Yeni Üyelik
27.
Bölüm

16.BÖLÜM

@livasayina

Hepinize merhaba. Efsun, büyümeye devam ediyor. Bildirimlerinizi görmek beni çok ama çok mutlu ediyor. Bölümü okurken yorumlarınızı ve bitirince yıldızlarınızı beklerim. Keyifli okumalarr..

                                                                                                       ◇

 

Ege kıyılarında dünya çingenelerinin başı olan, bir büyük çeri yaşardı. Bu çerinin aşiretinde adı dillere destan olan bir kız vardı. Bütün çingene kızları gibi sıradan bir güzelliği olmasına rağmen, çok güzel sesiyle öyle danslar ederdi ki, ünü bütün dünyaya yayılmıştı.

 

Yaşlı çeribaşı bu kızın cilve, işve ve danslarına kapıldığından her akşam Ege sahillerinde yaz eğlenceleri düzenlerdi. Bu eğlencelerde tahta fıçılarla, at arabaları dolusu şaraplar gelir, dünya çerileri arasından seçilmiş en iyi kemancılar, zurnacılar ve darbukacılar sahilde toplanırdı. Çok geniş dev halkalar oluşturulur, ortada çam odunlarından bir büyük ateş yakılırdı. Kuzular çevrilir, toprak testilerle şaraplar fıçılardan alınır, herkese dağıtılırdı.

 

Herkes bir büyük merak içinde çingene kızının çıkmasını, ünlü büyülü danslarını yapmasını beklerdi. Sonunda güzel çingene kızı, saçlarına taktığı yaban gülü, parmaklarında zilleri, uzun eteği ve şuh edasıyla ortaya çıkardı. Bir anda bütün sesler kesilir, saz ekipleri en oynak parçaları çalmaya başlar, çingene kızı da kıvrak bedeniyle dans ederdi. Hızla döndükçe etekleri bir gül gibi açılır, güzel bacakları ay ışığında Venüs heykelleri gibi parlardı.

 

İri kahve gözleri, can yakan endamı, şen şakrak neşeli sesi, zillerinin şıngırtısı bütün sahilde yankılanırken, toprak şarap testileri dolar dolar boşalırdı. Çingene kızının nereden geldiğini, kim olduğunu, hatta adını bile bilen yoktu. Ancak ipek saçlarına taktığı yaban gülü her zaman yerinde dururdu. Onu ne yatarken, ne dansederken, ne de bir başka zamanda gülsüz gören olmamıştı. Bu nedenle çingene kızına herkes Yaban Gülüm dediğinden adı Yaban Gülüm olmuştu. Bu da yetmemiş, çerinin adı da Yaban Gülüm Çerisi olarak ünlenmişti.

 

Anadolunun içlerinde, Ege'nin karşı sahillerinde, hatta arap kıyılarında Yaban Gülüm'ün methini duymayan kalmamıştı. Uzak iklimlerden onu izlemeye gelenler çoğunluktaydı.

 

Yaşlı çeribaşı sonunda sevdalandığı bu kıvrak çingene kızıyla hiçbir şeye aldırmadan kırk gün, kırk gece sürecek bir düğünle evlenmeye karar verdi. Düğünün her gecesi Ege sahillerinde şölen düzenlendi.

 

Düğünün son gecesiydi. Eğlencede su gibi şarap aktı. Aşirette Yaban Gülüm'e aşık olanlar, çeribaşını kıskanmaktaydılar. Herkesin sarhoş olduğu bir anda, kir, pasak ve yama içindeki bir çingene genci, çeribaşına saldırarak, onu bıçakladı ve öldürdü. Akan kanlara dayanamayan Çingene kızı denize doğru yürümeye başladı, herkesin gözü önünde...

 

Çingene kızı suya batmıyor, su yüzeyinde yürüyüp gidiyordu. Yürüdü, yürüdü, uzaklaştı, bir nokta gibi kaldı mavilerde ve kaybolup gitti.

 

Efsaneye göre çingene kızı kendisini çok seven çeribaşının üzüntüsünden çirkinleşti o gece...

 

Sadece her dolunayda eski güzelliği, eski endamı, eski yakıcılığıyla Ege sahillerine çıkar, görünmez sazların eşliğinde çingene danslarını yapar, sonra da geldiği denize yürür, suların üzerinde, mavilerde kaybolur gider.

 

Bu yüzdendir ki, Ege sahillerinde yaban gülleri her dolunayda açar, ormanlardan çigan müziği sesleri gelir. Egenin sularında her günbatımındaysa, bir çirkin çingene kızının hayali belirir, ve bu hayal bulutlara vururdu...

 

                                 ◇ 

 

Gidenler geride kalanları, geride kalanlar gidenleri aynı oranda özler miydi? Yoksa sadece birine mi daha zordu özlemek?

 

Bizim için hangi durum geçerliydi bilmiyorum ama ikimize de çok zordu. Daha yeni yeni beraber zaman geçirmeye başlamışken araya tekrar mesafeler girmesi ikimiz içinde çok zor olmuştu. Onlar gideli iki hafta olurken ben tatilimi bitirmiş ve geri dönmüştüm. Biriken evrakları doldurup kolları için tedaviye gelen hastamı muayene ettim. Öğle arası olup işler hafiflediğinde telefonu elime alıp zaman geçirmeye başladım.

 

Bade bir fotoğraf paylaşmıştı. Resmi incelediğimde aynı okuldan olduğunu düşündüğüm bir erkek arkadaşının doğum günüydü. Fotoğrafı beğenip uygulamadan çıktığımda telefonun çalmasıyla şaşırmıştım. Arayan Ercümentti. Bugüne kadar neredeyse hiç beni aramadığı için içimde az da olsa bir merak oluşmuştu.

 

"Efsun," dedi telefonu açar açmaz.

 

Ses tonu nefes nefese kalmış gibiydi. Aklıma gelen senaryoları geri plana atmaya çalışarak derin bir nefes aldım.

 

"Neredesiniz siz?"

 

Bu soruyu sormak için bu kadar gerilim yaratmasına elbette ki gerek vardı. Düşündüğün şeylerin hiçbirisi olmadığını fark ettiğimde kendimi oldukça rahatlamış hissediyordum.

 

"Ben revirdeyim, odamda. Siz derken, biz kim Ercüment?"

 

Konuşma ilerledikçe durumu yavaş yavaş anlamıştım. Ercüment'in meraklı hallerini ilk kez görüyordum, biraz eğlenmekte sorun olmazdı bence de.

 

"Yani İpek, Ecem," dedikten sonra bir süre sessiz kaldı.

 

"Bade?"

 

Dağın başında internetin çektiği bir yer bulup o resmi görmesi de ayrı bir soru işaretiydi. Bende bir süre sessiz kalarak merakının devam etmesine sebep oldum.

 

"İpek ve Ecem de burada. Bade'yi görmedim bugün. Arkadaşları ile falan buluşmuştur."

 

Çünkü biz Şırnak da her gün birileri ile buluşuyorduk. Bade de buraya geldiğinden beri sosyal hayatının bittiğinden yakınıp duruyordu. Ercüment sesli bir nefes verdiğinde gülümsememi duymaması için çabaladım.

 

"Telefonu kapalı," dedi kendi kendine konuşur gibi.

 

"Nerede it kopuk var onları buluyor bu kız. Çıldırtacak beni."

 

Bade oldukça neşeli bir insandı. Hatta bizlere göre daha geniş bir arkadaş çevresi vardı. Buradayken bile sık sık onlarla vakit geçiriyordu. Ercüment kendi kendine bir şeyler daha mırıldanırken ben oturduğum koltuğa yayılmakla meşguldüm.

 

"Sen, abarttın mı biraz?"

 

Sorumu duyunca afallamıştı. Boğazını temizleyip bozuntuya vermemeye çalıştı.

 

"Yani, komutanın kızı sonuçta. Bir de babalarımız falan tanışıyor ya ondan şey ettim ben. Yoksa bana ne? Kocaman kız oldu artık."

 

Ercüment daha fazla pot kırmak istemez gibi telefonu kapattı. Elimde ki telefonu masanın üzerine bırakıp derin bir nefes aldım. Sabahtan beri dinlenmeden çalıştığım için artık mola verebilirdim. Hava almak için bahçeye çıktığımda karşımda gördüğüm Bade yüzümü güldürmüştü. Beni görünce koşar adımlarla yanıma geldi.

 

"Nasılsın Efsun?"

 

Yüzünde her zamanki mutlu hali yoktu. Onun yerine daha düşünceli, daha sakindi. Bakışlarımda ki şaşkınlığı hissedince saçlarını düzeltip konu açmaya çalıştı.

 

"İyiyim. Sen nasılsın? Bugün arkadaşlarınla buluştun sanmıştım."

 

Fotoğraftan bahsettiğimi anlayınca gülümsedi.

 

"Belli oluyor muydu?" diye sordu sevinçle.

 

Belli olan ne, sorusunu içimden sorduğumu sanarken dışından da sormuştum.

 

"Yani yakın gibi duruyorduk, değil mi?"

