@lilyum_cicegi
|
"Hafızanızı yitirmenize sebep olan kişi Mirza Bey!" dediği anda direk gözlerim onun ciddi bakışları ile kesişti. Yalan söyler gibi bir hali yoktu. Zaten Aybike böyle bir insan da değildi. "Sizi öldürmeye çalışırken hafızanızı yitirmenize sebep oldu." Dediklerini ciddi yüz ifademle dinlerken şakaya vurmak istediğim için dudağımın kenarı hafif alaylı kalktı sonra geriye indi. Mirza, beni daha öncede ölümle tehdit ettiği aklıma geldi. Ama ben...sadece korkutmak için söylediğini düşünmüştüm. Dur bir dakika içime oturan bu ağır yükte neyin nesiydi? Gözlerimi dolduran yaşın habercileri ile Aybike'ye baktım. O ise uzanıp ellerimi tutarak, "Bunu daha önce söylemeliydim. Ama yapamazdım. Çok tuhaf davranıyordunuz. Şimdi ise biraz olsun kendinizi toparladınız. Ve yolunuzdan şaşmamanız için..." "Ben onunla aynı odada..." Gözlerimi sıkı bir şekilde kapatıp devam ettim. "Otağda kalıyorum!" Hissettiklerime karşı sinirlenerek dişlerimi sıkmaya başladım. Aybike ise ellerini ellerimden çekerek başını öne eğdi. "Şimdi söylemek yerine beni o adamın yanından başından uzaklaştırmalıydınız?" "Nasıl?" dedi bana mahcup ve şaşkın ifadesiyle. "O bir oba Bey'i" deyince sinirli bir gülme sesi etrafa bıraktım. Zalim güçlü diye sessiz kalıp mazlumun ezilmesine boyun eğmek! En nefret ettiğim şeydi... "Oba Bey'i olması her şeyi yapabileceği anlamına gelmez. Anlamıyorum nasıl insanlar bu duruma sessiz kalıp üç maymunu oynadılar!" diyerek hışımla yerimden kalktım. "Benden başka kimse bilmiyor." Aybike'nin dedikleri ile kendimi açılan çukurun en dibindeymiş gibi hissettim. Her gün yeni bir bilinmezliğin ortasında bulunuyordum. Ya suçlanıyor ya da anlam veremediğim bir durumun ortasında kalıyordum. Bu muydu benim rüyamın özeti? Hayır, kabul etmiyorum. Uyanmalıyım! Ne olursa olsun. Saçma sapan şeyin içine kendimi sürükleyip kabus ile uyanıp günlerce uyku problemi çekmek istemiyorum. "Toy gecesi aranızda bir şeyler olduğunu uzaktan gördüm. Sonra ise Mirza Bey'in size kılıç salladığını sizin ise ondan kaçmanızı. Kaçarken ise kafanızı taşa vurmanızı..." "Niye durdu peki? Niye öldürmedi?" "Bilmiyorum." demişti. Nasıl bilmezdi? Peki beni öldürmek isteyen adam neden emanetim kelimesini ikide bir zikrediyordu? Ya da neden aç kalmama müsaade etmiyordu? Ya da aldığım yaraların neden şifa bulunmasını istiyordu? Yaptığı şeyden pişman olduğu için mi bana böyle davranıp vicdanını rahatlatmaya çalışıyordu? Beynim sürekli bunun bir yalan olduğunu söylese de kalbimdeki bu acı sızlanışın nedeni neydi? "Biliyorum, inanmak zor ama ben gördüğümü söylüyorum." Aybike'ye sinirli gözlerle baktıktan sonra o hemen gözlerini çekti. Başını önüne eğdi. "Nasıl beni o adamla yalnız kalmama müsaade edersiniz? Anlam veremiyorum!" Başını hemen kaldırarak: "Öfkeyle hareket ettiğini ve sizin hatırlamanızı beklediğini söyledi." "Sende sustun!" diye ona bağırınca birden dizlerinin üzerine çöküp benden af dilemesi ile neye uğradığımı şaşırdım. "Lütfen, Hümeyra Hatun beni affedin. Ben sadece sizin iyiliğinizi düşündüm. Eğer birisine söyleseydim. Hem size hem de bana zarar verir. Bir şey yapamazdık." Mirza sinirli bir yapıya sahipti. Ve sürekli sabırlı davranmayıp benden bir şeyler hatırlamamı istemesi belki de Aybike'nin dediği gibiydi. Belki ne ya tabi ki de Aybike'nin dediği gibidir. Kız yıllardır yanımda ve şu an benim için bunu dile getirmesi bile beni düşündüğünün göstergesiydi. "Ayağın daha kötü olacak." diyerek ona, bir nevi kendine eziyet etmemesini söyledim. Bir an önce rüyadan uyanmak istesem de merak duygumu bastıramıyordum. Mirza'nın neden Hümeyra'yı daha doğrusu beni öldürmesini merak ediyordum. Benden ne öğrenmek istiyordu? Koyun postlarından birine oturup derin bir düşünce alemine girmiştim. Sarsılmıştım. Evet bunu beklemiyorum. Aybike'nin dediklerini de bir yanım kabul etmez iken mantıklı