerek üstümü düzelttim. Oturduğum yataktan kalkacağım sırada ayak seslerini duymamla başımı o tarafa çevirdim.

Üzerim kalın olmasına rağmen üşüyen burnumu avucuma yaslayıp ısınmasını sağladım.

Adım sesleri daha çok yakınlaşırken Mirza seslendi.

"Hümeyra Hatun."

Müsait olup olmadığına yorarak.

"Gelesiniz." dedim.

Mağara düz bir yola sahip olmadığı için geniş alana girmeden önce dar sağa dönümlü yol vardı. Bu sebeple bana uzaktan baksalar dahi göremezdi. Lakin o yolu döndükten sonra her yer ayan beyan görünüyordu.

İlk Mirza içeriye girerken bana bakmadan ilerleyişini es geçip arkadan gelenlere baktım. Beybolat ve Bulut onu takip etmişti. Beybolat Bey bana başıyla selam verirken Bulut alaycı birkaç kaldırış yapmıştı. Adeta anlatacaklarım mekanına gelmeme değeceğini sorguluyordu.

Yatakta bağdaş kurarak oturmaya devam ederken Mirza direk karşıma sağ çaprazıma Bulut sol çaprazıma ise Beybolat oturmuştu.

Yer soğuk değil miydi de bunlar direk yere bağdaş kurarak kurulmuşlardı. Üşümezler miydi? Bakışlarım yerlerde gezerken asıl konuya Mirza girmişti.

"Dinleriz Hümeyra Hatun."

Sesindeki hoşnutsuzluk sesi ile bakışlarım ona döndü. Sakin bakan gözlerini benden çekerek Beybolat'a çevirdi.

"Başlıyorum."

Hatırladıklarımı akıl süzgecimden geçirerek elimden geldiği kadar sade anlatmaya odaklanırken Bulut'a gözlerim kaydı. Bir an tereddüt yaşarken Mirza'nın da bakışlarının ona gittiğini yakaladım.

Tüm bakışların hedefinde olan Bulut hepimize bakarak, "İsteseydim sen zehirlendiğin an her şeyi anlatırdım." dedi.

"Ne demek istersin?" diye başladım.

"Örgütün senden haberi yok mu sanırsın? Kimliğin çoktan açığa çıktı."

Gözlerim irice açılırken olayın bu raddeye geldiğini bilmiyordum. Nasıl öğrenmişlerdi?

"Ha Kuğu olarak değil sadece güvensizler listesine alındın. Ve örgüt listesini çalmakla baş şüphelisindir."

Bulut rahatlıkla bunları anlatırken ben Hümeyra'nın nerede açık verdiğini anlamaya çalışıyordum. Belki de her şey o hatırlamadığım anı da gizliydi emin değilim.

"Sen başlayasın Hümeyra Hatun. Bulut gardaş, her zaman arkasında olduğumuzu bilir."

Samimi bir cümlenin ardına gizli tehdit ile Mirza bana bakarak anlatmam için başını salladı.

"Peki..." ellerimi birbirine kavuşturarak kaşlarımı çattım.

"Her şey balayken başladı. Bilirsiniz babam av sırasında ölü bulundu. Hemen sonrası ise annem..."

Annem ve babamı hiç görmez iken içimde biriken duygu yüklü an yüzümde belirse de kendimi toparlayarak devam ettim.

"Babam Kara Diken, örgütünü bilirdi. Hatta bu örgütün insanların bilgisizliklerinden yararlanıp saçma sapan İslam'a çektiklerini de bilirdi. Belki de ölümüne onlar sebep oldu bilinmez. Lakin annem bilirdi. Son anlarında, git ve onların planlarını al aşağı et buyurmuştu. Ben o planı ilk o örgüt sanmıştım. Lakin örgüt Sahra Sarayı'na kadar ulaştığına şahit oldum."

"Bana gönderdiğin bitikler sayesinde o bilgiye ulaşırken sen nasıl bildin?"

Mirza'nın beni bölmesi ile kaşlarımı hafif yukarı kaldırıp, "Amcam sayesinde." dediğim an sorgular bir halde baktı.