 

Yakın gibi? Zaten yakın değil miydi? Aksi halde Bade istemediği birinin yanında asla durmazdı. Cevap vermek yerine başımı salladığımda yüzünde ki gülümseme biraz daha büyüdü. Bu konuyu kapatıp başka bir konuya geçtiğinde bende daha fazla soru sormadım. Bade bu kadar hevesli olduğuna göre elbet yakında çıkardı kokusu. Ben öğle arasında ki iznim bittiği için odama geçerken Bade soluğu Ecem'in yanında almıştı.

 

Kaç saat çalıştığıma bakmadan bilgisayarda ki dosyaları düzenlemeye devam ettim. Kapı çaldığında arka arkaya gir, dememe rağmen kimse yoktu. Bu durum biraz gerilmeme sebep olurken ayağa kalkıp kapının kolunu kavradım.

 

"Gir dedik iş-"

 

Cümlemi tamamlayamadan karşımda gördüğüm çiçek buketi ile olduğum yerde kalmıştım. Çiçeklerin ardından o tanıdık sima arka planda yavaş yavaş belirirken yüzüme bir tebessüm yayılmıştı.

 

"Çok gerginsiniz doktor hanım."

 

Hiç düşünmeden kollarımı boynuna dolarken onun elleri de belimi sarmıştı. Müptelası olduğum kokusu burnuma dolmaya başladığında hiç uzaklaşmak istemedim.

 

"Selim," dedim geri çekilirken.

 

"Gelmişsin."

 

Daha birkaç saat önce Ercümentle konuşmama rağmen geleceklerini bilmiyordum. Hangi ara aldığını bilmediğim çiçekleri kucağıma bıraktığında yüzümdeki gülümsemeyle çiçeklerimi inceledim.

 

Beyaz güllerden oluşan, açık pembe kurdelesi olan bir buketti bu. Güzel kokuları burnuma dolarken birkaç daha koklayıp masamın üzerine bıraktım elimdeki buketi.

 

"Geldim, sürpriz yapayım dedim ama kızdırdım sanki biraz?"

 

Aklıma birkaç ay öncesi gelmişti. Selim'in tedavi için her gün odama gelmesi, beni birkaç olsun normal şekillerde karşısında bulmadığını söylemesi. Aynı şeyleri tekrar yaşamış gibi hissediyordum. Kapıda kaldığını fark edince içeriye girip kapıyı kapattı.

 

"Kızgın değilim ben. Hem sürpriz yapmış oldun evet, haberim yoktu."

 

Birkaç adım attığında yanıma yaklaşmıştı. Ben masama dayanmış bir halde onu izlerken o da birkaç adımda yanıma gelmişti.

 

"Diğerlerine karşı olan bu tavrın hoşuma gitti. Aynı zamanda ona sarkıntılık yapan o şerefsizleri kendi elleriyle dövmüş olan bir sevgilim var," dedi hayranlıkla.

 

O olayı asla unutmuyordu. Adamlar tutuklanana kadar uğraşmaya devam etmişti.

 

"Diğerlerine karşı olan tavrım derken? Seni onlardan ayıran ne komutan?"

 

Sesimde ki imayı anlamış gibi güldü. Artık bir nefes kadar yakınımda olduğunda masanın üzerine oturup kollarımı boynuna attım. Gamzesi belli olacak kadar güldüğünde bende ona gülümsedim.

 

"Bu naif, yardımsever görüntünün altında bir kişiliğin daha var sanki. Sert, asi, ne istediğini bilen..."

 

Gözlerini gözlerimden ayırmadan konuşmaya devam etti. İkimizde neredeyse nefes bile almadan tam şu anda kalmıştık.

 

"Çok seviyorsam demek ki, seni diğerlerinden ayrı tutan bir şeyler olmuş."

 

Yüzünde ilk defa gördüğüm o çapkın gülümsemesi şaşırmıştı.

 

"Eyvallah. Sevdiğin için dövdüğün kişiler listesine gitmekten de yırttık be Füsun."

 

Kaşlarımı çatıp kızgın gibi durmaya çalıştım. O karşımda gülerken hiç kolay olmuyordu ama bence başarabilmiştim.

 

"Bakma öyle, adamın boynunda hala morluk vardı. Olayın üzerinden kaç gün geçmesine rağmen izleri hala geçmemiş. Polis resmini gösterince aman polis bey dünya ahiret bacımdır. Allah yolumuzu bir daha denk düşürmesin, dedi."

 

Demek ki doğru bir şeyler de söyleyebiliyordu. Bence de amin, diye geçirdim içimden.

 

"Gören de yaka paça dövdüm sanacak. Alt tarafı boynunda tırnak izi olmuş biraz."

 

Sanki mümkünmüş gibi biraz daha yaklaşıp aramızda ki mesafeyi daha da kapatmaya çalıştı. Yüzündeki gülümseme daha önce hiç görmediğim türdendi. Daha çapkın, daha bir şeyler hoşuna gitmiş gibi.

 

"Nasıl duruyordu boynunda tırnak izleri? Yanlış kişide denemişsin, göstersene bana da."

 

Göreve gitmek ya da ilk defa bu kadar ayrı kalmak yaramamıştı bu adama. Gülme şekli bile değişmişken daha arsız birisi olmuştu. Ancak bu durum benimde hoşuma gitmişti, ona ayak uydurup gülümsedim.

 

"Sen baya konuşkan birisi olmuşsun. Komutan şöyle böyle derken şaşırıyorsun beni,"

 

Sayamadığım kez tekrar hapşırdığında bozuntuya vermeden tekrar eski konumunu aldı.

 

"Nasılmış komutan, anlatsana biraz. Şöyle sabaha kadar falan konuş mesela, sen konuştukça ben seni dinleyeyim."

 

Dudakları yavaş yavaş benimkilere yaklaştığında aniden açılan kapıyla irkildim. Ben geriye doğrulurken Selim kaşlarını çatmış gelen kişiye bakıyordu.

 

"Yok artık," dedi Ercüment bir eliyle yüzünü kapatırken.

 

"Başlarım senin belana Ercü."

 

Ben yanaklarımın kıpkırmızı olduğunu hissederken Ercüment de gülümseyerek ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. Aksi halde başına gelecekleri o da tahmin ediyor gibiydi.

 

"Ben, Efsun'a bir şey sormak için gelmiştim. Ne bileyim revir odasında flörtleştiğinizi?"

 

Selim cevap vermek için dudaklarını araladığı sırada açılan kapıdan bu kez de Bade girmişti.

 

"Yok anasını satayım, şu kapıyı çalarak açan bir Allah'ın kulu yok."

 

Bade ne oluyor bakışlarıyla ortamı süzerken bende hala masada olduğumu hatırlayıp aşağıya indim. Ercüment, Bade'ye yan yan baktığında karşı taraf bunu hiç umursamamıştı.

 

"Çıkma saatime var hala. Kahve içer misiniz?"

 

Selim pes etmiş bir şekilde kendini koltuğa bırakırken Ercüment ve Bade ikilisi birbirine birkaç saniyelik bir bakış attı.

 

"Ben içerim," diye atıldı Bade.

 

"İçmem," diye aynı anda cevapladı Ercüment.

 

Bade şaşkınlıkla yanında ki adama bakarken Ercüment koltuklara geçip Selim'in yanına oturdu.

 

"İçermişiz."

 

Bade, Ercüment'e onunda göreceği şekilde göz devirip yerine oturdu. Bende Ecem'e kahveler için mesaj attıktan sonra yanlarına oturmuştum. Ercüment bakışlarını inatla Badeden kaçırsa da alttan alttan Selim'e bakıyordu. Ecem kahveleri getirip yanımızdan ayrıldığında Ercüment sesli bir şekilde kocaman bir yudum aldı kahvesinden.

 

"Düzgün iç," diye mırıldandı Selim.

 

Ortamda anlamadığım bir gerginlik vardı. Selim de sanki bu konuyu biliyormuş ama dahil olmak istemiyormuş gibi bir havası vardı. Bade bacak bacak üstüne atıp kahvesini yudumlamaya başladı.

 

"Kibarlık beklediğin adama bak abi," diye bir kahkaha attı.

 

Ercüment anında bakışlarını Bade'ye çevirdi.

 

"Bulaşmasana kızım sen bana. Yok mu bir planın, git buluş arkadaşlarınla."

 

Selim kahvesini ayıp olmasın diye iki yudumda bitirirken ben sakin sakin yudumlayarak karşımda ki ikiliyi izliyordum.

 

"Sabah buluştum işte, ayrıca sana ne? Senin yok mu bir planın? Hayır yani bir sarışın solunda, bir esmer sağında falan?"

 

Ercüment bir anlığına söylenenleri düşündü. Bade'nin söylediklerini anlamış olacak ki ona belli etmeden gülümsedi.

 

"Daha görevden yeni geldik, acele etmeye gerek yok."

 

Bade fincanını sert bir şekilde ortada ki sehpaya bıraktı. Önce saçlarını sonra oturuşunu düzeltti. Öyle yapsa da olmadı, tekrar sağ tarafına döndü yine olmadı.

 

"Paşamızda ki keyfe bakın ya, acele olmasın diye ertelemiş buluşmayı."

 

Ercüment keyifle kahvesini içmeye devam ediyordu. Selim ensesini ovarken sol tarafına hiç bakmıyordu bile.