bir şekilde düşünce de neden olmasın da demeden kendimi alamıyorum. Sürekli benden bir şeyler hatırlamamı istiyor sorguluyordu. Benden nefret ediyordu. Elinden geldiği kadar bana tahammül ettiğini hissettiriyordu. Ne kadar inanmak istemesem de kanıtlar Aybike'nin dediklerine çıkıyordu. Zaten adam, beni öldüreceğini söylediği daha önce demişti. Kalbimin bu kadar ıstırap çekmesine sinirlenip gözyaşlarımı sildim. Şu anda ağlamak sızlanmak bana bir şey katmazdı. Bir an önce ondan kurtulmam gerekti. Bunun da tek yolu bana kabus olacak bu rüyadan uyanmaktı. Lakin bunu nasıl yapacaktım? ... "Hümeyra Hatun?" Başımı yaslayarak karanlık düşlere dalmışken ne kadar zamanın geçtiğini kestiremeyerek bana seslenen Aybike'ye baktım. Karşımda, ayağını yan uzatarak oturmuştu. Bana üzgün ve affedilmeyi isteyen gözlerle bakması ondan gözlerimi çekmeme sebep olmuştu. Ne olursa olsun bana söylemeliydi. Onun yerine kendimi koyarak empati yapmak istiyordum. Lakin gerçek dünyada sıkı bir bağ kurduğum dostum olmadığından sadece tezimle empati kuruyordum. "Lütfen Hanımım!" Elleri ellerimi bulurken hemen ağlamayı becerebilen Aybike'ye baktım. "Sen olsan nasıl hissederdin? Sen katilinde aynı odada uyuduğunu öğrenseydin nasıl hissederdin? Ben bu adamla yarın Sazlık Obası'na gideceğim. Belki yolda işimi halledip kenara atacak." "Hayır, öyle düşünmeyin. Öyle bir şey olsaydı. Şimdiye kadar sizi öldürmüştü." Aybike'nin dedikleriyle yüzümü buruşturup ellerini ittirdim. Ve ayağa kalktım. "Durun, bir durun Allah rızası için. Neden böyle söylediklerimi size anlatayım." Eteklerimden tutan Aybike'ye yukarıdan baktıktan sonra ne kaybedebilirim ki diye düşünüp kalktığım koyun postuna tekrardan oturdum. "Bu olayı sadece Mirza Bey, Hanım Ana ve ben biliyorum." dedi ve gözyaşlarını eliyle temizledi. "O kadında mı biliyordu?" diye şaşkınlığımı dile getirdim. Çünkü bana karşı ne kin göstermişti ne de öfke. Sofrasında bile davet etmiş. Gelmediğim zaman sorgulamıştı. Fiziksel yaralarım yüzünden Mirza'yı azarlamış ve Mirza'nın bana karşı sinirlenişine tepki koymuştu. Bir şey daha, Mirza'nın bana karşı nefretine; onun benden bir şeyler istediğini söylemişti. Asıl ima ettiği şey hatıralarımdı! "Evet öyle. Sizde şimdi anladınız mı? Mirza Bey, evet size saldırdı." "Öldürmeye kalktı!" diye lafını düzelttim. Bunun affı olmazdı. Bir kadına saldırmanın da öldürmenin de hiçbir affı olmazdı. "Evet öyle..." "Ne olursa olsun bu beni öldüreceği anlamına gelmez. Ve ben bu saatten sonra o adamın yanında kalamam." dediğimde Aybike şaşkın bir şekilde bana baktı. "Peki ne yapacaksınız?" "Şimdilik onun yanında kalmayacağım. Sonrası da..." Cümlemi tamamlamadan gözlerim iri bir şekilde açıldı. "Ben yarın Mirza ile yalnız gitmem değil mi?" diye sordum. "Hayır." diye cevap verdi. Ama burada tek güvenebileceğim Aybike idi. Onun da ayağı yaralıydı. Mirza'nın adamlarıyla birlikte yalnız çıkmak eşittir onunla yalnız çıkmaya beraberdir. "Merak etmeyin bir şey olmaz. Mirza Bey'i az çok tanıyorsam sizin hatıralarınızı öğrenmeden rahat bırakmaz." "Çok sağ ol ya!" diye sinirle söylendim. ... Vakti yapamadığım el işlemesiyle geçirirken çoktan akşam olmuştu. Aybike'nin ayağı yaralı olduğu için yatakları ben hazır ederken onun kalkmak için çırpınışlarına kaşlarımı çatarak cevap verdim. "Destur var mıdır?" Ağır olan döşeği yerde sürütürken onun sesiyle tedirgin olup elimden bıraktım. Aybike'nin dikkatli bakışlarından gözlerimi çekip derin nefes aldım. Şimdilik anca bu kadar kaçabilirdim. Ve kaçarken de tilkiyi uyandırmamam ve üstüne bir de avı olmamam lazımdı. Bunu yapabilirdim. Başarabilirdim! Toparlanmaya çalışan Aybike'ye elimle durmasını sonra da oturmasını söyledim. Hızlıca kapının önüne demir kulpunu çekerek açtım. Dışarıdan içeriye nüfus eden soğukla irkilirken, çadırın etrafını saran bu kalın örtünün ne kadar faydalı olduğuna