@livasayina
|
1. BÖLÜM Her kitap yeni bir başlangıçtır. Öncelikle hepinize kucak dolusu sevgiler ile merhaba demek isterim.. Bendeniz yazarınız Livasayina. Bir anda önce aklıma ardından kalbime en son da kalemime dökülen Efsun'u sizlerle buluşturmak için buradayım. Sizlerden tek isteğim okurken bol bol yorum yapmanız. Umarım Efsun'u sizler de çok seversiniz, kitaplığınızda yer açarsınız. Biz bütün okurlarımızı çok seviyoruz. Sevdiğimiz kadar sevilmek dileğiyle. Bölümleri okurken önce kitap hoşunuza gittiyse kütüphanenize kaydetmeyi, ardından da okurken yorum ve oy kısımlarını unutmayınız lütfen. ♡ Komutan Karacalı'nın bir çift göze esir düşme hikayesi... Efsun kızın Selim masalı... Başlangıç tarihinizi yorumlara bırakabilirsiniz 🤍 ◇ İnsan insana bilmeceydi esasında. Çözmesini bilene güzeldi dünya. Bir seher yeli burnumuza getirirken sevdiklerimizin kokusunu işte o an sadece Efsun'u istedim. Bir çift yeşil göze beni esir eden Efsun'u, doktor Efsun'u... Gözlerini aralamaya çalışırken burnuna dolan, ezelden beri çok iyi bildiği o kan kokusunu içine çekti istemeye istemeye. "Bora 1, Boran konuşuyor. Çağrımı alıyorsanız cevap verin, anlaşıldı tamam." Bora 1 yaşıyordu peki Bora 5? Serhat Bolatlı... 12 Şubat Uludere şehidi. Ulaş gözlerini nihayet açabildiginde derin derin birkaç nefes aldı. Etrafa saçılmış onlarca askeri vardı. Hepsi bir yerinden yaralanmış, birisi şehit olmuştu. Kollarını yokladıktan sonra sağ kolunun üzerinde sürüne sürüne Serhat'ın yanına geldi. Nabzı durmuştu. Sol tarafından yayılan kan birikintisinde gezdirdi parmaklarını usulca. "Vatan sağ olsun aslanım." Serhat time sonradan katılmıştı. Uludereye ilk gelişiydi. Evlendikten sonra tayini çıktığı için katılmıştı Boralar timine. "Komutanım, iyi misiniz?" Elleri hala Serhat'ın üzerindeyken başını kaldırıp Tunaya baktı. Onunda yüzünde kanlar vardı, sol kolundan vurulmuştu ama iyiydi. "Kardeşimi kaybettim lan ben. Bir askerimi daha benden aldılar, elimden hiçbir şey gelmedi. Serhat'ım şehit oldu," gözüne biriken damlaların akmasına izin verdi. "Şimdi sen söyle Tuna, ne diyeceğim ben Elif'e? Karnında ki bebeğe?" Operasyona çıkalı yaklaşık iki hafta oluyordu. Teröristlerin patlayıcı yüklediği aracın patlamasıyla hepsinin yaralı bedenleri etrafa saçılmıştı. Bilinçleri açıktı ama kimsenin kalkmaya gücü yoktu. Tuna'nın öperek verdiği bayrağı öptükten sonra Serhat'ın üzerine örttü. Gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle silerek becerebildiği kadar doğrulmaya çalıştı. "Devrem? Bora 2 sesimi alıyorsan cevap ver." Gözleri Yiğit'i arasa da görmemişti. Tunayı diğerlerini kontrol etmesi için gönderirken Ulaş Yiğit'i aramaya devam etti. "Yıldızları toplayıp, matarama koyarken," Olduğu yerde kalıp kulaklığından gelen kesik sesleri anlamaya çalıştı. Yiğit'in sesiydi bu. Yaşıyordu, ölmemişti. Dizlerinin üzerine çöküp derin bir nefes aldı. Ayaklarının üzerinde duramıyordu, batan parçalar canını yakıyordu. Sürünerek Yiğit'i aramaya devam etti. "Alnıma değen kurşun, kaderimle