@livasayina
|
Size sürpriz bir kısımla geldim. Kaya'yı artık sizler de biliyorsunuz. Bu bölüm hikayesini okuyup daha detaylı öğreneceğiz. Umarım keyifle okuyacağınız bir bölüm olur. Yorum yapmayı ve yıldıza basmayı unutmayın...
(Okunmalara göre oy ve yorum az değil mi? Bölüm sonunda yıldıza basıp okurken de yorum yaparsanız beni çok mutlu edersiniz okur ballarım. Belki bölümleri daha erken okuyabiliriz.. )
◇
Ben kimsesiz seyyahı meçhuller caddesinin. Ben yankısından kaçan çocuk kendi sesinin... - Necip Fazıl Kısakürek
♡
Burnuna dolan küf kokuları ve üzerinde ki yırtık kıyafetlerin arasından tenine işleyen buz gibi bir hava. Küçük çocuğun algıladığı ve bildiği birkaç şeyden bazılarıydı bunlar. Bir diğer şey ise elindeki peçeteleri satıp parasını Batak'a götürmeliydi. Yoksa döverdi, uyutmazdı. Oturduğu bankta ellerini birbirine ovuşturup biraz daha ısınmayı denedi.
"Bu soğukta burada ne yapıyorsun ufaklık?"
Arkasından duyduğu sesle irkildi. İnsan sevmezdi o, insanlar kötüydü. Hem hiç görmediği tanımadığı hem de dokuz ay boyunca karnında kalıp tanıdığı annesiydi onu bu hale düşüren.
Zaten mecburen doğdun sen, doğunca da o saniye verdi seni bana.
Batak'ın sözleri zihninde yankılanırken ayağa kalktı. Kendisini merakla inceleyen kahverengi saçlı, beyaz tenli kadına baktı. Cevap vermeden elindeki peçete dolu poşeti de alıp uzaklaşmaya çalıştı.
"En azından adını söyleyemez misin? Yardımcı olabilirim belki sana."
Adı? İsimsiz, demişti Batak ona. Annesi, babası ve Batak ona isim koymamıştı ki. İsimsiz geldi, isimsiz gitti olmuştu o hep.
"Benim adım yok," dedi ciddi bir ses tonuyla.
Karşısında ki kadının bakışından anladığı şey onunla konuşmak istemediği için böyle bir cevap verdiğiydi. Ancak doğru söylemişti, onun bir adı yoktu.
Kadının yanından hızla uzaklaşırken caddeye girdi. Hava soğuk olduğu için çevrede çok insan yoktu. Arabaların arasında sadece birkaç peçete satabilmişti. Kolları yorgunlukla iki yana düşerken kaldırıma çıktı. Siyah saçları hiç taranmadığı için dağınık duruyordu. Siyah kaşlarının olduğu küçük yüzü ise yaşına göre oldukça ciddi duruyordu.
Yanından geçen adamın yere düşürdüğü cüzdana baktı. Hızlı hızlı yürüdüğü için düşürdüğünü bile fark etmemişti. Eline aldığı cüzdanı inceledi içinde daha önce görmediği bir şey vardı. Üzerinde bir kuş, içinde ise bir rozet vardı. Aynı depoda uyduğu Cem abisinin öğrettiği harfleri okumaya çalıştı.
Türk kara kuvvetleri
Elinde ki cüzdanı kapatıp koşa koşa giden adama yetişmeye çalıştı. Kısa sürede düşüren adamı bulmuştu. Siyah paltosuna arkadan dokunmayı denedi, elinde ki siyah lekelere bakınca vazgeçti. Dokunursam kirlenir, diye düşündü içinden.
Bakar mısınız, diye seslendi önünde ki adama. Sesi kendi düşündüğünden bile ciddi çıkmıştı. Önünde ki adam ona doğru dönerken başını dik tutup iri yapılı adama baktı.
"Bana mı seslendin delikanlı?"
Başını sallayıp elinde ki cüzdanı uzattı.
"Az önce bunu düşürdünüz, onu getirdim."
Adam cüzdanı eline aldığında önce karşısında ki çocuğa baktı. Ardından içini inceledi. Gerçekten hiçbir eksik yoktu.
"Ne zaman düşürdüm ki ben bunu?"
Cüzdanın içini incelediğini görünce küçük çocuğun içine bir endişe düşmüştü. Bir şey mi kaybolmuştu?
"Ben kötü değilim. Kıyafetlerim yırtık olabilir ya da yüzümde siyahlıklar olabilir ama ben bir şey yapmadım. Cüzdanı alır almaz size getirdim."
Karşısında ki iri yarı adam oldukça ciddiydi. Karşısında diz çöktüğünü görünce afalladı. İlk defa birisinin saçına değen ellerini görünce şaşırmıştı.
"Ben senin kötü olduğunu düşünmedim ki. Sen olmasaydın bulamazdım ben zaten. Ayrıca oldukça yakışıklı bir delikanlısın sen, sıcak bir şeyler içerken bana eşlik etmek ister misin?"
Çocuk avucunda sımsıkı tuttuğu paralara baktı. Bu para ona yeter miydi?
"Cüzdanımı sen buldun, içecekleri ben ısmarlayacağım. Belki bir şeyler de yeriz, teşekkür olarak kabul et bunu."
Adam çocuğun kimsesi olmadığını anlamıştı. Ciddi duran yüz ifadesine rağmen oldukça iyi bir kalbi vardı. Küçük çocuk başını sallarken elinden tutup yakınlarda ki kafeye oturttu.
Elinde ki menüye bakıp doyurucu bir şeyler ve titreyen vücudunu ısıtacak bir içecek siparişi verdi yanında ki garsona.
"Senin adın ne?"
Yine aynı soru, diye geçirdi içinden. Titreyen bedeni biraz olsun ısınırken derin bir nefes aldı.
"Adım yok, isimsizim ben."
Adam soru sormaya devam edip onu ikna edince yaşadıklarını kısaca anlatmıştı.
"Benim adım Ahmet. Müsaade edersen sana bir teklifte bulunabilir miyim?"
Önüne bırakılan büyük bardaktan bir yudum aldı küçük çocuk. Adını bilmiyordu ama oldukça güzel bir tadı vardı. Başını sallayarak cevap verdi Ahmet amcasına.
"İstersen orada kalmak zorunda değilsin. Güvende olacağın, karnını doyurabileceğin bir yer var. Hem senin gibi bir sürü arkadaşın olur orada. Seni oraya götürmemi ister misin?"
Önünde ki ekmeğe benzeyen yiyecekten bir ısırık aldı. Arkadaş? Onu aralarında kim isterdi ki? Hem Batak'a ne söyleyecekti?
"Ama Batak bana çok kızar," dedi cılız çıkan sesiyle.
Ahmet amcası bütün heybetiyle ona bakıyordu.
"Batak ile biz konuşacağız, hatta sana şunu söyleyebilirim ki orada olan diğer arkadaşların da en kısa sürede senin yanına gelecek. Söz veriyorum sana."
Bir süre sessiz kalıp düşündü. En azından artık üşümezdi, biraz daha büyüdükten sonra da dışarıya çıkıp çalışmaya başlardı.
"Tamam, götürebilirsin."
Ahmet amcası gülmüştü. Karşısında yaşı küçük olsa da davranışları yetişkin olan bir çocuk vardı. Sıcak çikolata olduğunu öğrendiği içeceğini içmeye devam etti.
"Senin cüzdanında neden rozet var? Hem kuş da vardı, kuşları çok mu seviyorsun sen?"
Ahmet'in bakışları ciddileşmişti. Beklemediği yerden gelen soruya şaşırmıştı. Bir sır verirmiş gibi karşısında ki çocuğa eğildi. Kendisini pür dikkat izleyen acı kahverengi gözlere baktı.
"Ben, askerim."
Çocuk askerleri sadece bir kez görmüştü; Batak onları başka bir yere saklarken gelen askerlerdi onlar. Ahmet amcasına olan bakışları biraz daha yumuşadı.
