Yeni Üyelik
29.
Bölüm

18.BÖLÜM

@livasayina

Yazdığım süre boyunca ilk defa bu bölümde sınır koyuyorum. Bundan sonra ki bölümlerde de bu sınır olacak. Yoksa ben her gün bölüm atabilirim, bu hem sizin için hem benim için daha iyi olacak.

 

Bu bölüm sınırımız 45 oy ve 50 yorum olsun mu? Tutar mı bilmiyorum ama bence bunu yapamasak bile yaklaşırız ♡

 

Bölüme geçmeden önce size birkaç şey söylemek istedim. Aslında bu bölümü bu kadar erken atmayacaktım ama dayanamadım. Gerçi okurken de dayanamayacağız bence :) Özellikle bu bölümde yorumlarınızı çok çok merak ediyorum. Düşüncelerinizi belirtmeyi unutmayın. Efsuna olan ilginiz için hepinize çok teşekkür ederim ama yorumlar nerede arkadaşlarr? Şaka bir yana bölümler de artık ilerlemeye başladı, bol bol oy verip yorum yaparsanız oldukça mutlu olurum. Keyifli okumalarr...

 

                                                                     ◇

 

Hiç geçmezmiş gibi görünen zaman bir anda nasıl bu kadar çabuk geçerdi. Buraya gelmek için hazırlık yaptığım zamanın üzerinden bile aylar geçmişti. Şu bir hafta içerisinde bile Ecem'in istemesi olmuş, aileler yolcu edilmişti. Parmağımda bende buradayım der gibi göz kırpan yüzüğüm vardı bir de. Akşam Alp ile görüntülü konuşurken yüzüğü o da görmüştü.

 

"Anne ablam yüzüğü bile takmış, diye bağırmıyorsam Ulaş abiden," demişti.

 

Artık benden çok onu sevdiği konuda hepimiz hemfikirdik. Hafta sonu olduğu için bugün revire gitmesem de evde de yapacak bir şey yok gibiydi. Ecem artık sözlüsü olan Mertle vakit geçirmek için çıkmışken İpek de hemen onun arkasından çıkmıştı. Kapı çalmaya başladığında saçlarımı bulduğum ilk tokayla tutturdum. Açılan kapının ardında Eylül vardı. Kızıla yakın, sarı saçları vardı. Bade'nin alışverişinden ona ayrılan kısım işini epey kolaylaştırmıştı. Abisinin ve İpek'in giderken onu da bıraktıklarını söyleyip salona girdi.

 

"Rahatsız etmedim, değil mi abla?"

 

Karşımda ki utangaç hali gülümsetmişti. Artık hepimizin kız kardeşi olsa da hala çekiniyordu. Gülümseyerek başımı iki yana salladığımda yüzünde rahat bir ifade belirmişti. Yanındaki telefonum çalmaya başladığında bana uzattı. Arayan Selimdi.

 

"Eylül de var yanımda, gelin tabii."

 

Yanında Burak'ın da olduğunu söylediğinde bakışlarım Eylül'e kaydı. Akın buralarda olmadığına göre güvenlikle alakalı bir sorun yoktu. Selim'in baş başa kalma planı suya düşse de sesimde ki isteği duyunca biraz da olsa yumuşamıştı. Telefon kapandığında Eylül oturduğu yerde kıpırdandı. Belli ki korkuyordu, Burak'ı da sevmekten ve sonunda aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordu. Ben üzerimi değiştirirken o da masaya atıştırmalık şeyler getirmişti. Etrafına masum bakışlar atan bir kız çocuğuna benziyordu Eylül. Geçmişinde yaşadığı kötü olayların onu da kötü etmesine izin vermemişti. Aksine sevgi dolu, hayat dolu bir insan olmuştu.

 

Kapı çaldığında benden önce kalkıp açmaya gitti. Bende onun hazırladığı masaya otururken misafirlerimiz salona giriş yapmıştı. Burak ben buraya nereden geldim, dercesine bakarken Selim halinden oldukça memnundu.

 

Herkes masa da toplanırken Eylül herkese ufak ufak servis yapmaya başlamıştı. Bardakları almak için mutfağa gittiğinde kaldığı yerden ben devam ettim.

 

"Efsun abla, bardakların olduğu raf biraz yüksek geldi. Sandalye var mı?"

 

Ben sandalye vermek için kalkacağım sırada Burak çoktan ayaklanmıştı.

"Ben hallederim," diyip mutfağa gittiğinde gururlu bir anne gibi onları izledim. Selim'in huysuz bakışlarını fark ettiğimde onu da güldürmek ister gibi gülümsedim. Sevgi güzeldi, onlar da yaşayabilirdi. Nihayetinde Burak elinde ki bardaklarla yanımıza geldiğinde Eylül de limonata dolu sürahiyi getirmişti.

 

"Eylül, sen nasılsın?"

 

Akın'ı aratmayan tonda bir giriş yapmıştı benimki. Bir kolunu arkasında ki sandalyeye yaslamış, limonatasını yudumluyordu. Eylül çekingen bir ifadeyle başını öne eğdi.

 

"İyiyim abi, alıştım artık."

 

Kesinlikle yanlış görmemiştim ki Eylül konuşurken Selim saniye saniye Burak'ın ifadesine bakmıştı. Akın'ı gerçekten aratmayan cinsten davranışları vardı. Burak üzerinde hissettiği bakışlarla Selim'e baktı.

