Yeni Üyelik
31.
Bölüm

20.BÖLÜM

@livasayina

Evett, yeni bir bölüme daha merhaba dedik mi?

 

Bu şarkı sebepsiz çok sevdiğim bir şarkı. Bir kez daha söylemek isterim ki tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun...

 

Yorumlarınızı bekliyorum, herhangi bir sayı sınırı yok ama yorumlarınız beni çok mutlu ediyor. Bol bol sohbet edelim olur muu♡

 

O zaman bölüme başlayalım, keyifli okumalar...

 

                                                                                                          ◇

 

Gerçek ile hayal arasında çok ince bir çizgi vardır. Bazen o çizgide öylece asılı kalırız ki yaşananlar hayal mi gerçek mi ayırt edemeyiz. Bize doğruyu söyleyecek işaretler ararız. Bir umut etrafıma bakındım. Her yer karanlıktı, Selim gittikten sonra nasılsa öyleydi. Boran beni buraya getirdikten sonra bir daha yanıma gelmemişti. Cafer'in getirdiği kuru ekmek dışında birkaç gündür hiç kimseyi görmemiştim. Gözlerimi tekrar kapatıp açtım. Kaç gün olmuştu ben buraya hapis olalı?

 

Sekiz, dedi iç sesim.

 

Sekiz gündür ki kaçırıldığım gün sayısı buraya kapatılmadan önce ki günleri de sayarsak daha fazlaydı. Demir kapı sertçe açılırken içeriye dolan ışıkla beraber tozlar havaya uçuştu. Yakup yanında iki adamla beraber yanıma gelmişti.

 

"Kelepçeler senin yüzünden bileğinde. Çok kafa tutuyorsun."

 

Konuşmasını iğrenerek dinlediğimde bakışları yine ciddileşti. Başımı geriye atıp saçını arkaya attım. Bileklerimi ağrısından dolayi artık hissedemez hale gelsem de kimseye belli etmedim.

 

"Melek gibiler senin yüzünden mezarda. Çok kafa şişiriyorsun."

 

Onun cümlesine benzer bir cümle kurduğumda kaşlarını çattı. Bedeni bedenime oldukça yaklaşırken karşımda durdu. Gözlerinde ki harlanan ateş intikam diye bağırıyordu.

 

"Az kaldı. Sende onlara kavuşacaksın."

 

Adamlarına bir el hareketi yapıp yanına çağırdı. Hepsi odadan çıkarken derin bir nefes aldım. Günlerdir kelepçeli olan kolarım ağrıdan hissedilemez bir hale gelmişti. Kapı tekrar açıldığında Yakup yanında başka bir adamla geri gelmişti. Beni işaret ettiğinde adam başını sallayıp cebinden bir şırınga çıkardı. İçinde beyaz bir sıvı ile doluyken adam her adımında bana yaklaşıyordu. Kelepçeli olan kollarımı asılarak kurtulmaya çalışsam da nafileydi.

 

Ben direnmeye çalışsam da adam elinde ki iğneyi koluma geçirdiğinde başım öne düştü. Gözlerim kapanma noktasına gelecek kadar kısılmıştı.

 

"Bak işte, ilk doz bitti."

 

Yakup keyifle sırıtarak çıktığında hemen arkasından iğneyi yapan adam da çıkmıştı. Zaman ilerledikçe mide bulantısı, baş dönmesi, gözlerimin kapanması gibi belirtiler ortaya çıkarken başımı kaldırmaya çalıştım. Tüm vücuduma bir halsizlik dalgası yayılmıştı. Yere atılan iğneyi ayağımla olabildiğince itekledim. Üzerinde anlamadığım bir dilde yazı yazıyordu. Kapı tekrar açıldığında içimden bir sabır çekip iyice kapanmış olan gözlerimi az da olsa açmaya çalıştım.

 

"Yaptılar mı?"

 

O robotik ses, Boran gelmişti.

 

Başım hala yerdeyken neden tekrar geldiğini düşündüm. Ses tonu oldukça yüksek çıkarken aynı zamanda ciddiydi. Yerdeki şırıngayı eline alıp incelediğinde bir şeyler mırıldandı.

 

"Bana bak," dedi ellerini yanaklarıma koyup yüzümü yüzüne çevirirken.

 

"Dokunma bana," dedim güçlükle.

Söylediklerimi umursamaz gibi omzuma yayılan saçtan önüme düşenleri arkama savurdu. Kar maskesinin altında ki gözleri ilk defa bu kadar dikkatli bakıyordu.

 

"Uyuma, kapatma gözlerini."

 

Gözlerim artık kontrol edemeyeceğim hale geldiğinde tamamen kapanmıştı. Kulağıma son kez dolan cümleyi aklımın bir köşesine yazdım;

 

"Yapma Efsun."

 

                                 ◇

 

Uğruna savaştıklarımız gün olur da can evimiz olurdu. Odanın içinde düşünebileceğim her anı düşündü, hayal etti Selim. Odasının içinde attığı kaçıncı tur olduğunu saymadığı adımlarını daha hızlı atmaya başladı.

 

"Mevlana bu kadar dönmedi be," diyerek seslenen Ercüment saatlerdir ilk defa derin nefes aldı. Selim yanına oturduğunda hala gerçek olup olmadığını sorguluyordu.

 

"Sen gerçekten hortladın mı şimdi?"

 

Efsun'un kaçırılışı, Kaya'nın annesi ve Selim'in gelişi kafaları oldukça yormuştu.

 

"Hepinizi bir hortlatacağım şimdi," dedi Selim. Kapıya yöneldiğinde Ercüment ondan önce davranıp kapıyla arasına bir set kurmuştu.

 

"Komutan ne dedi duymadın mı? Sen bu görevde yoksun, askerliğin düşer."

 

Yüzbaşı olmuşken gidemezdi. Birkaç saat sonra çıkacakları operasyonda Efsun'un kaldığı yere gidip baskın yapacaklardı.

 

"Efsun o pisliklerin ellerinde!"