"Bilirsin altın işlemesi yönünden bizim oba çok meşhurdur. Bu sebeple sarayla münasebetimiz diğer obalara göre daha fazladır. Hatta bu sebeple baş oba, Okçular yani sizin obanız değildir. Baş oba Sazlık Obasıdır."

Mirza'ya gerekli açıklama yaptıktan sonra o da mantıklı bularak başını salladı. Ama söz konusu Kara Diken olunca her şeye şüphe ile yaklaşması çok normaldi.

"Olayı sırayla anlatmak gerek yoksa karışacak gibi..."

Bir an duraksayıp tekrar başa sar yapıp karışık olan noktadan başladım.

"Annem ve babam vefat ettikten sonra hep katillerini aradım ama nafile bir türlü sonuca ulaşmıyordum. Bir yandan da amcama yani Abdül Bey'e olan öfkem artıyordu. Çünkü ben ne kadar çabalasam o, o kadar çabalamazdı. Onun bu hali ile oku ona çevirmiştim. Lakin onun yönü daima Saray'da bitiyordu. Ben de o tarafa yöneldim. Keza babam Sahra Saray'ının başındaki Kör Sultan'ın indirilmesinden yanaydı. O başta olduğu sürece ne bu örgütün ne de obaların içinde süren adaletsizliğin son bulmayacağını bilirdi. Amcam ise babama göre tam tersi idi. Kör Sultan'a o kadar sadıktı ki!"

"Vezir-i Azam'a." dedi Mirza. Ben de onun demesi ile başımı tebessüm ederek salladım. Sultanın gerçek adı Kör, değildi. Gözleri göremediği için halk dilinde onu böyle anarlardır. Ve o Sultan, Vezir-i Azam'a çok güvenirdi. Bir nevi saraydaki yetki Sultan'ın değil, Vezir-i Azam'ın elindeydi.

"Babamın konuşmalarında ki saray muhabbetinden de destek alarak ben de amcam gibi Vezir-i Azam'ın gözüne girebilme çabasına girdim. Onun emirlerini yerine getirirken adeta bir ajan gibi çalıştım. Ve o sırada Kara Diken örgütünden bazı şeyler yakaladım."

"Kervanlar mı?" dedi Mirza sesindeki heyecanı bana yansıtarak.

"Evet!" dedim. Çünkü o kervanları haklayan hep Mirza olmuştu.

"Vezir-i Azam'dan şüphelendiğim ilk görev içlerinde ne olduğunu bilmediğim sandıkları Homopolis topraklarındaki vadiye bırakmamı ve hiçbir şeye karışmadan geri gelmem emredildi. Görevi alıp yola çıkarken birkaç tane gözün beni takip ettiğinden emindim. Çünkü her güvenin öncesinde bir sınama vardır. Bir düzine saray askeri ve benim alplerim olmak üzere yola koyulduk. Lakin yolda tefeciler yolumuzu kesince tüm çabamla savaştım. Belki de onlar tefeci bile değildi."

Kendi kendime o zamana gidip aynı düşünleri dile getirdim. Ne de olsa güven sınamasıydı. Ne kadar dayanacağıma bakabilirlerdi. Devam ettim.

"Onları akladıktan sonra Saray'da önemli rütbeye sahip bir komutan bana, 'Sandıkların içinde altın olduğu biraz almaktan bir şey olmadığını...'diye başlayarak ikna olmam için çabaladı. Ben de ona konaklama sırasında etraftaki askeri uzaklaştırıp planını yapmasını söyledim."

"Yazık adama."

Bütün gözler Bulut'a dönünce, ondan gelen bu tepkiye şaşırmadım. Çıkarcılık adeta akıyordu yüzünden.

Mirza'nın ve Beybolat'ın birbirine bakıp bıyık altından gülüşlerine kendimi ekleyerek devam ettim.

