Yeni Üyelik
24.
Bölüm

14.BÖLÜM

@livasayina

Hepinize merhaba!

 

Her bölümde bu kısmı yazmaya dikkat ediyorum çünkü bölüm başlamadan söylemek istediklerinizi buraya yazınca istiyorum. Hepinizin yorumunu okuyacağım, okumaya çalışacağım.

 

Hepinizi çok çok seviyorum. Keyifli okumalar...

                                                                                                       ♡

 

Güneş ve ay çok önceleri birbirine aşıkmış. Güneş güzeller güzeli bir genç kız, ay ise mert bir delikanlıymış. Her ayın on dördünde ay güneşin etrafında döner dururmuş. Yine bir araya geldikleri bir gün evlenmeye karar vermişler. Onların bu ilişkisini kıskanan bir cadı güneşin yanına gelerek ona yalan yanlış bilgiler vermiş.

 

Güneş, aydan soğumuş. Ay ise olanlardan habersiz Güneşin etrafında dönmeye devam ediyormuş. Bir gün Güneş;

 

"Boşuna etrafımda dönüp durma, seninle evlenmeyeceğim. Vazgeç benden," demiş.

 

Bu sözlere anlam veremeyen ay;

"Kıyamete kadar senden ümidimi kesmeyeceğim, bir gün suçsuz olduğumu anlayacaksın." demiş.

 

Ay ile güneşin konuşmaları böylece sona ermiş, ancak ay güneşi bir türlü unutamıyormuş. Her onbeşlemesinde, hasretle güneşe bakmak istiyor, ancak güneş onun gözüne parmaklarını uzatarak kendisini görmesini engelliyormuş. İnsanların güneşe bakamayışlarının sebebi de buymuş. Güzel bir kız olan güneş, kendisini göstermemek için, insanların da gözüne ışıktan parmaklarını uzatırmış. Meğerse güneşe bakıldığında insanın gözünü delen ışıklar onun ince parmaklarıymış.

 

Güneş çok sevdiği halde neden Aydan vazgeçmişti? Vazgeçtiği halde neden kimseyi yanına yaklaştırmıyordu?

 

Aşk buydu; kendi karanlığından çıkıp onun aydınlığına sığınmak. Bazen çok sevsen de vazgeçmekti.

 

İçimde ki duygunun adı aşktı. Zaman zaman kendimden bile kaçtığım, öyle değildir, dediğim o duygu aşktı. Piknikten sonra hiç görmediğim Selim'i günlerdir görmüyor gibi özlemem de buna dahildi.

 

"Yavuz birazdan gelir, hazırlanmalısın Efsun."

 

Ecem'in elinde ki elbiseyi almak odama gittim. Abartılı olmayacak şekilde elbiseme uygun bir makyaj yaptım. Siyah saçlarım dalgalar halinde omzuma dökülürken oldukça güzel görünüyordu. Ayakkabımın kemerlerini düzeltip çantamı elime aldım. Görev beni bekliyordu, abimin düşmanları birkaç saat sonra Zeynep isimli bir davetliyi sergilerine bekliyordu.

 

Duruşumu dikleştirip kapıyı açtım. İçeriden kalabalık sesler geliyordu, Yavuz gelmiş olmalıydı. Salona girdiğim an herkes susarken tam karşımda yemek masasına yaslanmış bir şekilde gözlerime bakan kişiye takıldı bakışlarım.

 

Birkaç dakika zaman durmuş gibi konuşmadan gözlerime baktı. Ardından elbisemi süzüp tekrar gözlerime baktı.

 

"Anlamıyorum, yemin ederim anlamıyorum."

 

Ben herkesten beğeni dolu iltifatlar alırken Selim olduğu yerde volta atıyordu. Kendi kendine bir şeyler söyleniyordu.

 

"Bu şekilde gitmen çok fazla Efsun," dedi durduğunda.

 

"Pijama takımı giyip gidebilir değil mi abi?"

 

Bade'nin sorusuna herkes gülerken Selim oldukça ciddiydi.

 

"Çıkmadan önce sana vermem gerekenler var," dedikten sonra odama yöneldi. Diğerleri salonda kalırken adımlarını takip edip peşinden gittim. Odaya girer girmez yatağa oturdu ve derin bir nefes aldı.

 

"Çok tepki veriyorsun," dedim.

 

Boynunu sıvazlarken ellerini saçından ayırmadan gözlerime baktı.

 

"Kendini benim gözümden görmelisin Efsun."

 

Ayağa kalkıp tek adımda yanıma geldi. Makyaj masası ile Selim'in arasında kalırken ciddiyetimi bozmadan gözlerine bakmaya devam ettim. Yanağıma düşen saçları geriye atıp boşta kalan yanağımı okşadı.

 

"İşte o zaman abarttığımı düşünemezsin. Bundan çok daha fazla tepki verirsin."

 

Bir süre daha öyle kalıp konuşmadı. Geri çekildiğinde aramızda ki mesafe hala çok azdı. Cebinden çıkardığı küçük bir dinleme cihazını gösterdi.

 

"Bunu görünmeyecek bir yere takacağız. Böylece konuşulan her şeyi harfiyen biz de duyacağız."

 

Ben başımla onay verirken kollarımdan tutup masaya oturmamı sağladı. Saçlarımı usulca önüme biriktirirken elbisenin sırt kısmını hafifçe kıvırdı.

 

"Bu görevden çok senin işine yarayacak değil mi?"

 

Cihazı takmaya devam ederken alayla gülümsedi.

 

"Bu cihaz olmasa bile içeride ki her şeyi görürüm, duyarım."

 

İşini bitirdiğinde karşıma geçip sayamadığım kere tekrardan inceledi beni. Yüzünde memnun bir gülümseme belirdiğinde masadan inip salona yöneldim.

 

Artık her şey hazırdı. Yavuz ve ben sergiye katılacak olan Zeynep ve Tarık olacaktık şu dakikadan itibaren.

Burak sergide görevli ressamlardan biriydi. Diğerleri ise aracın içerisinde dışarıda bizi bekleyecekti.

 

Arabaya bindiğimizde derin bir nefes alıp saçlarımı düzelttim.

 

Ben Efsun Aktay.

 

Yıllar önce öldürülen abisinin intikamını almak için bütün fırsatları değerlendiren o kadındım.

 

Ve onlar bu işin sonunda tahmin bile edemeyecekleri kadar cezalandırılacaktı.

 

                                                                                                         ◇

 

Ahşap ve altın varaklı tabloların içinde birbirinden farklı bir çok resim vardı. Görevli, birkaç ressam eserlerin arasında gezerken Burak, Okan kimliğiyle ve beyaz takım elbisesiyle yerini almıştı. Yavuz benimle uyumlu olan siyah takım elbisesini düzeltip kolunu uzattı.

 

Selim'in sıkı sıkı tembih ettiğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.

 

Koluna girdiğimde geniş salonda ilerlemeye başladık. Bade ve Ecem'in dediği gibi burada ki kadınların hepsi çok şıktı. Tuğrul amcanın gösterdiği resimde kahverengi, gür saçları olan yaşına göre oldukça genç bir yüze sahip olan Elena isimli bir kadın vardı. Etrafa son kez baktığımda o yoktu. Yakup da henüz ortalıkta görünmüyordu. Onlar gelene kadar etrafı incelemeye devam ettim.

 

Kulağımda ki küçük kulaklık cızırdamaya başladığında dikkatimi oraya verdim.

 

"Serçe, şahin konuşuyor. Çağrımı aldıysan bir işaret ver."

 

Selim'in sesini net bir şekilde duyduğumda gülümsedim. Bir iki defa öksürüp duyduğuma dair işaret verdim. Yavuz da benim gibi etrafı incelerken her şey garip bir şekilde sakindi. Siyah, kadife takım elbiseli ve seyrek saçlı bir adam görüş alanıma girdiğinde artık işime döndüm. Adam önce telefonunda bir şeylere baktıktan sonra etrafını inceledi. Hızlı adımlarla kapıya yürüdüğünde beklediğim kişi kapıda göründü.