şahit oldum. Kapının önünde duran adama bakmayıp kenardan geçip kapıyı kapattım. Bir açıklama yapmasını beklerken gözüm etrafı aydınlatan meşaledeydi. "Bugün burada kalacağım." O lafa girmeden ben direk cümlemi söyledim. Neden buraya geldiğini bilemeyecek kadar saf değildim. "Yarın sabah yemeğinde Hanım Ana'nın yanına uğrayıp öyle yola çıkacağız. Bunu haber etmek için gelmiştim." dedikleri ile kaşlarım çatılsa da hemen onları toparladım. Başımı sallayıp kapıya yöneleceğim zaman hafif çatık kaşlarla karşılaşsam da aldırış etmeden sıcaklığa doğru adım atıp yüzüne kapıyı kapattım. "Hümeyra Hatun'um ne olmuş?" diye merakla soran Aybike'ye gülümseyip, "Ne olacak yarın Sazlık Obası'na gideceğimiz için kahvaltıya yani sabah yemeğine Hanım Ana'nın otağında olacakmışız sonra da yolcu." "Bunun için mi gelmiş Mirza Bey?" deyince başımı olumlu bir şekilde sallayıp döşeği serdim. "Hümeyra Hatun sizi sorgulamak için tekrar etmedim sorumu yanlış anlamayın. Sadece zaten siz de biliyorsunuz hadi unuttunuz diyelim ben biliyorum. Neden gelip size haber etti onu anlamadım. Ondan tekrar sordum." 'Ah Aybike benim ilk baştaki tahmini duysan acaba yine böyle der miydin?' diye içten içe sinirlenirken, Mirza'nın saf değilim lafımı yüzüme vurmasına sinir oldum. Ben saf değildim. Sadece karşımdaki katildi ondan dolayı böyle bir anlık boşluğuma denk gelmişti. Umarım o tek kaldığın çadırda uyuya kalırsın da yetişemezsin, diye içten içe nefret tohumlarımı saçtım. Yerde bıraktığım döşeği ağır ağır ağır yerine koyduktan sonra düzelttim. Kenarda bıraktığım yastıkları da aldıktan sonra Aybike'ye: "İhtiyacın olan bir şey var mı?" En son beraber helaya gitmiştik ama yine de her insanın bedeni farklı işlediği için sorma ihtiyacında bulundum. Çünkü ben sormasam o asla benden yardım istemezdi. "Allah razı olsun Hümeyra Hatunum size de yük oldum. Bir ihtiyacım yok." dedi mahçup bir edayla. Kız resmen beyaz bir kağıt gibiydi. Üzerine ne çizse ne yazsa hemen anlaşılıyordu. Bu hali hoşuma gitmişti. "Ne yükü Aybike. Sen benim dostumsun. Lafı bile olmaz." Ona tebessüm ederken o da aynı şekilde karşılamıştı. Başımı açmak için hareketlendiğimde, "Hümeyra Hatun, ilaçlarınızı içmediniz." dediğinde başımı açmayı bitirmeden bıkkınlıkla. "Şu an yanımda değiller bir daha otağa gidemem." deyince Aybike birden yerinden hızlıca kalkıp "Olmaz içeceksiniz." diye hiddetle söyleyince tuhaf gözlerle ona baktım. "Yani içmelisiniz. Yoksa haliniz daha kötü olur. Baş ağrınız bir tutarsa işler daha da sapa sarar." Aybike'nin demesiyle ilaç içmezdim. Lakin baş ağrısı deyince içsem iyi olur diye içimden geçirirken Aybike, "Ben hemen getirim." diyerek aksayarak kapıya yönelince. "Sen dur Aybike. Bu halinle seni gönderecek değilim. Kendim gider alırım. Geç yat sen." Bana bakmayı sürdüren Aybike'ye, "Hadi." diyerek kafamla döşeği işaret ederek. Açtığım başımı tekrardan yaparak adımlarımı dışarı doğru sürdüm. İkimizde ters yöne giderken o sıcağa ben ise dışarının soğuğu ile yüz yüze gelmiştim. Etrafa gecenin mürekkebi inerken kenarda yanan meşaleler sanatsal bir ezgi gibi etrafa ışık fısıldıyordu. Gittikçe soğuyan hava bu gece farklı bir ayaz indirmişti. Her rüzgarın yüzüme vurması ile bedenim titrerken diğer otağlara göre büyük ama Hanım Ana'nın otağına göre küçük olan otağa ilerledim. Yanımdan geçen alpler başıyla selam verirken ben de otomatiğe bağlamış gibi aynı şekilde selamlarını aldım. Tahta kapının demir kulpunu tutup ittikten sonra dışarıya göre daha sıcak olan hava ile merhabalaşarak içeriye girdim. Kısa bir etrafa göz gezdirirken içerinin sessizliğini dinleyerek yavaş hareketlerle halı kapıya yaklaştım. Kalbim tedirginlikle hızlı hızlı atarken yaptığım şeyin saçmalık olduğunu düşünerek kaçmak isteyerek adımlarımı geriye doğru atarken Aybike ilaçları elimde görmez ise başımın etini yiyeceği aklıma geldiği