Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Zehir

@lilyum_cicegi

Rüyadan uyanmak için çektiğim kürekler akıntıda kaybolmuş gibiydi. Öyle hissediyordum. Sol tarafımdaki sızlamalar, acıyla içeriye doğru gömülürken kulaklarıma boğuk konuşma sesleri geliyordu.

Kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkunma ihtiyacı hissettim. Dilim hafifçe canlanmaya başlarken seslerin buğultusu yavaş yavaş azalıp netleşti.

"Yükün ağır bilirim."

Kumaş sürtünme sesiyle birlikte o tanıdık ses kulaklarıma doldu. Tanıyordum bu sesi. Bu Hanım Ana'nın sesiydi. Uyanmak isteyemeyen ben, bunun olmamasını isteyerek gözlerimi daha sıkı yumup karanlığa kendimi hapsetmek istemiştim.

"Ne yapacağımı şaşırırım ana. Adaletli olmak isterim. Ama... ama yüreğim kaldırmaz."

Onun sesiyle içimdeki isyan sesleri arka plana alınmıştı.

"Bak şu kıza. Yüz aynı, vücut aynı ama içi farklı. Sana gelen okun önüne bile kendini atmış."

Hanım Ana'nın benden bahsediyordu. Eski Hümeyra olduğumu o bile kabul etmişti. Katilimin yerine koyduğundan o kadını suçlu bulsam da sanki beni savunuyordu?

"Bilirim, bunu yaptığına hem şaşırır hem de sinirlerim."

Benden kaynaklanan bir şeye de sinirlenmese o zaman burada gerçekten ölürdüm.

"Bazen tutamam kendimi. İçime sürekli hatırlatırım. Ama acıma laf geçiremem. Bana en son ne dedi ana bilir misin?"

Sesinde bir yakınma bir sessizlik vardı. İlk defa ondan böyle bir ses tonu duymuştum.

"Anlat oğlum? Anlat benim gönlü araf oğlum. Anlat rahatla."

"Benim ölmemi zaten istemiyor muydun, dedi. Hatırlamış. Beni tamamen arafta bırakan o günü hatırlamış."

Üzgün olan sesinin tonu yine tanıdığım ses frekansına çevrilmişti. Hem üzülüyor hem de nefret ediyordu.

"Sana gelen oka kendini siper eden kızla o kız bir mi peki oğul?"

Hanım Ana'nın sözleriyle birlikte sessizlik oldu. Duymamın zor olduğu sesle, "Hayır." dedi Mirza. Sonra devam etti.

"Hiç benzemez. Aklımda bunu anlayamaz."

Derin bir iç çekiş duyuldu. Ben de iç çekmek istedim. Evet ben o kız değildim. Ben buraya ait değilim. Sana göğsümü siper etmedim. Ben kendim için yaptım. Duyun beni! Çözün prangalarımı. Ben ninemi özledim!

"Bilirim. Hatırladıklarını sana anlatmasını istersin. Ama anlatmamasından sana oyun etmesinden dolayı tedirgin olursun. Oğul..."

Tekrardan bir kumaş sürtünme sesi geldi ve Hanım Ana devam etti. "nasıl oldu bu iş aklım almaz. Lakin bu kızın yalan söylediğine inanır mısın?"

"Çoğu zaman beceremiyor." dedi hafif alaylı bir sesle. Kaşlarımı çatıp saçından tutup aşağıya çekmek istedim. Yalan söylemekten nefret ederdim. Bundan dolayı tecrübeli de değildim. Ama onun benimle alay etmesiyle birlikte kaynar sular başımdan aşağı boşalıyordu.

"Son günlerde benimle alakalı bir şeyler hatırladığını anlamıştım. Lakin ne hatırladığını bilmemek beni yer bitirir. Sabrım bazen tükenir. İçimdeki ateş onu yakmak ister. Zor ana!"

Bu bir yakınmaydı. Aynı benim rüyadan uyanmak için çektiğim özlem gibi...

"Durasın hele! Ben seni böyle mi yetiştirdim!"

İkaz dolu tavırla birlikte nasihat cümleleri Mirza'ya sıralanmaya başlamıştı.

"Ne kadar acın olursa olsun. Öfkenle hareket etme. Nefretin merhametin önüne geçmesin. Şurada yatan kız aynı. Ama içi farklı. O kız kendini sana siper etti. Bugün orada o değil, sen yatabilirdin oğul."

Beni savunduğunu sandığım Hanım Ana, beni savunmuyordu aksine adaleti diri tutmaya çalışıyordu. Söylediklerine bakılırsa bu yaptığı kaliteli insanın yapabileceği işti. Çünkü o da Mirza'nın bana karşı öfkesinin nedeni biliyor ve onun hissettiklerini sanki o da hissediyordu.

"Bilirim ana, bilirim!" dedi yüksek sesle. Bu kadar sesini yükseltmesi Hanım ana duyması için fazlaydı.

"İnsanların yanında hiçbir zaman kötü bir duruma düşmemesi için çabalarım. Zorlarım kendimi. Nikahlı karımdır. Korurum onu. Ama..."

"Susasın oğul! Susasın! Beni nefsinle konuşturmayasın." dedi Hanım Ana. Sesi sert ve keskin çıkmıştı. İlk defa bu kadar hızlı bir şekilde konuşmasına şahit olmuştum. Gözlerim kapalı bir şekilde ortamdan alakam olmasam da kulaklarım bu duruma isyan bayrağı çekmiş bir şekilde pür dikkat kesilmişti.

"Ben sana ne demiştim. Bir Bey, Hatun'unu koruyamazsa ona Bey denilmez demiştim. Sen ise el alem ne derin derdine düşmüşsün."

Hanım Ana'nın söylediklerine içten bir kez daha hayran oldum. İnsan ilk başta kendinden sakınmalı demek istemişti. Yani benim sürekli Mirza'yı ikaz ettiğim durumu o da dillendirmişti.

"Ana ben daha ne yapayım? Benim için dediğin kolay şey midir!"

Mirza'nın isyan edercesine söylediği yakınma ile içimi gömdüğüm merak duygusu çıkmaya başladı.

"Ben sana sev mi derim? Sadece adaletli davran derim. Sabreyle derim."

Hanım Ana'nın sözlerinden sonra sessizlik hakim olmuştu. Sonra yerini boğuk seslere bırakırken hissettiğim acıyla birlikte kımıldayıp acımı inlemek istedim. Ama bunun ne kadar etkili olduğunu bilmiyordum. Konuşma sesleri boğukluğunu artırırken sonunda tenim bir şeyin varlığını hissederek oraya tutundu. O can havliyle yumuşak hissettiğim şeyin yorganın bir parçası olduğunu hissetmiştim.

Hislerim yavaş yavaş kendine gelirken alnımın üzerinde emanet bir tenin varlığını hissettim. Boğuk seslerin arasında onun sesini duyabildim.

"Akkaş Bey ateşi vardır."

