@livasayina
|
Bundan sonra ki bölümler Efsun'un ağzından yazılacaktır. Bazı bölümleri Ulaş'tan da okuyacağız. İlk bölümde karakterleri de tanıdıysak hadi artık ikinci bölümle devam edelim..🤍 ◇ Vatan için ölmekse kaderimiz, böyle kaderin ellerinden öperiz.
Buraya atanalı sadece iki hafta olmuştu. Ne kimsem ne de bildiğim bir yer yoktu Şırnakta. Henüz ev bulamadığım için revirde kalıyordum kısa bir süreliğine.
"Sizce de öyle değil mi Efsun Hanım?"
Bence olan neydi bilmiyordum ama en kısa sürede bir ev bulmam gerektiği kesindi. Sedyenin üzerinde uyumaktan belim ağrımaya başlamıştı.
"Bence de."
Ne olduğunu bilmeden onayladığım cevabımla Ecem'in ve İpeğin bakışları bana döndü.
Bir süredir sohbetlerini dinlemediğim belli olmasın diye gülümsedim.
"Ateş bacayı çoktan sarmış mı diyoruz, İpek Hanım?"
Ateş? Yanlış bir soruya yanlış bir cevap vermiş olmalıydım.
Ecem'in yüzünde ki gülümseme büyürken bana bakmaya devam etti.
"Kusura bakmayın, dalmışım. Soruyu duymadım, öylesine cevap verdim."
Sıvasını da yaptığımıza göre her şey tamamdı.
İkisinin de bakışları askeriyeden gelen sesle önce o tarafa döndü, ardından bana.
"Ulaş Komutan, sizce de çok yakışıklı değil mi, diye sordum Efsun Hanım."
O zaman doğru cevap vermişim diye fısıldadı içimde ki ses. Yani dikkat etmemiştim desem kendim de inanmayacaktım buna.
"Cevabını değiştirdiğini düşünmüyorum ama," diyerek gülümsedi İpek.
Ben ne cevap vereceğimi düşünürken onlar gelen askerle muayene odasına geçmişlerdi. Yanlız kalınca derin bir nefes aldım. Saat ona geliyordu, Selim hala gelmemişti.
Bugün tedavinin üçüncü günü olacaktı, her gün bir öncekine göre daha uzun süreyle tedavi yapıyorduk.
Ağrıyan belim omuzlarımdan başlayan bir uyarı verince doğrularak ayağa kalktım, ağrıyı geçirmek için hareketler denerken açılan kapıyla irkildim.
Gelmişti, bu sefer pantolon yerine yine siyah renklerinde bir eşofman giymişti. Kapıyı kapatıp usulca yanıma gelirken kollarına takıldı gözlerim, her gün masaj yaptığım damarlı kollara.
"Ben niye buraya her geldiğimde garip şekilde buluyorum seni?"
Seni? Biz hiç siz olmadan direkt sen ben olmuştuk.
Askıdaki önlüğümü giyip masama geçtim, o da her zamanki koltuğuna oturdu.
"Kapımı çalmadan doğrudan odaya girdiğiniz için olabilir?"
Doğruydu, geldiği günden beri doğrudan giriyordu içeri. Müsait mi değil mi diye sormadan gelip öylece kuruluveriyordu.
"Ama sen de müsait değilim demiyorsun, müsaitsin anladığım kadarıyla."
Yüzünde biraz duygu aradım, yoktu. Belki biraz gülse, kızsa daha rahat anlayabilirdim diye düşündüm.
"Neticede hastamsın, işim gereği müsait olmak zorundayım."
Konuyu fazla uzatmadı. Arkasına yaslanıp beklemeye başladı.
"Çay, kahve alır mısın?"
Duruşunu bozmadan cevapladı.
"Türk kahvesi, sade."
Kapıyı açıp Ecem'in yanına yürüdüm, biri sade biri orta iki kahve söyledim.
Küçük bir revirimiz olsa da kendi imkanlarımızla güzelleştirmiştik. İçecek ikramı bile yapabiliyorduk.
Odaya tekrar girdiğimde yaka kartımla oynuyordu.
"Efsun, Efsun Aktay."
Burda! Kartı masaya bırakırken yüzüme baktı.
"Evet, Efsun."
Efsun da diyebiliyordu nihayetinde.
Oturduğu yerden beni incelemeye devam ederken gerilmiştim. Kapının bir anda neşeyle açılmasıyla içeriye Ecem girdi.
"Ulaş Bey, Hoşgeldiniz."
Ulaş cevap vermeden kafa salladı.
Kahveleri önümüze bırakıp iyi günler diyerek odadan çıktı.
Oturuşunu düzeltip kahvesini eline aldı.
"Ne kadar sürecek bu? Tedavi yani."
En iyi ihtimalle yirmi sekiz günümüz vardı hala.
"Eğer bu şekilde devam edersek bir ay kadar sürer ama sonrasında her şey düzelir."
Kaşları çatıldı.
"Bir ay? Bir de iyi ihtimal mi bu? Benim askerlerim orada mücadele ederken ben bir ay boyunca böyle yatmaya devam mı edeceğim?"
İstersen çık dağa, sakat bacaklarınla zeybek oyna, dedi içimde ki ses. Haklıydı.
"Bakın Selim Bey, anlıyorum ama geçirdiğiniz süreç çok zor. Eğer mücadelenize kaldığınız yerden devam etmek istiyorsanız bu tedaviyi tamamlamanız gerekiyor."
Bitirdiği kahve fincanını masaya bıraktı. Bense onunla konuşmaktan hiç içememiştim.
"Bu süreç zor değil, emin ol bundan daha zor süreçler geçirdim doktor. Ama," dedi ve sustu.
Derin bir nefes aldı.
"Senden bir ricam var, en kısa sürede bitirmeye çalış şu tedaviyi. Ben daha fazla kalamam burada, böyle."
Ayağa kalkıp yanına gittim.
"Söz veriyorum elimden geleni yapacağım. Benim de sizden tek ricam aksatmadan tedaviye gelin ve bana yardımcı olun."
Başını sallayıp o da ayağa kalktı. Madem böyle kibar da konuşabiliyordu neden baştan böyle başlamamıştı?
Sedyeye uzanıp her zamanki konumunu aldı.
Ayak bileklerinden başlayıp bacaklarına doğru birkaç masaj hareketi yaptım. Sıra kollarına gelmişti. Derin bir nefes alıp ellerini avuçlarımın arasına aldım. Havaların yavaş yavaş ısınmasına rağmen elleri buz gibiydi.
Bu kez kollarına masaj yaparken damarlarına gitti parmaklarım. Bir şey demeden usulca okşadım. Sonuçta işimizi yapıyorduk.
Hapşırmasıyla kendime geldim. Küçük bir bebek gibi hapşırsa da irkilmiştim.
Bakışlarımı yüzüne çevirince onun da bana baktığını gördüm. Bu sefer hiç konuşmuyordu. Diğer koluna da aynı hareketleri yapmaya başladım.
"Efsun," dedi.
Adımla ilk kez hitap ediyordu, ciddiyetle.
"Efendim?" dedim güçlükle.
"Sen ne zaman geldin buraya?"
Ellerinden bileğine çıktı parmaklarım.
"Yaklaşık iki hafta önce."
"Biz Uluderedeyken gelmişsin. Ondan görmemişim seni."
Beni tanıdık çıkarmaya meraklıydı anlaşılan.
"Çok takılmadınız mı bu konuya? Çok kalabalık buralar. Görsen bile nereden hatırlayacaksın?"
Sizle başlayan cümlem senle biterken gülmemek için direndim.
Kaşları tekrar çatıldı.
"Ben bir kere gördüğüm insanı unutmam. Seni de öncesinde görmüş olsaydım hatırlardım."
Cevap vermedim, o da başka bir şey söylemedi. Masaj işlemi nihayetinde biterken arkasına geçtim. Sağ kolunu avuçlarımın içine aldım.
"Şimdi sol kolunun üzerine dönmen lazım."
Bir şey demeden söylediklerimi yaptı.
Sağ tarafına birkaç hareket daha uygularken ardından sol tarafı için aynı şeyleri yapmıştık.
Ben tekrar masama geçerken o da ayağa kalkmıştı.
Bilgisayarımdan tedavi planına bakıp tekrar yanına geldim.
"Hazır mısın?"
Hiç düşünmeden cevapladı.
"Hazırım."
Şaşkınlığımı görünce dudakları yukarıya kıvrıldı.
Gülmüştü! İlk kez şu an gülmüştü.
"Neden şaşırdın doktor?"
"Ne olduğunu sormadan hazırım dedin ya, ondan şey ettim ben," diye toparladım.
Sağ tarafını duvara yaslayıp yüzüme baktı.
"Az önce seninle bir konuşma yaptık. Bende bu süreçte sana güvendiğimi söyledim. O yüzden ne dersen hazırım, yaparım."
Güveniyorum dememişti ama olsun. Bu da bir adımdı. Bu kez gülümseyen ben olmuştum. Yüzünde öncekilere göre daha rahat bir görüntü vardı.
Yürüyüş aletinin yanına gelerek gülümsemeye devam ettim.
"Artık buna da başlayabiliriz. Yürümelisin demiştim ama pek uymadın bu söylediklerime sanırım. O yüzden azar azar bunda da yürüyeceğiz artık."
Önce bacaklarına ardından bana bakıp yanıma geldi.
"Normalde hala yürürken ağrıyorlar biraz, bu sorun olmasın?"
Güçlü durmaya çalışan görüntüsünün altında endişe vardı.
Daha kötüsünden korkuyordu.