 

Kahverengi saçları tutamlar halinde yüzüne düşerken beyaz elbisesi ile oldukça güzel görünüyordu. Adını bilmediğim adam kadına yürümesi için eşlik ederken bizim yakınlarımızda duran bir masaya yerleştiler. Yavuz'un kolunu yavaşça sıkıp gözlerimle masayı işaret ettim. Artık hedefimiz karşımızdaydı.

 

"Şimdi başlayabiliriz," diye fısıldadım kulağına.

 

Hemen arkalarında ki masaya yerleştiğimizde Elena etrafı incelemeye başladı. Tabloları incelediği sırada bakışları bizim masaya çevrildiğinde göz göze geldik. Gülümseyerek başını salladı ve tekrar önüne döndü.

 

Yakup bir koruma gibi etrafı incelerken Elena gerçekten sergiyi ziyarete gelmiş gibi etrafta ki resimleri inceliyordu. Elenayı bir süre daha inceledikten sonra lavaboya gitmek için kırmızı halı serili olan dar koridora girdim. En geç beş dakika sonra burada olacaktı, ilk konuşmamız burada gerçekleşecekti.

 

Saçlarımı düzeltip ellerimi yıkamaya başladığımda kapı açıldı. Tahmin ettiğim gibi olmuştu, Elena aralanan kapıdan içeri girdiğinde dikkatimi aynada ki görüntüme verdim. Önce elbisesini ve saçlarını düzeltti. Ardından çantasından iki dudak boyası çıkardı. İkisinin de rengini tek tek kontrol edip karar vermeye çalıştı.

 

"Bence sağ elinizdeki," dedim aynadaki bakışlarımı yüzüne çevirirken.

 

Konuşmamı beklemiyormuş gibi şaşırdı. Söylediğim dudak boyasını eline alırken diğerini çantaya attı ve gülümsedi.

 

"Renklerle aranız oldukça iyi diyebilirim."

 

Çıkmadan önce son kez aynaya bakıp gülümsedim.

 

"İlk bakışta görebilecek kadar iyi."

 

                                                                                                         ♡

 

Buzdan çiçek

 

Burak takım elbisesini düzelttikten sonra önünde ki tabloyu misafirlere anlatmaya başladı. Elena yerini almış, Yakup ise dışarıya çıkmıştı. Elena hareketlendiğinde Yavuz'un yanına biraz daha yaklaştım.

 

"Elena geliyor, dikkatli ol."

 

Yavuz cevap veremeden misafirimiz masamıza teşrif etmişti. Yüzünde neredeyse samimi bir gülümseme varken ikimizi de kısa bir süre inceledi.

 

"Sizin gibi güzel bir hanımefendiyi görünce selam vermek istedim. Belli ki resim ile de aranız iyi."

 

Saçlarımı düzeltirken kibar görünmeye çalışarak gülümsedim.

 

"Samimiyetiniz için teşekkürler. Evet, çevremde gördüğüm resimleri, resme değer her şeyi çok severim."

 

Önünde ki ince belli bardaktan bir yudum aldı. Bakışları Yavuz'u süzerken üzerinde biraz daha oyalandı.

 

"Eşiniz mi bu beyefendi?"

 

Hakkımda bilgi toplamaya çalışıyordu. Ancak ben bugün Efsun Aktay olarak değil, Zeynep Yılmaz olarak buradaydım. Meraklı bakışlarına gülerek cevap verdim. İstediğim heyecan bu değildi, çok daha fazlası olmalıydı.

 

"Erkek arkadaşım. Sergiyi duyunca katılmak istedik. Peki, siz? Karar verdiniz mi hangi tabloyu alacağınıza?"

 

Davete katılan her çift gece sonunda bir tabloyu satın alacaktı. Toplanılan para kimsesiz çocuklar için harcanacaktı. Cevap vermeden önce gözleri etrafı taradı. Yüzünde ilk defa samimiyetten uzak, resmi bir ifade oluştu.

 

"Onlara verecek tek kuruşum yok benim."

 

İşte, yavaş yavaş yola geliyordu. Farkında olmadan tepkiler vererek kendini ele veriyordu. Yakup salona tekrar girdiğinde yanımıza gelmesi için elini salladı.

 

"Sizi bu konuda çok ciddi gördüm," dedi Yavuz ilk defa konuşurken.

 

Kadının bakışlarında ki soğuk ifade yerini korumaya devam etti. Yakup yanımıza gelir gelmez Elena'nın kulağına bir şeyler fısıldadı. Elena başını salladıktan sonra tekrar bize döndü.

 

"Onlar istenmeyenler, bazıları doğmak zorunda kalıp dünyaya geliyor. İstemediğim bir çocuğa istemediğim bir parayı vermem ben."

 

Kulaklığımdan uzun zaman sonra cızırtılar gelmeye başladığında aynı sorun Yavuz'a da olmuş olacak ki bir elini yavaşça kulağına götürdü.

 

"Sizin istemediğiniz çocuklar vatanını sizin gibi hainlerden koruyor," dedi Kaya.

 

Yavuz ile bakışlarımız kısa bir süreliğine kesişti. O da daha fazlasını bekliyordu, bu kadar kolay olmamalıydı. Burak yanında ki insanları gönderdikten sonra bizden tarafa döndü.

 

Bizden tarafa bakmaya devam et. Elena, onu beğendiğini sanmalı.

 

Mesajı Burak'a atar atmaz telefonu kapatıp masanın üzerine bıraktım. Ekranda öldür beni Efsun yazısını görünce gülümsememe engel olamadım.

 

"Saat geç oluyor, başka bir tanıtım benzeri şey olmayacak mı?"

 

Sorumun odağı Yakuptu. Dışarıda ki bilgileri toplayıp gelen, elinde tutan oydu. Geldiğinden beri üzerimden çekmediği bakışlarını bir süreliğine fırsata çevirmeye çalıştım.

 

"Sıkıldınız mı," diye sordu gülerken.

 

Şu an içinde bulunduğum şeyden midem bulanıyordu. Tamar duyduğuma göre Yiğit ve Serhat'ın şehit olduğu baskını yapan kişiydi. Elena ve Yakup da onun en önemli adamları...

Değil aynı masada olmak, aynı dünyada dahi olmak istemezdim.

 

"Sıkılmak demeyelim de burası çok sakin," dedim yumuşak bir sesle.

 

Yavuz konuyu değiştirir gibi başka bir sohbete girdiğinde bir süre onları dinledim. Bu sırada Burak masamıza biraz daha yaklaşıp Elenayı incelemeye başladı.

 

"Şurada ki beyaz takım elbiseli ressam, gözlerini sizden alamadı sanırım."

 

Keskin bakışları arkasında duran adama kaydı. Yüzünde memnun bir ifade belirirken Yavuz'un kıkırdadığını duydum.

 

Burak masaya geldiğinde Elena elbisesini düzeltip tüm dikkatini ona verdi. Böylesine kötü bir kadın nasıl oluyordu da şimdi en masum kişiymiş gibi davranabiliyordu? Yaşını göstermediği için bunu da avantaj olarak kullanıyordu.

 

"Merhaba, hanımlar ve beyler."

 

Burak yüzünde ki kocaman gülümsemeyle hepimizi selamladı. Gülen yüzü ve kısılan gözleri üzerimde oyalandıktan sonra tekrar Elenaya döndü. İçinden geçirdiği şeyleri duyamadığım için şükrettim.

 

"Hanımefendi," dedi elini masanın üzerinden uzatırken.

 

"Kabul ederseniz, tablomu size tanıtmak isterim."

 

Elena önce Yakup'a baktı. Sözsüz bir emir verdi. Ardından karşısında ki adamın elini tutup tabloya doğru usul usul yürümeye başladı. Masanın altından Yavuz'un ayağına vurdum. İşareti alınca gözlerime dönüp emin misin dercesine baktı.

