Yeni Üyelik
34.
Bölüm

22.BÖLÜM

@livasayina

Yeniden ve yeniden merhabaa..

 

Bu bölüme geçmeden önce diğer bölümler hakkında ne düşünüyorsunuz, en sevdiğiniz, okumaktan keyif aldığınız karakter kim bunları yoruma yazar mısınız?

 

Sizlerden tek istediğim bol bol yorumm🤍🙏🏻

 

Lafı uzatmadan bölüme geçelim o zaman. Keyifli okumalar, sizi seviyorumm.

 

                                                                                                         ◇

 

Bir sahil kenarı belki bir oda. İnsanın kendinden kaçtığında saklandığı bir alanı olurdu. Hiç kimseye duygularını göstermediğinde oraya çekilir sakinleşmeyi beklerdi. Zaman her yaraya iyi gelmezdi belki ama hafifletirdi. Onunla yaşamaya alıştırırdı. Küçük bir bebek yanlışlıkla sobaya değdiği zaman bir daha ona değmezdi örneğin, onun sıcak olduğunu bilirdi. Aynı hataya iki kez düşülmezdi, o hataya baştan düşmemek için ise çok dikkatli ve temkinli olmak gerekirdi.

 

Ben bunların hiçbirisini yapamamıştım. Gidebileceğim, sığınabileceğim bir yer yoktu. Abimi kaybettim sanırken Selim'i de kaybettim sanmıştım. İkisi de yaşıyordu, gözlerimin içine bakıp karşımda durmuşlardı. Etrafta ki dağların hepsi birbirine benzerler yol boyunca yürümeye devam ettim. Karşımdan gelen yaşlı bir amca dikkatle beni izlediğinde bakışlarımı ondan kaçırdım.

 

"Efsun kızım," diye seslendi tamamen yan yana geldiğimizde. Beni tanıyordu. Yaşından dolayı olsa gerek kırışmaya başlayan yüzüne ve o halde parlak bir şekilde duran gözlerine baktım.

 

"Sen beni hatırlamamış olmalısın, değil mi?"

 

Başımı salladığımda anlayışla gülümsedi. Haberler bu kadar çabuk mu yayılıyordu ya da sevenim gerçekten çoktu.

 

"Hayri ben. Kaya'nın manevi amcasıyım. Gerçi o çocukların hepsi kendi oğlum gibidir. Kızlarla seni de tanıdım, sizler de bir kızım oldunuz zamanla."

 

Zihnimi zorlasam da hala başım ağrıyordu. Bu adama dair bir şey hatırlamasam da tanıdık gelen bir şeyler vardı. Konuşmadığım için çekindiğimi düşününce anlayışla tebessüm etti. "Yardımcı olmamı ister misin?" Başımı hayır anlamında salladığımda biraz daha konuşup yanımdan gitmişti. Nereye gideceğini bilmeyen birine kimse yardım edemezdi. Yürümeye devam ettiğimde dağların ardında ilk defa bankların olduğu, parka benzer bir yer gördüm. Adımlarım kendiliğinden o tarafa yönelirken bir şeyler görebilmek umuduyla etrafı inceledim. Annesiyle beraber gelen küçük çocuklar vardı.

 

Aklıma Oğuz gelirken içim acımıştı. Yıllar sonra abim karşımdaydı, evliyim ve bir de oğlu vardı. Tek bir öpücükle bütün yaralarımı sarabileceğine inanan küçük bir çocuktu Oğuz. Amcasına yani Alp'e benziyor gibiydi, onun gibi çocuksu bir kişiliği vardı. Ayağımın yanına gelen topu karşımda ki küçük çocuğa attığımda gülümseyerek teşekkür etti.

 

"Efsun," dedi arkamdan bir ses.

 

Selim'in sesi değildi. Karşıma çıkma desem de hala bir yerlerden geleceğini düşünmüştüm. Omzumun üzerinden geriye baktığımda karşımda İpek vardı. Diğerlerine göre daha olgun olan bir anne edasıyla yaklaşan birisiydi. Beni ürkütmek istemez gibi yavaş adımlarla yanıma geldi.

 

"Biliyorum yalnız kalmak istediğini söyledin ama içime sinmedi. Akın da geldi ama rahatsız olursun diye arabada bekliyor."

 

Konuşmamı beklemeden koluma girip destek olmaya başlamıştı. Anlayışla gülümsediğinde bende teşekkür ederim anlamında gözlerimi kapattım. "Rahatsız olmam, o da gelebilir."

İpek bunu söylememi bekliyormuş gibi eliyle birkaç metre ilerde duran arabaya el salladı. Akın anında arabasından inip bize doğru yürümeye başladığında İpek'in kulağına yaklaştım.

 

"Hatırlamıyorum belki ama bu adamın seni gerçekten çok sevdiğine eminim."

 

İpek utanıp kızaran yanaklarını gizlemeye çalışırken Akın çoktan yanımıza gelmişti. Kahverengi saçları ve ela gözleri onu ilk gördüğüm günkü gibiydi. Her daim özenli, özenli olmasa bile şık duran bir hali vardı. Göz göze geldiğimizde başını öne eğdi. Çekindiği bir şeyler var gibiydi. Park boyunca yürümeye başladığımızda bütün temiz havayı içime çekmeye çalıştım. İçimde ki o boşluk belki böyle dolabilirdi. Yorulduğumuzu fark ettiğimizde çardak şeklinde kurulmuş olan banklara oturduk. "Ben bir şeyler getireyim," diyerek arabaya yöneldi Akın. Hava bana olduğundan daha da soğuk hissettirirken elimde olmadan titredim. İpek o an fark ettiğim çantadan bir şal çıkardı. Elinde ki şalı omuzlarıma bırakırken burukça yüzüme baktı. "Ne ara hazırladın bunları?" Çantayı görmem için biraz daha açtığında içinde benim bile aklıma gelmeyen çok şey vardı. Üşürsem diye kalın giysiler, aksi halde giyebileceğim ince kıyafetler. Tarak, havlu, ilk yardım malzemeleri, nemlendirici, atıştırmalık yiyecek ve içecekler. "Ben hazırlamadım," dedi tahmin etmemi bekler gibi. "Çıkmadan önce Ulaş verdi."

