Yeni Üyelik
19.
Bölüm

10.BÖLÜM

@livasayina

Bölüme başlamadan önce diğer bölümleri okudunuz mu?

 

Şimdiye kadar olan bölümlere yorumlarınız neler?

 

Hepinizi tiktok hesabımıza bekliyorumm

 

Neleri ve kimleri sevdiniz/ sevmediniz?

 

Yorumlarda buluşalım💚

 

                                 ☆                                                                                

İnsan olduğu yere bağlanan, alıştığı yere sıkı sıkı tutunan bir varlıktı. Vatanı bellediği toprakları namus bilip kanının son damlasına kadar savunması da bundandı. Kimi olduğu yerde bir şeyler yapmaya çalışırdı vatanı için, kimi dağlara çıkıp korkusuzca savaşırdı. Hangi safta olduğumuz önemli değildi, asıl önemli olan histi, hissetmekti.

 

Kalbimde ki hisler mi daha kuvvetliydi yoksa aklımdakiler mi?

 

Günlerdir başımı ağrıtan bu düşünceyi yine zihnimin bir kenarına itelemeyi denedim. Başarılı olamamıştım ama yok gibi davranıyordum. Bu da bir unutma şekliydi. Başımı yasladığım yatak başlığında gözlerimi kapattım.

Simsiyah bir dünya, önceden sadece abimi düşündüğüm bu renk nasıl olmuştu da şimdi bir çift göze bürünmüştü?

 

Yan odadan gelen seslerle gözlerimi araladım. Sonunda beklediğimiz malum gün gelmişti. Bade mezuniyet için günün erken saatlerinden itibaren hazırlanıyordu. İpek ve ben odamızdan çıkmayıp oluşabilecek tehlikelerden uzak durmayı tercih etmiştik. Yaklaşık bir saat önce elinde maşayla Badeyi kovalayan Ecem içimizden birine bütün gerginliğini yansıtabilirdi.

 

Selimi aramak için de bir bahane bulduğumu düşünerek telefonunu aradım. Açmıyordu, son iki gündür mesajlara da cevap vermemişti. Akın'ın iki gün önce İpeğe attığı, "Şu gurbet eller yetti gayrı," mesajından başka bir haber yoktu.

 

İpek mesajdan bir şey anlamazken bende bir yorum yapmamıştım. Ecem ise böyle bir türkü olduğunu, ona gönderme yaptığını düşünüyordu. Akın'ın gönül şenliği, İpek. Dinlediği bütün türküler, baktığı her yer, soluduğu her hava ona sevdiğini hatırlatıyor olmalıydı.

 

Telefonumu tekrar elime aldığımda Selimden yine haber yoktu. Mezuniyet vakti gittikçe yaklaşırken geri geri giden adımlarımla dolabımın üzerinde asılı duran elbiseyi elime aldım. Birkaç gün önce Ecem ve İpeğin bana hediye ettikleri siyah elbiseydi. Vakit kaybetmeden elbiseyi üzerime giyip aynanın karşısına geçtim. Önce saçlarıma sade ama şık bir şekil verip makyaja geçtim. Yüzüme sürdüğüm kremleri yedirirken kapımın bir anda açılmasıyla irkilmiştim.

 

"Bağlamayalım saçımı diyorum işte sana," diyerek sesini yükseltti Bade. Ecem ise kendini kuaför rolüne fazla kaptırmış olacak ki elinde ki tokalarla Badeyi kovalıyordu.

 

"Ama senin elbisene bu model çok yakışacak."

 

Bade kısa bir süre düşündü. Bir şeyler anımsar gibi önce gülümsedi, bakışları bizi bulduğunda gülümsemesi yavaşça yüzünden silindi.

 

"Saçımı bağlayınca çocuk gibi oluyorum diye dalga geçer. Bağlamayalım, ona benzer başka bir model yaparız," diyerek ortamı yumuşatmaya çalıştı.

 

Ecem pes etmiş gibi kollarını düşürerek tekrar odasına doğru yol aldı. Bade ile göz göze geldiğimizde sadece kocaman gülümseyip odadan çıktı. Ben makyajıma devam ederken bu kez kapım çalınmıştı. Gir, diye seslendiğim sırada kapım yavaşça aralandı.

 

İpek üzerinde ki açık kırmızı elbisesiyle oldukça güzel görünüyordu. Saçlarını omzuna doğru açık bırakmış ve elbisesine yakışır bir tonda toka ile tutturmuştu. Aynada ki yansımama bakıp tebessüm etti.

 

"Çok güzel olmuşsun İpeğim."

 

İpek doğal bir güzeldi, doğuştan kırmızı dudakları, uzun kirpikleri, kalemle çizilmiş gibi bir yüzü vardı. O da aynı şekilde beni inceledikten sonra yatağın ucuna oturdu.

 

"Sende çok güzel olmuşsun Efsun. Elbise çok yakışmış."

 

Son olarak kırmızı rujumu elime alıp dudaklarıma sürmeye başladığımda İpek olduğu yerde kıpırdanmaya başlamıştı.

 

"Söylemeyecek misin?"

 

Sorumu duyunca bakışlarını yerden kaldırıp yüzüme çevirdi. Söylemek istediği bir şey vardı ama söylemekten de çekiniyordu.

 

"Timden birkaç gündür haber yok. Gelecekler mi sence?"

 

Elimde ki ruju masanın üzerine bırakıp oturduğum yerde İpeğe döndüm. Bakışlarında karamsarlık vardı. Hepimizin kafasını karıştıran soru buydu. Verilen tarihe göre dün akşam, en geç bu sabah burada olmaları gerekiyordu. Benim içimi kemiren düşünceleri bir tarafa bırakıp İpeği yatıştırmaya çalıştım.

 

"Onlar verdikleri sözü tutarlar, gelirler bence."

 

Umarım öyle olur şeklinde bir şeyler mırıldandı. Odamda işlerimiz bittiğinde hepimiz çıkış kapısında buluşmuştuk. Günün yıldızı Bade, krem rengi elbisesi, açık bıraktığı saçları ve makyajı ile harika görünüyordu. Oldukça nazlı ve cilveli adımlarla arabanın yanında bekleyen babasına doğru yürüdü. Biz peşinden giderken Ecem de kapıyı kitleyip bize yetişmişti.

 

"Bu güzel kız bizim kızımız mı Yeliz?"

 

Tuğrul amca giydiği takım elbise ile yaşından oldukça genç görünüyordu. Normalde de yaşını hiç belli etmeyen, hatta dinç görünen bir insandı. Yeliz teyze kahverengi elbisesi ve topuz yaptığı saçları ile yine sadeliğini konuşturmuştu. Sade ama şık bir felsefesi vardı.

 

Yeliz teyze eşinin sorusuna gülerken Bade trip atar gibi bakışlarını kaçırdı.

 

"Ben zaten güzelim baba, bugün biraz daha özenmiş olabilirim sadece."

 

Tuğrul amca Bade'nin saçlarını yavaşça okşadı. Saçını bozmaktan korkuyordu, gerisini hiçbirimiz düşünmek bile istemiyorduk.

 

"Sen zaten sadece Ercüment'in yanında cadı gibisin kızım. Yoksa gayet melek gibisin."

 

Bade Ercümentin adını duyunca bakışlarını başka bir noktaya çevirdi. O da çok merak ediyordu gelip gelmeyeceklerini. Bizim gibi konuşup sormaya cesaret edemiyordu ama içi içini kemiriyordu.

 

"Senin Ecüyü övme faslın başlamadan gidelim mi baba? Mezuniyetime geç kalmak istemem."

 

Duruşunu dikleştirirken gururlu bir şekilde gülümsedi.

 

"Bölüm birincisi konuşması beni bekliyor da."

 

Tuğrul amca kızının sırtını okşayıp arabaya binmesi için kapıyı açarken biz de kendi arabamıza binmiştik. İpek arabayı çalıştırdığı sıra da Ecem'in heyecanlı sesi irkilmemize sebep olmuştu.

 

"Kızlar, gelmişler."

 

Hepimiz birbirimize belli etmemeye çalışarak derin bir nefes aldık. Başka bir şey konuşmadan önde ki aracı takip ederken Ecem hala elinde ki telefona bakıp gülümsüyordu. Tören alanına geldiğimizde hepimizden önce arabadan indi, aynasına bakarak rujunu tazeledi.

 

Bacaklarımın titrediğini hissederken Yeliz teyzenin adımlarını takip etmeye başladık. Bade yanımızdan ayrılmadan önce hepimizin oturmasını bekledi. Yüzü düşük bir şekilde etrafı inceledi.