 

"Rütbe de miyiz?"

 

Cık, diye cevapladı Selim. Rütbe de olmadığı zamanlarda sadece Ulaş oluyordu. Çoğunlukla komutan olsa da herkes için Ulaş'tı. Burak aldığı cevapla biraz daha rahat bir ifadeye büründü.

 

"Ne o, sorun mu var, Burak?"

 

Bildiğim kadarıyla aralarında geçen bir tartışma ya da benzeri bir şeyler olmamıştı. Aralarında ki gerginlik sadece beni değil Eylül'ü de şaşırtmıştı. Elinde ki bardağı masaya bırakıp öne doğru itekledi Burak.

 

"Yok, sınırları merak ettim."

 

Selim de ona benzer bir hamle yaptığında kollarını masanın üzerine yaslayıp öne doğru eğildi. Siyah gözleri Burak'ın gözlerine odaklandı.

 

"Sınırı geçecek bir şey mi var ortada?"

 

Burak, utanıyor gibi görünse de netti. Düşündüğü şeyi öyle ya da böyle söylüyordu. Eylül ortalık kızışacak diye gerilirken ben olduğum yerden onları izliyordum. Kavga etmekten çok yüzleşmek gibiydi bu.

 

"Benim tarafımdan yok, tüm timin var."

 

Haklı sayılabilirdi. Herkes ilk görüşte Eylül'e karşı daha bir yumuşak davrandığını, bakışlarının değiştiğini biliyor ve bunu her fırsatta ima ediyordu.

 

"Benim tarafımdan da yok," dedi Selim geri çekilirken.

 

Eylül olanları anlamasa da ben anlamıştım. Burak'ın sevgisi bizim için bir sorun değildi. Aslına bakılacak olursa bu sadece Akın için bir sorundu. Burak aldığı tepkiyle afallerken o da geri çekildi. Bakışları soru sorar gibi Selim'in üzerinde gezindi.

 

"Dağda barut," dedi Selim.

 

"Bağrında kurut," dedi Burak.

 

Eylül ile biz şaşkın şaşkın birbirimize bakıp anlamasak da onlar birbirini anlamıştı. Burak eyvallah, anlamında başını salladığında konu kapanmıştı. Telefona gelen mesaja baktığımda gülümsedim.

 

Dağda barut nasıl alev alev yanarsa bağrında yani kalbinde kurut, denir. Kalpte sevdadan başkası olmaz, onun yangınını görenler kendi ateşini bile oracıkta söndürür.

 

Açıklaması buydu. Burak da Eylül'ün korkularını, endişelerini kalbinde misafir etmişti. Sevdasını görünce onlar bile kendi ateşini söndürmüş oluyordu. Hayranlık dolu bakışlarımı saklama gereği duymadan Selim'e çevirdim, onun bakışları da yüzümde geziniyordu.

 

Benim yüreğimde en çok onun ateşi mi vardı bilmiyorum ama yaralarımın en çoğunda onun dokunuşları vardı. Artık hissetmiyorsam, acımıyorlarsa onun sayesindeydi.

 

                                 ◇

 

Mecnûn inler, kanını Leyla'ya katmak için,

Cilve yapar sevgili, gönül kanatmak için.

 

Çayımdan keyifli bir yudum daha aldım. İşlerin yoğunluğundan başımı anca kaldırabilmişken bu anı izleme fırsatı bulmak ödül gibi olmuştu. Boralar Timi askeriyenin önünde eğitimdeyken ben elimde ki çayımla onları izliyordum. Altıncı tur koşuları bittikten sonra hepsi soluklanmak için birkaç dakikalığına oldukları yerde kalmışlardı.

 

"Yenge oradan izleyeceğine geç otur şöyle, daha yakın olur sana."

 

Selim elinde ki su şişesini konuşan Berker'e fırlattı. Havada ki şişeyi yakalayan Berker birkaç adım uzaklaşıp Ercüment'in arkasına saklandı. Ben keyifle bu teklifi kabul edip yanlarında ki banka oturdum. Aramızda ki şaka bağından çok yanlış anlaşılmazdı. Sevgilimi daha yakından izlemeyecektim ne de olsa.

 

"Devam," diye seslenirken havaya kaldırdığı elini birkaç defa salladı Selim. Tim tekrar koşuya başlamışken bu kez diğer tarafa doğru gitmişlerdi.

 

"Ama sen koşmadın, haksızlık değil mi?"

 

Cennet mahallesi, Pembe gibi elimde ki çayı yudumlarken ben bile bu tavrıma şaşırmıştım. Selim terlemeye başlayan saçlarını eliyle karıştırıp derin bir nefes aldı.

 

"Kaç dakikadır sürünüyorum, bana haksızlık değil mi?"

 

Onu izlediğimi gördüğünden beri gerçekten de ayrı bir mücadele vermişti. Uzun süre yanıma gelememiş olması yetmiş de artmış gibiydi. Yanıma oturduğunda yanağına küçük bir öpücük bıraktım. Başımı sağa eğip yüzüne baktığımda muzip bir gülümseme yayıldı dudağıma.

 

"Ama değdi," dedi keyfi yerine gelirken.

 

En son bahçede Tuğrul amcaya yakalandığımızdan beri daha temkinli davranıyordum. Bunu derken az önce öpmüş olabilirdim ama o anlık gelişen bir olay olmuştu. Yanımıza koşarak gelen İsmet soluklanırken bakışlarını üzerimizde gezdirdi.