 

Hastane odasında söylediği şeyler gerçekten geçerli olmalıydı. Sevmeye bile kıyamayan bir yapısı vardı. Ben ona görmek istemediğimi, kızgın olduğumu söylesem bile o benim için her şeyi düşünmüştü. Akın elinde ki poşetleri masanın üzerine bırakırken hemen arkasında ki Kaya görüş alanımıza girdi.

 

"Benim askeriyeye dönmem gerekti. Birkaç işim var, yapınca gelmeye çalışırım. O zamana kadar Kaya kalsın yanınızda."

 

İpek başını salladığında bende sorun olmadığını söyleyip Kaya'ya gülümsedim. Yüzünde mimik oynamazken bakışları bir anlığına yumuşadı. Akın giderken Kaya onun yerine oturmuş ve poşetlerde ki eşyaları çıkartmaya başlamıştı. Elmalı kurabiye kutusunu görür görmez birkaç tanesini elime aldım. Görüntüsü bile oldukça lezzetli duruyordu. İkilinin şaşkın bakışları eşliğinde bir ısırık aldığımda lezzetin sadece görüntüde değil tadında da olduğunu fark ettim. "Ev yapımı sanki," dedim elimde ki kurabiyenin hazır alındığını düşünmeye devam ederken.

 

"Komutanımın ev yapımı," dedi Kaya. İçimden kocaman bir yok artık sesi yükselse de dışardan aynı tepkiyi verememiştim. Ağzımda ki kurabiyeyi güçlükle yuttuğumda meyve suyundan içtim. Selim benim için bunları yapacak kadar çok mu seviyordu? "Senin bulunduğun günden beri keyfi yerine geldi. Sevdiğin yemekleri yapıp bir de çantadan hazırlamış. Hatta," dedi söyleyeceği şeye emin olmaya çalışırken. Onun ilk kez bu kadar uzun konuştuğunu görsem de bozuntuya vermedim. Anlatmaktan vazgeçmedim. "Evinde senin için bir oda ayarlamış. Hastaneden çıkınca kalmak istersen diye." Hastaneden sonra annemler ve kızlar olduğu için bu teklifi havada kalmış olmalıydı. İpek bunları zaten biliyormuşçasına bir şeyler yemeye devam ederken Kaya aklımda ki soruları cevaplamaya çalışıyor gibiydi.

 

Bir süre kimse konuşmazken İpek revire gelen bir vakayla yanımızdan ayrılmak zorunda kalmıştı. Kaya konuşmazken bende ona eşlik edip hiç soru sormadım. Bu sessizliğe daha fazla dayanamayıp konuşmaya karar verdiğim sırada koyu kahverengi gözleri şüpheyle kısıldı. Önce çevresine bakındı, ardından kısılan bakışları arkamda bir noktaya sabitlendi. Baktığı yere bakmak için döndüğümde kulağıma dolan ses olduğum yerde kalmama sebep olmuştu. "Efsun!" Oldukça sert bir ses tonuyla adımı söylediğinde geriye dönmekten vazgeçip önüme döndüm. "Sakın arkana dönme. Ani bir hareket yapma."

 

Kurduğu cümleler içimde bir karartı oluştururken eli belinde ki silaha gitti. Yavaş adımlarla ayağa kalktığında etrafta ki insanlara bakındı. "Hepiniz iki dakika içerisinde burayı boşaltın!" İnsanlar ne olduğunu anlamadan etrafına bakındığında dehşetle kaçışmaya başlamıştı. Kaya yanıma geldiğinde bakışları hala etrafı tarıyordu. Bir noktayı hedef aldığında seri hareketlerle birisini aradı. "Yedi kişi saydım komutanım, ancak bununla yetindiklerini sanmıyorum." Yedi kişi? Arkamda bize saldırmayı bekleyen Yedi kişi vardı ve Kaya bu sayının daha fazla olabileceğine emindi. "Emredersiniz komutanım." Telefonu kapattığında bedeni benim vücudumu tamamen siper etmişti. Arka arkaya üç tane atış yaptığında kulaklarımı kapattım. Tamar'ın kaçırdığı depoda duyduğum sesler tekrar aklıma gelirken o görüntüleri silmeye çalıştım.

 

"Sakın bir harekette bulunma Efsun, hep arkamda kal." Beni uyardığında yavaş yavaş sağ tarafıma geldiğinde ben hala iri gövdesinin ardında kalmıştım. Kaya'nın boyundan göremesem de karşısında bir adam vardı. "Üç atış, üç adam. Fena değilsin," adamın küçümseyeci gülüşü kulaklarıma dolarken iğrendim. "İsimsiz." Kaya'nın kol kasları görebileceğim şekilde kasılırken dişlerini de var gücüyle sıkıyordu. "Allah'ın cezası, puşt," dedi sıktığı dişlerinin arasından.

 

"Sana böyle mi terbiye verdiler isimsiz, oysa ki ben sana gördüğüne çok sevineceğin birisini getirmiştim." Konuşan adam biraz daha görüş alanıma girdiğinde sadece kafasını görebiliyordum. Elini havaya kaldırıp karşıda ki araziye bir işaret yaptığında hepimizin bakışları oraya kaymıştı.

 

Kahverengi saçlı, orta yaşlarda bir kadın siyah kiyafetlerinin içerisinde bize doğru geliyordu. Gözlerini bir an olsun Kayadan ayırmazken adama gitmesi için bir işaret yaptı. "Sen," dedi yanımıza geldiğinde. Görünür olduğumu düşünsem de bakışları tamamen Kaya'ya odakladığı için beni görmüyordu. "Çok büyümüşsün." Kaya elinde ki silahı daha sıkı kavradığında ayağa kalkıp eline dokundum. Silahı bırakıp kolumdan tuttu. Ben arkasındayken kadınla yer değiştirdi.

 

"Ne o, canın mı sıkıldı? Evcilik oynamaya geldin?"