 

"Sen boşver onları da şu senin fotoğrafta ki Kılkuyruk kimdi onu anlat."

 

"Eymen, okuldan arkadaşım. Doğum günüydü, kutladım bende."

 

Ercüment tekrar güldü. Bu kez hoşuna gitmiş gibi değilde alay eder gibiydi.

 

"Her doğum günü olan ile fotoğraf mı paylaşıyorsunuz siz küçük hanım? Şahsen biz hiç görmedik onları da."

 

Ercüment'in doğum günü geçmiş miydi? Bu konuyu daha önce hiç konuşmadığımızı fark edip zihnimde bir köşeye not aldım.

 

"Dün," dedi Bade.

 

"Dün uygulamaya girer girmez senin yaptığın paylaşımı gördüm. Doğum günündü işte, bir sarışın bir esmer kutlamışlar. Araya girmedim."

 

Bade'nin bahsettiği fotoğrafı görmemiştim. Selim cebinden çıkardığı telefonundan o fotoğrafı açıp bana uzattı. Bade'nin de dediği gibi Ercüment'in yanında iki kadınla beraber paylaştığı bir fotoğraf vardı.

 

"Hala bir sarışın bir esmer diyor ya," diye güldü Ercüment.

 

Fotoğrafı geçip bir sonra ki paylaşımı açtığımda karşıma kısa bir yazı çıkmıştı. Bir kadının paylaştığı bu yazıyı Ercüment tekrar paylaşmıştı.

 

Yıllar önce bugün babamızı kaybetmiştik. Sen bu mutlu gününde hiç tanımadığın bizlere sahip çıktın, kardeşimin tedavi olmasına yardım ettin. Bir abim olsaydı en fazla bu kadar severdim sanırım. İyi ki doğdun abi, iyi ki varsın.

 

Olayı şimdi anlamıştım. Bade fotoğrafı görür görmez telefonu kapattığı için bu yazıyı görmemişti.

 

"Niye, yalan mı söylüyorum? Bizde seni göreve gitti diye biliyoruz beyefendi takmış koluna iki tane güzel kız, o fotoğraf senin bu fotoğraf benim sırıtıyormuş."

 

Ercüment artık dalga geçmiyordu. Sıkıntılı bir nefes verip derin bir nefesi daha içine çekti.

 

"Ben sen değilim Bade! Ne olduğunu bilmediğim bir adamı alıp aynı kadraja gülümseyecek biri değilim."

 

"Allah bilir başka kimlerle fotoğrafların vardır da paylaşmıyorsundur sen,"

 

"Başka biri yok," diye bağırdı Ercüment.

 

Selim de bunu beklemiyormuş gibi başını Ercüment'e çevirdi. Bütün olayların kırılma anı belki de tam olarak şu andı. Bade nasıl yani, der gibi Ercüment'e baktı.

 

"Senden başka biri hiç yok."

 

İşte buna bütün hücrelerimle şaşırabilirdik. Tamam, belki de başından beri bu ikilinin çok yakıştığını söyleyen sadece ben değildim ama Ercüment'in yaptığı bu ani itiraflar beni bile dumura uğratıyordu.

 

"O gün saçlarını savura savura bizim evin kapısından girdiğinden beri senden başka biri yok. Allah belamı versin ki daha o zamandan aşık oldum işte. Oysa benim neyime senin gibi bir komutan kızını sevmek?"

 

Ercüment kendi kendine konuşurken Bade gözünü kırpmadan ona bakıyordu. Bade susması için Ercüment'in ağzını eliyle kapatıp gözlerine baktı. Kimse konuşmuyordu, konuşan sadece gözleriydi.

 

"Senden başka hiç kimse," dedi Bade.

 

"Böyle davranmama sebep olmadı."

 

Elini yavaş yavaş çektiğinde bakışları hala birbirilerinin gözlerinde sabitti.

 

"Kolay mıydı sanıyorsun? Babamın abin o senin diye çocukluğumdan beri beni emanet ettiği adama aşık olmak, her saniye acaba başına bir şey geldi mi diye düşünmek? O fotoğrafı görür görmez ne yaşadığımı bir ben biliyorum Ercüment."

 

Bade, Ercüment'e ilk defa adıyla seslenmişti. Ecü, dememişti. Ercüment de buna şaşırırken artık konuşmuyordu.

 

"Asıl ben," dedi dudaklarını güçlükle araladığında.

 

"Dağın başında o lavuğu görür görmez ne hissettim haberin var mı? Benim incinir diye saçına bile dokunamadığım kadının saçlarını ellediğini gördüğümde, hayran hayran sana baktığını fark ettiğimde... Yüzlerce kurşun yesem bu kadar canımı acıtmazdı."

 

Bir anda nasıl bu hale gelmiştik bilmiyorum ama gelmiştik. Bade cevap vermeden Ercüment'e sarıldığında bende ne zamandır nefes almıyormuş gibi derin bir nefes aldım. Selim burada olduğunu hatırlatır gibi bir ses çıkardığında ikisi de yavaşça geri çekildi.

 

"Kendi komutanımın kızının ve kardeşimin gözümün önünde aşk itirafı yapmasını da izlediğime göre, müsaadenizle sevgilimi alıp gidiyorum ben. Siz de birbirinizi mi yiyorsunuz, barışıyor musunuz ne yaparsanız yapın."

 

İkilinin şaşkın bakışları eşliğinde uzattığı elini tuttum. Askıdan çantamı almamla beraber çoktan dışarıya çıkmıştık. Hava kararmaya başladığı için İpek ve Ecem de gitmiş olmalıydı. Konuşmadan arabaya bindiğimizde nereye gittiğimizi sormadım, Selim de hiç konuşmadı. O tüm ciddiyetiyle araba sürerken ben günlerin verdiği özlemle omu izliyordum. Kucağımda ki çiçek buketim de bizimle geliyordu, sonunu bilmediğim bir yere ilk defa hiç konuşmadan gidiyordum. Belki de bazen susmak gerekirdi, aşk iki taraf adına da konuşurdu?

 

                                 ◇

 

Odamda yaşanan itirafların üzerinden tam üç gün geçmişti. Bu üç gün içerisinde Bade bizim eve gelip olan biten her şeyi kızlara da anlatıp defalarca kez durum değerlendirmesi yapmıştı. Ecem henüz açılamadığı için Mert'e söylenirken bir de Merve'nin hamile olduğunu öğrenmişlerdi. Mert ne olduğunu anlamadan Ecem'in ona soğuk yaptığını düşünüyordu. Oysa Ecem hiçte kızgın değildi, Mert'in gönderdiği gülleri reçel yapıp her kahvaltıda yemişti.

 

Bu süreçte Selim de baş başa kalmak için her yolu denese de işe yaramıyordu. Bu ara işler yoğun olduğu için ikimiz de vakit geçirme fırsatı bulamamıştık. Annesinin beni arayıp sohbet ettiğini bile anlatamamıştım henüz. Tanışmadığım tek kişi ablası ve babasıydı. Sabah evden erken çıkmıştım bu da mesaimin başlamasına henüz var demekti. Askeriyenin bahçesine girdiğimde duvarın dibindeki masada oturan ekibe baktım. Burak, Kaya, Yavuz da beni görünce el sallamışlardı. Yanlarına gittiğimde Yavuz bir şey anlatıyormuş da ben gelince susmuş gibi davrandı.

 

Fark etmemiş gibi yaparak Kaya'nın yanına oturdum.

 

"Nasılsınız?"

 

Burak önce etrafa bakındıktan sonra elini saçlarına daldırdı. Canı sıkkın gibi duruyordu.

 

"İyiyiz abla, ne olsun işte. Sohbet ediyorduk öyle."

 

Yavuz konuşup ortamı yumuşatmaya çalışırken Mert yanımıza gelip elinde ki kartı Kaya'ya uzattı. Oturduğumuzu görünce o da bir sandalye çekip bize katıldı. Kaya'nın elinde ki karta bakmaya çalışsam da göremedim. O da kartı incelediğinde kaşları çatıldı.

 

"Rümeysa mı?"

 

Kaya'nın sert sesi kulaklarıma dolduğunda aynı soruyu bende kendime sordum. Rümeysa kimdi? Mert irkilip yerinde doğrulurken ciddi durmaya çalıştı. Burak, Yavuz ve ben ne olduğunu anlamadan onları izliyorduk.

 

"Bulduğum psikolog komutanım. Siz bana birini bul deyince,"

 

Kaya psikoloğa mı gidiyordu? Verdiği tepkiye bakılırsa kartta yazan kişiyi de önceden tanıyordu. Mert olduğu yerde utana sıkıla otururken Kaya'nın ciddi bakışları onun üzerindeydi.

 

"Başka birisi yok muydu? Yok Rümeysa falan."

 

Kaya başka bir şey demeden yanımızdan kalkıp giderken hepimiz arkasından bakakalmıştık. Rümeysa kimdi, neden bu kadar sert bir tepki vermişti? Elena konusunu da henüz bilmediği aklıma gelince düşündüm, psikoloğa geçmişi yüzünden mi gidiyordu?

 

"Kim bu Rümeysa?"

 

Yavuz nihayetinde konuya girdiğinde Mert derin bir nefes aldı. Anlatıp anlatmamak arasında kalıp sonrasında anlatmaya karar vermiş olacak ki konuşmaya başladı.