"Bende asker olacağım," dedi ciddiyetle.
"Kötü insanları bende yakalayacağım."
Peki annesini, annesini de yakalayabilecek miydi? Kötü insanlar dediği kişilerin ilk sırasında annesi vardı. Ahmet gülerken arkasına yaslandı.
"Seni yurda götürdüğüm zaman sürekli ziyaretine gelirim. Sen büyüdükçe eğitim alırsın, bakalım gerçekten asker olabilir misin?"
"Olurum tabii," dedi anında.
Son kalan ekmek parçasını da yediğinde ayağa kalktı. Beklemek istemiyordu. Ahmet amcası gülerek hesabı öderken o da dışarıya çıkıp beklemişti.
"Asker olur musun bilmiyorum ama adam olursun sen. Bu yaşta bu ciddiyet, ne yalan söyleyeyim hayranlıkla bakıyorum sana."
Ritmik adımlarla önünde ki adamı takip edip siyah bir arabaya bindi. Arka koltuğa otururken kıyafetlerini eliyle düzeltip koltuğu kirletmesine engel oldu.
Yol boyunca hiç konuşmadan kocaman bir evin önüne gelmişlerdi.
"Evet delikanlı, yeni evin burası. Hadi içeriye de girelim."
Ahmet amcasının elini tutup kocaman bir bahçeye girdi. Birkaç çocuk oyun oynuyordu. Evin içine girdiklerinde burasının biraz farklı olduğunu anladı. Etrafta bir sürü oda vardı. Kapısı açık bir odanın içinde dört tane yatak olduğunu görmüştü. Çocuklar onun gibi yerde yatmıyor muydu?
Bir odaya geldiklerinde Ahmet kapıyı çalmıştı. İçeride ki adamın gir demesiyle kocaman bir odaya girmişlerdi.
"Ahmet abi, Hoşgeldin," diye ayağa fırlamıştı adam.
Kısa bir selamlaşmanın ardından herkes koltuklara oturmuştu.
"Bu küçük adam ile bugün tanıştık. Kendisi bundan sonra sizinle beraber olacak Ferhat. Kendisi benim manevi oğlum."
Etrafı inceleyen bakışlarını anında Ahmet amcasına çevirdi. Oğlum mu demişti? Manevi ne demekti?
"Benim annem ve babam kötü. Sen benim babam olamazsın, sen kötü değilsin."
Adının Ferhat olduğunu öğrendiği adam şaşkınlıkla ona bakıyordu.
"Baban değilim belki ama bundan sonra Ahmet amcanım. Verdiğin sözü unuttun mu?"
Unutmamıştı. Ahmet amcası o büyüyene kadar onu ziyarete gelecekti. Böylece asker olurken de ona yardım etmiş olacaktı.
"Kimliğin var mı?"
Ferhat amcasına bakarken gözleri kısıldı. Başını iki yana salladı.
"İsmini söylersen buraya yazarım, kimliğini almak için yardımcı olurum."
Zihnini uzun süre yokladı. Madem bundan sonra evi ve arkadaşları olacaktı, büyüyüp asker olacaktı onun da bir ismi olmalıydı. Batak'ın başka bir adamla konuşurken söylediği şey aklıma geldi. Şu isimsiz, Kaya gibi çocuk. Kaya kocaman bir taş parçasıydı. Güçlü olabilirdi.
"Kaya," diye mırıldandı.
Ahmet amcasının gülümseyen yüzüne bakarak o da gülümsedi.
"Soyadın?"
"Avcıoğlu," dedi Ahmet.
Şüphesiz karşısında ki ufaklığın acı kahverengi gözleri ileride oldukça başarılı bir keskin nişancı olabilirdi. Bu ciddiyeti, olgun duruşu karşısında aklına ilk o gelmişti.
"Anne adı ve baba adı gibi bilgileri biz seninle konuşuruz Ferhat. Sadece doğum yeri olarak Ankara yaz. Doğum günü de," dedi düşünürken.
Düşündü Kaya. Hangi gün doğmuştu?
"23 Nisan olsun mu? Hem o gün bir sürü çocuk mutlu oluyor ben de büyüyünce onları mutlu ederim."
Yaşayamadığı çocukluğunun doğum günüydü 23 Nisan.
Ferhat gerekli bilgileri not aldıktan sonra kaydı yapmıştı. Gerekli bilgileri Ahmet'e verdiğinde artık her şey hazırdı.
Aşağıda ki yatak olan odaların olduğu kısma geldiklerinde bir odanın önünde durdular.
"Kaya," dedi Ahmet amcası.
"Burası bundan sonra senin odan."
Artık isimsiz değildi, bulduğu ufacık bir alanda yatmak zorunda değildi. Yatağın hemen yanında ki dolaptan temiz kıyafetler alıp üzerini değiştirdi. Ahmet amcası da saçlarını başka bir abiye götürüp temizletmişti. Artık o da çocuk olmuştu, düşündüğü tek şey bir an önce büyümekti. Bir an önce büyümeliydi ki söz verdiği gibi asker olmalıydı.
♡
Yerine sevemem, dedi şarkıda. Oturduğu sandalyeyi geriye itip derin bir nefes aldı Bade. Az önce nefes bile alamamış mıydı? Kafasına neredeyse ilk defa indirimlerden, elbiselerden başka bir şey mi takıyordu? Oturduğu mekanda herkesin ona baktığını hissedince ayaklanıp dışarıya çıktı. Niye öyle konuşmuştu ki? Alt tarafı Eymen ile fotoğraf atmıştı.
"Niye yükseldiysem o kadar," dedi kendi kendine.
"Hayır da sen niye cevap veriyorsun dağ ayısı? Yok o günden beri, yok saçların-"
Kolundan tutup çeken kişiye bakınca cümlesi yarıda kalmıştı. Kendine bakan bir çift kahverengi gözle karşılaşınca konuşma ihtiyacı hissetmedi.
"Dağ ayısı?"
Az önce aldığı nefes haricinde bir şey hatırlamazken bozuntuya veremezdi. Duruşunu bozmadan Ercüment'in parmakları arasında ki bileğini kurtarmayı denedi. Bileği acımasa da oldukça sıkı tutuyordu.
"Ağzımdan çıkmış işte öyle, hem sen ne geziyorsun burada?"
Ercüment parmaklarını doladığı bileği kendine biraz daha çekti. Bade ile aralarında ki mesafe yok denecek kadar azken burnuna dolan kokuyla birkaç saniyeliğine gözlerini kapadı. Nasıl hala bebek gibi kokabiliyordu bu kız?
"Sen neden geziyorsan, ben de ondan geziyorum."
Ercüment dışarıya çıkıyor muydu diye düşündü Bade. İzin günleri askeriye de kalıp vakit geçirmekle meşgul olduğunu hatırlıyordu.
"Beni takip ediyorsun yani?"
Kolunu saran parmakların gevşediğini hissederken geri çekildi. Ercüment de arabaya doğru birkaç adım atmıştı.
"Arabaya bin."
Sahi, uzun zaman sonra araba da kullanmaya başlamıştı Ercüment. Bir anda cimri biri olmaktan çıkıp cömert mi olmuştu? Soru sormadan arabaya binip akışına bırakmaya karar verdi Bade. Ercüment konuşmadan, ciddiyetle yola bakıyordu. Fırtına öncesi sessizlik gibiydi daha çok, Selim'in de dediği gibi bu ikili yan yana gelmişken bu sessizlik hayır değildi.
"Dağın başında mı konuşacağız Ecü?"
Geldikleri yer tam olarak bir dağdı. Az sonra bir köşeden teröristin biri çıkacak gibiydi hatta. Ercüment kemerini açarken oldukça ciddiydi.
"Babanın topuklarıma sıkmasını istemiyorsan, evet."
Ercüment'in babasından korkmasına güldü Bade. Normalde ikisi de birbirini çok severdi ancak böyle bir durumda babasının vereceği tepkiyi kendisi de kestiremiyordu. Ercüment'i takip edip arabadan indiğinde etrafta hayat belirtisi aramak adına bir kez daha göz gezdirdi.
