@liswoie
|
"Gözlerim, odanın karanlık köşesine sızan ilk ışık hüzmelerine takıldı. Güneş yeni bir gün müjdeliyordu ama benim için gün yine aynı mücadeleyle başlayacaktı." Annemin odasından gelen boğuk sesleri duyduğumda, içimdeki sıkıntı daha da büyüdü. Yorganın altına saklanıp uyumaya devam etmeyi o kadar çok isterdim ki... Ama hayır, annemin yine kötü bir sabah geçirdiğini biliyordum. Derin bir nefes alıp yataktan kalktım. Gözlerim uykusuzluktan yanıyordu. Son birkaç gece, annemin atakları yüzünden doğru düzgün uyuyamamıştım. Ama artık buna alışmıştım. Bir yanım babama öfke doluydu; bizi böyle terk edip gittiği için. Diğer yanım ise ona benzememek için daha fazla güçlü olmam gerektiğini söylüyordu. Hızla banyoya girdim, soğuk suyun yüzüme çarpmasıyla kendime gelmeye çalıştım. Aynaya baktığımda, solgun yüzüm ve gözlerimin altındaki mor halkalar beni selamlıyordu. Saçlarımı acaleyle topladım ve annemin yanına gittim. Odaya adım attığımda, annem yatağın köşesinde büzülmüş, elleriyle başını tutuyordu. Gözleri dolmuştu. Yanına yaklaştım ve sessizce elini tuttum. "Anne, ben buradayım. Hadi, bugün daha iyi olucağız, tamam mı ?" dedim, sesimin titrememesine özen göstererek. Annem bana baktı, gözlerinde bir anlığına umut belirdi, ama hemen ardından kayboldu. İlacını ona uzattım, her sabah olduğu gibi. O ilacı verişim bana babamı hatırlatıyordu. "Bu masraflarla uğraşamam," demişti, "benim de bir hayatım var." Ve sonra, arkasına bile bakmadan çıkıp gitmişti. O günden beri bizim için dünya daha da zorlaşmıştı. Ama onun yokluğu, belki de bir anlamda huzurdu. Artık hiç kimse anneme bağırmıyordu. Küçük kız kardeşim Sedef odasından çıktı, uykulu gözlerle bize bakıyordu. "Abla, her şey yolunda mı ?" diye sordu, yüzündeki endişeyi saklamayarak. "Yolunda, tatlım. Sen hazırla kendini, ben birazdan geliyorum," dedim, ona güven vermeye çalışarak. Sabahları hep böyleydi; aynı telaş, aynı belirsizlik. Ama ben alışmıştım. Kahvaltıyı hızlıca hazırladım, annem ve Sedef"in yanına koydum. Kendim pek bir şey yiyemedim; aklım bir an önce üniversiteye gidip derslerime odaklanmaktaydı. Psikoloji okumak istiyordum çünkü annem gibi insanlara yardım edebilmek için. Belki de kendi ailemin yaralarını sarabilmek için. Otobüs durağına doğru yürürken, soğuk sabah havası yüzümü okşadı. Üniversite benim kaçış noktam olmuştu; derslere odaklanmak, biraz olsun kendi hayatımı yaşayabilmek için bir fırsattı. Durağa vardığımda otobüs çoktan gelmişti. Acaleyle bindim, arkalarda bir yer bulup oturdum. Kulaklıklarımı taktım ve kendimi müziğin ritmine bıraktım. O an, her şeyden uzaklaştığımı hissediyordum. Tam gözlerimi kapatmak üzereydim ki, önümdeki koltukta bir hareketlilik hissettim. Gözlerimi araladığımda onu gördüm. Siyah saçları hafifçe dağılmış, elinde büyük bir fotoğraf makinesi tutan bir çocuk. Can... Kim olduğunu bilmiyordum, ama okulda birkaç kez karşılaştığımızı hatırlıyordum. Onu ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Gözleri derin düşüncelere dalmış gibi uzaktaki bir noktaya bakıyordu. Ama onun kim olduğunu, neler yaşadığını bilmiyordum. Şu an tek bildiğim, benim de en az onun kadar kendi dünyama gömülmüş olduğumdu. Otobüs yavaşça hareket etmeye başladığında, Can'la göz göze geldik. Ama hemen ardından bakışlarımızı kaçırdık. Sanki ikimiz de kendi sırlarımızla boğuşuyorduk ve diğerinin bunu görmesini istemiyorduk. Belki de üniversite koridorlarında bir gün yollarımız kesişicekti, kim bilir...?