 

Çenesini o kadar sıkıyordu ki zaten gür olan ses tonu daha ciddi çıkıyordu. Karşısında ki kadın gülerken bakışları bir anlığına bana değdi. Yüzünde gülümseyen bir ifade olsa da düşünceli bir hali var gibiydi. "Asla. Sen baban gibi olmayı seçtin. Aynı safta olmamızı isterdim belki ama değiliz. Ve ben," dedi birkaç adım daha atıp yaklaşırken. "Düşmanımla iş birliği yapmam." Kadının bakışıyla beraber araziden çıkan adamlar bize doğru gelmeye başladığında Kaya önce bana siper olup bir ağacın ardına itti. Tekrar ateş etmeye başladıklarında yaklaşık yarım saat süren bir çatışma olmuştu. Sesler azalırken bir inilti duydum. Başımı usulca ağacın arkasından çıkardığımda az önce konuşan kadın kanayan kolunu tutuyordu. "Beni vurdun!" Sesi öfke dolu çıksa da Kaya bu duruma gülümsedi. İlk defa bir şeyden böyle keyif almış gibi gülüyordu. "Tam kalbinden vurmak isterdim aslında biliyor musun? Beni yıllar öncesinden hiç sığdıramadığın üstelik benim canımı adadığım vatanıma göz diken bir hain olan o kalbe vurmak isterdim."

 

Kadın acı dolu bakışlarını bir an olsun Kayadan çekmedi. Aralarında ki ilişki neydi bilmiyorum ama kadının konuşmasına bakılırsa annesi olmalıydı. Kaya'nın annesi bir hain olsa da bu durum onu zaten etkilemiyordu. Annesine olan öfkesi her şeyi kapsıyordu. O yüzden bu ayrıntı olmasa bile bütün öfkesini ondan almaya kararlıydı.

 

Kaya yanıma gelmek için kadına arkasını döndüğünde temkinli adımlarla ona doğru yürümeye başladım. Yerde yatan kadının belinden çıkardığı silahı görüp Kaya'yı iteceğim sırada her şey olup bitmişti. Annesi Kaya'ya ateş etmişti. Kaya omzundan akan kanlara bakıp alev saçan gözlerini annesine çevirdi. Bir eli hala bileğimdeydi. "Beni buna sen mecbur bıraktın. Annen ile beraber aynı safta olmayı seçseydin çok daha güçlü olabilirdik. Baban gibi olmayı bırak!"

 

"Asla!" Kaya oldukça net bir cevap verirken kadın ayağa kalktı. "Senin gibi hainlere karşı gelmekten asla vazgeçmeyeceğim." Kaya cümlesini bitirir bitirmez hangi ara geldiklerini bilmediğim adamlar Kaya'nın başına vurarak bayıltmışlardı. Birkaç saniyeliğine gördüğüm beyaz saçlı adam elinde ki pamuğu burnuma tutarken son duyduğum şey kadının cümleleri olmuştu.

 

"Gürkan seni bilseydi eminim çok severdi. Sen tam onun oğlusun, benim değil."

 

                                  ◇

 

İnsanın canı sevdiğine daha bir ayrı yanardı. Onu kollarında kelepçelerle esir olmuşken görmek, hastane odasında nefes alıp almadığını her saniye kontrol etmek bunun sadece birkaç örneğiydi. Haftalardır Selim için uyku diye bir kavram yoktu. Herkes kısa süreliğine de olsa uyurken o altı morarmaya başlayan gözleriyle başlıyordu her yeni güne.

 

"Tamar ve Yakup elimizde," dedi Ercüment.

 

Selim elinde ki telsizi masanın üzerine bıraktı. Komutanlarından bir bildiri gelmediği için mesleğine devam ediyordu. İşini bırakma tehlikesi içinde bir yerde çok canını acıtsa da aklı hala Efsundaydı.

 

"Tamar sorgu için hazır komutanım," dedi yanlarına gelen Berker.

 

Selim timin şaşkın bakışları eşliğinde odanın kapısını sertçe açıp içeriye girdiğinde Tuna ve Mert telaşla birbine baktı. Komutanları daha sıkı bir gözlem altındaydı, yaptığı tek bir yanlışta görevden uzaklaştırılabilirdi.

 

Kapı açılır açılmaz keskin siyah gözleri sandalyede oturmuş etrafı izleyen Tamar'ı buldu. Kirli sakalı ve dağılmış saçlarıyla olduğundan daha iğrenç görünüyordu.

 

"Oo kara komutan da buradaymış," dedi Tamar alayla sırıtarken.

 

"Kes lan sesini," dedi Selim ellerini sertçe masaya vururken. Tamar dalga geçmek için doğru zaman olmadığını fark edince susup dinlemeye başladı.

 

"Konuş." Selim sıktığı dişlerinin arasından mırıldandı. En ağır şekilde dövmek istese de kendini riske atamazdı. En azından Efsun'u bulana kadar beklemek zorundaydı.

 

"Konuşacak söz mü bıraktın komutan? Bak yine seninle beraber buradayız, kaldığımız yerdeyiz."

 

Ercüment ve Burak dikkatle Selim'i izliyordu. O onları görmese de her bir konuşmasını bile duyuyorlardı. "Az kaldı," dedi Burak sakince. Ercüment'in sorgular gibi kaşını kaldırdığını görünce başıyla içeriyi işaret etti. "Tamar'ın leşini kaldırmaya." Ercüment anlayınca keyifle gülümsedi. Böyle giderse Selim daha fazla dayanamayacak ve Tamar o odadan çıkamayacaktı.

 

"Konuşsana lan şerefsiz!"

 

Tamar rahat bir şekilde arkasına yaslandı. Yüzünde ki rahat ifade Selim'i dağa fazla kızdırırken öylece bakmaya devam etti. Selim sıkı sıkı yumruk yaptığı ellerinde tırnaklarının etine battığını hissedebiliyordu. Kaya'nın haber verişinden sonra olay yerine gitseler de kimse yoktu. Ellerinden kaçırmışlardı. Sevdiği kadına ikinci kez geç kalmıştı...

 

Önce kendi gözleri önünde esir edilişini ardından da tekrar kaçırılmasını gözlerinin önünden geçirdi. Karşısında ki adam hala konuşmazken arada ki küçük masayı önemsemeden eğilip adamın yakasını topladı.

 

Siyah gözleri içinde bir ateş yanarmışçasına parlarken sıktığı çenesi gözle görülebilir seviyedeydi.