"Güven bana, bir sorun olmayacak. En yavaşından başlayacaksın zaten. Eğer ağrın olursa söyle bana."
Tamam dercesine gözlerime baktıktan sonra makinenin üzerine çıktı. En yavaşına ayarlayıp ufak ufak yükselttim.
Düşündüğümden iyi gidiyordu. O ciddiyetle uyum sağlamaya çalışırken bende yüzüne odaklandım.
Sakalları uzamaya başlamıştı, siyah saçları terlemeye başladığından ön tarafi kıvrılmıştı. Göz altları hala mora yakındı, çok ağlamış olmalıydı.
Duygularını belli eden birine benzemiyordu, her şeyi içinde yaşayan biriydi sanırım.
Bakışlarını bana çevirmesiyle kendime geldim. Uzanıp makineyi kapattım.
"Bitti mi?" diye sordu.
Her gün aynı şeyi sormaktan vazgeçmiyordu. Odamı sevmiş olacak ki sanki gitmek istemezmiş gibi her gün aynı soruyu soruyordu.
"Bugünlük de bitti. Yarın yine aynı saatlerde gelirsin."
Bir şey söyleyecek gibi olsa da açılan kapı buna izin vermemişti.
"Komutanım?"
Gelen bir askerdi, daha önce hiç görmemiştim. Tanıdıklarımdan değildi.
"Kaya?"
Adının Kaya olduğunu öğrendiğim asker başını öne eğerek yanımıza geldi.
"Komutanım, çok özür dilerim ama kapıyı çaldım ses gelmeyince de girmiş bulundum."
Kapı mı çalmıştı? Ben hiç duymamıştım. Anladığım kadarıyla o da duymamış olacak ki bozuntuya vermedi.
"Ne işin var senin burda?"
Ses tonu sinirliydi.
"Komutanım, bu akşam yemek yiyeceğiz ya hep beraber. Bizde doktor hanımları ve Ecem'i de çağıralım diye düşündük. Ercüment Komutanım da sizin de izin vereceğinizi söyleyerek onayladı. Ondan geldim ben."
Buraya geldiğim günden beri aldığım ilk davetti bu. Heyecanlanmıştım.
"Tamam, hallederim ben. Çık sen."
Kaya tekrar özür dileyerek dışarıya çıktı.
Çatılan kaşları hala düzelmemişti. Bir süre Kaya'nın ardından baktıktan sonra bakışları bana döndü.
"Serhat ve Yiğit. En son çıktığımız operasyon da şehit düşen arkadaşlarımız," dedi ilk defa konuşurken sesinin titrediğini fark ettim.
"Başınız sağ olsun," diye fısıldadım.
"Vatan sağ olsun," dedi gururla.
"Onların anısına bir yemek düzenleyelim dediler. Duyduğun üzere sizi de çağırmak istemişler. Eğer müsaitsen, gelebilirsin. İstersen yani."
Hem ilk defa bir yere davet ediliyordum hem de ilk defa müsait olup olmadığımı sormuştu. Asla kaçırmazdım bunu.
"Gelmeyi çok isterim ama nerede olacak? Ben çok bilmiyorum buraları."
Derin bir nefes aldı.
"Akşam soğuk olur diye bizim Mert'in evini ayarlamışlar. Ama geniş baya, bahçesi de var orada olacak."
Birkaç saniye duraksadı.
"Akşama doğru ben alırım seni, sana da uyarsa."
İpek ve Ecem benden uzun süredir buradaydı. Yolu biliyor olmalılardı.
"Tabii, geldiğin zaman burada olurum ben zaten yine. Buradan alabilirsin beni."
Başını sallayıp odadan çıktı. Bu sefer gülümseyen yüzümle bakakalmıştım arkasından.
Önlüğümü askıya asıp İpeğin odasına gittim. Ecem de oradaydı.
"Efsun Hanım, duydunuz mu? Akşam bizi de yemeğe davet ettiler."
"Duydum, duydum da Ecem artık tanışma faslı bitti bence Efsun desen?"
İpek de bana katıldığını belirtmişti.
"O zaman artık Efsun ve İpek," diyerek gülümsedi.
"Ee akşam beraber gideriz buradan değil mi?"
Evet demeyi çok isterdim İpekciğim ama maalesef hayırdı.
"Biliyorsunuz ben buralara yabancıyım hala. Kaya da Komutanın yanında davet edince Komutan beraber gidebileceğimizi söyledi."
Ecem elinde ki bardağı heyecanla masaya bıraktı. İpekse hiç şaşırmamıştı.
"O zaman ne duruyorsun kızım, gitsene evine. Daha bunun kombini var, saçı var oo."
Sonrasında henüz evim olmadığını hatırlamış olacak ki tekrar bakışları bana döndü.
"Ya ben sana bizde kalabilirsin demiştim. Bak İpekle de aynı evde kalıyoruz. Üçümüz bir yaşarız işte."
Şaşırmıştım.
"İpekle aynı evde kalıyorsan niye burada hanım diyorsun?"
Gülerek cevap verdi.
"İş başka, arkadaşlık başka şekerim."
Ayağa kalkıp elimden tuttu. İpek de başına gelecekleri anlamış olacak ki çantasını alıp ayağa kalktı.
"Hadi kalk gidiyoruz."
"Nereye?"
"Nereye olacak kızım, bize tabii. Hem evi görmüş olursun hem de seni hazırlarız."
Ona beni buradan alabilirsin demiştim. Numarası da yoktu nasıl haber verecektim diye düşünürken bu sefer yardımıma yetişen İpek olmuştu.
"Biz alırız eşyalarını, sen git haber ver seninkine."
Benimki derken benim hastam olarak kastetti diyerek çok üzerinde durmadım.
Teşekkür edip yanlarından ayrıldım.
Kısa bir süreliğine dışarda ki askerlerin bakışları bana dönmesiyle Kayayı görmem bir olmuştu.
Oturduğu duvardan zıplayıp yanıma geldi.
"Doktor hanım? Bir sorun mu var?"
"Yok, ben Ulaş beye bakmıştım."
Dışarıya çıkınca kendiliğinden Ulaş oluveriyordu.
"Hee anladım. Yani şey, Komutanım duş almak için gitti sanırım. Çağırabilirim isterseniz."
Onaylayıp Kaya'nın gidişini izlerken ağacın yanında duran boş banka oturdum.
Yaklaşık beş dakika sonra kapıda onu görmüştüm. Şaşkın bakışlarla yanıma geldi.
"Bir sorun mu var?"
Kaya'nın dediği gibi yeni duş almıştı. Saçları hala ıslaktı. Gözlerine odaklanmaya çalışıp cevapladım.
"Yok, yani ben sana beni buradan alabilirsin dedim ama İpeklere gidiyorum ben, senin için bir sorun olur mu? Oradan alsan."
Bakışları yüzümde dolanmaya devam etti.
"Olmaz. Konum atarsın, gelirim."
Her şeyi bu kadar çabuk kabul etmesini beklemiyordum.
"Numaran yok," dedim sessiz çıkan sesimle.
"Tuna!"
Tuna birkaç saniye içinde yanımıza gelmişti.
"Emredin Komutanım!"
"Git kalem kağıt getir."
Telefonumu revirde unutmuştum. Öyle bir çıkmıştım ki sanki çok uzak bir mesafeye koşmuştum.
Tuna'nın birkaç dakika içerisinde getirdiği kağıdı alıp numarasını yazdı.
Uzattığı kağıdı avucuma aldım.
"Tamam o zaman. Akşam görüşürüz," diyerek koşar adımlarla revire yürüdüm.
İpek ve Ecem çoktan valizimi bile almış kapıya çıkmışlardı.
◇
"Evett, önce kombin seçmemiz lazım," dedi Ecem kıyafetlerimi incelerken.
"Zaten akşam yemeği, çok abartmaya gerek yok. Değil mi?" diye sordum endişeli bakışlarımı Eceme odaklarken.
İpek yatağın bir ucuna oturmuş gülerek bizi izliyordu.
"Yani, orası öyle ama olsun. Aa bak bunlar çok güzelmiş," dedi elinde ki deri pantolonumu havaya kaldırırken. Beyaz kolsuz bir cropla beraber elime tutuştururken giyinmem için diğer odaya gönderdi beni.
Şanslıydım ki, ikisi de çok sevdiğim parçalardı.
Hızlıca üzerimi değiştirip yanlarına gittim.
Ecem'in gözleri parladı.
"İşte budur. Saçlarını da salalım diyeceğim ama anladığım kadarıyla çok sevmiyorsun. Bağlayalım o zaman," diyerek arkama geçti. Birkaç dakika sonra o da tamamdı. Ben makyaj yaparken İpek ve Ecem de hazırlanmak için odalarına geçmişti.
Çantamda ki kağıdı bulup numarayı telefonuma kaydettim.
Ulaş Selim Karacalı.
Mesaj atmak için uygulamaya girdiğim sırada fotoğrafına baktım ama yoktu. Ne bir yazı, ne bir fotoğraf hiçbir şey yoktu.
Konumu gönderip telefonumu kapattım. Makyajım bitmişti, hazırdım.
İpek hala makyaj yaparken Ecem de beşinci kombinini deniyordu.
Saat altı buçuğa geliyordu, mesajımı görmüştü ama cevap vermemişti.
Ecem'in kombinini yorumlarken gelen bildirim sesiyle telefonuma sarıldım.
Geldim, kapıdayım.
