@livasayina
|
Keyifli okumalar demeden önce yorum ve oy hatırlatması yapmaya geldimm. Bölüm bitince yıldıza basmayı ve okurken satır aralarında yorumlarınızı belirtmeyi ihmal etmeyin lütfenn..
Son kısımda sizler gibi bende biraz şaşırmış olabilirim. Efsun'un söyledikleri hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Yorumlarda ayriyeten belirtirseniz çok mutlu olurumm.
Sizi çok seviyorum♡
◇
Bir insanı kendisi yapan hatıralarıdır, derlerdi. Sevdiğimiz insanlar, güldüğümüz anılar, ağladığımız günler. Bunların hepsi yaşantımızın artık olmazsa olmazı haline gelmiş durumlarıdır. O günler hiç yaşanmasaydı hatırlayacak hiç anımız olmazdı. Benim şu an hiçbir şeyi hatırlamadığım gibi...
Annem olduğunu söyleyen kadına neden uyanır uyanmaz sarılmamıştım? Yüzünde maske olan yabancı onu tanımadığım için neden o kadar çok üzülmüştü?
Odada tek başıma yatarken düşündüğüm şeyler bunlardı. Doktorun açıklamasına göre vücumda ki zehrin bir etkisiydi bu. Hemşire serumu kontrol ettikten sonra odadan çıktı. İlk uyandığım gün gördüğüm kalabalık yerini sakinliğe bırakmıştı. Kapı usulca açılırken içeriye Alp girdi. İsimlerini öğrenmiştim. Hepsinin yakınlık derecesini bilemesem de isimlerini biliyordum.
"Bugün eve gideceğiz abla," dedi yorgun görüntüsüne rağmen neşeyle çıkan sesiyle. Şırnak da yaşadığımı söylemişlerdi, hatırladığım bir evim olmasa da günler sonra buradan çıkacağım için mutluydum. Onun sevincine karşılık gülümseyerek cevap verdim. Sevimli bir yapısı vardı. Onu ilk gördüğüm günden beri sevecen bir hali vardı. Kapı çaldığında Alp yan tarafa geçerek gelenlere baktı.
Yaşına rağmen genç duran bir çiftti gelen. Kadın saçlarını ensesinde toplamışken adam gözlüklerini aşağı kaydırarak yüzüne daha ciddi bir hava katmıştı.
"Efsun kızım," dedi yanıma oturan kadın. Yanıma geldiğinde incelediğim yüzü beni üzmüştü. Makyajla kapatmaya çalıştığı göz altları, ağlamaktan kızarmış gözleri vardı. Eşi omzuna elini koyup güç vermeye çalışır gibi sıvazladı.
"Geçmiş olsun kızım," dedi adam gülümserken. Başımı sallayarak teşekkür ettiğimde yüzümde ki merak ifadesini anlamış gibi ciddileşti adam.
"Bizi tanımamış olabilirsin, bu çok normal. Biz Ulaş Selim'in anne ve babasıyız."
Ulaş Selim...
Daha önce duyduğum bir isme çok benziyordu. Alp'in varlığını yeni hatırlamış gibi bakışlarımı ona çevirdim.
"Ulaş abi senin erkek arkadaşındı abla."
Yanımda oturan kadının ismi Şirindi. Birkaç dakika önce kendini tanıtmıştı. Kontrol edemediği göz yaşları yanağına süzülürken odadan çıktı. Adının kemal olduğunu öğrendiğim adam tekrar geçmiş olsun dileyerek odadan çıktı. Alp ile tekrardan baş başa kaldığımızda yan tarafta ki sandalyeye oturdu.
"Artık değil mi? Gelmedi mi buraya?"
Alp'in gözleri bir anlığına uzak bir noktaya daldı. Baktığı yerden film şeridi gibi bir şeyler geçmiş gibi duruyordu.
"Şehit oldu abla. Aylar oldu artık."
Ulaş Selim, erkek arkadaşımdı. Aylar önce şehit olmuştu. Alp'in anlattıklarını düşünürken kalbimin sıkıştığını hissettim. Nasıl dayanmıştım o acıya? Herkes çok üzüldü dediğine göre sevilen biriydi.
"Resmi var mı?"
Alp başını sallayıp telefonunu çıkardığında içeriye Boran girdi. Elinde ki tepsiyi masanın üzerine bırakıp yanımıza geldi.
"Nerede bu resim," diye söylendi Alp.
Boran'ın kaşları çatılırken maskenin ardında ki yüzünü düşündüm. Kalemle çizilmiş gibi özenli dudaklar, siyah saçlar, siyah gözler. Kötü bir adama göre fazla yakışıklıydı.
"Resim?"
Alp birkaç saniyeliğine bakışlarını telefondan çekip ona baktı.
"Ulaş abinin resmi."
Boran birkaç adımda yanımıza gelip seruma dokundu.
"Bitmiş bu, hemşireyi çağırır mısın?"
Alp telefonunu kapatıp hemşireyi çağırmak için gittiğinde Boran derin bir nefes aldı.
"Ağrın var mı? Bir yerin acıyor mu?"
Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Ses tonu robot gibi değildi. Daha önce duyduğum bir sese benzeyen gür ama akıcı bir ses tonuydu.
"Sesin, değişmiş."
Maske olduğu için yüzünde ki ifadeyi anlayamadım. Hemşire geldiğinde yanında Alp yoktu. Serumu yenileyip gerekli bilgilendirmeyi yaptıktan sonra odadan çıkan hemşireyi izledim. Bu serum bitince artık eve gidecektim.
"Anlatsana," dedim son heceyi rica eder gibi bastırırken. Az önce Alp'in oturduğu yere oturdu. Bakışları pür dikkat üzerimdeydi.
"Sen sor, ben anlatayım," dedi ellerini dizine koyarken. Aklımda ki soruları belirli bir sıraya göre dizdim. Hiçbirini atlamak istemiyordum. Nihayet sorulara başladığımda derin bir nefes alıp sormaya başladım.
"Kimim ben?"
Yüzünde ki maskeye rağmen görebileceğim bir ifadeyle gülümsedi. Kendi kendine sesli bir nefesi içine çekti.
"Efsun'sun sen. Füsun güzeli..."
Söylediği kelime kafamda yankılanır gibi tekrarlanırken gözlerimi ona çevirdim.