 

"Başlatma belana pezevenk! Konuş, adamların ne yaptı? Onlar nerede?"

 

Tamar boynunda sımsıkı duran ellere baktı. "Boğazımı sıkıyorsun komutan. Nefes almazsam konuşamam." Selim ellerini yavaşça çekti. Konuşması için bir fırsat vermişti.

 

"Demek aramıza adam sızdırmaya çalıştınız ha. Ama helal olsun kızın güzelliğinden Yakup bizden olmadığını fark etmemiş bile."

 

Tamar cümlesini tamamlar tamamlamaz ağzının üzerine atılan yumrukla şaşırmıştı. Kan tadı usul usul ağzına dolarken keyifle sırıttı. "Seni şu an öldürürüm. İnan bana hiçbir şey umurumda olmaz. Ama konuşacaksın, onların nerede olduğunu söyleyeceksin!" Sesi sonlara doğru daha yüksek çıkmıştı.

 

Tuğrul albay dışardan pür dikkat içeriyi izleyen Ercüment ve Burak'ın yanına geldiğinde ikisi de anında ayaklandı. Albay başıyla rahat olmaları için emir verdiğinde bu kez üçü birlikte izlemeye başlamıştı.

 

Selim cebinden çıkardığı çakıyı avucunda sımsıkı kavradı.

 

"Komutanım, kendine hakim olamayacak," dedi Ercüment panikle. Albay onların aksine oldukça rahat bir şekilde olanları izliyordu.

 

"Beni ve Yakup'u yakaladın ama asıl tehlike hala dışarda komutan."

 

Sadece üç adımda Tamar'ın arkasına geçtiğinde çakıyı boynuna dayadı. "Sadece beş saniye, beş saniyede gerekli bilgileri vermezsen kelleni köpeklerinin önüne atarım."

 

Beş saniye, Efsun'un adında geçen beş saniye...

 

Tamar boynunda hissettiği soğuklukla irkildi. Sinsi görünse de diğerleri kadar soğuk değildi. "Madam," dedi etkilenir gibi. "Elena." Selim'in kaşları duyduklarıyla çatılırken bildiklerini düşündü. Kaya'nın annesi kendi oğlunu ve Efsun'u kaçırmıştı. Nefretinin bu kadar büyük olacağını kimse tahmin etmemişti.

 

"İsimsiz ve senin doktor kız onun elinde."

 

İsimsiz ve doktor. İkisi de Selim için önemli ve kalbinde taşıdığı kimselerdi. Biri kardeşiyken diğeri sevdiği kadındı.

Tamar konuşmaya devam ederken Selim avucunda ki çakıyı biraz daha sıkı kavradı. "Şimdi o soktuğumun çenesini kapatıyorsun, eğer yalan söylediysen seni kendi ellerimle öldüreceğim."

 

Selim kapıyı çarparak çıktığında dışarda kendisini merakla izleyen üç kişiyle göz göze geldi. Komutanını görünce başı istemsizce yere eğildi.

 

"Git Karacalı," dedi albay sakince.

 

"Sanki gitme desem gitmeyeceksin. Git, belki de son olacak görevine git."

 

Albay hem Selim'i önceden tanıdığı için hem de bir askeri olduğu için gücenmişti. Selim'in durumu hala tartışma konusuyken bu operasyon gittiği son operasyon olabilirdi. Başka bir şey demeden yanlarından ayrıldığında herkes sessizdi.

 

"Gidiyoruz," dedi Selim kısık ama net bir şekilde. Ercüment time haber vermeye giderken Burak yanına gelip omzuna dokundu.

 

"Kendini bu kadar üzme. Hem içerde oldukça ciddi görünüyordun. Eminim ki Tamar da etkilenmiştir, söyledikleri doğrudur. Bu it'in yalan bilgi vereceğini düşünmüyorum."

 

Selim konuşmadan önce Burak'a baktı. Ciddiyetini anlayamasa da yüzünde ki ifade gayet netti.

 

"Zincire vurulmuş küfürlerimin kilidiyle oynuyorsun, Hızır."

 

Burak'ın şaşkın bakışları eşliğinde toplanacakları alana giderken aklında tek bir şey vardı; operasyonu en kısa sürede ve başarıyla tamamlamak. Bahçeye çıktığında tim hazır olarak kendisini bekliyordu. Burak da onlara yetiştiğinde hepsine kısa bir bakış attı. Tamar'ın anlattıklarını kısaca anlattıktan sonra araçlara yöneldi. Herkes adapte olmuş bir şekilde onu takip ediyordu.

 

"Komutanım, bir şey sorabilir miyim?"

 

Yavuz'a bakmadan başını salladı Selim. "Bu Elena denen kadın kendi oğluna zarar verebilecek kadar kötü müdür sizce de? Yani onu istemese bile sonuçta aralarında bir bağ var. Kaçırsa bile ona zarar verebilir mi arada bu bağ varken?" Bunun cevabını hiçbiri bilmiyordu. Elena bugüne kadar hep perdenin arkasında kalan kısımdı. Oğluna da bu kadar yaklaşmışken yapabilecekleri kimsenin aklına gelmezdi.

 

"Bilmiyorum Yavuz, umarım dediğin gibi olur da o olmayan vicdanının arkasına sığınırken yetişiriz."

 

Arabada ki herkesten toplu bir inşallah, yükselirken Selim düşünmeye devam etti. Kısılan gözleri dikkatle etrafı incelemeye devam etti. Tamar'ın verdiği adres sınıra çok yakındı. Gittikleri yol onları neye götürecekti bilmiyordu ama Selim bu yolun sonunda müptelası olduğu yeşilleri görmeye kararlıydı.

 

                                  ◇

 

Yeniden sonu olmayan bir karanlık beni etkisi altına aldığında gözlerimi aralamaya çalıştım. Bu aralar aydınlık benim için oldukça uzak bir kavramdı. Karanlık beni öyle etkisi altına almıştı ki çıkmanın yoku yok gibiydi.

 

"Efsun," diye seslenen Kaya'yı duyduğumda öne düşmüş olan başımı zorla kaldırıp yüzüne baktım. Elleri arkada zincirlenmişti. Üzerinde ki siyah palto toz olurken yüzünde yer yer kanamalar vardı.