 

"Baba, Ulaş abiler gelmeyecek mi? Yetişeceklerini söylemiştin."

 

Tuğrul amcanın bakışları ilk kez Bade'nin meraklı gözlerinden kaçacak yer aradı. Yeliz teyzeye bir bakış atıp kızını cevapladı.

 

"Gelirler kızım, işleri çıkmıştır."

 

Bade'nin konuşma yapacağı saat yaklaşıyordu. Açılış konuşmasıyla beraber yapacağı birincilik konuşması için sahneden çağrılıyordu. Ardından kep atma töreni vardı. Oturduğumuz yer konuşma yapılacak kürsünün tam arkasında kaldığı için oldukça yakındı. Bade isteksiz isteksiz kürsüye ilerlerken Ecem'in sorularına dayanamayan Tuğrul amca detayları anlatmaya başlamıştı. Ecem'in yüzü bir anlığına bembeyaz olurken konuşmayı izlemek için öne giden Yeliz teyzeye ve Tuğrul amcaya baktım. İkisi de oldukça gergin görünüyordu.

 

Bade konuşma yapmak için son hazırlıklarını yaparken Ecem olduğu yerde bize dönüp Tuğrul amcanın söylediklerini anlatıyordu.

 

"Ercüment abi vurulmuş, hastanedelermiş."

 

Mikrofonu kendine çeviren Bade'nin bakışları anında bize döndü. Yüzü yaptığı makyaja rağmen bembeyaz olmuşt. Etrafta onu izleyen onca kalabalığa aldırmadan Ecem'e döndü.

 

"Ecü vurulmuş mu?"

 

Duyma yetisi oldukça kuvvetliydi, bu gürültü de başka bir açıklaması olamazdı. Mikrofondan daha yüksek çıkan bu ses herkes tarafından duyulmuştu. Rektörlerden birisi konuşmasını yapması için Badeyi uyarırken Bade'nin bakışları hızlıca etrafı taradı. Gerçekten ön tarafta onu izleyen bir Ercüment yoktu. Biz huzursuzca yerimizde kıpırdanırken Bade hepimizi şaşırtarak çıktığı basamaktan indi.

 

Koşar adımlarla çıkış kapısına gidiyordu. Tuğrul amca ve Yeliz teyze geride kalırken biz de kızlarla onun peşinden koşuyorduk. Arabanın yanına geldiği sırada bir kolunu arabaya yaslayıp nefeslendi. Topuklu ayakkabılar ile parkur bile koşardı bu hızla.

 

"Bade, sakin ol. Hastanedelermiş, güvendeler ama senin geri dönmen lazım."

 

Ecem sakin bir şekilde Badeyi ikna etmeye çalışıyordu. Başarılı olamamış olacak ki Bade arabanın sürücü kapısını açmaya çalışıyordu.

 

"Bade, anlaşıldı gitmeden rahat etmeyeceksin ama bu halde araba kullanamazsın. Ben kullanırım," dedi İpek.

 

Bade hızla kafasını sallayıp ön koltuğa kurulurken biz de yerlerimize oturup hızlıca hastaneye doğru yol almaya başladık. Yeliz teyzeyi arayıp durumu anlattığımda derin bir nefes almış ve peşimizden geleceklerini söylemişti.

 

Hastaneye geldiğimizde Bade hepimizden önce koşarak hemşireden Ercümentin kaldığı odayı öğrenmişti. Asansörün gelmesini beklemeden merdivenlere yöneldiğinde söylenerek adımlarını takip etmeye devam ediyorduk. Girdiğimiz koridorda ilerledikçe kalabalık azalıyordu, Bade sol köşeden dönerken bizim adımlarımız da o yöne çevrilmişti.

 

Ve işte karşımdaydı, mosmor olmuş göz altları, dağılmış saçları ile Ulaş Selim Karacalı...

 

Bizi karşılarında görmeyi beklemediklerinden hepsi şaşırarak ayaklanmıştı. Bakışlarım önce herkesin üzerinde tek tek gezinirken yeniden Selim'i buldu. Siyah bir pantolon ve siyah bir tshirt giymişti. Mert'in evinin bahçesinde gördüğüm haline benziyordu, sinirli, acılı, üzgün...

 

Ecem Mert'in yanına giderken, Akın da İpeği kendi tarafına çekmişti.

 

"Ercüment nasıl? Yanına girebilir miyim?"

 

İlk defa Ercüment dediğini duyuyorduk. Korkmuştu, ecü onun için çocukluktu, oyun arkadaşıydı. Onu kaybetme düşüncesini silmek için Ercüment diyordu.

 

Yanımıza gelen doktora da aynı soruyu sorduğunda doktor başta reddetmişti. İpek kendisinin de doktor olduğunu söyleyerek bir açıklama yapınca doktor sadece beş dakika diyerek izin vermişti. Bade üzerine gerekli kıyafetleri giymek için yanımızdan ayrılırken ben de köşeye çökmüş Selim'in yanına gittim.

 

Dizlerine yasladığı bakışlarını yukarı çevirip gözlerime baktı. Bu kez diğerleri gibi uzun uzun bakmadı, anında çevirdi siyaha çalan gözlerini.

 

Elbisemin eteklerini tutarak oturabildiğim kadarıyla yanına oturdum. Elbiseyle oturmak gerçekten zordu, durumu fark edince ayağa kalkıp yan tarafında ki sandalyelerden birine oturdu. Bakışlarımı üzerinden çekmeden yanına oturdum.

 

Bakmıyordu bana, belli ki bakmayacaktı da. Herkesin meşgul olduğundan emin olduktan sonra çenesini tutup yavaşça kendime çevirdim. Kaçamak bakışları tekrardan gözlerimi buldu. Bu kez çekmedi.

 

"Selim," dedim küçük bir çocuğa seslenir gibi. Başını duvara yaslayıp gözlerime bakmaya devam etti.

 

"Ercüment iyi olacak eminim. Kendini bu kadar üzme."

 

Göz kapakları birazdan uykuya dalacakmış gibi yavaş yavaş kapanıyordu. Uzun zamandır yemek yemiyor olmalıydı. Berkeri yanıma çağırıp yiyecek bir şeyler almasını rica ederken konuşmadan gözlerime bakmaya devam etti.

 

"Bu kez daha da yakındık Efsun," dedi sonunda cılız çıkan sesi. Günlerdir duymayı beklediğim sesini bu halde duymak içimi acıtmıştı.

 

"Kardeşlerimi elimden alan o şerefsize tam yaklaştık derken bu sefer başka bir kardeşime zarar verdiler Efsun," dedi o anları tekrar anımsar gibi. Kaya'nın bakışları kısa bir süreliğine bize çevrilmişti. Tekrar Burağa döndüğünde kulağına bir şeyler fısıldadı.

 

Berker'in getirdiği tostu elime alıp teşekkür ettim. Selim'in gözleri artık daha uzun süre kapanıyordu.

 

"Uzun uzun konuşacağız bunları ama lütfen şimdi bir şeyler ye," dedim elimde ki tostu uzatırken. Başta reddetse de ısrarıma dayanamayıp küçük küçük birkaç ısırık almıştı. Diğerleri Tuğrul amca ve Yeliz teyze ile ilgilenirken Bade'nin bağıran sesi hepimizi susturmuştu.

 

"Doktor çağırın, kan geliyor, doktor çağırın."

 

Yavuz koşarak doktoru çağırmaya giderken Selim anında ayağa kalkmıştı. Doktorlar odaya girerken Bade de dışarıya çıkmıştı. Elbisesinin üzerinde giydiği kıyafetten ve ellerinden bulaşan kanlar vardı. Çok korkmuştu, titriyordu. Yan tarafında ki İpeğe bıraktı tüm ağırlığını. Başını boynuna gömüp ağlamaya başladı.

 

Ecem de İpeğin yanına gidip Badeyi sakinleştirmeye çalışırken ben volta atan Selim'i izliyordum. Bir şeyler yapmamak için kendini zor tutuyordu. Gözlerinde saf korku vardı, kardeşini kaybetmekten korkan bir abi gibi...

 

Yaklaşık yarım saat sonra doktor odadan çıkarken herkes etrafına toplanmıştı. Tuğrul amca Ercümentin durumunu sorarken herkes sessiz bir şekilde doktorun vereceği cevabın dinledi.

 

"Dün çok ağır bir ameliyat geçirdi, dikişleri kanama yapmış."

 

Bade'nin geldiğini hissetmişti belki de...

 

"Ancak hayati tehlikeyi atlattı, bugün normal odaya alabiliriz," dedikten sonra yanımızdan ayrılan doktora bakakaldı Bade.