"Ne dedin sen?"
Kızmak gibi değildi sorma şeklim. Bir şeyi hatırlamış gibi, merak etmiş gibiydi.
"Füsun," dedi en içten haliyle.
Gözlerim kısılırken bu düşünceli halime o da merakla bakıyordu. Hoşuna gitmiş gibiydi. Kelime çok tanıdık gelse de tam olarak hatırlayamadım.
"Fizyoterapistsin sen."
Fizyoterapist Efsun Aktay.
Ulaş Selim'in sevgilisi. Sevdiği adamı aylar önce şehit olduğu için toprağa vermiş bir kadındım.
Gözümün önüne beyaz renkli bir tavan gelirken ahşap bir masa da onunla beraber zihnimde canlandı.
"Ulaş kim?"
Kaşları görebileceğim bir şekilde şaşkınlıktan havalandı. Ulaş Selim'in ilk ismiydi Ulaş. Neden bu kadar şaşırmıştı diye düşünürken beni neden bu kadar iyi tanıdığı aklıma geldi.
"Ulaş deme," dedi rica da bulunur gibi.
"Selim?"
Bakışları bu sefer yumuşarken eli havalandı. Elimin üzerine geldiğinde değecek gibi oldu ancak dokunmadı. Ayağa kalkıp pencerenin önüne gitti. Sırtı dönük olduğu için ifadesini göremesem de maskesini çıkartır gibi yapıp yüzünü kuruladığını görmüştüm. Ağlıyor muydu? Yüzünü bana doğru döndüğünde vereceği tepkiyi şaşırmış gibiydi.
"Selim seni çok seviyordu. Kıyamazdı."
Selim hakkında birkaç şey öğrenmiştim ama aklımda beliren bir sima yoktu.
"Peki yok mu hiç resmi? Hatırlamıyorum onu da."
Şehit olmuş demişti Alp. İsmini araştırsam bulur muydum? Boran bir şey söylemek için dudaklarını aralasa da açılan kapı ile konuşmaktan vazgeçti. Annem ve babam gelmişti. Artık onlara alışmıştım. Alıştıkça önceden aşina gibi olduğum o sıcaklık kendini hissettirmişti. Babam Boran'a kafasıyla kapıyı işaret ettiğinde bir şey demeden çıkıp gitti.
Annem ve babam her zaman olduğu gibi her yerimi incelerken benim aklım hala Selimdeydi. Bu kadar çok seven birisini nasıl unuturdum? Serum bittiğinde babam dışarıya çıkarken annem üzerimi giymeme yardım ediyordu. Kot pantolon ve açık mavi tonlarda bir kazak giydirip saçlarımı ördü.
Dışarıya çıktığımızda Alp ve babam koluma girerken arabaya doğru yürümeye başlamıştık. Arka koltuğa oturmama yardım ettiklerinde teşekkür edip başımı koltuğa yasladım. Eve giden yolu izlerken karşıma çıkacak kişileri düşünmeye başladım. Gördüğüm görüntü çoğunluk olarak dağ ve ağaçlardan ibaret olurken bir binanın önünde durduk. Asansöre bindiğimizde merakla etrafı inceliyordum. Asansörün kapısı açılır açılmaz karşıma dört kız çıkmıştı.
Sarı, kızıl, esmer, kumral. Hepsi birbirinden farklıydı. Bebeksi bir suratı ve siyah saçları olan kız koluma girdi.
"İpek ben," dedi gülümserken.
Merve, Bade, Ecem, Eylül, İpek.
Hepsinin adını aklımda tutmaya çalıştım. Merve diğer koluma girerken annemler de arkadan bizi takip ediyordu. Eve girdiğimizde tanıdık gelen o hisse gülümsedim. Yüzümde ki ifadeyi görünce herkesin yüzünde benimkine benzer bir ifade oluşmuştu. Salona girdiğimizde koltuklarda oturan kişilere baktım. Hastanede uyandığım gün gördüğüm kişilerdi. Hepsi uzun boylu, sakalsız, ciddi görünümlü kişilerdi. Biz odaya girdiğimizde onlar da ayağa kalkmıştı.
"Hoş geldin abla," dedi içlerinden biri sımsıkı sarılırken.
Hepsi isimlerini söyleyip tek tek sarılırken sıranın sonunda kaçamak gözlerle bana bakan adama baktım. Diğerlerinden daha ciddi duruyordu. Siyah saçları dağınıktı.
"Geçmiş olsun Efsun. Kaya, ben."
Önce elini uzatsa da sonrasında o da sarılmıştı. Koltuklardan birine oturduğumda pencerenin önünde, tekli koltukta oturan Boran dikkatimi çekmişti. Eve de gelmişti.
"Kızım," dedi annem.
Bakışlarımı ona çevirdiğimde saçlarımı okşadı.
"Anneannen çok hastalanmış, seni de bu haldeyken bırakmak istemiyorum ama ona da bakmam lazım."
"Siz gidin, ben bakarım ablama," diye atıldı Alp.
Annemin ellerini avuçlarımın arasına aldım. Naif bakışları yüzümde dolanırken gülümsedim.
"Anne," dedim bir bebeğin ilk defa anne demesi gibi.
"Ben iyiyim, sadece hatırlamıyorum. Gidin, siz. Anneannemi de hatırlamıyorum ama çok öp benim için."
Annem yanağımı okşadıktan sonra dokunduğu yere bir öpücük bıraktı. Çantaları almak için diğer odaya gittiğinde babam yanıma oturdu.
"Bana bakın hepiniz," dedi odadaki erkekleri kastederken. Herkes tek kelime etmeden pür dikkat babamı izliyordu.
"Benim yerime hepiniz göz kulak olun kızıma. Sen hariç," dedi Boran'a bakarken. Başından beri ona ısınamamıştı.
"Efsun bizim kardeşimiz, dostumuz Tahir amca. Ulaş'ın emaneti," dedi Ercüment. Bakışları bir anlığına Boran'a kaydı. Babam başını sallayıp hepsine son kez ciddi bir bakış attığında anneme yardım etmek için odadan çıktı. Ecem onları geçirmek için giderken Mert de peşinden gitmişti.
"Doktor kendini yormayacak şekilde eski şeyleri düşünmen gerektiğini söyledi," dedi Merve.