 

"Komutanım, yarbay ve diğer komutanlar önce sizinle sonra da timinizle görüşmek istiyor."

 

Ahmet yarbay da geldiğine göre önemli bir şey olmuş olmalıydı. Selim anında ayağa dikilirken İsmet yanımızdan uzaklaştı. Tim birkaç saniye içinde yanımızda belirirken Selim aldığı haberi onlara da iletip üzerini değiştirmek için odasına gitti. Herkesin yüzünde şaşkınlık vardı. Herkes toplandığına göre önemli bir şey olmuş olmalıydı. Herkes içeriye girerken arkalarından onları izledim. Belki de göreve giderlerdi, uzun süre gelmezlerdi.

 

                                                                                     ◇

 

Uzun masanın başında tek tek dizilmiş üstlerine baktı Boralar timi. Elena operasyonunu konuşacak olamazlardı aksi halde Kaya da buradaydı. Tuğrul albay masada ki herkes için kısa kısa bilgilendirme konuşması yaptıktan sonra sözü Ahmet yarbay'a bıraktı.

 

Yarbay masanın üzerinde ki dosyayı inceledikten sonra kapatıp yanında ki diğer bir komutana uzattı.

 

"Kimsin sen?"

 

Sorusunun odağı Selimdi. Hiç düşünmeden cevapladı.

 

"Kıdemli Üsteğmen Ulaş Selim Karacalı."

 

Başka bir şey demesine gerek kalmadan Ahmet yarbay gözleriyle susmasını işaret etmişti. Masada ki herkes pür dikkat onları izlerken yarbay time kısa bir bakış attı.

 

"Bu listede Kıdemli Üsteğmen Ulaş Selim Karacalı, diye birisi yok."

 

Herkes şaşkınlıkla birbirine bakarken akıllarından binbir türlü senaryo geçiyordu.

 

"Yine ne yaptın," diye mırıldandı Ercüment. Konuşmak istemese de dayanamamıştı.

 

"Bir sorun mu var komutanım?"

 

Yarbay ellerini birleştirip öne doğru eğildi.

 

"Sorun mu değil mi sen karar ver Karacalı."

 

Yarbay ayağa kalkarken masada ki herkes de tek tek sıraya dizilmişti.

Herkes nefes bile almadan onları izlerken yarbay biraz daha rahat bir ifadeyle konuşmaya devam etti.

 

"Bu listede yazan kişi,"

 

Elinde ki dosyayı açıp önünde ki sayfayı inceler gibi yaptı.

 

"Yüzbaşı Ulaş Selim Karacalı."

 

Selim olduğu yerde dumura uğrarken timde ki herkes gülümsememek için kendini zor tutuyordu. Komutanları terfi almıştı.

 

"Bir şey daha var," dedi yarbay.

 

Herkesi tek tek inceledikten sonra bakışları kendisini merakla izleyen kişiye takıldı.

 

"Kıdemli Üsteğmen,"

 

Ercüment ve Burak nefesini tutmuş bir şekilde konuşmayı dinlerken diğerleri de onlara eşlik ediyordu.

 

"Ercüment Korkutan."

 

Yarbay elinde ki dosyayı kapatıp kapıya ilerlerken herkes peşinden geliyordu.

 

"Arkadaşlarınla görüştükten sonra odama gel, yüzbaşım."

 

Herkes odadan çıktığında tim derin bir nefes alıp birbirine sarılmıştı. Terfiyi kim alırsa alsın sevinen hepsiydi. Artık Kıdemli Üsteğmen Ercüment olurken Ulaş Selim yüzbaşı olmuştu.

 

"Hızır, kıskandın mı sen?"

 

Ercüment oturduğu koltuktan keyifle etrafına bakınıyordu. Burak onun görebileceği bir şekilde göz devirdiğinde cevap verme gereği duymamıştı.

 

"Gerçi artık aramızda rütbe farkı var, komutanım dersin sende bana."

 

Herkes boşalan masaya otururken Selim ayakta kalmıştı. Komutanının konuşacağı şey aklına takılırken tüm dikkati oraya kaymıştı.

 

"Ama yakıştı komutanıma, Yüzbaşı Karacalı," dedi Akın.

 

Gülümsedi Selim, abisine yetişiyordu. Daha çocukken verdiği sözü tutuyordu. Arkadaşları konuşmaya devam ederken vakit kaybetmeden odadan çıktı. Siyah kapının önüne geldiğinde çalmadan önce üzerini düzeltti. İçeriden gir, onayını alınca içeriye girdi.

 

Ahmet yarbay tek başına karşısındaydı. Selam verdikten sonra komutanının işaret ettiği koltuğa oturdu. Daha yeni terfi almışken işten ayrılıyor olamazdı.

 

"Lafı uzatmayacağım Ulaş,"

 

Ahmet yarbay konuşmaya başladığında düşüncelerine ara verip dikkatini ona verdi.

 

"Gerçekleştirdiğimiz Yakup ve Elena operasyonunda işimize yarar birkaç bilgi elde ettik. Biliyorsun ki Tamar bizim asıl hedefimiz, ona ulaşmamız gerekiyor. Bu yolda ölüm olsa bile."

 

Sesi sonlara doğru daha ciddi çıkmıştı. Selim'in meraklı gözlerine odaklanıp anlatmaya devam etti.