buluştu." Yiğit'in sesi gittikçe kısılıyordu. Bacağını bir eliyle tutup sürüklemeye devam etti Ulaş. "Götürdü kurşun beni, uzak ülkelere." Gitme Devrem, dedi içinden. Beni kardeşsiz bırakma. "Geceni yet etti, şafaklarla bölüştü. Şafaklarla bölüştü." Sonunda görmüştü Yiğit'i. Patlayan aracın yakınlarında boylu boyunca yerde uzanıyordu. Karnında bir demir parçası vardı, etrafa saçılan bir sürü kan birikintisiyle beraber.. İki elini de önüne koyup emekler gibi ilerlemeye çalıştı Ulaş. "Yıldızları al götür, nazlı yarime getir. Ona gidemem anam onu kabrime getir." Çok az kalmıştı, kardeşine ulaşmasına son beş adım.. Sonunda yanına gelebilmişti. Yiğit'in başını usulca kaldırıp dizlerine yasladı. Ağlayan gözlerini sildi usulca. "Ağlama, ağlama Yiğidim. Dayan çıkacağız buradan." Yiğit titreyen çenesiyle cılız bir nefes aldı. Demirin battığı yerin yakınlarında dolaştırdı elini, kurumuş olan kan tekrar canlanıp elini boyamıştı. Kolunu usulca kaldırıp Ulaş'ın elini tuttu. Parmaklarında ki kan onun eline de bulaştı. "Hak- Hakkını, helal, helal et, Devrem. Bu- kanımı, sa- sakın yerde, bırakma. Yok, yoksa hak- hakkımı, sana, helal, etmem." Başı usulca sola düştü Yiğit'in. Öylece bakakaldı Ulaş, önce kucağında yatan cansız bedene, ardından elini kavrayan soğuk parmaklara... Şehit olmuştu, Yiğit Aydın. Yiğit'in kafasını kucağına daha çok bastırıp başını gökyüzüne kaldıran Ulaş derin bir çığlık attı, daha çok feryat gibiydi bu. Bir operasyon iki şehit.. Üstelik başarıyla tamamlamak üzereyken. ◇
Operasyondan dönmüşlerdi. Önce hepsi hastanede tedavi görmüş, ardından görevlerine devam etmişlerdi. İçlerinden biri hariç.. Ulaş Selim Karacalı. Bacağına batan parçalar hala yürümesini zorlaştırıyordu. Fizik tedavi alması gerektiği için bir süre daha görevlere katılamayacaktı. " Karacalı! Sen bir süre daha bizimlesin, tedavine buradan devam edeceksin. Sonrasında görevine devam edebilirsin." Ulaş ara vermek istemiyordu. Yiğit'in söyledikleri saniye saniye beyninde yankılanırken olmazdı. "Komutanım, görevime devam ederken de tedavi alabilirim ama lütfen ara vermek istemiyorum." Tuğrul Yarbayın gülümsemesi solarken tekrar ciddileşmişti. "Bak Ulaş, daha yeni iki şehit verdik. Ben her seferinde bu kadar evlat acısına dayanamam, şimdi git düzenli bir şekilde tedavini bitir sonrasında kaldığın yerden devam et aslanım." Başı ile albayı onayladıktan sonra odadan ayrıldı. Yaklaşık bir ay.. Bu süreçte emir komuta Akın'a geçmişti. Koridorda öylece kalaklamıştı, bir süreliğine ara verdiği görevi, elinde timin fizyoterapistine götürmesi gereken bir kağıt ve Yiğit'in kolyesi ile. "Biraz geç olacak belki ama asla yarına kalmayacak Devrem. Aklın bende kalmasın," dedi kolyeyi cebine katarken. Önce odasına gidip üzerini değiştirdi, artık dünyası tek bir renge bürünmüştü, katran karasına.. Bacakları yüzünden hızlı yürüyemiyordu. Adımlarını olabildiğince hızlı atarak askeriyenin yan tarafında ki revire gitti. Fizyoterapist orada ki odaların birinde olmalıydı. Hatırladığı kadarıyla en sonki