için sakladığım cesaretimden azıcık tutup çekip çıkardım. Halı kapıya uzanarak kaldırdım. İçeriden gelen ışığı gözüm hemen algılarken onun da otağda olduğunu anlamış oldum. Ne tarafta olduğuyla ilgilenmeden düz ileriye bakıp hızlı hareketlerle tahta sandıkların yanına vardım. Giyecek sandığımı üzerine koyduğum tepsiyi alarak gerisin geri çıkacağım vakit gözüm ışığın yanında oturan kişinin varlığını hissederek o tarafa doğru kaydı. Yerde oturmuş bir ayağını diğer bacağının altına koyarken diğer bacağı dümdüz uzanıyordu. Geniş omuzları ile birlikte eğilmişken elleri yere serdiği kağıtta duruyordu. Uzamış saçları yüzünü hafif perdelerken gözleri kağıtta dolaşıyordu. Fazla oyalandığıma kanaat getirip aynı sessizlikle birlikte kapı halıdan dışarı çıktım. Karanlığa hapsedilen gözlerim tahta kapıyı seçerek açtıktan sonra tekrardan soğukla bedenim buluşmuştu. "Tenezzül edip yüzüme bile bakmayan insan elbet canıma da kıymıştır." dedim sessizce. Ağzımdan çıkan dumanlar içimin sıkıntısını gidermek için beni rahatlatmaya çalışsa da bu pek işe yaradığı söylenmezdi. Keskin soğuktan kaçmak için koçar adım Aybike'nin otağına girdikten sonra ilaçlarımı Aybike'nin gözü önünde içtikten sonra başımı açıp Aybike'nin yanında yerimi almıştım. Yün yorganı burnumun üzerine çektikten sonra hafif vuran mum ışığını izlemeye koyuldum. Nedensiz gözlerimi rahatlatıyordu. Arada bir farklı hareketi bir yerden hava vurmasının kanıtıydı. Her ilaç içtikten bir zaman sonra dilim yavaş yavaş uyuşurken buna beynimde eklenerek göz kapaklarım yavaş yavaş kapanmıştı. ... Sabah namazından sonra uyumamaya tuhaf olsa da alışmaya başlamıştım. İlk günlerdeki gibi zorlanmıyor aksine uyanıp bir şeylerle uğraşmak iç huzurumu sağladığını fark etmiştim. Güneş ufuktan yavaş yavaş süzülürken yere inen soğuk yavaş yavaş kaybolup gidiyordu. Kuşların o cıvıl cıvıl sesleri sabahları ayrı güzel ötüyordu. Bu durumu gerçek hayatta fark edince nineme sormuştum, o ise kuşların sabah Allah için zikir çektiklerini söylemişti. Bu durum ne kadar doğru bilmiyordum ama ninemi özlediğim kesindi. Bugün yola çıkacağımızdan dolayı Hanım Ana'nın otağında vaktinde olmam lazımdı. Aybike'ye ortalığı toplamasına yardım ettikten sonra otağa doğru yürümeye koyulmuştum. Diğer çadırlardan daha görkemli büyük çadırın önüne gelip askerlerin bana kapıyı açmalarıyla sıcak bir ortama giriş yaptım. Direk Hanım Ana ile göz göze gelince tebessüm ettim. Hiç bir şeyi unutmuş değildim. Onun kötü biri olmadığını biliyordum. Ama geçmişte Hümeyra'nın ne yaptığı ortaya çıkarsa bana karşı tavrı yine de öyle olur muydu? En iyisi sınırı korumaktı. Rüyadan uyanana kadar sabretmek gerekti. "Hoş geldin kızım." deyince ben de başımı sallayıp tebessüm ettim. "Hoş buldum." diye yanıtladım. Otağda Aslıhan Hatun, onun annesi Büke ve yemeği hazır eden hatunlar vardı. O yoktu. Mirza yoktu! Demek ki dünkü duam kabul olmuştu. Sırıtmamak için ellerimi sıkı sıkı tutarken Hanım Ana'yı dinliyordum. O yol güzergahı ile ilgili şeyler söylerken ben geç kalan Mirza'nın arkasından gülme yetkimi kullanıyordum. Kapı açılma sesini tekrardan duyunca başımı o tarafa çevirdim. Mavi ve siyah tonlarında eski kıyafetleri üzerinde taşıyan şahin gözlerle göz göze gelince hemen kaçtım. Az önce geç kaldı diye sevinen kız birden içini tedirginlik kaplamıştı. Ki bunun olması da durduk yere değildi o benim katilimdi. "Selamünaleyküm." diye giriş yapıp benim yanımda duran adamın selamını ilk Aslıhan Hatun almıştı. "Ana, söylediğin şeyleri atlara yüklettim." dediğinde, yüzüm ayrı bir şekil değiştirir gibi olmuştu. kabul etmek istesem de hemen düşüncelerime atladığıma sinirlendim. Neden düşünmüyordum ki? Neden hep düşüncelerime ters şeyler yapmak zorundaydı ki? Geç kalsaydı bir kere dediğim olsa ölür müydü? Düşüncelerimi bile nakavt eden bu adam beni ikinci kez öldürür