 

"Bizi kaçırdılar, tekrar buldular bizi," dedim telaşla. Yaşadıklarım tekrar aklıma gelirken bileklerime bağlanmış olan zincirleri çekiştirdim. Onlardan kurtulamayacağımı fark ettiğimde yanağıma süzülen yaşlara engel olamadım.

 

"Korkma. Bu kez bir şey olmayacak güven bana."

 

Yüzünde ki ciddi ifade bu kez oldukça yumuşaktı. Gerçekten korkmama engel olmaya çalışıyordu. "Burada olduğumuzu biliyorlar mı?" Sormak istediğim kişi timdi. Belki de sadece Selimdi...

 

"Haber vermiştim. Eminim en kısa sürede burada olurlar."

 

Bu kez yanımda Kaya'nın da olması korkumu bir nebze de olsa azaltmıştı. Omzunda ki kurumuş kanları gördüğümde yüzümü acı ile buruşturdum. Nereye baktığımı merak etmiş gibi başını çevirdiğinde yüzünde buruk bir gülümseme oluştu.

 

"Senin annen hastane kapısında dualarla bekler, hediye olarak sevgisini verir,"

 

Devam etmeden önce derin bir nefes aldı.

 

"Benimki doğurur doğurmaz birilerine vermiş. Karşı karşıya gelince de verdiği hediye bu oluyor işte."

 

Kaya'nın geçmişini hatırlamasam da içinde ki anne boşluğu canımı acıtıyordu. Olduğumuz depo hızla açılan kapının sesiyle yankılanırken gelen kişiye baktım. Üzerinde ki kıyafetleri değiştirmiş ve yarasına sargı bezi sarmış Elena gelmişti. Bakışları önce beni bulurken sonrasında yavaşça Kaya'ya kaydı.

 

Az önce ikimizin de odak noktası olan yaraya baktı. "Pansuman yapın şuna." Kapıda ki adam elinde ki yardım çantasıyla gelirken Elena bakışlarını kaçırdı. "İstemez." Adam cevap bekler gibi durduğunda Elena sert bakışlarını oğluna çevirdi. "İşime yaramadan ölmeni istemem." Adam yarayı temizlemeye başlarken hiçbir şey umurumda değildi. Kaya buradaydı, tim de en kısa sürede bizi bulacaktı. Korkmuyordum.

 

"Dikiş atmamız lazım," dedi adam. Elena başıyla bir onay verdiğinde adam elinde ki iğneyi hiç düşünmeden Kaya'nın tenine batırdı. Ben acı ile inlerken Kaya hiçbir tepki vermedi. Sıktığı çenesiyle onu izleyen annesine baktı.

 

"O vicdanını böyle rahatlatamazsın," dedi sıktığı dişlerinin arasından.

 

Elena etkilenmemiş gibi görse de üzülmüştü. Yanına gelen başka bir adamla beraber dikkati dağılırken saçlarını düzeltti. "Adamı bulduk." Keyifle gülümsedikten sonra bir onay verdi. Adam depodan giderken bakışlarını tekrardan Kaya'ya çevirdi. "Şanslıymışsın. Sana çok tanışmak isteyeceğini düşündüğüm birini getirdim." Dikiş atma işlemi bittiğinde diğer adam da yanımızdan gittiğinde az önce ki adam yanında başka bir adamla beraber gelmişti. Siyah saçları yer yer beyazlayan ama sakalsız yüzü olan bu adam yaşına göre oldukça genç görünüyordu.

 

"Sen," dedi bakışları direkt olarak Elena'yı bulduğunda.

 

"Yıllar sonra yeniden karşımdasın Gürkan. Üstelik bu kez yöneten kişi benim."

 

Kaya'nın bakışları şaşkınlıkla büyürken bende ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bildiklerimi düşünürken aklıma gelen bir cümleyle dumura uğramıştım. Gürkan, Kaya'nın babası.

 

Adam Elenadan aldığı emirle koluma girdiği adamı yanımıza fırlatırcasına bıraktı. Ardından odadan çıktıklarında sadece üçünüz kalmıştık; ben, Kaya ve babası.

 

Adamın bakışları ikimizin üzerinde de gezindikten sonra Kaya'nın üzerinde durdu. Oğlu olduğunu biliyor muydu?

 

"Sende mi askersin?"

 

Gerçekten merak etmiş gibi sakin bir ses tonu vardı. Kaya konuşmadan başını salladı. Ben yarasının acıdığını düşünürken asıl acıyan yerinin kalbi olduğundan habersizdim.

 

"Belli."

 

Adamın sesinde farklı bir hissiyat var gibiydi. Gurura benzer bir şeydi.

Bana baktığında Kaya'ya daha çok benzediğini fark ettim. "Ben fizyoterspistim." Selim beni anlatırken öyle demişti. Kendimi tanıtmak ihtiyacı hissettiğimde dikkati Kaya'nın üzerinde kendime çekmeye çalışsam da nafile gibi görünüyordu.

 

"Hadi benimle yıllardır bitmeyen bir hesabı var, peki sizinle?"

 

Kaya'nın gülümsediğini gördüğümde benimle beraber adamın bakışları da ona kaydı. Yüzünde buruk bir ifadeyle karşısında merakla ona bakan adama baktı.

 

"Belki de yıllardır bitmeyen hesabı sadece seninle değildir."

 

Adam gözlerini biraz daha kısıp incelemeye devam etti. Bir şeyler düşünüyor gibiydi. "Öyle bir şey olsaydı seni tanırdım. Ancak tanımıyorum." Kaya'nın yüzünde ki gülümseme daha çok büyüdü. Acılarını gülerek gizlemeye çalışıyordu. Dışardan gelen silah sesleri kulağıma dolduğunda olduğum yerde kıpırdandım. Bu kez geçen ki kadar uzun sürmemişti. Saydığım kadarıyla üç gün olmuştu.

 

"Geldiler," dedi Kaya kendinden emin bir tonlamayla. Kapı hiddetle açıldığında içeriye daha önce görmediğim bir adam girdi. "Batak," diye seslendi Kaya. Adamın bakışları usulca ona kaydığında Kaya'nın gözlerinde gittikçe alevlenen bir ateş vardı.