Fizyoterapistleri yaklaşık elli yaşlarında bir kadındı. Birkaç kişiden yaşlı göründüğüne dair şeyler duymuştu. Revirdeki hemşireye sorduğunda sağ taraftaki kapıyı işaret etti. "Doktorumuz Ef-" Hemşire cümlesini tamamlayamadan telefon çalmıştı. Ulaş bu sefer oldukça yavaş adımlarla kapıya ilerledi. Kapıyı çalsa da içerden ses gelmemişti. Direkt açmayı tercih etti. Sadece büstiyeri ile bir kadın vardı karşısında. Dışarıya çıkıp kapıyı kapatmak yerine hızla içeriye girip kapıyı kapattı. "Ne yapıyorsun sen?" Diyerek elinde ki kısa kolluyu üzerine geçirdi kadın. Beyaz tenli, siyah saçlı genç bir kadındı bu. Doktor estetik yaptırmış olamaz ya diye geçirdi içinden. "Asıl sen ne yapıyorsun burada? Doktor nerede?" Kadın şaşkın gözlerle etrafı inceledi. "Gördüğüne göre Doktor benim, sırık kuala." Birkaç adımda doktora yaklaştı Ulaş. "O ne be? Ayrıca sen yeni mi geldin buralara, hiç görmedim seni." Sırık kualaydı işte. Uzun olduğu için sırık, yapılı olduğu için de kuala. "Evet, diğer doktor emekli olunca ben atandım. Hem görsen ne fark edecekti, hatırlamazdın işte." Ulaş'ın yüzü tepkisizdi. Sanki bütün duygularını Yiğit ve Serhatla beraber toprağa gömmüştü. "Yanılıyorsun doktor, hatırlardım." Efsun şaşırsa da belli etmemişti, önlüğünü giyip saçlarını eliyle topladı, tokasını arıyordu ama yoktu. Toplamaktan vazgeçip masasına oturdu. "Sen kimsin, neden gelmiştin?" Ulaş da masanın ön tarafında ki koltuklardan birine oturarak elinde ki kağıtları uzattı. "Kıdemli Üsteğmen Ulaş Selim Karacalı. Diğerleri elinde ki kağıtta yazıyor zaten." Komutan Karacalı. Revirde ki hemşireden sıkça duyduğu bir isimdi bu. Gerçi dışarıda da baya meşhur bir ünü vardı kendisinin. Biraz kollarında olmak üzerinde bacaklarında birkaç sorun vardı. Tedaviye bugün başlayabilirlerdi. Bir sorun görünmüyordu. Bazı evrakları doldurduktan sonra imzalaması için komutana uzattı. "Selim Bey, şuraya imza atmanız gerekiyor." Ulaş'ın kaşları çatılsa da bir şey söylemeden kağıtları imzaladı. "İsterseniz şimdi başlayabiliriz tedaviye." "İsterim, başlayalım yani." Anlayamadığı bir şekilde dikkati dağılıyordu. Koltuktan destek alarak sedyeye ilerledi. "Önce ceketinizi çıkarın ardından uzanın Selim Bey." Ceketini çıkarıp koltuklara fırlattı. Ardından sedyeye uzandı. "Şimdi bazı hareketler yapacağız sizinle, bunları düzenli bir şekilde uygulayınca ağrı da geçecek, yürümeniz de kolaylaşacak." "O ağrı hiç geçmeyecek doktor," dedi gözlerini Efsun'un gözlerine odaklarken. Efsun anlamamıştı. İlk defa tanıştığı bu adamda garip bir hava vardı. Her kelimesinin altında binlerce gizli anlam yatıyordu. Bileklerinden başlayıp yukarıya doğru değişik masaj hareketleri yapmaya başladı Efsun. Ulaş kollarını başının altına koymuş onu izliyordu. Daha şimdiden hafiflediğini hissediyordu. Bütün ağrısı o an uçup gitmişti sanki. "Sen öyle durup beni mi izleyeceksin?" Duruşunu bozmadan cevapladı; "Şu an başka yapacak bir şeyim mi var?" "Konuş mesela, zaman geçsin yani." En fazla kaç saat sürerdi ki bu masaj zaman