Şükür ki hazırdım, kızlara görüşürüz diyip askıdaki siyah ceketimi alıp merdivene yöneldim. Tırabzanlardan destek alarak demir kapıya geldim. Saçlarımı son bir kez daha düzeltip kapıyı açtım. Karşımdaydı. Arabasına yaslanmış kapıya bakıyordu.
Ama o an dikkatimi çeken bir şey daha oldu. Onun da üzerinde beyaz polo yaka bir kısa kollu ve siyah pantolon vardı. Aynı şeyleri giymiştik bir yerde. Yavaş adımlarla yanına gittim. Onun bakışları da benim üzerimde gezindi.
"Araba sürerken sorun oluyor mu dizlerin için?"
Aklımı kemiren bir soruydu bu.
"Merak etme, ağrımıyor artık eskisi gibi."
Kapıyı açıp binmem için bekledi. Ben konuşmadan binerken o da kapımı kapatıp kendi kapısına ilerledi.
Hava kararmıştı. Gideceğimiz yer yakın dese de şehire göre uzak bir yerdeydi sanırım ya da biz çok yavaş gidiyorduk.
Hiç konuşmuyordu, bende konuşmadım. Konuşmak yerine arabada ki kokuyu içime çektim. Parfümü olmalıydı, belki de kendi kokusuydu.
O da sessizlikten sıkılmış olacak ki radyoyu açtı.
Aşk güzel şey, geri çevirme. Olmaz deme duymaz deme, Belki de onunda gönlü sende, Söyle içinden ne gelirse.
Arabaya dolan sözlerle ikimizin de bakışları birbirini buldu. Benim aksine o kafasını çevirdi, şarkıyı değiştirmek için radyoya uzandı.
Birkaç parçayı daha ardı ardına değiştirdi.
"Ercü," diye söylendi kendi kendine.
Sonunda vazgeçip çıkan şarkıyı açık bıraktı.
Ha bu yüksek dağların, duman kalkmaz başından. Anlamadın halimi, gözlerimin yaşından. Bugün hava kapalı, dağlara duman indi. Gene geldin aklıma, yüreğim çiselendi.
Yol hala bitmemişti, düşünmekten vazgeçip başımı arkaya yaslayıp camdan dışarıya bakmaya başladım.
Bir yağmur çiselendi, dağlara yapraklara. Kurban olayım yarim bastığın topraklara. Bugün hava kapalı, dağlara duman indi. Gene geldin aklıma yüreğim çiselendi.
Hala konuşmuyordu, uykumun geldiğini hissedince oturduğum yerde doğrulup kendime gelmeye çalıştım.
Ben aldığım puşiyi başkasına bağlama. Ben canımı vereyim, yeter ki sen ağlama.
Karadeniz şarkılarını severdim ama bu daha bir hoşuma gitmişti.
"Sıkıldın mı?"
Nihayetin konuşmuştu. Yüzüme bakmasa da aynadaki bakışları benim üzerimdeydi.
"Hayır, sadece merak ettim. Ev çok uzak değil demiştin ya."
Tekrar yola bakmaya başladı.
"Aslında yakındı ama bu yolu kullanmak zorunda kaldım. Ondan uzun sürdü."
O sırada başka bir Karadeniz şarkısı çalmaya başladı.
"Şarkılarını sevdim aslında," dedim.
Dalga geçip geçmediğimi anlamaya çalışır gibi sessiz kaldı.
"Bizim Ercüment ayarlamış bunları. Söylemişti de unutmuşum."
Onun zevki değildi demek bunlar.
"Karadeniz şarkılarını da mı o yüklemiş?"
Geldiğimiz yol ayrımından sola döndü.
"Hayır. Ben yükledim."
Demek o da seviyordu. Saçlarımı düzeltip dışarıya bakmaya devam ettim.
"Nerelisin sen?"
Manisa demek istedim anında. Çok sevdiğim memleketimdi.
"Manisa, Manisalıyım ben. Sen nerelisin?"
O benim yerime düşünmeden cevapladı.
"Rize."
Demek oradan geliyordu Karadeniz sevgisi. Gözümde bir anlığına Rizeli Karacalı canlandı. Şiveli konuşmasını düşününce gülümsemem büyüdü.
Sonunda beyaz renkli bir evin önünde durmuştuk. Kapının önünde ki arabalara baktım. İpek ve Ecem çoktan gelmişti. Sona biz kalmıştık anlaşılan.
Başka bir şey konuşmadan arabadan indik. O önde ben arkasında kapıya yürüdük.
Saçlarını düzeltip zile bastı.
İşin kötü tarafı şampuan kokusu burnuma gelmişti, ya da ben öyle hissetmiştim. Kapattığım gözlerimi kapının açılmasıyla tekrar araladım.
"Solist misin oğlum, niye geç kalıyorsun?"
Kapıyı açan kişiyi de tanımıyordum.
İsim olarak sadece Kaya ve Tunayı öğrenmiştim.
"Ercü, sen konuşma kardeşim."
Elini kapıda ki adamın omzuna vurup içeriye geçti.
"Siz de Efsun Hanım oluyorsunuz sanırım," dedi gülümseyerek.
"Sizde Ercüment Bey oluyorsunuz sanırım," dedim bende onu taklit ederek.
Başını sallayıp kenara çekildi. İçeriye girince seslerin olduğu tarafa doğru yürüdüm. Dediği gibi ev oldukça genişti, herkes mutfakta toplanmıştı.
Hepsinin bakışları bana dönmüştü. Merhaba, diyip İpeğin yanına oturdum.
"Hoşgeldiniz Efsun Hanım," dedi Kaya.
Ardından sırayla hepsi Hoşgeldin demişti. Bu sırada isimlerini de öğrenmiştim.
"E hamsiler hazır, gelmiyor musunuz daha?"
İçeriye giren Berkerdi. Herkes bahçeye çıkıp kurulan masaya yerleşti. İki seçenek vardı oturmak için. Ya Komutan'ın karşısı ya da Tunanın karşısı. Düşünmeden yerime geçtim, komutanın karşısına. Yanımda Ecem vardı.
Berker özenle herkese servis yapıp hamsileri dağıttı. Gecenin mimarı oydu. Kimse konuşmadan yemeğini yemeye başladı.
"Ya ben bir şey merak ediyorum," diye araya girdi Ecem.
Mert elinde ki çatalı hızla bırakırken çıkan sesle hepimiz ona dönmüştük.
"Neyi merak ettin Ecem?"
Ecem ve İpek revirde çalışmaya başlayalı yaklaşık bir buçuk sene oluyordu. Herkesi tanıyorlardı bu yüzden.
"Sizin hiç askerlik anınız falan yok mu? Yani babam hep anlatırdı da siz hiç anlatmıyorsunuz."
Dağa çıktık, orayı pisliklerden temizledik ve geri döndük. Hikayeleri bu kadar özdü esasında.
"Var tabii, olmaz olur mu?"
Ercüment heyecanla atıldı. Selim tabağını öne doğru itip geriye yaslandı. Birazdan olacakları biliyorum demek gibi bir şeydi bu.
"Bak şimdi, geçen sene bir operasyona gittik. Hava kararmıştı, bulduğumuz bi mağarada geçiriyorduk geceyi. Yemek yerken bu Tuna gevzeği yine bir şeyler anlatıyordu. Lan bi sus demek için kafamı bi kaldırdım, bi de ne göreyim? Yeşil, kocaman bir örümcek. Yeşil olunca üniformayla fark etmedi başta. Sonra,"
Gülmeye başlamıştı.
"Örümceği gördü gerizekalı, ayağa bi fırladı. Mert de onunla beraber kalktı Devrem de Devrem diye. Örümceği öldüreceğim diye silahın kabzasını bi geçirdi bizimkinin boynuna. Örümcek bi yana Tuna bi yana devrildi."
Hepimiz gülmeye başlamıştık. Bir kişi hariç; Komutan.
İki kez gülümsediğini görmüştüm sadece. İçinde bir derdi olduğu belliydi ama bilmiyordum.
"Abi, unutmadın mı sen onu?"
Mert utanmıştı. Ecemin gülmesiyle başını öne eğdi.
"Nasıl unutayım lan, kaç saat uyanacak diye bekledik Tunayı."
Bir süre daha kimse ses çıkarmadan yemeğini yedi.
"Bir şey daha var," dedi Tuna.
"Yine bir operasyondaydık ama beklediğimizden uzun sürmüştü bu. Dolayısıyla yemeğimiz de bitmişti. Serhat Komutanım ben birkaç kilometre ötede bir bahçe gördüm, oraya mı gitsek diye bir fikir atınca hepimiz atladık tabii. Değişik bir meyveydi ağaçlarda ki. Sorgulamadan yedik, doyurduk karnımızı. Sığınağa geri gelince herkes zehirlendi, fenalaştı. Bir tek Serhat komutanıma bir şey olmadı. Kendimize gelince de 'Ben bilmediğim şeyi yemem,' demişti. Kendi yememişti ama biz yemiştik. Bir tek ona bir şey olmadı o gün."
Gerisini getirmedi sustu, sustuk.
Serhat'ın şehit olduğunu biliyorduk. Yiğit'in de.
Berker tuvalete gitme bahanesiyle yanımızdan ayrıldı. Sonrasında kimse konuşmadı, birbirine bakmadı. Yavaş yavaş masayı toplamaya başladılar.
" Komutanım, izninizle izletmek istediğim bir şey var," dedi Berker.
Selim izin verdiğini söyleyince bilgisayarını getirip masanın ucuna koydu. Bir video başlattı.
"Boralar, isme bak be."
Video başlar başlamaz karşımıza sarışın bir adam çıkmıştı. Anladığım kadarıyla Serhattı bu. Bizim sessizliğimiz de tek konuşan da oydu.