"Konaklama yapılmadan önce o rütbeli asker arka tarafta kalınca aynamı çıkararak onu gözledim. Doğru tahmin etmiştim. Beni deniyorlardı. Bir adamla konuşurken gördüm. Belli ki suçüstü yakalayıp yaka paça Vezir-i Azam'ın huzuruna çıkarmayı düşlemişlerdi. Konaklama yapıldıktan sonra askerin hepsini uzaklaştırdım. Adam planını devreye sokacaktı ki ona fırsat vermeden öldürdüm."

Benim için alışık olmayan sözü soğuk bir şekilde dile getirsem de hatırladığım görüntü ile içimde bir titreme peydah oldu.

"Vezir-i Azam'ın bizzat görevlendirdiği adam ölürken diğeri bu duruma şahit olmuştu. Planım için böyle bir adım atmak zorundaydım. Çünkü Vezir-i Azam çok az güvenilecek bir adamdı. Bu olaylar başıma gelmeseydi dahi o beni öldürebilirdi."

"Hümeyra Hatun neye sebep bunu dersin?"

Beybolat Bey'in araya girmesi ben cevap verecektim ki Mirza devreye girdi.

"Birincisi Homopolis topraklarına girmesi ikincisi hiçbir olaya karışmamasını istemiş, Vezir."

Mirza'nın cevabıyla başımı olumlu bir şekilde salladım. Dikkatli ve hemen anlatılanları kavraması onu neden seçtiğini bir kez daha ortaya sermişti.

"Evet, sen işini en güzel şekilde de halletsen de onun güvenini kazanacak bir adım atmaz isen sonucun ölümle sonuçlanabilir."

"Böylelikle kazandın." dedi Bulut. Başımı olumsuz bir şekilde salladım.

"Tam değil iki sınama sonunda ancak erişebildim. Neyse konumuza dönelim. Adamın kellesini bir çuvala konmasını emrederken oradaki tüm askerlere, Vezir-i Azam'ın sözünden çıkanın sonucu böyle olur izlenimi verdikten sonra o vadiye sandıkları bıraktım. O sırada öldürdüğüm askerin konuştuğu kişi yanıma gelerek, biraz beklememizi söyleyince emrin böyle olmadığını hemen gitmemiz gerektiğini dile getirdim. Oradan ayrıldık."

"Eee burada nasıl anladın örgütü?"

Sabırsız Bulut'un omzuna bir el kondu ve sıktı.

"Biraz sabırlı olasın anlatır ya işte." dedi Mirza. Onun beni savunmasını fırsat bilip hiç bölmeden devam ettim.

"Gideceğim yerin bilgilerini öğrendikten sonra o bölgeye yakın güvenilir adamımı gönderdim. Torağın altında gizlenirken gelenleri dürbünle izlemesini sağlayarak gelenlerin, simsiyah giyindiğini söyledi. İşte ilk şüphe burada başladı. Homopolis toprakların da neden simsiyah ve tıpa tıp o örgütün şekli ile çıksın? İlk şüphelerin ardı arkası kesilmezken bunlarla tek başıma baş edemeyeceğimi düşündüm. Çünkü bütün kervanlar benim emrimde değildi. Sadece 3 kervana katılmıştım. 3'ünde de sınanmıştım. Belirli olan yerlere kimsenin tanımadığı ama benim tanıdığım Bey'leri ve Hatun'ları yerleştirdim. Bu kişiler zamanında hayatlarına dokunduğum yahut onların tanıdığı kişilerdi."

"Tek başına hem de karşında güçlü bir ordu dururken?"

Beybolat'ın hayretle kurduğum teşkilata karşı cevabım.

"Nice azlar vardır. Çokları yenmiştir Beybolat Bey! Her insanın yapabileceği şeyler vardır. Önemli olan insanın kendi içindeki cevheri keşfetmesi ve onu güzelleştirmeye çabalamasıdır. Ben o insanların cevherini keşfetmesi için ayna oldum. Kimileri çok iyi yemek yapardı, mutfak görevlisi oldu. Kimi çok iyi yazardı, katip oldu. Kimileri kitapları severdi, kütüphaneci oldu. Kimileri demire şekil vermesini bilirdi, demirci oldu. Kimileri karanlığın içinde kartal gibi o izi takip eder bir şahin edasıyla avlardı, benim sağ kolum askerim oldu."