"Hatırladığın en eski şey ne?"
Akın'ın sorusuna uzun bir süre düşündüm. Soğuk bir oda, karanlık, hızla açılan kapılar ve kelepçe. Bakışlarım bileğime gittiğinde üzerinden neredeyse birkaç hafta geçse de hala mora yakın bir renkte olduğunu gördüm.
"Kelepçe, bileklerimdeydi."
Duyduğum sesle başımı önümden kaldırıp sesin geldiği tarafa çevirdim. Boran yumruğunu dizine vurmuş ve ayağa kalkmıştı.
"Başka," dedi Ercüment konuya dönmek ister gibi.
"Şarkı," dedim gözlerim yeniden Boran'a kaydığında. Çatışma başladığında korkmamam için başımı göğsüne saklayıp şarkı söylemişti. Sesi kurşun seslerini bastırmıştı. Kulağıma dolan tek ses olmuştu.
Efsunumdun sen...
Bade çalan kapıyı açmak için gittiğinde Komiser ile dönmüştü. Hastaneye ziyarete gelenler arasında olduğu için tanımıştım. İçeriye girer girmez bakışları beni buldu.
"Nasılsın?"
Yan tarafımda ki koltuğa oturdu. "İyiyim, sorun yok." Başını sallayarak gülümsedi. Sevinmiş gibiydi. "Boran," dediğimde herkesin bakışı anında bana dönmüştü. "Maskeni açar mısın?" Gözleri öylece gözlerime bakakalırken ortam sessizdi.
"Yapma," dedi Ercüment.
Komiser gerçekten yapacak mısın, der gibi bakıyordu yüzüne. Kızlar merakla ona bakarken Alp de varlığını hatırlatırmışçasına boğazını temizledi. Herkes merak ediyordu. Askerler ve Komiser hariç.
"Bana birkaç dakika verir misin?"
Başımı salladığımda telefonunu alarak dışarıya çıktı. Birkaç dakika içinde geri geldiğinde karşıma geçti.
"Yapma," dedi Ercüment bir kez daha.
"Onay aldım," dedi Boran.
Ercüment neden ısrarla açmasını istemiyordu? Boran kimden izin almıştı? Maskesinin boyun kısmını açmaya başladığında bende ortama uyup şaşkın bir ifadeyle bekledim.
"Yok artık," dedi Alp.
Boran maskeyi tamamen çıkardığında herkes nefesini tutmuş bir şekilde ona bakıyordu.
"O mu bizim dünyaya geldi, biz mi onunkine gittik?"
Mert, Ecem'in sorusuna güldü.
"O bizimkine geldi güzelim."
Merve'nin eli karnına giderken hamile olduğunu hatırladım. Herkes neden bu kadar şaşırmıştı? Tuna eşine nefes egzersizleri yaptırmaya çalışırken Alp öylece Boran'a bakıyordu.
"Biliyor muydun bunu Ecü?"
Ercüment ile beraber arkadaşlarının başı yere eğildi.
"Hepimiz biliyorduk ama bizde kısa bir süre önce öğrendik. Operasyon içinmiş."
Herkes beni unutmuş gibi birbiriyle sohbet ederken İpek'e baktım. O da sorgular gibi Akın'a bakıyordu.
"Ulaş abi," diye mırıldanan kardeşime çevirdim dumura uğramış bakışlarımı.
"Ulaş Selim," dedi Boran.
"Benim, Füsun."
Ulaş Selim beni çok seven sevgilimdi. Aylar önce şehit olmuştu. Herkes öyle anlatmıştı. Boran şimdi o olduğunu iddia ederken başıma saplanan ağrıya engel olmak için başımı ellerimin arasına aldım.
"İyi misin?"
Burak'ın sorusuna cevap veremedim. Yavuz ve Berker'in konuşmalarını duyduğumda sadece Boran'a baktım. Yani Selim'e...
"Gerçekten hortlamak buymuş," dedi Alp bir kere daha. Şoktan çıkamamıştı.
"Keşke abim de böyle gelse."
Abim...
Alp ile konuşurken onu da anlatmıştı. Hastanede gösterdiği resmi hatırlayınca komisere döndüm.
"Sen abimi tanıyor muydun? Ona çok benziyorsun."
Alp bunu daha önce fark etmemiş gibi eğilip yüzüne baktı. "Belki de tek hortlayan ben olmamışımdır," dedi Selim bir şeyi ima eder gibi.
"Açık oyna diyorsun," dedi Giray. Aralarında anlamadığım bir diyalog geçerken onları izlemeye devam ettim.
"Abini hatırlıyor musun?"
Alp'in anlattıklarından sonra uzun uzun düşünmüştüm abimi. Siyah bir misket ve bana okuduğu kitapları anımsar gibi olmuştum parça parça.
"Yok denecek kadar az."
Ellerimi avuçlarının arasına aldı. Gözlerime büyük bir anlayışla baktı. Gözleri dolar gibi olurken gülümsemeye çalıştı.
"Bunun şu an hiç yeri değil farkındayım, zamanı da değil. Ama ben artık beklemek istemiyorum. Sen, siz bu kadar yakınımdayken yabancı gibi durmak istemiyorum."
Alp anında ayağa kalkıp karşısına geçti. Bakışlarında sevimli yüzünde daha önce hiç görmediğim bir öfke vardı. Parmağını Giray'a çevirirken derin bir nefes aldı.
"Sakın, sakın o konuşmanın devamını getirme."
Yavuz kardeşimin yanına geçip omzuna dokunurken onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Giray, Selim'e bir bakış attı. Selim hiçbir tepki vermezken Alp ağlamaya başladı.
"Abim öldü benim, abimiz öldü bizim."
Giray elimi yavaşça bırakıp ayağa kalktı. Alp'in karşısına geçtiğinde elleriyle koluna dokundu. Konuşmaya çalıştığında yanağına süzülen yaşı sildi.
"Bak bana," dedi Alp'in yere eğdiği başını kaldırmak ister gibi. Alp'in gözlerinde sinir, kırgınlık ve üzüntü vardı.
"On Ağustos, ilk defa yürüdüğün gün. Yirmi iki Mart, dişinin çıktığı ilk gün. Yirmi dört Ekim, ilk defa mezarıma geldiğin gün."