"Komutanlarım, Devrem ve kardeşlerim. Bu videoyu çekmek istedim çünkü yüzünüze söyleyemedim. Daha time geleli bir ay oldu ama o kadar benimsediniz ki beni. Ne bileyim işte, duygulandım. Annemden ayrıldıktan sonra yapamam dedim ama karşıma Elif çıkınca ben bu hayata tutunurum dedim. Sonra size geldim, sizin yanınızda baba oldum ben!" Dedi neşeyle. Bebeği olacaktı, belki de olmuştu.
"Bu videoyu da açarım izletirim size bir ara diye çektim, öylesine yani. Söylemek istediğim bir şey daha var sizi çok seviyorum. Allah ayağınıza taş degdirmesin. Bunu yüzünüze söyleyince 'kes sesini Serhat,' diyorsunuz ya o yüzden videodan konuştum size. Allaha emanet olun."
Video bitmişti. Gözümden bir damla yaş yanağıma düştü.
"Susma aslanım, sen hiç susma."
Ercümentin titreyen sesiydi bu.
"Komutanım bir de şarkı söylediği videolar var, açayım mı?"
Kaya onayı alınca videolardan birini açtı. Görüntü yoktu ama ses vardı.
Çaylarımızı içmeye çalışırken konuşmadan Serhat'ı dinledik. Artık biz sustuk hep o konuştu.
Her gün görmek istesem, gözlerimden uzaksın. İçime atsam seni, yüreğimde tuzaksın. Düşmüşüm ateşine bırak yanarsa yansın. Bu ömrüme yazdığım belki de tek yalansın. Aramayın sormayın, memlekete gelemem. Ömrüme yazdığımı bir kalemde silemem. Gözlerim yas dökerken bu aralar gülemem. Daha böyle sevdaluk yaşar mıyım bilmem...
Elimde olmadan ağlıyordum. Yıllar öncesini tekrar yaşamıştım sanki o an. Abimi kaybettiğim an gibi esmişti yine rüzgar.
Çalan kapıyı duyunca şarkıyı durdurup kapıyı açmak için gitti Mert.
"Ağlama."
Elinde tuttuğu peçeteyi bana uzattı. Teşekkür etmeye çalışsam da sesim çıkmamıştı. Başımı sallayıp peçeteyi elinden aldım, gözlerimi sildim.
"Bensiz neyin kutlamasını yaptınız?"
Hemen hemen bizim yaşlarımızda bir kadındı gelen.
Ercüment hemen ayağa kalktı.
"Bade?"
Soru İpekten gelmişti.
"İpek, çok özlemişim seni," diyerek kocaman sarıldı Bade.
Ardından herkesle tek tek selamlaşırken İpek kulağıma fısıldadı.
"Tuğrul Albayın kızı, ama soğuk birisi değil güven bana. Çok seveceksin."
Bade'nin sarılmasıyla cevap verememiştim.
"Merhaba, Bade ben. Sen kimsin?"
Uzattığı elini sıktım.
"Efsun ben, fizyoterapist."
Gülümsemesi büyüdü.
"Tanıştığımıza memnun oldum Efsun."
"Bende."
Diğerleri kahve yapma bahanesiyle mutfağa giderken bahçede İpek, ben, Selim ve Ercüment kalmıştık. Tabii bir de Bade.
Geldiğinden beri hiç susmamıştı.
"Yiğit abi nerede? Yine mi geç kaldı?"
Yüzünde kocaman bir tebessüm vardı.
İpek Ecem'in çağırmasıyla mutfağa giderken Selimin bakışları da uzaklara daldı.
"Artık beş dakikaya gelemeyecek kadar uzakta Yiğidim."
Ercümentin yüzüne döndü Bade.
"Tayini mi çıktı yoksa?"
Üzülmüştü.
"Şehit, şehit oldu."
Gülümsemesi anında soldu Bade'nin.
"Ne, ne zaman?"
Biz konuşmuyorduk. Ercümenti dinliyorduk öylece.
"Bir buçuk, iki hafta önce falandı. En son ki operasyonda."
Bade'nin göz yaşları daha hızlı akmaya başladı.
"O gün, o, gün beni aradı."
Selim'in bakışları anında Badeye döndü.
"Operasyona çıkacağız, hakkını helal et, dedi. Şaka yapıyor sandım ama gerçekmiş."
Ağlamasına devam ederken Ercüment kolunu omzuna atıp Badeyi kendine doğru çekti.
"Ağlama, ağlama Bade."
"Ecü, o benim abim gibiydi."
"Badem," dedi Ercüment fısıldayarak.
"Bak ben varım, Ulaş var. Eminim Yiğit de seni görüp gururlanıyordur hala. Ağlama, lütfen."
Selim'in hışımla yerinden kalkıp uzaklaşmasıyla bende ayağa kalktım. Hem Ercüment ve Badeyi yanlız bırakmak için hem de Selime bakmak için. İlerde ki ağaçların yanına gitmişti, sigara içiyordu.
"İyi misin?"
Değildi, ağlamamak için zor duruyordu. Benim gibi.
"Değilim, hiç değilim."
Sigarasını söndürüp yere çöktü. Sırtı bana dönüktü. Omuzları hareketlenmeye başladı, ağlıyordu.
"Ağlama," dedim yanına çökerken.
"Dayanamıyorum," dedi.
"Dayanırsın," dedim.
Dayanılıyordu. O acı hiç geçmiyordu ama alışıyordunuz.
Gözlerini silip bana döndü.
"Sen, sen biliyor musun ki ne yaşadığımı?"
Biliyordum, daha acı haliyle. Sadece gözlerime baktı, belki de bir şeyler aradı.
"Biliyorum."
"Sen kimi kaybettin?" Diye fısıldadı cılız sesi.
Bu sefer ağlayan ben olmuştum.
"Abimi."
Şaşırmıştı, beklemiyordu.
"Daha on iki yaşındaydı," diye başladım anlatmaya.
"Babam emekli asker benim. Düşmanı da çok dostu da. Bir gün abim okuldan gelmedi, ben sekiz yaşındaydım o sıra. Kapıda çok bekledim oynayalım diye ama o gelmedi," dedim ağlamamı bastırmaya çalışırken.
Usulca elimi tuttu, tekrar gözlerime baktı.
"Sonra akşama doğru bir haber geldi. Bir yere çağırdılar bizi. Teröristler kaçırmış abimi. Bizden olacaksın, kendi askerine silah sıkacaksın demişler,"
Derin bir nefes aldım.
"Babam onu kurtarmak için çok çabaladı ama izin vermediler. Sımsıkı tuttular bizi. 'Ben yaşadığım ülkeye ihanet etmem,' dedi abim. Öldürürüz seni dediler. O hiç korkmadı, kocaman gülümsedi. 'Öldür, şehit olurum işte,' dedi. İnatla kabul etmeyince adam ateş etti. Abim, Abimi vurdu. Kocaman çığlık atmıştım. Son kez 'abim,' dedi bana. 'Abim, korkma şehit oldum ben.' Bayıldı. Uyanmadı, çok bağırdım uyansın diye ama uyanmadı. Benim, benim abim, gülerek öldü," dedim.
Yine çok ağlamıştım, o günkü gibi. Bir şey demeden sarıldı. Kollarımı boynuna sarmak istedim ama yapamadım. Sanki yine bir el sıkı sıkı tutmuştu beni.
"Ağlama, ağlama Efsun. Abin için yaşa, bende kardeşlerim için."
Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum ama beni hiç bırakmadı. Sonunda derin bir nefes alıp göz yaşlarımı sildim.
"Kusura bakma." Her zaman aynısı oluyordu. Ağlayıp kendime geldiğimi hissediyordum, bir anda bütün üzüntüm gidiyordu sanki.
"Özür dilerim," dedi.
"Sen neden özür diliyorsun ki?"
"Yaranı deşmiş gibi oldum, üzdüm seni. İyi misin?"
Endişelenmişti, ama iyiydim geçmişti artık.
İyi olmak istediğimi gösterirmişçesine gülümsedim.
"Gerçekten iyiyim. Ama artık gidelim buradan, merak etmesinler."
Kolumdan tutarak kalkmama yardım etti. Bahçeye geri gelmiştik. Bade de artık ağlamıyordu. Bir köşede Ercüment ile kavga ediyordu.
"Ecüsünde, öcüsünde işte."
"Bade!"
Geldiğimizi görünce susmuşlardı.
"Yine neyin kavgasını ediyorsunuz siz?"
"Ne olacak hiç büyümüyor abi bu kız, valla bak," diye cevapladı Selim'i Ercüment.
"Diyene bak, ecü."
"Demesene kızım şunu."
Selim ne haliniz varsa görün der gibi arkasına yaslandı.
Yüzüne bakmaya cesaret edemedim.
"Sen bana Badem de ben sana ecü demeyeyim öyle mi?"
"Ben sana Badem demedim," diye söylendi Ercüment.
"Dedin işte az önce yine dedin. Badem demediysen ceviz mi dedin?"
Ercüment demedim dese de demişti, biz de duymuştuk.
"Kızım ben sana Badem demedim, Bade'm dedim," dedi sonlara doğru vurgu yaparak.
Bade duraksadı.
"Aitlik eki olan m varya hani? Ceviz olmayan Badem. Bade'm işte. O günde Bade'm olarak dedim bugünde. Hadi iyi günler sana."
Hızla kalkıp gitti Ercüment. Bade bir süre sessiz kaldıktan sonra masanın üzerinde ki su dolu bardağı alıp kafasına dikti.