 

"Şerefsiz, puşt."

 

Batak yüzünde ki aptal ifadeyle Kaya'ya bakarken dışardan gelen sesler daha da artıyordu. Ne olup bittiğini görmek için başımı yukarıda bulunan pencereye doğru kaldırdığımda gördüğüm şey kalbimi acıttı. Yüzünde ki siyah maskeye rağmen anlamıştım. Selim gelmişti. Parmağını dudağına götürerek sessiz olmamı söylediğinde başımı salladım.

 

Batak hepimizi ayağa kaldırırken Gürkan bi haber olduğu oğlunun önüne geçti. "Anlaşılan yıllardır bitmeyen hesabı olan bir Elena değilmiş Batak."

 

Kaya şaşırarak babasına baktı. Batak'ı biliyor muydu? Belki de bir oğlu olduğunu da biliyordu. Batak ona cevap verme zahmetinde bulunmadan karşıma geçti.

 

"Şanslısın."

 

Adımları üzerime gelmeye başladığında benim adımlarım geriye doğru gitmeye başladı. Gürkan bu kez benim önüme geçtiğinde Batak sinirle ona baktı.

 

"Onları rahat bırak."

 

Batak var gücüyle onu itse de çok işe yaradığı söylenemzdi. Belinden çıkardığı silahla hiç düşünmeden Gürkan'ın bacağına ateş etti. Gürkan acıyla yere düşerken Kaya yerde yatan babasına baktı. Batak yanıma yaklaşırken babasının yanına diz çöküp yarasını inceledi.

 

"Önceden düşünüp senin için özel bir yer hazırladım. Benimle geliyorsun."

 

Batak koluma dokunacağı sırada arkasında duyduğu sesle kaşlarını çattı. Selim hangi ara olduğunu görmesem de camdan aşağıya atlamıştı. Üzerinde ki siyah giysiler ile beraber daha ciddi görünürken içimde kalan korku kırıntıları da o an yok oldu.

 

"Senin için cehennemde hazırladığım yerden daha güzel olamaz."

 

Batak hızla arkasına döndüğünde Selim çoktan silahını onun boynuna dayamıştı. "Hepinizi kendi ellerimle geldiğiniz yere geri göndermezsem bana da Karacalı demesinler."

 

Batak'ın kollarını kendi kollarının arasına sıkıştırıp başını kollarının arasına sıkıştırmış oldu. "Ona dokunduğumuz her gün için sizi mahvetmezem," dediğinde gözleri beni buldu. Bakışları görmek istemese de bileklerime kaydı. O sırada içeriye giren ekip şaşkınlığımı biraz daha artırmıştı. Polisler Batak'ı kelepçeleyip götürürken abim yanıma gelmişti.

 

"Abim," dedi titrek çıkan sesiyle. Kollarını boynuma sardığında geri çekilmek istesem de olmadı. Bu sıcaklığa ihtiyacım vardı. Kollarımda zincirler olduğu için ona karşılık veremesem de başımı göğsüne yasladım. Bu sırada gelen polislerden birkaçı Kaya'yı çözüp Gürkan'la ilgilenmeye başlamıştı. Abim geri çekilirken cebinden çıkardığı bir anahtarla bileğimde ki zincirlerden kurtulmamı sağladığında derin bir nefes aldı.

 

"Sıra bana gelmesin mi?"

 

Abim kaşlarını çatıp Selim'e baktı. Gelmesin der gibi bir hali vardı. Acıyan bileklerimi önemsemeden özlemle yüzüne baktım. "Gelsin," derken çoktan kollarım boynuna sarılmıştı.

 

"Sırası gelsinmiş," diyerek kendi kendine söylenen abime aldırmadan sımsıkı sarıldım. Selim burnunu saçlarımın arasına gizlerken ne kadar kötü koktuğumu düşündüm. Günlerdir burada olduğum için kötü kokuyor olmalıydım.

 

Ne kadar süre öyle kaldığımızı bilmeden geri çekildiğimde duyduğum seslerin geldiği tarafa baktım. Gürkan'ı sedyeye aldıklarında Kaya'nın yüzünde daha önce hiç görmediğim bir ifade vardı. Görevliler sedyeyi kaldırdığında Gürkan eliyle durmaları için bir işaret yaptı. Kapanmaya yaklaşan gözleri Kaya'yı buldu.

 

"Hadi, söyle evlat. Tutma içinde."

 

Kaya gülümser gibi oldu. "Babalar geri döner mi?"

 

Gürkan'ın gözleri birkaç saniyeliğine kapandığında bayıldığını sansam da yeniden açmıştı gözlerini.

 

"Sorunun odağı ben olduğuma göre kendi adıma cevap vereyim," dedi bacağında ki acıdan dolayı zorlukla konuşurken. "Ben bir baba olsaydım geri dönerdim." Görevliler sedyeyi götüreceği sırada Kaya'nın son cümlesi hepimizi susturmuştu. "O zaman geri dön." Gürkan ne olduğunu anlamamıştı. Daha fazla dayanamadığı için bayılırken Kaya da düşünmeden peşinden gitti. Tüm süreci merak ediyor gibiydi. Benim gibi şaşkınlıkla onları izleyen abimle Selim'e döndüm.

 

"Kaya'nın babası."

 

İkisi de bütün olayları başından beri biliyormuş gibi şaşkınlıkla birbirine baktı. Bu bilgiyi önceden bilmedikleri kesindi. Depoda sadece biz kaldığımızda abim elinde ki örtüyü üzerime örtmeye çalışırken Selim çoktan üzerinde ki kalın cekedi omuzlarıma bırakmıştı. Dışarıya çıkarken abimin söylendiğini görsem de üzerine gitmedim. En son Selim'i ve onu görmek istemediğimi söylemiştim. Sonrası burası olmuştu. Unutmaya çalıştığım anılar yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Selim arabaya binmeden önce beni bir ambulansa bindirdiğinde yakında ki aletlere baktım. Hepsi daha büyük görünüyordu. Yanımıza gelen kadın hemşire beni ayaküstü bir muayene ettikten sonra önemli bir şey olmadığını söylemişti. Dışarıya çıktığımızda Selim'in elini belimde hissetmemle oldukça tanıdık bir his belirdi içimde.