Alp bakışlarını Giraydan bir an olsun ayırmazken bende koltuktan destek alıp ayağa kalktım. Ecem ve İpek yardım etmek için koluma girdiğinde yanlarına gittim. Giray'ın bakışları üzerimizde gezindi. Alp gibi o da ağlıyordu.
"Buradayım abim," dedi yorulmuş gibi.
Ses tonu yorulan birisinin dinlenirken aldığı o haz gibiydi. Garip ama hissedilirdi. Abim, dediğinde kalbimde hissettiğim acıyı görmezlikten geldim.
"Küçük Yaman hiç ölmedi abim. Sizi hep izledi, hep haberdar oldu."
Alp bayılır gibi olduğunda bende Ecem'in elinden destek aldım. Başım dönmüştü. Selim ve abim yaşıyordu. İkisini aynı anda öğrenmek bana bile oldukça ağır gelmişti. Hiç kimseyi hatırlamazken bile hissettiğim duygular derindendi.
"Hepiniz," dedim sesimi duyurmaya çalışarak. Ortam sessizleşirken herkes bana bakıyordu.
"Hepiniz gidin buradan. Yalnız kalmak istiyorum."
Kızlar yanımda kalmak için beni ikna etmeye çalışsalar da hiçbirini kabul etmemiştim. Herkes pes edip odadan çıkmak için kapıya yöneldiğinde dengemi toparlamaya çalıştım.
"Selim," diye seslendim arkasından. Artık sırtı değil de gözleri görüş alanıma girdiğinde yüzümü inceledi.
"Sen yanımda kalır mısın?"
Abim ve Akın bize şaşkın bir bakış atıp odadan çıktıklarında Selim ile baş başa kalmıştık. Birkaç adım atıp yanıma geldi. Onu ilk gördüğüm günden beri tanımaya çalıştığım kokusu yeniden burnuma doldu.
"Ben hep senin yanında kalırım güzelim."
Kendimi oldukça dalgın hissetsem de içimde garip bir his vardı. Rahattım, olduğum yerden memnundum.
"Neden bilmiyorum ama," dedim yüzünü incelemeye devam ederken.
"Şu an yanımda olman doğruymuş gibi geliyor."
Artık maske olmadığı için yüzünde ki ifadeyi net görebiliyordum. Her bir bakışında şükür vardı. Kollarını havaya kaldırır gibi oldu.
"Sana, sarılabilir miyim?"
Selim benim sevgilimdi. Onu çok önceden sevmiş ve evet demiştim. Anlattıklarına göre o da beni çok seviyordu. Kimliği gizliyken bile bir an olsun yanımdan ayrılmamıştı. Şimdi ise sarılmak için izin istediği duruma gelmiştik. Başımı salladığımda kolları usulca bedenimi göğsüne çekti. Başımı kucağına saklarken saçlarımın arasına belli belirsiz bir öpücük kondurdu. Her bir hareketini rahatsız olmamam için özenle yapıyordu.
"Çok şükür," dedi kolları biraz daha sıkılaşırken.
Etrafta olan biten her şey durmuş gibiydi. Yıllardır göz yaşı döktüğüm abim birkaç dakika önce ben yaşıyorum demişti. Annemler eve dönmüştü. Yaşadığım çoğu şeyi hatırlamıyordum.
"Ben, biraz burada saklanabilir miyim?"
Kendimi küçük bir çocuğa benzettim. Annesi kızmasın diye babasının kolları arasına saklanan bir çocuk gibiydim. Selim'in gülüşünü duyduğumda içimde kanat çırpan kelebeklerle göz göze geldim. Onlar da benimle beraber bir şeyleri hatırlamaya çalışır gibiydi.
"Her zaman."
Huzur dolu sesi kulaklarıma dolduğunda beni kollarının arasından bırakmadan koltuğa oturdu. Başımı omzuna yasladım. Etrafta ki eşyaları inceledikten sonra derin bir nefes alıp konuşmaya karar verdim.
"Şimdi bana her şeyi en başından kısaca anlatmanı istiyorum."
Hiç direnmeden anında kabul etti. Ben oturduğum yerde daha rahat bir konuma gelerek yayılırken kolunu kolumun üzerine atıp beni kendine çekermiş gibi yaptı.
"Ben o zamanlar Kıdemli Üsteğmen'dim. Bir operasyonda yaralandım. İki arkadaşımızı şehit verdiğimiz bir operasyondu; Serhat ve Yiğit. İkisini de görmüştün resimlerden, aileleri ile de tanıştın. Serhat'ın eşi Elif ve oğlu Berke var. Yiğit'in de ablası, annesi ve babası var. Yeğeni Umay var. Birbirinizi çok sevmiştiniz."
Her bir detayı atlamadan tek tek belirterek anlatıyordu. Dikkatimi bozmadan onu dinlemeye devam ettim.
"Yaralı olduğum için fizik tedavi almam gerekti. Bir ay boyunca göreve ara verdim. Başta istemedim bu süreci, ama sonra sen geldin."
O günleri tekrar anımsar gibi anlatıyordu. Mutluydu.
"Seni görür görmez farklı bir şeyler olduğunu anlamıştım. Daha ilk saniyeden karşı çıktın bana. Sırık kuala dedin, ben umudu bıraksam da sen bırakmadın. Ben seni görür görmez aşık olmuştum zaten. Muhtemelen sen tedavi sürecinde aşık oldun bana," dedi atıfta bulunur gibi.
Çenemi koluna yaslayıp başımı kaldırdım. Onun gözleri zaten bana bakarken benimkiler de onun gözleriyle buluştu.
"Bence öyle değildir," dedim kendimden emin bir ses tonuyla.
Hani hatırlamıyorduk? Neden şimdi kendinden emin gibi konuşuyorsun?
"Bende seni ilk gördüğümde aşık olmuşumdur."
Gözleri parlarken saçlarımı öptü. Bunu seviyor olmalıydı. Mutlu olduğu her an saçlarımı öpüyordu. Yüzünde huzur veren bir gülümseme vardı. Anlatmaya devam ettiğinde başımı tekrar omzuna koydum.
"Sonrasında göreve döndüm. Bu süreçte tim ve kızlar da dahil olmak üzere birçok kutlama da beraber zaman geçirdik. Sonrasında sen Burak ile bir operasyona gittin. Gizli bir görevdi. Yavuz ile partner olup bilgi almak için bir sergiye gittiniz. O gün akşam," dedi en keyifli yer gelmiş gibi.