 

Selim birkaç adım geriye gidip elini saçlarına daldırdı. Kendi elleriyle götürmüştü onu oraya. Bir an olsun yanından ayrılmazken şimdi olmayışını Yakup fırsat bilmiş olabilirdi. O gün önüne konan dosyayı düşündü, açtığı kapağın arasından karşısına çıkan bir resim.

 

Asıl hedefimiz bu, ne yapın ne edin getirin bana bu kadını.

 

Herkesten önce davranıp bulmuştu Efsun'u. O en başından beri kendini koruyan bir kadın olarak davransa da karşısında ki insanların kötülükten gözü dönmüştü.

 

"Çekil şuradan," dedi kapıda duran Ercüment'i kenara iterken. Kilitli olduğunu fark ettiği kapıyı açmaya çalışırken kolunu tutan el ile olduğu yerde kaldı.

 

"Cidden yapacak mısın? Yar sevdam bende önce geldi, diyecek misin?"

 

Hepsi biliyordu ki Selim için bu kapıdan çıkmak demek görevinin ciddi anlamda son bulması demekti. Aldığı emir gitmemesi yönündeyken tek kişilik bir baskına gitmeyi düşünüyordu. Nihayet doğru anahtarı bulup kapıyı açtığında elini Ercüment'in omzuna vurdu.

 

"Dedim bile. Şimdi sende ister git komutana anlat,"

 

Cümlesini tamamlayamadan Ercüment araya girmişti.

 

"İster benimle gel," dediğinde masanın üzerine bıraktığı silahını alıp beline taktı. Selim emin olmak için incelerken Ercüment birkaç adımda onun önüne geçip Selim'in gözlerine baktı.

 

"Yandı bizim damatlık işi ama neyse. Zaten çıkacağımız bir görevdi, bizimkilere haber vereyim."

 

Ercüment hızlıca time haber vermeye gittiğinde Selim gerçekten herkesin ona yardım etmek için geleceğini biliyordu ama bunu hissetmek farklı geliyordu. Eşyalarını yanına alıp dışarıya çıktığında kendisini bekleyen timiyle karşılaştı.

 

"Boralar, Emrinizde komutanım!"

 

Askerlerine iyice yaklaştığında hepsine gülümsedi. Başını sallayarak selam verdi. Aslanlarım benim, diye geçirdi içinden. Operasyon için her şey hazır olduğunda nihayet deloların olduğu kısma gelmişlerdi. Her şey normalinden hızlı ilerliyordu. Kaç saat geçtiğini anlamadıkları yol bir anda bitmiş ve Tamar'ın sığınağına gelmişlerdi. Tim etrafa dağılıp saklanırken Selim arabanın bir köşesine sakladığı kıyafetleri üzerine geçirdi. Vücut hatlarını çok belli etmeyecek kıyafetleri giydiğinde maskesini takip Efsun'u kelepçelediği depoya gitti.

 

Karşısında gördüğü manzaraya kalbi sızladı. Bakışları yerdeyken bir şırıngaya takıldı. Elleriyle destek verip başını kaldırmaya çalıştığında ilacın etkisinin anında yayılmaya başlamış olduğunu fark etti. İçinden dualar ederken dışında da birkaç cümle mırıldandı. Geç kalmıştı, daha önce gelip zehri vurmalarını engellemeliydi. Efsun'un gözlerinin iyice kapandığını görünce maskesinin altından yüzüne bir damla yaş düştü. Zehir, vücuduna yayılmaya başlamıştı.

 

Panzehri almak için Yakup'un yanına gittiğinde bir yandan da kelepçeleri çözmek için anahtarları arıyordu. Vakit kaybetmeden çaldığı kapıyı araladı. Elena ve Yakup içerde bir şeyler konuşuyordu.

 

"Kadın ölecek," dedi Yakup.

 

Elena yüzünde ki gülümsemeyle dışarıya çıktığında Selim'in eli belinde ki silaha gitti. Tam şu an karşısında ki adamın alnına ateş etmemek için zor duruyordu. Elena gittiğinde içeriye görerek Yakup'un karşısına geçti.

 

"Panzehir nerede?"

 

Yakup'un yüzünde ki gülümseme yerini ciddiyete bırakırken karşısında ona öfkeyle bakan adama döndü. Gözlerini kısarken eğilip aralarında ki mesafeyi biraz daha kapattı. En güvendiği adamlardan birisi olmuştu Boran. Tamar tarafından gönderildiğine göre sorgulamaya gerek yoktu. Verdiği bu tavra şaşırırken karşısında ki adamın yüzünü inceledi. Yüzünde zerre mimik yoktu, maskenin altından bile seyiren çenesi dikkat çekiyordu.

 

"Çıkart maskeni."

 

Yakup söylediği cümlenin ardından geri çekildi. Selim düşünmeye devam ederken sessiz kaldı. Maskeyi çıkarması demek deşifre olması demekti. Bu durumda Yakup tam şu an ateş edip saldırı başlatabilirdi. Verdikleri zehri detaylı olmasa da biliyordu, ince yavaş yavaş vücut fonksiyonları duracak ardından da hafızasını kaybedecekti. Fazla vakti yoktu. Bir eli maskesine gittiğinde Yakup'un tüm dikkati oradaydı.

 

"Maskeyi açtığım an bana o panzehri vereceksin," dedi Boran.

 

Yakup çekmeceden çıkardığı küçük şişeye değerli bir hazine görmüş gibi baktı. Anlaşmayı kabul ettim, demekti bu. Selim önce Yakup'un yanına biraz daha yaklaştı. Dikkatini dağıttığı sırada diğer eli belinde ki silaha gitti. Maskenin ucunu açtığı sırada sadece boynu ve Adem elması görünüyordu. Yakup tüm dikkatiyle izlemeye devam ederken Selim cebinde ki silahı yavaş bir hamleyle çıkardı. Maskenin ucu biraz daha yükselirken diğer elinde ki silahı karşısında ki adamın ensesine vurdu.