 

"Gel, otur şöyle," derken sesi oldukça yumuşak çıkmıştı. Arabanın kapısını açıp beni oturtmuştu. Ayaklarımı Dışarıya uzatırken yüzüm ona dönüktü. Kapı bize takıldığı için kapanmıyordu. Eline hangi ara aldığını anlamadığım yara bantlarını alıp dikkatle açmaya başladı. En küçük olanı açıp kaşımın hemen yanına yapıştırdığında hızlı hızlı üfledi. "Acıtmamaya çalışıyorum ana canın yanarsa söyle olur mu?" Ben küçük bir çocuk gibi başımı sallarken Selim büyük bir özenle işine devam etti. "Gerçi söylesen de yetişebiliyor muyum?" Gördüğü her yaraya gerek var, yok demeden bant yapıştırıyordu. Sağ eli usulca bileğimi kavradığında acısıyla kolumu geri çektim.

 

"Acıyor, senin canın acıyor."

 

Kendi kendine konuşuyor gibiydi. Bileğimi az öncekinden de yavaş bir şekilde uzatıp sargı bezi ile sarmaya başladı. Gerekli ekipmanları çoktan yanına almıştı. Gözlerinin dolu olduğunu fark ettiğimde bileğimde ki eline değdirdim parmaklarımı.

 

"Benim yüzümden," dedi bakışlarını kaçırırken. Cevap vermeme fırsat vermeden yanımıza gelen Yavuz'a baktı. "Komutanım, adamı yakalamışlar." Anında ayağa kalkarkıp yanımdan gittiğinde merakla ayağa kalktım. Arabaya çok yakın bir yerde Akın ve Berker'in kollarından tuttuğu bir adam vardı. Selim adamın karşısına geçer geçmez suratına bir yumruk attı.

 

"İt herif!"

 

Bu adamı daha önce görmemiştim. Adam aldığı darbeyle senelerken Akın sendeleyen bedeni kolundan çekerek öne doğru savurdu.

 

"Komutan essah ben bir şey yapmamışam," diye konuştu adam güçlükle.

 

Selim adamı yakalarından kavradığında gözlerinde her saniye daha da alevlenen bir yangın vardı.

"Adi, puşt. Önce o kadar masum insanı kaçır, canına kıy. Ardından kardeşimi ve sevdiğim kadını kaçır. Geldiğin yere geri göndermezsem seni," dediğinde adama okkalı bir tokat daha attı. Masum insanlar derken kimden bahsediyordu? Bizim görmediğimiz kısımda başka insanların canına da zarar vermişlerdi.

 

"İsimsiz," dedi adam güçlükle. O sırada Kaya da bir ambulanstan inip yanımıza gelmişti. "Elena söyledi hepsini, bana onu getirin dedi. Kadını da öyle korudu ki onu da almak zorunda kaldık."

 

Kaya çenesini sıkarken kendini de zor tutuyordu. Komutanları olduğu için çok tepki veremese de kendini zor tuttuğu her halinden belliydi. Ellerinde ki kanlara baktı. Ardından cebinden bir kimlik çıkarıp adama yaklaştı. Selim, Kaya'nın geldiğini görünce işine bir süre ara verip geri çekildi.

 

"Bu kartı," dedi kimliğini yerde yatan adamın gözünün içine sokarken.

 

"Çocuklar genelde doğduğunda alır." Sesinde neredeyse ilk defa duyduğum bir tını vardı. "Ben bunu yedi yaşında aldım. Beni her gördüğü yerde burun kıvıran, istenmeyen muamelesi yapan insanların içinden yürekli bir adam çıktı da beni bir yurda götürdü. Bana kimlik verdi, isim verdi."

 

Kimliğini önce kendine çevirip bir şeye baktı. Ardından tekrar adama çevirdi. "Burada yazan hiçbir şey doğru değil. Sadece adım ve soyadım doğru. Ben seçtim onları. Onları yaşamayı ben seçtim. Size emirler yağdıran o kadın beni doğurur doğurmaz sokağa attı. Babama bir oğlu olduğunu söylemedi bile."

 

Kaya kartını cebine kattıktan sonra çevik bir hareketle yanında ki Tuna'nın silahını kavradı. Herkes panikle onlara bakarken Selim'in yüzünde oldukça rahat bir ifade vardı. "Şimdi, tek bir sebep söyle. Sizin beni yıllar önce sokağa attığınız gibi sizi bir köşeye atmamam için bir sebep söyle."

 

Adam yüzünde ki kanları eliyle silmeye çalışırken ağlamaya yakın bir tonda bakıyordu. Sayamadığım kez dayak yediği için canının acıması normaldi.

 

"Baban," dedi adam güçlükle nefes alırken. "Yaklaşık on dakika sonra," dedikten sonra elini havaya kaldırdı. Bir bomba patlarmış gibi işaret yaptığında herkesin kaşları çatıldı. Ercüment'in önderliğinde tim yerlerine geçerken abim yanıma gelip beni bir köşeye çekmişti. Ambulans'ın çevresini siper aldıklarında hiçbirine bir şey olmaması için dua ettim.

 

"Ambulansa yerleştirilmiş bir düzenek var," diye konuştu Selim elinde ki telsize.

 

"Ekiplerin gelmesi çok uzun sürer komutanım," dedi Mert.

 

Selim çok uzak olmayan bir mesafede durduğu için bakışlarımız kesişti. "Evet, o yüzden ben gidiyorum." Silahını kavrayıp ayağa kalktığında başımı salladım. Ekipler yetişebilirdi, daha güvenli bir yol bulunabilirdi. Ya da Gürkan o arabadan kurtulabilirdi ama Selim'e de bir şey olabilirdi.

 

Gözlerini gözlerimden ayırmadan sağ elini kalbinin üzerine ve üniformasında yer alan bayrağa götürdü. Başka bir şey demeden ambulansa doğru yürümeye başladığında yumruklarımı sıkıp beklemeye başladım.

 

"Bir sen, bir vatan, dedi."

 

Ercüment'in sesi kulağıma dolduğunda yaptığı açıklamayı anlamıştım. Selim gözden kaybolduğunda kalan süreyi düşünmeye çalıştım. Abim vücudunu bana biraz daha siper ettiğinde başımı kaldırıp ambulansa baktım. Kaya ne kadar gitmek istese de izin olmadığı için kıpırdayamıyordu.