"Yaralarıma sebep olanları, senden gizlediğim yaralarımı gördün. Üzgündün, benim evime gittik. Üzgün olsan da bana karşı çıkmaya devam ediyordun. Seni öyle görünce daha fazla dayanamadım," dedi yanağını başıma yasladığını hissederken.
"Aşığım sana, diye itiraf ettim. Sen de aynı şekilde karşılık verince dudaklarımız da bizim gibi birbirine kavuştu."
Anlattıkları kafamda canlanırken son cümlesiyle kaşlarım çatıldı. Bana böyle bir bilgi verilmemişti.
Benim haberim vardı memur bey.
Başımı geriye attığımda tepkime gülerek cevap verdi. Oldukça sevdiği bir an olduğu belliydi.
"Yaralarını şimdi de görebilir miyim?"
Gülümsemesi solarken hep güldüğünü izlemek istediğimi fark ettim. Yüzünde ki ifade ciddi bir hale büründü.
"Olmaz, Efsun."
Koluna yaslanmayı bırakıp geri çekildim. Bakışlarımı ikna etmek ister gibi gözlerine diktim.
"Her bir detay hatırlamama yardımcı olabilir. Hem o zaman da o kadar üzüldüysem şimdi de görünce aklıma bir şeyler gelir belki. Lütfen."
Bunu birkaç defa söyleyip gözlerine bakmaya devam etsem de ikna etmek oldukça güç olmuştu. Üzerinde ki kazağı sıyırırken görüş alanıma girmeye başlayan vücuduna pür dikkat bakmaya başladım.
Karnının iki yanında morluklar vardı. O usul usul kazağı yukarı çekerken benim bakışlarım orada takılı kalmıştı. Morluklar birden kapanıp kazak göründüğünde gözlerine baktım.
"Olmaz Efsun, olmasın, boşver bakma."
"Selim, lütfen."
Asla göstermek istemese de beni kırmak istemiyordu. Israrlarıma ikna olduktan sonra kazağını bu kez tekrar hamle de üzerinden çıkardı. Gördüğüm manzara kalbimi acıttı. Vücudunda yer yer morluklar, kırmızı lekele ve dikiş izleri vardı. Bedeni kadar kusursuz duruyordu ki her bir yarayı tek tek gizliyordu. Aşağıdan yukarıya doğru bakmaya devam ettiğimde şaşkınlıkla sol göğsünün hemen üzerinde duran sargı bezine baktım.
"Yaralısın."
Gerçi karşımda duran görüntüye bunu demek saçma olmuştu. Yarası yeniydi. Sargının etrafı kan olmaya başlamıştı.
"Evde illa ki ilk yardım eşyası vardır. Bekle burada."
Arkamdan defalarca kez önemli bir şey olmadığını söylese de ben çoktan odaları gezmeye başlamıştım. Mutfağa yakın bir odaya girdiğimde kahverengi bir çanta gözüme çarptı. İçinde doktor eşyasına benzeyen bir çok şey vardı. Çantayı da yanıma alıp salona döndüğümde Selim başını koltuğa yaslamış bekliyordu.
"Az önce sarıldığım için olmuştur. Acıdı mı çok?"
Kendimi suçlu hissetmiştim. Yanına oturup çantada ki eşyaları çıkartmaya başladığımda bakışlarımı ondan kaçırdım.
"Aksine, ilacını buldu. Bu yara günlerdir çok acıyordu Efsun. Ama az önce beni yanında istediğini söylemen, sarılman, adımı söylemen... Hepsi ilaç oldu bu yaraya."
Yarayı temizledikten sonra sargı bezini değiştirdim. İşim bittiğinde eşyaları çantaya katıp masanın üzerinde itekledim. Daha sonra yerine bırakırdım.
"Vücudunda ki çoğu yara yeni gibi."
Kendi kendime konuşuyor gibi görünsem de aslında neden olduklarını sormuştum.
"Herkesin beni öldü bildiği bir operasyona çıktım. Yaşadığımı öğrendikleri için bu kadar şaşırdılar. O zaman olmuştur bunlarda."
Yaralarının olduğunu bile fark etmemişti.
"Yaralarını hissetmedin mi?"
Damağından hayır anlamında bir ses çıkardı. "Hiçbiri seni o halde gördüğüm kadar acıtmadı."
Selim kaçırıldığım yerde de yanımdaydı. Boran kimliğinde de olsa kimliğini gizleyip beni korumuştu.
"Acımasın yaraların, bende iyiyim, bak," dedim kendimi gösterirken. Yüzünde ki belirsizlik dağılırken gülümsedi. Dudağımın hemen yan tarafına kısa ama anlamlı bir öpücük bıraktı.
"Yaralarım sana bir şey olmadığı sürece asla acımaz. Ayrıca evet iyisin, Füsun'um gibisin."
Geriye sadece hatırlamak kalmıştı. Doktorun söylediğine göre etrafımda geçmişi anımsatan şeyleri gördükçe bu süreç daha kısa sürecekti. Bir an önce her şeyi hatırlayıp eskiye dönmek istiyordum. Annem ve babam öle konuşup abim yaşıyormuş demek istiyordum. Selim yaşadığında göre hastanede ağlayan teyze de artık ağlamazdı. Herkes mutlu olurdu.
Selim kazağını giyerken düşünmeden onun yaptığı gibi yanağını öptüm. Kazağın boynunu düzelten elleri anında duraksarken dudaklarına sersem bir gülüş yayıldı.
"Hızlı hatırlıyorsun güzelim."
Birkaç dakika içinde özlediğim o sıcaklığa hemen dönmeden önce son kez gülerek yüzüne baktım.
"Sanki her şeyi, herkesi unutmuşum da bir tek seni, senle olan anıları unutmamışım gibi. Sarıldığım an hissettiğim o sıcaklık, gülüşünü izlerken içimde kanat çırpan kelebekler... Sana ait olan ne varsa hala içimde bir yerlerde duruyor. Belli ki önceden çok sevmişim seni. Hiçbir şeyi hatırlamazken bile en net bunu hatırlıyorum."