 

"Şerefsiz, it," dedi Yakup gözlerini bayılmamak için açmaya çalışırken. Selim hızlı bir hareketle panzehri alıp ceketin cebine kattı. Vakit kaybetmeden dışarıya çıktığında karşısında onu bekleyen iki kişi vardı. Üzerine yürümeye başladıklarında bir koluyla Cafer'i sıkıştırırken adını bilmediği adama bir tekme savurdu. Adam yere düşerken kolunun arasına sıkıştırdığı Cafer nefes almak için direniyordu. Kendinden geçtiğine emin olduktan sonra kolları arasında ki adamı bırakıp yerde yatan kişiye bir tekme daha attı. Bu onları oyalarken depoya giden merdivenlere yöneldi.

 

Kapıya geldiğinde hiç düşünmeden içeri girdi. Efsun bıraktığı gibi onu bekliyordu. Başı öne düşmüş, kolları kelepçe de...

 

Cebinde ki panzehri çıkarıp yavaş bir o kadarda ani bir hareketle koluna enjekte etti. Etkisi yayıldıkça kendine gelmeye başlardı. Efsun'un başını elleri arasına alıp solgun yüzünü incelerken arka taraftan bir ses duydu. Duvarda ki siyah örtü açıldığında karşısında gördüğü kişi vücudunda ki her bir hücrenin sinirden gerilmesine sebep oldu.

 

"Güzel oyundu ama maske düştü Karacalı."

 

                                ◇

 

Aydınlık. Gözümü açamayacağım kadar kuvvetli bir ışık var her yerde. Üzerimde ki siyah, toz olmuş elbiseye göz gezdirdim. Ben ne zaman hazırlanıp buraya gelmiştim? Etrafı incelerken yavaş adımlarla ilerlemeye başladım. Her yer ağaç, çiçek, güneş gibi şeylerden oluşuyordu. Uzun zamandır gördüğüm karanlık rüyalar gibi değildi bu. Yürümeye devam ederken karşıma çıkan küçük kız adımlarımı çivilenmiş gibi olduğum yere sabitlememe sebep oldu. Siyah saçları, yeşil gözleri, küçük bedeni.

 

Bir insan kendi küçüklüğüne bakabilir miydi? Sorunun cevabı tam karşımda diktiği meraklı bakışlarla bana bakıyordu. Minik adımlarını bana doğru atmaya başladığında eğilerek onun boyuna geldim. Yanıma geldiğinde elinde ki şeyi daha net fark ettim. Gözlerimin içine baktığında gülümsedi.

 

"Bu senin," dedi elinde ki güvercini uzatırken. Bu o beyaz güvercindi. O gün yaralı olmasına rağmen bugün iyileşmişti. Ben avuçlarımın arasında ki kuşu sevmeye devam ederken konuşmak için bakışlarımı küçük kıza çevirdiğimde kimse yoktu, gitmişti.

 

Oldukça parlak bir ışık tekrar gözlerimi görmeyecek duruma getirdiğinde olduğum yerde irkildim. Gözlerim aniden açılırken çok terlemiş olduğumu fark ettim. Elim saçlarıma gittiğinde şaşırmıştım. Kelepçeler yoktu. Saçım sanki yeni bağlanmış gibi, az önce uyuduğum yerde ise yastık yerine bir ceket vardı. Etrafta olan değişimleri incelemeye devam ederken karşı duvarın önünde bir gölge vardı.

 

Ayağa kalkmayı denesem de olmadı. Bacaklarım bütün gücünü kaybetmiş gibiydi. "Kimsin sen," diye bağırdım karşıda ki kişiye. Birkaç defa bağırdıktan sonra bir hareketlilik oluşmuştu. Gölge hareketlendiğinde bir hayli ağrıyan boynumu arkamda ki duvara yasladım. Yanıma yaklaşan adamı gördüğümde şaşırmıştım. Yüzünde maskesi, artık vücuduna bir hayli bol olan kıyafetler yerine daha gündelik kıyafetler giymiş olan Boran gelmişti.

 

"İyi misin?"

 

Yanıma gelir gelmez eğilip durumumu kontrol etmişti. Uyuduğu için başı ağrıyor olmalıydı. Alnını ovcalamayı bırakıp tüm dikkatini yeniden bana verdi. Gözleri yine mavi mi yoksa yeşil mi dedirtecek bir manzarayla bana bakıyordu.

 

"Sahibinin yaptıkları yetmedi sende olanları izlemeye mi geldin?"

 

Kaşları çatılırken yanıma geldiğinden beri sıktığı eline baktım. Önce keskin bakışları tüm yüzümde bir doktor misali gezindi. Ardından derin bir nefes aldı.

 

"Bilmediğin çok şey var," dedi sakin bir tonlamayla.

 

Yüzüme alay eden bir ifade yerleştirdim. Artık her şeyi biliyordum. Hepsi abimin ve sevdiğim adamın artık yanımda olmamasına sebep olan kişilerdi. Tim hala gelmemişti, kendimde artık hiçbir güç hissetmediğim için bende etrafı inceleyip bir plan yapamamıştım.

 

"Hepinizi biliyorum ben," dedim halsiz bedenimin aksine gür çıkan sesimle.

 

"Siz yüzünü gördükçe bile iğrendiğim, insanların canını hiçe sayan ve daha da fazlası," dedim boğazıma dizilen cümleleri toparlamaya çalışırken.

 

"En sevdiklerimi benden alanlarsınız siz."

 

Gözlerini birkaç dakikalığına kapattığında bende tekrar arkaya yaslanıp aramızda ki mesafeyi olabildiğince açmaya çalıştım. Bileğimde hissettiğim parmaklara baktım. Yüzünde ilk defa ciddi bir ifade vardı. Bakışlarının tek hedefi gözlerimdi.

 

"Değilim."

 

Çattığı kaşları göze çarpıyordu. Üzerinde ki kıyafetler, vücut tipi, kızdığını belli edercesine çatılan kaşlar... Aklıma yine o gelmişti. İlk günden beri benden hiç gitmeyen o kişi.

 

"Seni anlıyorum ama ben onlardan değilim, hiçbir zaman da olmadım, olmam da."