 

"Kaya komutanımın kanayan yarası."

 

Hepimizin ne, şeklindeki bakışları ona döndüğünde yutkundu. Etrafı inceleyip korktuğu kişinin çevremizde olmadığına emin oldu.

 

"Birkaç yıl önce komutanım psikoloğa giderken tanışmışlardı. Bizde çok bilmiyoruz ama Ulaş Komutanım biliyor hepsini. Kaya komutanım ne olduysa seanslara bir daha gitmedi, konusunu bile açtırmadı."

 

Selim bildiğinde göre anlatabilirdi. Daha fazla soru sormadan yerimden kalktım. Odama geçtiğimde masanın üzerinde küçük bir termos vardı. Yanında ki kağıdı elime aldığımda yüzüme bir gülümseme yayıldı.

 

İyileşeli uzun zaman olmadı, havalar sıcak deme iç bunu. Seni seviyorum.

 

U. Selim.

 

Diğerlerine Ulaş olurken bana Selim oluyordu. Daha önce bunu hiç konuşmamış olsak da oldukça hoşuma giden bir durumdu bu. Hala oldukça sıcak olan bitki çayından birkaç yudum aldım. Bugün uzun zaman sonra Selim kadar uzun sürecek bir hastam gelecekti. Onun belgelerini inceleyip dolaplarımı düzenledim. Her şeyi dağınık bir şekilde bıraktığım için her yer oldukça karışmıştı. Hastamın gelme saatine kadar boş kaldığımı fark ettiğimde İpek'in odasına gittim. Eylül ile beraber sohbet ediyorlardı.

 

"Efsun abla? Ne zamandır göremedim seni."

 

Eylül'e hepimiz çok alışmıştık. Akın ve İpek'in odaları arasında gidip geldiği için çok karşılaşma fırsatımız olmamıştı. Karşısında ki koltuğa oturup gülümsedim.

 

"Tatil, iş derken bende anlamadım ne olduğunu. Sen nasılsın, alıştın mı?"

 

Gülen gözleriyle İpek'e baktı. Onu çok sevdiği ve ablası gibi gördüğünü hepimiz biliyorduk.

 

"Hiç yabancı gelmedi ki burası. Uzun zaman sonra bir yerde nefes aldığımı hissettim."

 

Bizim oldukça sakin konuşmamızın üzerine çarpılan kapı irkilmemize sebep olmuştu. Önce Ecem ardından Bade içeriye girdiğinde Ecem derin derin nefes alıyordu.

 

"Ecem, sakin ol. Konuşalım."

 

İkisi beraber arkamızda ki sedyeye oturduklarında Ecem hala oldukça sinirli görünüyordu. Onu ilk kez bu kadar kızgın görmüştüm.

 

"Ayva reçelimi yaparken mi konuşalım Bade yoksa birkaç gün sonra Antalya'ya gidip o kızı bulduğumda mı?"

 

Bade derin bir nefes alıp başını iki yana salladı. Yardım edin dercesine baktığında ilk konuşan İpek oldu.

 

"Biri ne olduğunu anlatacak mı artık?"

 

Ecem dalga geçer gibi güldü. Üzerinde ki ince hırkayı çıkarıp yanına bıraktı. Ellerini serinlemek ister gibi salladı.

 

"Az önce Mert Bey ile konuştuk. Bir sorun yok gibi keyfi yerindeydi. Çünkü ben kaç gündür ona trip atmıyorum, onunla sürekli konuşuyorum ya."

 

Arka arkaya birkaç nefes daha alıp anlatmaya devam etti.

 

"Gülleri sorunca reçel yaptım, yedim dedim. Dalga geçer gibi ayva alıp gelmiş ya, bu daha lezzetli olur diyor bir de. Ya kızlar hadi bunu geçtim annem görücüye gitmiş dedi ya. Makbule teyze aynı mahalleden bir kız bulmuş izne geldiğinde görmeye gidelim demiş. Gelmiş bunu bize anlatıyor bir de."

 

Ayva reçeli konusunda hepimiz gülmemek için dirensek de son kısım bizi de düşündürmüştü. İşin aslı bunlardı, Ecem de birkaç gündür zaten kızgın olduğu için bu olanlar tuzu biberi olmuştu. Eylül ne olduğunu tan anlamasa da keyifli bakışlarla bizi izliyordu.

 

"Hepiniz aşık mısınız?"

 

İpek soruya yanıtsız kalırken benim cevabım oldukça belliydi. Eylül ile göz göze geldiğimiz an seni biliyorum, der gibi gülümsedi. Ecem yok yok anlamında bir şeyler mırıldanırken Bade sessizdi. Bir süre kendini yokladı, aşık mıydı? Cevabını kendisi de biliyordu ama dışarıya yansıtamıyordu.

 

Kapı çalınıp ortam sessizleştiğinde bende derin bir nefes aldım. Açılan kapıdan Burak görünürken elindeki kağıtlara baktım. İpek'e vermesi gereken birkaç rapora benziyordu. İpek raporları inceleyip imzalarken Eylül'ün karşısına, benim ise yan tarafıma oturdu.

 

"Merhaba," dedi Eylül.

 

Burak bunu beklemez gibi şaşırdı. Zaten sessiz bir yapısı olduğunu bilsem de bu şaşkınlık ve sersemlik hali de dikkatimi çekmeye başlamıştı.

 

"Merhaba," diye mırıldandı.

 

İpek raporlardan birinin uzun süreceğini, bilgisayarda sorun olduğunu söyledi. Burak sorun yok, beklerim der gibi kafa salladığında Ecem ve Bade odadan çıkmıştı.

 

"Ben sana teşekkür etme fırsatı bulamadım. İlk geldiğim günden beri çok yardımcı oldun, sağol."

 

Eylül hem gerçekten teşekkür etmek istiyordu hem de konu açmak istiyordu. Burada asıl olay Burak'ın sessiz bir insan olması değildi, Eylül'ün karşısında ne söyleyeceğini bilememesiydi. Bakışlarım kendiliğinden karşımda oturan kızı buldu. Kızıla çalan saçları, kahverenginin parlak bir tonu olan gözleri vardı. Küçük bir çocuğa benzediği kot bir tulum giymişti.

 

"Teşekkür edilecek bir şey değil aslında ama,"

 

Burak nihayet kafasını yerden kaldırıp Eylül'e bakmıştı. Gözlerinde ki ifade asla kendini ele vermiyordu.

 

"İçin rahat edecekse rica ederim."

 

Eylül masanın üzerinde duran bez çantadan bir saklama kutusu çıkartıp Burak'a uzattı. Burak elinde tuttuğu kutuyu incelerken Eylül gülümsedi.

 

"Dün İpek abla ile dolma yapmıştık. Abimler gelemedi, bunu onlara götürür müsün?"

 

Burak kutuyu önüne koyarken tamam anlamında başını salladı. Eylül çantadan çıkardığı başka bir kutuyu daha uzatınca şaşkınlıkla baktı.

 

"Bu da sana, senin için."

 

Bakışlarımız anında İpek ile kesiştiğinde o da benim kadar şaşkındı. Eylül bizimle böle konuşurken çekinmesine rağmen Burak'ın yanında oldukça normal davranıyordu. Üstelik çekinen, utanan kişi Buraktı.

 

"Yaprak sarması, sen dolma sevmezmişsin."

 

Böyle bir bilgiyi kısa sürede nereden öğrenmişti? Ya da üşenmeden çokta küçük sayılamayacak bir kutu sarmayı hangi ara Burak için hazırlamıştı. Eylül bizim şaşkın bakışlarımızı fark edince utanmış gibi başını öne eğdi.

 

"Dün abimi aradığımda yanımda Burak var demişti. Bugün gelemeyiz hem o sevmez dolma, dedi."

 

Akın farkında olmadan Eylül'e yardım ettiğini duysa ne düşündürdü acaba dememe kalmadan kapı yine açılmıştı. Akın yanımıza gelirken Burak olduğu yerde hareketlenmişti.

 

"Hızır? Rapor götüreceğim, dedin. Bakıyorum da hala buradasın."

 

Akın önce İpek'i ardından beni ve Eylül'ü inceledi. Burak'ın önünde duran kutulara bakarken o da kardeşinin yanına oturdu.

 

"Sistemde sorun var, o yüzden geç kaldı."

 

Açıklamayı yapan kişi İpek olunca ortam sakinleşmişti. Akın koltukta biraz daha yayılırken saate baktı. Bildiğim kadarıyla rütbe olarak Burak ondan daha üs oluyordu. Ancak rütbe dışında Akın'ın biraz daha ciddi olduğu çokça oluyordu.

 

"Abicim, sen nasılsın?"

 

"İyiyim," diye atıldı Eylül.

 

Akın kardeşinin toparlamasına sevinirken gülümsedi.

 

"Hem Burak da çok yardımcı oldu bana sağ olsun."

 

Aslında Eylül de haklıydı. Gizli görev, hastalık derken onunla en çok ilgilenen kişi Burak olmuştu. Bu yüzden bulduğu her fırsatta ona teşekkür ediyordu. Burak gülümsemeye çalışır gibi oldu ancak beceremedi. Akın'ın kaşları çatılırken ikiliye yandan bir bakış attı.