 

"Bende terasa çıkacağım, gelmek ister misin?"

 

Yakup'un gözleri yalnız kalacağımız için parlarken Yavuz'un teklifini reddettim. Sonunda asıl olaylar başlıyordu. Gece boyunca olan hiçbir şey beni heyecanlandırmaya yetmemişti.

 

"Burayı iyi tanıyor gibisiniz," dedim konuya girerken.

 

Zaten üzerimde olan bakışları şaşırtmadı.

 

"Sergiyi düzenleyen kişiyi tanıyorum daha çok."

 

Sergiyi Fuat Kutlu adında biri düzenledi olarak gösteriyorlardı.

Tamar kendi yerine başka bir kurbanını koymuştu.

 

"Aslında asıl yönetici o değil. O sadece bir aracı."

 

Yakup sandığımdan daha kolay açılırken zamanı iyi kullanmaya çalıştım. Her konuşmamda daha naif biri gibi görünmeye çalışırken bakışlarımı üzerinden çekmedim. Siyah bıyıkları, uzamış saçı her seferinde içimde başka bir sinir duygusunu uyandırdı.

 

"Aracı?"

 

Etrafı inceleyip kimsenin bize bakmadığından emin oldu. Biraz daha eğilip aramızda ki mesafeyi azalttı.

 

"Sergi sadece bir gösteri. Buraya gelen üyelerin bir çoğu sergiye yatırım yapmak için gelmiyor. Hepsinin yaptığı bir yatırım var evet ama bu kimsesizler için değil. Kendi ülkelerini etkilemek için."

 

Bu sefer yaklaşan ben oldum. Aramızda ki mesafe yok denecek kadar azalırken ilgim Yakup'un hoşuna gitmişti. Gülerek geriye doğru çekildiğinde bardağında ki içeceği kafasına dikti.

 

"Sizin gibi güzel bir hanımefendinin sıkılmasını istemem. Üst katta başka bir oda daha var. Davetlilerin girmesi yasak ama benimle gelirsen sen istisna olabilirsin."

 

Ben cevap vermeden önce tek gözünü kırpıp gülümsedi.

 

"Hem sorularına cevap alabileceğin bir yer olur, eminim."

 

"Gitme Efsun."

 

Yakup'un kalın sesinden hemen sonra gelen ses kasılan bedenimi yumuşatmıştı. Ancak gitmeliydim, Yakup'un her şeyi anlatacak kıvama gelmesini sağlayıp elinde ki tüm bilgileri almalıydım. Onaylarcasına başımı salladığımda eliyle işaret edip önden buyur dedi. Merdivenlerden çıktığımızda üst katta dediği gibi birkaç oda vardı. Etrafta kimse olmadığına emin olduktan sonra cebindeki kartı kapıya okutup içeriye girdi. Ya kim olduğumu anlayıp benimle dalga geçiyordu ya da gerçekten kolay ikna olan, kendini ele veren bir insandı.

 

Kapı açılırken görüş alanıma giren odayı inceledim. Büyük bir kitaplık ve çalışma masası vardı. İçeriye girdiğimde sol tarafta ki duvarda boydan boya asılı olan tahta gece boyunca beni şaşırtan tek şey olmuştu.

 

Ben etrafı incelerken Yakup perdeleri çekip kimsenin bizi görmediğine emin oldu. Tahtanın karşısına geçip üzerinde ki resimleri incelemeye başladım.

 

"Eğer bir şeyleri ele vermesini sağlarsan onu tutuklayabiliriz," dedi Ercüment.

 

Karşımda ki resimlerde bir sürü facia vardı. Sağ üst köşede açlıktan baygın düşmüş çocuklar, sol alt köşede bir tırın içerisinde kurtarılmayı bekleyen insanlar. Ve tahtanın tam ortası. Burası olayın benim bildiğim kısmıydı. Parçalanan araçlar dumanların etkisinden görülmezken yerde baygın yatan birçok asker vardı.

 

"Bakıyorum da çok dikkatini çekti," dedi yanıma gelirken. Elinde ki ince değneği resmin üzerine tuttu. Yerde yatan askeri işaret etti. Saçları terden alnına düşmüş, karnından süzülen kanlar olduğu yeri kırmızıya boyarken gözlerini kapatan bir asker. Yiğit Aydın.

 

"Bu bizim için eski bir dost olur," dedi keyifle.

 

"Çok uğraştı buralara gelebilmek için ama çok uzaklara uğurladık kendisini."

 

Midemin bulandığını ve sıcak bastığını hissettiğimde olduğum yerde durmaya çalıştım. Tam şu an öylece duramazdım, onları kendi ellerimle teslim etmeliydim.

 

"Bir de bu arkadaş var," dedi Serhat'ı işaret ederken.

 

"Yanına gittiğimizde oğlum, diye mırıldanıp durdu."

 

Serhat'ın oğlu. Hiç göremediği, onun yokluğunda doğan bebeği.

 

Yakup diğer fotoğrafları da kısaca anlatırken bakışlarımı güçlükle ona çevirdim.

 

"Bunlar çok canice, neden yapıyorsunuz bunları?"

 

Elinde ki sopayı katlayıp yanıma yaklaştı. Gözlerinde bir ateş yanarcasına baktı. Bu resimler onun için hiçbir şeydi, diğerleri için de öyle.

 

"Bizim olanı almak için. Bunun için de yolumuza çıkan engel her neyse onu ortadan kaldırıyoruz, benim olmasını istediğim her şey benim olmalı."

 

Sözlerinin imasına aldırmadan aklıma gelen ilk şeyi yaptım. Bende birkaç adım yaklaşıp bakışlarını üzerimden ayırmamasını bekledim. İstediğim gibi olunca cebinden sarkan kartı yavaşça çekip avucuma aldım. Ben geri çekilirken Yakup bilgisayarın yanına geçti. Bir şeylerle uğraşmasını fırsat bilirken kartı çantama kattım.

 

Karşımdaki ekranda mavi bir ışık belirdi. Görünmez bir sistemdi bu.

 

"Maçı anlattık ama kadroyu göstermedik sana," dedi genişçe gülerken. Tekrar ekrana döndüğümde bir resim belirdi. Siyah saçları, kahverengi gözleriyle Mert. Ardından Tuna, Berker, Akın...

 

Kaya'nın fotoğrafına sıra geldiğinde ekranı durdurdu. Bu fotoğraf diğerlerine göre farklıydı. Onlar kadar net değildi, çok uzaktan çekilmişti.

 

"Bu eleman bizi çok zorladı yalan yok. Fotoğrafını bulup alanda ki çocuklara gösterene kadar çatladık. Ne ismi, ne resmi var başka. İsimsiz bu."

 

Kulaklığımdan duyduğum tek şey Akın'ın; "Kaya, Kaya," diye seslenişi olmuştu. Buradan çıktıktan sonra onunla konuşmam gerekiyordu. Ekranda ki resimler birbiri ardınca görünmeye devam ederken sıra ona geldi. Yakup tekrar ekranı durdurdu.

 

Siyah saçları, siyah gözleri ile oldukça ciddi duruyordu. Beresi olmadığı için saçları daha net görünürken bakışlarımı ekrandan çekmedim.

 

"Oo bizim kara oğlan," dedi keyifle.

 

"Tanıyor musunuz onu da?"

 

Onun gözünde gördükleri karşısında dili tutulan, utanan bir kızdım şu an. O yüzden söylediklerimi de başka çekmiyordu.

 

"Dağda ki taşın, toprağın dili olsa onlar bile tanır. Görünmez, görür. Bilinmez, bilir o."

 

Neredeyse Selim'e hayranmış gibi bir ifadesi vardı. Gördüklerim karşısında şaşkınlığım hoşuna giderken elinde ki her şeyi göstermeye devam etti.

 

Ekranda bir video belirdi. Simsiyah bir odada, depo gibi bir yerdi. Duvarın en üstünde ki küçük havalandırmadan vuran ışık haricinde bir aydınlık yoktu.