 

"Kalabalık gidemeyiz, artık hepinizi tanıyorlar. Bu görev senin yüzbaşım, detaylar verilecek."

 

Selim odadan çıkmak üzere kapıya yöneldiğinde yarbay ona seslenmişti.

 

"Git vedalaş sevdiklerinle. Öncesinde Tuğrul'un odasına da uğra."

 

Odadan çıkar çıkmaz duvara yaslandı Selim. Vedalaşmak mıydı bütün sevdikleriyle? Detayları almak için albayın odasına gittiğinde o da yarbayın odasında olduğu gibi oturmasını söylemiş ve anlatmaya başlamıştı.

 

"Tamar bizim kaç canımızı aldı sende biliyorsun. Birilerinin onu adalete teslim etmesi gerek. Yaptığı hamleler asla risk götürmez. Onu bu kez de elimizden kaçıramayız. Gerekiyorsa öleceksin yüzbaşım. Tek tek gideceksin sevdiklerinden..."

 

Operasyon belliydi. Selim ölmüş gibi göründüğü için Tamar timi fazla dikkate almayacaktı. Bu sayede Selim yavaş yavaş Tamar'ın çevresine sızıp onu oyalarken tim onu kıskıvrak yakalayacaktı.

 

Dışarıya çıktığında bıraktığı yerde onu bekleyen bir çift yeşil gözle karşılaştı Selim. Söz vermişti Efsun'a, şu olaylar biter bitmez bu yüzüklerin gerçeğini takacağız, demişti. Peki bitecek miydi bu olaylar? Verdiği sözü tutabilecek miydi? Gözlerine bakmaya cesaret edemese de karşısına gelmiş Füsun'a baktı.

 

"Önemli bir şey yok," dedi konuşmasına fırsat vermeden.

 

"İşim var Efsun."

 

Elinde ki dosyayla bir şey demeden gitmişti. Giderken omzuna dokunduğu belki de çarptığı Efsun'a dönüp de bakmaya cesaret edememişti. Aldığı haberi ona sarılarak kutlayabilirdi şu an, ama onun veda etmesi gerekiyordu.

 

Yanından ifadesiz bir şekilde çekip giden adama baktı Efsun. Ne olmuştu da böyle davranmıştı? İlk tanıştıkları günden bile soğuk davranmıştı. Sahi birkaç dakika içerisinde ne değişmişti?

 

                                                                                     ◇

 

Gökyüzü biraz uzağımızda gibi görünse de bizden oldukça uzaktadır. Uzansak dokunabilirmişiz gibi hissetsek de aramızda kocaman bir mesafe vardır. İnsanlar da gökyüzü gibiydi, zaman zaman uzansak dokunabileceğimiz bir konumda gibi görünen kişiyle aramızda çok mesafe olabiliyordu. Birkaç gündür Selim ile hiç görüşmemiş hatta hiç konuşmamıştık. Sanki ben nereye gitsem oradan kaçıyor gibiydi. Kaya annesigilin yanına gittiğini söylese de hakkında başka bir bilgim yoktu.

 

Çaldığını duymadığım kapı açılırken Ecem içeriye girdi. Elinde ki kahvenin birini önüme bırakıp diğerini kendisine aldı. Evde de onlarla hiç konuşmadığım için merak ediyor olmalılardı. Önce konuşup konuşmamak arasında emin olmak ister gibi beni inceledi.

 

"Ne oluyor Efsun," dedi oldukça yumuşak bir tonlamayla.

 

Ne olduğunu bende bilmiyordum, komutanlarla görüştükten sonra onu bir daha hiç görmemiştim. Aramızda ki görünmez duvarlar neyin habercisiydi günlerdir bunu düşünüyordum. Oturduğum yerden bakışlarım masanın üzerinde ki bir noktaya takıldı kaldı.

 

"Sahi, ne oluyor Ecem?"

 

Benimde bir şeyler bilmediğimi anlayınca sessiz kaldı. Belki de Selim ile konuşurdu. Kahvesini içmeye devam ederken derin bir nefes aldı. Sözlendiği günden beri onunla da konuşamamıştık. Her fırsatta Mert ile ev aramak için dışarıya çıktığı için evde de durmuyordu. İpek de onun gibi merak etse de belli ki soramamıştı. Önümde ki kahveden bir yudum aldığında soğumuş olduğunu fark edip yerine bıraktım.

 

Ecem başka bir şey sormadan odadan çıktığında daldığım noktaya öylece bakmaya devam ettim. Dışarıya çıksam ne fark edecekti, benden yine kaçacaktı. İşim var, demişti. Belki de gerçekten çok yoğundu. Sarılma hissiyatımı bastırıp pes ettim. Dışarıya çıkmam gerekiyordu Aksi halde odada nefes almakta zorlanıyordum. Adımlarım geri geri gitse de önlüğümü masanın üzerine bırakıp bahçeye çıktım.

 

Tahmin ettiğim gibi etrafta görünmüyordu. Timden kimseyi göremezken ayakta beklemeye karar verdim.

 

"Efsun, tut."

 

Günler sonra kulağıma dolan Selim'in sesiyle afallarken etrafıma bakındım. Dizlerimin dibine gelen ufaklığı kollarımın arasına alıp havaya kaldırdım. Kumral, tahminimce iki, üç yaşlarında bir erkek çocuğuydu. Paytak paytak attığı adımlarla bir anda yanımda belirivermişti. Elinde mama kasesiyle Selim yanıma geldiğinde bakışları üzerimde gezindi. Adem elmasının yutkunuşuyla beraber hareketlendiğini görsem de bakışlarımı başka yöne çevirdim.