Hümeyra'nın duymak istemediğim acı dolu kalp atışları zihnimde olmayan görüntüleri kodlamaya başladı. Önümde silik görüntüler oluşurken başka bir ağrı daha ortaya çıkarak başımda son buldu.

Yeşillik bir alanda gözlerimi açmıştım. İleride çimlerin üzerine kurulup muhabbet eden kızların birkaç adım uzağında onlara sırtını dönerek oturan Hümeyra'yı gördüm. Sarı çiçeği eliyle çevirirken onu izliyordu ama aklının o çiçekte olmadığı belliydi. Hissetmiştim.

"Gaspçıları süren Okçular Obasın'dan Savcı Bey'in oğlu Mirza Bey'miş."

Muhabbet halkasından bir kız öne atılarak heyecanla konuşmasına bir kız dahil olmuştu. Ama çekingen tavrıyla kısık sesle karşısında oturan, Aybike'ye eğilerek:

"Hümeyra Hatun'nun hayatını kurtarmış derler. Hatta birlikte kılıç savurmuşlar kefereye derler. Doğru mudur?"

Kızın sessiz konuşmasına rağmen rüzgarın hafif esintisi Hümeyra'nın kulağına kelimeleri bırakmıştı. Hümeyra hafifçe gülümseyerek elindeki çiçeğin sarı taç yapraklarını okşamaya devam etmişti.

Kızların konuşmaları arka plana alınırken Hümeyra, az önce konuştukları anıya beni götürmüştü. Yeşillikler ve muhabbet halka bir ağacın yaprakları gibi uçup giderken yerini kapalı ve nemli bir havaya bırakmıştı. Anıdan anıya ilk defa geçiyordum. Etrafa bakarken, güm güm diye gelen sese dikkat kesildim. Sesin sahibini hızlı bir şekilde bulmuştum. Bu bir kalp sesiydi. Hümeyra'nın hızlı atan kalp sesi.

Etrafta daha önce şahit olduğum bir görüntü vardı. Kılıçlar savrulurken arada bir, oklar havada uçuyordu. Nemin üzerine, bir de taze kan ve ter kokusu eklenmişti. Bu koku etrafa duman gibi yayılıyordu.

Siyah kaftanıyla birlikte korkusuzca etrafta kılıç sallayan, yüzünde düşmanına zarar verdiğini kanıtlayan kan izleri olan kadın Hümeyra idi. Bana benzemeyen Hümeyra. Her kılıç darbesinde ağzından o anın hareketi ile sesler çıkarırken gözleri avına odaklanmış avcı gibiydi. Uzun elbise ile rahat edemeyen bana karşı o öyle manevra yaparak dövüşüyordu ki o kumaşa değil kumaş ona uyum sağlıyordu.

Bağırıp hızlı bir manevra ile karşısındaki adamı midesinden kılıcı geçirirken eğilerek hızlı bir şekilde sağ yaptı ve yüzü kapalı adamın kılıcından kaçtı. Başka bir adamın kılıcı ile kılıcı tokuşurken yanındaki adamı uzaklaştırmak için tekme attı. Kapana kısılıyordu. O ise korkmadan hızlı ve kıvrak zekayla hareket ederek kılıcını ustaca sallıyordu. Dövüşün etkisi ile üstü başı yaş toprak ve kan olmuştu. Ama o bundan rahatsız bile değildi daha doğrusu şu durumda üzerini dert bile etmiyordu. İçinden akan ılık terle birlikte nefesini kontrollü bir şekilde vererek adımlarını atıyordu.

Hümeyra'yı görünce insanların bana karşı tuhaf bakışlar ile bakmalarına takılmamam gerektiğine kanaat getirdim. Kim gördüğüm şeylere şahit olsa aynı şeyleri söylerdi.

Etrafı sarılı olmasına rağmen pes etmeyip kılıcını sallayan Hümeyra'ya hayranlıkla baktım. Bu kadar korkusuz olan kadının bir adamın sözleri ile yıkılışına, gözyaşı akıtmasına karşı şaşırmadan edemedim? Ne kadar güçlü olursan ol. Sevdiğin kişiden darbe alınca gözyaşı mı akardı? Asıl orada da güçlü olunması gerekmez miydi? Merak ettim Hümeyra'yı. İlk defa onu anlamak istedim.

"Hümeyra dayan!"

Göz kareme sadece Hümeyra'yı aldığımdan etrafta diğer gaspçılarla kılıç kılıca olan alpleri gözüm görmemişti. Sesin sahibine dönüp baktığımda, Aybars'ı gördüm. Onun da Hümeyra'dan farkı yoktu. O da aynı şekilde kılıçlarını korkusuzca savuruyordu. Tek fark Hümeyra avına odak kesilmişken Aybars'ın gözü ikide bir Hümeyra'yı buluyordu. Onun merhamet dolu bakışları altında gülümserken iğde ağacının önünde konuşması gözümün önünden geçti. Şu anda bile korumacı davranan Aybars neden onu Mirza'dan koruyamamıştı?

Hümeyra, Aybars'ın dediklerini hiç duymamış bir şekilde kılıcını dövüştürmeye devam ederken alanı dar olduğu için geriye doğru gidiyordu. Karşısındaki iki adam onu fena şekilde sıkıştırmaya çalışıyorlardı. Arkaya doğru adımlarını atarken içim huzursuz olmuş bir şekilde onu izliyordum. İç sıkıntımın sebebi kendini ortaya çıkardı ve Hümeyra bir ağacın kabuğuna takılıp geriye doğru düşerken Aybars'ın onun ismini haykırması duyuldu.

Hümeyra'nın sırtı toprakla buluşurken dengesi şaşmış bir şekilde kılıcını savurmak istedi. Lakin karşısındaki iki adam aynı anda kılıcını indirirken Hümeyra'nın gözleri gibi benim de gözlerim irice açılmıştı. Ağır bir darbe alacak diye gözlerimin ucuyla ona baktım. Manevra yapıp sağ tarafa yuvarlandığı vakit adamların birisine uzaklardan ok gelip saplandı.

Adam acıyla bağırıp kendini geri doğru atarken diğer adam kalkanı ile kendini kapatmadan okun hedefi haline gelmişti. Hümeyra'nın kalp atışlarının arasından sızan merak sızıyla ben de okun atıldığı yere doğru baktım.

Kılıcı ile hücum pozisyonunda Hümeyra'nın olduğu tarafa doğru koşarak ilerleyen Mirza'yı gördüm. Aybars'ın ismini seslenmesi ile dikkati dağılmayan Hümeyra'nın kalp atışlarının dengesizliğini hissettim. Sonra onun sesi içimde yankılandı.

"Bu o!"

Dışarıdan bakıldığından yenilmez kız, içinde bir ürkek ceylanı barındırıyordu. Kalbi titrek nefes verir gibi sakince atmaya çalıyor, kendini toparlamaya çalışıyordu.

Aklını toparlayarak kendine gelen Hümeyra hızlıca yerinden kalktı ve Mirza'nın kılıç salladığı yere gidip dövüşmeye başladı. Ciddi yüzünün ardından ufak bir tebessümü gördüm.