"Ne bu, gizli saklı buluşmalar falan mı?"
Ercüment derin bir nefes alıp kollarını iki yana açtı. Karşısında ki yer adını bile bilmediği bir dağ olmasaydı ağaçların olduğu, ferah bir alan sanacaktı Bade. Karşısında ki kişi şu an onu duymuyor gibiydi.
"Bir de dağ ayısı dememi sorguluyorsun, sana bir soru soruyorum duymuyorsun bile."
Ercüment kapattığı gözlerini aralayıp ani bir hareketle arkasına döndü. İkili tekrar karşı karşıya gelirken Az öncekine benzer bir sahne yaşanmıştı.
"Bi sus be kızım, ne zorluklar aşıp gelmişiz şuraya. Nefes bile aldırmadın."
Bade gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırdı. Nefes bile almadan izliyordu karşısındaki görüntüyü.
"Zorluklar?"
"On iki tur koşu, iki yüz elli şınav, yüz altmış beş mekik... Ve bunları kaç saate sığdırdığımı duysan ki bu saydıklarım senin anlayabileceğin kadarı."
Bu kadar şeyi babası mı yaptırmıştı? Ercüment adını bilmediği birkaç hareket daha sayarken gerçekten de anlamamıştı. Belli ki babası şüphelenmişti.
"Sen niye geldin ki buraya, konuşmak için neden onları yaptın?"
Kızlara verdiği aşk tavsiyeleri şu an ona uğramıyormuş gibi hissetti Bade.
"Amacım bunları sana anlatarak kendimi acındırmak değil, bunların sayıları kat kat daha fazla olsa da yapardım. Buraya gelebilmek için, seni," dedi bir anlığına duraksarken.
"Seni görebilmek için."
Hızlanan kalbinin arasından alabildiğince derin bir nefes aldı Bade. Bu adam bu kadar güzel mi konuşuyordu önceden de? Ercüment'in kollarını tutan eli yavaş yavaş boynuna çıktı. Üzerinde ki şaşkın bakışlara aldırmadan ulaştığı boynuna doladı kollarını. Birkaç saniye sonra başını sıcacık bir göğse yaslamıştı. Burnuna dolan koku tüm bedenini sararken yıllar öncesi gibi huzurlu hissetmişti.
Ercüment'in kollarını da belinde hissettiğinde konuşmadan biraz daha sokuldu kucağına. Saçlarında hissettiği Ercüment'in uzamaya başlayan sakallarından başka bir şey değildi.
"Nazlı, küçük bir kız çocuğu gibisin. Yıllar önce ki gibi, benim tanıdığım Bade gibi."
Düşündüğünde Ercüment'e hak vermişti, diğerlerinin yanında nasılsa onun yanında tam tersiydi. Herkesin yanında hiç susmadan konuşan, indirimden indirime koşan kızın dışında birine dönüşüyordu burada.
"Ama sen kocamansın, benim tanıdığım Ecü küçüktü."
Ercüment büyümüştü artık gerçek asker üniforması giyiyordu. Tuğrul amcasını da oldukça yakından tanıyordu.
"Ben büyüdükçe kalbim de büyümüş, senin orada ki yerin de büyümüş..."
Bade'nin elleri, Ercüment'in kalbinin üzerinde durmuştu. Normalden daha hızlı bir ritimle attığı hemen fark ediliyordu. Dokunduğu yere küçük bir öpücük bıraktı. Başını kaldırdığında Ercüment pür dikkat onu izliyordu.
"Bende senin kalbini tanıyorum, annemle babamın konuşmalarından, arkadaşlarından duyduklarımdan ve bana olan davranışlarından. Kalbinden öperim Ecü, orada ki yerim senin bende ki yerinden büyük mü bilmem ama oldukça sağlam bunu da biliyorum."
Tekrar sarıldığında hissettiği tek şey içine sığmayan bir mutluluktu. Beline sıkı sıkı dolanan kolların huzuruyla beraber gözlerini kapatıp sıkıca sarıldı çocukluğuna.
Ne haklıydı Özdemir Asaf; Bakarken kıyamamak mı, yoksa baktıkça doyamamak mıdır aşk?
♡
Kaç saat yüründüğü belli olmayan yollar, aşılan sayısız dağlar...
Boralar gün saymayı bırakalı çok olmuştu. Uzun zaman sonra bu kadar uzun süren ilk görev olmuştu bu. Sığındıkları mağarada hepsinin aklı başka hayallerdeydi. Yüzüne vuran titrek ateşin ışığına gülümsedi Selim. Yanındayken bile çok özlüyorken şimdi bu boyut en üstlere çıkmıştı. Telefon çekmediği için arayamamıştı da. Tuğrul albay haricinde kimsenin haberi yoktu.
"Komutanım, geçen gün istediğiniz dosyayı getirmiştim ama odanızda değildiniz."
Herkes Berker'e dönmüştü. Sorunun odağı Ercüment'ti. Uzun zamandır bulduğu her fırsatta arabasıyla beraber ortalıktan kayboluyordu. Berker'e ters bir bakış atarken kaşları çatıldı.
"İyisin, hoşsun da çok konuşuyorsun be gümüş."
Berker komutanının sesinde ki uyarıyı alınca anında sessizleşmişti.
"Bu ne lan? Hepiniz ayrı alemdesiniz, Ulaş çökmüş duvarın dibine ateşe bakıp duruyor, Burak desen zaten burada mı değil mi belli değil. Kaya'nın sessizlik daha bir ürkütücü oldu. Aranızda en mantıklı konuşan Tuna. Adam baba oluyor sizin kadar düşüncelere dalmadı. Bakın Akın'a, çıktı karşısına seviyorum kızım, dedi. Mis gibi ilişki de şimdi."
Ercüment konuyu kendi üzerinden atmak için konuşsa da haklı bir noktaya parmak basmıştı. Herkeste garip bir sessizlik vardı. Mert bile hiç konuşmadan oturduğu köşede yemek yiyordu.
"Komutanım haklı, baba oluyorum ben baba," diye sayısız kez tekrar etti Tuna.
"Bende rüyamda reçel yapıyorum komutanım," diye mırıldandı Mert.
Selim üzerinde ki yorgunluğu bir kenara bırakıp duruşunu düzeltti. Ercüment haklıydı, herkes bir köşede sessiz sakin oturuyordu. Oysa ki hepsinin uyumadan bulundukları yerde hazırda beklemeleri gerekiyordu.
"Sahi, Kaya sen neden konuşmuyorsun?"
Kaya eğdiği kafasını kaldırırken saçlarını düzeltti. İlk defa verecek bir cevap bulamadı. Soruyu düşündü, verebilecek bir cevap aradı.
"Bir sorun yok komutanım, dalmışım öyle."
"Rümeysa'ya dalmış komutanı," diye mırıldandı Ercüment.
Kaya kafasını arkasında ki duvara yaslarken cevap verememişti. Karşısında ki kişi komutanı olmasa reddederdi ancak şimdi verebilecek bir cevabı yoktu.
"Siz, görüştünüz mü tekrar?"
Selim'e kafasını sallayarak cevap verdi Kaya.
"Görevden dönünce görüşmeye gideceğim. Tedavi için."
Kaya tedaviyi bırakalı bir yıl oluyordu. Rümeysa sayesinde birkaç kelime konuşur olmuşken şimdi tekrar içine kapanmıştı. O Kaya'nın içinde bir yerlerde hiç kapatmadığı bir defterdi, her seferinde içindeki yazıları özenle okuyup gün yüzüne çıkarmaya cesaret edemediği...
"Fırsatını bulunca yanıma gel," diye tembihledi Selim.
Neden tekrar tedaviye başladığını konuşması lazımdı. Efsun'un gittiği operasyondan edindikleri bilgiye göre Kaya'nın annesi Elena'ydı. Bir de bunları öğrenirse toparlayamazdı. Akın halinden memnun bir şekilde gülümseyerek baktı arkadaşlarına.