 

"Kimsin bakalım sen?"

 

Dikkatimi kucağımda ki ufaklığa verdiğimde gülümsedi. Ufak parmaklarıyla kendini işaret etti.

 

"Ben, bebek."

 

Kendini tanıtmasına güldüğümde o da bana bakarak gülümsedi. Kahverengi gözleri kısılırken bir kolunu omzuma attı.

 

"Adın ne peki?"

 

Az önce ki gibi kendini göstererek gülümsedi.

 

"Ben, Ata."

 

Küçük parmakları bu kez beni gösterdi. Yüzünü omzundan kaldırıp tamamen yüzüme çevirdi.

 

"Sen, adın ne?"

 

Konuşurken kendine göre zorlansa da oldukça konuşkan bir yapısı var gibiydi. Bende onun gibi kendimi gösterdiğimde kıkırdadı.

 

"Ben, Efsun."

 

Efşu, diyerek birkaç defa adımı söylemeye çalışsa da pes edip başını tekrar omzuma koydu. Selim'in elinde ki kaseyi fark ettiğinde avucunu açıp kapatarak acıktığını belirtti. Yakınımızda bulunan banklardan birine oturup kucağımda oturmasına yardım ettim.

 

"Yemeğini yedirmemi ister misin?"

 

Avucunu az önce ki gibi açıp kapatarak Selim'i işaret etti.

 

"Amca, mama."

 

Selim'in yedirmesini istese de benim kucağımda oturmakta kararlıydı. Selim tedirgin bir bakış atarak yanıma oturdu. Elinde ki küçük kaşığı Ata'nın ağzına götürdüğünde bakışlarımız kısa bir anlığına tekrar kesişti. Ata ağzında kalan kaşıkla bir ses çıkardığında ben dikkatimi tekrar ona vermiştim. Yemeğini yerken gülümseyerek etrafını inceliyordu. Karnı doyduğunda başını geriye atarak kucağıma biraz daha yayıldı.

 

"Efşu, masal?"

 

Yemeğini yediğine göre uykusu gelmiş olmalıydı. Başını kollarımın arasına alıp uyku için daha rahat,bir konuma getirdim. Minik elleri kıyafetimden tutunurken gözleri uykunun da etkisiyle küçülmüştü.

 

"Çok eski zamanda bir prenses yaşarmış."

 

Ben masal anlatmaya başladığımda gözlerini yavaşça gözlerime dikip beni dinlemeye başlamıştı. Selim de elinde ki kaseyi yanına bırakırken bir yandan da beni dinliyordu.

 

"Bu prenses çok üzgünmüş, ne olursa olsun mutlu olmazmış. Babası onun için ne kadar şey denese de hiçbirisi ise yaramamış. Sarayın çevresinde gezerken bir prensle tanışmış."

 

Ata'nın gözleri biraz daha kapansa da uyumamıştı. Selim de kolunu bankın arka tarafına yaslayıp pür dikkat bizi izliyor ve dinliyordu.

 

"Prensle önce arkadaş olmuş, onu tanıdıkça aslında gülebileceği şeyler olduğunu fark etmiş. Gülmemi sağladığına göre onu sevebilirim, demiş. Ama sonra prens sarayın yanına bir daha gelmemiş,"

 

Ata'nın gözleri kapandığında bakışlarımı ondan çevirip yanımda oturan Selim'e çevirdim.

 

"Prenses bir daha hiç gülmemiş."

 

Bir şey söyleyecek gibi dudakları aralansa da yanımıza gelen bir askerle susmuştu. Daha önce birkaç kez görsem de ismini bilmediğim bir askerdi bu.

 

"Kusura bakmayın komutanım, çağırınca gitmek zorunda kaldım."

 

Selim sorun yok anlamında başını salladığında adının Hakan olduğunu öğrendiğim adamın bakışları kucağımda uyuyan Ata'ya takıldı.

 

"Ufaklık zorladı mı diyeceğim ama sizi sevmiş belli ki, uyumuş."

 

Ata kucağımda kıpırdansa da uyanmadı. Alnına düşen minik saç tellerine baktım. Çok sevimli bir çocuktu.

 

"Ben alayım Ata'yı, yatıracak bir yer bulurum. Sağol yenge."

 

Kucağımda ki ufaklığı babasının kucağına uzattığımda gülümseyerek baktım ikiliye. Kesinlikle başka bir zamanda tekrar tanışmamız gerekiyordu Ata'yla. Onlar askeriyenin içine girerken bende ayağa kalktım. Selim de ayaklansa da son defa bakmak istemedim, az önce geri geri giden adımlarım şimdi kendiliğinden odama yönelirken arkama bir kez daha dönmedim. Odama geldiğimde kapının açılmasını beklesem de kimse gelmemişti. Az önce ettiği iki, üç kelime haricinde yine konuşmamıştı. Parmağında hala takılı olan yüzük dikkatimi çekmişti, çıkarmadığına göre benlik bir sorun yoktu.

 

Demir son tedavi günü için gelirken onunla ilgilenip dikkatimi dağıtmaya çalıştım. Başarılı da olmuştum, son olarak raporlarını imzalayıp Demir'e verdiğimde odadan çıkmasını izledim. Cebimde ki telefondan bildirim sesi gelince gelen mesaja baktım.