 

Bileğimi parmakları arasından kurtardım. Söylediklerinin bir önemi yoktu. Beni buraya getirip kelepçeleri takan oydu. Selim'i düşündükçe yanağıma düşen yaşları da hissetmeye başlamıştım. Gelirdi, kurtarırdı beni. Şimdi çok uzaktaydı belki, bir nefes kadar yakınımda hissetsem de onu görememek artık dayanılmaz bir hal almıştı.

 

Boran beni izlerken göz yaşımı silmeye çalışmıştı. Kararsız kaldığı için havada kalan elini açılan kapıyla aşağıya indirdi.

 

"Oo çifte kumrular," diye kocaman sırıttı Yakup. Elinde ki bilgisayarı karşıma koyup yüzünde ki alaylı ifadeyle bana baktı.

 

"Şu güzelliğine yazık ediyorsun ya, al izle şunu. Bu yolu sen seçtin. Kuralına göre oyna o zaman."

 

Bir tuşa basıp videoyu oynattığında rüyamda olduğu gibi karanlık bir oda belirdi ekranda. Kamera yavaş yavaş netleştiğinde gördüğüm şey beynime bir şey saplanmış gibi hissetmeme neden olmuştu. Birkaç saat önce benim kelepçeli halde beklediğim yerde Selim de aynı şekilde duruyordu.

 

Boran videoyu kapatmaya çalışsa da Yakup kesin bir dille buna izin vermedi.

 

"Kara komutan, şu heybetli görünüşün altında kocaman bir hiçlik var değil mi?"

 

Adam elinde ki kırbacı birkaç kez Selim'in vücuduna vurdu. Benim dudaklarımdan dökülen mırıltılar Selim'in dudaklarından dökülmemişti.

 

"Öldükten sonra bir hiç olacaksın."

 

Adam, Selim'e vurmaya devam ederken son cümlesi bu olmuştu. Ellerim titrerken yumruklarımı tüm gücümle sıktım. O bir hiç değildi, şehit olmuştu. Canımın canını defalarca kez yakmışlardı. Türlü türlü işkenceler, hareketler hepsine maruz kalmıştı.

 

"Kapat şu görüntüleri geldiğin yere defolup git şerefsiz," dedi Boran. Ses tonundan anladığım kadarıyla dişlerini sıkıyordu. Yakup onu duymazlıktan gelerek bir fotoğraf açtı. Bu görüntü tanıdık gelmişti. Selim'in omzuna yara olduğu gün çekmişlerdi. Eski sedyenin her tarafı ve zemin kanla kaplıydı. Benzer birkaç resim daha gösterdikten sonra keyifle geldiği gibi geri gitti. Taktiği buydu. Selim'in görüntülerini bana gösterip o ince noktadan vurmaya çalışıyordu beni.

 

Sesimi çıkarabildiğim kadarıyla bağırdım. Tüm bedenim iğne batıyormuş gibi acısa da hiçbirisi umurumda değildi. Boran sürekli koluma dokunmaya çalışıp havada kalan elini yere indiriyordu. Gözyaşlarım yine hızlı hızlı akmaya başladığında başımı arkada ki duvara vururmuş gibi tekrar yasladım.

 

"Ağlama," dedi ilk defa cılız çıkan sesi.

 

"Ses tonundan nefret ediyorum, sus artık!"

 

Şaşkın bakışları anında sessizleşip yüzümde takılı kaldı. Mümkün olduğunca konuşma uyarısı yaptığımda adem elması yutkunduğunu belli edermişçesine maskenin altında hareket etti. O da karşıma geçip demir direğe sırtını yasladı. Bakışları hala üzerimde olsa da konuşmuyordu. Aklıma gelenleri söylemek için dudaklarımı araladığımda dışardan gelen kurşun sesleri beni susturmuştu. Bakışları bir anlığına üst tarafımda kalan pencereye kaydığında hareketlendi.

 

"Baskın var," diye bağırdı Cafer.

 

Gelmişlerdi. Boralar Timi artık buradaydı. Artık gitmek istiyordum gidip abimin ve Selim'in yanında nefes almalıydım. Yanağıma düşen yaşları sildiğimde Boran'ın yaslandığı direğe ateş edildi. Ani bir hareketle yerinden kalkıp yanıma gelmişti. Beni kollarının arasına alıp pencere ve kapıdan uzaklaştırıp duvarın yanına götürdüğünde karşı çıkmama fırsat vermemişti.

 

"Korkma, kurtulacağız buradan," dedi kolları hala bedenimdeyken. Var gücümle onu itmek istesem de kolumu dahi kaldıramadım. İçeriye birkaç kez daha ateş edildiğinde kolları biraz daha sıkılaştı. Ben onlardan değilim, demişti. Yakup ile yaşadıklarını da düşünürsek o da mı benim gibi zorla getirilmişti?

 

"Özür dilerim konuştuğum için," dedi suç işlemiş bir çocuk gibi. Gerçekten zorunda olduğu için konuşmuştu. Sinirle yükselip söylediğim cümle onu derinden etkilemiş gibiydi.

 

"Aslında şimdi konuşabilirsin," dedim kafamı kaldırıp yüzüne bakarken. Etrafta ki kurşun seslerini duymak istemiyordum. Onlar aklıma geldikçe her şey daha da zorlaşıyordu. Bir an önce zaman geçmeliydi. "Şarkı söylesene," dedim sıradan bir sohbet edermiş gibi. Robotik bir sesle nasıl Şarkı söyleyecekti bilmiyorum ama ona odaklanırsam dışardan gelen sesleri bir süreliğine de olsa duymayabilirdim.

 

Başımı omzuna doğru biraz daha yaslayıp maskesini düzeltti. Bu sırada beklemediğim şekilde kabul edip şarkı söylemeye de başlamıştı. Sesi hala bir robot gibi gelse de akıcı geliyordu.

 

Yangınım ol gel, Efsun'umdun sen

 

Söylediği cümleye kaşlarımı çattığımda yüz ifademi görmüş gibi şarkıyı kısa sürede bitirdi. Kaybolur suretin ama aşkın ömre bedel, demişti son cümle de. Öyleydi. Sureti kaybolsa bile aşk ömre bedeldi. Başımı kollarından kurtarıp geriye çektiğimde tedirgin duruyordu. İki cümle sohbet ettik diye flört ettiğimizi falan mı düşünmüş, dedi iç sesim. Demir kapı sertçe açıldığında Tamar gelmişti. Daha önce yüzünü bir kez görmüştüm. Yakup yerine kendi geldiğine göre önemli bir şey olmalıydı.