Küçük bir çocuk gibi başımı tekrar göğsüne koydum. Kolunu belime atıp daha rahat uzanmama yardımcı oldu. Çenesini başıma yaslarken gülümsedim. O konuştukça kendimi iyi ve çocuk gibi hissetmiştim.
"Çok şükür, iyisin, yanımdasın. Söz veriyorum sevgilim, hatırlayacağın, hatırlamak isteyeceğin çok daha fazla anımız olacak."
Sonrasında oluşan sessizlik gergin değildi. Aksine huzurlu bir sessizlikti. Gözlerimi kapatırken günlerce uyumamışım gibi kendimi huzurlu bir uykuya bıraktım.
◇
Her karanlık ışığı görene kadardı. Rüyalarımda önceden karanlık gördüğüm olaylar şimdi huzurlu bir aydınlıktı. Gözlerimi araladığımda hala Selim'in göğsünde uyuduğumu gördüm. Hala uyuyordu, yüzünde sakin bir ifade vardı. Beni görmemesini fırsat bilerek yüzünü daha yakından inceledim. Düzgün şekilli bir burnu vardı, sakalları uzamaya başlamıştı. Saçları uyduğu için alnına dökülmüştü. Uyandığını fark ettiğimde bozuntuya vermeden geri çekildim.
"Günaydın," dedim o kendine gelmeye çalışırken. Günlerdir uyumamış gibi uyumuştu.
"Günaydın," dedi cevap vermekten çok bir şeyleri kendi kendine söyler gibi.
Günlerdir ilaç nedeniyle bir şey yemediğim için acıkmıştım. Mutfağa gitmek için ayağa kalktığımda bende önce kapıya yönelmişti. Beraber mutfağa geldiğimizde yemekleri hazırlayacağını söyleyip beni masaya oturttu.
Dolaplarda eşyaları aramaya başladığında çalan telefonumu cevapladım.
"Efsun," dedi Bade açar açmaz.
"Bade?"
İsmini doğru hatırlayıp hatırlamadığımdan emin olmak için sorsam da Bade konuşmaya devam etmişti.
"Birbirinizle yalnız kalmanız iyi olabilir diye düşündük. İstersen gelebiliriz," dediğinde yumurta kıran Selim'e baktım. Büyük bir özenle hazırlıyordu her şeyi. Yüzünde hem ciddi hem çocuksu bir ifade vardı. Ön tarafı kıvırcık olan saçları bir bebeğin saçları gibi sekil almıştı.
"Şimdilik bir sorun yok, iyiyim."
Bade telefonun diğer ucunda birilerini susturmaya çalışırken mutfağı inceledim. Gün geçtikçe her şey daha tanıdık geliyordu.
"Biz düşündük ki akşam hep beraber vakit geçirelim. Hem senin içinde iyi olur. Tabii gelmek istersen."
Söylediği gibi iyi olabilirdi. Bir şeyleri görmek ve duymak hatırlamama yardımcı olabilirdi.
"İsterim," dedim parka gitmek isteyen bir çocuk gibi. Selim tavayı masanın üzerine bırakırken gözlerime baktı. Ne konuştuğumuzu duyuyor gibiydi. Bade telefonun sesini açmamı söylediğimde sesi dışarıya verip Selim'in daha rahat duymasına yardımcı oldum.
"Ulaş abi," dedi trip atarken gibi.
"Söyle abisi," dedi Selim samimi bir tonlamayla.
Bade ikna olmuş gibi olsa da çabuk toparladı. Boğazını temizleyip ciddiyetine döndü.
"Akşam sende gelebilirsin. Madem hala bizim dünyadasın."
Herkes hala şaşkındı. Hatırlamayı çok istedim. Ne kadar üzüldüğümü, ne hissettiğimi hatırlamak istiyordum.
"Gitmemi ister gibi bir halin var Bade."
"Allah korusun," dedi Bade anında.
"Artık gitmek olmasın."
Selim, Bade'yi kardeşi gibi görüp konuşmaya devam ederken kısa sürede hazırladığı masaya baktım. Yetenekli olmalıydı. Ne ara sıktığını görmediğim portakal suyunu önüme bıraktı. İçene kadar başımda bekledi. Bardağı uzattığımda saçlarımı öptü.
"Seni mutfakta görmek o kadar tanıdık geldi ki," dedim düşünmeye devam ederken. Çok net bildiğim bir an gibiydi. Gözlerini kısıp düşünmemi izledi.
"Seninle beraber yemek yapmıştık. Benim evimde."
Söylediği gibi birlikte geçirdiğimiz çok güzel anılarımız olmuştu. Parmağında ki yüzüğe gözlerim takıldığında dikkatle nereye baktığımı merak eder gibi parmağına baktı. Küçük işlemeler olan bir yüzüktü.
"Sende yüzük var, sözlendin mi sen?"
Sandalyeye yaslandı. Yüzünde gülümser gibi bir ifade vardı.
"Evet, çok güzel bir kadınla hem de. Daha formaliteden taktık bunları ama kısa sürede gerçeğini takacağız."
Zaten olmayan saçlarımı geriye doğru savurdum. Madem sözlüsü varsa hala niye yanımdaydı? Cebinden çıkardığı yüzüğü bana uzattığında elime alıp inceledim. Bu onunkine göre daha küçüktü.
"Ne o, yüzüğü mü attı kız?"
Gülümsemesi büyürken keyifle beni izlemeye devam etti. "Bilmem, attın mı?" Elimde ki yüzük benimdi. Nasıl olduğunu hatırlamasam da yüzükleri bile takmıştık. O kadar hızlı mı yaşıyorduk? Sahiden düşündüğümden çok daha fazla seviyor olmalıydım. "Fotoğraflara bakalım mı?" dediğimde başını salladı sandalyemi alttan tutup yanına çekerken başımı omzuna koydum. Artık yüzüğüm de tekrar parmağımdaydı. Telefonunu çıkartıp resimleri göstermeye başladığında hepsine büyük bir dikkatle baktım.
Hepsini tek tek anlatırken karşımıza çıkan fotoğrafa ikimizde konuşmadan bakakaldık. Ben siyah bir elbise içerisinde oldukça şık dururken Selim takım elbise giymişti. Kolunu belime sarmış bir halde bana bakıyordu. Benim göz makyajımla daha da öne çıkardığım bakışlarımla kadraja gülümsüyordum.