 

Akşam saat sekizde, benim evde toplanıyoruz abla. Geleceğine eminim.

 

Mert teklifi reddetme şansı bırakmamıştı. Ecem ile sözlenmeleri için ufak çaplı bir kutlama olacaktı. Odamda ki işleri bitirdiğimde eve geçip hazırlanmaya karar verdim. Elbise giyecek neşede hissetmedim kendimi, bir pantolon bir gömlek bugünü atlatırdı. Bebek yaka gömleğimin yakasını düzeltip açık bıraktığım saçlarımın az bir kısmını küçük bir toka ile tutturdum. Oldukça sade bir makyaj yaptıktan sonra hazırdım. Saatin gelmesine az bir zaman kalırken İpek, Akın ile gideceği bir mesaj atmıştı. Araba bana kalırken çantamı omzuma takıp kapıyı kilitledim.

 

Evin bulunduğu sokağın köşesinde sadece ucu görünse de bekleyen arabayı tanıdı gözlerim. Selim gelmişti. Onu gördüğümü fark etse de bir hamle yapmadı. Arabaya bindiğimde rotam ona göre ters yönde olsa da vazgeçip önünde ki yoldan geçtim. Birkaç saniye içinde arkamda belirmişti. Radyodan gelen şarkıya dikkatimi verip onu görmemeye çalıştım. Nihayet eve geldiğimde önden benim gitmem için arabadan inmemişti. Ben eve girer girmez arkadan o da gelse de artık bende onun gibi davranıyordum. Konuşmak istemiyorsa konuşmazdım.

 

Mert ve Ecem bahçeyi bu kadar kısa sürede de olsa oldukça güzel süslemişti. Bardağımda doldurdukları içecekleri yudumlarken onları izlemeye devam ettim. Yıldırım aşkı gibi görünse de birbirilerini çok sevdikleri gözlerinden okunuyordu. Karşımda elinde tuttuğu bardağı gözlerime baka baka yudumlayan Selim'e yandan bir bakış attım. Artık o kadar profesyonel davranıyordu ki ona baktığımı görür görmez yanında ki Burak ile konuşmaya başlamıştı.

 

"Bugün o kadar güldük eğlendik, şarkımız eksik," dedi Ecem.

 

Ortalık oldukça sessizdi. Herkes sevdiği kişilerin yanına sokulurken Eylül ve Burak bile kaçamak bakışlarla birbirini izliyordu.

 

"Komutanım, buyurmaz mısınız?"

 

Mert eliyle Selim'e işaret etti. Selim duruşunu bozmadan cevapladı.

 

"Buyurmam."

 

"Buyurur, buyurur," dedi Ercüment aynı anda.

 

Herkesten lütfen şeklinde sesler yükselirken ben konuşmadan onları izliyordum. Bade'nin izlettiği videodan duyduğum kadarıyla oldukça güzel bir sesi vardı. İkna olmuş olacak ki arkasına yaslanıp hazırlandı.

 

Böyle gitmez, öfkeyle yanıyorsun.

 

Diyerek başladığında gözlerimi ona inatla onunkilere çevirdim.

 

Koyu gölgeler içinde korkutuyor gözlerin, biliyorum ki bakan sen değilsin.

 

Gözünü kırpmadan bakıyordu.

 

Böyle gitmez sen bizi sevmiyorsun.

 

Bunu söylerken gözlerini kaçırmıştı. Söylemek istediği gerçek bu değildi. Alınmamam için gözlerini kaçırmıştı.

 

Böyle bitmez, eksiğiz ikimiz de.

 

İkimizin de yarası var demiştik, ilacı sadece birbirimizde olan o yaralar. Tanışmamıza vesile olan yaralardı onlar.

 

Ben bize aşık oldum.

 

Son olarak bu kısmı söylediğinde herkes alkışlamaya başlasa da onun gözlerinin tek odağı bendim. Sesi çok güzel olsa da bunu ona şimdi soyleyemezdim. Sigara içmek için masanın ucuna geçtiğinde yine ilk kaçan o olmuştu.

 

"Mutfakta yiyecek bir şeyler vardı, onları getireyim ben."

 

Ecem'in kalkmasına fırsat vermeden ayağa kalktığımda konuşmadan kabul edip yerine oturmuştu. Onlar koyu bir sohbete daldığında mutfağa geçmek için Selim'in yanından geçtim. Yerden kaldırdığı bakışları bu kez çabuk bir şekilde yüzümde gezindi.

 

Ben kurabiyeleri tabaklara yerleştirirken o da su alma bahanesiyle mutfağa gelmişti.

 

"Sen diğer tabaktakilerden ye, bunlarda damla sakızı var, sevmezsin sen."

 

Elimde ki kurabiyeye baktığımda aklımdan geçen düşünceye uymaya karar verdim. Kurabiyeden bir ısırık alsam da oldukça küçük bir parça yemiştim. Yüzümü burşturmamak için direnirken beni izleyen gözlerine baktım.

 

"Bu böyle biter Selim, sürmez. Sende bunu biliyorsun."

 

Tezgahın çevresini dolanıp yanıma geldi. Günler sonra kara gözleri bu kadar yakından bana bakarken yüzüne dokunmamak için ellerimi birbirine kenetledim. Göz altları kızarmış gibiydi.