geçsindi. Duvarda ki saate baktığında çoktan yirmi dakika olmuştu. "Ben niye konuşayım, sen konuş. Buraya yeni gelen sensin doktor. Tanıt kendini." Efsun'un beklemediği bir yerden gelmişti bu soru. O Selim'i tanımaya çalışırken o soru Selimden gelmişti. "Tanıtacak ne var işte, Efsun ben. Bundan sonra bir süreliğine doktorunum bir de." Önüne düşen bir tutam saçı geriye attı. Masaj sırası kollarına gelmişti. Ulaş ilk saniyesinden itibaren dikkatini çeken gözlere odaklandı. Bir çift yeşil göz.. "Füsun demek, güzel isim." Uzun kemikli parmakları avuçlarının arasına alıp ovmaya başladı Efsun. "Efsun, Füsun değil." Ulaş ciddiyetini bozmadı. "Benim adım da Ulaş. Burada herkes bana Ulaş der. Ben sana neden Selim diyorsun diye sormadım. Sende Füsun ol bu yüzden." İkinci isminin Selim olması dışında sorun yoktu. Uğraşmaya değmez diyerek masajına devam etti Efsun. Masaj bitip masasına geçtiğinde Ulaş hâla olduğu yerde yatıp doktoru izliyordu. "Kalkabilirsin komutan, çok mu sevdin yerini?" Gülümsemişti, geldiğinden beri ilk kez güldüğüne şahit olmuştu Ulaş. "Bitti mi? Her gün bu kadar kısa mı sürecek bu?" Yaklaşık bir saat olmuştu masaj yapalı. Özellikle ilk günlerde bu kadarı yeterliydi. "İlk günlerde bu kadarı yeterli. Daha ne istiyorsun komutan?" Bir eliyle saçlarını toplamışken diğer eliyle de çekmeceleri açıp tokasını arıyordu. Ulaş kalkıp masanın yanına geldi, ceketini aldı. "Sen ikide bir ne arıyorsun orada?" "Tokamı bulamıyorum, saçlarımı açık bırakmayı çok sevmem de toplayayım dedim toka yok işte." Hangi ara geçtiğini anlamadan Ulaş Efsun'un arkasına geçip topladığı saçlarını kendi avucuna aldı. Ablasından gördüğü kadarıyla toka olmadan saçı çevirip bağladı. "Bazı şeyleri elindekileri kullanarak yapmayı öğren doktor. İyi günler." Gitmişti. Efsun bir süre kapanan kapının ardından baktı. Elleri saçına gitti. Toplanmıştı saçları, toka olmadan. Elindekileri kullanarak yapmayı öğren doktor.. Zamanın bize ne getireceği belli değildi. Yaşamayan bilemezdi yarını. Hava almak için dışarıya çıktı. Askeriye ile revir dipdibeydi. Bir grup asker dışarıda antrenman yaparken birkaçı oturmuş sohbet ediyordu. Gözleri bir anlığına birkaç metre ötede duran Selim'e takıldı. Yanında bir çocuk vardı. Yerde ki topa vurmaya çalışsa da bacağını henüz kullanamıyordu. Düşünmeden yanına koştu Efsun. "Ne yapıyorsun sen? Daha az önce tedaviden çıktın." Ulaş'ın kaşları çatılmıştı. Gözlerini Efsun'un gözlerinden çekmedi. "Kerem, arkadaşımın oğlu. Görmüşken şakalaştık işte. Ne bu hiddet?" Belki hasta olduğun içindi diye düşündü Efsun. Kerem topu biraz ilerde ki bir askere attı. "Ulaş abi, bu doktor abla kim? Yoksa," Ulaş'ın bakışları anında Kerem'e döndü. Yoksası yoktu işte. Doktordu sadece. Füsun doktor. "Kendin dedin işte koçum, doktor. Benim bacağım biraz ağrıyor bu ara onun için kızdı o bakma sen." "Anladım kii," diyerek topu attığı askere koştu Kerem. Anlamamıştı ki, yoksa yoktu işte. Ulaş bir yandan Keremi gözetlerken bir taraftan da Efsun'a bakıyordu. "Son kez söylüyorum