müydü? Öldürürdü... "Hümeyra" Mirza'nın ismimi seslenmesiyle rüyamdaki düşten uyanarak irkildim. Ciddi bir yüz ifademle içimle tartışırken gözlerim onda kalmıştı. Kaşını kaldırarak bakan adama kafamı olumsuz bir şekilde sallayıp derin bir nefes verdim. Ne ara sofranın yolunu tuttuklarını bilmediğim hanımların yanına doğru gitmeye başladım. Yola çıkma vaktinin daralmasıyla ben de de içsel bir sıkıntı oluşmuştu. Kaçmak istiyordum. Kaçıp kurtulmak... "Bismillah." diye başlayan hanımlara ben de uydum. Sofrada sadece üç kadın yemek yerken erkekler de içeride yiyorlardı. Galiba son kez obanın durumunu konuşacaklardı. Yoksa Hanım Ana çok sevdiği torununu yalnız komazdı. "Kızım neden bir şey yemezsin?" diye soran Hanım Ana'ya sadece iştahımın olmadığını dile getirdim. Stresten karnıma sancılar giriyor ondan yemek boğazımdan gitmiyor çünkü katilim ve onun yandaşları yüzünden tekrardan öldürülebilme ihtimalim olabilir, diyemezdim. Sessizce ortama ayak uydurmaya çalıştım. Vakitler ilerledi, ilerledi ve sonra herkes elhamdülillah deyince stresten işaret parmağımın yardımı ile baş parmağımın etini kazımaya başlamıştım. Hanım Ana'nın kalkmasıyla yerçekiminin ağırlığı yüzünden zorlanarak yerimden kalktım. Bu yolculuktan kurtulmam imkansız görünüyordu. Ama Mirza'yı yanımdan def edebilecek birisi vardı. İçime bir an ferahlık gelerek lafı hiç dolandırmadan. "Aslıhan Hatun sen de benimle Sazlık Obasına gelmek ister misin? Hem yanıma yoldaşta olursun." Aslıhan Hatun'un şaşkın bakışlarına istekle bakarken, Hanım Ana'nın sesiyle gözlerim ona dönmüştü. Kaşlarını hafif çatmış ciddi bir yüz ifadesiyle: "Gerekli hazırlıklar yapılmıştır kızım. Hem yoldaş arıyorsan senin için en iyi yoldaş Bey'indir." Dedikleri ile önüme kocaman set koyan Hanım Ana'ya: "Aslında daha önce söylemek isterdim. Ama nasıl bir tepki vereceğinizden çekindim. Şimdi de sizin izniniz olmadan lafı ortaya atmakla sizi sinirlendirdim galiba. Affedin Hanım Ana." dedim alttan alarak. Teşbihte hata olmaz; tatlı dil yılanı deliğinden çıkarırdı. Bu sebepten ötürü Hanım Ana'ya tatlı dille yaklaşmak daha mantıkçaydı. Keşke bu fikir daha önce aklıma gelseydi de son dakika güzelim fikri batırmak zorunda kalmasaydım. Aslıhan ve annesi Büke'den ses çıkmazken yüz ifadelerinden tepkilerini ölçebiliyordum. Aslıhan sabırsızca davranırken Büke Hatun, bu işe razı olmadığı çok belliydi. "Son sözün ben de bittiğini bildiğinden çekinmiş olabilirsin kızım. Lâkin çekinmene gerek yoktu. İstişare eder işi çözerdik." Güler yüzlü idi ama alttan altta da lafın nereye ulaşmasını çok iyi bile bir kadındı. Ve ben oldum olası böyle kadınlarda korkardım. Çünkü onlar laflarıyla dövmez aksine zeki davranarak seni içten içe zehirlerlerdi. Dediklerini hiç duymamış gibi yapıp tavrımı sürdürmeye devam ederken diğer odayla bağlantımızı sağlayan kapı halıdan iri cüsseli Mirza ortaya çıktı. Gözlerim sakin bir şekilde kapanırken derin bir nefes verdim. Verdiğim nefesle birlikte odadaki kimse bana bakmaz iken onun bana bakmasıyla kaşlarım çatıldı. Ona bakmasam da Allah vergisi gözlerimle bunu hissedebiliyordum. Kendim etmiş kendim bulmuş, dikkatini çekmeyi başarmıştım. Aferin bana. "Ana, yola koyulalım." Hanım Ana, onayladıktan sonra sanki az önce sunduğum fikir uçup gitmişti. Otağdan yüzü asık bir şekilde çıkan iki kişiden birisi ben diğeri ise Aslıhan'dı. Hem o benimle gelse ne güzelde Mirza'yı kancasını takar peşinden kendisini sürüklerdi. O sırada ben Mirza'dan ayrı kalmış olur. Küçük bir ihtimal dahi olsa kaçmayı başarabilirdim. "Yükleri alpler ile birlikte göndermiştim." "İyi etmiştin oğlum." dedi Hanım Ana ve Mirza'nın sırtını sıvazladı. Yükler bizden önce yola çıktıysalar amaç kesinlikle vakit kaybetmemekti. Akıllıca davranmıştı, her zamanki gibi... Otağın hemen ilerisinde biri siyah dördü kahverengi ve siyah beyaz karışımı melez bir at vardı. Siyah