Acıdım ona. O böyle naif severken ona nefret besleyen adama öfkelendim. O an gerçekten bu olaya merak saldım. Rüyadan uyanmak istememe rağmen nedenini öğrenmek istedim. Mirza'nın adaleti sağlamak amacıyla kendi nefretiyle bile neden bu kadar savaştığını bilmek istedim.

Kılıç vuruşmaları son bulurken, geriye hızlı nefes alışverişler kalmıştı.

Kim olduğunu bildiği halde Hümeyra beni şaşırtarak başını ve omuzlarını dik tutarak:

"Allah razı olsun. Kimlerdensiniz?"

Bu o, demişti. Onu görünce içinde kıpranmalar olmuştu. Ama o hiç tanımıyormuş gibi yapmıştı.

Mirza, duasının cevabını başını sallayarak verdi. Aybars'ta, Hümeyra'nın yanına gelmiş Mirza'ya bakıyordu. Bakışları sakindi demek ki onu bizzat tanımıyordu.

İçten giydiği gömleğinin üzerine kırmızı sıfır kol uzun kaftana benzer kırmızı bir hırka giymişti. Ve vazgeçilmez olan siyah deri yeleği. Yeleğinin üzerinden belini saran kuşağı Kollarını deriden yapılma kollukları vardı.

 

"Okçular Obası Savcı Bey oğlu, Mirza Bey."

Hümeyra başını ciddiyetle sallarken, içinden tebessüm ediyordu. "Sağ olasınız Mirza Bey."

"Siz kimlerdensiniz? Neden bu adamlar size saldırmıştır?"

Hümeyra ne kadar ciddi ise Mirza'da onun kadar ciddiydi. Onları uzaktan izlerken aslında Hümeyra'nın Mirza'nın dişi versiyonu olduğunun kanısına vardım. Hümeyra Mirza'yı tanırken Mirza Hümeyra'yı gerçekten tanımıyor hali vardı. Acaba Mirza'da Hümeyra'yı tanımıyor muydu?

"Ben Sazlık Obası'dan Gence Bey kızı, Abdül Bey yeğeni Hümeyra Hatun."

Sazlık Obası'nı duyan Mirza, Hümeyra'nın gözlerine bakıp hızlıca tekrardan çekmişti. Gülümsedim, çünkü o sinirlenmişti. Hümeyra'da bunu fark etmişti. Demek ki Mirza Hümeyra'yı tanımıyordu.

Mirza'nın arkasında ki Alplerinden birisi boş boğazlık yapıp, "Şimdi biz yılan obasının yumurtaları için mi dövüştük." Bu boş boğazlık yapan Alp'i tanımıştım. İsmi Sarı idi. Su istediğim zaman da, 'Kadının cidden aklı gitmiş olmalı. Beyimiz varken bizden ne diye su isteyip durur.' demişti.

Mirza başını sağa çevirip Sarı'ya bakarken Hümeyra duymamış gibi yaparak elini kaftanının altında bulunan kemere koyarak devam etti.

"Emanet sandıkları Sahra Sarayına götürürdük."

"Önemli sandıkmış ki akbaba gibi üzerinize üşüşmüşler." dedi Mirza. Hümeyra alttan aslında sandıkların içindekilerini merak ettiğini anlamışken, ben ise ondan Mirza'nın merakını öğrendim. Ciddi anlamda Hümeyra ile aramızda uçurumlar vardı.

"Önemli olup olmadığı bizleri dahi alakadar etmez. Biz sadece emaneti sahibine ulaştırmakla görevliyiz."

Kadının tavrına ağzım açık gülerken Mirza'ya laf göndermesine bir kez daha hayran oldum. Kadın resmen işinin olmadığı şeye burnunu sokma, imajını sergilemişti. Ve içindeki kıpırtıya hakim olarak bu durumu sergilemesi ayrı bir hayranlık belirtisi idi.

Mirza başını ciddiyetini sağlamanın yanında kaşları hafif çatıldı sonra başını sallayarak kılıcını kabzına soktu.

Sahne yapbozun parçaları gibi kalkarak yerine tekrardan sarı çiçeğe gülümser gibi bakan Hümeyra ve arkadaşları girdi. O çiçeği dikkatli ve tebessüm ederken izlerken ben de onu izlemeye başladım.

Neden onu tanımıyormuş gibi yapmıştı diye kendi kendime düşünürken benim sesim kulaklarıma yankılandı.

"Onu tanıyorum. Hatta onu çok uzun zamandır tanıyorum."

Ben konuşmadığım halde benim sesim bana cevap vermişti. Gelen sese baktığımda elinde çiçekle uğraşan lakin bana bakmayan Hümeyra'yı gördüm.

"Benden kaçmayıp beni dinle."

Rüyam iyice fantastik filmlere dönmüştü. İzlemeyecektim kızım bu kadar film izlemeyecektin. Bilinçaltım filmlerin kotası ile dolu olduğundan rüyamın anormal olmasında ben mi olayım.

"Onu ilk defa balayken görmüştüm. Namı bizim obaya kadar gelirken ikinci defa yüz yüze karşılaştık."

İkinci defa yüz yüze karşılaştık derken? Yani sen onu yüz yüze bakmadan önce de gördün, dedim. Resmen iç sesimle konuşuyordum.

"Bir de kendini saf bellersin."

Bana cevap verdi. Ondan gelen beğeniye karşı sevinmiştim. Sürekli Mirza tarafından alt edildiğim için Mirza'nın dişi versiyonu tarafından onaylanmak gururumu okşamıştı.

"İçimdeki kıpırtı ne zaman başladı bilmem. Ben onu tanırım, bilirim. Ama o beni hiç tanımaz. Benden nefret eder. Etmeli de..."

Son cümlesini söylemeden hem başımda hem de sol yanımda keskin bir ağrı hissederken tekrardan sahne paramparça olmuş kapkaranlığa hapsedilmiştim.

Zihnim allak bullak olmuşken acıya bedenim daha fazla dayanamadı ve gözlerimi araladım. Siyahlık yavaş yavaş renkli şeyleri alırken sol tarafımdaki Akkaş Bey'e gözlerim kaydı. Canım çok yanıyordu. Bundan dolayı sürekli inliyordum. Bedenim üşürken alnımdaki terlerin varlığını hissediyordum.

"Neyi vardır Akkaş Bey?"

Akkaş Bey'e soru soran Mirza'ya gözlerim gitti. Ama o bana değil sol tarafıma bakıyordu. Kimsenin uyandığımdan haberi yoktu ya da umursamıyorlardı.

Oku yer uyanırım fikriyle uyanamamanın üzüntüsünü bir kenara bırakıp acımla ilgilenmeye başladım.

Kıstığım gözlerim ile acının kaynağı olan sol tarafıma çevirdim. Başımın hareketi ile dikkatleri üzerime çekmiştim. Akkaş Bey ile göz göze gelmiştim. Endişeli idi.