"Şimdi şu dağlara çıkıp seviyorum diye bağıramıyorsam bile içimden sayısız kez tekrar ediyorum. İpek, kalbimde ki o ince nokta."
Akın tekrar bir aşk dalgasına kapılıp yelken açmakla meşguldü. Yavuz'un bilindik bir aşk hayatı yoktu. Berker herkesin derdine koşan ama kendi uzak duran taraftı.
"Hızır?"
Burak, Ercüment'in kendine seslenmesiyle irkildi. Bakışları bir anlığına Akınla kesişirken anında kaçırdı gözlerini.
"Seni böyle düşündüren kim?"
Öyle miydi? Kendi kendine bir köşede oturmuş düşünürken kendisini kimsenin görmediğini düşünüyordu oysa ki.
"Yok birisi falan, yorgunluktan dalmışım öyle."
Ateş'in yüzüne vuran ışığıyla beraber sarı saçları daha bir parlak görünüyordu. Kendine çevrilen bakışları fark etse de bozuntuya vermeden ciddiyetini korumaya çalıştı.
"Hızır herkese yetişir de bir kendine yetişemezmiş be komutanım," diyerek atıldı Akın.
"Ne o kurtaramadın mı padişahın kızını?"
Hepsinin artık ezbere bildiği bir hikayeydi bu. Binlerce yıl önce Samandağ'ın Hıdır Bey köyünde "Hayat Suyu" vardır. Bu suyu nöbetçi olarak bir ejderha beklermiş. Bu ejderhaya her yıl bir kız kurban edilirse, ejderha tarafından halka bir yudum su verilirmiş. O yıl da kurban edilme sırası kralın kızına gelir. Kızın elleri bağlanır ve kız ejderhanın önüne atılmış. Ejderha tam kralın kızını yiyecekken bir çoban elindeki mızrağı ejderhanın kalbine saplar. Acıdan kıvranan ejderha, çobana bir kez daha kendisini vurup öldürmesi için yalvarmış fakat çoban bu isteği geri çevirir. Ejderha da yerleri korkunç pençeleriyle yarar ve oradan kaçar. Gide gide Lübnan'daki sert kayalara çarpar ve çarptığı yerden bir su fışkırır. Ortaya çıkan suyun miktarı o kadar çoktur ki, o su hemen bir ırmak olur ve ırmak ejderhanın açtığı yoldan Antakya'ya ulaşır.
Kral kızını kurtaran çoban, aslında Hızır'dır. Halk, ona Hıdır Bey adını yakıştırır. Kral ise kızını çobanla evlendirir. Çobanın yere sapladığı mızrağı da kocaman bir çınar olur.
Eylül'ün eski eşinin yaptıklarını düşündü Burak. Hikayede ki ejderha gibi onu da yok etmesi gerekiyordu. Bunu bir arkadaşı olarak değil, duruma tepki veren normal bir insan gibi yapacaktı.
"Kralın kızı masallarda olur be Ercü. Gerçek hayatta prensesler olur mu ki?"
Anında kahverengi saçlı, nazlı bir prenses belirdi Ercüment'in içinde. Birkaç yıl önce onu gördüğü yerde köşe bucak kaçtığı kıza kavuşmak için gün sayıyordu. Aşk dedikleri Bade miydi?
"Kralın kızını bilmem de prenses falan yok kardeşim."
Akın ciddi bir sesle cevapladığında Yavuz'un başından beri sessiz, dikkatli bakışları ona çevrildi. Burak'ı en eski tanıyan oydu. Eylül'e de ilk görüşte merhamet dışında kendisinin bile kabul etmediği bir şeyler hissettiğini çok iyi biliyordu.
"Yine de öyle demeyin komutanım. Burak komutanım temiz kalpli, manken gibi adam. Elbet onun nasibi de vardır."
Selim'in bakışları uzun zaman sonra varlığını hatırlatırmışçasına konuşan Yavuz'a döndü. Efsun'un söyledikleri bir anlığına kulağında tekrar duyulur gibi olmuştu.
Sanırım senin timin biraz aşık olmuş.
Hepsi birden mi aşık olurdu? Yavuz ve Berker dışında mantıklı düşünebilen hiç kimse kalmamıştı aralarında. Akın'ın diktiği bakışlarının hedefi Yavuz olurken ortamda ki sessizlik de giderek dağılmıştı.
"Onun nasibi çorba bile yapamaz, değil ki sarma sarmak falan. Manken gibi adamın onlarla işi olmaz."
Selim konudan uzaklaşırken ön cebinde ki resmi avuçlarına aldı. Kulağının arkasına takılan küçük bir çiçekle bile göz alıcı görünen bir kadındı o. Yeşil gözleri günler sonra gözleriyle buluşurken gülümsedi. Herkes konuşmaya daldığında saklandıkları mağaranın kapısına çıkıp duvara yaslandı. Dudaklarının arasında ki sigaradan bir nefes daha soluduğunda gözlerini avucunda ki resimden bir an olsun ayırmadı.
"Öyle hasretim ki sana,"
Buruk bir nefes verdi.
"Hiçbir kavuşma bu özlemi bastırmaz gibi geliyor."
◇
Açılmamak için var gücüyle direnen gözlerimin bu savaşı kaybetmesini sağlayan şey sabah kapıya bırakılan kutu olmuştu. Bir süredir almadığım garip hediyeler bugün tekrar gelmişti. Yatağın üzerine bıraktığım kutuya bir bakış daha attığımda farklı bir şey yoktu. Kapağını yavaşça açtığımda içinden bir not ve çiçek vardı. Küçük not kağıdını elime aldım.
Çiçekler yuvasını arar, sevgiyle büyüt onları.
Selim göndermiş olamazdı, onun yazısı değildi bu. Doğum günümde hediye gönderen kişi göndermiş olmalıydı. Bu gizemli kişi kimdi? Beni nereden tanıyor ve bunları gönderiyordu?
"Efsun, çıkıyoruz biz. Sen geç mi geleceksin?"
Ecem'in kapının önünden seslenmesiyle kutuyu apar topar yatağın altına bıraktım. Dışarıya çıktığımda İpek ve Ecem hazır bir şekilde bana bakıyordu.
"Ben uyuyakalmışım biraz. Siz çıkın, hazırlanır gelirim ben de."
İkisi de şüpheli bakışlarla beni incelese de bir şey demeden gitmişlerdi. Önce mutfağa gidip bir şeyler atıştırdığımda aklımda hala gizemli kutu vardı. Kimseye anlatamamıştım, ama artık o kişi her kimse bulmam gerekiyordu.
Akşamdan hazırladığım kıyafetleri de üzerime geçirdikten sonra saçlarımı alelade bir şekilde tutturup dışarıya çıktım. Selimden haber yoktu, bu sabah mesaj atmamıştı. Revire gidene kadar birkaç kez arasam da cevap vermemişti. Saat on'a gelirken nihayet revirin önüne gelebilmiştim. Kapının önünde ki birkaç askere günaydın dedikten sonra odama girdim. Girer girmez beni dumura uğratan şey sedyenin üzerine uzanmış, beni izleyen Selimdi.
"Füsun," dedi kalkarken. Bir sesin ne kadar müptelası olunabiliyorsa o kadar müptelası olmuştum bende.
"Selim?"
Kapının önünde öylece kaldığımı fark ettiğimde çantamı masanın üzerine atarcasına bırakıp karşımda beni bekleyen adama koşar adım gidip sarıldım. Burnunu direkt saçlarımın arasına gömerken belimde ki elleri daha da sıkı sarıldı.
"Çok özledim seni," dediğimde başımı usulca geriye çektim. Kolları hala belimdeyken başım omzundaymış gibi görünüyordu.
"Bende, çok özledim."
Saçlarıma en içten bir öpücük kondurdu. Tam tedavi saatinde gelmiş ve odamda beni beklemişti.
"Öğleden sonra seninde işin yoksa vakit geçirelim mi biraz?"