ve beyaz renk karışımı diğerlerine göre daha yapılı atın; göz çevresinde siyah lekeler aynı mürekkep dökülmüş bir kağıdı andırıyordu. Toynaklarının hemen üzerinde bacaklarının yarısını kaplayan; sanki bilerek siyah ile boyanmıştı sütunlar vardı. Tek o melez at ve kahverengi atın yanında alp yoktu. Belli ki o atlardan birisi benim birisi Mirza'nındı. Bu güzel bir şeydi. Lakin şimdiye kadar ata binmeyen bir kişi için felaketti. "Hümeyra Hatun." Aybike'nin bana seslenmesi ile atlardan gözlerimi çekip hemen ona doğru döndüm ve adımlarımı hızlı atıp yanına ulaştım. Elindeki küçük çantayı bana uzatıp, "Bunlar ilaçlarınız. Sakın içmeyi unutmayın. Yoksa yol sizin için işkenceye döner." "Tamam, tamam." diye hızlıca çantayı aldım. Asıl sorun şimdi ilaçlar değildi. Benim o ata nasıl bineceğimdi. "Aybike ben ata binmeyi unutmuş olabilirim." dedim telaşla. O ise bana tuhaf bir şekilde bakıp gülümsedi ve elini koluma koyarak teselli verir ses tonuyla: "Olur mu öyle şey Hümeyra Hatun. Size öyle gelmiştir." "Hayır cidden!" dedim heyecan ve korkuyla sesim biraz fazla çıkmıştı. Ama o aynı tavrını tekrardan sergileyerek: "Bir üstüne binin bakın nasıl hatırlıyorsunuz." "Aybike ben dikişte biliyordum. Ama dünkü eserimin ne kadar berbat olduğunu gördün!" deyince biraz düşündükten sonra hak verir gibi morali bozulmuş bir şekilde başını olumlu salladı. "Ne yapacağız?" Hafif esen rüzgar olayı daha da ürperti hale getiriyordu. Aybike başını yan yatırarak benim hoşuma gitmeyecek bir yüz ifadesi takınınca, kabul etmek istemediğim fikir sunacağını anlamış ve tahmin etmiştim. "Hayır olmaz. Ben ondan kaçmak için bile senin çadırında yatarken şimdi de katilimden mi yardım isteyeceğim." "Peki o zaman ne yapacaksınız? Başka bir fırsatınız mı var?" "O ata bineceğim. Hem ne kadar zor olabilir ki?" diye kendime teselli ederken Aybike'nin de beni gazlaması için onun gülümseyerek ona arkamı döndüm. Benim atların olduğu tarafa gitmemle alpler atlarına binmişti. Mirza'da melez olan ata binince bana da kahverengi olan at kalmıştı. At binmeyle ilgili bir kaç şey okuduğumda onları uygularsam binebileceğimin küçük bir ihtimaline güvenip atın sol yanına geçtim. Hem düşsem belki rüyadan da uyanırdım. Normalde bir yerden düşmeyi çokça hissedip yataktan fırladığım günleri hatırlıyorum. Ondan her iki ihtimalde de kaybeden ben olmayacağımı bildiğimden daha güçlü bir özgüven ile içim dolmuştu. Ata biraz daha yaklaşınca başını birden sallayınca ürksem de kaçmamak için kendimi zor tuttum. Sakin olmalı ve bir o kadar da hızlı olmalıydım. Yoksa at binmekte usta olan insanların dikkatini hemen çekerdim. Sol ayağımı üzengiye takarak eyerden de hızlıca tutup kendimi yukarı çeksem de atın sola doğru hareketinden dolayı dengem şaştığından üzengiden ayağım çıkmış geriye doğru sendelenmiştim. Ne attan düşüp rüyadan uyanabilmiş ne de o ata binebilmiştim. Kısacası at binmekte maharetli olmam gerekirken, rezil olmuştum. "Hanımım size demiştim ayağınız iyi değil diye." Uzaktan telaşla aksayarak gelen Aybike'nin ne dediğini anlamaya çalıştım. "Ne oldu ayağına kızım?" diye lafa giren Hanım Ana'ya, Aybike yetişmiş hemen cevaplamıştı. "Aslında önemli bir şey değil. Hafif burkmuştu ama üzengide demek dengesini toparlayamadı." dedi gülümseyerek. Ben de rezilliğimden kurtulmak için o yalana devam ettirmek için başımı olumlu bir şekilde sallayıp sol ayağımı tuttum. Ama burkulma yalandan değildi. At birden fevri bir hareket yapınca ayağım üzengide ters hareket yapmıştı. Hanım Ana'nın kaşlarını hafif çatarak Mirza'ya baktığını görünce işlerin karışacağını hissettim. Nasıl bir kadınsa hemen her şeyi seziyor yalan bile söylesen hemen yakalıyordu. Benim aksime çok iyi insan analizi yapıyordu. Bir elini kılıcının başına koyarak bana bakan Mirza'nın bakışlarını hissetsem de aldırış etmiyordum. Çünkü Mirza'nın bakışları Hanım