komutan, eğer iyileşmek istiyorsan tedavini aksatma ve her gün düzenli yürü. Yoksa bir ömür çıkamazsın o tedaviden." Başka bir şey demeden gitmişti. Tıpkı Ulaş'ın az önce gittiği gibi. ◇ "Oo komutanım hayırlı olsun, Kerem söylemese hiç haberimiz de yok aşk olsun." Kaya biraz daha konuşmaya devam ederse gerçekten kaya olacaktı. "Kerem yanlış anladı, çocuk işte. Ne gevşek gevşek hareket yapıyorsunuz sizde?" Herkesten bir gülme gelmişti. "Komutanım hadi işin şakası o da, hepimize o yaşlı doktor bakmışken sizin nasibe bak." Mert elinde ki kalemi çevirirken gülmeye devam etti. Kerem gittikten sonra hepsi Ulaş'ın başına toplanmış dalga geçmeye başlamışlardı. "Oğlum, gidin çalışın işte. Ben yapamıyorum siz yapın. Ne bu gevşeklik lan?" Hepsi silahlarına bakımlarını yapıp gelmişti, yani bugünlük başka işleri yoktu. Birkaç gündür ilk defa bir şeye neşelenmişti hepsi. "Rahat bırakın Komutanımı," diyerek araya girdi Ercüment. Yiğitten sonra en yakın olduğu kişiydi. Çalan telefonu duyunca derin bir nefes aldı Ulaş. Artık gerçekten gitmek için bir bahanesi olmuştu. Telefonu açarak uzaklaştı. "Ulaş, hani haber verecektin? Nasıl oldun ablam?" "Sakin ol abla, iyiyim işte. Fizyoterapiye de başladım. Çok uzun sürmez iyileşirim ben." "Haberim var başladığından, Mert de olmasa haber alacağım kimse yok." Ulaş birkaç saniyeliğine Mert'e baktı. Mert kendine dönen bakışları görünce anlamış olacak ki, bir şey demeden uzaklaştı. "Ajanlık yapmak huy yaptı salağa. Neyse abla iyiyim ben, hadi kapatıyorum." Telefonu kapatmak için çekmişti ki ablasının sesi doldu tekrar kulaklarına. "Ulaş, doktor nasıl? Güzel mi? Gözüm arkada kalmasın diye şey ettim yani." Telefonu derin bir nefes alarak tekrar kulağına götürdü. "Çirkin desem ne olacak abla, güzelse kendine güzel işte banane bundan. Hadi selametle." Diyerek kapattı telefonu. Güzel demek az kalırdı ona, büyüleyiciydi. Efsun güzeli.. ◇ Bir hafta olmuştu, Serhat ve Yiğit gideli koca bir hafta. Vatan uğrunda ölen varsa vatandı. Ulaş eskisine göre daha az ağrı hissetse de hala düzgün yürüyemiyordu. Uzandığı yatağından etrafı inceledi, önce Serhat geldi aklına. "Evlendim ben oğlum, baba bile olacağım," diyişini hatırladı. Berker ile şakalaşırken duyduğu bir kesitti bu. En yakını, badisiydi Berker onun. Serhat öldükten sonra Berker'i doğru düzgün görmemişti, iyice içine kapanmıştı. Sonrasında Yiğit geldi aklına. Okul yıllarından beri kardeşi bildiği adam. Ercüment, Ulaş, Yiğit dağların pelerinsiz kahramanlarıydı onlar. Okul yıllarından beri birbirlerini bırakmamış, her zorluğu beraber aşmışlardı. Üç kardeş başladıkları bu yolculuk artık iki kişilikti. En son Efsun geldi aklına, gece karası saçları, yeşil gözleri ve gülüşüyle. Çalan kapısı düşüncelerine ara vermek zorunda bırakmıştı, ayağa kalkıp kapıyı açtı. Berker'i karşısında görünce şaşırmıştı. Göz altları ağlamaktan şişmiş, kilo vermiş ve sesi askeriyeyi titretirken artık oldukça sessiz çıkan haliyleydi Berker. "Gelebilir miyim komutanım?" Kenarı geçerek içeri girmesi için