BİR SÜRE SONRA
Üniversitenin büyük, gri binası gözümün önünde yükseldiğinde, içimde hafif bir huzur hissettim. Burası benim dünyam, özgürlüğümün başladığı yerdi. Kampüsün kalabalığına karışmak, o sıkıntılı ev ortamından biraz olsun uzaklaşmak demekti. Derin bir nefes aldım ve kulaklıklarımı çıkarıp çantama attım. Her zamanki gibi, koridorlarda yüzlerce öğrenci koşuşturuyordu. Sınıf arkadaşlarım, gruplar halinde sohbet ediyorlardı. Ama ben her zamanki gibi tek başıma yürümeyi tercih ettim. Tek başıma olmak bazen daha az yorucuydu; insanların meraklı bakışlarından, sormak istedikleri ama sormaya cesaret edemedikleri sorulardan kaçmak daha kolaydı. Psikoloji bölümünün dersliklerine doğru ilerlerken, aklımda bir sürü düşünce dolaşıyordu. Bugün önemli bir sunumum vardı ve annemin bu sabah yaşadığı kriz, hazırlanma sürecimi iyice aksatmıştı. Ama ne olursa olsun, güçlü durmak zorundaydım. İçimdeki o ses hep bunu hatırlatıyordu: "Pes edemezsin, Melis. Hayallerinden vazgeçemezsin." Dersliğe girdiğimde sınıfın yarısı dolmuştu. En arka sıraya geçip kendime bir yer buldum. Çantamdan defterimi ve kalemimi çıkardım. Her şeyimi kontrol ediyordum; sunum notlarım, telefonum... Sadece birkaç dakikam vardı. Bir süre sonra profesör içeri girdi ve herkes bir anda, sessizleşti. "Bugünkü sunumlar için hazır mıyız?" diye sordu, yüzünde her zamanki ciddiyetle. Sınıfta hafif bir uğultu yükseldi, herkes sunum sırasının kendisine gelmemesini umuyordu. Ama ben bunun tam tersini istiyordum; bir an önce yapıp kurtulmak istiyordum. "Melis, sıra sende," dedi profesör, gözlüğünün üzerinden bana bakarak. Kalbim hızla çarpmaya başladı, ama yüzümde sahte bir özgüven maskesi taktım. Ayağa kalktım ve sınıfın önüne yürüdüm. Gözler üzerimdeydi, ama ben sadece notlarıma odaklanmaya çalıştım. Sunumum, bipolar bozukluğun aileler üzerindeki etkileriyle ilgiliydi. Konu beni derinden etkiliyordu çünkü bu sadece bir araştırma konusu değil, benim gerçek hayatımdı. Annemi, onun bitmek bilmeyen mücadelelerini ve bizimle yaşadığı zorlukları anlatmadan konuyu nasıl ele alabilirdim ki? Ama profesyonel durmak zorundaydım, duygularımı bir kenara itip sadece bilgi aktarmalıydım. Sunumun ortasında, kapı hafifçe aralandı ve içeri biri girdi. Göz ucuyla baktığımda onu tanıdım. Otobüsteki o çocuk...Can. Elinde fotoğraf makinesi, kendine güvenli adımlarla içeri girdi ve en arka sıraya oturdu. Gözleri dikkatlice beni izliyordu. Bir an için dikkatim dağıldı, ama hemen kendimi toparladım. Sunumumu tamamladığımda sınıftan hafif bir alkış koptu. Derin bir nefes aldım ve yerime geri döndüm. Yüzümde hafif bir gülümsemeyle oturdum, ama içimde fırtınalar kopuyordu. Ders bittiğinde, herkes hızlıca dışarı çıkmaya başladı. Ben notlarımı toplarken Can yanıma yaklaştı. "Güzel sunumdu," dedi. Sesi yumuşak ve samimiydi. "Teşekkür ederim," dedim, ona şaşkınlıkla bakarak. "Elinde her zaman bir fotoğraf makinesiyle mi gezersin?" diye sordum, bir anda dilimin ucuna gelen soruyu durduramadan. Güldü. "Evet, bu benim kaçış yöntemim. Herkesin bir yolu vardır, değil mi?" Bir an için birbirimize baktık. Sanki ikimiz de aynı anda birbirimizin sırlarını keşfetmeye çalışıyorduk. Ama o an sona erdi ve Can, "Belki bir gün seni de fotoğraflarım," diyerek sınıftan ayrıldı. O giderken, içimde garip bir his belirdi. Sanki onu çok uzun zamandır tanıyormuşum gibi... Ama o sadece bir yabancıydı. En azından şimdilik.
|
0% |