 

"Hazırsan son birkaç yılın en çok izlenen filmini açacağım sana. Bizim oralarda çok popüler; Komutanın omuz yarası.

 

Video başladığında ekranda kirli sakallı, yırtık kıyafetleri olan birkaç adam belirdi.

 

"Efsun, çık şu odadan!"

 

Selim'in sesini o an duysam bile tepki veremedim. Karşımda ki görüntüye hipnoz olmuş gibi izlemeye devam ettim. Selim çıkmam gerektiğini birkaç kez daha söylediğinde tüm dikkatimi ekrana verdim.

 

"Getirin misafiri," diye seslendi sedyenin başında bekleyen adam. Eski tahta kapı yediği tekmeyle açılırken iri yarı iki adam Selim'i getirdi. Gördüğüm şey içimi acıttı. Kaşından ve dudağından akan kanlar yüzünde kururken kıyafeti yer yer parçalanmıştı. Vücudunun görünen yerlerinde kırbaca benzer izler vardı.

 

Selim elinde ki zincirleri öne doğru savurup kurtulmayı denedi ancak kalın zincirler açılmadı. Kollarından tutan adamlar zorlanmaya başlayınca adını bilmediğim adam bir adım attı. Sağ tarafında duran masadan eline bir şey aldı. Odada ki cılız ışığın aydınlattığı bu şey neşterdi. Selim olanları görürken hiçbir tepki vermedi, aksine daha da ciddi durdu.

 

"Benim için kendini parçalamana gerek yok Ökkeş."

 

Selim cümlesini bitirince kocaman gülümsedi. Ökkeş bir adım daha attığında sedyeye yaklaştı. Selim'in kolunu tutan adamlar geri çekilirken Ökkeş de tam karşısına geçti. Önce elinde ki neşteri inceledi, ardından Selim'e gösterircesine havaya kaldırıp çevirdi.

 

"Yapman gereken şey çok basit komutan, konuş. Bizim kapımız sana hep açıktır, kullanmayı bil."

 

Birkaç adım sendelediğimde arkamda duran koltuğa yaslandım. Yakup beni bile görmeyecek kadar keyifle ekranı izliyordu. Kulaklıktan gelen sesleri duymadan ekranı izlemeye devam ettim.

 

"Bu gecekondunun tepesine bayrağımı dikmezsem bana da komutan demesinler," dedi Selim.

 

Ökkeş ne kadar ısrar ederse etsin konuşmayacaktı. Verdiği her cevap karşısında ki adamı daha da kızdırırken o aksine gülmeye devam ediyordu. Ökkeş artık dayanamaz duruma gelmişti. Almak istediği önemli bilgileri alamamıştı. Hızlı bir hamlede bulunup neşteri Selim'in boynuna değdirdi.

 

"O zaman sana unutamayacağın bir hediye verelim komutan."

 

Neşteri derine indirmeden boynunda gezdirdi. Selim kafasını geri atarken Ökkeş sırıtmaya devam etti.

 

"Şimdi söyle bakalım, bedeninle başın arasında kalan şu ince çizgiye mi bırakayım hediyemi yoksa vücuduna mı?"

 

Neşteri avucuna sımsıkı sararken yine hızlı bir hareketle Selim'in üzerinde ki kıyafetin yırtık olan yerini biraz daha yırttı. Açıkta kalan vücuduna göz gezdirdi.

 

"Bence şu heybetli omzuna yakışır bir hediye olsun."

 

Odada ki diğer adamlardan biri elinde ki bezi Ökkeş'e uzattı.

 

"Ona gerek yok. Komutanın hediyeyi görünce atacağı sevinç çığlıklarını kulaklarımla duymak istiyorum."

 

Terliyor muydum? Vücudumda ne olup bitiyor onu bile bilmiyordum tam şu an. Yakup'un bu rahat haline baktıkça bir şey yapmamak için çok zor duruyordum. Görüntüyü bir anlığına durdurup bana döndü. Bakışlarında ki ifade açıkça belli değildi.

 

"Aslına bakarsan, o gecekonduya bayrağını dikti. Yaralanan koluyla, çatıya."

 

Başka bir şey demeden tekrar ekrana dönüp görüntüyü devam ettirdi.

 

Ökkeş Selim'in sol omzunun yanına geçti. Elinde ki neşteri son kez inceledikten sonra düşünmeden Selim'in omzuna batırdı. Ben anında gözlerimi kapatırken duyacağım çığlığı düşündüm. Dudaklarımı kanatırcasına dişlerken beklediğim o sesi duymadım. Gözlerimi araladığımda video devam ediyordu. Ökkeş elinde ki neşteri Selim'in omzundan aşağı yavaşça indirirken Selimden tek bir kelime dahi ses çıkmıyordu. Ellerini sımsıkı yumruk yapmış, gözlerini kocaman açmış ve dudaklarını dişliyordu.

 

Ökkeş, Selimden beklediği tepkiyi almayınca durdu. Elinde ki neşteri yere fırlattı. Görüntü burada biterken yanlarından tutunarak koltuğa oturdum. Yakup sırıtarak yanıma geldi. Karşımda duran koltuğa oturdu.

 

"Ne o, filmi beğenmedin mi?"

 

"Bu canilik! Barbarlık, suç bu. Nasıl yapılır böyle bir şey? Derdiniz neydi sizin!"

 

Yakup'un gülümsemesi solarken yüzünde ki ifade ciddiye büründü. Her şeyi kendi elleriyle açık etmişti. Amaçları belliydi, sergiden kimsesiz çocuklar adına topladıkları parayı kendi adlarına kullanacaklardı. Sergiye biz de katıldığımız için onları ve olanları biliyor olduğumuzu düşünerek bana da her şeyi açık etmişti.

 

"Benim gitmem lazım," dedim.

 

Edindiğim bir bilgi neredeyse yoktu. Tuğrul amcanın işine yarar bir bilgi alabilmiş miydim bilmiyorum ama benim bazı şeyleri daha iyi anlamama yardımcı olacak çok şey elde etmiştim. Yakup'u beklemeden kapıya yöneldiğimde koşar adımlarla yanıma geldi. Bir elini kapıya dayadığında vücudum onunla kapının arasında kalmıştı. Yakınlığı midemi bulandırırken gözlerimi kaçırıp yana kaydım.

 

"Daha gitme vakti gelmedi," dedi sakince.

 

Ben odanın etrafına yürürken o da yavaş adımlarla peşimden geliyordu. Avını izleyen bir yırtıcı gibi etrafımda dolanmaya başladığında etrafı inceledim. İşime yarayan bir şeyler vardı bu odada, ve ben çıkmadan Yakup bunu bana kendi elleriyle verecekti.

 

"Efsun," dedi Selim.

 

Sesini duyunca birkaç saniyeliğine tepkisiz kaldım. Cümlesinin devamını beklemeden saçımı düzeltir gibi yapıp kulaklığı devre dışı bıraktım. Artık sadece Yakup ve ben vardık.

 

"O zaman benimde sana bir teklifim var," dedim.

 

Şaşkınlığını gizlemeden olduğu yerde durdu.

 

"Sizi tanıyorum, bilmediklerimi de sen anlattın. Bana bir şeyler ver, ver ki bilmediğim başka ne varsa onları da öğreneyim."

 

Önce etrafına bakındı. Bakışları tekrar beni bulduğunda ne söyleyeceğini düşünür gibi durdu.

 

"Eğer gerçekten bizdensen bunu test etmem lazım. Şimdi söyle bana, isimsiz aslında kim?"

 

İsimsiz. Bu az önce Kaya'nın fotoğrafını gösterirken kullandığı kelimeydi. Ancak böyle kolay bir soruyu beni test etmek için sormazdı. Düşünmeye devam ettim, Elena'nın kimsesiz çocuklar hakkında verdiği tepki, davetin aslında teröre para yardımı yapmak için düzenlendiği ancak kimsesiz çocuklar için yapılan bir sergi gibi gösterilmesi.