"Hümeyra Hatun duyar mısın beni?" dediğinde kuru boğazımla sesimin çıkmayacağını anlayıp ağrıyan başımı hafifçe ileri geri salladım. Gözlerimi ondan çekip yarama çevirdim. Sol omzum tamamen açıkta kalmıştı. Göğsüm örtülü iken başımdaki ince kumaş gerdanlığımın bir kısmını kapatmıştı. Yaramın acısıyla tekrardan inledim. Başım geriye doğru atarken ayaklarımı yukarı doğru çektim.

"Akkaş Bey omzu neden siyahtır?"

Mirza normal ses tonundan daha yüksek bir ton kullanmıştı. Nefes almakta zorlanır gibi olduğumdan başımı sağ tarafa çevirdim. O an sağımda oturan Mirza'nın gözleriyle göz göze geldim. Ama bu uzun sürmedi. Acım yüzünden gözlerimi sımsıkı kapattım. Sanki yaramın üzerinde kirpi geziyor hem batırıyor hem de yakıyordu.

"Beyim..." Akkaş Bey'in ses tonu hiç iyi gelmiyordu.

"Beyim ok zehirliymiş."

"Ne dersin sen Akkaş Bey!"

Görmediğim Hanım Ana'nın sesini duydum.

"Etinin çürüdüğüne bakılırsa bu zehirdir."

Etim mi çürüyordu? İnsanın yaşarken eti mi çürürdü? Allah'ım yardım et. Bu nasıl acıdır.

İnlemelerim devam ederken susamıştım. Kuru ağzım nefes almamda beni zorlarken zar zor, "Su." dedim.

"Hem ölmek için can atarsın hem de su ister inlersin."

Bağırmamıştı hatta sesini bile yükseltmemişti. Ama sözleri Hümeyra'yı tekrardan yaralamıştı.

"Çekilesin ben veririm suyu."

Hanım Ana'nın sesiyle kapalı gözlerimi araladım. Demir bardağı, Mirza'nın elinden alan Hanım Ana'yı gördüm. Onu, Mirza'ya olan bakışlarını Mirza'nın ise ondan bakışlarını çekip kenara çekilmesini şahit oldum. O halimle dahi olsa Mirza'nın sözlerine hak vermeyen Hanım Ana'yı tekrardan sevdim.

Sol tarafımdan Akkaş Bey'in ilaç arama sesini es geçip Hanım Ana'nın başımı destekleyerek yukarı kaldırmasıyla ona döndüm. Kurumuş olan dudaklarımın arasından serin su akıp geçerken tüm vücudum bir anlığına serinlemişti.

"Panzehirini bilirsin değil mi Akkaş Bey?"

Akkaş Bey'den ses çıkmazken kolunu başıma destek yapan Hanım Ana'ya baktım. Ben ona bakmaya devam ederken onun bakışları bana kaydı. Ona nasıl bakıyorsam bana tebessüm etti. Onun tebessümü ile tebessüm etmeye çalıştım.

"Beyim bu akrep zehridir. Ama hangi akrebin zehir olduğunu bilmeden panzehiri verirsem etin çürümesini hızlandırabilirim. Hümeyra Hatun kolunu kaybedebilir."

"Ne dersin sen?"

Daha önce benzer ses tonuyla karşılaştığım Mirza'ya gözlerim gitti. Şaşkın haliyle öylece Akkaş Bey'in ötesinde kalakalmıştı. Vücudum yavaş yavaş uyuşmaya başlarken onu gözleri benim gözlerime değerken başım usulca geriye doğru kaydı. Gözlerime örtü indi. Başım sarsılmayı hissetse de kendimi karanlığa bırakmak zorunda kaldım.

Nereden tahmin edebilirdim ki bu hale düşeceğimi. Bu kadar acı çekeceğimi ve zehirli ok yememe rağmen rüyadan uyanmama inadımı. Emindim, rüyadaydım. Bunun başka bir açıklaması olmazdı. Gelecekte, ışınlanmanın bulunacağına mantıklı açıklamalar bulurken olduğum duruma aklımın kabul edebileceği soyut bir örnek koyamıyordum.

Peki neden uyanmamıştım. Normalde fazlaca heyecan yaptığım zaman uyanırdım. Mesela birden uçurumdan düşerken...Birden, yani benim isteğim olmadan. Nasıl bunu akıl edememiştim. Ne zaman kendi isteğimle rüyadan uyanmıştım. Ya çok acı çektiğim zaman ya çok korku yaşadığım zaman kendiliğimden uyanırdım. Ama ben ne yaptım!

Kendi başımı kendim yakmıştım. Canım o kadar çok yanıyordu ki ağzımı açıp bir kelam bile etme kuvveti bulamıyordum.

Zihnim tamamen kapanırken uyanmak için umut ettim.

...

Burnuma gelen aroma kokusu ile sanki yeni nefes alıyormuş hissiyatı ile içim yeniden doğmuştu. Kokuyu tekrardan solumaya başlarken zihnimin yavaş yavaş açıldığını hissetsem de gözlerimi açmadım. Kulaklarıma değen su sesinin yerini damlalar almıştı. Damlalar teker teker bir su haznesine düşerken varlığını giderek azaltarak son buldu.

Koku daha çok bana yaklaşırken boyun oluğumda hissettiğim soğukluk ile bedenim uyanmıştı. Kendime gelip gözlerimi açmaya çalışırken o soğukluk gerdanımda dolaşıyordu.

Göz kapaklarım yavaşça açılırken önce siyahlık sonra renkli bulanıklık yerini aldı. Gözlerimi birkaç kez kapatıp açtıktan sonra görüntü netletmişti.

Baktığım yerde odunlar ve halı benzeri kilimler olduğuna göre yine prangalandığım yerdeydim.

"Hümeyra Hatun!"

Yüzümün önüne yüzünü getirip başka alanı görmemi engelleyen Aybike'nin önümde belirmesiyle gözlerimi şaşırarak açtım.

"Eyi misin?"

Onun yakınlığından rahatsız olarak başımı sol tarafa çevirerek, başımı salladım. Sol tarafıma başımı çevirdiğimde bahsettikleri o siyahlığı gördüm. Acım yoktu lakin çok kötü görünüyordu. Hayatımda böyle bir yara görmemiş ben, acımayan yaramdan dolayı yüzümü buruşturmuştum.

Yaranın etrafında kırmızılık varken iç tarafına doğru siyahlaşmıştı. Başımı Aybike'ye çevirdiğimde otağda ondan başka kimsenin olmadığını gördüm. Onun üzgün ve meraklı bakışları karşısında yatmaktan ağrıyan sırtımın ağrısından dolayı ona, "Yardım eder misin?" dedim elimi uzatarak.

O ise cümlemi tamamlama kalmadan hemen elindeki bezi tasa koyarak elimi tuttu. Elim olun elini kavrarken onun yardımı ile yattığım yerden doğruldum. Canlanmamın etkisi ile hafif ağrıyan kolumdan dolayı yüzümü buruşturdum.