Ana'nın yanında bir hiçti. Hatta bir an önce Mirza'nın beni şu durumdan kurtarmasını bile ister hale gelmiştim ki Hanım Ana'dan emir gelmişti. "Bu halde tek başına ata binemezsin." Gergin sesiyle gözlerim birden ışıl ışıl oldu. Bu ayakla ata binemeyeceğime göre bu yolculuk işi uzayacaktı. Ben tam kalın elbisemin ucunu kaldırıp gitmeye hazırlanıyordum ki Hanım Ana'nın sesiyle durdum. "Oğlum atına bindir Hümeyra'yı." Cidden ben saftım. Niye böyleydim. Ben aslında zeki bir kızdım. Öyle aklı başında olmayan kızlardan da değildim. Peki neden böyle basit düşünmeye başlamıştım ki! "Tamam ana." Kalın ses uzaklaştı ve melez atın ipinden tuttu. Yüzüm düşmüş bir şekilde katilimin ağına kuzu kuzu girmeyi bekledim. Defalarca kez buranın rüya olduğunu kendime söylesem de içimdeki endişeyi, tedirginliği, korkuyu ve eski Hümeyra'nın hissettiklerini durduramıyordum. İşte durduramadığım için felaket kuyusuna düşmüş gibi çırpınıyordum. Atın sol tarafına uzanıp kuzu kuzu binecektim ki Mirza benden önce davranıp ata bindi. O ata binince benim oturmam için önünde bir yer açtı. Açtığı küçük yere bakınca, "Arkana bineceğim." dedim. Hanım Ana'nın bakışlarını üzerimdeki hissetsem de eyerde bana kalan yerde oturamazdım. Mirza söylediğim duruma itiraz etmeyip eyerin ön tarafına bedenini ittirdi. Birden aklımı düşünce istilası sardı. Hazırlıksız yakalandığım için o sesler kulaklarımda yankılandı. Beni istemiyor! Beni istemiyor! Beni istemiyor! Bu sesler öyle derinden geliyordu ki gözlerimi kapayıp kendimi sıkmak zorunda kalmıştım. Geçmişten gelen bir haykırıştı. Ama görüntü yoktu tek ses vardı. Eski Hümeyra'nın sesi. Bir çırpınış bir haykırış sesiydi. Üzerime çöken ağırlıkla birlikte yerimde kıpırdayamazken Mirza'nın sesini duydum. "Hümeyra." O an düşüncelere bir kalkan geldi. Uyanır gibi oldum. Titredim ve adımı seslenen o adama baktım. Şahin biçimli, siyah gözleri beni anlamaya çalışıyordu. "Hümeyra Hatun, iyi misiniz?" Aybike endişeli tavrıyla kolumu tuttu. "Seni de bu halde yola çıkarmak hiç olmadı. Ama hediyeler önden gitti. İnsanlara da söz verdik. Hümeyra arkaya geçme kızım, yüzün rengi de iyi değil." Yumuşak ama ciddi yüz ifadesiyle bana bakan Hanım Ana, itiraz istemiyorum havasını takınmıştı. İnsanların emirlerinden hoşlanmayan ben, bıkmış bir şekilde derin nefes verdim. Hem bu arada geçmişten gelen anılar üzerimde çok büyük yorgunluk bıraktığı için bir an önce olsun bitsin derdindeydim. Göz kareme giren biçimli eli istemeyerek ucundan tutmaya çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü Mirza elimin hepsini kavrayıp kendine çekmişti. O çekişi benim gözümde yavaş sahneye dönüşürken irice açılmış gözlerim onun bana bakmayan gözlerine takılmıştı. Bir eli halen daha elimdeyken çekişinin yarısında diğer eli belimi kavramıştı. Kalp atışlarım at şahlanır gibi kalkışa geçerken onun sert bakışları ile kalbimi merdivenlerden aşağı yuvarladım. Onu yuvarlamam ile yavaş çekim son bulmuş kendimi onun göğsüne yaslanır bir şekilde bulmuştum. Ellerimi nereye koyacağımı bilmeden karnımın hizasına getirip kalın kabanımdan tutundum. "Allah yolunuzu açık, ayağınıza taş değdirmesin oğul! Yağız at rüzgarın esmesi gibi serinliğini çabuk getirsin." Hep bir ağızdan amin, kelimesi duyulduktan sonra Akkaş Bey birden Nas suresini okumaya başlayınca arkamdaki adam kolları, kollarıma değdi. Elleri göğsümün üst hizasında, belirince çekinip geriye gittim. Sonuç olarak ona iyice yaslanmıştım. Başım çenesini okşarken çaktırmadan yavaş yavaş bedenimi öne eğdim. Göğüs hizamda duran eller semaya açılmış dua etme pozisyonuna geçmişti. Zamandan ve mekandan münezzeh olan Rabbe dua ediyorlardı. Ben de onlara uyup ellerimi açtım. Ellerim Mirza'nın hemen altında semaya açılmıştı. Her durdukları an arkamdaki Mirza'nın kalın sesini duyup ben de amin diyordum. Gergin ve sıkkın yüzümün gevşediğini ve