 

Olamazdı. Aklıma gelen şey kurşun yemiş etkisi yaratırken gözlerim Yakup'u buldu.

 

"Elena," dedim devamını getirmeden. Yakup'un gözleri parladı.

 

"Elena'nın çocuğu."

 

Cevabın yanlış olmasını diledim. Yakup cevap vermeden sakin adımlarla yanıma yaklaştı az önce ki ekrana dokunup yeniden açtı. Yeni doğmuş bir bebek resmi göründüğünde bakışlarını hızla ekrandan çekti.

 

"Bizden birisi olduğunu biliyordum. İşte bu o, isimsiz."

 

Beyaz bir örtüye sarılmış bebek güçlükle açtığı gözlerini ekrana çevirmişti. Elena'nın bir çocuğu varsa bile bu Kaya olamazdı. Belki de çocuğu da büyüyüp onlardan biri olmuştu.

 

"Şimdi nerede biliyor musunuz," dedim bebeği ima ederek.

 

"Elena doğar doğmaz kurtuldu ondan. Zaten doğmak zorunda kalan bir çocuk oldu. Sonrasında kimse peşine düşmedi, yaşıyor mu yaşamıyor mu bizde bilmiyoruz. Eğer az önce gösterdiğim askere isimsiz dememe takıldıysan," dedi aklımdan geçenleri okumuş gibi.

"O olamaz, sonuçta Elena'nın kanını taşıyor. Onun çocuğu bir asker olamaz. Bilmese bile kendi annesine silah doğrultamaz."

 

Ama bu net değildi. Bunu kanıtlayan net bir şey yoktu. Ben konuşmazken Yakup'un çalmaya başlayan telefonu onu uzaklaştırdı. Önce arayan kişiye ardından bana baktı. Yanımda konuşamayacağına karar verince kapının önüne çıktı. Vakit kaybetmeden masanın altında ki çekmeceleri açıp araştırmaya başladım. Odaya gelirken yanıma aldığım büyük çanta işime yaramıştı. Herkesin resim çantası sandığı bu çanta şimdi bir çuval görevini görüyordu. Bulduğum defteri ve CD'yi çantaya katarken masanın üzerini inceledim. Deri bir dosyaya özensizce katılmış bir kağıt ben buradayım dercesine bakıyordu. Kağıdı elime alıp hızlıca göz attım. Tam aşağıda yazan el yazısına geldiğim sırada Yakup kapıyı açmaya yeltendi. Kağıdı da çantama sıkıştırıp eski yerime geçtim.

 

Yakup'un yüzü gergindi. Odaya girer girmez kaşları çatıldı.

 

"Artık gidebilirsin," dedi kapıyı işaret ederek.

 

Başka bir şey demesini beklemeden hızlıca asansöre yöneldim. Dışarıya çıkarken Yavuz'a dışarıda buluşmak üzere mesaj attım.

 

Gece artık bitmişti. Gece biterken doğacak güneş bize ne getirecekti orası benim içinde kocaman bir bilinmezlikti.

 

                                ♡

 

Salondan kaçarcasına dışarıya çıktığımda Burak ve Yavuz da arkamdan gelmişlerdi. Siyah araç yanımıza yaklaşırken kimseyle konuşmadan havayı içime çekmeye çalıştım. Aracın kapısı açılırken karanlıktan kimseyi göremedim. Yavuz ve Burak arabaya binerken Selim arabadan indi. Bakışları doğrudan beni bulurken önce süzdü ardından eliyle, arabaya gitmesi için işaret yaptı. Onlar yanımızdan ayrılırken baş başa kalmıştık. Beni ürkütmekten korkar gibi yavaş adımlarla yanıma gelmeye başladı.

 

"Efsun," dedi fısıldar gibi.

 

Kolumda ki çantaya daha sıkı sarıldım. Selim yaklaştığında gözlerine bakmadan yanından geçip gitmeyi denedim. Kolumu saran parmaklarını hissettiğimde gözlerimi kapatıp içimde ki tüm o kirli havayı temizlemek istedim. Kolumu çekip yüz yüze gelmemizi sağlandığında dakikalardır kaçırdığım gözlerim gözlerini buldu. Bakışlarım yavaşça omzuna kaydı, izlediğim video aklıma gelirken yara izini gözlerimle takip ettim.

 

"Böyle olacağını bilemedim, o şerefsiz sana onları izletirken yanına gelemedim."

 

Parmağımı usulca omzuna koydum. Söyleyeceklerini unutmuş gibi yüzüme bakarken kaşları sorgular gibi çatıldı. Gözleriyle parmağımı takip etti.

 

"Çok acıdı canın," dedim güçlükle.

 

Elimi tutup yaranın üzerine daha çok bastırdı.

 

"Artık acımıyor. İzinin kaldığına bakma, acısı hiç olmadı Efsun."

 

Parmaklarım bu seferde boynuna gitti. Neşterin değdiği her yerde usul usul gezindi.

 

"Buraya da değdi. Kollarını da bağladılar."

 

Düşünür gibi sessiz kaldım birkaç saniye.

 

"Omzun Selim, izlerken benim canım acıdı. Seninki de çok acımıştır, çok."

 

Cümlemi bitirir bitirmez kolunu omzuma atıp vücudumu kendine çekti. Artık parmaklarım yerine burnum omzuna denk gelirken gözlerimi kapattım.

 

"Güzelim benim."

 

Başını saçlarımın arasına biraz daha gömerken sanki nefesini tutuyordu.

 

"Kurban olurum sana."

 

İki yanıma düşmüş gibi duran kollarımı yavaşça kaldırıp bende onun beline sardım. Acısı geçsin istedim, bir daha canını acıtmasın.

 

Saçlarımı okşarken geri çekildiğinde gözlerimin tek odağı gözleri olmuştu.

Elimi tutarak arabaya götürdüğünde robot gibi tepkisiz bir halde yönlendirdiği yere gidiyordum.

 

"Selim," dedim yorgunluktan cılız çıkan sesimle.

 

"Konuşsak mı biraz? Eve sonra gitsek."

 

Cevap vermeden başını salladı. Hava soğuk olmamasına rağmen titreyen vücudumu fark edince arka koltukta duran ceketini alıp omuzlarıma örttü. Bilmediğim bir sokağa girdiğimizde konuşmadan etrafı izlemeye devam ettim. Tek katlı bir evin önüne geldiğimizde arabayı durdurup indi. Kapımı açtığında önce çantalarımı aldı, ardından elini uzatıp inmeme yardım etti. Kapının önüne geldiğimizde cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı.

 

Kapı açılır açılmaz burnuma dolan koku tanıdıktı. Selim gibiydi.

 

Evine geldiğimizi anladığımda peşinden içeriye girip adımlarını takip ettim.

 

"Sıcak bir şeyler hazırlayayım ben sana."

 

Mutfağa yöneldiğinde kolunu tuttum. Bakışları anında bana dönerken gülümsedi. Konuşmadan salona geçti. Ben koltuğa otururken o da bir köşede duran pufu karşıma koyup oturdu. Yüzüme düşen saçları kulağımın arkasına itti.

 

"Saçlarını bağlayalım mı?"

 

Başımı salladım. Kıvrak bir hareketle arkama geçip ilk günkü gibi saçımı bağladı. Tekrar yerine oturduğunda gülümsedi.

 

"Füsun,"

 

Bu sefer burukça gülümseyen ben oldum. Füsun bendim, ikinci adım olmuştu artık.

 

"Böyle yapma. Sen en başından beri orada olmamalıydın, hiç görmemeliydin onları. Ama bak acımıyor benim canım, o zamanda acımadı."

 

Neşter omzuna değdiği an gözünden tek bir damla yaş düşmüştü. Selim ağlamazdı, canına, canından çok sevdiklerine bir şey olmadığı sürece ağlamazdı.