 

Silahını çıkarıp hiç düşünmeden Boran'a ateş etti. Kolundan vurmuştu. Boran kolunda ki yaraya bakarken beni de yanına çekmek için kolunu uzattı. Arkasından gelen adamın kollarını tutup engel olmasıyla hareketlenip kurtulmaya çalıştı.

 

"Buradan sağ çıkmak yok sana!"

 

Tamar cebinden çıkardığı iki şırıngayı boynuma enjekte ettiğinde son hatırladığım şey Boran'ın bağıran sesiydi. Sonrası karanlıktı, sessizlikti.

 

                                 ◇

 

Taşlardan yapılmış, içinde birçok oda olan bir yapıttı karşılarında duran. Geldiklerinden beri köyde kaçırılan sivilleri, okulları bombalanan çocukları da himayeleri altına almışlardı. Kahverengi gözlerini kısıp etrafı tekrar inceledi Ercüment.

 

Başını sallayıp ileriyi işaret ettiğinde tim birbirini koruyarak sığınağa ilerlemeye başlamıştı. Kaya saklandığı yerde yerini aldığında gözüne takılan adamı hedefine aldı. Tamar'ın sol kolu Caferdi bu. Ercüment kulaklığa konuşup atış iznini verdiği an düşünmeden ateş etti. Cafer bilincini kaybetmeden önce var gücüyle bağırıp geldiklerini haber vermişti. Timin geldiğinden habersiz olan Tamar yanında ki bütün adamlarını öne atıp zehrin ikinci ve üçüncü dozunu Efsun'a yapma derdindeydi.

 

Karşı tarafta sayının bir artıp bir azalmasıyla çatışma başlamıştı. Selim gelecekleri günü bilmese de tahmin etmişti. Efsun'u güvenli bir yere çektiğinde söylediklerini düşündü.

Efsun müptelayım, dediği sesinden nefret etmişti. Şarkı söylemesini istediğindeyse şaşkınlığını kısa sürdürüp aklına gelen ilk cümleleri mırıldanmaya başladı. Efsun gittikçe eski öfkesini az da olsa kaybederken içeriye giren kişi gözü dönmüş gibi onlara bakıyordu. Selim koluna ateş edildiğini fark ettiğinde kurşunun durumunu kontrol etmek için yaralanan yere göz gezdiriyordu. Sıyırmıştı.

 

Efsun'u da yanına çekmek istediğinde kolunu tutan adamlardan kurtulmaya çalıştı. Her şeye gücü yetmişken bugün yetmiyor gibiydi. Tamar'ın enjekte ettiği zehirlere bakarken kollarını iki yana sallayıp kurtulmayı denedi. Olmadı. Kendi kurtulamadığı gibi Efsun'u da kurtaramamıştı. Tamar zehirleri enjekte edip işini bitirdiğinde Selim ile alay ediyordu.

 

"Bırakın beni," diye bağırdı kollarını tutan adamlara. Adamlar sayıca fazla olduğundan var gücüyle kollarını tutuyordu. Yakından gelen kurşun seslerinin ardından sağ kolunu tutan adamın alnına ateş edilmişti.

 

"Beklettik komutanım, kusura bakmayın."

 

Ercüment tüm ciddiyetiyle depoya bir adım attığında Tamar arkasına dönmek üzere başını çeviriyordu. Ensesine yediği silah darbesiyle bayılırken Yavuz ve Berker güvenli bir yere çekmek adına Tamar'ı götürmüşlerdi. Selim'in kolunu tutan adamlar Kaya'nın atışlarından nasibini alırken Selim hiç düşünmeden Efsun'un yanına koştu.

 

"Mert, yardım lazım!"

 

Mert, arkadaşlarının koruma ateşi eşliğinde depoya geldiğinde yerde yatan ablasına baktı. Yüzü solmuştu, gözleri içine doğru çökerken kilo vermişti. Çantasını bir kenara bırakıp içinde ki ilk yardım malzemelerini çıkarttı. Yara var mı diye kontrol etti. Anlatılana göre tek çözüm panzehri vücuduna enjekte etmekti. Hızlıca gözleriyle etrafı tarayıp panzehri bulmaya çalıştı.

 

"Komutanım, panzehri bulmamız lazım."

 

Selim nerede olabileceğini düşündü. Son dozu Tamar yaptığına göre onun odasında olabilirdi. Tuna'yı odaya gönderip her yeri aramasını söylediğinde kendisi de bir an olsun Efsun'un yanından ayrılmıyordu. Gözleri kapalıydı, ten rengi gittikçe soluyordu. Başını dizlerinin üzerine koydu. Yanaklarını usul usul okşadı. Efsun'un nefret ettiğini söylediği sesiyle onun adını mırıldandı. Tamar ve Yakup yakalandığında geri dönmeleri için helikopter gelmişti. Tuna panzehri bulamadığını söylediğinde Selim kucağına Efsun'u alarak helikoptere ilerlemeye başladı.

 

Hem dilinden hem kalbinden tek bir dua geçirdi. Efsun güzeli uyanmalıydı. Yeşil gözlerini yine onun kara gözlerine çevirmeliydi. Yaşadığını öğrenmeliydi.

 

                                 ◇

 

Uzun süren yolculuğun ardından hastaneye gelmişlerdi. Doktorlar gelir gelmez müdaheleyi yapmak için Efsun ile ilgilenmeye başlamışlardı. Berker ve Tuna yakaladıkları kişileri komutanlarını bilgilendirmenin ardından emniyete teslim etmişti. Komiser Giray yaptıkları operasyonu öğrenir öğrenmez soluğu hastanede almıştı. Tuğrul albay da hastaneye geldiğinde hepsi beklediği ameliyathanenin önünde hazır ola geçti. Komutan onları göremeyecek kadar sinirliydi. Gözleri tek bir kişiyi buldu; Selim'i.