yer açtı Ulaş. Yatağın yanında ayakta dikilen Berker'e odakladı gözlerini. "Komutanım, kusura bakmayın bu saatte rahatsız ettim ama uyku tutmadı. Size danışmak istediğim bir konu var." Bir haftadır kimse uyumuyordu zaten timde, hepsinin aklında aynı görüntü vardı. Yatağın ucuna oturdu Ulaş, oturması için Berker'e işaret verdikten sonra onun da yanına oturmasını izledi. "Söyle tabii aslanım." Berker kesik kesik birkaç nefes alıp verdikten sonra başını kaldırıp Ulaş'a baktı. "Komutanım, biliyorsunuz Serhat benim buradaki her şeyimdi. Yani hepiniz öylesiniz ama o daha bir başkaydı. Bana hep söylediği bir şey vardı." Dudağını ısırıp başını yukarı kaldırdı, derin bir nefes aldı. "Bir gün şehit olursam öyle laf arasında falan hatırlamayın beni oğlum, resmime falan bakın arada unutmayın beni, derdi hep. Ben onu ölsem unutmam Komutanım, ela gözlerini, kumral saçlarını, gülerken kısılan gözlerini. Gerçi biz hiçbir şehidimizi unutmayız ne Serhatımı ne Yiğit Komutanımı." Boğazında ki yumrunun daha da büyüdüğünü hissetti Ulaş. Nefes almaya çalışırken kalbi sıkışıyordu. "O yüzden diyorum ki Komutanım, yarın yani cumartesi günü biz ayarlasak pazar günü de onların şerefine bir akşam organize etsek? Yemek bahanesi onları hatırlamak sebebi yani." Unutmazlardı, çoğu zaman ismi bile duyulmayan şehitlerini hiçbiri unutmazdı. "Olur tabii, ayarlayın siz bahçede yaparız. Masrafı bana haber verin, yeter." Son bir kez daha baktı Berker Ulaş'ın yüzüne. "O zaman hamsi yiyelim mi Komutanım? Serhat'ım en çok onu severdi." Gözüne dolan yaşları artık durduramadı Berker, yanağına süzülmesine izin verdi. Ulaş da başını yana çevirip gözlerini kuruladı. 'Hamsi gördün tut, İt gördün vur,' derdi Serhat her atış yaptığında. "Yiyelim aslanım, yiyelim." Berker ayaklandı, iyi geceler dileyip kapıya yönelmişti ki geri döndü. "Komutanım bunu Yiğit Komutanımın odasında bulduk, size vermek istedim," dedi elinde ki Flashbellek'i uzatırken. Avuçlarının arasına alıp sıkı sıkı tuttu Ulaş. Berker bir şey demeden gitmişti. Yine yanlız kalmıştı, ağlamasını kimseden saklamasına gerek yoktu. Elinde ki Flash'a baktı öylece, Yiğit'in anıları vardı belki içinde. Masanın başına geçip usulca taktı Flashbellek'i. Yiğit yazan bir dosya açıldı anında. Üzerine tıkladığında üç tane dosya çıktı karşısına. Boralar 🇹🇷 yazana takıldı önce gözleri. Merakla dosyayı açtı. Timin ilk gününden bugüne fotoğraf ve videoları vardı. İlk videoyu açtı. "Evet sayın seyirciler, Mert ve Tuna bacaklarını kırdı. Neden dediğinizi duyuyorum, helikopterden inerken mecnun olmuş kafaları yüzünden düştüler. İki hafta rapor verdi doktor." Her anı mutlaka çekerdi, 'anı kalsın devrem' derdi. Sesini duyunca ağlamaya başlamıştı. Çok bile dayanmıştı. "Çekme oğlum, kapat şunu," diyen Ulaş'a baktı. Bu sefer Yiğit kendisini çekmekte ısrar ediyordu. Anı hatırlayınca burukça gülümsedi. "Niye çekmeyeyim lan? Alem Komutan görsün. Arkadaşlar bugün şerefsizlerden biri bana silah doğrulttu diye Devrem de adamı hakka doğrulttu," dedi gururla