Son cümlelerim ile yerden başını kaldıran Mirza bana bakınca yüzümdeki hafif tebessümüm silinmişti. Ona Hümeyra'nın hisleri değil, sadece onu keşfetmesini anlatmak gerekti.

"Yani herkes içindekini keşfeder ve Allah'a güvenirse yapamayacağı iş yoktur."

"Bu sebeple örgütün istediklerinden kolayca haberin olur. Ve Mirza Bey'e haber ederdin."

Başımı olumlu bir şekilde salladım. Mirza'yı nasıl seçtiğim atlatıldığı için o topa girmek istemeyerek devam ettim.

"Mirza Bey'e gerekli olanları yazdıktan sonra Kuğu çizerdim. Bu sadece onunla değil örgütümdeki çoğu kişi ile haberleşme ağımın sembolüydü. Keza örgütümdeki çoğu kişi de yüzümü bilmezdi."

"Böyle yaparak sonunda tüm gözleri Mirza Bey'e çevirdin."

Bulut doğru tahminde bulunmuştu. Birkaç bilgi sonucunda sonunda Mirza hedef haline gelmişti. Ama bu istemediğim bir şey değildi. Aksine onun bu durumdan çıkacağını biliyordum, biliyordu.

"Sürekli pusuya düşürmeye çalışırlardı." dedi Mirza Bulut'un dediğine ek olarak.

"Lakin durmadık. Ve bu onları çileden çıkarana kadar gitti. Ta ki Vezir-i Azam'ın güvenini kazanan ben, asıl göreve tayin olmuştum. Mirza Bey ile evlenip kimden bilgi aldığını öğrenmekti ve Abdül Bey yani amcamın boyunduruğu altına girmeyen Okçular obasını hakimiyet altına girmesiydi."

Ben bunları anlatırken Mirza Bey gözlerini benden çekip bakışlarını yere eğmişti. Kaşları hafif çatılırken yüzünde ki düşünceli ifade merak uyandırmıştı.

"Başta dediği gibi tüm obalar Sazlık Obası'nın boyunduruğu altındadır. Abdül Bey ise Saray'ın boyunduruğu altında. Ona boyun eğmek Saray'a boyun eğmekti."

Beybolat Bey'in araya girip Bulut'a anlatması ile gözlerimi ona çevirdim. Demek ki aklına yatmayan bir olmuştu.

"İyi de boyun eğmeyen bir oba ve karşısında bir sürü oba. Onu ezmeleri çok kolay olmaz mıdır?" diye sordu Bulut.

"Hayır. Çünkü her obanın görevi vardır. Okçular yani benim obam, Sazlık Obası yani Hümeyra Hatun'un obası ve Keçikören obası onu zaten mahvettiler. İşte üç oba Sarayın muhafızı görevindedir. Bir savaş olduğu zaman 3 oba başta olur. Ve Abdül Bey'e boyun eğmem Saraydan dolayıdır. Amma Saray'a bunu fiilen hissettirmeyiz. Her görünen şey aşikar değildir."

Mirza'nın dedikleri çok doğruydu. Önemli bir oba konumunda olduğu için Vezir-i Azam istediği gibi adımlar atamıyordu. Sadece olta atıyor. Pusu kuruyor. Hilekarlıkla onları yıkmaya çalışıyordu. Aynı Keçikören Oba'sını yaktıkları gibi.

Mirza'nın gözleri bana döndüğünde ortada ki düğümlerin yavaş yavaş açılması bir an olsun yüzünde farklı bir farkındalık oluşturmuştu. Konunun dağılmaması için söze devam ettim.

"Vezir-i Azam'dan nikah emrinin gelmesi ile bu yola girdim. O sıra nasıl oldu bilmiyorum. Keçikören Obası karıştı. Obama gelen bitikte, 'Keçikörendeki ateş oku sarsın.' yazıyordu. Amcama söylesem de müsaade etmedi. Lakin ben oradaki bir alpe amcama haber etmesini söyleyerek obanın dışına çıktım."