 

Koşarak annesine sarıldı, artık göz yaşları durmuştu.

 

"Ecü iyiymiş anne, duydun mu?"

 

Yeliz teyze kızının saçlarını okşarken küçük bir öpücük kondurdu. Selim derin bir nefes alıp alnını duvara yasladı. Ben de derin bir nefes alıp biraz daha rahatlamış bir şekilde yanına gittim.

 

"Bak doktor da söyledi, Ercüment iyiymiş. Hadi bahçeye çıkalım, biraz hava alırsın."

 

Gözleri bu kez kendiliğinden beni buldu. Israr etmeden başını sallayıp adımlarımı takip etmeye başladı. Bahçeye çıktığımız da kalabalığın olmadığı bir yer bularak o tarafa ilerledi.

 

"Çok şükür," dedi kendi kendine konuşur gibi.

 

"Kardeşim iyiymiş, beni bırakmadı Efsun."

 

Yiğit ve Serhattan sonra Ercümenti de kaybetmekten çok korkmuştu. Küçük bir çocuk gibi gülümserken yanıma gelip tam karşımda durmuştu.

 

"Ben ne ara sevdiklerini kaybetmekten korkan bir adama dönüştüm Efsun? Bu yola çıkarken her şeyi göze aldığımı düşünüyordum oysa ki."

 

Nefesini yüzümde hissederken gözlerimi inatla gözlerine diktim. Bir itirafa benzeyen cümlesine gülümsedim. Telefonundan gelen melodi dikkatini dağıtırken kendine gelir gibi başını sallayıp geri çekildi. Çalan telefonunu açıp banka oturdu, bende konuşmadan yanına oturdum.

 

"İyiyim anne," dedi telefonu açar açmaz.

 

Telefonunu ucunda ki ses o kadar endişeli geliyordu ki ben bile oldukça net duyabiliyordum.

 

"Gerçekten iyiyim annem, Ercüment de iyi hayati tehlikeyi atlatmış," dedi sakin bir ses tonuyla.

 

Bir süre daha konuştuktan sonra bakışları yavaşça bana döndü.

 

"Yanımda, Efsun var."

 

Yanaklarımın bir anda kıpkırmızı olmasıyla başımı öne eğdim. Telefonun sesini açıp bana uzattığında emin olmak istercesine gözlerine baktım. Şaka değildi, annesi gerçekten benimle konuşmak istiyordu.

 

"Merhaba, Efsun ben," dedim elime bıraktığı telefona.

 

Az önce endişeli gelen ses birden sakinleşmişti.

 

"Merhaba kızım, Şirin ben de. Ulaş'ın annesiyim."

 

Şirin teyze, daha görmemiştim ama adına yaraşır bir ses tonu vardı.

 

Selamlaşma faslının ardından samimiyeti biraz daha ilerlemişti.

 

"Ulaş iyiyim dediğinde emin olamadım ama senin yanında olduğunu öğrenince yüreğime su serpildi güzel kızım," dedi nefes almak için duraksarken.

 

Selim konuşmadan bizi izliyordu. Annesini böyle görmeye şaşırmış gibiydi.

 

"Bizim deli oğlan yara aldığında da sen tedavi etmişsin. Göreve geri dönmüş şimdi. Efsun her şeyi halletti anne, eskisinden daha iyiyim gözün arkada kalmasın, demişti."

 

Bakışlarım hızla Selim'e kayarken hazırlıksız yakalansa da bozuntuya vermedi. Annesine beni öncesinden tanıtmıştı demek.

 

"Öyle oldu, yaklaşık bir ay tedavi süreci yaşadı ama artık göreve geri döndü," dedim bakışlarımı üzerinden çekmeden.

 

"Çiğdem kızım da görmüş seni, Selim'in anlattığından çok daha güzel gerçekte anne, dedi. Ben daha göremedim ama eminim öylesindir güzel kızım. Ulaş'ımın öyle dediğine gö-"

 

Ben merakla konuşmanın devamını dinlerken Selim elimden tutarak telefonu kendine çevirdi.

 

"Anne hastanedeyiz biz, sonra konuşursunuz kapatmamız lazım."

 

Birkaç dakika boyunca annesini ikna etmeye çalıştıktan sonra telefonu kapatıp hızlıca cebine kattı. Annesine beni nasıl anlattığını düşündüm, detayı vardı, çok detayı..

 

Bakışlarını tekrar kaçırmaya başlamışken Yavuz koşa koşa yanımıza gelmişti. Ercümenti normal odaya aldıkları için hepimiz kısaca görebilecektik. Koşar adımlarla odanın bulunduğu kata gittiğimizde Bade heyecanla bekliyordu.

 

Nihayet hepimiz odaya girdiğimizde hastane elbisesi ile yatan Ercüment görüş alanımıza girdi. Gözleri yavaş yavaş kıpırdıyordu. Hemen sol tarafında duran Bade ise her bir hareketini pür dikkat izliyordu.

 

Tuğrul Albay ve Yeliz teyze bizim konuşmamız için odaya girmemişlerdi.

 

Ercüment gözlerini açtığında önce tek tek bizlere baktı, ardından oksijen maskesini asılıp aşağıya indirdi.

 

"Yine, toplanmışsınız, öldüm mü sandınız?"

 

Burak sesli bir sabır çekti. Yavuz ve Mert duyguyla karışık bir şekilde kahkaha attı.

 

"Deme oğlum şöyle şeyler, seni görmek için geldik o kadar," dedi Akın araya girerek.

 

Ercüment gülümseyerek bizi incelemeye devam etti. Selimde oyalanan bakışları bende durdu.

 

"Ben sana komutanı geri verme, sende kalsın dedim Efsun. Gördün mü bak, ilk görevden pestilimi çıkardı adam," dedi. Konuştukça kendine geliyordu.

 

Selim başını yana yatırıp derin bir nefes aldı. Artık tamamen rahatlamıştı. Bende gülümseyerek Ercümente baktım.

 

"Tedavi süresi o kadardı, üzgünüm."

 

Bize ayrılan süre o kadardı Ercüment. Selim ile görevlere gitmeye tekrardan alışman gerekiyordu. Selime baktığında uzak bir noktaya bakarmışcasına daldı.

 

"Endişe etme diye haber de verdim sana. 'Şimdi uyuyorum ana uyanacağım dedim,' o halde çok kafaya takmışsın."

 

Selim ortamda ki havayı dağıtmak istercesine gülümsedi.

 

"Veda bile etmeden gidilir mi lan? Daha üç parça sözün var. Düşüneceğim tabii."

 

Herkes konuşurken susan tek bir isim vardı; Bade. Daha önce bu kadar uzun sessiz kaldığına şahit olmamıştım. Ercüment de ya fark etmemişti, ya da görmezden gelmeye çalışıyordu. Ercüment bir şey hatırlamışcasına Kayaya döndü.

 

"Kaya, bugün günlerden ne?"

 

Kaya anında cevapladı.

 

"Cumartesi."

 

Ercüment yatağın yanında duran dolabın üzerinde ki saate baktı. Yarası sol tarafta olduğu için o tarafa dönemiyordu, Badeyi de bu yüzden hala görmemişti.

 

Önce Eceme baktı bir şey söyleyecek gibi olsa da vazgeçip İpeğe döndü.

 

"Mezuniyet bugündü değil mi?"

 

Unutmamıştı, bence unutmasını düşünmek bile saçmaydı. İzmir de kahvaltı yaptığımız gün söylediği sözde de haklıydı. 'Bir kere ezber ettiğimiz şeyi bir daha unutmayız.'

 

Hikayelerini çok bilmesem de ikisi de birbirini ezbere biliyordu. O yüzden kolay kolay unutmazlardı. İpek başını sallayıp evet anlamında cevap verdi.

 

"Eşek mi oldum ben şimdi?"

 

Kendi kendine konuşmaya başlamıştı Ercüment.

 

"Eğer unutsaydın olurdun aptal," dedi Bade odaya geldiğinden beri ilk defa konuşuyordu.

 

Ercümentin kaşları çatıldı, yarasını sımsıkı tutup o tarafına döndü. Bakışları Badeyi sayısız kez tekrar süzdü ağlamaktan makyajı aksa da hala oldukça güzel görünüyordu.

 

"Bade," dedi susamışçasına.

 

Bade göz yaşlarını kurulayıp yüzünü temizledikten sonra yatağa biraz daha yaklaştı.

 

"Kanımı vatanımın toprakları hariç başka bir yerde görmeyi tercih etmem yine de," dedi Ercümentin alaylı sesi. Bade'nin elbisesine bulaşan kanlar lekeleri kurumuştu.