 

"Abi, Burak abi."

 

Burak kaçırdığı bakışlarını anında Akın'a çevirdi. Bir nevi sizin aranızda öyle bir şeyler olamaz, deme şekliydi. Ortamda ki sessizlik sürerken Burak ayağa kalktı. Masanın üzerindeki kutuları da eline alıp kapıya yöneldi.

 

"Sen işini bitirince almaya gelirim ben raporları. Şimdi gitmem lazım."

 

İpek başını sallayarak onayladığında Burak çoktan dışarıya çıkmıştı. Bakışlarını Akın'a çevirdiğinde Akın ne oldu ki, der gibi başını salladı. Onlar Eylül ile sohbet etmeye başladığında bende odama gitmek üzere yanlarından ayrılmıştım.

 

                                 ◇

 

Şu dağların ardında bile içimi ısıtan bir güneş vardı gökyüzünde. Yaz en sıcak günlerini yaşatıyordu bu günlerde. Hava tam dışarıya çıkıp vakit geçirmelikti. Saçlarımda ki kurdeleyi düzeltip aynada ki yansımama gülümsedim. Geçen gün Selim'e gelen sürpriz telefonla beraber bize de Uşak yolu görünmüştü. Gideceğimiz aklımın ucuna bile gelmezken Şirin teyzenin arayıp kuzenini istemeye gelecekler, gel, demesi üzerine ben de davet edilmiştim. Elbisemi de valize kattığıma emin olduktan sonra salona geçtim.

 

İpek ve Ecem yorgunluktan koltuklara bayılırcasına uzanmışlardı. Selim'in gelmesini beklerken bende koltuklardan birine oturdum.

 

"Gidiyorsun Efsun, biz yine gelemiyoruz."

 

Uzun zamandır beraber vakit geçirememiştik. Oradan dönünce tekrar göreve gidecekleri için yine başbaşa kalmış oluyorduk. Üstelik Tuna ne kadar güvenli bulmasa da Merve'nin ısrarı üzerine buradan bir ev tutup taşınmaya başlamışlardı. Bebek doğunca bizde yanında olabilecektik böylece.

 

"Olsun, biz de ilk fırsatta vakit geçirmek için bir şeyler yaparız."

 

Ecem hala gergindi ama Mert'in istemeye gitmediğini duyunca biraz da olsa yumuşamıştı. İpek ise Akınla beraber oldukça güzel ilerleyen bir ilişkinin içine girmişti tekrardan. Mesaj gelince telefonun ekranını kontrol ettim. Selim gelmişti.

 

"Seninki gelmiş galiba, in sen. Şimdi Ece falan der."

 

İkisiyle de sımsıkı sarılıp aşağıya inmek için kapıya yöneldim. Açar açmaz karşımda Selim'i görmeyi beklemeyince afallamıştım. Beni kısaca süzüp bakışlarını gözlerimde durdurdu. Yanağıma küçük bir öpücük bırakıp gülümsedi.

 

"Valizini aşağıya getirmeni bekleyeceğimi düşünmedin herhalde."

 

Yani aslında düşünmüştüm. Ama bu onun düşüncesiz olduğunu düşünmemden kaynaklı falan değildi, taşıyabilirim diyerek kendim götürmeye çalışmıştım. Valizimi çok hafifmiş gibi sepet taşırcasına havaya kaldırdı. Kapıyı kapatıp merdivenlerde onu takip ettim. Arabaya bindiğimizde gözlüklerini yakasından çıkarıp bana uzattı. Saçını düzeltirken arabayı çalıştırdı.

 

"Bu sefer takmayacak mısın?"

 

Mevsim kış bile olsa takacaktı illa bu gözlüğü. Çıkarıp vermesi şaşırtmıştı. Dudakları yukarıya doğru kıvrılırken bana döndü.

 

"Yol uzun Füsun, her yolculuğumuz da sürekli beni izlediğini de biliyorum. Sana yardımcı olmak için çıkardım."

 

Yanaklarıma basan ateş dalgası beni dumura uğratmıştı. Bu adam sevgili olduktan sonra tamamen değişmişti, gerçi ilk tanıştığımız günlerde bile mesaj atıp öyle yapma rujun siliniyor demişti.

 

Hiçte bile, der gibi önüme dönüp konuyu değiştirmeye çalıştım.

 

"Çok yakışacaksın Efsun," dedi fısıldar gibi.

 

Bakışlarımı usul usul ona çevirdiğimde hala bana dönük olduğunu ve pür dikkat beni incelediğini gördüm. O böyle yaptıkça ben nasıl trip atacaktım ki?

 

"Neye," dedim bende onun gibi.

 

"Memleketime," dedi hiç düşünmeden.

 

Aslen Rizeli olsa da çocukluğunun büyük bir kısmını Uşakta geçirmişti. Orayla arasında çok daha derin bir bağ kurmuştu. Tuttuğu elimi dudaklarına götürdüğünde gülümsedim. Yola çıktığımızda daha fazla dayanamayarak kafamı koltuğa yasladım. Bakışlarım otomatik olarak sola döndü. Sakalsız yüzü, siyah gözleri ve alnına düşen küçük saç telleri...

 

Benim açımdan oldukça keyifli bir yolculuktu.

 

"Karayemiş dibine karayemiş fidanı..."

 

Kulaklarıma dolan sese şaşırdım. Selim'in hangi ara açtığını görmediğim radyodan gelen sese kulak verdim.

 

Karadeniz bizi her anlamda bir araya mi getiriyordu sahi?

 

Bakışlarından belli, sevda bunun adı.

 

Bakışlarıma bu kadar takıldığını dikkat etmemiştim. Bozuntuya vermeden arabayı sürmeye devam ediyordu. Nakarat kısmı biterken sesi biraz daha açtı.

 

Senin güzel gözlerin, aldı aklımı benden.

 

Ben anında ona dönerken onun yüzünde de kocaman bir gülümseme vardı.

 

Öyle sevda olsam ki hiç ayrılmasam senden...

 

Bakışlarımız birkaç saniye aynada kesişti.

 

"Öyle sevdam ol ki hiç ayrılma benden Efsun."

 

Dayanamayıp yanağına bir öpücük bıraktım. Yüzünün aldığı şaşkınlık ifadesini görünce küçük bir kahkaha attım.

 

"Yavrum yapma yolda şöyle şeyler,"

 

Küçük bir çocuk gibi oluşunu çok seviyordum.

 

"Hani bana demiştin ya kendini benim gözümden görsen abarttığımı düşünemezsin diye bende öyle düşünüyorum," dedim.

 

Ona oldukça normal gelen saç rengi, yanağında ki gamze, sol elinde ki küçük ben, hepsi kalbimin ritmine ritim katan şeylerdi. Yol devam ederken Selim benim uyumamama şaşırmıştı. Arka koltuğa battaniye ve yastık koymuştu. Uşak, yazan tabelayı gördüğümde derin bir nefes aldım. O benim ailemle tanışmıştı, şimdi sıra bana gelmişti.

 

"Dur," dedim aniden. Elimi boşta kalan koluna attığımda şaşırarak anında durdu.

 

"Efsun, iyi misin?"

 

Telaşlanmıştı. Saçlarımı geriye atıp çenemi tuttu. Gözlerimi gözlerine çevirdi.

 

"İlk defa gidiyorum ya ben tanışmaya, hediye almadık biz."

 

Kaşları çatılırken ben oldukça ciddiydim. Hem o gelirken annemlere ayrı ayrı hediye almıştı, bana sormadan. Ben sormazsam alamazdım ki, kim neyi severdi bilmiyordum.

 

"Sana bir şey oldu sandım," dedi derin bir nefes alırken.

 

İsteğimi kabul edip alışveriş yapacağımız bir yere getirmişti beni. Elimi tuttuktan sonra mağazaların arasında gezmeye başladık. Daha yeni gelmemize rağmen herkes bizi tanıyor gibi bakıyordu.

 

"Oo Ulaş'ım," diye seslenen adama döndüm.

 

Bir sarrafiyenin önünde çay içiyordu. Bizi görünce elinde ki çayı küçük masaya bırakıp yanımıza geldi.

 

"Hoşgelmişsin be özlettin kendini."

 

"Hoşbulduk Seyfettin amca."

 

İkisi sarılırken adam benimde burada olduğumu yeni fark etmişti. Geri çekilirken ikimize bir bakış attı.

 

"Hayırlı bir iş için mi geldin yoksa?"

 

Konuşma tarzı biraz farklıydı. Sanırım uzun zamandır burada yaşadığı için ona göre konuşuyordu. Selim gülerek bana baktı.

 

"Şimdi değil ama yakında inşallah."

 

Evren bizi evlendirmeden rahat durmayacaktı. Niye evlenip gezmiyorduk ki biz zaten? Seyfettin amcanın yanından bir iki adım uzaklaşmışken bu sefer de yaşlı bir teyze seslenmişti. Elinde ki bastonuyla olabildiğince hızlı bir şekilde yanımıza geldi.

 

"Hayırsızın oğlu, geldin de bizi niye görmüyorsun?"

 

Selim teyzenin elini öptükten sonra sarıldı.