 

Başıyla dışarıyı işaret ettiğinde verdiği emir açıktı. Bade annesiyle beraber bekleyenlerin arasına dahil olurken Selim bahçeye çıkmıştı. Albay derin bir nefes alıp ona bakan askerine döndü.

 

"Sana bu göreve katılmayacağını söyledim. Verilen görevi kabul etmediğini göstermez mi bu durum?"

 

Çevre de insanlar olduğu için ses tonları yükselmiyordu. Albay kızgın bakışlarını bir an olsun Selimden ayırmazken onun başı her şeye rağmen dikti. Yaptıklarından pişman değildi. Eğer göreve gitmese Efsun'u kurtaramazdı. Yakup'un söylediklerini, yapmayı düşündüğü planlarını ona yapmadan kurtarmıştı. Tim bu süreçte destek olsa da Boran karakteri ile içlerine sızıp daha yakından olayları takiplemişti.

 

"Gösterir komutanım."

 

Yıllar önce ağladığı an aklına geldi. Ya asker olamazsam diye ağlamıştı arkadaşının omzunda. En büyük hayali, arzusu olmuştu askerlik. Şimdi ne olacaktı?

 

"Bunu üslerimle görüşüyorum. Karar henüz çıkmadı."

 

Albay kızgın bir nefes verdi. Onun kızdığı şey güvenine aykırı davranış göstermesi olmuştu. Selim onun oğlu gibi gördüğü, geldiği günden beri her şeyini bildiği bir askeri olmuşken şimdi görevden uzaklaştırma alırsa daha çok kızardı. Her bir askeri onun evladı olmuştu. Sadece bir tane çocuğu olsun diye yıllar boyu çaba sarf edip dualar etmişken şimdi diğer evlatları ile sınanıyordu. Yeliz dışarıya çıktığında Albay bir şey söylemeden eşiyle beraber eve dönmüştü. Selim içinde ki ağırlığı yok etmek ister gibi derin bir nefes aldı. İçeriye girdiğinde hala beklediklerini gördü. Doktor çıkmamıştı.

 

Kendini sandalyelerden birine bırakırken gözlerini kapatıp bir dua mırıldandı. Üç saattir çıkmamıştı Efsun. Doktorlar hiçbir açıklama yapmamıştı. Birkaç dakika daha bekledikten sonra ameliyathanenin kapısı açılırken doktor kendini bekleyen ekibe göz gezdirdi. Selim öne atılıp doktorun karşısına geçtiğinde bilgileri vermeye başladı.

 

"Zehri durdurmakta zorlandık. Tüm vücuduna yayılmış. Elimizden geleni yaptık. Şimdilik zehir yayılmayı bıraktı, durdurduk. Ancak,"

 

Herkes pür dikkat konuşan doktoru dinlemeye devam etti.

 

"Hafıza kaybı, çoğu uzvunda güç ve hareket kaybı yaşanabilir. Önümüzde ki kırk sekiz saat çok kritik. Bu saatler sonucunda gözlerini açarsa tedaviye yanıt gösteriyor demektir."

 

Selim kaşlarını çattı. Doktorun söylediği şeyler gerçek olursa ne yapacaktı?

 

"Açmazsa?"

 

Sesi titrek çıkarken doktor bakışlarını öne eğdi. "Daha da kritik bir döneme geçiş yapmış demektir. Hayatını kaybedebilir." Doktor yanlarından giderken herkes vereceği tepkiyi şaşırmıştı. Şimdi Efsun hala hayatta diye sevinmeleri lazımdı. Ama ya gözlerini açmazsa? Akın, Selim'in omzundan tutup yanındayım der gibi baktığında buğulanan gözlerinin arasından baktı Selim herkese. Kırk sekiz saat başlamıştı.

 

Efsun yoğun bakım odasına alınırken her şeyin yolunda olduğuna emin olduktan sonra bahçeye çıktı. Nefes alamıyordu. Yanına gelen Giray'a kaşlarını çalarak baktı.

 

"Karakol'a gitmem gerekti. Durumu nasıl?"

 

Giray da oldukça üzgün ve meraklı görünüyordu. Efsun'a karşı en başından beri iyi ve yakın davranmıştı. İfade almaya geldiği gün kartını verip bir konuşma yapmıştı. Selim birkaç adımda karşısında ki adamın karşısına geçti. Ağlamaktan artık kırmızıdan mora geçiş yapan gözlerini onun gözlerine sabitledi.

 

"Sanane. Haddinden fazla bir merak duygun yok mu?"

 

Giray tüm bu süreçte onlarla beraber aynı duyguları yaşamıştı. Hastanede polis ile ilgili bir iş olmadığı halde gelip onlarla beraber beklemişti.

 

"Haddini aşma," dedi sıktığı çenesinin arasından. Kumral saçları ve yeşile çalan gözleri aynı sinirle karşısında ki adama baktı.

 

"Burada ki herkes Efsun'un kardeşi, arkadaşı, senin konumun ne tam olarak? Durumunu öğrendin gittin işte, niye tekrar tekrar geliyorsun?"

 

Ellerini Giray'ın göğsünde birleştirip geriye iteklediğinde kendisi de birkaç adım geriye gitti. Giray arkaya doğru sendelerken içindekileri diline döktü.

 

"Abisiyim lan bende."

 

Selim bu sefer şaşkınlıktan çatılan kaşlarını saklama gereği duymadı. Duyduğu şeye emin olmak ister gibi gözünü kırpmadan bakmaya devam etti. Giray sinirle yumruğunu havaya kaldırdığında ilk defa karşısından gelen bir harekete karşılık veremedi. O yumruğun omzuna indiğini görüp bilmesine rağmen kolunu kaldırmaya güç bulamadı. Giray bunları söylediği için ikilemde kalırken artık saklamak istememişti. Kardeşi bu haldeyken daha fazla gizleyemezdi.

 

"Yaman," dedi Selim. Giray'ın gözleri kısılırken aklından geçen anılara tebessüm etti.

 

"Yaman Aktay."