Sağ göğsüme doğru sarkan örüğümü fark edince başımın açık olduğunu anladım. Tekrar başımı sol tarafıma çevirdim. Göğsümün üst tarafına isabet etmişti. Biraz daha altı olsaydı tam kalbe olacaktı. İnce beyaz tonlarında lakin eskimsi renge sahip olan elbisemin sol omzu tamamen yırtılmıştı. Öyle ki yırtık sol göğsümün uç tarafında durmuştu.

Akkaş Bey ve Mirza olduğu zaman sadece yaramın açık olduğunu hatırlayınca ister istemez rahatladım. Ben ninemin yanında göğsümü bu radde açacak şekilde giyinmezdim. Hem giyinseydim nenemin o meşhur çimdiklerini maruz kalmam muhakkaktı.

Sağ elimle elbisenin kumaşını üst tarafa çekiştirdim. Aklıma zehrin panzehiri bulunup bulunmadığı gelmişti. Çünkü eğer bulunamaz ise kolum keseceklerini söylemişlerdi. Acaba panzehir bulunamaz ve ben istemeden bu korkunç olay gerçekleşirse buradan uyanabilir miydim ki? Ne de istemeden oluyor? Ve tam bir vahşet! Neden olması...

"Hümeyra Hatun?"

İsmimle bana seslenen Aybike'ye baktım. Düşünce alemime girmemden korkan kıza dönerek, "Panzehir diyorlardı buldular mı?"

Aybike'nin yüzü asıldı ve gözleri dolarak başını olumsuz anlamda salladı.

"Kolum çok ağırırdı. Akkaş Bey bir şey mi sürdü?" diye sorduğumda bu sefer olumlu bir şekilde salladı.

"Ahh Hanımım..." dedi yakarışla Aybike. Onun yakarışına bakarken söylediği cümlenin yanlışlığını anlayıp düzeltti.

"Hümeyra Hatun, neden yaptınız bunu?"

Neyi yaptım diye sorgularken o taramalıya bağladı.

"Mirza Bey'ime itaat etmek zorundayım. Lakin onu saygı çerçevesinde ben bile sevemez iken. Siz nasıl da onun için okun önüne atladınız? Bıraksaydınız o ölseydi. Bilirim beni sorgularsınız. Ama gerçek derim. O sizi öldürmeye kalkıştı."

Onun susmasıyla birlikte sol omuzu canlatmadan yorganı üzerimden ittim. Bu arada Aybike bunu fark ederek yardım etti. Uyuşan bacaklarım ile bağdaş kurdum.

"Seni sorgularım çünkü Aybike bir şey hatırlamam. Ama sana inanırım. Ben o ölmesin diye okun önüne atlamadım."

Sözümün tamamlamama müsaade etmeden, "Nedendir?" dedi ona takılmayarak devam ettim.

"Ölmek istedim."

Ona yalan söylemek istemedim. Hem Mirza'nın hayatını kurtarmak için oka kendimi gerip onun için kahramanlık oynamak istemedim.

"Nedendir? Neden böyle yaparsınız?"

"Sessiz ol Aybike!" diye onu ikazla uyarıda bulundum. Elleri ile ağzını kapatarak başını ileri geri salladı.

"Hem Mirza'dan nefret ettiğimi bilirsin. Nefretimin kaynağı da dediğin gibi beni öldürmesidir. Dediğim gibi hiçbir şey hatırlamıyorum. Sen en yakınımdasın seni bile hatırlamam. Bozkırın ortasında kaybolmuş gibiyim. Gözümü açtım açalı başıma gelmeyen kalmadı. Tanımadığım insanlardan nefret ve sevgi görmek beni çok yordu. Bir amacım bir gayem yok. Bu durumlardan ötürü dayanamayıp kendimi okun önüne attım."

Aybike beni sakin bir şekilde dinliyordu. Bitirmeme rağmen gözlerimin içine bakması ile ona, "Ne bakıyorsun öyle?" diye sordum.

"Böyle yapmanıza anlam veremem. Hem Sazlık Obası'ndan bir şeyler hatırladığınız söylenir. Az çok bir şeyler hatırladığınız halde neden böyle bir şeye kalkıştınız ki?"

Sazlık Obası'nda babam ve annem ile ilgili anı hatırladığım doğruydu ama bunu sadece Mirza bilirdi. O da bunu gidip kimseye anlatmazdı. Yoksa ben bilmeden amcamlar mı fark etmişti. Acı dolu anının konuşulmasını istemeyip, "Ben başımı vurdum Aybike. Bilirsin başım çok hassas o sırada ağrı çektim. Sonra ilaçlardan içtim."

"Bana kızmayın Hümeyra Hatun, ben de sizin için çabalarım." deyince çok yüklendiğimi anlayıp elimle elini tutarak ona gülümsedim.

"Anlarım hatırlamazsınız. Lakin siz amaçsız ve gayesiz değilsiniz."

Konuyu İslam'a bağlayacağını düşündüğüm için çok ciddiyetle dinlemesem de ondan gözlerimi ayırmadım. Ciddiyete almamın sebebi rüyada olduğum sebebiydi. Böyle bir düşüncede olsam benden önce ninem beni öldürürdü.

Gözlerimin içine bakıp, "Siz iyi olun. O zaman vakti geldiğinde..."

Sözünü tamamlamadan tahta olan kapı hızlıca açılınca ikimizde gelen kişiye bakmıştık. Yatağım olması gereken yerde değil de giriş tarafının çaprazında kalıyordu.

"Neden uyanmadığını bana haber etmedin!"

Yine sinirli ve asabi idi. Tek fark bana bakınca gülümser bir halini sanki yakalamıştım. Bana doğru adımlarını atarken durdu. Başını sağ tarafa çevirip bizimle göz temasını kesmişti. Eliyle bana işaret edince kaşlarımı anlamayarak çattım.

"Başın açıktır."

Saçımdan önce fazlası ile açık olan tenimden rahatsızlık duyarak telaşlandım. Aybike ise olan bitene şaşırarak bakmıştı. Tabi onun yanında başım örtülü yattığımdan haberi yoktu.

"Aybike örtüm." dedim yardım isteyerek. Neyse ki sorgulamadan uzanıp mavi örtüyü başıma örttü. Sağ elimle açıkta kalan tenime örtüyü sarkıtarak kapattım. Örtünün yaraya değmediğine emin olduktan sonra onun hassasiyetine karşı, "Tamamdır." dedim. O da başını çevirip bana doğru yaklaşırken neden böyle davrandığını hatırladım. Saçımı kuruturken verdiğim tepkiden sonra, 'Ben senin kocanım.' dese de şimdi çok farklı davranmıştı. Acaba onu kurtardığımı düşündüğü için mi böyle bir incelik yapmıştı.

Döşeğin kenarına oturarak bana baktı. Bu en son su istediğim için bana sinirlenmemiş miydi de şimdi bu iyiliği yapıyordu. Şu adam yüzünden düşüncelerim en sonunda benim katilim olacaktı.

"Eyi misin?"