"Abdül Bey'de örgütün içindedir!"

Çatık kaşların sebebi ben değil amcam olduğundan sakin bir şekilde kafamı olumsuz şekilde sallayınca yüzünde sorgular ifade oluştu.

"Amcam Vezir-i Azam'a bağlıdır. Çünkü güç nerede ise o, oradadır."

Beybolat Bey, Bulut'a bıyık altından gülerken o ellerini isyan edercesine açarak, "Beybolat Bey! Bende öyleyimdir. Lakin Abdül Bey'le aynı olsaydım. Burada Kuğu beni barındırmazdı." dedi oku bana atarak. Ben ise onun çırpınışlarına alayvari bir cevapla, "Göreceğiz." deyince o birden dizine vurarak:

"Hay Allah!" dedi ve kendi haline yanarken kaldığım yerden devam ettim.

"Lakin örgüt işi amcama göre değildir. Öyle olsa Saray'da nasıl iz bulduysam onda da bulurdum. Amcam diye demem bunu o da beni yeğeni olarak değil çıkar planı ile yanında tutar. Aramızda sevgi bağı sadece çıkarlar bitince, biter. Keçikören'de ilk gördüğümde benim de aklıma onlar geldi. Ama bir türlü sonuca ulaşmadı."

"Keçikören'de bizimle kılıç vururken seni fark eden birisi diğerlerine haber etmesi ile geri çekildiler Hümeyra Hatun."

Mirza'nın kelimelerini seçerken dikkatli davranması duraksamasına sebep oluyordu. Cevabında tahmin ettiğim ama bilmediğim soru ile kalırken onda güvensizlik duygusunu içerecek en küçük şeyin olmamasını isterdim. Bakışlarından bilmezcesine kaçarken Bulut devreye girdi.

"Kararlar Vezir-i Azamdan çıkmaz."

Bütün gözlerimiz Bulut'a çevrilmişti. Saray'ın örgütle alakasını bilirdim. Ama direk suçu nedense Saray'a atamıyordum.

"Vezir sadece bir köle. Asıl kararlar örgütün başından çıkar yani Mahmud'tan. Abdül Bey'e senin haberini alıp Saray'a bitik yazsa da her bitik Saray'dan gelmez. Her şey Vezir'den çıkmaz. Ve örgütün hepsi seni bilir. Çünkü Hümeyra Hatun hedefe götürecektir. Lakin aslıda oraya giderek kendisi hedef haline gelmiştir."

Bulut'un dedikleri ile dikkatli bir şekilde kaşlarımı çattım.

"Ben oraya gittikten sonra örgüttekileri takip ederek yerinize ulaştım. Ve belgeleri aldım. Bu oyun mudur?"

Başını olumsuz bir şekilde salladı. Yüzünü görmem için bana iyice döndü. Lakin ben onun direk yüzüne bakmıyordum. Yüze bakamama çekincem devam ediyordu.

"Senin amacın Mirza'nın yanında olmakken sen onu korudun."

"Ama güvenini kazanmak istemiş olamaz mıyım?" diyerek kendimi yorumladım. Adeta olan bitmiş bir olayda kendimi savunuyordum. İki adamın gözleri bizler arasında giderken, "Güvenimi mi kazanmaya çalışıyordun?" diye lafa girdi Mirza. Beybolat Bey, "Gardaşım sen eyi misindir?" dedi sorgulayarak. Mirza ona yandan bakış attı sonra bana baktı. Onun neden böyle düşündüğünü anlamıştım. Ben onu seçmiştim ve sadece benim haberim vardı. Ve onunla benim aram baya fazlasıyla limoniydi.

"Hayır, sağ kolumdun. O sebeple."

Gözlerine bakmayarak dedim. Seni seviyordum bir şey olur korkusu ile kalbim adeta ölecekmiş gibi atarken nefes nefese kalmış halde at sürüyordum, diyemezdim. Bana dikkatli bakarken kaşlarımı çatarken, "Niye senin güvenini kazanayım ki zaten seni, ben seçtim. İstersem kendimi açıklardım." diyerek için içinden sıyrıldım.