 

Selim'in sözünü tamamladığında kollarından tutup silkeledi. Şaşırmış ifadesini gidermeye çalıştı. "Kendine gel. Önemli olan Efsun'un gözlerini açması. Sonra hesaplaşırız." Selim olduğu yerde kalırken Giray hastaneye girmişti. Bundan sonrasında ne olacaktı? Efsun hem kendisinin hem de abisinin hayatta olduğunu öğrenince daha çok üzülecekti. Vücuda ki zehrin etkisi dışında bir de bu onu etkileyecekti.

 

Özür diledi Selim. Senin gerçeğini senden sakladım, bunu bir süre sen de bilmeyeceksin. Gerçekleri öğrenir öğrenmez yanına gidip söyleyememişti. Gözlerini açsa bile bunları bir süre daha bilmeyecekti. Kolunda ki saate baktı Selim. Kırk altı saat otuz dakika kalmıştı. Hava kararırken o da içeriye girdi. Omzunda ki yüklere bir yenisi daha eklenmişti...

 

                                 ◇

 

İnsan küçükken sevdiklerini kaybedeceğini hiç düşünmezdi. Sürekli onlarla beraber kalacağını sanırdı. İlk defa ambulansı böylesine yakın görmüştüm. Kocamandı, açılan kapının ardında adını bilmediğim birçok alet vardı. Ben ambulansı merakla incelerken hemşireler ellerinde tuttukları battaniyeyi getiriyordu. O battaniye de yatan dedeme baktım. Yürüyerek gelememişti ama gülümsüyordu. Göz göze geldiğimizde bende ona gülümsedim. Gülerek gittiğine göre dönerdi, dedem bu zamana kadar hep var olmuştu. Bundan sonrasında da olurdu.

 

(Bu kısım gerçek hayattan, kendi yaşantımdan bir kesit. Yazmak istedim, ben ağladım başka çocuklar ağlamasın, dedesi ölmesin diye...)

 

Dedem bir anda kaybolurken yürüdüğüm ormanlık alanda abimi gördüm. Elinde misket torbası vardı. Ben ona yaklaştıkça o bana uzaklaşmaya devam ediyordu. Ayağım takılıp yere düştüğümde olduğu yerde durup arkasına döndü. Hızlı adımlarla yanıma geldiğinde elinde ki torbayı bir kenara bıraktı.

 

"Çok acıdı abi," dedim gözümden akan yaşlar yanağıma süzülürken.

 

"Acımasın abim, geçti bak," dedi soyulan dizime bir öpücük kondururken. Ağlamam geçtiğinde bıraktığı torbayı tekrar eline aldı.

 

"Bende geleceğim seninle, kaçma benden."

 

Ayağa kalktığında ben hala yerde oturuyordum. Gülümseyen gözleriyle yüzüme baktı. "Sen gelemezsin oraya, Efsun kardeşler gelemez abim."

 

Cevap vermemi beklemeden uzaklaşmaya başladığında arkasından seslendim. Cevap vermiyordu, görüş alanımdan kaybolduğunda elinde iğneyle yanıma yaklaşan bir adam gördüm. Oturduğum yerden sürünerek kaçmaya çalışırken gözlerim parlak bir ışık görmüş gibi açıldı. Terlemiştim, gördüğüm tek yer ise beyaz bir tavandı.

 

"Uyandı!"

 

Kulağıma bağıran bir ses dolduğunda etrafa bakındım. Başım çok ağrıyordu. Odada ağlayan, beni izleyen birçok insan vardı. Orta yaşlarda olduğu belli olan bir kadın yanıma yaklaşıp yüzümü okşadı. Annem, demişti. Ben neden annemi tanımıyordum?

 

"Abla," diyerek boynuma sarılan çocuğa baktım. Benden birkaç yaş küçük olduğunu belli eden bir yüzü vardı. Herkes ağlamaya devam ederken yüzünde maske ile koltukta oturan bir adam vardı. Onu incelerken önüne geçen bir adam görüntüyü kapatmıştı. Doktor beni muayene etmek için odaya girdiğinde herkesin çıkmasını sağlamıştı.

 

"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Efsun Hanım?"

 

Efsun...

 

Oldukça tanıdık gelen bir isimdi. Kendi adımı unutacak kadar ne yaşamıştım ben?

 

"Unutmuş."

 

Doktora hiçbir şeyi hatırlamadığımı söylediğimde bunun zehrin etkisinden kaynaklı olduğunu söylemişti. Ya zamanla düzelecekti ya da buna alışacaktım. Doktor odadan çıktıktan birkaç dakika sonra yüzünde maske olan adam yanıma gelmişti. Yatakta biraz daha geriye kaydım.

 

"Benden mi kaçıyorsun?"

 

Ses tonu üzgün gibiydi. Daha önce hiç duymadığım bir ses tonu vardı. Robot gibi, ciddi ve akıcı.

 

"Kimsin sen," dedim ellerim üzerimde örtülü olan örtüyü sıkarken. Gözleri ellerime kaydığında yutkundu. Yüzünde ki maskeye eli giderken kararsız kalmış gibi bir süre bekledi. Ardından maskeyi çıkardığında ortaya çıkan yüzüne baktım. Siyah saç, siyah göz. Sakalları uzamaya başlamış bir adamdı.

 

"Kimsin sen, adın ne?"

 

Gözlerinde buradan bile görülebilecek bir hüzün vardı. Gözleri kızarmıştı. Yüzü de çok ağladığı için sararmış gibi olmuştu. Yatağa doğru bir adım attığında farkında olmadan sıktığım ellerimi biraz daha sıktım.

 

"Efsun," dedi kendi kendine konuşur gibi.

 

"Sen, beni hatırlamadın."

 

Bu benimle konuşmaktan çok kendisine bir şeyleri kabul ettirmeye çalışır gibiydi. Onu neden tanımam gerekiyordu? Neden onu tanımadığım için bu kadar çok üzülmüştü?

 

"Füsun," dedi uzun süre susuz kalmış bir insanın su istemesi gibi. İhtiyacı varmış gibi...

