@limavii3377
|
Müdürün odasından çıktıktan sonra bir görevliye yemekhaneyi sormuştum. Hazır Naki de oradayken gidip karnımı doyurmak istiyordum. Umarım beyin çorbası falan yoktur. Yemekhaneye girdiğimde bu yerin normal bir evin 6-7 katı olduğunu gördüm. Burası gerçekten bir şatoydu. Naki’yi bir masada otururken gördüğümde yanına doğru ilerledim. Beni gördüğünde el salladı ve gülümsedi. Sağ tarafta yemekler vardı. İsteyen gidip tabağına yemeğini alabiliyordu. Sol tarafta ise masalar. Derken yemekhanedeki herkesin gözleri bana çevrildi. Muhtemelen beni daha önce hiç burada görmedikleri için kim olduğumu sorguluyorlardı. Onlara bakmayarak Naki’nin yanına ilerledim. Yanındaki boş sandalyeyi çekip oturduğumda bana döndü. “Karnın açsa bir şeyler alalım. Sana önerebilirim,” dedi gülümseyerek. Naki ve Mari diğerlerine göre daha sıcakkanlıydı. Ama eminim onlarda kötü insanlar değildi. “Evet. Çok açım. Uzun bir yolculuktan geldim,” dedim yalan söylemeyerek. Ne de olsa oldukça yorucu bir yolculuktu benim için. “Pekâlâ. Gel bakalım.” Naki ayağa kalkarak beni de kaldırdı. Birlikte yemeklerin bulunduğu yere doğru ilerledik. “Endişelenme. İniquum da her türlü yemek bulunur. Ortak okul olduğu için öğrenciler rahat etsin diye geleneksel yemeklere bile yer veriliyor. Bildiğim kadarıyla Marsel’den geldin, değil mi?” “Ah, evet. Marsel çok sıcaktı. Burada aynı sıcakla karşı karşıya kalmadığım için mutluyum,” dedim sallayarak. Naki güldü. “Evet. Marsel Non Exitus’un en sıcak şehirlerindendir.” Attım tuttu vallahi. “İstersen sen geç otur. Ben sana Marsel’in geleneksel yemeklerinden ve benim sana önerdiğim birkaç yemekten getireyim.” “Teşekkürler,” diyerek geri masaya geçtim. Yaklaşık on dakika sonunda Naki elinde 5 çeşit yemekle gelmişti. Yosun çorbasına benzeyen ve değişik bir et türü gibi görünen iki tabağı gösterdi. “Bunlar benim önerilerim. Sol taraftaki Kasırga otundan yapılmış bir çorba. Efsane bir tadı vardır. Sağ taraftakiyse ejderha eti.” Ney? Ejderha eti mi? “E-Ejderha eti mi? Neresi tam olarak peki?” “Göğsü.” Verdiği yanıtla derin bir nefes verdim rahatlayarak. “Bu tepkiyi bekliyordum aslında,” dedi gülerek. “Marsel de pek et tüketmezler.” “Evet. Pek tercih etmiyoruz,” dedim bende gülümseyerek. “Bunlar da Marsel’e özgü yemekler,” dedi diğer üç yemeği göstererek. “Çok güzel görünüyorlar,” dedim yalan söylemeyerek. Gerçekten iştahım kabarmıştı ve bir an önce hepsini yemek istiyordum. Ejderha etinden hâlâ emin değilim. ... Yemekler gerçekten güzeldi. Şimdiyse Naki ile birlikte yatakhaneye gidiyorduk. Naki boş bir zamanında kızları da alarak okulu gezdireceğine söz vermişti. Onunla iyi anlaşmıştık. Yatakhaneye girdiğimizde Naki burasının onların odası olduğunu söylemişti. Dediğine göre bir odada yedi kişi kalıyordu ve ben de onların odasında kalacaktım. Bu konuda şanslıydım çünkü hiç tanımadığım insanlarla aynı odada kalmak istemezdim. En azından kızlara biraz güveniyordum. Oda çok büyüktü. Sağ tarafa her biri neredeyse iki kişinin yatabileceği genişlikte yedi tane yatak koyulmuştu. Her