Hiç düşünmeden başımı salladım. İşim varsa bile bunu şimdi hızlıca halledebilirdim. Tekrar kocaman sarılıp öptükten sonra odadan çıkmıştı. O komutanlarıyla görüşürken benim de işlerimi bitirmem gerekiyordu. Selim'in hemen ardından gelen Demir'in sedyeye uzanışını izlerken önlüğümü giydim.
"Tedavinin sonuna geliyoruz, Demir."
Demir neredeyse bir aydır daimi hastamdı. Siyah saçları ve kahverengi gözleriyle ciddi yüz hatları vardı. Ben kollarını kontrol ederken gülümsedi.
"Her şey için çok teşekkür ederim, çok daha iyi hissediyorum."
Demir, Selim'in arkadaşıydı. Aramızda ki ilişki artık herkes tarafından bilindiği için o da doğal olarak bunu biliyordu.
"Ulaş komutanım ile buraya ilk geldiğimde tanışmıştık. Çok sevindim adınıza, mutluluklar dilerim."
Gülümseyerek teşekkür ederim anlamında başımı salladım. Yakup'un dediği bir noktada doğruydu. Burada yerde ki toprak bile Selim'i tanırdı. İşimiz bitince Demir raporda gerekli yerleri imzalayıp gitmişti. Selim'in geleceği saat yaklaşırken kalan işlerimi de çoktan halletmiştim. Uzun zamandır konuşma fırsatı bulamadığımız için soluğu Ecem'in yanında aldım. Morali biraz olsun düzelmişti. Mert'i gördüğünde düşen yüzü bizim yanımızda bir nebze de olsa güler olmuştu.
"Ecem, işin yoksa oturalım mı biraz?"
Bir şey demeden dışarıya çıktığında onu takip ettim. Banklardan birine otururken etrafı inceledi.
"Görevden gelmişler."
Görüş alanımıza giren Yavuzla beraber bakışlarını bana çevirdi. Umursamıyormuş gibi omzunu silkti.
"Bende bu kadar geç gelince kızı da isteyip gelelim dediler sanmıştım."
Cevap vermek için dudaklarımı araladığımda yanımıza koşarak gelen Mert susmama sebep olmuştu. Yanımıza gelir gelmez gülerek selam verdi.
"Ecem, bu akşam müsaitseniz size gelebilir miyiz?"
Konuya aniden girişi sadece Ecem'i değil beni de şaşırtmıştı. Mert derin bir nefes alırken arkasında beliren Tuna şaşkın yüz ifadelerimize bakınca devresinin ensesine bir tokat attı. Mert afallayarak ona dönerken Tuna oldukça ciddiydi.
"Açıklamasını yapmadan direkt söyledin mi odun?"
Ecem bir bana bir onlara bakarken şaşırmıştı.
"Akşam annemler gelecek de, hani ben onların bulduğu kız isteme törenine gitmedim ya," diyerek anlatmaya başladı Mert.
"İşte seni söylemiştim, annem de gelmişken görmek istemiş."
Ecem günlerdir Mert'e trip atarken o çoktan annesine Ecem'i anlatmıştı. Bu akşam bizim eve, onu görmeye geliyorlardı üstelik.
"Seni söyledim derken?"
Ecem üzerinde ki şaşkınlığı atıp konuşmaya başladığında Mert gülümsedi. Tuna alnını ovuştururken derin bir nefes aldı. Mert'in durumu ona göre oldukça vahimdi.
"Annem neden gelmek istemediğimi sorunca Ecem var, dedim. Onu seviyorum, dedim."
Sonlara doğru sesi kısılırken Tuna daha fazla dayanamayarak kendini oturduğumuz banka bırakmıştı. Ecem şok üzerine şok geçirirken ilk defa yanakları kızarmış gibiydi.
"Sen beni sevdiğini benden önce annene mi söyledin Mert?"
"Biraz öyle oldu."
Kendimi tutamayıp gülmeye başladığımda Selim de yanımıza gelmişti. Hepimize bir bakış attıktan sonra ayakta dikilen Mert ve Tuna'ya baktı.
"Ne oluyor burada?"
İkisi de birbirine bakarken bende ayağa kalkıp yanına geçtim.
"Akşama görücü geliyormuş da, Mert onu haber vermeye gelmiş."
Aklına Aylin'in istemesi gelmiş olacak ki anında kaşları çatıldı. "Bu görücü sana gelmiyordur umarım," dedi oldukça ciddi bir sesle. Mert başını eğebildiği kadar öne eğerken Tuna laf atmamak için kendini zor tutuyor gibiydi.
"Bana değil, Ecem'e. Mert'in annesigil geliyormuş."
Selim'in yüzünde ki ciddiyet yavaş yavaş dağılırken gülümser gibi olmuştu. En başından beri Ecem'i aramızda ki o üçüncü kişi gibi gördüğünden bu hoşuna gitmiş gibiydi. Daha rahat bir duruşa geçerken Tuna ve Mert de rahat konumuna geçmişlerdi.
"Ece, hayırlı olsun. Mert de anlatmadı hiç."
"Şu an o kadar değişik hissediyorum ki Ece demene bile kızamayacağım."
Ecem'in karşısında sessiz kalışı daha da hoşuna gitmişti. Mert eğdiği başını kaldırırken gülümsemeye çalıştı.
"Annem az önce aradı komutanım. Yola çıkmışlar bile, her şey apar topar oldu."
Akşam eve erkenden dönmemiz gerekiyordu. Birkaç gün önce timin gelmesini beklerken sıkıntıdan yaptığımız sayısız tepsilerde ki börekler, kurabiyeler kurtarıcımız olmuştu. Ecem, Tuna ve Mert konuşmaya devam ederken biz de vakit kaybetmeden arabaya binmiştik.
Selim'in yüzünde ki ifade huzur gibiydi. Bu Ecem'in artık sessiz biri oluşundan çok beraber vakit geçirdiğimiz için gibiydi. Gözlüklerini taktığında arabayı çalıştırdı.
"Hepsi birden aşık oldular şimdi de aileleri tanışmaya geliyor. Bizden önce evlenmeye de kalkar bunlar."
Şaka yaptığını düşünsem de oldukça ciddiydi. Gerçekten de herkes bizim sevgili oluşumuzu bekler gibi aynı dönemde aşık olmuşlardı. Belki de Selim'in ciddiyetinin üzerlerinden bir nebze de olsa kalkışını fırsat bilmişlerdi.
"Biz de ailelerimizle tanıştık. Hem evlilik için daha herkesin çok yolu var, değil mi?"
Gözlüklerinin üstünden bir bakış attı.
"Olabilir ama bizden önce de evlenmesinler."
Selim'in özlediğim çocuksu havası geri gelirken koltuğa biraz daha yayılıp keyifle izlemeye başladım. Uzamaya başlayan saçlarının birkaç teli alnına düşmüştü. Lacivert kısa kollusundan belli olan kol kasları, yan profilden muazzam duran yüz hatları...
Ne kadar süre daha gittiğimizi bilmesem de Selim'in evine gelmiştik. Kapıyı açarken birkaç saniyeliğine gözlerime bakıp gülümsedi. Salona girdiğimizde aklıma o gün gelmişti. Birbirimize ilk defa duygularımızı söylediğimiz yerdi burası. O da benimle aynı şeyleri hatırlamış gibi koltuğa ilerledi.
"Bu evi de satmayı düşünüyordum ama," dedi duraksarken.
"Artık böyle bir düşüncem yok. Bu ev sen geldikten sonra yaşanılabilir bir yer oldu Füsun."
Yanıma geldiğinde kolları belimi sardı. Başımı göğsüne yaslarken burnuma dolan kokusunu içime çektim.
"Çok aşığım sana," dedim o günkü gibi.
"Bütün sınırları fazlasıyla aşacak kadar," dedi o da.
Ellerimiz birbirinden ayrılmadan mutfağa geldiğimizde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
"O gün, uzun zaman sonra biriyle mutfakta bir şeyler hazırladım. Bugün de bir şeyler yaparız diye düşündüm."