 

Birkaç saniye önce oldukça dramatik bir an yaşanırken şimdi dalga geçebiliyorlardı. Onların ilişkisi de böyleydi. Çocukça, oyun arkadaşı gibi..

 

"Aptalsın sen, aptal. Ben mezuniyetimi bırakıp koşa koşa yanına gelmişim hala dalga geçiyorsun!"

 

Bade'nin anlık yükselişi Ercüment dahil hepimizi susturmuştu. Söylediğine pişman olmuş gibi anında susup bakışlarını yere çevirdi.

 

"Mezuniyeti terk edip buraya mı geldin?"

 

Ses tonundan da anlaşıldığı üzere oldukça derinden sorduğu bir soruydu bu. Ecem ortama daha fazla sessiz kalamadı ve boğazını temizleyip öne atıldı.

 

"Geldi tabii, hem de birincilik konuşmasını bile yapmadan. Kürsüden bir inişi vardı göreceksin."

 

Bade, Eceme susması için işaret ederken Ercümentin yoğun bakışları altında kalmıştı. Belki bu kadarını tahmin etmediğinden, belki de aklına bir şey geldiğinden dalıp gitmiş görünüyordu. Kaya yatağın yanında ki koltuğun önünü açarak Selim'e oturması için yer verdi. Birkaç dakika önce öğrendiğim bilgilere göre Selim'in bazı zamanlarda şekeri çok düşüyordu. Operasyon sırasında sürekli aç oldukları için de bu durum onu çok etkiliyordu.

 

Herkes derin bir sohbete dalmışken görüş saati dolmuştu. Odaya gelen hemşirenin uyarısıyla hepimiz dışarıya çıktık. Ercüment iki gün sonra taburcu olacaktı, bu gece yanında Kaya ve Yavuz kalıyordu. Selim'in kapanan gözlerini sürekli açmaya çalışması dikkatimi çekti. Reddetmesine fırsat vermeden koluna girip yürümeye başladım. Şaşırsa da bir şey demeden ağırlığını benden tarafa bıraktı. Tim askeriyeye giderken İpek ve Ecem de revire gidiyordu. Bade ne kadar gitmek istemese de annesi ve babası tarafından eve götürülmüştü.

 

Arabanın yanına geldiğimizde Selim'in karşısına geçip elimi uzattım. Önce ne istediğimi anlamamış gibi olsa da çabuk toparladı.

 

"Sen mi kullanacaksın arabayı?" dedi meraklı bir şekilde.

 

Ya arabasını emanet etmeyi sevmiyordu Ya da sürebileceğime dair şüpheleri vardı. Duruşumu bozmadan beklediğimi görünce ısrar etmedi, cebinden çıkardığı anahtarları avucuma bıraktı. Ben sürücü koltuğuna geçerken o da yan tarafıma oturdu.

 

Birkaç dakika sonra yola çıktığımız da şaşkın bakışları hala üzerimde yoğunlaşıyordu. Gözlerimi yoldan çekmeden aklımda ki soruyu sordum.

 

"Neden öyle bakıyorsun? Araba sürebilmeme mi şaşırdın?"

 

Başını koltuğa yaslayıp yüzüme bakmaya devam etti.

 

"Hayır, her şeyi nasıl bu kadar iyi yapabiliyorsun ona şaşırıyorum."

 

Her şeyden kastı ne bilmiyordum ama babam tarafından özellikle böyle yetiştirilmiştim. Elinden her iş gelen, dik duran, cesur...

 

Abim öldükten sonra babamın Alpe ve bana özenle aşıladığı şeylerdi bunlar. Onu koruyamadım ama sizi korumalıyım deme şekliydi belki de bu. Evin önüne geldiğimiz de arabayı durdurdum. İnmeden önce bende başımı onun gibi koltuğa yaslayıp bakışlarımı gözlerine çevirdim.

 

"Şu kısa sürede gördüğün işlere mi diyorsun hepsini nasıl bu kadar güzel yapıyorsun, diye? Anlaşılan beni biraz daha tanısan şok olacaksın komutan."

 

Böyle bir cevap almayı beklemiyormuş gibi gözleri kısıldı. Cevap vermesini beklemeden arabadan inip eve ilerlerken o da peşimden geliyordu. Anahtarları bulup kapıyı açtığımda içeriye girmeden önce etrafına bakındı.

 

Bir sorun mu var, dercesine bakan bakışlarımı görünce karşıma geçti.

 

"Arkadaşların revire gitti, biz burada senin evinde mi oturacağız?"

 

Tam anlamıyla öyle sayılmazdı evet ama bu ev artık benimde olmuştu. İpek ve Eceme gire daha sakin olan bir iş hayatım olduğu için bazı günler işten erken ayrılıyordum. Bugün de hastamın olmadığı bir gün olduğu için mesaim bitmiş sayılıyordu.

 

"Sana doktorluk yapmayı bırakınca gördük ne olduğunu. Kaldığım yerden devam edeceğim belki, istemez misin?"

 

Öylesine diye verdiğim cevap Selim için üstü kapalı bir gönderme olmuştu. Bir adım daha atıp aramızda ki mesafeyi kapattığında gözlerimi kırpmadan yüzünü incelemeye devam ettim. Sağ elini duvara yaslarken yüzü de yüzüme doğru biraz daha yaklaştı. Gözlerini gözlerimden çekmeden omzumun üzerinde ki saçımı geriye doğru atıp kulağıma fısıldadı;

 

"Hastaya ilaç sorulmaz Efsun. Benim tek bir doktorum var o da sensin, ne yaparsan başım gözüm üstüne."

 

Üst kattan gelen kapı seslerini duyar duymaz açık olan kapıdan içeriye doğru süzüldüm. Kapının önünde birisiyle basılmak istemezdim. Ben çantamı masanın üzerine bırakırken Selim de kapıyı kapatıp yanıma gelmişti.

 

Önce üzerimi değiştireceğimi söyleyerek koşar adımlarla odama çıktım. Eşofmanlarımı ararken elime gelen geceliklerimi hızlıca yatağın üzerine fırlatıp siyah bir eşofman ve beyaz bir sweet giydim. Tekrar aşağıya indiğimde Selim mutfak masasında oturmuş dolapta ki resimlere bakıyordu.

 

Geldiğimi fark edince saniyelik bakışları bana çevrildi. İlk defa iş kıyafetlerinin dışında görüyordu, yüzünde belli belirsiz oluşan gülümsemeyle tam karşısına geçip kalçamı tezgaha dayadım.

 

"Şimdi sen burada oturuyorsun ve ben de yiyecek bir şeyler hazırlıyorum," dedim soru sorar gibi. Dirseğini masaya koyup yüzünü eline yasladı.

 

"Yiyecek bir şeyler buluruz, zahmet etmene hiç gerek yok," dedi bir şeyler düşünür gibi.

 

Ya yemek yapamayacağımı düşünüyordu ya da gerçekten yemek dışında başka bir şeyler yapmayı düşünüyordu. Meydan okur gibi gözlerimi kısıp ona doğru eğildim.

 

"Az önce kapıda söylediklerin şimdi de geçerli değil mi? Sen kontrolü bana veriyorsun bende bir şeyler yapıyorum. Yapamayacağımdan falan mı korkuyorsun?"

 

Beni taklit eder gibi oturduğu sandalyede öne doğru eğilip aramızda ki mesafeyi az da olsa kapattı.

 

"Ben komutanımın sözünün üstüne söz koymam. Meydan senin dediysek, senindir. Dilediğin gibi kullan."

 

Rahat bir tavırla arkasına yaslanırken bende hızlıca arkama dönüp dolaptan yemek için gerekli malzemeleri aramaya başlamıştım. Bu kadar göz teması yeterdi, odaklanmam gereken başka şeyler vardı. Altta ki dolaplardan iki tane tencere çıkarıp ocağın üzerine yerleştirdim. Birine pilav için şehriye koyduktan sonra diğerine de çorba için gerekli malzemeleri koymaya başladım.

 

Pilavın yanına bir de yemek hazırlıyordum, masa boş görünsün istemezdim. Çorba hazır olduktan sonra altını kapatıp yemeği pişmeye bıraktım. Aniden aklıma dün kızlarla beraber yapıp dinlenmesi için dolaba koyduğumuz tatlı gelmişti. Tatlıya bakmak için arkama döndüğüm de çarptığım şeyle beraber hareket edemedim. Ne zaman geldiğini bilmiyordum ama şu an tam karşımda ve oldukça yakındı.