 

"Daha yeni geldim Güleser teyze, kimseye haber vermedim. Sen ne yapıyorsun burada yalnız mısın?"

 

Güleser teyze de beni fark edince incelemeye başladı. Yüzünde keyifli bir gülümseme vardı.

 

"Yalnızım tabii. Şarpo almaya geldiydim, seni görünce de bu bizim oğlana benziyor diye geldim yanınıza."

 

Selim, Güleser teyze daha fazla ayakta kalmasın diye biraz ileride ki çay ocağına oturdu. Bende hemen yanına otururken yanımıza gelen adamla da kısaca selamlaştı. Üç çay siparişini alan adam giderken Güleser teyze bastonuna yasladığı çenesiyle beni süzüyordu.

 

"Kızımız da pek güzelmiş maşallah. Adın ne kızım?"

 

Güleser teyze oldukça samimi bir insandı. İlk dakikadan bile ısınmıştım ona.

 

"Efsun."

 

Selim'e bakıp gülümsedi. Hadi yine iyisin, der gibi başını salladı. Çaylarımızı getiren çocuk şaşkınlıkla Selim'e baktı.

 

"Ulaş abi? Gelmişsin."

 

Bu kez de onların sarılmasını izlemiştim. Her gelen direkt sarılıyordu adama, yani ben bu kadar sarılmamıştım daha. Selim çocukla kısa bir sohbet etti. Çocuk yanımızdan ayrılırken Güleser teyze çayından bir yudum aldı.

 

"Seni herkes tanıyor burada," dedim sesimde ki hayranlığı gizleme gereği duymadan. Güleser teyze anlatmaya başlayınca Selim konuşmaktan vazgeçip çayını içmeye başlamıştı.

 

"Bu deli oğlanı burada tanımayanı bulamazsın kızım. Az koşturmadı şu sokaklarda."

 

Avucumda ki sıcak bardağı biraz daha sıkı kavradım. Keyifle etrafıma bakındım. Selim'in küçüklüğünün etrafımızda koşturduğunu düşündüm.

 

"Bu şehirde yaşayan herkesin küçük kahramanı o."

 

Kahraman kısmını duyunca Selim'in bakışları kısa bir süreliğine kısıldı. Güleser teyze benim kendisini ilgiyle dinlediğimi görünce anlatmaya devam etti.

 

"Buralarda gezerken bizim gibi yaşlıların bakkal defterine yazdırdığı borçları görmüş. Ödemeye geldiğimizde bi duyardık ki bizim ufaklık tüm kumbarayı oraya boşaltmış."

 

"Bunları konuşmaya gerek yok ki Güleser teyzem," dedi Selim.

 

Çaylar bitene kadar sohbet etmiştik. Sonunda Güleser teyze evine giderken biz de alışverişimize devam ettik. Hediyelik eşyaya benzer eşyaların olduğu bir mağazaya girdik.

 

"Şimdi, sırayla bana aile üyelerinin sevebileceği şeyleri söylüyorsun," dedim parmağımı ona doğru tutarak.

 

Parmağımı uzattığım elimi tuttu ve öptü.

 

"Seni," dedi.

 

"Ama bu hiç adil değil," dedim itiraz ederken. Hemen yanında ki kolona yaslanmış beni izliyordu.

 

"Sen hem her fırsatta güzel şeyler yaparak beni utandırıyorsun hem de hediye almama engel oluyorsun. Selim, yardım etmene gerçekten çok ihtiyacım var."

 

Başını sallayıp kabul ettiğinde rafların arasında ilerlemeye başladık. Siyah bir masa lambasının önünde durdu.

 

"Babam emekli doktor. Hala çalışmayı çok sever, işine yarayabilir."

 

Lambayı sepete atmıştım. Gerçi sepetim Selim'in kucağı olmuştu. İlerledikçe takıların ve tokaların bulunduğu kısma gelmiştik. Ucunda küçük bir yıldız olan kolyeyi ve krem, siyah renklerinden oluşan fuları elime aldım.

 

"Ablama mı?"

 

Elimde ki eşyalara bakarken şaşırmış görünüyordu. Başımı sallayarak cevap verdim.

 

"Zevkiniz nasıl bu kadar benzeyebilir?"

 

Bunu daha önce de birkaç kez söylemişti. O beni ablasına ben onu abime benzetiyordum. Bakır eşyaların yanına geldiğimizde durdu. Şirin teyzeye hediye alacağımız kısım da burası olmalıydı.

 

"Şirin sultan yaşadı," dedi gülerken.

 

Yanımıza gelen satıcı sağ taraftakilerin sahte, sol taraftakilerin gerçek bakır olduğunu söyleyip gitmişti. Hiç düşünmeden gerçek olanların yanına gidip orta boy bir tavayı aldım.

 

"Fazla bonkörsünüz Efsun Hanım."

 

Kendisi sanki babama askeriyeye dair en eski eşyaları bulup getirmemişti. Annemin her telefonda yakındığı pilav tenceresini almamıştı. Alp'e ise çok özendiği kamuflajlı bir ceket almıştı.

 

Kasada ki işimiz bittikten sonra tekrar arabaya binmiştik. Sırada ki varış yerimiz artık evdi. Tanışmamıza çok az kalmışken derin bir nefes alıp camdan dışarda ki manzarayı izlemeye devam ettim.

 

                                ◇

 

Önünde kocaman bir bahçesi olan beyaz, müstakil bir ev. Kapıdan girer girmez insanın derin bir nefes alası geliyordu. Oldukça huzurlu hissettiren eve bakmaya devam ettim. Selim kapıyı çaldığında çok geçmeden açıldı.

 

Siyah saçlarını küçük bir topuz yapmış, benden biraz kısa bir kadındı Şirin teyze. Önce Selim'e bakıp eliyle ağzını kapattı. Gerçekten gelmiş olmamıza çok şaşırmıştı. Beni görür görmez gülümsemesi daha da büyüdü.

 

"Kızım da gelmiş," derken sıkıca sarıldı.

 

Samimiyetine karşılık olarak bende kollarımı sıkıca ona sardım.

 

"Pabucumuz çoktan dama atılmış bile anne?"

 

Şirin teyze geri çekilirken gülmeye devam ediyordu. Eliyle gel diyip oğluna da kocaman sarıldı. İçeriye girdiğimizde Selim yerde ki çantaları da alıp bize katıldı. Oldukça geniş bir salondu bu. Krem renklerinde ki oturma gruplarında bize bakan meraklı gözler vardı.

 

"Bu Ulaş'ın babası, Kemal. Bunlar da ablası Ela ve eniştesi Levent."

 

Şirin teyze herkesi tek tek tanıttıktan sonra birkaç adım atıp yanlarına gittim. Kemal amcanın elini öptüğümde kısaca o da sarılmıştı. Levent abinin elini sıkarak selam verdikten sonra sıra Ela ablaya gelmişti.

 

"Geldi bizim kız sahiden anne."

 

O da Şirin teyze kadar anaç bir samimiyetle sarıldığında gülümsedim. Benden sonra Selim'e de tek tek sarılsalar da beklediği karşılamayı görememiş gibiydi. Yemek masasına geçtiğimizde hayranlıkla masada ki yemeklere baktım. Sayamayacağım kadar çok çeşit vardı.

 

"Tarhana çorbası, yumurta sızdırması, çömlek kebabı, höşmerim..."

 

Ela abla anlatırken ben gerisini dinleyememiştim bile. Hepsinin tadına bir an önce bakmak istiyordum. Selim'in ve benim tabaklarımız doldurulduğunda hiç konuşmadan yemeye başladım. Yumuşacık olan et çok fazla lezzetliydi. Annem ile Şirin teyzenin en kısa sürede tanışıp güçlerini birleştirmesi gerekiyordu.

 

"Aylin'in istemesi için bizim de gelmemiz bu kadar önemli miydi?"

 

Selim'in anlattığına göre Aylin teyzesinin kızıydı. Uzun süredir sevdiği adamla yani Uğur ile sözlenecekti bugün.

 

"Çocukluğunuz beraber geçti sayılır oğlum. Teyzen bizi de çağırdı, sana da haber verdik. Hem Efsun'u da getirmişsin. Görsünler güzel kızımızı, onlar da tanışsınlar."

 

Selim cevap vermeden yemeğini yemeye devam etti. Ela ablanın uzattığı bardağı elime aldım. Mert'in evinde içtiğimiz şerbete benziyordu. Selim kendi bardağını aldığı sırada kolunu tuttum.

 

"Karanfil olabilir belki."

 

Herkesin bakışları bize dönerken Kemal amca gülümsedi.

 

"Merak etme kızım, ayrı yaptık onunkini."

 

Selim de sorun yok anlamında gülümseyip başını salladı. Yeme kısmı biterken sıra tatlıya gelmişti. Burada birkaç gün daha kalsam kesinlikle kilo alıp dönerdim.

 

"Seven insan sevdiğini bilir," dedi Kemal amca.

 

"Kusurlarını değil, zaaflarını görür. Sen bizim oğlandan da önce davranıp alerjisini düşündün. Tatlıyı çok yemediği için tabağında ki tatlının bir kısmını kendi tabağına aldın... Ulaş bizimle ciddi ciddi konuşup ben aşık oldum dediğinde bir arafta kalmıştım yalan yok," dedi dirseklerini masaya yaslarken.