"Hümeyra Hatun, neden olur bilmem bazen bir yere takılır. Biz de anlamayız."

Beybolat Bey beni savunurcasına tavır sergilerken başımı olumlu sallayarak Bulut'a döndüm.

"Vezir'in güvenini kazanmak ne kadar zor ise Mahmud'unda zordu. Bu sebeple hedef haline gelmen öldürüleceğin anlamına gelmezdi. Bunun üzerine birkaç sebep dahil olunca bütün güveni mahvettin. Çoğu sebep Mirza'yı korumanla alakalıydı. Ölüm emrin çoktan verilmişti. Vee bir de ne olsun örgütte bağlı olanların isimlerinin olduğu belge çalınmış."

O belgeleri gözünün önünde çaldığım halde bilmiyormuş gibi hayretle anlatması gergin ortamı yumuşatmıştı. Ama ben yine kendimi savundum.

"Tüm işaretler beni gösteriyordu. Ama belgeleri aldığımı nasıl öğrenmişti?"

"Toy gecesinde başına darbe aldıktan sonra örgütün kervanları hız kazandı. Sen hiçbir şey yapamıyordun ama örgütün işleri tıkırında işliyordu. Bu tıkırdıya sebep olan belgelere kadar eli uzanmaz mıydı?"

Bulut'un bilindik hakikatler üzerinden atışmamız hız kazanarak devreye girdim.

"Uzandı da lakin başka hedefte olan yok muydu?"

Bulut'a açıklama yaparken Mirza'nın bakışlarında bir şey fark ettim. Kısa da olsa o bakış hayranlık olabilir miydi?

"Tüm örgüt sorguya çekildi. Öldürülenler vardı ve öldürülenlerin üzerinden göz dağı verilmişti. Lakin, hayır."

Gözlerimi kısarak haylaza baktım.

"Peki sen o sorgudan nasıl kurtuldun?" dediğim an basit bir şekilde, "Ben örgütün en vasıfsız elamanıyım." dedi. Açıklamasının yeterli olmadığını bilerek Mirza'da Beybolat Bey'de ciddiyetle ona bakmaya başladı.

"Yüzünde senin açıktı. Ama diğerlerinin yüzü yalnızken dahi kapalıydı."

Bulut geriden geriye kaçar haldeyken Mirza elini omzuna koyarak ona bakmasına sağladı. Bulut yavaşça küçülürken kaçtığı şeyler vardı.

"Anlatacağım ama..."

"O belgeler önemli olmasına rağmen ve yüzümü görmeme rağmen beni Mahmud denen adama anlatmadın."

"Belki de anlatmışımdır."

Bulut'un ters köşe yapmasıyla ona, "Fazlasıyla günler geçtikten sonra her şey tepetaklak olduktan sonra mı?" dediğim de Mirza'ya dönerek, "Yemedi. Fena Hatun demiştim sana." dediği anda tebessüm etmemek için kendimi tutarken Mirza ile arka planda konuştuklarını da öğrenmiş bulundum.

"Bulut istersem papağan gibi konuşursun değil mi?"

Bulut'un yüzüne o kadar yakındı ki yine çıkarmıştı şahinlerini ama o şahinler öfkeliyken dahi farklı bakardı. Ne ara konuyu kendime getirmiştim!

Bulut kaçış yolu olarak Beybolat'a baksa da onun da yüzünden ciddilik akarken bana baktı. Kaşım yukarıya kaldırarak ben de aynı ciddiyetle ona baktım.

"Anlatacağım. Anlatacağım" diyerek Mirza'dan uzaklaştı. Biraz tereddütün ardından, "Farklı bir muamele etmeyecekseniz..."

"Anlat ulan!"

Mirza'nın bağırışı ile irkilerek ona baktım. Bulut ise ne yapacağını bilemeyerek olduğu yerinde yutkundu. Yüzüne beyazlık inmişti.

"Ben...Mahmud'un torunuyum." dedi sesindeki titreme adeta beni yüreğimden vurmuştu.