"Yani bunca zaman Bade'm mi demiş o? Aitlik şeyi olandan?"
"Demiş, öyle olandan," diyerek onayladım bende.
Ercüment gibi o da kalkıp gitmişti. Ben onların arkasından bakarken Selim "hiç büyümeyecekler," diye söylendi.
Hava soğumaya başlamıştı, dışarıda başka kimse kalmayınca biz de içeriye girdik.
"Üşüdünüz mü Komutanım?"
"Ne üşümesi oğlum, Ateş basmıştır Komutanımı Ateş," diye yanıtladı Mert Tunayı.
Fısıldasa da duymuştum. Bir şey demeden boş bulduğum bir yere oturdum. Herkes sohbet ediyordu. Bahçede olanlar aklıma geldikçe konuya dahil olamamıştım.
"Biz artık kalkalım," dedi İpek.
Ecem biraz nazlansa da ikna olmuştu. Herkesle tek tek vedalaşıp dışarıya çıktık. Tek bir kişiyle görüşmemiştim. Selimle. Tekrar göreceğim birine veda etmeye gerek yoktu.
Arabaya biner binmez Ecem'in magazin dolu sorularına maruz kalmıştım. Hepsini kısa cevaplar verip atlatmıştım bir şekilde. Eve gelir gelmez iyi geceler dileyip bana ayrılan odaya gittim. Kimse bir şey sormadı, sorgulamadı. Üzerimi değiştirip makyajımı silmek için banyoya gittim. Göz altlarım kızarmıştı. Ağladığım da her zaman olan bir şeydi bu. Odama gidince kendimi yatağa bıraktım. Uyumadan önce bildirimlere bakmak için telefonumu aldığım sırada gözüme bir bildirim çarptı.
Ulaş Selim Karacalı.
Mesaj göndermişti.
Titremeye başlayan parmaklarımla mesajı açtım.
"Müsaitsen arayayım mı?"
Daha ayrılalı bir saat kadar falan olmuştu. Merak edip ara yazdım, sadece.
Anında telefonum çaldı. Yatağın üzerinde oturup telefonu açtım.
"Alo?"
"Efsun," diyen sesi kulaklarıma doldu.
"Nasılsın?"
"İyiyim, gerçekten," dedim.
Derin bir nefes verdi.
"Kusura bakma rahatsız ettim ama bir şey sormak için aradım."
Artık tamamen kibar bir Selim olmuştu.
"Tabii, sorabilirsin."
"Benim haftaya Kayseriye gitmem gerekiyor. Tedaviyi birkaç gün yapmasak sorun olur mu?"
Olmazdı, yani sorun olmazdı ama olurdu bir yerde.
"Neden gideceksin, önemli bir şey mi?"
"Yiğit'in ailesini görmek için gideceğim," dedi.
Şimdi anlamıştım.
"Yani çok sorun olmaz ama yine de tedaviyi aksatmasak daha güzel olur. Ertkeyemez misin?"
Bir süre sessiz kaldı. Düşünüyordu.
"Tamam o zaman, birkaç hafta erteleyeceğim. Tedavi bitene kadar."
Yine çok çabuk ikna olmuştu. Artık şaşırmıyordum.
"İyi geceler," dedi.
"İyi geceler," diyerek telefonu kapattım.
Yattıktan sonra düşünmeye başladım, başından beri olanları, onu.
O an aklıma bir şey geldi.
Selim Yiğit'in ailesine gidemezdi ama onlar ona gelebilirdi. Tabii çağırmak uygun olmazdı ama telefonda da olsa konuşup onlarla tanışabilirdim.
Yarın timden birinden numaralarını isteyip konuşacaktım, karar vermiştim. Sonunda daha fazla direnemeyip göz kapaklarımı kapattım.
◇
Uyandığımda güneş doğmuştu, uzun zaman sonra bir yatakta uyuyunca gerçekten dinlendiğimi hissetmiştim. Önce elimi yüzümü yıkayıp ardından üzerimi değiştirdim. Mutfağa gittiğimde kahvaltı çoktan hazırdı. İpek ve Ecem kahvaltı yapıyordu.
"Günaydın," dedi Ecem neşeyle.
"Günaydın," diyerek ikisine de gülümsedim.
"Rahat edebildin mi?"
İpek her zaman en anaç olandı.
"İki hafta sedyede yattıktan sonra gerçekten çok rahat uyudum," dedim gülerek. O da gülümsemişti.
Kahvaltı bittikten sonra yine hep beraber revire gittik. Saat dokuz buçuktu. Selim'in gelmesine yarım saat vardı. Bahçeye çıkıp tanıdık birilerini aradım. Mert vardı, birkaç adımda yanına yürüdüm.
"Mert?"
"Efsun Hanım?"
"Bana artık hanım demek zorunda değilsin Mert," dedim.
Kocaman gülümsedi.
"Efsun abla, o zaman."
Gülerek olur anlamında başımı salladım.
"Senden bir şey isteyebilir miyim?"
Birkaç saniye etrafını inceledi.
"Tabii, buyur abla."
Mert çok samimiydi, diğerlerine göre daha çabuk uyum sağlayan bir yapısı vardı.
"Yiğit'in ailesinin numarasını biliyor musun? Yani onlara ulaşmam lazım ama numaraları yok."
Soru beklemediği yerden gelince şaşırmıştı.
"Sevim teyzenin yani annesinin numarası var onu verebilirim," dedi.
"Çok sevinirim."
Söylediği numarayı telefonuma kaydettim.
"Niye sordun ki?"
"Ben de konuşmak istedim onlarla ama bundan Ulaş Komutanın haberi olmasın olur mu?"
"Yani o biraz sıkar ama denerim abla."
Teşekkür edip revire geri döndüm.
Selim hala gelmemişti. Daha fazla beklemeden numarayı aradım. Bir süre çaldıktan sonra açılmıştı.
"Alo?"
Bir kadın sesiydi. Sevim teyze olmalıydı.
"Sevim teyze?"
"Benim, siz kimsiniz?" dedi telefonun ucunda ki cılız sesi.
"Efsun ben, Yiğit'in askeriyesinde çalışıyorum. Fizyoterapist olarak."
Konuşmadı, duraksadı.
"Yiğitimin arkadaşı mıydın sende?"
Değildim ama görmeden arkadaşı olmuştum onun da, Serhat'ın da..
"Maalesef, tanışamadık Yiğitle ama Ulaş'ı biliyorum ben," dedim.
Yine duraksadı. Ağlıyordu muhtemelen.
"O da benim oğlum. Ulaş'ım."
"O operasyon da Ulaş da yaralandı. Bacakları yüzünden fizik tedavi alıyor. Sizin yanınıza gelmek için bilet bile almış, çok istedi ama gelemedi. Tedaviyi aksatmamak için," dedim.
Bu sefer beklemeden cevap verdi Sevim teyze.
"Yarası çok mu? Kurban olurum ben ona. Gelmesin iyileşmeden buraya."
Doğruydu. Selim de onun bir oğluydu. Yiğit için nasıl üzülüyorsa Selim için de öyle üzülüyordu.
"Bende bunun için aradım sizi, yani biliyorum çok ayıp olacak böyle ama Ulaş sizi görmeyi çok istiyor. Bende düşündüm ki, siz gelmek isterseniz buraya,"
"İsterim tabii," diye atıldı sözümü bitirmeden.
"Oğlumun ikinci memleketim oldu burası ana dediği yeri de Ulaş'ımı görmeyi de çok isterim kızım."
Sevinmiştim. Kabul etmişti.
"O zaman daha sonra tekrar konuşuruz, ben sizi karşılarım."
Kısa bir vedalaşmadan sonra telefon kapandı.
Gelecekti oğlunun birinin son kez gezdiği toprakları görmeye, diğerinin iyi olduğunu görmeye.
Başımı masanın üzerine koyup gözlerimi kapatıp öyle kaldım bir süre.
Kapı açılmıştı, Selimdi gelen.
"Füsun?"
Fabrika ayarlarına geri dönmüştük anlaşılan.
"Sırık kuala?"
Kaşları çatıldı, gülmemek için direndim.
"Deme şunu, çok saçma."
"Sende bana Füsun deme."
Söylediklerimi umursamadan sedyeye uzandı. Ama arkasını döndüğünde dikkatimi çeken bir şey olmuştu. Tişörtünde kan vardı.
"Kalk çabuk."
Ne olduğunu anlamadan doğruldu.
"Ne oldu?"
"Arkanı dön," dedim.
Bir şey demeden arkasını döndü. Sol omzunda küçük bir kan birikintisi vardı.
"Tişörtünü biraz yukarı sıyırır mısın? Yarana bakmam lazım."
Yine cevap vermeden dediklerimi yaptı.
Sırtının tam ortasından aşağıya doğru inen çizgi halinde ki kasını görmemeye çalışarak yarasına odaklandım. Pansuman yapılması gerekiyordu. Dikişler kanamıştı.
"Ne olduğunu söylemeyecek misin?"
Başını omzunun üzerinden yüzüme çevirdi.
"Dikişlerin kanama yapmış, sen doktora göstermiyor musun bunu?"
"Göstermiyorum, benim tek doktorum sensin. Başka bir doktora girmedim geldikten sonra."
Sinirimi biraz yumuşatan bir cümle olmuştu bu. Erimemi belli etmemeye çalışarak karşısına geçtim.
"Böyle olmaz, İpeğin yanına gitmemiz lazım."
"Sen yapamaz mısın?"
Yapardım belki ama uzmanı varken benim yapmam olmazdı.
"Yapamam, İpeğin bakması lazım. Hadi onun odasına gidelim."