 

Üzerinde ki kısa kolluyu omzunu gösterecek şekilde sıyırıp yaranın olduğu yeri açtı. Eğik bir şekilde çizilmiş çizgi hala oradaydı. Üzerine dikiş atılmıştı.

 

"Kaç dikiş attılar?"

 

"On sekiz," dedi hiç düşünmeden.

 

Benim canım niye onunkinden daha çok yanıyordu?

 

"Eğer o gözyaşı buraya değerse o zamankinden çok daha fazla acır. Ağlama, hatırlama bir daha. Sen hep gül ki o yara da kapansın gitsin."

 

Kısa kollusunu düzeltip yarayı kapattı. Söz verircesine gülümsedim. Eğer istediği buysa bunu yapardım. Bir süre konuşmadan birbirimize bakmaya devam ettik. Elimi uzatıp yanağına dokundum. Sakalları olmadığı için daha yumuşaktı. Gamzesinin olduğu tarafa eğilip küçük bir öpücük bıraktım.

 

Bugün mantık yoktu, bugün duygular vardı.

 

Geri çekildiğimde bana döndü. Yüzümüz oldukça yakınken gözleri birkaç saniyeliğine dudaklarıma kaydı. Adem elması yutkunmasıyla hareket ederken gözleri gözlerimi buldu.

 

"Yanarız Füsun," dedi o günkü gibi.

 

"Artık yanmayan kaldı mı Selim?"

 

Sağ eli yanağımı bulurken usulca okşadı. Alnını alnıma yasladı. Buraya geldiğim günden itibaren en huzurlu hissettiğim an şüphesiz bu olabilirdi.

 

"Yanalım Füsun," dedi fısıldarken.

 

"Ben seninle yanmaya da varım."

 

Dudakları usulca dudaklarımı kavradı. O kadar narin hareket ediyordu ki ürkütmekten korkar gibi bir hali vardı. Bir elimle belimi saran kolunu tutarken diğer elimle ensesine dokundum. Alnını alnıma yasladığında yüzünde gülümseme vardı.

 

"Aşığım sana," dedi.

 

Gözlerimi yerden kaldırıp gözlerine çevirdiğimde siyah gözleri adeta parlıyordu.

 

"Benim kadar mı?"

 

Gamzesini gösterecek kadar güldü.

 

"Bütün sınırları fazlasıyla aşacak kadar."

 

Geri çekilirken derin bir nefes aldım. Rüya görüyorsun, dedi içimde ki ses. Karşımda ki adama baktığımda ise bakışları rüya olamayacak kadar güzeldi. İkimizin yüzünde de anlamsız bir gülümseme, içinde huzur vardı. Sanki en başından beri doğrusu buydu. Biz birbirimize yaralarımızı göstererek tanışmıştık, o yaraları sararken de yine beraber yapmıştık.

 

Ellerini ellerimden çekmedi. Sanki o da rüyada olup olmadığımızı sorgular gibi bakıyordu.

 

"Sana ilk gün neden Füsun dedim biliyor musun?"

 

Füsun...

 

Sırık kuala...

 

Ne o benim söylediğimin anlamını, ne de ben onun söylediğinin anlamını hiç sormamıştık.

 

"Seni görür görmez büyüleyici diyemediğim için, o gözlere daha uzun bakamadığım için. Füsun, Selim'in Füsun'u."

 

Küçük bir çocuk gibi etrafta ki her şeye gülerken kendimi çok iyi hissediyordum. Canım yanmıştı ama yine Selim sarmıştı o acıyı. Dediği gibi gözlerime bunca zaman bakmamış gibi uzun uzun baktı.

 

"Herkes duyacak şimdi," dedim kendime gelmeye başladığımda. Yüzünden silinmeyen gülümsemesi ile bakmaya devam etti.

 

"Duysun, hatta duymayan kalırsa ona da duyururuz."

 

Gerçi kızların şaşıracağını düşünmüyordum, tim bu konuda yorum yapmamı engelliyordu. Belki de altın günlerinin dedikodusu çoktan biz olmuştuk?

 

Ansızın gibi görünen bu an geçen günlerin özetiydi. Bizim için uzun bir bekleyişin sonucu olmuştu bu.

 

Duvarın dibinde bekleyen resim çantasını gördüğümde yüzümde ki gülümseme yavaş yavaş kayboldu. Selim de baktığım noktaya döndüğünde onun gülümsemesi de kayboldu.

 

"İş konuşalım diyorsun?"

 

Başımı salladığımda istemeyerek ayağa kalktı.

 

"Bu seferlik tamam ama her zaman araya iş girmesin."

 

Küçük bir çocuk gibi trip atarken yüzümde ki kocaman mutlulukla çantayı getirmesini izledim. Yanıma geldiğinde çantayı açmadan önce olanları anlatmaya karar verdim.

 

"Önce anlatmam gereken şeyler var."

 

Yerine oturup ciddiyetle beni dinlemeye başladığında önce Elena'nın çocuklar hakkında söylediği şeyleri anlattım. Ardından o odayı, ekranı, resimleri...

 

"Elena ve Yakup, Tamar'ın adamları. O yüzden patlama da bunların da parmağının olması çok yüksek ihtimal. Diğer konulara gelirsek, ihbarlarını aldık. Sırada ki görev orası, inlerine gideceğiz yakında."

 

Yakında yine görev vardı, araya giren mesafeler vardı. Ne zaman gidip ne zaman dönecekleri belli değildi. Bize düşen beklemekti, veda etmeden.

 

"Yakup bana bir soru sordu. Kulaklığı kapattıktan sonra."

 

Derin bir nefes aldım.

 

"Onlardan biri olduğumu anlamak için isimsiz aslında kim diye sordu."

 

Düşünürken kaşları çatıldı. Bir şeyleri hatırlamaya çalışır gibi konuşmadan düşünmeye devam etti. Muhtemelen dinleme cihazından konuşulanları duymuştu.

 

"Garip ama bu kelimeyi daha önce birkaç defa duydum gibi geliyor."

 

"İsimsiz, Elena'nın oğlu Selim."

 

Hala düşünmeye devam eden bakışları hızlıca gözlerime çevrildi. Benim aklıma gelen onun aklına da gelmişti.

 

"Kaya," dedi sorar gibi.

 

"Eskileri anlatırken söylemişti, yurda gidene kadar ismi olmadığı için onu kaçıran kişi isimsiz diye çağırıyormuş sürekli."

 

"Elena çocukları sevmiyor, özellikle kimsesiz olanları. İstenmeyen diyor onlara, ki kendi çocuğunu da doğurmak zorunda kalıp doğar doğmaz birisine vermiş," diye devam ettirdim.

 

Belki de biz yanılıyorduk ama elimizde ki ipuçları birleşince ortaya çıkan en mantıklı cevap buydu. Kaşlarını çatıp ayağa kalktı.

 

"Olamaz bu, biz yanılalım Efsun."

 

Çantada ki CD'yi ve defteri çıkarttım. İncelemek için yanıma oturdu. Önce defterin sayfalarını açıp ise yarabbim şeyler bulmaya çalıştık. Birkaç adres ve numaradan başka bir şey yoktu. Son sayfalara geldiğimizde birkaç satır yazı vardı.

 

Benim canımı adadığım bu vatana sen göz diktin Elena. Aşk bunları yenmez, vazgeç bu düşünceden. Vatan hep bizlerindi, hep de bizlerim.

 

Bu satırların altında başkası tarafından yazıldığı belli olan birkaç cümle daha vardı.

 

O çocuk hep senindi, hala da senin. Benim yolum belli Gürkan.

 

Yakup gelince çantama sıkıştırıp attığım kağıdı gösterdim. Üzerinde bir resim ve kısaca birkaç bilgi vardı. Resimde ki adam esmerdi, üzerinde üniforması vardı.

 

Gürkan Pusat.

 

Bu defterde yazan adam olmalıydı. Sıra CD'ye geldiğinde bilgisayara takip içinde bulunan tek dosyayı açtı Selim.