 

"Ama oldukça doğru bir seçim yapmış. Hem kendisine hem ailemize yakışır birini seçmiş. Bundan sonra," dedi Selim'e dönerken.

 

"Bu kızı üzdüğünü duymayacağım. Gerçekten çok seviyorsan da fazla uzatma, gerekeni yap. Benim bundan sonra üç kızım üç oğlum var."

 

Kalkıp sarılsam fazla mı olurdu? Geldiğim andan itibaren hepsi oldukça samimi yaklaşmışlardı. Yüzümde ki teşekkür gülümsemesiyle hepsine tek tek baktım.

 

"Ben ilk defa aşık oldum baba, vatanımdan sonra birine onun kadar bağlandım. Bu iki sevdaya da boyun eğmekten, korumak için savaşmaktan başka çarem yok."

 

Selim'e sarılabilirdim. Bunu zihnimin bir köşesine not edip masanın altından elime değen eline baktım. Herkes bize bakıyorken daha fazla kızaramazdım. Biz masayı toplarken onlar da salona geçmişlerdi. Şirin teyze yanımıza geldiğinde daha akşam için vakit olduğunu ve istersek gezmek için çıkabileceğimizi söylemişti. Selim bu teklifi duyar duymaz kabul ettiği için anında kendimizi arabada bulmuştuk.

 

Geldiğimizden beri onun yüzünden de eksik olmayan bir gülümseme vardı. Bakışları sürekli çevrede ve benim üzerimdeydi. Masada zihnimin bir köşesine aldığım not aklıma gelince düşünmeden eğilip sol yanağına bir öpücük bıraktım.

 

"Sen ne güzel konuşuyorsun öyle."

 

Dudaklarında yine o çapkın gülümsemesi belirmişti. Hala alışamasam da bir o kadar da yakışıyordu.

 

"Sen beni böyle ansızın öpeceksen ben hep konuşurum Füsun."

 

Keyifle arabayı sürmeye başladı. Gördüğüm her yeri zihnime kaydetmeye çalıştım. Unutmak istemeyeceğim kadar güzellerdi. Kısa bir süre sonra Selim arabayı durdurdu. Önüne geldiğimiz yapıya bakarken şaşırmıştım. Daha önce hiç görmediğim bir yerdi.

 

"Ulubey kanyonu," dedi elimi tutarken.

 

Etrafı uzun uzun incelikten sonra sıra cam terasa çıkmaya gelmişti. Merdivenleri yavaş yavaş çıkarken yerden ne kadar yükseldiğimize baktım. En tepeye çıktığımızda oldukça heyecanlı hissediyordum, yerler bile camdan yapılmıştı. Aşağıda ki manzarayı izlerken Selim yavaşça yere oturdu, sırtını yasladı. Bende yanına oturup başımı omzuna yasladım.

 

"Bir şeyler anlatsana," dedim ikna etmeye çalışarak.

 

Burası fazla kalabalık değildi, biraz daha kalabilirdik.

 

Anlatmaya başladığını fark ettiğimde başımı tekrar omzuna koyup iyice sarıldım.

 

Vahit ailenin tek çocuğu. Babası Emin Efendi Kurtuluş Savaşı gazilerinden, madalya sahibi. Savaşta İstanbul'dan Anadolu'ya silah kaçıranlardan...

 

Harbiyeden yeni mezun olan süvari teğmeni Vahit yakışıklı bir genç. Belkıs Safer de varlıklı ailenin iki çocuğundan biri. 20-22 yaşlarında uzun boylu, yeşil gözlü dünyalar güzeli bir kız. Amerikan Kız Koleji'nden yeni mezun olmuş ve Felemenk Bahrisefid Bankası'na daktilo kadrosunda çalışıyor. İki genç boyu boyuna huyu huyuna misali birbirine çok yakışıyor. Cumhuriyet ertesi gün olayı tafsilatıyla anlatacak, 'Boğaziçi'nin En Güzel Kızı Nasıl Ve Niçin Öldü' başlığıyla 'mütemmim malumatı' karilerine aktaracaktır. "Belkıs Hanım, 20-22 yaşlarında, uzun boylu, yeşil gözlü bir kızdır. Muhitinde güzelliği kadar ciddiyeti ve tahsilinin fevkaladeliğiyle tanınmıştır. Belkıs Hanım evvelki sene Amerikan Kız Koleji'nden mezun olmuş ve Felemenk Bahrisefid Bankası'na daktilo olarak girmiştir."

 

"Çamlıktepeye çıkmışlar o akşam. Abim 'Şimdi dönerim anneciğim' diyerek evden çıkıyor. Kandilli'de bir bakkal İsmail Efendi var. Belkıs Hanım da 'Anne ben İsmail Efendi'den bir çikolata alayım' diyerek evden ayrılıyor. Yengem bekliyor, gelen giden yok. Herhalde diyorlar, Belkıs'la bir yere gittiler. Gece yarısı oluyor, yine haber yok. Amcam Eminönü komiseriydi. Merak ediyor, yengeme 'Bak bakalım tabancam yerinde mi?' diye soruyor. Yengem bakıyor, Vahit kendi tabancasını bırakmış, babasınınkini almış. Merakları iyice artıyor. Çok hassas bir av köpekleri var. Ona elbiselerini koklatıyorlar. Polise gidiyor amcam. Ama o saate kadar bir olay olmamış.

 

Sabahleyin gün ağarırken Vaniköy sırtlarında bir köyden sütçü bir kadın iniyor. Vahit'le Belkıs o gece çamların altında eğlenmişler. Mehtaplı bir geceymiş. Ve ikisi de bütün mektuplarını yanlarına almışlar. Onları bir kelimesi dahi okunamayacak şekilde küçük parçalar halinde yırtmışlar. İki ağacın altında iki küçük tepe halinde duruyormuş mektuplar. Vahit önce Belkıs'ı kalbinden vurmuş ve subay ceketini çıkarıp ayaklarını sarmış. Başını da bir taşla yükseltmiş. Ondan sonra kendisi de onun karın kısmına doğru oturup, ağzından sıkmış, kurşun başından çıkmış. Yengem Vahit'i Bursa'da bir kızla nişanlamaya kalktı. Belkıs şöyle dermiş: 'Vahit nişanlansın Bursa'ya gideceğim, o nişanlandığı hanımın kapısı önünde oturacağım, bütün geçirdiğimiz günleri anlatacağım ona. Herhalde onun da bir kalbi vardı.' Evet, hep öyle dermiş.

Belkıs'ın ailesini soruyorum.

 

Abisi verem olmuş. Annesine felç gelmiş. Babası zaten daha önceden ölmüş. 'Aile tamamen yok olmuş, gitmiş' diyor Müfide Hanım. Vahit'e getiriyorum sözü. Vahit, ailenin tek çocuğu. Babası Emin Bey, Kurtuluş Savaşı gazilerinden, madalyası var. Savaşta İstanbul'dan Anadolu'ya silah kaçırıyormuş.

 

Vahit gerçekten Valentino'ya benziyor. Valentino'nun çevirdiği son film, ölünce yarım kalıyor. Arkadaşları film şirketine Vahit'in resmini gönderiyorlar. Onlar da Vahit'i çağırıyor, fakat Vahit askerliği çok sevdiğinden bu çağrıyı kabul etmiyor. İki aile de varlıklı. Bu olaydan sonra Vahit'in annesi kanser oluyor. Belkıs'ın ailesi gibi Vahit'in ailesi de acılar içinde yaşıyor uzun yıllar."

 

Hikaye uzun olduğu için telefondan okutmayı tercih etmişti. Müfide Bolulu'nun anlatımıyla bu şekildeydi. Selim saçıma küçük birkaç öpücük bıraktı.

 

"Selim," dedim son heceyi uzatırken.

 

"Söyle güzelim."

 

Parmaklarının dış tarafıyla saçımı okşuyordu.

 

"İnşallah olmaz ama eğer bir gün biz de ayrı kalmak zorunda kalırsak burada buluşalım mı? Ben sevda tepesini bilmiyorum, burayı öğrendim. Burada beklerim seni."

 

Gözlerim bir cevap arar gibi gözlerine baktığında durgun gibiydi.

 

"Ya ben, bekleyen ben olursam? Sende gelecek misin buraya, bana kavuşmaya?"

 

Başımı salladım. "Söz," derken sımsıkı sarıldı. Uşak demek Selim demekti, Selim demek Füsun demekti...

 

                               ◇

 

Tatlıların şerbetleri, yüzükler için tepsi ve fincanlar. Aylin hepsini sayamadığım kez kontrol etti. Biz geleli birkaç saat olsa da oldukça kısa sürede tanışıp anlaşmıştık. Üzerinde ki krem rengi elbisesine, açık bıraktığı saçlarına bir bakış attım. Sade ama bir o kadar da güzeldi.

 

"Kurdeleden sana da vereceğim, gerçi Ulaş abi varsa gerek yok ama."