Yiğit. Yapmıştı, yapardı da ama bu sefer yapamamıştı. "Yine kurtardı beni," dedi Yiğit'in gururlu sesi. Kurtaramadı devrem, bu bacak kilitlendi seni bu sefer kurtaramadı dedi içinden. Videolardan çıkıp fotoğrafları açtı. Şanlı bayrağın önünde bordo beresiyle ellerini açmış dua eden bir Yiğit.. Her operasyon sonunda mutlaka yaptığı bir şeydi bu. Şehit olmayı dilerdi her seferinde. Bulanıklaşan görüşüyle bir sonra ki resmi açtı. Siyah kamuflaj içinde Boralar timi, kocaman gülümsemişlerdi ekrana. Serhat da vardı, Yiğitte. Serhat evlendikten sonra çıktıkları ilk görev dönüşüydü bu. Resimler birbirini kovalayıp durdu, her seferinde usul usul başka bir resim belirdi ekranda. 'Cennette locadayız,' yazan duvarın önünde sırt sırta duran iki kardeş. Ulaş ve Yiğit. Fotoğrafı incelerken o güne gitti sanki Ulaş. Hadi be devrem, ver şu spreyi. Hep o şerefsizler mi yazacak duvara? Bak simsiyah duvar renk gelsin abicim renk. Ulaş'ın elinde ki spreyi kapıp duvara koştu Yiğit. CENNETTE LOCADAYIZ! Gururla baktı boyadığı duvara. Cennet onlarındı, cehennem hainlerin. Boyayı fırlatıp Ulaş'ın kolunu çekiştirdi bu kezde. "Sen beni kıramazsın devrem, hadi fotoğraf çekelim bu duvarın önünde. Alem bordo bere görsün lan." Doğruydu, Ulaş Yiğit'i hiç kırmazdı. Onun çocuk yanıydı çünkü Yiğit. Silahını sıkı sıkı kavrayıp duvarın önüne geçti, başta ikisi de yan yana durup kameraya gülümsemişti. "Tuna, bi de şöyle çek koçum," dedi Yiğit sırtını Ulaş'a dayarken. "Yan profil diyorsunuz Komutanım, yakışır." Yiğit'in kahkası doldu kulaklarına. "Ne yan profili lan? Devremle vermeyeceğim bu pozu da kimle vereceğim? Yeminimiz var bir kere bizim her zaman sırt sırta. Bak mesela şimdi böyle sırt sırtayız ya o şerefsizlerin topu da gelse kirpiğimin ucuna bir şey yapamaz. Öğren bunları öğren." Öyleydi, sevdiklerine bir şey olmasına izin vermezdi Ulaş. Birkaç gün öncesine kadar da böyle düşünüyordu. Fotoğrafı kapatıp diğer dosyalara baktı. Aydın 💙 Ailesi ile olan fotoğrafları vardı bu dosyada da. Annesi Sevim teyze, babası Mehmet amca ve ablası Ceren abla. Ekranda gördüğü bebekle gözlerinin tekrar dolduğunu hissetti. Umay, Yiğit'in kıymetlisi. Dayısının prensesi. Dosyanın geri kalanında hep Umay vardı, mutlaka her gün yanında taşırdı fotoğrafını Yiğit. "Da, da" Açılan videodan gelen sesle bakışları yumuşadı Ulaş'ın. "Evet dayıcım, daayıı." Yiğit Umay'ın dayı dediğini hiç duymamıştı. "Lan daha baba demedi çocuk. Sen gelmişsin sabahtan beri daayı diyip duruyorsun." Metin, Ceren ablanın kocası. Video burada bitiyordu. Muhtemelen Yiğit Umay'ı alıp onların olmadığı bir köşede dayı dedirtmeye çalışıyordu. Aklına gelen düşüncelerle gülümsedi. En kısa zamanda onların yanına da gitmesi gerekiyordu. İkinci ailesiydi onlar. Artık sıra son dosyaya gelmişti. Ne bir isim ne dosya adı hiçbir şey yoktu. Merakla dosya da ki tek içeriği, videoyu açtı Ulaş. "Devrem," Yiğit vardı karşısında. Siyah tshirt'ü ile üniforması olmadan.. "Kardeşim," Yiğit tekrar derin bir nefes aldı. Boğazını temizleyerek oturduğu