yatağında karşısında bir kapı vardı. Muhtemelen her birine ihtiyaçlarını karşılayabilsinler diye odalar konmuştu; banyo, giyim odası vesaire... Bunların yanı sıra odada tam yedi tane kitaplık vardı. Her biri oldukça uzun ve genişti. Üstelik içleri de komple doluydu. Yedi tane çalışma masası da bunlara dahildi. Kısacası oda o kadar güzeldi ki, kelimelerim anlatmaya yetmezdi. Estia en sondaki yatakta yatıyordu. Onun yanındaki iki yatak da boştu. Dördüncü yatak Syrea’nın idi. Beşinci yatakta Mari vardı. Altıncı yatak Naki’nin ve son yatak da Rasilya’nın olmalıydı. Naki beni kolumdan tutarak Estia’nın yanındaki yatağın yanına götürdü. “Aramıza hoş geldin, Gesila.” Diğerleri de yanımıza geldiğinde burukça gülümsedim. Arkadaşlığı hiç tatmamıştım. Her biri sırayla gelip hoş geldin, dedi. Hepsini gülümseyerek karşıladım. Başka bir evrende de olsam, mutlu hissediyordum. “Lütfen artık ışıkları kapatabilir miyiz? Çok uykum var.” Mari’nin söyledikleriyle Naki güldü ve ışıkları kapattı. Sıcacık olmasının yanında aynı zamanda yumuşacık da olan yeni yatağıma girerek gözlerimi yumdum. Garipti ama ilk kez içimde bir boşluk hissetmiyordum. ... Sabah Mari’nin hepimizi uyandırmasından sonra kahvaltı yaparak sınıfa gelmiştik. Acaba nasıl bir ders olacaktı? Bu okulda her sınıfın mevcudu 200 kişiye yakındı. Ve öğrendiğim kadarıyla her sınıfın yalnızca 1 öğretmeni vardı. O öğretmen ise bizi her konuda uzman hale getirmek için eğitiyordu. Bizim yani benim olduğum sınıfın öğretmeni ise o kızıl saçlı kadındı. İsminin Dalya olduğunu öğrenmiştim. Yalan söylemeyeceğim, kendisine güzel bir isim seçmiş. Sınıf çok büyüktü. Arkamızda yine bir duvar boyutunda kitaplık vardı. Sağ tarafımızda ne idüğü belli olmayan canlı kalıntıları ve bitkiler bulunurken sol tarafta bir öğrencinin ihtiyacı olan her şey bulunuyordu. Sınıf tamamen dolduktan sonra içeriye Dalya girdi. Evet, ona ismiyle hitap ediyordum çünkü buradaki herkesten daha genç görünüyordu. Üstelik çok güzeldi. Uzun boylu, yeşil gözlü, kızıl saçlı ve sevmeyenlerin bile imreneceği kadar güzel çillere sahipti. Bembeyaz teni onu ay kadar parlak gösteriyordu. Elinde bir dosya vardı. Gözleri hemen beni buldu ve acelesi varmış gibi soluklandı. “Evet çocuklar, aramıza yeni biri katıldı. Kendini tanıt lütfen.” Dalya’nın söyledikleriyle ayağa kalktım. “Merhaba. Ben kusurlu 3377. Marsel’den geliyorum. Umarım iyi anlaşırız,” diyerek bir öğrenci klasiğini gerçekleştirdim. “Umarım,” dedi Dalya. Ardından gözlerini benden çekti ve sınıfın geneline baktı. “Herkesin burada olması çok güzel. Bugün dersi kütüphanede işleyeceğiz. Beni takip edin.” Dediğini yaparak hepimiz ayaklandık. Uzun, geniş koridorlardan geçtikten sonra nihayet kütüphaneye gelmiştik. İçeri girdik ve hemen önlerden yer kaptık. “Evet gençler. Bugün en tehlikeli büyülerden biri olan diriliş büyüsünü öğreneceksiniz.” Öğretmenin söyledikleriyle ürperdim. Bu da ne demekti? “İmtihana bir ay kaldı. Her 19 yaşındaki kusurlunun girdiği İmtihan, bir ay sonra gerçekleşecek. Kiminiz ölecek, kiminiz