Küçük bir çocuk gibi istemeye istemeye beni takip etti.
İpek karşısında bizi görünce şaşırmıştı.
"Efsun, bir şey mi oldu?"
"Selim Bey'in dikişleri kanama yapmış. Bakabilir misin?"
Bir süre daha şaşkın bakışlarla bizi inceledi.
"Tabii, buyurun," dedi Selime sedyeyi işaret ederken. Dikişlerin olduğu yeri inceleyip tekrar pansuman yapmaya başladı.
"Şükür, mikrop kapmamış ama bu pansumanı arada yenilemek gerekiyor Ulaş Bey. Arada bir buraya da uğramanız gerekecek," dedi sırıtan bakışlarını bana yöneltirken.
Selim cevap vermedi. Tekrar kanama yapana kadar gelmezdi eminim.
Pansuman bittikten sonra masasına geri gitti İpek.
"Geçmiş olsun Ulaş Bey."
Selim başını salladı. Gören de hiç konuşmuyor sanırdı. İpeğe fizik tedavi için odama gideceğimizi söyleyip odadan çıktım. Selim'in benden önce çıktığını görünce gülmemek için dudaklarımı ısırdım.
Odama gelince her zamanki koltuğuna oturdu.
Pansuman yeni yapıldığı için yatamazdı.
"Bugün ki tedaviyi yatarken yapmayacağız," dedim köşede duran sandalyeyi ona doğru çekerken.
Bir kaç adım ötede bir mesafeye koydum sandalyeyi ayağını uzatması için ancak bacağını uzatması için sandalyeyi biraz daha çekmem gerekiyordu, boyunu yanlış düşünmüş olmalıydım.
"Böyle olacak mı?"
Olmak zorundaydı.
"Bugünlük böyle," diyerek masajına başladım. Artık eskisi kadar kendini kasmıyordu. Şaşkın bakışları eşliğinde ile bacaklarının masajı bitmişti.
Ellerini avucuma alıp ovmaya başladım.
Yine buz gibiydi elleri. Odanın içi bana göre aşırı sıcaktı.
Sonunda masaj bitmişti. Ben yürüme aletinin yanına gelirken o da peşimden gelerek alete çıktı. Artık orta seviyelere çıkmıştık.
"Sanki, eski gücüme geri dönmüş gibi hissediyorum Efsun."
Sadece ciddi olduğu zaman Efsun diyordu. Yoksa Füsundu benim adım. Adımı söyleyince yüzümde ki gülümseme benden bağımsız oluşuyordu.
"Ben sana bana güven demiştim."
Üçüncü kez gülümsedi, gözlerime bakarak. Bu kez yanağında belli belirsiz duran gamzeyi de görmüştüm.
"Pişman olmayacağımı biliyordum."
Bu kez benim yerime o kapattı aleti. Artık sistemi öğrenmişti.
Koltuğa tekrar oturdu. Bende bilgisayardaki tabloya bugün ki bilgilerini de yazdım. Aklıma küçük bir oyun gelmişti, kimseye zararı olmayacak ve yalan olduğu belli olmayacak bir oyundu bence.
"Boyun kaç? Bilgilerini kaydetmek için gerekli yani," dedim sesim sonlara doğru kısılırken.
"1,97."
Hoay MaşAllah dememek için zor tuttum kendimi. Şimdi anlaşılmıştı aramızda ki o kadar boy farkı.
"Kilon?"
"94," diye cevapladı yine hızla.
Burcun demek isterdim ama bu doktorlar için gerekli bir bilgi değildi maalesef. Saçmalamaya başladığımı fark edip hafifçe öksürdüm.
"Bugünlük de bu kadardı."
Yine bitti mi bakışları atsa da sormamıştı.
"Ama bir şey daha sormam lazım," dedim onaylamaya çalıştığım belge hata verirken.
Doğum tarihini soruyordu.
"Doğum tarihin ne? Onu da yazmam lazım."
"8 Mayıs 1995."
Aramızda iki yaş vardı. İki yaş büyüktü benden.
Sonunda belgeyi onaylamıştım. Selim ise başka bir şey sormamı bekler gibi hazır ol da bekliyordu.
"Bu sefer gerçekten bitti, yarın görüşürüz," dedim.
Koltuğun kenarlarına tutunmadan ayağa kalktı bu kez.
"Hoşçakal," dedikten sonra çıktı odadan.
Her gün yeni bir şey öğretiyordu bana. Bir gün acısını gösterirken ertesi gün oldukça mutlu olduğunu göstermeye çalışıyordu mesela.
Şaşırdığım tek şey aynı şeyi benim de ona yapmamdı. İkimiz de belki de farkında olmadan kendimizi açıyorduk birbirimize.
İnsan insana mucizeydi belki de, anlamasını bilene böyleydi bu..
◇
Gün doğmak üzereydi, hiç uyumamıştım bu saate kadar. Beynim sanki o kadar doluydu ki, ne bir şey düşünebiliyordum ne de uyuyabiliyordum. Düşündüğüm şey ise bir tek değildi, birden çoktu.
Annem, babam, abim, görevim, arkadaşlarım ve o.
Katran karası gözlerin sahibi.
Tedavi bittikten sonra ki geçen zamanda o kadar boşluğa düştüğümü hissediyordum ki sanki onunlayken zaman bir anda geçiyordu, her şey masal gibi olup bitiveriyordu.
Komodinin üzerinde ki telefonumu alıp saate baktım.
04.35
Hiç uyumamama rağmen oldukça enerjik hissettiğim bir gün oluyordu.
Çekmecemi açıp kitabımı çıkardım.
Buraya gelmeden önce bir sahaftan aldığım şiir kitabıydı.
Sırtımı başlığa dayarken ayracımı bıraktığım sayfayı açtım. Nazım Hikmet'in bir şiirinde kalmıştım.
Gözlerin gözlerin gözlerin, kaç defa karşımda ağladılar çırılçıplak kaldı gözlerin altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak, fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.
Kaç defa karşımda ağladılar?
Bir defa, ilk defa dün gece.
Küçük bir çocukmuşcasına ağlamıştı, dolduğu kadar taşmıştı belki de.
Gözlerin gözlerin gözlerin, gözlerin bir mahmurlaşmaya görsün sevinçli bahtiyar alabildiğine akıllı ve mükemmel dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.
Ona bu kadar yakın hissetmeme şaşırıyordum. Yaklaşık bir ay öncesine kadar varlığını bile bilmediğim bir adamı ilmek ilmek biliyordum sanki artık.
Gülmesini de görmüştüm, ağlamasını da.
Başardığını görsem de başaramadığını hiç görmemiştim. Bazı şeyleri başardığı için buradaydı.
Şiirin devamını okumadan kitabı kapattım.
Yatağımdan kalkıp mutfağa gittim. Artık bu evde yaşadığıma göre benim de belli başlı sorumluluklarım vardı.
Ocağa çayı kaynaması için koyduktan sonra masaya tabakları yerleştirdim.
Buzdolabında bulduğum kahvaltılıkları masanın üzerine yerleştirdim.
Hala uyanmamışlardı biraz daha vaktim vardı, malzemeleri çıkarıp hamur yapmaya başladım.
Uzun zamandır özlediğim bir lezzetti şekerli pide. Annemin yaptıklarının yerini tutmasa da yapmasını öğrenmiştim.
Son dokunuşları da yaptıktan sonra ısınması için tepsiyi fırına verdim.
Artık sadece beklemesi kalmıştı. Sandalyelerden birine oturup telefonumu elime almıştım.
İnstagramdan gelen bir bildirimle hesabım olduğunu hatırlayıp uygulamayı açtım. Bir süre insanların paylaşımlarına göz atarken elim arama kısmına gitti.
Ulaş Selim Karacalı.
Biraz benim isteğimle biraz da benden bağımsız yazmıştım arama kısmına malum ismi.
Karşıma çıkan profillerden hiçbiri ona ait değildi. Sadece bir profil vardı, fotoğrafı olmayan. Biyografisinde sadece Türk bayrağı olan bir profil..
İstek atacak değilim diye geçirdim içinden. Pişman olacak bir şey yapmadan telefonu kapatıp fırından kokusu gelmeyen pidelere baktım. Pişmişlerdi. Tepsiyi fırından çıkarıp tezgahın üzerine bırakırken İpek gelmişti.
"Ne güzel kokmuş burası."
Çocukluğum gibi kokmuştu bir anlığına.
"Bu koku gerçek mi?"
Ecem de geldiğine göre kadro tamamdı.
"Şekerli pide yaptım size, bizim oralarda meşhurdur."
Manisalardan buraya sürülmeyi beklemiyordum ama alışmıştım. Pideyi tabaklara servis ettikten sonra yerime oturdum. İpek konuşmadan kahvaltı ederken Ecem bir yandan beni izlemekle meşguldü.
"Ya ben susayım diyorum da harbi anlamıyorum. Sen buraya geleli iki hafta oldu Efsun, Komutan ne ara bu kadar samimi oldu senle?
Samimi? Füsun samimiyetlikse asker arkadaşıyız diyecektim ama saçma olacaktı. İpek yine duruşundan taviz vermeden bir yandan kahvaltı etmeye bir yandan da bizi izlemeye devam etti.
"Samimi derken? Normal değil mi işte?"
Düşünmeden atıldı.
"Değil. Kızım biz buraya geleli iki yıl oluyor sorsan adımı bilmez hala. Ece diyor sürekli."
Gülmek istesem de ortam müsait değildi. Yani sadece sohbet ediyorduk başka bir samimiyetimiz yoktu.