"Çok güzeliz," dedim gözlerimi resimden ayırmadan.
"Güzel olan sensin, güzelliğinde büyülenen ise ben..."
Yüzünde hayran bir ifade vardı. Sözleri sadece lafta değildi, gerçekten de öyle düşünüyor olmalıydı. Gerçekten şehit olduğunu hatırlasam da yaşadığını bu kadar kolay kabullenebilir miydim? Şimdi hissettiğim bu sıcaklığa savunurken o zamanda kendimi kollarına bırakabilir miydim?
Akşam diğerleriyle buluşacağımız için odama çıkıp üzerimi değiştirmeye karar verdim. Dolabımda ki kıyafetlere bakıp gözüme çarpan gri, uzun kollu bir crop altına da gri ve siyah renklerinin hakim olduğu bir etek giydim. Aynaya baktığımda günlerdir bağlı olan saçlarımı açık bıraktım. İşlerimi bitirip salona indiğimde Selim üzerini değiştiriyordu. Altında siyah bur pantalon varken elinde ki gri kısa kolluyu üzerine geçirdi. Yanına geldiğimi fark edince saçlarını eliyle düzeltti.
"Çok güzel olmuşsun her zamanki gibi."
Ne giyeceğimizi konuşmasak da kombinlerimiz birbirine benziyordu. Yan yana geldiğimiz zaman oldukça güzel duruyorduk.
"Takım gibi olduk böyle," dedim bende onu süzerken. Elleri saçlarıma gittiğinde uzun parmakları saç tellerini usulca düzeltti. Bir kısmını omuzlarımda bırakırken çoğunluğunu arkaya bıraktı. Hazırlıklarımız son bulduğunda Mert'in attığı konuma gelmiştik. Siyah renklerinin hakim olduğu bir binaydı. Asansör üçüncü kata geldiğinde Ecem yanında Mert ile beraber kapıda bekliyordu.
"Efsun, hoş geldin," dedi neşeli çıkan sesiyle. Kollarını boynuma doladığında bende karşılık vererek sıkıca sarıldım.
"Hoş geldiniz komutanım."
"Burası bizim evimiz. Bu olaylardan kısa bir süre önce sözlenmiştik. Düğün günü belli olunca evi de tuttuk."
Selim'in kaşları Ecem'in söyledikleriyle çatılsa da fazla uzun sürmedi. Yeni olduğu belli olan eve girdiğimizde geçen gün olduğu gibi herkes buradaydı. Alp ile dün görüştüğümüz de gideceğini söylemişti. Abimin yaşadığını öğrendiği için çok etkilenmişti. Gözlerim onu arasa da yoktu.
"Efsun," dedi abim çekinerek. Bu kez yanında kahverengi saçlı güzel bir kadın ve dört, beş yaşlarında bir çocuk vardı. Çocuk abime baktıktan sonra şaşkın bakışlarını bana çevirdi.
"Fuu," dedi uçak gibi ses çıkararak. Kendi kendine konuşmaya devam ettiğinde adımı söylemeye çalıştığını anladım. Kadın dolan gözlerini kurularken abim öne atıldı. Cevap verecek kelime bulamadım, abi mi demeliydim? Bu kelimeyi yıllar sonra birine karşı söylemek çok zordu. Onu dinlediğimi belirten bakışlarımı yüzüne çevirdim.
"Eşim, Pelin."
Yanında ki kadını tanıttığında duygulu gözlerle yüzüme bakan kişiye başımı salladım.
"Oğlum," dedi özlem duyar gibi. Kucağında ki çocuk bakışlarını hemen yüzüne çevirdi. "Oğuz." Çocuk gülerek bakışlarını babasından çevirdi. Küçük parmağıyla "Ogi," derken gülmeye devam ediyordu. Onun bu hali yüzümde ki ifadeyi bir an olsun yumuşatırken başımın döndüğünü hissettim. Tutunmak için bir yer aradığımda Selim beni kolumdan yakalamıştı. Usulca koltuğa oturttuğunda telaşlı bakışları yüzümde gezindi. Kullandığım ilaçlar zehrin etkisini azaltmak için güçlü ilaçlardı. Bu da bünyemi daha savunmasız bir hale getiriyordu.
"İyiyim, geçti."
Herkes derin bir nefes aldı. Benim için çok uğraşıyorlardı. "Baba bak beyaz kuş." Oğuz hayretle pencereden dışarıyı izlerken gösterdiği yere baktım. Gökyüzünde onunda dediği gibi beyaz kuşlar vardı. Birden her yer simsiyah olurken geriye beyaz kuşlar ve net olmayan bir görüntü kaldı. Ben karanlıkta yavaş yavaş yürürken yanıma gelen bir beyaz güvercin...
Doktorun da dediği gibi ilaçları düzenli kullandıkça her şeyi yavaş yavaş da olsa anımsıyordum. "Sen," dedim yanımda ki Selim'e dönerek. "Senin eşyalarını verdiler bana. Kan vardı, çok kan vardı..." Yüzümde ki dehşet dolu ifadeyle o günü tekrar hatırlar gibi olduğumda başımda da inanılmaz bir ağrı vardı. "Şehit oldu, dediler." Şu an en net hatırladığım anı buydu. Parça parça aklıma geliyordu. "Morg," dedim sesim titrerken. "Morg da gördüm ben seni. Çok üşümüştün, sen görmedin mi beni?" Yüzünde ki acı dolu ifade giderek daha da belli bir hal aldı. Gerçekten ölmediğine göre hepsinden haberi olmalıydı. "Benim doya doya ağlamama bile izin vermediler. Birkaç gündür desen zaten ilaçların etkisinden adımı bile hatırlamıyorum. Şimdi neden bir anda böyle bir tepki verdi diye soracaksın," dediğimde bir elini uzatıp koluma dokunmaya çalıştığında geri çekildim. Hastaneden çıktığımda bana en tanıdık gelen kişi o olduğu için sorgulamamıştım. O zehrin bile unutturamadığı bir yüzü vardı. "Yaşadığım bu unutmuşluğun ardına sığındım belki, seni kaybetmeyi hiç düşünmedim. Herkesten çekinirke kendimi sana açmayı, kollarında dinlenmeyi sorgulamadım." Vücudumda ki zehrin etkisi gün geçtikçe azalırken hatırladığım şeyler artmaya başlamıştı.