kalacak. Ancak, bugün öğreneceğimiz büyü, bir yıl önce imtihana girip ölen kişilerden birine ikinci bir şans verecek. İsimsizler mezarlığını dün görmüştünüz zaten. Şimdi her biriniz dün iletişime geçtiğiniz ölüyle bir kez daha iletişime geçeceksiniz. Tüm okuldan, yalnızca bir kişinin iletişime geçtiği kişi değerlendirilecek ve: Dirilecek.” Dalya’nın sözlerini bitirmesiyle sınıfta bir uğultu oluştu. Kimisi iddiaya giriyor kimisi şaşkınlıktan ağzını dahi açamıyordu. “Bunu daha önce duymuştum,” dedi yanımda oturan Rasilya. “Saçmalık. Dirilmek mi? Gerçekten saçmalık,” dedi Estia da. “Sessizlik!” Dalya’nın bağırmasıyla sınıf sessizliğe büründü. “Bu büyü o kadar kolay değil. Hepiniz ölüler diyarına yolculuk yapacaksınız. İletişime geçeceğiniz kişiyle zihninizde psikolojik bir savaş vereceksiniz ve eğer o sizi kabul ederse büyüyü gerçekleştireceksiniz. Bir nevi, ön imtihan gibi düşünün,” dedi eğlenir gibi sırıtarak. Şaka gibi. Her şey bitti bir ölüler diyarına girmek kaldı yani değil mi? “Benim sözümün dışına çıkmayacaksınız. Şimdi dağıtacağım bileklikleri takacaksınız. Bu bileklikler, benim sizinle iletişim kurmamı ve sizi yönlendirmemi sağlayacak.” Her birimizin masasına bir bilezik düştü sözlerini bitirdiğinde. Gökten bilezik yağıyor. Nereye bayılsam? Tüm bilekliklerin ortasında kırmızı bir akik taşı vardı. Muhtemelen ölümü simgeliyordu. “Kırmızı akik taşı burada ölümü simgeler,” dedi Rasilya düşüncelerimi doğrularcasına. “Şimdi beni tekrar edeceksiniz. Bileklikleri takmayı sakın unutmayın,” dedi Dalya. “Ölüm geldi ve buldu kaybedenleri. Son buldu ruhun acısı ve kederi. Ölüler diyarının kapısı kusurlular için açıldı, her biri ölülerle iletişime geçmek için akıttı kanını.” Söylediklerini tekrar ettik. Son kısımda bileklikler bileklerimize sürtündü ve bileklerimiz kanadı. Aniden gözlerim kapandı ve yere yığıldım. Gözlerim kapanmadan önce etrafımdaki insanlarında aynısını yaşadığını gördüm. ... Gözlerimi açtım. Gökyüzü yoktu. Resmen cam bir fanusun içinde gibiydim. Yerdeki şey toprak değil kırmızı bir sıvıydı. Aman Tanrım bu kandı! Etraf sonsuz bir çöl gibiydi. Sanki bir sis vardı fakat krem rengindeydi. Etrafımı dehşetle bakan gözlerimle incelemeye devam ediyordum ki bir zincirin çekiştirilme sesi kulağıma geldi. Kafamı o yöne çevirdiğimde bir kız gördüm. “Merhaba. Adım Karmen.” Sesi dünkü gibi ürkütücü değildi. Tam aksine oldukça zarif ve kırılgandı. Yemyeşil gözleri vardı. Estia’nın gözlerine göre daha açık, Dalya’nın gözlerine göre daha koyuydu. Dolgun, pembe dudakları vardı. Kemerli burnu yüzünü daha karakteristik gösteriyor ve ona yakışıyordu. Teni oldukça beyazdı. Orta boyluydu. Sol köprücük kemiğinde hilal şeklinde bir ay dövmesi vardı. Üzerinde uzun, bordo renginde bir elbise bulunuyordu. Ayağından bir zincire bağlanmıştı ve zinciri küçük bir kız çocuğu tutuyordu. Kız çocuğuyla birbirlerine çok benziyorlardı. Kız çocuğunun gözlerinden yaşlar akıyordu fakat dudakları tam tersi bir gülümsemeye ev sahipliği yapıyordu. “Merhaba. Ben-” “İsminin Gesila olduğunu