Pikniğe gittiğimiz gün yaptığımız keki anlatıyordu. Tezgahın üzerine çıkardığı malzemelerden anladığıma göre pizza yapacaktık. Sonrasında evin oldukça geniş olan bahçesinde ki masada yiyebilirdik. Ben malzemeleri ayırırken Selim de eksik olanları çıkarıyordu.
"Yemek konusunda benden daha iyi olduğun kesin," dedim pilav aklıma gelirken.
Elinde ki hamuru kıvamına getirmeye devam ederken gülümsedi.
"Seninkilerin yeri ayrı."
Yanık bir pilavın yeri ne kadar ayrı olabilirse o kadar ayrıydı demek ki. Aklımdan geçenleri anlar gibi yüzüme bakıyordu. Hamurla işi bittiğinde ellerini yıkamak için lavaboya gittiğini düşünürken bir anda kolları ve evye arasında kalmıştım.
"Küçük bir kız çocuğu gibisin Füsun."
Parmağında kalan unu burnuma değdirdiğinde gülümsedim. Selim'in yanında o küçük kız çocuğuna dönüşebiliyordum. Onun benim yanımda kimsenin görmediği belki de bilmediği çocuğa dönüştüğü gibi.
"Tahir amca anında kapıma dayanır diye düşünmesem," dedi ciddiyetle.
Babamla ne konuşuyorlardı bilmiyorum ama ikisi de bu konuşmaları oldukça ciddiye alıyorlardı. Aralarında garip bir sevgi bağı vardı. Eğilip yanağına bir öpücük bıraktım. Bu söylediklerini unutmasına yetmişti.
"Ne düşünüyorum biliyor musun?"
Merakla başımı iki yana salladığımda gülümseyen bakışları mutfağın kapısına döndü. Bir şeyler hayal edermiş gibi bir süre konuşmadan izledi.
"Oğlumuz uykudan yeni uyanmış, kapıda bizi izliyor. Arkasından kız kardeşi geliyor, sen ikisine de harika bir anne oluyorsun."
Bakışları aniden bana döndüğünde yüzümde ki şaşkınlığı gizlemeye gerek duymadım. Evrenin bana mesajı ya annelik ya da düğündü zaten. Bir süre sonra eskisi kadar şaşırtıcı olmamaya başlamıştı bu durum. Anlattıkları gözümde canlanırken az önce onun baktığı noktaya bakıp hayal ettim.
"Önce oğlumuz olacağını nereden biliyorsun? Ya kızımız olursa?"
Yüzüme karşı biraz daha eğildi. Gözlerimde bir şey ararmış gibi dikkatle bakarken arkamda ki tezgaha biraz daha yaslandım. Pizza yapımından ne ara bu sohbete gelmiştik biz?
"O da olur. Ben olmadığım zamanlarda abisi olur, diye öyle dedim ben. Yoksa hiç fark etmez."
Mantıklı olabilirdi. Kızımızın önce bir abisi olabilirdi mesela. Birkaç yıl sonra neden olmasındı? Yüzü yüzüme bu kadar yakınken kalp atışlarım hızlanmıştı. Bir de içinde çocuklarımızın olduğu bir hayali düşününce yanaklarımın aldığı rengi düşünmek bile istemiyordum. Vatanım kadar bağlandığım birisine aşık olurum, demişti. O günlerden, çocuk hayalleri kurduğumuz zamanlara nasıl gelmiştik? Hemen yan tarafıma geçip ellerini yıkamaya başladı. Hamuru beklerken dolaptan çıkardığım içecekleri bardaklara doldurup masanın üzerine bıraktım. Çektiği sandalyeyi yanıma bırakırken birkaç dakikalığına ortalıktan kayboldu. Mutfağa geri geldiğinde elinde bir albüm vardı.
"Geçen gün buldum bunları, beklerken bakabiliriz."
Küçük bir çocuk gibi elinde ki albümü hevesle ada'nın üzerine bırakışını seyrettim. İlk sayfayı açarken merakla görüş alanıma giren resimleri incelemeye başladım. Zayıf, siyah saçlı bir bebek vardı. İlk bakışta kız mı yoksa erkek mi belli olmasa da elinde ki arabaya aşkla bakmasından erkek olduğu belli oluyordu. Bu Poyraz abiydi. Hemen altında bir eliyle ağzını kapatmış bir kız çocuğu vardı. Ela abla çocukkende şimdi ki gibi narin bir izlenim veriyordu. Diğer sayfaya geçtiğimizde İlk sayfadakine göre daha tombul, siyah saçları olan bir erkek bebek vardı.
"Bu, sensin," dedim hayranlıkla resmi incelerken.
Önünde ki oyuncaklara rağmen ciddi bir ifadeyle bakıyordu resimde ki bebek. Bileğinde küçük boncuklardan oluşan bir bileklik vardı. Tombul görüntüsünün bir parçası olan yanakları daha da sevimli göstermişti.
Selim'in fotoğraflarından oluşan kısma geldiğimizde neredeyse her ay düzenli çekilmiş fotoğraflar vardı. Hepsinde oldukça ciddi bir yüz ifadesi varken gülümsediği fotoğraf sayısı yok denecek kadar azdı. Bebekken bile bu kadar ciddi oluşunun sebebi neydi?
Bir ata dokunduğu fotoğraf vardı, güldüğü nadir fotoğraflardan birisi olduğu için anında dikkatimi çekmişti. Küçük parmakları ata dokunurken o da yardımcı olmak ister gibi başını öne eğmişti. Hemen altında artık bebeklik döneminden çocukluk dönemine geçtiği bir fotoğraf vardı. Giydiği takım elbisenin içinde oldukça sevimli görünüyordu. Eliyle boynunda ki papyonu çekiştirirken yüzünde beni bundan kurtarın, der gibi bir ifade vardı.
"Ne yapayım, sevmiyorum," diye savundu kendini.
Gülerek yüzüne bakmaya devam ettiğimde o da gülümsemişti. Düğünlerde kravat tercih etmesinin sebebi demek buydu.
"Düğünümüzde diyelim ki papyon takmanı istedim, takmayacak mısın?"
Yüzünde pes etmiş gibi bir ifade belirdi.
"Emir büyük yerden, mecbur takacağız yavrum."
Yüzüme düşen saçları yavaşça geriye itti. Yanağıma bir öpücük bırakırken sırıttı.
"Düğünümüz mü dedin sen?"
Yanan ateşe bir kıvılcım da ben atsam çok da bir şey fark etmezdi bence. Yüzümde ki ifade onunkine benzer çapkın bir hal almıştı. Bakışları anında ışıldarken yüzünde muzip bir ifade vardı.
"Sen sürekli hayallerden bahsedince düşündüm bir an, sevgilim değil de kocam olduğunu düşündüm bir anlığına."
Arkamda ki tezgaha mümkünmüş gibi daha fazla yaslanmaya çalışırken başım inadına dikti. Gözlerimde ki ifade kendinden emin dururken içimde bir yerlerde heyecan vardı. Karnımda bir şey kelebek uçuyormuş gibi hissettiren, bütün kanın yüzüme hücum ettiğini düşündüren bir histi bu. Parmaklarının tersiyle yüzümü usulca okşadı. İncitmekten korktuğu bir şeyi hayranlıkla izler gibiydi. Dudaklarında ki belli belirsiz gülümseme, bakışlarında ki harlanan o ateş...
"Sende karım olsana mesela, her gün şu evin içinde görsem ya seni?"
Gözümün önünde gelecekten bir kesit canlandı o an. Selim'in görevden gelmesini beklerken mutfakta yemek hazırladığım, kapının açıldığını duyar duymaz koşarak ona sarıldığım. Hayallerimin hepsinde kavuşmak vardı, en çok da bunu diledim. Biz hep kavuşalım, hiç ayrı düşmeyelim. Selim'in varlığına bu denli alışmışken önceleri nasıl dayandığımı sorgular olmuştum. Hazırladığımız hamuru nihayet hatırladığında yavaş yavaş geri çekilip kendimi toparlamam için bana zaman vermiş gibi duruyordu. Elinde ki hamuru pizza için açarken saçlarımı düzeltip yanına gittim.