Ekranda Elena belirdi, şimdikinden yıllar önce ki hali olsa da hala çok benziyordu.

 

"Gürkan," diye başladı söze.

 

"Sana aşık olduktan sonra onlarla tanıştım. Neden diye sorma ama onları seçtim ben. Ayrıldım senden, karşıma çıkma istedim. Zaten sende benim düşmanlarına çalışan bir ajan olduğumu öğrenince yüzüme bile bakmadın. Askersin sen, itiraf etmeliyim ki görevini de oldukça sadık yapıyorsun."

 

Elena yutkundu. Elleri karnını sardı.

 

"Bunlar hiç yaşanmamış olsa senden bir çocuğum oluyor diye çok mutlu olurdum. Ama senin ondan haberin bile yok. Merak etme bu bebek doğacak, ama ben onu hiçbir zaman istemeyeceğim. Biz ayrıldıktan sonra olan hiçbir şey artık eskiyi getirmez çünkü. Doğduktan sonra ne olur bilmiyorum, ister bizden biri olur ister çeker gider."

 

Videonun devamında Elena birkaç cümle daha konuşup kapatmıştı.

Biz Selimle birbirimize bakarken artık her şey ortadaydı. Kaya'nın annesi Elenaydı ve varlığından haberi olmayan ama aynı mesleği paylaştığı bir babası vardı.

 

"Şimdi ne yapacağız?"

 

Ayağa kalkıp birkaç defa dolandı. Derin nefes aldı. Onun için de zordu, bunca zaman kardeşim dedikleri adamın artık bir ailesi vardı. Kendiyle karşı safta olup onu istemeyen bir annesi olsa da vardı.

 

"Önce komutana anlatamam lazım. Bunları ona da göstereceğim. Devamına o karar verir."

 

Kapı çalınırken saate baktım. Gece ilerlemişti bu saatte gelen misafir kim olabilir diye düşünürken Selim kapıyı açmak için giderken masanın üzerindekileri çantaya doldurdum.

 

Akın ve Kaya içeri girdiğinde Selim aramızda, der gibi bir işaret yapıp yanımıza geldi.

 

"Komutanım kusura bakmayın ama işe yarar bir şeyler var mı diye sormaya geldik."

 

Kaya konuşurken Akın kendini koltuklardan birine bırakmıştı. Selim, Kaya'nın omzuna vurup oturması için işaret yaptı.

 

"Buna komutan karar verecek. Gerekli bilgilendirme o zaman yapılır."

 

Başını sallayarak cevap verdiğinde bakışları uzakta bir noktaya daldı. Sağ eli yumruk şeklini alırken Akın'ın bakışları yanında duran Kaya'ya kaydı.

 

"Anlamıyorum ki, o masum çocukların adını kullanıp nasıl pis işlerine alet ediyorlar?"

 

Onlar istenmeyenler, demişti Elena. Yanılıyordu. Bu dünyada en çok istenenler onlardı.

 

"İsimsiz dediler bana Komutanım, yıllar sonra ilk defa."

 

Kaya geçmişten bir şeyler hatırlamışcasına gülümserken odada ki kimse konuşmuyordu. Saat geç olmasına rağmen kimsenin gözünde uyku yoktu. Herkesin hedefi, rotası belliydi.

 

                                                                                *

 

Simsiyah bir alan ve sessizlik. Uzun süredir rüyalarıma giren bu döngü yerini aydınlığa bırakmıştı. Keyifli bir uyku geçirdiğim için erkenden kalkıp kahvaltıları hazırladım. Sabaha doğru geldiğimde kızlar uyuduğu için kimsenin geldiğimden haberi olmamıştı. Saatin öğlen olmasını umursamadan kollarımı iki yana açarak kocaman esnedim. Ayaklarım zeminle buluştuğunda yüzümde kendiliğinden oluşan gülümsemeyle banyoya ilerlediğimde odanın kapısı açılmıştı. Ben kim olduğuna bakmadan ellerimi yıkamaya başladığımda İpek kapıda durmuş ve beni izliyordu. Bir şeyler olduğundan şüpheleniyordu ancak direkt olarak sormayı da kabul etmiyordu.

 

"Günaydın," dedim neşeli bir tonlamayla. Ben ellerimi kurularken o da günaydın, diyerek cevap verdi. Tekrar odama geldiğimizde aynanın karşısında ki sandalyeyi çekip karşıma oturdu. Şimdi başlıyordu bizim sorgu saati...

 

"Ecem yok mu?"

 

"Çıktı o, işi varmış. Bende seninle konuşuruz diye geldim."

 

Konuşmaktan kaçma, der gibi işaret yaptı. Karşılık olarak duruşumu dikleştirip yüzüne baktım. Akın ile birbirlerine tekrar şans vermelerini konuşmamıştık hiç, bence bu da benimki kadar önemli bir konuydu. İpek tekrar ayrılmaktan korkar gibi bu konuyu hiç konuşmuyordu. Konu ne zaman açılsa ya başka bir yere gidiyor ya da başka bir konu açıyordu. Beni sevindiren şey onun gerçekten mutlu olmasıydı. Eskisi kadar dalgın değildi, Akın seviyor diye saçına neredeyse her gün kurdele bağlıyordu. Ancak birkaç gündür ben onun bu şirinlik kotasından faydalanamamıştım. Selim'in evinden geldiğim günden beri bütün dikkati benim üzerimdeydi.

 

"Var sende bir haller," dedi kendi kendine düşünür gibi.

 

Alt tarafı birkaç gündür günaydın sevgilim, mesajları atan, askeriyede idmanlarını özellikle penceremin tam karşısında yapan bir sevgilim vardı. Ben bile hala bunlar gerçek mi, gerçekten oluyor mu, diye düşündüğümden kimseye anlatmamıştım. Ben anlatmadığım için Selim de anlatmamıştı.

 

"Efsun," dedi son heceyi bastırırken.

 

"O kadar belli oluyor diyorsun yani," dedim kaçamayacağımı anladığımda.

 

Gülerek başını salladı. Bulduğu her fırsatta annemle telefonda konuşmayı bırakmalıydı. Onun narin kişiliğine annemin dedektif Müjgan moodu fazla geliyordu.

 

"O geceden beri sevgilisiniz," dedi sorar gibi.

 

"Öyle diyebiliriz, evet."

 

Ben vereceği tepkiyi izlerken hızlıca yerinden kalkıp yatağa oturdu. Yüzüme baktığında onun yüzünde de oldukça sevimli bir gülümseme vardı.

 

"İpek, daha bizim için de çok yeni bir olay bu. Kimseye söylemedik daha, sende söyleme."

 

"Gerçi Selim'e kalsak havada uçan kuşa anlatacak ama," dediğimde kahkaha attı.

 

İnsanlar sevgili olmamızı bu kadar beklemiş miydi gerçekten diye sorguladım kendimce.

 

İpek gerekli, gereksiz tüm detayları anlattırdığında derin bir nefes aldım. Bitti mi memur bey, dercesine bir bakış attığımda gülerek "bitti, bitti," dedi.

 

Revire geç kalacağımızı fark ettiğinde hazırlanmak üzere odadan çıktı. Bende vakit kaybetmeden kıyafetlerimi inceleyip gözüme çarpan ilk şeyleri üzerime geçirdim. Elime aldığım rimeli kirpiklerime sürmeye başladığımda çalan telefonumu kim olduğuna bakmadan açıp masanın üzerine koydum.

 

"Güzelim," dedi sıcacık bir ses.

 

Engel olamadığım gülümsememle rimeli masaya bırakıp rujumu aldım bu kez.

 

"Selim," dedim bende onunkine benzer bir tonlamayla.

 

"Gelmedin hala," dedi sesi anında kıslırken. Selim'in küçük bir çocuğa benzeyen halleri daima gülmemi sağlıyordu.

 

"Hazırlanıyorum şimdi, gelirim birazdan."