"Geçti," diye cevapladı İpek çayından bir yudum alırken.
Ecem'in ve benim şaşkın bakışlarım ona döndü.
"Ne geçti?" diye sordu Ecem en saf haliyle.
"Atı alan diyorum kızım, Üsküdarı geçti."
Ağzıma attığım zeytin boğazımda kalırken öksürmeye başladım. Ecem su dolu bardağı hızla bana uzatırken elinden alıp kafama diktim.
İpek çok yorum yapmıyordu yapınca da tam yapıyordu.
Ecem ben zaten biliyordum bakışları atıp yemeğine devam etti.
"Neden hep beni konuşuyoruz ki? Siz söyleyin, sizin sevgiliniz yok mu?"
İkisi birden yok deyince afallamıştım.
"Sevdiğiniz birisi de mi yok?"
Bu sefer ikisi de cevap vermemişti.
"Ava giderken avlandık mı oluyor şimdi?"
Aynen ondandı Ecem.
"Yok, yani sevdiğim birisi yok. Neyse geç kaldım ben siz beraber gelirsiniz çıkıyorum ben."
İpek başka bir şey söylemeden çekip gitti. Ben arkasından bakakalsam da Ecem şaşırmamıştı.
"Bakma öyle, sevdiği birisi yok çünkü aşık."
Sevmenin de bir tık üstü olduğu biri vardı demek. Kimdi acaba?
"Senin de var birileri o zaman? Söylesene."
Daha fazla kaçamayacağını anlamış olacak ki arkasına yaslandı.
"Aslında daha çok yeni ama gülmek yok tamam mı?"
Niye güleyim ki diye geçirdim içimden. Sevmek komik miydi?
Başımı tamam anlamında salladım.
"Hani Ulaş Komutanın timinde bir asker varya, Mert."
Şaşırmıştım ama geçen ki yemekte biraz da dikkatimi çekmişti tavırları onu düşününce mantıklı gelmişti.
Mert tanıdığım kadarıyla iyi kalpli biriydi. Her ailede olan o küçük erkek kardeş gibiydi.
"Niye güleyim kızım, çok sevindim hatta."
Gözleri parladı.
"Gerçekten mi? Ama bak sakın bir şey çaktırma önce biraz tanımak istiyorum onu."
Tamam anlamında başımı salladım çayımdan bir yudum alırken.
Aklım İpekte kalmıştı.
"Peki İpek? Onunkide tanıdık biri mi?"
Kollarını masaya koyup one doğru eğildi.
"Hem evet hem hayır."
Demek az da olsa tanıdığım biriydi. Kısa bir an düşünce aklıma kimse gelmemişti, yemekte samimi olduğu bir insan da yoktu.
"O da aynı timden ama çok kimse tanımaz onu. Akın. Bildiğim kadarıyla Komutan ve Ercüment abiden sonra rütbeli olan."
İsmini daha ince duymamıştım. Geçen ki yemekte de yoktu, tanıdığım birisi değildi.
"Peki neden kimse tanımaz? Yani yemekte de yoktu o galiba."
Gülümsemesi büyüdü.
"İpek nasılsa o da öyle. İçine kapanık biraz. Ama,"
Duraksadı, bir süre bakışlarıyla yüzümü inceleyip düşündü.
"Daha önce İpek ile bir birliktelikleri oldu. Severek ayrılmak zorunda kaldı onlar."
Şaşkınlığım giderek artarken Ecemi dinlemeye devam ettim.
"Anlatırsan dinlerim."
Dinlerdim, kimsem yokken bana burada kardeş olup yanımda olan insanların dertlerini hep dinlerdim.
"Biliyorsun İpek tüm askeriye ile ilgileniyor doktor yani. İlk geldiğimiz zamanlarda buraya Akın bir operasyona gitti. Sevgililerdi o zaman. Operasyon bitince geri döndüler ama Akın yaralıydı, İpek hastaneye gidene kadar ona müdahale etti ama hastaneye vardığımızda nabzı durmuştu. Tekrar kendine gelse de İpek kendini affedemedi."
"Bu yüzden mi ayrıldılar?"
"Hayır," dedi hiç düşünmeden.
"Nişanlanacaklardı. Ama ikisinin de bir bahanesi oldu o an. İpek o yüzden kendi affedemedi dedim ya Akın neden affedemedi bilmem ama ikisi de ayrılmaya karar verdi. Başka kimse girmedi hayatlarına, hala da aşıklar biliyorum."
Akın'ın yaşadığı bir şeyler olmalıydı. İpekten, sevgisinden vazgeçecek kadar güçlü bir şey.
"Yani anlayacağın biraz saçma olsa da hikayeleri bu. Neden ayrıldılar kendileri de bilmez ama şu an birbirlerini sevseler bile ayrılar. Akın da o yüzden kimseyle konuşmaz pek."
En kısa sürede Akın'la da tanışmam lazımdı.
Başka bir şey konuşmadan masayı toparladık. İpek arabayla gitmediği için araba bize kalmıştı. İkimiz de hazırlanıp işimize gittik. Koca bir gün daha kapılarını açmış bizi bekliyordu.
◇
Sandalyemde bir o tarafa bir bu tarafa dönüp duruyordum. Şu an bundan başka bir işim yoktu. Sonunda bundan da sıkılıp ayağa kalktım, uzun zamandır annemle konuşmamıştım. Telefonumu alıp bahçeye çıktım.
Birkaç asker haricinde kimse yoktu. Annemi arayıp telefonumu kulağıma götürdüm. Çok çalmadan açılmıştı.
"Annem, kızım."
Annemin sesi tüm vücudumu sarıp sarmalamıştı.
"Anne, nasılsın?"
"İyiyim ben kızım. Sen nasılsın asıl?"
Sonunda bir eve çıkabilmiştim.
"Bende iyiyim anne. Her şey yolunda."
"Aklım hep sende kızım, aramadın da birkaç gündür merak ettim."
"Arayamadım anne, hem eve çıktım ben. Arkadaşlarım bile var."
İpek ve Ecem, bir de Bade vardı artık.
"En kısa sürede onlarla da tanışmam lazım. Bizim deli kızı emanet edecek birine ihtiyacım var. Güvenmem lazım."
Şanslıydı ki hepsi oldukça güvenilir insanlardı. Bir süre daha konuştuktan sonra telefonu kapattım. Öylece durup havayı içime çektim. Revire geri dönmek üzereyken bankların birinde tek başına oturan bir asker dikkatimi çekti.
Biraz daha yaklaştıkça üniformasındaki AKBULUT yazısını gördüm. Kumral saçlarını elleri ile oynarken onu incelediğimi fark etmiş olacak ki kalkıp yanıma geldi.
Rezil olmuştum. Başka bir açıklamaya gerek yoktu.
"Bir şey mi oldu?"
Ben bir arkadaşa bakıp çıkacaktım işte sadece.
"Hayır, yani kusura bakmayın birine benzettim o yüzden bakıyordum."
Elaya çalan gözleri kuşkuyla kısıldı.
"Akın ben, yani benzettiğin kişi miyim bilmem ama ben seni daha önce burada hiç görmedim."
Gökte ararken yerde bulmak bu olsa gerekti. Tekte bulmuştum Akını. Şaşırsam da belli etmemeye çalıştım.
"Efsun ben, fizyoterapistim ben. Çok olmadı geleli o yüzden görmemişsindir."
Yüzünde ki ifade biraz da olsa yumuşamıştı.
"Şimdi tanıdım. Komutanın doktorusun sen."
Öyleydim ama böyle tanındığımı bilmiyordum. Kızarmaya başlayan yanaklarımı tahmin edebiliyordum.
"Yani evet, bir süre beraberiz Ulaş Bey ile. Neyse size iyi günler benim gitmem lazım."
Cevap vermesini beklemeden koşar adımlarla revire ilerledim. Odama girip yerime oturacağım sırada kapım hızla açılmıştı.
Bu odaya girende kapı çalmak yoktu.
"Ne konuşuyordunuz onunla?"
İpek odaya adımını atar atmaz soru sorunca öylece kalmıştım.
"Hikayenizi Ecemden öğrendim sabah," dedim.
"Zaten tahmin ettiğim bir şeydi bu şaşırmadım ama sizi öyle konuşurken görünce şaşırdım."
Bir anda Akınla tanışınca bende şaşırmıştım.
"Tek başına oturuyordu, dalgın gibiydi. Bende kim diye bakmaya çalışırken beni görüp yanıma geldi işte kimsin falan diye."
Dikkatle beni dinliyordu. Aklıma Ecem'in söyledikleri geldi.
Severek vazgeçti onlar birbirinden.
"Dalgın mıydı? Nasıldı yani böyle üzgün gibi miydi?"
"Eğer birazcık tecrübem olduysa şu hayatta, aşık gibiydi," dedim.
Öyleydi. Onca kalabalıkta bir köşede oturmuş dalgın dalgın etrafa bakıyordu.
"Nasıl yani? Gerçi neyse ne, başkasına aşık olmuş işte."
"Daha önce aşık olduğu birini düşünür gibiydi daha çok," dedim.
Gözleri parladı, içim acıdı.
Neden ayrılmışlardı bilmiyordum ama ikisinde de hala bitmeyen aksine daha da kuvvetlenen bir şey vardı. Aşk.
Bir soru sormak için daha ağzını açmıştı ki açılan kapı ile susmak zorunda kaldı.
Kapıya gerçekten yazı asmam gerekiyordu artık. Her an birisi kapıyı açıp içeri geliyordu.
Selim'in geldiğini görünce İpek iyi günler dileyip yanımızdan ayrıldı.