İlk defa bana iyi misin diye sorduğu için kaşlarım havaya kalkmış olmalı ki sinirli olmayan şahin gözleri, gözlerimin üstüne doğru çıktı ve sonra gözlerimin içine inerek bana baktı. Durumdan rahatsız olup boğazımı temizleme isteği duyunca, "Aybike Hatun su getiresin."

"Hemen Bey'im." diye kalkan Aybike'nin kalmasını istedim. Nedenini kestiremeyerek; onun yanında kendimi dikenli tellerin üzerinde hissediyordum. Acaba benim yapamadığım ölüm işini şimdi mi tamamlayacaktı?

Demir tası dudaklarıma uzatan Aybike'nin yardımı ile kuruyan boğazımı ıslattım. Suyun hepsini bitirirken Mirza, Aybike'ye, "Aybike Hatun, Hümeyra'nın yemeğini hazırlayıp getiresin." dediğin de onunla şu durumda şu tavırlarıyla yalnız kalmak istemediğim için Aybike'nin çıkmasını istemesem de tabi ki benim dediğim olmamıştı.

Aybike tahta kapıyı kapattıktan sonra Mirza yerine gözüm ötede hafif yanan ateşteydi.

"Neden yaptın bunu?"

Sesindeki ciddiyet ben buradayım gitmedim, diye bağıran Mirza'ya aitti.

Ona doğru baktım. Sinirli değildi sadece ciddiydi. Ama her an bir şahine dönüşüp beni pençeleri ile yaralayabilirdi. Sessiz kalmamı fırsat bilip devam etti.

"Seni öldürdüğümü hatırladığın halde neden bana gelen okun önüne atladın?"

"Senin için atladığım ne malum?"

Bu sefer rol mu değiştirmiştik ne? O çok sakin ben ise sinirliydim.

"Adımı defalarca haykırıp beni ittirip o oku yemeseydin. O zaman benim için atlamadığını anlardım."

"Ben senin adını haykırma..."

Onun dedikleri ve küstah tavrı yüzünden galeyana gelip hiddetle ona karşı bağırırken göz kareme görüntüler, kulaklarıma sesler indi.

Mirza'ya doğru koşarken adını haykıran ben olamazdım. Bunu yapmış olamazdım. Neden böyle bir şey yapmıştım. Amacım neydi? Yoksa anlam veremediğim gözyaşlarım gibi mi böyle bir şey yapmıştım? Eski Hümeyra duygularıma dahil mi olmuştu?

Bir şey diyemeden gözlerimi ona çevirdiğim de onun halen daha bana baktığını gördüm. İlk defa bana bu kadar uzun bakıyordu. Rahatsız olup gözlerimi kaçırsam da gözlerinin varlığını üzerimde hissediyordum. Bu saçma atmosferden acilen çıkmalıydım. Yoksa eski Hümeyra'nın uyuyan kalbi yavaş yavaş uyanmaya başlamıştı. O kadar şeye rağmen nasıl heyecana geliyordu orası da ayrı bir psikolojik hastalıktı.

"Şu tuhaf bakışlarını üzerimden alır mısın?" dedim kaşlarımı çatarak. Benim söylediklerimin aksine onun kaşları hafif yukarı kalkmıştı.

"Zemzem suyu falan mı içtin?"

Gözlerini benden çekip düşünür gibi bir hal alsa da tekrar siyahlarıyla buluştu gözlerim. Sorumu anlamayarak bana bakınca, sağ elimle kendisini göstererek alaylı tavırla:

"Bir mübarek davranırsın ondan sordum. Bizim şahini nereye kapattın?"

"Mübarek, bizim şahin? Sen cidden normal değilsin." dedi gülerek. Güldü ve ben onun dişlerini de görmüştüm. Kılıcını tutan ellerinin güzelliği gibi dişleri de çok güzeldi. Sol elmacık kemiğine gizlenmiş o gamzede nereden çıkmıştı.

Şahin gözleri gülünce kısılırken yüzü iğde ağacı kokusu gibi mest ediyordu. Önüme koyulan nadide parçayı incelerken kalbim yüzünden yakında mefta diye çağrılacaktım.

Nadide parça bana baktı. Yavaşça nadide özelliğini geride bırakarak parça özelliğine geri döndü. Kalp atışlarım sakinleşince donuk yüz ifademi düzelttim ve ciddiyetimi takındım. Böyle davranarak kalbimin bu kadar hızlı atmasına hakkı yoktu. Bundan dolayı intikam alırcasına ona, "Kendimde değilken bir damla suyu fazlalık gören Mirza Bey ise sen kimlerdensin Bey?"

Sözlerime karşı o da ciddileşti lakin bir şey demedi. Gözlerini sonunda benden çekti ve halıya sabitledi. Bu işler bu kadar basit olmamalıydı. Bir insanın canına kıyıp bir de üstelik hatırlamadığı olaylar üzerinden nefret kusup sonra da öyle de güzel gülmek kolay olmamalıydı.

"Destur var mıdır?"

Kapıdan gelen sese her zaman cevap veren ben seslenmek istemedim. Bu tavrım birilerinin de dikkatini çekse de önümdeki yorganın motifini incelemekle meşguldüm.

"Gelesin."

Tahta kapı gıcırdı sesi ile açıldıktan sonra demir tepsi ile Aybike içeriye girdi. Elindeki ağır tepsiyi yatağın köşesine bırakıp kalkacağı vakit Mirza, "Ben gerisini hallederim. Sen de dinlenesin." deyince. Kaşlarımı tekrardan çattım. Ben ne kadar ona sert baksam da o benimle alakadar olmamıştı. Bakışlarımı gören Aybike, "Bey'im Hümeyra Hatun'un yemeğine yardım edip kolu için ilaç sürseydim." dediğin de onu onayladım.

"Evet kal Aybike." diyerek ona destek çıktım

"Sağ olasın Aybike Hatun. Sözümü ikiletmeyeceğini bilirim."

Mirza'nın cevabı keskin ve netti. Kıza resmen gitmesi için yol çizdi. Benim sözümü es geçip direk Aybike'yle son sözü bitirdi.

Onunla aynı oda da kalmak istemediğimden ağlamak istedim. Sürekli istemediğim şeylere zorunlu kılmak ağır geliyordu. Çaresiz hissetmek ve bu iğrenç rüyadan bir türlü uyanamamak iyice beni germişti.

Aybike bir şey demeden aralık olan kapıdan geçtikten sonra kapıyı kapattı.

İkimizden de ses çıkmazken Mirza ayağa kalkıp bana yakın olan tepsiyi kucağına aldı ve karşıma oturdu. Bir ayağını altına alırken diğer ayağını yatağın kenarına katladı. Tepsiyi önüne koyarken diz kapağının benim bacağıma değdiğini hissettim. Önüme sunulan tepside bir kase çorba, ekmek ve su vardı. Bacaklarını bir sehpa niyetine kullandığından dolayı aç olan karnımı daha fazla bekletmeyip sağ elimle kaşığa doğru uzanacağım vakit bana ait olmayan parmaklar kavradı. Karşımda oturan adamın bana yemek yedireceğini düşünemeyecek kadar bazen akılsızlık ediyordum. Şu kadar basit bir şeyi bile düşünememek bile ona karşı aciz konumuna düşürüyordu ya bu bile ağlamamı tetikliyordu.