 

Gözlerim inatla gözlerine sabitlenirken yüzünden geçen acı ifadeye baktım. Kapıyı açan hemşire görüş saatinin bittiğini söyleyip giderken o da maskesini takıp kapıya yöneldi. Her adımında uzaklaşan sırtını izlerken aklıma gelen şeyle gözlerim kısıldı.

 

"Sen, osun."

 

Anında olduğu yerde durup ardına döndü. Yüzünde az öncekine göre daha umutlu bir ifade oluşmuştu.

 

"Bana şarkı söyleyen adamsın sen."

 

                                  ◇

 

Ulaş Selim Karacalı

 

Bir akrep ve bir yelkovan insanın en büyük dostu ya da düşmanı olabiliyordu bazen. Söylerken oldukça kolay gelen ancak aslında bir asra denk gelen bir süreç olmuştu kırk sekiz saat. Saatime baktığımda kırk yedi saat yirmi yedi dakika olmuştu. Son otuz üç dakika kalmıştı. Oturduğum koltukta kıpırdanıp Efsun'u kontrol ettim. Kalp atışları düzenliydi. Duvara yaslanmış bir şekilde duran Tahir amca meraklı bakışlarını üzerime dikmiş, beni izliyordu. Tim haricinde yaşadığımı bilen yoktu.

 

Efsun'un kaçırıldığı yerde yardım eden kişi, Boran olarak tanışmıştım kendimi. Sadece Giray öğrenmişti, o benim kim olduğumu, ben onun kim olduğunu...

 

"Uyandı," diye bağırdı Alp.

 

Ayağa kalkıp yatağa yaklaştım. Ezberimde olan o yeşil gözler günler sonra tekrar açılmıştı. Öne atıldığım sırada Tahir amcanın iteklemesiyle tekrar koltuğa oturdum. Herkes ufak çaplı bir konuşma seansı geçirdikten sonra görüş saati bittiği için odadan çıkmak zorunda kalmıştı. Doktordan kimsenin olmadığına emin olduktan sonra sadece birkaç dakika görmek için izin istedim. Başta izin vermese de ikna olmuştu. Efsun'un odasına geldiğim an derin bir nefes alıp kapıyı açtım. Gözlerini usulca bana çevirdi.

 

"Efsun," dedim içimde olan bütün özlemi bir sözcüğü sığdırmak ister gibi.

 

Benden kaçıyordu. Yatakta geriye doğru kaysa da görmezlikten gelmeye çalıştım. Maske olduğu için korkmuş olabilirdi. Birkaç kez kimsin sen diye sorduğunda elim maskeye gitti. Hatırlamadığına göre açabilirdim ancak bir anda her şeyi hatırlayıp şok yaşama ihtimali de vardı. Daha fazla düşünmeden maskeyi çıkardım. Gözleri merakla yüzümü inceledi. Yüzünde ki sert ifade biraz da olsa yumuşamıştı.

 

"Füsun," dedim anımsatmak ister gibi. İstediğim tek şey sarılmaktı, özlediğim kokusunu doya doya içime çekmekti. Kapıyı açan hemşire görüş saatinin bittiğini söylediğinde daha fazla yormamak için kapıya yöneldim.

 

"Sen osun," dedi arkamda kalan Efsun. Ses tonu katılan bedenimi anında yumuşatırken umutla ona döndüm.

 

"Bana şarkı söyleyen adamsın."

 

Hatırlamıştı. Başımı olumlu anlamda sallayıp dışarıya çıktım. Hemşire hala kapıda beklediği için uzun süre duramazdım. Efsun'un odasını gösteren küçük pencerenin olduğu duvara yaslanıp yere çöktüm. Etrafımda ki herkes ya birbirine sarılıyor ya da dua ediyordu.

 

Alp'in uzattığı suyu yanıma koydum. Mert herkese çay dağıtırken Tahir amca yanıma diz çöktü.

 

"Emanet candan önce gelir bizim oğlan. Kızım tanımasa da ben seni tanıdım."

 

Başka bir şey söylemeden karşıya geçip Giray'a tutuklanan kişiler hakkında soru sormaya başladı. Kalbimde ki ağırlık daha da büyüdü. Hangisine daha çok canım yanmıştı? Sevdiğim kadının beni tanımayıp korkmasına mı, yıllar önce oğlunu kaybettiğini sanan bir adamın şu an karşımda oğlu olduğunu bilmeden ondan yardım istemesi mi? Efsun hatırlamaya başladığı ilk anda ona gerçeği söylemeliydim. Onun gerçeğini ondan saklayamazdım. Cebimde ki telefondan bildirim sesi geldiğinde annemin mesajını gördüm. Durumu bilgilendiren bir mesaj atıp pencereden Efsun'a baktım. Yanında duran çekmecenin üzerinde ki suya uzanmaya çalıştı. Eli önce havaya kalksa da birkaç saniye içinde boşluğa düştü. Tekrar uzanmayı denese de olmadı. Bakışları korkuyla vücudunda gezinirken kalbime yüzlerce kömür değdiğini hissettim.

 

Ayakları yok denecek kadar kıpırdıyordu. Gözlerinden akan yaşları gördüğümde maskenin altından yanağıma düşen yaşları hissettim.

 

Canımın, yaralarıma tek bir bakışıyla merhem olan kadının canını yakmışlardı. Uğruna görevimi bir kenara bırakıp mücadele verdiğim Efsun'a şimdi hiçbir şey yapamıyorum. Ne eli ne kolu hiçbir şeyi olamamıştım. Korkmuştu benden, sesimden nefret etmişti. Hemşirenin seruma ilaç enjekte ettiğini izlerken içimden defalarca kez geçirdiğim şeyi tekrar geçirdim.

 

Efsun dahil olmak üzere yüzlerce insana bunları yaşatan o hainleri serbest bırakmayacaktım. Her plan bozulana kadar sürerdi. Ve ben, onların planlarını bozan tek kişi olacaktım.

 

                                                                              ◇

 

Evett, bölüm burada bitti. Nasıldı, ne düşünüyorsunuz?

 

Bölümle ilgili söylemek istediğiniz bir şey varmı? En sevdiğiniz sahne hangisi?

 

 

Loading...
0%