Malzemeler hazırdı, hamuru açtıktan sonra üzerine onları da yerleştirip fırına vermiştik. Az önce içmeye fırsat bulamadığımız içeceklerimizi yudumlarken yorulduğumu hissedip sandalyelerden birine bıraktım bedenimi.
"Akşam misafir gelecek, siz de gelecek misiniz?"
Mert'in ailesi şimdiye kadar gelmiş olmalıydı. Ecem'i orada bırakıp Selimle geldiğim için muhtemelen kuvvetli bir azar işitecektim. Bade ve İpek'in yokluğumu bastırmasını dileyip Selim'e döndüm.
"Mesaj atmış, annesigil gelmiş. Biz de geleceğiz, mecbur."
Çalan telefon ortamın havasını yavaş yavaş değiştirirken arayan kişiye bakıp kaşlarını çattı. Al işte, der gibi telefonun ekranını bana çevirdi.
"Komutanım, iyi günler," diye atıldı anında Mert'in neşeli sesi.
Telefonun sesini açıp masaya bıraktı.
"Sadede gel?"
Mert uyarıyı alınca boğazını temizleyip konuşmak için kendini hazırladı.
"Komutanım siz gittikten sonra bir takım şeyler oldu ve,"
İkimiz de pür dikkat Mert'i dinlerken birbirimize baktık.
"Ecem'in ailesiyle de görüştük ve,"
Selim alnını ovcalamayı bırakıp sert olmayan bir yumruk attı masaya.
"Oğlum ve, ve diyip duracağına anlatsana şunu."
"Yarın isteme var komutanım."
Aldığım nefesin boğazımda kaldığını hissederken Selim anında ayağa kalkmıştı. Ne oluyordu bu aşağılık yerde?
"E yuh anasını satayım," dedi Selim tepkisini gizleme gereği duymadan.
Mert konuşmak için yanımıza geleceğini söyleyip telefonu kapattığında ben öylece kapanan telefona bakıyordum. Ecem daha birkaç saat önce Mert'in tavırlarına sayamadığım tribini atarken şimdi sözlüsü mü oluyordu? Bade çağrımı duymuş gibi aradığında telefonu açıp sesini Selim'in de duyacağı şekilde açtım. Bade, Mert gibi uzatmak yerine direkt konuya girmişti.
"Mert, Ecem'e neden böyle davrandığını sordu. Ecem de hepsini anlattı. İşte Mert de başından beri onu çok sevdiğini falan söyleyince ortalık bir alevlendi. O sırada Ecem'in annesi de arayınca o da öğrendi. Anlatamıyorum ki, ne yaşandı ben bile anlamadım."
Bade bile yorum yapamadıysa İpek'i hayal edemedim. Benim naif arkadaşım ikilinin arasında gidip gelirken kendini oldukça yormuş olmalıydı. Kapı çalarken Bade de telefonu kapatmıştı. Kapıdan başını öne eğmiş, bakışlarını kaçıran Mert'in girdiğini görünce oturuşumu düzeltip olacakları beklemeye başladım.
Selim yanıma otururken Mert de karşıma oturmuştu. Ellerini birleştirip kaldırdığı bakışlarını üzerimize çevirdi.
"Komutanım ve Efsun abla," diyerek anlatmaya başladı.
"Ben başından beri Ecem'i seviyordum. Ancak ondan tarafa karşı emin değildim, bugün laf arasında ikimiz de birbirimize açıldık. Benim annemler zaten yola çıkmıştı, onun ailesi de olayın üzerine arayıp öğrenince onlar da gelmek istedi. Babası ya yüzüğü takarsın ya da kızımın milim yakınına yaklaşamazsın dedi, başka bir şey demedi. Bizde düşündük, konuştuk ve küçük bir tören yapmaya karar verdik. Birbirimizi zaten uzun zamandır tanıyoruz, sorun olmayacak gibi."
Selim, Bade ve Ercüment ilişkisinden sonra bu şoku da kaldıramamış gibi kollarını iki yana bıraktı. Aldığı nefesler sıklaşırken bakışları Mert'i saniye saniye inceliyordu.
"İsteme yarın, annemler sizin eve gitti abla. Hazırlık yapıyorlarmış."
Mert bulduğu ilk fırsatta koşar adım giderken film izler gibi karşımda ki manzarayı izliyordum. Her şey birkaç saat içinde olup bitecek kadar kolay mıydı?
"Mert bizim en küçüğümüz," dedi Selim yavaş yavaş kendine gelirken.
"Adam sözleniyor Efsun!"
Üzülme sevgilim, biz de bir Uşak turu daha yaparız, takarız yüzükleri. Evren her fırsatta evlilik ve bebek konusunda mesaj göndermekte kararlıydı nasıl olsa. Bakılırsa Ecem de grupta ki asla evlenmem diyen kişiydi ama yarın akşam sözleniyordu. Şimdi eve gitsem muhtemelen bir daha o evden çıkamazdım.
"Gidip alıp geleceğim bir yüzük, takacağım parmağına,"
Verdiğim tepkiye kendim bile şaşırırken Selim'in de şaşkın bakışları bana dönmüştü.
"Tak yavrum, ben düşünmüştüm ama sen taksan da olur."
Selim gayet ciddiydi. Kendimi içimde yaşadığım duygu selini kontrol ederek incelediğimde bende ciddiydim. Yüzük almak için uygun bir konumda olmayabilirdik düşüncesi aklıma geldiğimde önümde olmayan saçları bir kez daha geriye attım.
"Yüzük almak için uygun bir yerde değiliz sanki?"
Hak vermiş gibi başını sallasa da sonrasında aklına bir şey gelmiş olacak ki salona gidip gözden kayboldu. Tekrar geldiğinde elinde bir kutu vardı.
"Uşakta sen hediye alırken beğenmiştim bunları, gerçek değiller. Temsili diye düşün."
Açtığı kutuda gerçekten yüzük vardı. Doğru görüp görmediğimden emin olmak ister gibi gözlerimi kırpıştırdığımda üzerinde küçük işlemeler olan iki yüzük bana bakıyordu.
"Sen baya ciddisin? Çok ciddisin hatta."
Çok seviyor olabilirdim, yüzük takacağım adam da o olabilirdi ama hayal ettiğim sahne şu ana çok benzemiyordu. Tepkimi inceler gibi yüzüme bakıyordu.
"Ben ciddiyim de, sen değilsin sanırım."
Temsili demişti, şu olaylardan sonra gerçeğini hayallerimizde ki gibi ailelerimizin de olduğu bir törende takabilirdik. Kutuyu eline alıp giderken arkasından baktım.
"Bir şeyi unutmadın mı?"
Olduğu yerde durup arkasına döndü. Bakışlarında durgunluk vardı.
"Özür dilemeyi unuttum."
Nerede benim herkesin korktuğu o iri yarı komutanım? Karşımda durgun bakışlarla bana bakan, çocuğu andıran bir adam vardı.
"Yüzüğüm kutuda kaldı sevgilim, takmayacak mısın?"
Tek kaşı yavaşça havalanırken birkaç adım atıp yanıma yaklaştı. Ciddi olup olmadığımı sorgular gibi inceliyordu yüzümü. Elinde ki kutuyu alıp emin olmasına yardımcı oldum. Biraz daha küçük olan yüzüğü elime aldığımda o da diğerini almıştı.
Bakışlarımız birbirine sabitlendiğinde önce ben elimde ki yüzüğü parmağına taktım. Uzun, kemikli parmaklarına yakışan bir görüntü olmuştu. Sıra ona geldiğinde elimi kavrayıp usulca okşadı. Yüzüğü parmağıma taktıktan sonra öptü.
"Sana söz veriyorum, şu olaylar biter bitmez gerçekten takacağım bu yüzüğü."