 

Ben kalçamı iyice tezgaha dayarken Selim de ellerini arkamda kalan tezgaha dayamış ve gözlerini gözlerime sabitlemişti. Aşağıdan yukarıya doğru çıkan bakışlarım gözlerini bulduğumda derin bir nefes aldım. Yüzünde silik bir gülümsemeyle gözlerime bakıyordu.

 

"Nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama bir şekilde hep Selim'e dokunuyorsun. Yaptığın tedavilerden, kullandığın ilaçlardan bir tane bile işe yaramayanı yok."

 

Dağınık saçlarının bir kısmı alnına düşerken yüzünü biraz daha yaklaştırdı.

 

"Bazen beni daha öncelerden tanıyor olduğunu düşünüyorum. Aksi halde bu kadar iyi bilmen mümkün değil."

 

Bu konuda Ercüment haklıydı, insan bir kere ezber ettiği şeyi bir daha unutmuyordu. Benin aklıma kazınan şeyler normal şeylere göre biraz farklı kalsa da sonucu aynı kişiye çıkıyordu. Başından beri Selim'in bütün davranışları, görünüşü, duyguları hepsi ezberimde kalmıştı. Bu kez gülümseyen ben oldum.

 

"Hafızam kuvvetlidir sırık."

 

Sırık kuala...

 

Yan yana iki saçma kelime, ikimizin yüzünde de anlamsız bir gülümseme vardı. İlk tanıştığımız gün odama izinsiz girdiği için taktığım lakaptı bu. O da benim gibi o günü hatırlamış olacak ki gülümsedi.

 

"Gözlerine yakından baktığım zaman sanki içinde bir ateş yanıyormuş gibi oluyor. Ancak, yakmak çok barbarca Füsun, yanan olmayı tercih ederim."

 

En büyük yakıcının kendisi olduğundan haberi yokmuş gibi bir de buna barbarlık diyordu. Kıvılcım olmadan ateş yanar mıydı? Gözlerimde ki ateşi harlayan kıvılcımı onun gözlerinde görürken bu kez ben öne eğildim. Aramızda ki mesafe artık yok denecek kadar azdı. Nefes alışverişini yüzümde hissederken gözlerimdeki ateşi iyice görmesi için bakışlarımı gözlerine sabitledim.

 

"Yakmak da yanmakla başlar komutan, ya yanmayacaksın ya da yaktığın ateşi söndürmeye çalışmayacaksın."

 

Bakışları bir anlığına dudaklarıma kayarken sertçe yutkundu.

 

"Unutuyorsun Efsun, bir kibrit karşısında ki şeyi yakarken kendisi de yanır."

 

Aramızda ki bu garip ama romantik konuşmayı devam ettirmek isterdim ancak burnuma dolan yoğun bir koku vardı. Kafamı ocağa çevirdiğimde pilav tenceresinden sesler geliyordu. Selim benden önce davranıp ocağın altını kapattı. Özenerek hazırladığım masamda artık yanık bir pilav vardı.

 

Üst kısımlarını kurtarmayı başarmıştık, alt tarafı ise Selim'in gözleri ile aynı renge bürünmüştü. Diğer yemeklerin başına da bir şey gelmesini istemeyerek masayı ayarlamaya başladım. Selim az önce ki konuşmaları yapan kendisi değilmiş gibi uslu bir şekilde yemeklerini bekliyordu. Masaya tabakları yerleştirdikten sonra yemekleri servis ettim. Önce bana ardından yemeklere baktı, konuşmadan çorbasının tadına bakarken gözlerini kapattı.

 

"Efsun, bu çok güzel. Ablam ben küçükken hastalandığımda çorba yapardı, ona çok benziyor."

 

Ve ezbere eklenen bir bilgi daha. Selim konuşmadan yemeklerini yerken pilavı da oldukça lezzetli bir şey yermiş gibi yiyordu. Merak ederek önümde ki tabaktan bir kaşık pilav alıp tadına baktım. Yanık gibi bir tadı vardı, çok belli olmasa bile yedikten sonra hissediliyordu. Selim tabağında ki yemeği yemeye devam ederken önünde ki pilav tabağını önüme çektim. Bakışları anında bana döndü.

 

"Hiç öyle bakma. Burası da yanık tadırıyor, yiyemezsin öyle."

 

Önümde ki tabağı tekrar kendi önüne çekti. Göstermek ister gibi dolu bir kaşığı daha ağzına kattı.

 

"Daha tencereyi de yiyeceğim Füsun."

 

Gerçekten bir ayarı yoktu. Uzun zamandır ev yemeği yememiş olabilirdi ama bu yanık pilav yiyeceği anlamına da gelmezdi. Ben ne yaparsan yap dercesine kendi yemeğime odaklanırken Selim gerçekten de tencerede kalan pilavı da yemişti. Yüzünde sanki lezzetli bir şeyler yiyormuş gibi duran ifadesi ile oldukça inandırıcı duruyordu. Onu görmezden gelerek tabağımda ki yemekleri bitirdim. Tabakları makineye yerleştirirken kapı çaldı. Selim kapıyı açmak için giderken bende elimde ki tabağı suya tuttum.

 

"Sen o abisin," diyen bir ses doldu kulaklarıma. Oldukça tanıdık olan bu sesin sahibi kardeşim, Alpti.

 

Doğru duyup duymadığımdan emin olmak için ellerimi havluya kurulayıp mutfak kapısına çıktım. Alp elinde ki valizi fırlatırcasına içeriye doğru iterken içeriye girip kapıyı kapattı. Selim Alp'i bir yerden hatırlamış gibi gözlerini kısarak ona bakıyordu.

 

"Ablam," dedi abartılı bir tonlamayla. Kolları belime dolanırken bir anlığına çocukluğumuza dönmüş gibi hissettim. Geriye çekilirken kardeşimi inceledim. Büyümüştü, kumral saçları biraz daha uzayıp dağınık bir hal almıştı. Görmeyeli aradan çok zaman geçmemişti ama büyümüştü işte.

 

"Senin ne işin var burada Alp?"

 

Evi nereden bulmuştu, buraya nasıl ve ne zaman gelmişti hiçbirini bilmiyordum. Sırıtarak geri çekildi, kapıyı açtı. Berker elinde çantalarla karşımızda bize bakıyordu.

 

"Selamünaleyküm herkese," dedi gülümsemesi daha da büyürken. Berker ve Alp ikilisi? Çöl ve kutupların birleşimi gibi bir şeydi bu. Berker önce Selim'e bir baş selamı verdi. Yüzünde mahcup bir ifade vardı.

 

"Geç lan geç," dedi Selim şaşkın bir halde salona geçerken.

 

Hepimiz birbirimize bakarak koltuklara oturduk. Alp hala sırıtarak etrafı inceliyordu. Hareketleri kendini ele veriyordu, bu şekilde habersiz ve evi incelemesi için onu gönderen tek bir kişi olabilirdi; Babam.

 

Her akşam babama tek tek olanları rapor geçeceğine adım kadar emindim. Selim Berkere anlat, dercesine işaret verince Berker mahcup bir gülümsemeyle konuşmaya başladı.

 

"İsimsiz bir numara beni aradı, Tahir amcaymış."

 

Önce bende şaşırsam da çabuk toparladım. Babam her zaman istediği bilgilere anında ulaşabilen bir adam olmuştu. Selim'i bile araştırdığına yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.

 

"Babam emekli asker olduğu için çevresi geniştir. Numaranı da bir şekilde bulmuştur," dedim açıklar gibi.

 

Alp'in bakışları pür dikkat Selim'e dönerken Selim bunu fark etmişti. Yandan kaçamak bir bakış atıp Berkere döndü.

 

"Oğlum ablasının yanına gelecek, ziyaret etmek için. Sürpriz olmasını istediği için bende sizlerden birinin numarasını buldum. Alpi karşılar mısın, diye sordu. Bende tabii deyince öyle oldu işte," dedi derin bir nefes alırken. Açık kahverengi saçları bugün daha bir bakımlı duruyordu. Kahverengi gözleri komutanından ayrılmazken nefes dahi almıyordu.

 

"Abi, senin kollar halis mi?"

 

Hepimiz anında Alp'e dönerken o hayran hayran Selim'e bakıyordu. Selim beklemediği bir yerden gelen soruyla afallasa da belli etmedi. Gülümsemeye çalıştı. Cevap vermesine fırsat vermeden atlayan Berker olmuştu.

 

"Halis tabii. Komutanımın yaptığı eğitimler, sporlar hepsi bizim yaptıklarımızın iki katı. Sırt kası, karın kasları derken say say bitmez. Tüm bölge çalışır her zaman."

 

Alp ve ben gülerken Selim ifadesi belli olmayan gözlerini Berkere dikti. Berker söylediğine pişman olmuş gibi gülümseyerek ortamı yumuşatmaya çalışıyordu.