Konuşmalarımızı duymuş olma ihtimali vardı. Ben şüpheyle yüzünde bir iz aramaya çalışırken o öylece karşımda duruyordu. Yine olmamıştı, yüzünde yine hiç bir duygu yoktu.
Ben masama geçerken o da her zamanki yerine kuruldu.
"Bu bir ilkti sanırım."
Bir anda konuşunca irkilmiştim, neye daldığımı bilmeden öylece dalmıştım.
"Ney ilkti," dedim sandalyemde dik oturmaya çalışırken. Gece uyumamış olmanın verdiği bir cezaydı bu bel ağrısı.
"İlk defa normal bir şek-"
Cümlesini tamamlayamamıştı çünkü çok kötü bir şey olmuştu.
Sandalyemin kırık yerini hesaba katmadan arkaya doğru çok yüklenmiştim ve dengemi sağlayamayıp yere düşmüştüm.
Hızlıca yanıma gelip ellerimi tuttu. Ayağa kalkmama yardım edip sedyeye oturttu.
"İyi misin? Bir yerin acıdı mı?"
Kalçamın üzerine düştüğüm için biraz acımıştı ama onun dışında bir şey yoktu.
"Hayır."
Ben üzerimde ki tozları temizlemeye uğraşırken kulağıma daha önce duymadığım bir ses geldi. Ufak bir kahkaha sesi. Hızlıca bakışlarımı ona çevirdim.
Bu sefer gerçekten gülüyordu, gamzesini saklamadan kocaman. Ona baktığımı görünce gülüşü yavaş yavaş küçüldü.
"İlk defa normal bir şekilde gördüm seni odaya girince diyecektim ama yine olmadı. Yine ezberi bozmadın."
Adam ilk defa gülmüştü, o da düşmemeydi.
Beynimde çoktan bugün benim efkarım var çalmaya başlamıştı.
Trip atan bakışlarımı üzerinden çekmedim.
"Ne var yani? Hem benlik bir şey değildi, sandalye kırık ondan oldu."
Cevap vermedi. Bir yerimin acıyıp acımadığını anlamaya çalışır gibi beni incelemeye devam etti.
"Şimdi sen mi tedavi yapacaksın yoksa sana mı tedavi yaptıracağız onu düşünüyorum," dedi.
Bugün oldukça neşeliydi. Ne yazık ki bütün neşesi bugüne denk gelmişti. Benim en salakça davrandığım güne.
"Abartma Komutan, iyiyim ben. Kaytarmaya çalışma uzan şuraya," dedim ayağa kalkarken.
"Emredersin."
Şaşırmıştım. Beklemediğim yerden gelmişti.
Yine kollarını başının altından birleştirirken şaşkın bakışlarımı görünce duraksadı.
"Neden öyle dedin şimdi?"
Duruşunu bozmadı.
"Hem ikide bir komutan diyorsun, konuşurken sürekli emir kipi ile konuşuyorsun. Burada üst olan sensin, emir alıyorum işte. Sen ne dersem yap demedin mi?"
Düşmüşken kafamı da çarpmış olmalıydım. Bugün gerçekten diğer günlere göre bir ilk oluyordu. Başkalarının yanında gelinlik kız gibi sessiz sessiz oturan Komutan burada susmak bilmiyordu. Üstelik bugün öyle bir yerden konuya giriyordu ki verecek cevabım bile yoktu.
Ama oyunu kurallarına göre oynamak lazımdı.
"İyi, sevdim bunu."
Ayak ucuna geçip günlük hareketleri yapmaya başladım. Kollarına gelinceye kadar hiç konuşmadım, o da konuşmadı.
Sağ elini ovmaya başladım. Bakışları ile yüzümü incelerken yine hiç konuşmadı.
"Uyumamışsın."
Evet ama nereden anlamıştı? Göz altlarıma o kadar kapatıcı sürmüştüm belli olmasın diye.
"Uyku tutmadı," dedim.
"Tutsun uyku. Tutmayınca ne olduğunu gördük."
Ercümentin Tunanın bayılmasını unutmadığı gibi o da benim düşmemi unutmayacaktı belliydi.
Cevap vermek yerine göz devirdim. Ben diğer koluna geçerken o aynı şekilde beni incelemeye devam etti. Artık alıştığım bir durum olmuştu bu.
Nihayetinde masaj işlemi biterken yürüme aletinin yanına geldi artık ben yönlendirmeden yapabiliyordu.
"Bugün on, hatta yirmi dakika fazla yürüyeceksin," dedim.
Tam şu an verdiğim bir karar olması önemli değildi.
"Sebep? Düştün diye bana mı ceza vereceksin?"
"Evet, şikayetin mi var?"
Beklediğimin aksine rahat bir hali vardı.
"Yoo, hoşuma gitti hatta. Ara ara yap bunu."
Gerçekten ceza sistemi ile çalışan bir insandı. Bu kadar kısa sürede bu kadar çok tanımam da biraz garipti. İlginç bir anlaşma şeklimiz vardı. Bu sefer başında beklemeden geçip masama oturdum. Yüzünde ki o rahat ifade hala geçmemişti gayet normal bir şekilde oturmamı izledi.
Kapım çalmıştı, geldiğimden beri ilk defa kapım çalmıştı.
Gel, diye seslendikten sonra açılan kapıyla şaşkınlığımı gizleyemedim.
Akın gelmişti, yine üniformayla karşımda dikiliyordu. Selim'i görünce olduğu yerde durup bir baş selamı verdi.
"Senin ne işin var lan burda?"
Burası halka açık bir alandı maalesef Komutan Bey, size rezerve değildi.
"Komutanım, doktor hanıma bir şey sormak için gelmiştim. Sizin de olduğunuzu bilmiyordum kusura bakmayın."
Soru sormak için gelmişti. Sorusunu tahmin etsem de meraklanmıştım.
"Sor, ben varken de sorabileceğin bir sorudur umarım."
Akın bir süre tereddüt etse de sormaya karar verdi.
"Senin yani sizin İpekle ev arkadaşı olduğunuzu biliyorum. Onu soracaktım nasıl diye."
Şaşırmıştım, bu sefer yanlız değildim Selim de benimle beraber şaşırmıştı.
"Siz ayrılmamış mıydınız?"
Bende öyle biliyordum.
Yürüyüşü bitince o da yanımıza gelmişti. Ben masama otururken onlar da karşımda ki koltuklara oturmuştu.
"Ayrıldık Komutanım ama biliyorsunuz işte. Unutamam ben İpeği, sanıyorum o da öyle. Yani emin olun buraya gelmeyeyim diye çok uğraştım ama dayanamadım. Bu saatlerde hava almak için dışarıya çıkardı ama dışarıya bile çıkmadı. Endişelendim biraz."
"Benim onunla aynı evde kaldığımı nereden biliyorsun, ya da ilişkinizi bildiğimi?"
Derin bir nefes aldı.
"Ben onunla ilgili her şeyi bilirim Doktor hanım, zor olmadı bu bilgilere erişmekte."
Artık şaşırmıyordum. İkisinin de birbirini çok sevdiği belliydi.
"Ecemle neden konuşmuyorsun bunları?"
Düşünmeden cevapladı.
"Çünkü Ecem'in hemen gidip ona söyleyeceğini biliyorum. O yüzden size sormak istedim, komutanım güvendiyse ben zaten güvenmişimdir dedim."
Odada olanlar dışarıya çok sızmıştı. Her detayı biliyorlardı. Bu hiç hoşuma gitmemişti.
"Doğru düşünmüşsün, söz veriyorum söylememi istemezsen söylemeyeceğim."
Başını salladı. Selim konuşmadan bizi dinliyordu.
"Söylemezseniz çok memnun olurum. Bir de," devamını getirmeden bekledi.
"Geçen ki yemeğe gelmeyi çok istedim ama gelemedim. Ben gelsem o gelmezdi. Sizden ufak bir ricada bulunmak istiyorum, iki gün sonra doğum günü. Bir organizasyon düzenlesek ama benim yaptığımı bilmesin, bende öylesine kutlamaya gelmiş gibi katılırım aranıza."
Doğum günü olduğunu bilmiyordum ama bozuntuya vermedim. Anlamadığım şeylerden birisi de Akın dışardan böylesine sert görünürken bu kadar samimi olmasıydı.
Yardım edeceğimi söylediğimde teşekkür edip odadan ayrıldı. Yine malum hastamla baş başa kalmıştık.
"Gerçekten yardım edecek misin Akın'a?"
Başımı salladım.
"Siz ne ara tanıştınız? Yani geçen yemekte yoktu ya."
Gerçekten sadece kendisiyle muhatap olduğumu düşünüyordu sanırım.
"Sabah dışarda tanıştık. Bu aralar tek hastam sen olunca sadece seninle görüştüğümü mü düşünüyorsun?"
Son soruyu kararsız kalıp sonrasında eklemeye karar vermiştim.
Kaşları çatılmıştı.
"Saçmalama, öyle bir şey demedim. Eğer bittiyse gidiyorum."
Cevap vermeden çıkıp gitmişti.
Alıştığım kokuyu içime çektim, o gittikten sonra hep böyle kokuyordu odam; odunsu ve amber.
"Köşe başını tutan leylak kokusu, yakamı bırak da gideyim." - Oktay Rıfat
♡
Evett bir bölümün daha sonuna geldik. Bu bölümde hoşunuza gittiyse yıldıza basabilirsiniz. Çiftlerimize ithaf edelim bu bolum Yıldızları. Ayrıca satır arası yorum yaparsanız da okumayı çok isterim 💙
|
0% |