rahatladığını hissettim. Onunla aynı ata binmekten rahatsız olan bedenimin yavaş yavaş gevşediğini daralan ruhumun düğümün açıldığını hissettim. Eski Hümeyra'nın hislerinin beni rahatlatması hoşuma gitmişti. "De ki: Cinlerden olsun insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden insanların rabbine, insanların mâlik ve hâkimine, insanların mâbuduna sığınırım!" Akkaş Bey'in yanındaki adam da tercümesini yapmıştı. Yola çıkarken dua edilirdi ama neden sadece Nas suresini okumuşlardı anlam verememiştim. Ninem normalde Ayetel Kürsi okurdu. Bedenime değip eğilen bedenle birlikte ben de öne doğru eğildim. Uzanıp ipleri eline aldıktan sonra artık üç tarafımı kaplayan Mirza'nın varlığı ile büzüşür gibi oldum. Kısa bir helalleşme programından sonra Mirza canlanan ata: "Hah!" diyerek ipleri çekti ve atın karın tarafına vurdu. Onun vurması ile canlanan atla altında oturduğum eyerin baş kısmını tuttum. Resmen şu an canlı bir şeyin üzerinde gidiyordum. Yüzüm gülerken içim rahattı. Ama bu rahatlık uzun sürmedi. Mirza atı birden hızlandırınca tutunduğum eyer yerinde sabit durmadığından; yani atın hareketinden dolayı hafif ileri geri gitmiş dengem bir an şaşmıştı. Ben de bundan ürküp gerideki adama yaslanıp ipi tutan koluna tutmuştum. "Yavaş!" diye de tabi demeyi unutmamıştım. Arabanın hızlı sürünmesinde tedirgin olmazdım. Ama altımdaki canlı bir şeydi ve ben ilk defa biniyordum. Birden de insana yüklenilmez canım! Göğsüne yapışmış olduğum için atın koşuşuyla birlikte ritmik bir şekilde hareket ediyorduk. Bedenimle birlikte göğsüne yapışmış olan başımı yukarı doğru kaldırıp yüzüne bakarak: "Yavaş sürsene şunu!" diye bağırdım. Benim bağırmam ile birlikte alplerin yüzü bize dönmüştü. Bağırdığım için pişman olmuştum. Ama anca benim bağırmamla durmuştu. Ya da onu rezil etmemem için... Bu sefer saf olmayarak ikinci seçeneği seçecektim. Onu rezil etmemi istememişti. At yavaşlarken alpler bizden biraz uzaklaşmıştı. Ben biraz rahatlamış bedenimi onun göğsünden ayırmak için hareketlenmiştim ki onun sesiyle durdum. "Dün ayağını incittiğin için mi Aybike'nin yanında kaldın?" "Hayır tabii ki de kendim istediğim için kaldım. Ayağımı burktum diye bana kızarsın korkusuyla kalmadığımı herhalde düşünmedin." diyerek güldüm. Kendime zarar verdiğim ve bunları yaparken onu da uğraştırdığım için beni bir yük olarak gördüğünü daha önce bizzat hissettirmiş ve söylemişti. Gerçekten de ayağım incinseydi böyle bir şey yapar mıydım? Yok ya yapmazdım. Başkası olsaydı belki yapardım ama o farklıydı. Onunla uğraşmak ve gıcık etmek için yapardım. Onun sessizliğine karşı gülen yüzümü bozmayıp onun yüzüne baktım. Ciddi bir şekilde atı sürüyordu. Bana cevap vermemişti. Ağzını açıp bir şey söyleyeceği an beni sinir edeceğini düşünüp onda önce davrandım. "Neden Nas suresini okudular? Neden sadece o sure?" Sorumu sorup net bir cevap alabilmek için iyice içeriği açmıştım. Derin nefes almasından dolayı kabaran göğsü birlikte sırtımda onunla hareket etmişti. "Şeytanın kölesi olmuş yılanın obasına gidiyoruz." Soğuk sözleri ile bir an yok olmuş korkum beni titretmişti. Sanki ölüm ensemdeydi ki öyleydi... "O yılan benim amcam mı oluyor?" diye çekinerek sordum. Arkamda durmasına artık rahatsız olmuştum. "Aynen öyle oluyor." Birden tekrardan atı hızlandırınca korksam da onu tutunmak yerine atın saçlarına tutundum. Ben gibi amcamdan da nefret ediyordu. Tüm oba Sazlık Obası'na gittiğimizi biliyordu. Edilen dua da rastgele seçilmemişti. Allah'ım tek istediğim bu rüyadan kurtulmak. Lütfen artık uyanayım. Her gün başka bir şey öğrenip bilmediğim suçların cezasını çekmekten uyandığımda bedenimde kötü bir ağırlığın olmasından korkuyorum. Siz Hümeyra'nın yerinde olsaydınız nasıl bir tavır sergilerdiniz? Sizce ne fitnelikler ortada dönüp dolaşıyor? Oy ve yorumlarınızı eksik etmezseniz memnun olurum. |
0% |