 

"Baya detaylı incelemiş gibisin Berker."

 

Selim'in kara gözleri anında beni bulurken ifademi inceledi. Berker mahcup bir ifadeyle başını öne eğerken Alp gülerek bizi izliyordu. Böyle komik tiplerle karşılaşmayı beklemiyor olmalıydı. Berker, Serhat öldükten sonra ilk defa bu kadar çok konuşuyordu. Selim de durumu fark ettiği için üstüne gitmiyor ama çok kızıyordu.

 

"Yok abla, öyle şey olmuş işte."

 

Komutanının bakışları ile anında susarken bir daha konuşmadı. Askeriyeye gideceğini söylediğinde geçirmek için kapıya çıktım. Ben kapıda Berker'i gönderirken içeriden konuşma sesleri geliyordu. Tekrar salona girdiğimde Selim cüzdanında ki rozeti gösterirken Alp her bir hareketini hayranlıkla izliyordu. Laubali tavırları bir anda ciddiye bürünmüş, olgun birisi gibi davranmaya başlamıştı. Onları bölmeden mutfağa gidip kahve hazırladım. En azından kahvem güzel olmuştu.

 

Elimde tepsiyle salona girdiğimde ikisinin de bakışları bir anlığına bana döndü. Selim tekrar Alp'e bir şeyler anlatmaya başladığında ben oturduğum yerden şaşkınlıkla onları izlemeye başladım.

 

"Timin en kıdemlisi benim ama askeriye de benden rütbeli olanlar da var," dedi bilmediğim bir konuyu anlatırken. Alp kendi fincanını masaya bırakıp tepside kalan son fincanı Selim'e uzattı. Bunca yıl bana böyle davranmayışı sinirlerimi bozuyordu.

 

"Babam demişti zaten, o çocuk çok ağırbaşlı duruyor, kesin komutan diye."

 

Babamda dahil olmak üzere dedikodumuz bile yapılmıştı. Alp'in taşıdığı bilgilerle dönecek dedikoduları tahmin bile edemiyordum. Kahvesini içerken Selim'i süzmeye devam etti. Bunca zaman ben bu kadar süzmemiştim...

 

Fizyoterapi sırasında masaj yaptığım kolları ve bacakları, geniş omuzları, siyah saçları. Daha önce gördüğüm kimseye benzemeyen bir yapısı vardı. Alp kahvesinden sesli bir yudum alırken bakışlarım ona kaydı. Çocukken yaptığı gibi konuşmadan önce bana göz dağı veriyordu.

 

"Abla," dedi varlığımı yeni hatırlarmış gibi.

 

"Geçen gün altın gününde Serap teyze de vardı. Faruk abi demiş ki," dedi kahvesinden keyifli bir yudum daha alırken.

 

Selim'in anında çatılan kaşları Alp'e döndü. Aklıma Ecem'in anlattıkları gelirken ben sadece Selim'in vereceği tepkiyi bekliyordum.

 

"Ben Efsun'u gördüm anne. Büyümüş, büyüdükçe daha da güzelleşmiş. Böyle hayırlı işler ertelemeye gelmez, gidelim isteyelim bir an önce," demiş.

 

Benim içtiğim kahve boğazımda kalırken öksürmeye başlamıştım. Masanın üzerinde duran bardaktan koca bir yudum su içerken Selim'e baktım. O da aynı şekilde bana bakıyordu, gözlerinde daha önce görmediğim bir ifade vardı. Sanki gözlerinde ki o çocuğun omuzları çökmüş, beklediği şeyleri duymamış gibiydi.

 

"Ben anneme cevabımı söyledim, Alp. Faruk benim sadece çocukluk arkadaşım, ötesi berisi yok. İletirken bunları da ilet."

 

Selim'in ifadesi hala değişmemişti. Elleriyle oynarken bakışlarını benden kaçırıyordu. Alp ikimizi de derin bir incelemeden geçirdikten sonra lavaboya gitti. Amacı çok başkaydı ama şu an onunla ilgilenmeyecek kadar yorgun hissediyordum.

 

Selim'e baktığımda bakışlarımız birbirinde takılı kaldı. Gözlerini bu kez ayırmadan uzun uzun baktı. Baktığı yerde bir şeyler görmeyi, aramayı denedi. Bir parıltı arıyordu belki de, kabul edip etmeyeceğimi sorguluyordu.

 

"Kusura bakma, Alp'in patavatsızlığı," dedim konuşmaya çalışır gibi.

 

"Sen seviyor musun o lavuğu?"

 

Sözlerimi duymazdan gelip direkt aklından geçenleri söyledi. Ben birkaç saniye sessiz kalırken gözlerini bir an olsun üzerimden çekmedi.

 

"Ben Faruğu sevmiyorum Selim. Bu zamana kadar arkadaşım dedim, o gözle baktım ama bundan sonra o da yok."

 

İfadesi biraz daha yumuşar gibi olsa da hala aynıydı, bir şeyleri sorguluyordu. Çağla ile telefonda konuştukları gün benim hissettiklerimi hissediyor olmalıydı. İçinde adını bilmediği, bunaltıcı bir duygu varmış gibi..

 

Derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Gözlerime bakmadan konuştu.

 

"Yaptıkların için sağol, benim artık gitmem lazım," dedi ilk defa bu kadar uzak çıkan sesi.

 

Ne Efsun, ne de Füsun dememişti. Yaptıklarımda ya da söylediklerimde onu üzecek bir şey yoktu. Başından beri Faruğu sevmediğimi belirtmiştim. Başka bir şey demeden çıkıp gidişini izledim. Alp kapıda göründüğünde bütün sinir hücrelerim tepeme fırlamış gibi oldu. Koltukta duran yastıklardan birini alıp üzerine fırlattım. Neye uğradığını şaşırırken sağa sola kaçmaya başladı.

 

"Abla, yastık savaşı yapmak için sence de biraz büyümedik mi?"

 

Geldiği andan itibaren yaptıkları yetmezmiş gibi bir de dalga geçiyordu. Elime geçen yastıklardan birini daha fırlattığımda koltuğun arkasına saklandı.

 

"Hem aniden geliyorsun, hem de evde başka biri varken girmemen gereken konulara giriyorsun. Dua et yastık yerine seni fırlatmadım Alp."

 

Yüzünde alaylı bir gülümseme oluştu. Yanına düşen yastığı alıp bu kez o bana fırlattı.

 

"O kimse değildi ki, Ulaş abiydi. "

 

O daha kötüydü ya. Diğerleri bir şey olmamış gibi geçip giderken o geçmezdi, kalırdı. Karşımda ki bücür ile uğraşmaktan pes edip kendimi koltuğa bıraktım. Durduğuma emin olduktan sonra gelip yanıma oturdu. Küçükken yaptığı gibi duygu yüklü gözlerini gözlerime dikti.

 

Birazdan da upuzun bir özür dilerim konuşması vardı, ardından sarılış ve tekrar kavga.

 

"Ulaş abi'nin bunları duyması bir yönden iyi oldu işte abla. Görmedin mi nasıl kıskandı?"

 

Çevremdeki herkesin bizi çift yapmaya çalışması artık yorucu bir hal almaya başlamıştı. Onların sözleri, davranışları yüzünden ben Selimle anlamlı bir vakit bile geçiremiyordum. Ecem, Bade, annem ve Alp. Bir de son eklenenlerden Şirin teyze...

 

Hiçbir tepki vermeden ona döndüm.

 

"Kıskandığını nereden çıkardın? Adamın yanında öyle konulardan konuşursan sorar tabii."

 

Başını omzuma koyup bir süre sessiz kaldı.

 

"Aman be abla, annem o kadar anlatıyor ki sizi. Bende merak ettim, önce Ulaş abiyi tanımak için bir şeyler sordum. Gerçekten de annemin dediği gibi oldu, bir anda içim ısındı, gözüm tuttu. Bende belki işe yarar diye öyle bir şey ortaya attım. Ama sende şunu bil, Faruk abi gerçekten bunları söylemiş."

 

Faruk kısmı umurumda bile değildi. Annemin her aradığında yaptığı imaların farkındaydım ama bir şekilde hep geçiştiriyordum. Yaptıkları için Alp'e de kızamadım. Belki de gerçekten haklıydı, Selim'in duygularını net olarak görebilmem için bir şeyler olmalıydı. Geri kalan kısımda hiç konuşmadan omzumda yatmaya devam etti. Yoldan geldiği için yorulmuştu. Uyuması için hareket etmeden beklerken koluna yaptırdığı minik dövmeyi buldu gözlerim. Yaman, yazıyordu italik bir şekilde. Alp abimi sadece bebekken görmüştü, hatırlamıyordu bile.