"Ne?" derken hepimiz şaşkındık.

"Amma vallahi bildiğiniz gibi değildir. O beni istemez. Ben de onu istemem. Sadece kan bağı yüzünden beni yanında tutar."

Bulut'un korku dolu gözleri hepimizde dolaşıyordu. Adeta bir atak bekliyordu gelmeyince, "Siz ne kadar biliyorsanız ben de o kadar biliyorum. Ama burayı sadece ben biliyorum. Onun eğitimden geçtiğim için takip edilmedim."

İşaret parmağı ile yaralı olan yerimi işaret ederek, "O tedaviyi nasıl bildim?" dedi. Kendini haklı çıkarmaya çalışarak.

"Hümeyra Hatun senin amcanla olan bağın gibi benimki gibidir. Abdül Bey seni nasıl harcarsa beni de o harcar. O belgelerin çalınması olayında sorguya çekilmemin en büyük sebebi beceriksiz olarak görülmemden dolayı kaynaklanıyordu. Mahmud'un en büyük hatasıydım. Ve en büyük tehlikeli bilgiye sahip olanıydım sadece kendisi farkında değildir."

Kurduğu cümleleri kendi kendine yorumladıktan sonra yüzünde adeta dedesine karşı bir alay belirdi.

"Neden sana inanayım?"

Vücudumu biraz öne eğerek ona aynı ciddiyetle baktım.

"Şu an hala güvende olduğuna göre?"

Anlamayarak kaşlarımı çatarken Mirza'da elini omzundan çekmişti. Geriye doğru eğilen vücudunu düzleyerek kendine çeki düzen verdi.

"Dedem dahi olsa her şeyi bilmem. İşleyişlerden değil sadece sonuçlardan haberim olur. Toy gecesi senin ölmen lazımdı ama yaşarsın!" dedi hayretle.

Aynı tepki ile ben de Mirza'ya baktım. Gözlerim irice açılmışken onunda ciddiyeti kaybolmuştu. Gözleri bana doğru dönerken yüzümdeki hayretlik ciddiyete dönmüştü.

Kasırga estirmek istedim. O kasırgada kartalın havasız kalmasını...

Mirza beni öldürme teşebbüsünde bulunmuştu. Hümeyra'nın kırıldığı nokta buydu. Peki sebebi muydu? Hümeyra'nın hayal kırıklıkları yüreğimden gözlerime inmişti.

Bulut bende ki duyguları yakalarken Mirza'ya döndü.

"Duyduğum kadarıyla Mirza Bey, sen Kuğu'yu öldürecektin."

Merhabalar!

Merhabalar!

Öncelikle şunu belirtmek isterim kitabın konusunu sadece Mirza ve Hümeyra sahnelerini okuyarak anlayamazsınız. (Merak etmeyin daha çok çokk vereceğim inşallah) Ben bile yazarken sürekli defter karıştırması yapıyorum ki defterimde de düzen olmadığı için bu süre uzuyor :')

Konuyu hiç anlamadıysanız yahut okumadıysanız en azından KUĞU başlıklı bölümden tekrardan okumanız gerekmektedir. HATIRLATMA bölümünde şablonlar kişileri ve neyin ne olduğunu hatırlamanız içindi. Bunu okuyan önceki bölümleri düzgün okuduysa pek tabi hakimiyet kurabilir.

Sorunuz olursa tabi ki müsait olduğumda cevap veririm inşallah.

Yorumlar çok az ve bu durum benim azıcık düşüşüme sebep oluyor. Herkesin doluluğu muhakkak vardır. Ama yazmayı bu dolulukta araya sıkıştırmam benim için büyük bir güç. Bunu kolaylıkla yapan insanlara helal olsun diyorum. Kendime de yüklenmiyorum çünkü herkesin iyi ve kötü olduğu özellikleri vardır. Herkes kendine özeldir.

Lütfen yorum yapmadan geçmeyin. Ve instagramdan videolar(lilyumunkitaplari) atıyorum oraya da destek olursanız çok sevinirim.

Çokça seviliyorsunuz. Selâmetle...

 

Loading...
0%