Odun kaşık demir kasenin içine daldırılırken çorbadan gelen dumanlar tütmeye başlamıştı.

"Neden.."

Sözümü tamamlamadan ağzıma tıkılan ekmek parçası ile ağzım açık kalmış bunu fırsat bilen Mirza Bey, ağzıma kaşığı tepmişti. Evet tepmişti. Ama kaşıktaki sıcaklık yüzünden yerimden sıçramış gözlerimi hızla kapatırken boğazım acıyla inlemişti. Ters tepkim yüzünden sol kolumun sızlaması sağ elimle sol kolumu tuttum. Yaramı tutamayacağıma göre en yakın ama dokunsam da faydası olmayan yerden medet umdum.

"Çok mu acır?"

Eli, örtü ile kapattığım yarama doğru gidince sınır noktasında olduğumdan dolayı.

Elimle elini ittirip titreyen sesime mani olamayıp hafif çekik olan siyah gözlere gözlerimi dikerek, "Ölseydim de senin şu zorba hallerinden kurtulsaydım. Beni bir insan yerine koymamandan bıktım. Zorla bir şeyler yaptırarak bana olan nefretinden dolayı intikamını alabiliyor musun?"

Sesim yüksek değildi lakin haykırıyordum. Bıkmıştım. Üzerime yığılan şeyler altında basit bir mesele yüzünden adeta içimdeki hüzün ve gerginlik parlamıştı.

Gözlerimden akan taneleri sağ elimle sinirle silip, "Bir de bunlar akıyor. Of!" diyerek öfkeyle sert bir şekilde sildim. Onun önünde ağlamak istemiyordum. Zoruma gidiyordu onun önünde şu hale gelmek. Ama ne yazık ki bir türlü duygularının ayarına dokunamayan ben bu hale düşmekten kurtulamıyordum. Tek çarem kaçmaktı lakin şu halde onu da yapamadığımdan resmen adam dibimdeydi ve ben bu gözyaşlarımı döküyordum.

Sağ bileğimi kavrayan parmakların ardından o, "Dur artık."

Onun komutu ile nefesim normale dönerken gözyaşlarım sadece oluklarda kalmıştı. Eski Hümeyra ona itaat mi ediyordu? Niye durmuştum ben?

"Daha çok çabalayacağım. Hesap günü gelene kadar içimdeki ateşi uyutmaya çalışacağım."

Kendi ile savaştığını gördüm. Ama bu savaşından dolayı bana sesini yükseltmemiş ve sinirlenmemişti. Onun bu haline duruldum. Hanım Ana ile konuşmaları aklıma gelince onun bana verdiği fırsata nedense içim de vermek istedi. Ama ben buna izin veremezdim. Eski Hümeyra, Mirza'yı sevdiğinden dolayı tolerans yapıyordu. Ama bile bile ona kötü davranan insana karşı iyi davranmasına müsaade etmemeye çalışacağım.

"Kolum kesilse geçer mi bana karşı öfken?"

Elini bileğimden çekerek derin nefes verdi. Gözlerini benden çekerek elini giysinin içine soktu. Ne kadar da umursamaya çalışsam da bana bakmadığını fırsat bilip ne yaptığını izliyordum.

Burnumu çekerken elini soktuğu yerden mendille birlikte çıktı. Mendil bana doğru uzanırken ona baktım. Zorluyordu kendini. Bu durumu yaşamıştım. Acıktığım an bana yumurta yedirmeye çalıştığında yaptığı tepkinin aynısını yapıyordu.

Burnumdan gelen sıvıdan dolayı bu sefer onu itmek yerine uzanıp elindeki mendili alıp gözyaşlarımı sildim sonra da burnumu. Mendil elimde kalırken öylece beklerken tekrardan kaşığı kavradı ve bana uzattı. Kurumayan gözlerim ve çatık kaşlarım ile önce bana uzatılan kaşığa sonra da ona baktım.

"Amacım yaranın daha fazla acıması değildi."

İçim yumuşamaya başlamıştı. Bir açıklama ile yelkenleri suya indiren Hümeyra'ya bilmem kaçıncı kızışımdı. Düşmana cehennem olan kızın bu yüreği ne kadar da naifti.

Sabırla beklettiği kaşıkla birlikte ortalığın kızışmaması için uzanıp ağzımı açtım. Odun kaşık dudaklarıma dokunup içindeki tarhanayı ağzımın içine bırakmıştı. Dudaklarımın arasından tekrardan çıkarken kaşığı kenara koyup ninemin yaptığı gibi ekmeği çorbanın içine küçük küçük doğrayama başladı. O ekmekleri doğrarken gergin olan içime rahatlık inmişti. Sadece yaram sızlamaya başlamıştı.

"Kolun için elimden geleni yapacağım."

Son cümlesini söylerken eğdiği başıyla birlikte göz göze geldik. Ona baktığım için birden bana bakması ile afalladım. Ama bir cevapta vermedim. Sessiz kalmam sanki daha iyi olacaktı.

Kaşıkla birlikte ekmeleri ıslatırken çorbanın da soğumasını sağlıyordu.

"Akkaş Bey, akrep zehri dedi. Yarın başka bir şifacının yanına gideceğiz."

Bana tane tane açıklama yaparken odun kaşığı tekrardan bana uzatmıştı. O bana yedirirken ben sadece onu dinliyordum.

"Su istemene kızmadım. Sadece okun önüne atladığımdan sinirliydim."

Çorbayı bir kez daha karıştırıp dumanın havalanmasını sağladı. Bana bakmıyordu.

"Sadece senin kafan karışık değildir. Öfkeme sebep olan hatun, yok oldu. Bulamam. Bulamadığım gibi o aynı yüze sahip ama farklı hatun kafamı karıştırır."

Kendini ilk defa bana açması nedense ona karşı ön yargımı kaldırmış gibiydi. Ama ne olursa olsun beni öldürmeye çalışmıştı. Bunu unutmamalıyım.

İlk defa sessiz ve sakin bir şekilde bana içi dökmesi tekrardan kalbimin hızlanmasına sebep olmuştu. Lakin kalbin atışının arkasına arada bir acıyla kalbime vuran bir hüzün vardı. Derdi neydi bu Hümeyra'nın?

Son kaşığı da dudaklarıma uzatırken sol yaram artık kendini göstermeye çalışırken daha fazla dayanamayıp ona, "Uzanmak istiyorum." dedim. Bana baktı yüzümde gözlerini dolaştırdı.

"Ağrın vardır. İlaç sürülmesi lazımdır."