 

Bizim anlattıklarımız, abimin anıları kendini sevdirmişti ona. Tamamen uyuduğundan emin olduktan sonra başını tutup kendimi geri çektim. Kafasını yavaşça yastığa bıraktıktan sonra üzerine ince bir örtü örttüm. Çocukluğundan beri uyuduğu pozisyonu alıp sağa dönerken belli belirsiz bir şeyler mırıldandı.

 

"Geldim abi."

 

 

Pencereden odama dolan Güneş ışınları yüzüme vururken gözlerimi aralamaya çalıştım. Birkaç gündür geç uyuduğum için sabahları da geç uyanıyordum. Terliklerimi ayağıma geçirip salona girdiğimde herkes çoktan kalkmış sohbet ediyordu.

 

"Günaydın abla," dedi geldiğimi gören Alp.

 

Geldiği günden beri en iyi Ecem ile anlaşıyordu. İkisinin de ne kadar büyürlerse büyüsünler çocuk kalan bir tarafı vardı. İpeğin yanına otururken hepsine günaydın, dedim. Kahvaltı hazırdı, anlaşılan beni beklemişlerdi. Bugün Ercüment taburcu olacağı için onu karşılamaya, evine gidecektik. Herkes masada ki yerlerine otururken mutfakta ki bardakları getirip yerime oturdum.

 

"Bade çok heyecanlı, " dedi Ecem elinde ki ekmeği ağzına atarken.

 

Ercümente küçük bir sürpriz hazırlamıştı Bade, kimseden yardım almadan, tek başına.

 

"Bize bile anlatmadı, ne yaptı haberim yok."

 

İpeğe göz ucuyla baktığımda tebessüm ettim. Akın ile konuşmaya başladıktan sonra kendine daha çok özen gösteriyordu. Bugün de koyu kahverengi saçlarını bir kurdeleyle tutturmuş ve oldukça sade ama bir o kadar da şık bir makyaj yapmıştı. Aklımdan geçenleri anlamış gibi gözlerini kaçırdı. Alp ise meyve suyunu büyük bir keyifle içerken bizi izliyordu.

 

"Abla, Ulaş abi de orada olur mu?"

 

Masadakilerin gülen gözleri bize dönerken ben ansızın gelen soruya şaşırmıştım. Alp kısa zamanda Selim'i çok sevmişti. En son ki görüşmemizin ardından ikimiz de hiç konuşmamıştık.

 

"Ercüment en yakın arkadaşı, gelir tabii."

 

Hatta sabah erkenden Ercümentin yanına gittiğine eminim, dedim içimden. Biz yemeğimizi yemeye devam ederken Ecem eline geçen fırsatı kullanmakta ısrarcıydı.

 

"Sen çok mu sevdin, Ulaş abiyi?"

 

Alp'in gözleri heyecanla açıldı.

 

"Evet, hem çok güçlü görünüyor hem de çok samimi."

 

Ecem abartılı bir şekilde göz devirirken İpek gülümsedi.

 

"Daha adımızı bile öğrenemedi ya neyse," diye mırıldandı.

 

Ece demeyi tercih ediyorum, aitlik eki olmayandan, diyen sesi kulaklarıma dolarken onları dinlemeye devam ettim.

 

"Hatta dün birileri ile daha tanıştım," dedi yemeğini yemeye devam ederken.

 

Alp geldikten sonra ki gün Selim ile buluşmak için dışarıya çıkmıştı. Akşam geldiğinde bizleri geçiştirerek uyumaya gittiği için neler olduğunu hala konuşmamıştık.

 

"Birileri?"

 

Alp'in gözleri İpeği bulurken, İpek çayından bir yudum aldı. Ecem birazdan olacakları anlamış gibi gözlerini kaçırırken ben merakla Alpi dinlemeye devam ettim.

 

"İpek ablanın arkadaşıymış sanırım, Akın abi."

 

İpek içtiği çay boğazında kaldığı için öksürmeye başlarken su dolu bardağı ona uzattım. Bardakta ki suyu tek nefeste içerken derin bir nefes aldı. Alp ne olduğunu anlamadan boş boş bizi izlerken Ecem gülmeye devam ediyordu.

 

"Arkadaşım değil o benim, yanlış tanıtmış kendini."

 

Tekrar eski ciddiyetine dönerken masada kısa süreli bir sessizlik oluştu. Herkes yemeğinin sonuna gelirken hep beraber masayı toparlayıp hazırlanmak için odalarımıza çekildik. Dolabımda bulduğum siyah bir pantolon ve ona uygun bir gömlek ile giyinmeye başladım. Saçlarımı toplayıp salona döndüğümde Alp de koşa koşa peşimden gelmişti. Buraya geldiğinden beri ne annemle, ne de babamla konuşmamıştım. Konuşursam Faruk konusu açılırdı, Selim'in o hali hala aklımdayken bu konuyu asla konuşmak istemedim.

 

Araba Ercümentin evinin önünde dururken kapıda duran Bade heyecanla bizi karşıladı. Farklı bir model olan krem rengi bir elbise giymişti bu kez. Biz arabadan inerken İpek arka tarafta ki önlüğü ve kepi alıp Badeye uzattı. Bade onları alır almaz kaybolurken sokağın başında Mert'in arabası göründü. Hepsi birden Ercümenti hastaneden çıkarmak için gitmiş, ardından da Bade'nin sürprizi için buraya gelmişlerdi. Önde ki arabadan Mert, Tuna, Yavuz ve Berker ekibi çıkarken hemen arkalarında Akın'ın arabası durdu. Burak, Akın ve Kaya da yanımıza gelirken son olarak Selim'in arabası da önümüzde durdu. Selim hızlıca arabadan inip Ercümentin koluna girdi.

 

Hepimizi birden gören Ercüment şaşkınlıkla kocaman gülümsedi.

 

"Şımartıyorsunuz beni arkadaşlar."

 

Selim içinden sabır çekerken gülmemek için kendimi zor tuttum. Ağır adımlarla yanımıza gelirken Ercümentin gözleri etrafı aradı.

 

"Geçmiş olsun abi, Alp ben. Efsun'un kardeşi," diye kendini tanıtan Alpe çevirdi bakışlarını.

 

"Sağol kardeşim. Tanıştığımıza memnun oldum, Hoşgeldin."

 

Evin bahçesine girdiğimiz de etrafta duran balonlara ve süslemelere şaşkınlıkla baktı Ercüment. Tam karşımızda kürsüye benzeyen bir alan vardı. Selim'in yardımıyla kürsünün önüne geçerken şaşkın bakışlarla etrafı incelemeye devam etti. Herkes sandalyelere otururken bende Selim'in yanına oturdum. Bakışları birkaç saniyeliğine bana kaysa da çabuk toparladı.

 

"Öncelikle hepiniz Hoşgeldiniz," dedi kürsüye çıkan Ecem. Gülerek Mert'e baktım. Büyük bir ciddiyetle konuşmayı dinliyordu.

 

"Bugün burada toplanmamızın amacı bölümünü birincilikle bitiren Bade'nin mezuniyetini kutlamak. Öncelikle bölüm birincimiz Bade Altınok'u konuşmasını yapmak üzere sahneye davet ediyorum."

 

Ecem kürsüden inip sandalyelerden birine otururken evin arka tarafından gelen Bade görüş alanımıza girdi. Ercümentin derin bakışları tüm dikkatiyle onu izlerken dik duruşuyla kürsüye çıktı.

 

"Konuşmaya başlamadan önce beni kırmayıp geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim."

 

Herkes ortama ayak uydurmuş bir şekilde alkışladı.

 

"Yoğun çalışmalarla geçirdiğim dört yılın ardından bugün mezun oluyorum. Okula başladığım ilk gün de, zorlandığımı hissettiğim o gün de, mezun olduğum bu günde aklımda olan tek bir şey vardı."

 

Geldiğinden beri kaçırdığı bakışları Ercümenti bulurken tebessüm etti.

 

"Asker gömlekli çocuğa verdiğim bir söz vardı. Yıllar önce verdiğim bu sözü bir an olsun unutmadım, belki daha da hırslandım. Şu an burada mezuniyetimi kutluyorsam sebebi bu sözdür. Ben sözümü tuttum Ecü. Başardım ben," dedi sesi sonlara doğru kısılırken.