 

Konuşmasını da beklesem de bir şey söylemedi. Elimde ki kurabiyeyi yerken yüzüne sinirli bir bakış attım. Ben elimde tabaklarla tekrar bahçeye çıktığımda o da arkamdan gelmişti.

 

Önümde ki tabakta duran elmalı kurabiyeleri yerken onun dışında herkesin üzerinde gezdirdim bakışlarımı. Saat ilerlerken artık gitme vakti gelmişti. Arabayı kullanan bu kez İpek olurken yan koltuğa geçip yolu izlemeye başladım.

 

"Bu yol, bizim evin yoluna benzemiyor?"

 

İpek gülümserken arabayı sürmeye devam etti. Ecem arka koltuktan başını uzatırken o da gülümsüyordu.

 

"Değil çünkü. Tuğrul amcagil bugün evde değilmiş. Hem Bade yalnız kalmasın diye kızlarla kalın demiş Yeliz teyze. Bade de gelmeden önce her şeyi hazırlamış. Merve de gelecek, kız kıza vakit geçireceğiz."

 

Yarın hafta sonu olduğu için oldukça mantıklı gelen bir plan olmuştu. Amaçları beni konuşturmak olsa da bende onlara ayak uydurup gecenin daha eğlenceli geçmesini sağlayacaktım. Evin önüne geldiğimizde Tuna'nın arabası da hemen yanımızda durmuştu. Koşa koşa Merve'nin kapısını açarken elinden tutup inmesine yardım etti.

 

"Öyle her şeyi yiyip içmek yok, bebeğim sende annene yardımcı ol, anlaştık mı?"

 

Merve'nin göz devirmesinden anladığım kadarıyla Tuna yol boyunca bu tembihleri yaparak gelmişti. Kendimizi evin içine attığımızda gördüğümüz manzara gerçekten etkileyiciydi. Doğum günü partisini andıran süslemeler, masanın üzerinde bekleyen yiyecek ve içecekler, ses sistemi bile düşünülmüştü.

 

"Artık bir yeğenimiz var, Ecem sözlendi, Akın abi ile İpek tamamen barıştı. Bir de Ecü var işte," dedi geçiştirir gibi. Kutlamanın arasına onu da sıkıştırmıştı. Yete attığı minderlere otururken Merve'nin arkasına koyması için bir yastık uzattım.

 

Yere atılan minderler, önümüzde duran atıştırmalıklar ve kulağımıza dolan kısık sesli müzik az sonra gelecek olan soruların ayak sesleriydi.

 

"Bence erkek olacak," dedi Bade. Ecem de onu onaylar gibi başını salladı. Merve'nin eli karnına gittiğinde gülümsedim.

 

"Bence kız olacak."

 

Merve ve İpek de bana katıldığını belirtmişti.

 

"Tuna da öyle düşünüyor, sağlıklı olsun da gerçekten hiç fark etmez."

 

Bade'nin yaptığı sıralamada yeğen hakkında konuşma kısmı bitmişti. Sıra İpek ve Akın'a gelmişti. Eylül'ü de çağırsalar da yorgun olduğunu söyleyip gelmemişti.

 

"Bizim ilişkimiz zaten bilinen bir şeydi. Ecem'in ki gibi yıldırım hızıyla olup bitmedi."

 

Ecem yeni gelin edasıyla parmağında ki yüzüğü gösterircesine havaya kaldırdı. Oturduğu yerde kımıldanırken yüzünde keyifli bir ifade vardı. Birazdan çıkıp hiç beklemediğin anda oluyor kuzum derse hiçbirimiz şaşırmazdık.

 

"Bizde başından beri birbirimizi seviyorduk, sadece isteme biraz ani oldu. Bade ve Ercüment ilişkisi de oldukça eskilere dayanıyor. En çiçeği burnunda çiftimiz Efsun ve Ulaş cephesi."

 

Herkesin bakışları bana döndüğünde sıra da bana gelmişti.

 

"Ecem de dedi artık kızamıyorum adama."

 

Senin yerine de kızarım ben dedi iç sesim. Önceden olsa saatlerce onu konuşabilecekken şimdi aklıma hiçbir şey gelmiyor gibiydi. Belki de kırgınlıktandı, bir anda böyle soğuk davranmasından kaynaklanıyordu. Elimde ki çekirdek bittiğinde bahanem bitmiş gibi yüzüme bakıyorlardı. Kaçmaya çalışsam da gece boyunca konuşup illa ki öğrenirlerdi. Kısaca o günden sonra olanları anlattığımda onlar da şaşırmıştı. Yüzük takacak evreye gelmişken şimdi iki yabancı gibidyik.

 

"Var bunun altında bir şeyler, Ecem demişti dersin."

 

Konuşmak istemediğimi anladıklarında daha fazla soru sormadan konuşmaya devam ettiler. Ara ara konuya dahil olsam da genellikle dinleyen taraftım. Gece bir ara müzik sesi yükselse de Bade korkusundan anında sesi kısmıştı. Telefona gelen bildirimlere göz atarken Selim'in sosyal medya hesabından paylaştığı fotoğrafı açtım merakla.

 

Gökyüzü, yeşil bir ağaç dalı ve bir şarkı vardı.

 

Burnumda tütüyorsun

 

Diğerleri benden önce bu paylaşımı görüp konuşmadıklarına göre ya hala görmemişlerdi ya da sadece bana özel atmıştı.