yere kuruldu. "Bu video eline ulaştıysa ben Cennete yolcu olmuşum demektir. Niye bilmiyorum ama böyle bir video çekesim geldi. Bir gün olur da sesimi unutacak olursan aç dinle işte oğlum," Kocaman gülümsedi ekranda ki Yiğit. Her zaman böyleydi o. En ciddi durumlarda bile yanındakini güldürmeyi başarırdı. "Neyse kardeşim, sen kızmadan ben konuya gireyim. Seni tanımak şu hayatımda başıma gelen birkaç tarifsiz güzel olaylardan biriydi. Yiğit varsa Ulaş da var bundan sonra dedim. Ercü de var evet ama senin yaptığın abiliği de, devreliği de unutamam. Benim üç ailem var kardeşim. İlki kendi ailem, onların hepsi sana emanet. Annem ne zaman beni özlese sana sarılsın, babam ne zaman oğlum demek istese sana desin. Başkasına izin vermem he bak," Dolan gözlerini silip yine kocaman gülümsedi Yiğit. "Ablama gelince de, onun bir kardeşi de her zaman sendin zaten. O da sana emanet. Bir de Umay'ım olur da dayı derse, tek sana desin. Bundan böyle onun bir dayısı da sensin. O sana emanet." Emaneti başı gözü üstüneydi. "İkinci ailem, seninkiler. Karacalı'lar. Nergis teyze ikinci annem, Kemal amca İkinci babam oldu. Ablan desen zaten ablamı aratmadı. Onlara bunu ilet olur mu? Onlar zaten bilir ama Yiğit size minnettarmış, hakkınızı helaldir dedi de. Abine de götür selamımı. Senin Yiğit'i dövdüler diye dövdüğün çocukları unutmadı, o da dağlarda aldı intikamını de." Eliyle yüzünü sildi Ulaş, ağlamaktan gözleri artık şişmişti. "Üçüncü ve son ailem. Benim daimi ailem, kardeşlerim, aslan parçalarım. Hepinize hakkım sonuna kadar helal olsun. Boralar dün de vardı, bugünde var, sonsuza kadar da var olmaya devam edecek. Ülkemize nağmert eli değdirmeyin, o puştlara ateş ederken bir elde benim için sıkın." Derin bir nefes alarak kameraya yaklaştı Yiğit. "Yiğit Aydın bu kadardı işte devrem. Üç aile bir vatan= Yiğit Aydın. İşte benim bütün meselem bu. Son olarak devrem senden de çok şey istedim ama son bir arzum daha var. Sen benden az bir süreyle önce aldın rütbeyi, ondan emir de veremiyorum ama sen yine de emir say bunu. Umay'ıma benzeyen bir kız bul ve ona sahip çık. Okut onu, büyüt. Arkasında dur, Yiğit abin sizler için yaşadı de. Benim sana olan hakkım sonuna kadar helal devrem, ben senin yerini ayırdım çoktan ama sen gelmek için acele etme. İçin rahat olsun, hakkını helal et devrem. Seni çok seven bir kardeşin var her zaman." Kayıt bitmişti. Gözyaşlarını artık kontrol edemedi Ulaş. Omuzları sarsıla sarsıla ağladı. Geri gelmeyecekti Yiğit, bu anılara bir yenisi eklenmeyecekti belki ama isteklerini kesinlikle yapacaktı. Hemen telefonunu açıp Kayseri'ye bilet aldı. Görmesi gereken bir ailesi vardı. Yiğit'in Ailesi. Uykusuz geçirdiği günlere bir gün daha eklendi o gece. Gözyaşları durunca kalkıp abdest aldı, namaz kıldı. Duası belliydi; bayrak gökten inmesin, sevdikleri gitmesin. ◇ Hep beraber yıldız'a basalım mı? Her yıldız şehitlerimize Allah rahmet eylesin yıldızı olsun. Birinci bölüm biraz kısa oldu ama olayları öğrendik. Yorumlarınız neler? Nasıl buldunuz? |
0% |