Cevap vermek yerine kollarımı sıkıca boynuna sarmıştım. Belimde hissettiğim kolları vücuduma huzurlu bir hissiyat bırakırken parmağımda ki yüzüğe baktım. Temsili diye taktığımız bir yüzük bile böyle güzel dururken gerçeğini düşünmemek olmazdı.
"Yalnız ilerde bu anı anlatırken unutma komutan, karım bana olan aşkından tuttu elimi, geçirdi yüzüğü parmağıma dersin."
Yanağıma en içten bir öpücük bıraktı.
"Bende karıma çok aşığım, ne yapsa razıyım derim."
♡
Beyaz kumaşlar, kırmızı kurdele, çok sayıda fincan hepsi hazırdı. Artık rüyamda bile kontrol ettiğim bu parçalar nihayet bugün kullanılıp peşimi bırakacaktı. Ecem telaşından bana bile fırça atmaya fırsat bulamazken İpek ve Bade her fırsatta parmağımda ki yüzüğü inceliyordu. Merve hamile olduğu için salonda oturmuş masum masum bizi izlerken evin içinde hummalı bir koşturmaca vardı.
"İpek kızım tutsun tepsiyi," dedi Selma teyze.
Hazırlıklar bittiğinde geriye görev dağılımı kalmıştı. Ecem hazırlanmak için odasına gittiğinde rahat bir nefes alıp kendimizi koltuğa bırakmıştık.
"Bade kızım da Ecem'e yardım eder. Merve ve Efsun da burayla ilgilenir. Siz yabancı değilsiniz kızım, sohbet ederken yardımcı olursunuz."
Sohbet ederken benimki bir anda ortaya çıkıp Selma teyzeden beni de isteyebilirdi. Her fırsatta ona göz kulak olmak için burada olmam bence de mantıklı olurdu. Biz birkaç dakika öncesinden aldığımız ikazla hazırlandığımız için rahat rahat misafirleri bekleyebilirdik. Giydiğim siyah elbise günün kurtarıcısı olmuştu.
İpek giydiği krem rengi elbisesinin içinde peri kızını andırırken Bade ise biraz daha şık, gri renkte bir elbise tercih etmişti.
Ecem'in babası Osman amca da geldiğinde misafirlerin gelmesi yakındı. İkramlıkları düzenleyip çalan kapıyla beraber gelen misafirleri karşılamaya çıktık. Bade kapıyı çok az açıp elini dışarıya uzattı.
"Girmeden önce şunu da halledelim."
Mert'in avucuna bıraktığı parayı aldığında gülerek geri çekildi Bade. Bulduğu her fırsatta bunun bir gelenek olduğunu söyleyerek para isteyebilirdi. Mert oldukça heyecanlı olduğu için bunu sorgulamaya bile gerek duymuyordu.
Açılan kapıyla beraber herkes salona geçmeye başlamıştı. Ercüment, Tuğrul amca olmadığı için gelir gelmez soluğu Bade'nin yanında almıştı.
"Çok güzel olmuşsun," diye fısıldadı kulağına.
Onlar da salona geçerken Tuna aradan sıyrılıp Merve'nin koluna girmişti. Hemen ardından gelen Yavuz ve Berker de konuşarak salona girmişlerdi.
Eylül görüş alanıma girdiğinde gülümsedim. Akın ile beraber geldiği için hazırlıklar yapılırken burada olamamıştı. Giydiği ayakkabıdan dolayı bir an düşecek gibi olsa da kolunu tutan Burak'la beraber bu tehlikeyi de atlatmıştı. Akın gözlerini İpekten alamadığı için onları görmemişti. Nihayet benimki bütün heybetiyle karşıma geçtiğinde "hoşgeldin," diye fısıldadım.
"Çok güzelsin Füsun,"
Nihayet herkes salona geçtiğinde ayarladığımız bütün yerler dolmuştu. Modellik yarışması gibi takım elbise giymiş, hepsi birbirinden şık adamlar karşımızda bütün heybetiyle otururken herkesin gözleri birilerinin üzerindeydi. Geriye kalan Yavuz ve Berker ikilisi birbiriyle laflarken Kaya oturduğu yerden bizi izliyordu.
"Oğlumuz ne işle meşgul," diyerek lafa başladı Osman amca.
Mert ceketinin zaten kapalı olan düğmesini tekrar kapatırmış gibi uğraştı.
"Askerim," dedi kısaca.
Annesi Derya teyze ve babası Turan amca dikkatle oğullarını izliyordu. Mert'in evli olan ablası yurt dışında yaşadığı için kısa sürede gelememişti. Ecem ve Bade'nin getirdiği kahveleri içerken Mert yan tarafında ki Selim'in kulağına eğildi.
"Komutanım söze girseniz mi?"
Tuğrul amca olmadığı için yerini Selim'e bırakmıştı. Turan amca da onaylar gibi başını salladığında Selim ceketini düzeltip oturuşunu dikleştirdi. Hay maşallah, diye atıldı içimde ki ses.
"Sebebi ziyaretimiz," diyerek konuşmaya başladığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Sizler de biliyorsunuz. Mert benim askerim, yıllardır tanıdığım kardeşim."
Bu kısım işin sohbet olan kısmı olmalıydı. İlk defa yapıyorum demesine rağmen oldukça tecrübeli gibi görünüyordu.
"Neşelidir, çocuk gibidir ama adı gibidir. Mert'tir, dürüsttür. Seviyorum dediyse gözü gibi bakacağına şüphem yok. Emin olabilirsiniz ki kızınız da bizim kardeşimiz sayılır ve Mert yaptığı ufak bir yanlışta karşısında önce bizi bulur."
Tim ciddiyetle komutanlarını dinlerken sonunda beklenen kısım gelmişti.
"Allahın emri peygamberin kavliyle kızınız Ecem'i, kardeşimiz Mert'e istiyoruz."
Az önce ki konuşmayı ben mi yaptım der gibi baktığında gülerek başımı salladım. Yapmıştı cidden. Ecem bile ismini ilk kez doğru söylemesine şaşırırken gülümsemişti.
"Derya, bu bizim oğlan az önce Ece dememiş miydi? Yanlış kızı mı istedik biz?"
Turan amca yanında ki karısına sessizce sorduğunu sandığı sorusuna cevap verirken hepimiz gülmeye başlamıştık.
"Sus Turan, sus."
Osman amca da bir anlığına gülümser gibi olsa da boğazını temizleyerek konuyu toparlamıştı.
"Sizi çok bilmesem de tanıyorum. Ecem burada görev yaptığı günden beri tanıyorum sizi. Size nasıl oğlum gözüyle baktıysam Mert de benim için öyledir. Madem sende kefilsin, çocukların da gönlü var, verdim gitti."
Ecem ve Mert gülümseyerek birbirine bakarken herkes ayağa kalkmıştı. Büyüklerin ellerini öpüp bize sarıldığında kulağıma "darısı sana," diye fısıldamayı da ihmal etmemişti. İpek'in tuttuğu tepsiyle beraber yüzükler de takılırken Akın hayranlıkla İpek'i izliyordu.
Turan amca kurdeleyi kestiğinde kulaklarıma dolan alkış sesine eşlik ettim. Ecem artık Mert'in sözlüsü olmuştu. Üstelik parmağımda artık Selim ile olan bir bağ vardı. Temsili diyerek de takmış olsak bizim parmaklarımızda da birbirimize verdiğimiz sözün belgesi olan bir yüzük vardı. Takım elbisesiyle beraber oldukça yakışıklı görünürken parmağında ki yüzük de bir o kadar yakışmıştı. Evden çıkmadan önce aynadan yüzüğünü gösteren bir fotoğraf çekip atmıştı.
Bizim törenimize kaç gün vardı bilmiyordum ama biz sözlerimizi çoktan vermiştik. Benim gönlüm sende, seninki bende gibi bir şeydi bu. İki kalp birbirini seçip takılan iki yüzükle birbirine bağlanmıştı.
♡
Evett, bölüm nasıldı?
Yüzük sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Buraya kadar gelmişken oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn. Sizi çok çok sevdiğimi unutmayın bir de :)
|
0% |