Daha fazla ayakta duramayarak yavaş bir şekilde kendimi geriye doğru bıraktım. Sırtım döşekle birleşirken bağdaş yaptığım ayaklarımı çözüp uzatmak istedim lakin onun bacaklarına ayaklarım değdi. Gözlerimi acıyla kapatırken alnımda yavaş yavaş terler oluşmaya başlamıştı. Ağrı git gide kendini gösterirken tekrardan o ağrıyı çekmek benim için kocaman bir ıstıraptı.

Bileğimde hissettiğim elle birlikte irkilerek gözlerimi açtım. Bacaklarımı uzatması için yol çizdikten sonra bileğimde biten elbisenin altından giymediğimden çıplak tenimden tenini ayırdı.

Yara acısını git gide artırırken vücudum yine üşümeye başlamıştı. Gözlerim kapalı bir şekilde acıyla baş ederken yanı başımda sesini duyar duymaz gözlerini açtım. Gözlerim direk yüzüne konmuştu. Yüzüm acıyla buruşurken o, "Yarana sürmem lazım." diyerek gözleriyle göğüs bölgemi işaret etti.

"Aybike sürsün." dedim acıyla.

"Aybike Hatun yorulduğu için onu gönderdim. Şimdi o uyumuştur."

Sol tarafım kaynamaya başlarken vücudum üşümesini daha fazla artırmıştı. Yine de onun o kadar yakınıma dokunmasını istemiyordum.

"Başka kadın sürsün."

Sağ elimde var olan mendili daha çok sıktım. Vücudumu hareket ettirdiğim zaman sol tarafım daha fazla acı çekiyordu.

"Olmaz." deyince sol tarafıma başımı çevirip acı duyduğum için sinirli bir şekilde ona bağırdım.

"Niye obada kadın mı kalmadı!"

Bağırtım ile rahatsız olmuş bir şekilde yüzü değişirken gözleri şaşkınlıkla ışık hızıyla açmıştı. Tekrardan ağzımı açacağım vakit, dudaklarıma o beğendiğim eller siper oldu. Parmakları dudaklarımın üzerine dururken kalp atışlarım devreye girince gözlerimi yumdum. Kalbimin hızlı atması acımı daha çok artırıyordu.

Döşekte omuzuma gelen hizada yanı başımda oturan Mirza'yı sesimle daha yakına çekmiştim.

"Susasın, canının daha çok mu acımasını istersin."

Sözleri ile gözlerimi açarken onun bana daha çok yaklaştığını görünce kalbim bozkıra salınmıştı. Bundan dolayı inleyip bacaklarımı karnıma doğru çektim.

O ise hemen elini ağzımdan çekmişti.

"Çok terlersin."

Alnıma bir el sürtünerek geçti. Gözlerim ışık hızıyla açılırken o, ne halde olduğumu bilmeyerek bana bir şeylerin açıklamasını yapmaya başladı.

"Obadaki kadınları çağırırsam şüphe çekeriz. Bu doğru olmaz. Senin arkandan istemediğin şeyler derler."

Sadece ona baktım. Neden böyle bir şey yaptığımı bilmiyordum. Hani insanın gözü yol çeker ya öyle bir şey olmuştu. Gözlerine baktım. Kendiyle savaşmıyordu. Dürüsttü. İnsanlar onun arkasında ne der derdin de değil de Hümeyra'yı düşünüyordu. Bana tekrardan bir şeyler söyledi. Ben de sadece kafamı salladım. Bana doğru eğilirken gözlerimi yüzünden ayıramıyordum. Acı çekiyordum ama sanki serum damarlarımda dolaşıyor acımı dizginliyor gibiydi.

Omzuma inen örtüye uzanarak kaldırdı. Lakin ileriye gitmedi. Yaramın ucuna örtüyü koydu. Yavaş ve nazik davranıyordu. Hatırladığım anıdaki adam kılıcını bana savururken gözlerimle gördüğüm adam aksine bana çok nazik davranıyordu. Şimdi düşünüyordum da Mirza'dan ne kadar haz etmesem de beni çoğu zaman korumuştu. Etraftaki insanlardan bazen de kendinden. Görmüştüm bunu hissetmiştim. Kendi ile savaşını...bazen de yenilgisi ile beni mahvedişini...

Elindeki şişeyi yarama dökerken hissettiğim acıyla birlikte, "Ahh!" dedim. Yüksek çıkmayan önceki gibi rahatsız etmemişti. Çünkü gözlerimi kapatsam da hemen ona dönmüştüm. Fark ettim de ben hep acı çekerken ona dönüyordum. Eski Hümeyra vücuduma arada dahil oluyordu. Eski Hümeyra'nın vücudumu ele geçirmesine müsaade etmek istemediğimden. Sağ elimdeki mendili sıktım. Gözlerimi kapadım. Yine oldu lakin bu sefer bir anıya gitmeden onun sesini duydum.

"Onun mendilini sıktın."

Gözlerimi hızlıca tekrardan açarken elimdeki mendili bıraktım. Ne oluyordu. Bu iş iyice tuhaf hale geliyordu. Neden bana bunu yapıyordu. Neden artık uyanmama müsaade etmiyordu. Prangamın sahibi eski Hümeyra idi. Anıları birleştirince gerçekler ortaya yavaş yavaş çıkıyordu.

Artık acım katlanılmaz bir hal alırken gözlerim yavaş yavaş kapanırken başım tekrardan sol tarafıma dönmüştü. Dönüşümle birlikte Mirza elindeki örtü ile bana bakıp bakışlarını kaçırır gibi oldu sonra tekrar bana baktı.

"Bir şey olmayacak. Sabah şifacının yerinin haberi gelir gelmez seni oraya götüreceğim."

Yarı açık gözlerim ile bedenim artık acıya katlanamıyordu. Gerçekte görmediğim fiziksel acıların en beterini rüyamda tatmak komik bir espri gibi bir şeydi.

Ensemde ter süzülürken çektiğim acıdan dolayı gözyaşlarım akıyordu. Örtüm yaraya temas etmesin diye örtüye çadır şeklini vererek bıraktı. Bana dönen yüzünde bir ıstırap yakalamıştım.

"Neden beni öldürmek istedin?"

Gözyaşımdan dolayı onun yüzünü göremediğimden gözlerimi kırpmak zorunda kaldım. Yüzü netleşirken o da benim gibi gözlerime bakıyordu. Sorduğum sorudan dolayı afallamıştı. Sahi şu acı dolu halimle bu soruyu soracak kapasitedeki kişide bendim.

"O gün ne oldu da beni öldürmek istedin?"

Gözlerini gözlerimden çekerken kendini de benden uzağa çekti. Gözlerimi zorlayarak ona doğru baktım. Eskiyi düşünür bir hali vardı. Gözlerimin kapanmasını istemeyerek ona baktım. Ama direncim yavaş yavaş kırılıyordu. Son mücadelemde bana yavaşça doğrulttuğu gözlerinin çevresinde sular gördüm. Gözlerim daha fazla dirence dayanamayıp inerken gözlerime doluşan suyunda akmasına sebep olmuştu.

Sahi kartalların gözleri sulanır mıydı?

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum 🌷

Yorumlarda buluşalım inşallah 😍

Loading...
0%