"Gördüm," dedi kısık çıkan sesiyle. Odada ki herkes hatta Oğuz bile pür dikkat bizi izliyordu. "Gözyaşlarını da, titreyen ellerini de gördüm. Asıl onları görünce öldüm ben, dedim." Bade ve Merve koluma girdiğinde daha da dik durmaya çalıştım. Tüm vücudum da adını koyamadığım bir ağrı vardı. "Çok haklısın. Yaşadıklarının hepsi oldukça zor şeyler. Söylediklerinin aksine böyle bir durumda seni asla suçlamam. Bağır, çağır, kır, dök. Ben hepsini hak ettim. Yeter ki iyi ol." Yeşil gözlerimi onun siyah gözlerine bir an olsun ayırmadan sabitlediğimde bakışlarında ki acı içimde bir şeyleri kanattı.
"Ben, ben o zehrin etkisiyle fark edemedim. Yanlış hatırlıyorumdur, ölmemiştir o dedim. Şimdi sen, beni kaçırdıklarında da onların yanındaydın, şimdi de buradasın. Ama,"
Kendimi zorlayarak derin bir nefes almaya çalıştım.
"Ama o zaman yoktun. Ben günlerce gece gündüz ağlarken, baktığım her yerde seni görürken yoktun. Ya ben sırf vücuduma bir zehir enjekte ettiler diye tepki bile veremedim. Herkes neden bu kadar şaşırdılar diye düşündüm durdum."
Yaklaşık iki gün. İki gündür herkes onun yaşadığının şaşkınlığını atlatamazken ben ona sarılmıştım, yaralarını görmüştüm. Kollarının arasında hissettiğim huzur yüzünden başka bir şey düşünememiştim bile. Belki de tek suçlu o değildi. Bende onun kadar suçluydum kimine göre.
"Efsun," dedi abim. Yanağıma süzülen yaşları hızlıca kurulayıp yüzümü ona çevirdim. "Seni de görmek istemiyorum. Yıllardır biz senin özleminden yanarken sen yaşıyormuşsun. Neden daha önce hiç karşımıza çıkmadın, neden?"
Oğuz kucağında ki oyuncağı koltuğun üzerine fırlatıp babasının önüne geçti. Küçük yüzünde ki kaşları çatılırken adımlarını bana doğru atmaya başladı. "Bağırma babama." Söylediği cümle ve hareketleri karşısında şaşırsam da belli etmedim. Ona karşı böyle birisi olarak görünmek istemezdim. "Anneciğim halan babana bağırmadı ki." Pelin araya girip oğlunu sakinleştirmeye çalıştığında Oğuz çoktan yanıma gelmişti. "Seninle konuşmam için eğilmen lazım. Babam birisiyle konuşurken gözlerine bakmam gerektiğini söylemişti," dediğinde herkesin yüzünde hem hayranlık hem de şaşkınlık dolu bir ifade vardı. Oğuz yaşına göre oldukça ciddi bir çocuktu. Kollarımı tutan Merve ve Bade'nin yardımıyla eğildiğimde artık karşı karşıya geldik. Yüzümü dikkatle incelerken küçük parmakları saçlarımı geriye itti. "Gerçekten de yaramazlık yapmışsın." Elini çekip tekrar yüzüme bakmaya başladığında az önce neye baktığını anlamamıştım.
"Sağ kulağının hemen yanında küçük bir dikiş izi var. Küçükken olmuştu."
Abim açıklamasını yaptığında bunu Oğuzun da bilmesine şaşırmıştım. Bugüne kadar abim de unutmamıştı. "Babam yaramazlık yaparsam düşebileceğimi söylemişti. Bak sende yaramazlık yapmışsın, hala uf olmuş." İlk defa bu kadar yakından gördüğüm ela gözleri gözlerime sinirden çok şefkatle bakıyordu. "Benim bir yerim uf olunca annem hep öper. İstersen bende seninkini öpebilirim." Ses tonunda belli etmeye çalıştığı bir trip vardı. Hipnoz olmuş gibi onu dinlemeye devam ederken başımı salladım. "Annem acısı bana geçsin, diye öpüyormuş beni. Ama o beni öperken ben hep içimden acısı ona geçmesin diye konuşuyorum. Sen istersen acısının bana geçmesini söyleyebilirsin." Konuşmama fırsat vermeden eğilip yaranın olduğu yeri öptüğünde sol gözümden bir damla yaş yanağıma süzüldü. Ellerini avuçlarımın arasına aldığımda yüzünde az öncekine göre daha sakin bir ifade vardı.
"Geçmesin," dedim.
"Ne benim acım ne de bir başkasının acısı sana hiç geçmesin."
Ayağa kalktığımda kimi ağlıyor kimi ise hiç konuşmadan bizi izliyordu. Selim ve abim yan yana dururken ikisinin karşısına geçtim. "Bir süre, yani en azından her şeyi tam hatırlayana kadar ikinizle de görüşmek istemiyorum." Abim bir şey söyleyecek gibi olsa beklemeden geriye çekildim.
"Efsun," diye seslendi Selim kapıya yöneldiğim sırada. Yorgunluktan adeta çökmüş olan gözlerine bakmaya cesaret edemediğimden olduğum yerde durdum.
"Sen isteyene kadar emin ol, karşına çıkmayacağım. Yeter ki dön. Döneceğini bileyim, ben hep beklerim seni."
Gözyaşlarımı silme gereği duymadan dışarıya çıktım. Birkaç kişi yanımda gelmek için teklifte bulunsalar da hiçbirini kabul etmedim. Evden çıkarken duyduğum son şey ise Oğuz olmuştu.
"Baba, halam küsmüş mü sana? Tekrar ne zaman gelecek?"
Ben kime kırgın olduğumu bile ayırt edemiyordum. Doktorun anlattıklarına ihtimal vermesem de hepsini tek tek yaşıyordum. Sadece iki gün, iki gün boyunca sorgulamadan Selim'in yaşadığını kabul etmiştim. Belki de inanmak istemiştim. Artık çok uzakta olduğunu düşündüğüm kişiler yanımdaydı. Zaman lazımdı bize, kimin ne olacağını o gösterecekti...
|
0% |