 

Ercümentin gözleri daha önce görmediğim şekilde dolmuştu. Bade kürsüden inerken Ercüment yaralı kolunu tutarak ayağa kalktı. İkisi de gözlerini bir an olsun ayırmazken Bade başında ki kepi yukarıya fırlattı. Kep Ercümentin ayağının önüne düşerken gözünde biriken yaşlar neredeyse akmak üzereydi.

 

Biz olduğumuz yerde onları izlemeye devam ederken Selim'in kıpırdanması ile başımı ona doğru çevirdim. Oturduğu yerde biraz daha yayılırken yüzüme bakmadı. Böyle davranması canımı daha çok yakıyordu, konuşmasa anlardım ama yüzüme bakmaması görmezden gelebileceğim bir şey değildi.

 

Ercüment yaralı kolunu kenara çekip diğer koluyla Badeye sarıldı. Nefesimizi tutmuş gibi pür dikkat onları izliyorduk. Geri çekildiklerinde Ercüment Selim'e döndü.

 

"Devrem."

 

Selim ayağa kalkıp Ercüment'in yanına gitti, cebinden çıkardığı kadife kutu ona uzattı. Yerine tekrar otururken Ercüment bizim de rahat görebilmemiz için yana geçti. Bade'nin bakışları şaşkınlıkla büyürken elinde ki kutuyu açtı.

 

"Bir de pembe çiçek çizmiş bu ne kızım? Sen daha resim çizmeyi de bilmiyorsun."

 

"Çiçekler her renk olur bi kere Ecü, sen ne anlarsın çiçekten? Ben çok seviyorum diye pembe çiçek çizdim oraya."

 

Ercüment aklına gelen anılara tebessüm ederken kolyeyi parmaklarının arasına aldı. Bade saçlarını eliyle toplarken kolyeyi boynuna taktı. Uzaktan bile hoş görünen kolye Badeye çok yakışmıştı.

 

"Abla Bade abla ile bu abi sevgili mi?"

 

Kolumu dürtüp güne gelen teyzeler gibi dedikoduya başlayan Alp'e kısa bir bakış attım.

 

"Değiller, çocukluk arkadaşları."

 

Alp önce bana sonra karşısında ki çifte baktı.

 

"Bence sadece çocukluk arkadaşı değil bu, görürsün bak sevgili olurlar yakında."

 

Cevabımı beklemeden yan tarafında ki Berkerle bir şey konuşmaya başladı. Ona umursamaz bir bakış attıktan sonra etrafı izlemeye devam ettim.

 

"Doğruya ısrar edilmez Efsun."

 

Yan tarafımdan gelen sesle aniden Selim'e döndüm. O günden sonra ilk defa benimle konuşmuştu. Önce etrafa baktım. Herkes ya birbiriyle konuşuyor ya da Bade ve Ercüment'in yanına gidiyordu. Ayağa kalkıp Selim'in kolunu tuttum. Hareketimi beklemezmiş gibi kaşları çatıldı. Tuttuğum kolunu kendime doğru çekerken hareket bile ettirememiştim ama bir şey demeden ayağa kalkarak bana yardımcı oldu.

 

Kolunda ki elimi çekmeden arabaların olduğu yere giderken hiç bir şey söylemedi. Arabaların yanına geldiğimizde kolunu bırakıp karşısına geçtim.

 

Çatılan kaşlarıyla bana bakmaya devam ederken hiç konuşmuyordu.

 

"Sen ne yaptığını sanıyorsun böyle?"

 

Duruşunu bozmadan etrafına bakındı. O da kimsenin bizi görmediğine emin olduktan sonra konuşmaya başladı.

 

"Asıl sen tam olarak şu an ne yapıyorsun Efsun?"

 

Alt tarafı konuşmak için kolundan tutup bahçeye çıkarmıştım. Saçımı arkaya atıp duruşumu dikleştirdim.

 

"Gereğini yapıyorum. Nedensiz bir şekilde kaç gündür yüzüme bakmıyorsun, benimle konuşmuyorsun."

 

Bir adım attı. Aramızda ki çok olmayan mesafe kapanmaya bir adım daha yaklaştı.

 

"Nedensiz bir şekilde? Olanları atlıyorsun Füsun."

 

Haklı olabilirdi ama bu şekilde uzaklaşması bana hala garip geliyordu. Birkaç gün sonra Füsun demesi bile iyi hissettirirken gözlerimi gözlerinden ayırmadım. İlk defa kara gözlerinde kendimi değil de bir ateşin yanışını gördüğümü hissettim.

 

"Alp'in patavatsızlığını biliyorum. Sende şunu bilmelisin ki o konu benim umurumda değil. Faruk benim sadece arkadaşım."

 

Faruk ismini duyunca ifadesi anında ciddileşti.

 

"Şu şerefsizin adını ağzına alıp durma!"

 

İlk defa sesini böyle yükseltmesine şahit oluyordum. Faruk ile aralarında Ecem'in anlattığından daha fazlası vardı.

 

"Hiçbir şeyden haberim yokken suçum varmış gibi davranan sensin, alttan alıp konuşmaya çalışan benim. Bir de kızıyor musun şimdi?"

 

Benim sesimde ona göre biraz daha yüksek çıkmıştı.

 

"Bir daha o itin ne adının geçmesini, ne de senin yakınlarında olmasını istemiyorum Efsun," dedi net bir sesle.

 

Bu bir kıskançlık cümlesi olmaktan çok uyarıydı. Komutan uyarısı. Bir adım daha attığında aramızda ki mesafe artık yok denecek kadar kapanmıştı. Ben arkamda ki arabaya kalçamı yaslarken Selim'in başı öne eğildi.

 

"Seni böyle düşündüren şey ne, bir açıklaman yok mu?"

 

"O şerefsiz yasa dışı tüm işlere bulaşmış, birçok kaydı var. Ama en önemlisi ve senin de bilmek gereken şey bundan iki sene önce iş yerinde ki birine uygunsuz şeyler yapmaktan hakkında suç kaydı var."

 

Gözlerim şaşkınlıktan açılırken Selim'in sözleri beynimin içinde yankılanmaya başladı. Sokağımızda çocukluğumun geçtiği Faruk adinin önde gideniydi.

 

"O şerefsiz gözümün içine baka baka sana el uzattı Efsun," dedi eliyle önüme düşen saçları okşarken.

 

"Terasta da konuşmuş seninle," dedim sesimi az öncekine göre daha kısık çıkarken.

 

"Konuşmadı. Senin üzerinden benimle bahis oynamaya çalıştı Efsun."

 

Sözleri beynimin içinde yankılanmaya devam ederken Selim de az öncekine göre daha sakin bir şekilde anlatmaya devam ediyordu.

 

"Seni çok iyi tanıdığını söyledi, onu seçeceğine şüphesi yoktu şerefsizin. Eğer benimle dansa kalkarsa sen kaybedeceksin dedi bana. Seni sırf egosu için kullanıp bir kenara atacaktı Efsun. Bana olan inadı yüzünden seni kullanacaktı," dedi gözlerinde ki ateş büyümeye devam ederken.

 

Faruk düşündüğümden çok daha alçalmıştı. Bu kadar suç işleyip hala nasıl serbest dolaşıyor bunu da anlamıyordum. Elini kolunu sallaya sallaya ailemin yanına geliyordu.

 

"Eğer seni biraz olsun tanısaydı seçenek olarak görmezdi. Zayıf bir kozmuş gibi davranmazdı sana," dedi nefesini kulağımda hissederken.

 

Artık kulağıma fısıldar gibi sağ tarafıma eğilmişti.

 

"Ben zaten yaralarını sarmayı beceremeyen sıradan bir insan değil miyim Selim?"

 

Adını söylediğimi duyunca boşta kalan eliyle gözlerimi kapatan kahküllerimi düzeltti.

 

"Değilsin Efsun. Sen tanıdığım en güçlü kadınsın. Sadece kendi yaranı saymakla kalmıyorsun, çevrende ki herkesin yarasını sarıyorsun."

 

O derin bir nefes alırken bende iç çektim. Az önce duyduğum hapşırık sesi ilk defa gülmeme değil daha da gerilememe sebep olmuştu.

 

"Sen Ulaş Selim Karacalıyı Selim yapan kadınsın Efsun. Seçenek olamazsın, seçen olursun. Esir olmazsın, esir edersin."

 

                                                                             ♡

 

Öncelikle bölümü burada bitirince dizinin en heyecanlı yerinde reklam yapmış gibi hissettim, kusura bakmayın skzksmzks.

 

Yeni bir bölüm ile daha merhaba okur ballarımız. Efsun kısa sürede büyümeye devam ediyor. Destekleriniz için çok çok teşekkür ederiz. Bölümü okurken satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum.

 

Keyifli okumalar...

 

 

Loading...
0%