 

Her şeyin hazır olduğuna emin olduktan sonra salona geçtik. Aylin'in bana kurdele yutturma çabasından sıyrılmak için Selim'in yanına sokuldum. Benim üzerimde de siyah, dizlerimin hemen altında biten bir elbise vardı. Saçlarımı bağlayıp birazını da önüme gelmesi için bırakmıştım. Selim'in uzun zaman sonra gördüğüm takım elbiseli haline bakıyordum her fırsatta. Alp için oldukça güzel bir kol kası şöleni olabilirdi. Gömlek kendi bedenine göre olmasına rağmen darmış gibi duruyordu.

 

Zil çaldığında gelen misafirleri kapıda karşılayıp salona geçmeleri için yardımcı olmuştuk.

 

Uğur ve Aylin ön tarafta ki sandalyelere otururken aileler de koltuklara dağılmıştı. Uğur'un annesi, babası, annesi ve amcası ile yengesi vardı. Onların da Uğur'un abisine benzer yaşta bir oğlu vardı. Onlarla gelmişti. Abisi ile arasında çok yaş farkı yok gibi duruyordu, anne ve babası ise Şirin teyze ve Kemal amcaya benziyor gibiydi.

 

Selim kolunu belime atarken vücudumu biraz daha kendine çekti.

 

"Ulaş oğlumuz da gelmiş, Hoşgeldin oğlum."

 

Uğur'un babası Bülent amca konu açmaya çalışıyor gibiydi. Sahi kız babaları Aylin'in babası Rıfat amca gibi konuşmadan dik dik gelen misafirlere mi bakardı?

 

"Hoşbulduk," dedi Selim kısaca.

 

"Ay Şirin, bu kız kim?"

 

Uğur'un yengesi Hasret teyze konuya hızlı bir giriş yapmıştı. Ela abla anında bize dönerken yüzünde garip bir ifade vardı. Bende çok Selim'e bakıyor gibiydi. "Sabır," diye mırıldandı Selim.

 

"O da kızım sayılır, Ulaş'ın kı-"

 

Şirin teyzenin cümlesini yarıda kesen şey karşı taraftan gelen ses olmuştu.

 

"Ay biz bir tane kız istemeye geldik derken nasibimizi iki tane miymiş? Emre iç-"

 

"Ağır olun."

 

Selim alnını ovuşturmayı bırakıp konuşmaya başladı. Sıktığı çenesinden ve avucundan bundan çok daha fazla tepki verdiği anlaşılıyordu.

 

"Efsun benim kız arkadaşım. Hem Aylin'in isteme törenine katılmak için hem de ailemle tanışmak için geldi. Saçma sapan konular konuşulmasın."

 

Halbuki başından beri uslu uslu oturuyordum sevgilimin yanında. Hasret, ki artık sadece Hasretti. Samimiyetimi yanlış yerlere çekmişti. Selimden çekinmiş olmalı ki bir daha konuşmadan ters ters bize baktı.

 

"Darısı başınıza inşallah oğlum."

 

Kemal amca ortamı yumuşatmak için konuşurken bir kez daha sarılmak istedim ona. Oldukça anlayışlı ve mantıklı hareket eden bir adamdı. Sohbet devam ederken Aylin kahveleri yapmak üzere mutfağa giderken Ela abla ve bende peşinden gitmiştik.

 

"Emre'yi bakışlarıyla bile dövdü bitirdi Ulaş abi, mazallah eline falan düşse bir de.."

 

Aylin cezveye attığı kahveyi hazırlarken bir yandan da bizimle konuşuyordu.

 

"Öyle de konuya girilmez ki," dedi Ela abla.

 

"Abim mezuniyetinde takım elbise giymişti. Ulaş daha küçükken onu bile kıskanmıştı. Abim çok güzel olmuş abla başka çocuklar benim de abim ol demesinler yine ona çıkarsın üstünü, demişti."

 

Hepimiz bir kahkaha atarken bende fincanları tepsiye diziyordum. Aylin, Uğur'un kahvesini, Ela abla da misafirlerin kahvesini dağıtıyordu.

 

Emre fincanı alırken üzerine damlattığı için sehpanın üzerinde ki peçeteden birini ona uzatıp yerime oturdum.

 

"Aslında ben bir peçete daha alabilir miyim? Leke geçmedi sanırım."

 

Selim peçeteye uzanıp Emre'nin üzerine fırlattı.

 

"Bunlar da yetmez sana, git evine. Hepsini tek tek dezenfekte et sen."

 

Rıfat amca konuyu değiştirmek için sohbete girmişti. Önce kahve mi veriliyordu yoksa isteme mi oluyordu diye zihnimi yokladım bir anlığına.

 

"Sebebi ziyaretimiz," sesi kulaklarıma dolduğunda pür dikkat onları dinlemeye başladım. Birkaç dakika içinde isteme yapılırken Rıfat amca oldukça edebi bir dille vermişti kızı Aylin'i.

 

"Babalarımızın şu konuşmayı yapmasını iple çekiyorum," diye fısıldadı kulağıma.

 

Başımı omzuna yasladım. Nasıl olsa şu an kimse bizi fark etmiyordu. Hasret'in kızgın bakışları hariç...

 

"Bence de amin sevgilim."

 

Attığı mesaj aklına gelirken gülümsedi. Apar topar geldiğimiz için uzun süre kalamayacaktık. Misafirler oturmaya devam ederken biz çoktan arabaya binip evin yolunu tutmuştuk.

 

"Gözümün önünde seni isteyeceklerdi Efsun," dedi bakışlarını yoldan çekmeden.

 

"Yatmaktan başka bir vasfı olmayan oğluna gelmiş seni isteyecekti ya. Anlamıyorum ki dışardan bakılınca çok rahat bir insana mı benziyorum?"

 

Bu konuyu hiç konuşmadan kapatmasını beklemek saçmalık olurdu elbette. Aldığı derin nefesler beni de etkilemişti.

 

"Ama öyle bir şey olmadı ve konu kapandı. Biz de kapatalım, konuşmayalım. Hem benim aklımda çok daha güzel şeyler var."

 

Bakışlarımız bir anlığına kesiştiğinde gülümsedim. Yüzünde oldukça şaşkın bir ifade vardı.

 

"Bir de bana diyorsun değiştin, çapkınca gülüyorsun diye. Şu halini görebilsen keşke."

 

Gömleğinin bir iki düğmesini açıp kravatını gevşetmeye çalıştı. Ellerim eline değince afallasa da çabuk toparladı. O araba sürmeye devam ederken kravatını gevşetip yanağını öptüm.

 

"Benim için oldukça uzun zaman sonra takım elbise giymiş ve böylesine yakışıklı görünen sevgilimi izleyebilirim mesela. Sen ne diyordun hep?"

 

Hatırlamış gibi elimi havaya kaldırdım.

 

"Sabaha kadar. Sabaha kadar seni izleyebilirim mesela."

 

Kızarmış mıydı o? Şaka değildi, komutan ciddi ciddi ilk defa utanıp kızarmıştı.

 

"Efsun," dedi harfleri bastırırken.

 

"Şunları yapmak için araba kullanmamı bekleme."

 

"Nasıl bu hale geldik sende düşünüyor musun? Tanıştığımız gün sen tedaviyi kısa sürede bitir deyince içimden olmaz bu iş demiştim. İstersen çık dağa sakat dizlerinle zeybek -"

 

Kendi kendime konuştuğumu ve fazladan detay verdiğimi düşünerek anında sustum. Arabayı durdurup bana döndü. Bunu o da ilk defa duymuştu.

 

"Bana inanmadığın için mi öyle düşün? Yoksa tanımadığın için mi?"

 

"Tanımadığım için," dedim anında.

 

"Çünkü tanısaydım senin aklımın sınırlarını zorlayabilecek her şeyi yapacağına inanırdım."

 

Telefonundan bir şeyler açıp elime uzattı. Çıkardığı ceketini omuzlarıma örterken gömleğinin kollarını sıvadı. Elimde ki telefondan müzik sesleri kulağımıza dolmaya başlayınca yerine geçti ve başladı.

 

Selim tam şu an, adını bilmediğim dağlık bir alanda islamoğlu zeybeği oynuyordu. Yavaş hareketlerin ardından gelen o ani hareketler, üzerinde oldukça göz alıcı duran gömleği...

 

Sahiden sabaha kadar neden izlemiyordum?

 

Zeybek bitince göz göze geldik. Birkaç adım atıp yanıma geldi.

 

"Bende keşke bu şehre değil de memleketime gelseydi doktor, demiştim. Şimdi buradasın Füsun, memleketimde aşık olduğum kadınla beraberim. Gel de sevme şimdi."

 

                                                                         ♡

 

Evett her açıdan oldukça sürprizli bir bölümle geldim. Umarım sevmişsinizdir. Oy vermeyi ve yorun yapmayı unutmayın, sizden gelen her bildirimi kocaman gülerek açıyorum. Ercüment ve Bade hakkında ne düşünüyorsunuz? Diğer çiftler nasıl gidiyor?

 

Bu arada aklıma Ercüment ve Bade için bir şarkı geldi sizinle de paylaşmak isterim.

 

Alper Kul - Seni sana sen

 

Siz kitap için hangi şarkıyı önerirsiniz?

 

Neyse okurballarım, Liva hepinizi çok çok seviyor. Görüşmek üzere 🧚🏼‍♂️

 

 

Loading...
0%