 

Dolaptan aldığım çantayı omzuma taktım. Akın yaklaşık birkaç dakika önce İpek'i başka bir yere götüreceğini söyleyip almaya geldiğinde ben hala hazırlanıyordum. Gerçi beni götürmeyi teklif bile etmemişlerdi.

 

"Efsun, ne yapacağım ben böyle?"

 

Telefondan gelen sesle düşüncelerime ara verirken telefonu elime alıp mutfağa girdim. Ecem'in yaptığı kurabiyelerden birini ısırırken cevapladım.

 

"Neyi nasıl yapacaksın?"

 

"Zamanı," dedi hiç düşünmeden.

 

"Senin yanındayken zaman o kadar çabuk geçiyor ki, olmadığında da bir o kadar geçmiyor."

 

Nihayet dışarıya çıktığımda artık daha rahat konuşabiliyordum.

 

"Yoldayım şimdi. Çok geçmeden gelirim."

 

İpek ile olan konuşmalarımızı hatırlayınca onu da söylemeye karar verdim.

 

"Selim," dedim son heceyi uzatırken.

 

"Söyle güzelim," dedi anında.

 

"Sabah İpek ile konuştuk. Fark etmiş, sorunca da anlattım hepsini. O da biliyor."

 

Telefonun ucunda ki gülme sesi kulağıma ulaştığında hiç şaşırmadım. Hatta derin bir nefes alıp bilmeyen sayısı bir kişi azaldı diye daha çok güldü.

 

"Herkes bir gün öğrenecek zaten güzelim, sana söz verdiğim için susuyorum bende."

 

Cevaplamak için dudaklarımı araladığım sıra da işittiğim sesle konuşmaktan vazgeçtim.

 

"Güzelim? Bizim burada malum yerlerimizden ter akıyor beyefendi gelmiş burada birileriyle flörtleşiyor. İki dakika rütbeden çıkıyorum," dedikten sonra Ercüment boğazını temizledi.

 

"Sen Efsun varken başkalarıyla mı flörtleşiyorsun lan?!"

 

Selim muhtemelen bunları duyacağımı düşünerek telefonu kapatmamıştı. Revire çok yaklaştığımda telefonu kapatmadım. Konuşmadan onları dinlemeye devam ettim.

 

"Gir rütbeye," dedi Selim sakin bir tonlamayla. Sesinde gizli bir mutluluk vardı. İstediği gibi herkes öğrenmeye başlıyordu.

 

"Emredersiniz komutanım," dedi Ercüment zoraki bir tonlamayla.

 

Nihayet revire geldiğimde askeriyenin karşısında ki duvarda ayakta duran Selim ve Ercüment ikilisini gördüm. Ben yanlarına yürürken Ercüment arkası dönük olduğu için beni görmüyordu.

 

"Geldiğime göre telefonu kapatsam mı artık?"

 

Ercüment anında arkasına dönerken Selim keyifle bizi izliyordu. Ercüment önce havaya kaldırdığım telefona ardından Selim'in elinde ki telefona baktı. Yüzünde ki şaşkınlık yavaş yavaş silinirken gülümsedi.

 

"Siz, sevgili mi oldunuz? Yani nihayet oldunuz mu işte?"

 

Ben cevap vereceği sırada Selim bir adım öne çıktı. Elini Ercüment'in omzuna vurup gülümsedi.

 

"Sende haklısın be Ercü."

 

Ercüment aldığı onayla kocaman gülümsedi. Selim bir anlığına bana baktığında başımı salladım. Herkes duysundu artık.

 

"Hemen karnın ağrımasın, git söyle bizimkilere."

 

Ercüment şaşkınlığını tamamen üzerinden attığında duruşunu dikleştirdi. Bakışlarının odağına biraz ileride ki Mert'i alırken yine kocaman güldü.

 

"Ayıpsın komutan. Ben böylesine gündem olan bir bilgiyi bedavadan vermem bunlara. Adana deseler bu kadar sevinirdim sen düşün."

 

Cümlesini bitirir bitirmez bir ıslık çaldı. Birkaç askerle beraber Mert de bize bakınca eliyle gel işareti yaptı. Mert beresini düzeltip koşarak yanımıza geldi.

 

"Komutanım," diye ikisine de baş selamı verdikten sonra gülümseyerek bana da selam verdi.

 

"Hani ben sizin şu altın gününe katılmıyormuşum ya,"

 

Mert sohbetin rütbe dışı olduğunu anlayınca rahat konumuna geçti. Evet, der gibi başını salladı.

 

"Haber ver hepsine, akşama bendesiniz. Ancak cepleriniz dolu olsun, değecek kadar bir gündemim var."

 

Mert şaşkın bir halde ne olduğunu anlamazken aldığı emirle beraber yanımızdan uzaklaştı. Ercüment aklına bir şey gelmiş gibi seslendiğinde Mert dönüp tekrar bize baktı.

 

"Gelirken yiyecek bir şey alın, topladığım tüm para yemeğe gitmesin şimdi."

 

Ercüment de nihayetinde yanımızdan ayrıldığında Selim parmaklarını koluma doladadı. Tuttuğu kolumdan önce revirin içine ardından odama çekti.

 

Gözleri anında gözlerimi bulduğunda yüzünde ki ifade küçük bir bebeğinkinden farksızdı.

 

"Bütün teşekkürler sana derken içimden ne eklemiştim bu söze biliyor musun?"

 

Duvar ve Selim'in arasında kalmıştım. Kolumda duran çantayı da çıkarıp hemen yanımda duran masaya bıraktım.

 

"Ne ekledin," dedim biraz daha cilveli bir tonlamayla.

 

Her zamanki eylemini yaparken baş parmağı yüzüme düşen saçlara dokundu. Saçlarımı önce okşayıp ardından kulağımın arkasına bıraktı.

 

"Bütün özlemler sana. Seni görene kadar gittiğim tüm görevlerde sadece vatanıma özlem duyduğumu düşünürdüm hep. Ama sen bu özlemlerin hepsiymişsin Efsun. Sen benim vatanım, nefesimmişsin."

 

Yüzü yüzüme çok yakın olduğu için sıcacık nefesini kulaklarımda hissederken gülümsedim. Zaten geldiğinden beri gülüyorsun, sadece şimdi değil diye fısıldadı içimde ki ses. Önce yanağımı okşadı, ardından parmakları usulca çeneme indi. Dudağımın hemen yanını okşadı.

 

"Bütün ricalar sana, derken bende bir şeyler eklemiştim."

 

Bakışları tekrar gözlerime çıktı.

 

"Sen benim eksik olan yanımsın. Sevdiğim adamsın, üzülmeme izin vermeyen, düşecek olduğumda bunu benden bile önce fark edip tutansın. Abimsin..."

 

Abim gibiydi ama başlarda onun da anladığı şekilde değildi bu. Onun gibi davranıyordu, sıcak, samimi, korumacı.

 

"Sen yanımda ol da, ne istersen olurum ben sana. Sen yeter ki hep şurada kal," dedi kavradığı elimi kalbinin üzerine koyarken.

 

Bütün dikkatimle odaklandığım şu anda hapşırması gülümsememi büyüttü.

 

"Gülme," dedi açık vermiş gibi.

 

"Hala o da alışamadı, seni gördüğü an heyecandan direkt ortaya çıkıveriyor. Nasıl bir etki bırakıyorsan bende."

 

Burnuma dolan kokusunu daha da hissetmek için derin bir nefes aldım. Sanki olmam gereken yer en başından beri burasıydı. Üzerimde aramakta olduğum yeri bulmuş olmanın rahatlığı vardı. Kollarımı boynuna doladım. O da kollarını belime sararken beni kendine çekti.

 

"O gün İzmir de düşen çiçek gibi, bende yuvamı buldum şimdi. Yuvamı aramak için buraya düşmüşüm bende."

 

Kapattığım gözlerimin arasından duyduğum tek şey kulağıma fısıldadığı cümle oldu.

 

"Ne çok yakıştın, kalbime, yuvama..."

 

 

Loading...
0%