 

Kızların konuşmaya devam edeceğini anladığımda koltuğun üzerine kıvrılıp gözlerimi kapattım. Sadece uyumak istiyordum, uyuyayım ki bir an önce sabah olsun.

 

 

Arabaya son çantayı da yerleştirdiğinde kapısını sertçe kapattı Kaya. Ercüment'e başıyla onay verdiğinde Ercüment, Selim'in yanına gitti.

 

"Hazırlıklar tamam, çıkabiliriz."

 

Selim elinde ki telefondan son kez yaptığı paylaşıma baktığında Efsun'un görmüş olduğunu gördü. Dudaklarına bir gülümseme yayılır gibi olsa da çabuk toparladı. Ön tarafta ki araca yöneldiğinde telefonuna bir bildirim gelmişti.

 

Ecem'in gönderdiği fotoğrafı açmadan önce düşündü. Birkaç gün önce aralarında şakalaşmadan başka konuşma geçmezken şimdi onunla iş birliği yapıp sadece bir tane fotoğraf istemişti. Parmakları kendinden bağımsız hareket eder gibi ekranda ki fotoğrafı açtı. Beyaz koltuğun üzerinde uyuyakalmış, saçı yüzüne dökülen Efsun'a baktı.

 

"Özür dilerim, Füsun," dedi içinden.

 

Bu bir veda değildi, adına ne denirse denirdi ama kesinlikle veda değildi.

 

Akın arabayı çalıştırdığında ilk defa rahat bir şekilde etrafı inceledi. Bu operasyon günler öncesinden komutanlarıyla planlamış olduğu bir operasyondu. Birkaç saatin ardından bir ilçeye gelmişlerdi. Herkes silahlarına sarılıp arabadan inerken Selim kıyafetinin içinde ki metal ekipmanları kontrol etti. Her şeyin yerinde olduğuna emin olduktan sonra silahını omzuna asıp diğerlerinin arasına katıldı. Herkes yerlerine saklanırken silahını eline alıp Kaya'nın yanına saklandı.

 

Kaya diğerlerine göre daha az tepki verirdi belki, ya o kadar üzülmezdi ya da belli etmezdi. Karşı tarafta gezinen birileri olduğunu görünce herkes silahına sarılıp hedefini aramaya başladı. Karşılarında aslında kendilerinden olan adamlara bir bakış attı Selim. Herkes göremedikleri hedefe atış yaparken cephaneleri bitmeye yakındı.

 

"İleri," dedi Selim.

 

"Ama komutanım hedef hala kör noktada. İlerlememiz ne kadar güvenli?"

 

Kulaklıktan gelen Berker'in sesine cevap vermeden öne atıldı. Tim komutanlarının ilerlediğini görüp arkasından çıkmıştı. Herkes karşıda atış yapan kişilerin bulmaya çalışırken Selim cebinde ki tuşa bastı. Artık hazırım demekti bu. Ercan'ın verdiği hapı kimseye göstermemeye çalışarak içtiğinde artık son beş dakika içerisine girmişti. Beş dakika sonra geçici olarak kalp atışları duracak ve herkes için ölmüş olacaktı.

 

Gecenin karanlığında kalbinin hemen altında hissettiği sarsıntıyla beraber vücuduna yayılan sahte kana baktı. Yere düşerken artık atışlar durmuştu. Herkesin etrafına toplandığını görünce kalbinin daha çok sızladığını hissetti.

 

"Komutanım vuruldu," diye bağırdı Kaya.

 

Herkes birkaç saniye içinde başında toplanmıştı. Ercüment yerde yatan Selim'in başını dizlerine koyarken Mert yarayı kontrol ediyordu.

 

"Ben kardeşimin yanına gidiyorum belki de," dedi sesi güçlükle çıkarken.

 

Gerçekten vurulmamış olsa da konuşurken canı acıyordu. Tuna ve Berker'in yanağına düşen göz yaşlarını gördüğünde elini Berker'e uzattı. Berker hiç tereddüt etmeden kendine uzatılan eli avuçlarının arasına aldı.

 

"Öyle demeyin komutanım, bakın bana. Ben de çok özledim kardeşimi ama gitmiyorum hiçbir yere, siz de gitmeyin."

 

Yavaş yavaş gözlerinin kapandığını hissettiğinde vakit kaybetmeden konuşmaya devam etti.

 

"Ailem, Efsun hepsi size emanet. Onların gözüne yaş düşürmeyin, cebimde," dedi artık dayanamadığı gözleri iyice kapanırken.

 

"Mektup var, Efsun'a verin."

 

Artık gözleri kapanmıştı. Mert parmaklarının altında hissettiği nabzı artık hissedemeyince başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetmişti. Dudakları titrerken kalp masajı yapmaya çalıştı.

 

"Gitmeyin komutanım, yapmayın bunu."

 

Akın gözlerini kapatıp olayın gerçekliğini test eder gibi dururken Ercüment'in akan göz yaşları toprağa düşmüştü.

 

"Nabız yok, kalbi durdu."

 

Mert'in dudaklarından dökülen cümleyle beraber artık herkesin gözlerinde yaş vardı. Kaya bile sırtını dönmüş yüzüne düşen yaşları siliyordu. Hepsinin abisiydi o, kardeşi, dostu. Ne olduğunu bile anlamadıkları bir operasyonda komutanları şehit düşmüştü.

 

20 Temmuz.

 

Şehit Yüzbaşı Ulaş Selim Karacalı.

 

 

Loading...
0%