biliyorum. Başka bir dünyadan geldiğini de.” Duyduklarımla az kalsın dilimi yutacaktım. “Biz ölüler siz bilmeseniz de birçok şeyi görüyoruz,” dedi samimi bir şekilde gülümseyerek. “Peki. Bunu sindirmeye vaktim yok. O halde buraya ne sebeple geldiğimi de biliyorsundur.” Yüzündeki gülümseme silindi. Arkasındaki kız çocuğuna bakarak bana geri döndü. “Onu bırakamam.” “O kim?” diye sordum. “Kız kardeşim. Biz ölüleri yalnızca isimsiz bir şekilde gömerek cezalandırmazlar. Aynı zamanda bir zincire bağlanırız ve zinciri hayatımız boyunca en çok sevdiğimiz ve sevmekten asla vazgeçmeyeceğimiz kişi tutar. Bunu gördüğümüzde kalbimizin ölümü de gerçekleşir. Çünkü eğer ben gidersem, o ölür. Bir dirilişe karşı bir ölüm. Diriliş büyüsü bu yüzden çok zordur.” Öğrendiklerim beni çok üzmüştü. Bu kadarı da fazlaydı. Sanki ölmeyi bu insanlar istiyordu. İkinci bir şansı bile hak etmiyorlarmış gibi davranılıyordu. Bu çok acımasızcaydı. “Üzgünüm. Sanırım geri dönmeni istemeye hakkım yok. Nasıl geri dönebilirim?” diye sordum. Bu büyüyü yapmak istemiyordum. “Gelirken yaptığın büyüyü tekrarla. Kırmızı akik kırıldığında geri döneceksin,” dedi bilekliğimi işaret ederek. Dalya’nın bize tekrar ettirdiği büyü sözlerini dile getirdim. Kırmızı akik kırıldığı sırada son kez Karmen ile göz göze geldik. Gözleri bu sefer çok farklı bakıyordu. Sanki bir şey fark etmiş gibiydi. Ancak o konuşamadan ben aniden yere yığıldım. ... Geri dönmüştüm. Yaklaşık 10 dakika içerisinde herkes ölüler diyarından dönmüştü. “Buyurun gençler. Ders bitmiştir. Çok yorulduğunuzu tahmin edebiliyorum. Gidip dinlenin.” Dalya’nın izin vermesiyle bizde dahil herkes kütüphaneden çıkmıştı. Kızlar birbirlerine yaşadıkları şeyleri, ölüler diyarının garipliğini anlatırken ben Mari’nin koluna dokunup nereye gittiklerini sordum. “Yemekhaneye gidiyoruz. Sen iyi misin?” diye sordu. “Biraz uyusam iyi olacak gibi. Yoruldum.” “Tamamdır,” dedi gülümseyerek. “Bir sorun olursa bizi bul.” Onların yanından ayrılıp yatakhaneye döndüm. Yatağıma girip gözlerimi kapattım ve kısa süre içerisinde uyuyakaldım. Kaç saat uyudum bilmiyorum ama uyandığımda hava aydınlıktı. Ben henüz akşam olmadı sanırken meğerse ertesi sabah olmuş. Kızlar da beni uyandırmayıp kahvaltıya gitmişti muhtemelen. Ayaklanıp yatağımın karşısındaki kapıyı açarak banyoya girdim. Yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Tam giyinme odasına yönelecektim ki aynada gördüğüm yansımayla duraksadım. Çığlık atarak arkamı döndüm. “Düşündüm de bence bana ihtiyacın var.” Karşımdaki kişi Karmen Sancak’tan başkası değildi.
*** Nasılsınız bakalım? Bu bölüm çok önemli. Çünkü burada öğrendiğiniz bazı şeyler sayesinde ilerleyen bölümlerde bağlantıyı kuracaksınız. Yalnızca bu bölüm değil 5. ve 6. Bölümlerde çok önemli. 7. Bölümden bahsetmek dahi istemiyorum. Karmen hakkında ne düşünüyorsunuz? Şu an bu kadar cüretkar göründüğüne bakmayın, kendisi normalde çok utangaç ve kırılgan biri. Karmen nasıl geri dönmüş olabilir? Şimdilik kendinize iyi bakın. Bölümü pazartesi akşamı atmaya çalışacağım.💙🖤
|
0% |