"İkinci kablo komutanım," dedi Berker.

 

"Aptallar, hep birlikte ölüme gidiyorsunuz."

 

Adam bir köşeye çekilmiş olsa da hala yerdeydi. Kaya'nın tekmesini karnına yediğinde susmuştu. Muhtemelen hala kavga ediyorlardı ancak benim yek odağım ambulanstı.

 

"Olmaz değil mi? Ona bir şey olmaz?"

 

Abim başını aşağıya doğru eğip gözlerime baktığımda ona sımsıkı sarılmak istedim. Hala içimde adını bilmediğim bir his beni bundan vazgeçiriyordu.

 

"Olmaz abim."

 

Tuna eliyle iki işareti yaptığında abim üzerime biraz daha eğildi. Herkes nefesini tutmuş bir halde bekliyordu. Selim kimsenin gelmesine izin vermeden kendisi gitmişti. Kaya hiç konuşmadan hatta gözünü bile kırpmadan ambulansa bakarken bir patlama sesi duyuldu. Herkes olduğu yere kapanırken inatla başımı kaldırmaya çalışsam da abim engelliyordu. Nihayetinde başımı az da olsa kaldırıp baktığımda patlamanın karşımızda duran dağda olduğunu gördüm. Tim hızla ambulansa giderken bende onlarla beraber yürümeye başladım. Adımlarımı durduran şey yerde gördüğüm kan lekeleri olmuştu. Görüntüsüne bakılırsa daha yeniydi. Kalbimi acıtan o görüntüyü götür görmez kimseyi dinlemeden ambulansın içine atladım.

 

Kalbimin üzerinde ki o güç yavaş yavaş kalkmıştı. Selim ön koltukta Kaya'nın babasına müdahele ederken bir sorun yok gibiydi. Geldiğimi görür görmez saçlarında duran maskeyi yüzüne kapattı. Mert ön tarafa dolandığında pansuman işini devralmıştı. Dışarıya çıkan Selim'i takip etmeye başladığımda diğerleri araçlara yönelmişti.

 

"Arabaya bin Efsun."

 

Bakışlarını inatla benden kaçırıyordu. Adımlarımı hızlandırır aramızda ki mesafeyi kapattığımda parmaklarım koluna dolandı. "Dur, Selim." Onun gibi konuşmam şaşırtmış gibi duruyordu.

 

"Görme beni," dedi rica eder gibi. Başı hala öne eğik duruyordu. "Görmek istemiyorum seni dedin. Ben beklerim seni, sorun değil. Ne zaman istersen o zaman gel ama şimdi olmaz."

 

Elimi yanağına koyduğumda maskenin üzerini okşadım. Kafasını bir anlığına kaldırdığında gördüğüm şeyle öylece kalırken öne eğdiği başını tekrar havaya kaldırdım. Maskenin sağ tarafına bulaşmış bir kan lekesi vardı. Muhtemelen yaranın üzerine maskeyi taktığı için kan lekesi maskeye de çıkmaya başlamıştı. Engel olmasına izin vermeden yüzünde ki maskeyi çıkardığımda elleri iki yana düştü.

 

"Yaralanmışsın."

 

Gözünün altından akmaya başlayan kanlar çenesine doğru yol alıyordu. İyiyim dercesine elimi tutsa da inanmadım. Canı çok yanıyor olmalıydı.

 

"Selim, yüzün kanıyor!"

 

Ses tonum giderek artmaya başlamıştı. Ellerimi avuçlarının arasına alıp saçımı okşadı. "Önemli bir şey değil güzelim."

 

"Çok kan var, çok."

 

İyiyim dese de olmadığı ortadaydı. "Tuna!" Sesim düşündüğümden daha yüksek çıktığında Tuna yanımıza gelmişti. Elinde ki ilk yardım çantasına baktığımda düşünmeden aldım. Her ihtimale karşı yanında getirmişti. Selim başını sallayınca yanımızdan ayrılsa da gidene kadar bize bakmaya devam etmişti. Selim yere oturduğunda karşısına geçip çantayı açtım. Kanı temizlemek için bir bez alıp usulca silmeye başladım yüzünü.

 

"Kan var," dedim bir kez daha kendisini kendime. Bu sırada mikrop kapmaması için bir de ilaç sürmüştüm. "Yok güzelim, geçti. Sen dokundun geçti hepsi."

 

Yüzünde ki ellerimi tutup kendine çekti. Yanında ufacık kalan bedenimi göğsüne yasladığında üniformasında gördüğüm ıslaklıklardan ağladığımı fark etmiştim.

 

"Canım çok yanıyor."

 

Yanlış bir şey yapıyormuş gibi kolunun altında ki bedenimi yavaşça geri çekti. Gözleri gözlerime özür dilerim, dercesine bakarken içimde ki acı tekrar sızladı. "Senin canın yandığında benimki daha çok yanıyor."

 

"Aşk buymuş Selim. Sen demekmiş, böyle hissetmek, böyle düşünmekmiş. Eskisi gibi değilim artık yavaş yavaş hatırlıyorum ama bir seni unutmuyorum sanki. Hatırladığım bütün anılar sana çıkıyor."

 

Gözleri öyle derin bakıyordu ki gözlerinin o siyah rengi eriyip yüreğime dolmuş gibi hissetmiştim

 

"Senin canın hiç acımasın. Hep iyi ol, benimle kal. Seni seviyorum."

 

Son cümleyi biraz kısık sesle söylesem de anlamıştı. Az önce yavaşça bıraktığı bedenimi bu kez hızla kendine çekti. Dudakları saçlarıma küçük öpücükler bırakırken sıcak nefesi kulağıma değdi.

 

"Sen benimle olduktan sonra ben hep iyi olurum. Senin canın hiç yanmasın, gözüne yaş düşmesin."

 

Derin bir nefes aldığını duydum. Saçlarımın üzerinde hissettiğim çenesinden anladığım kadarıyla saçlarımı koklamıştı. İki kez kaçırıldığım için de oldukça kötü durumda olmalıydım. Ancak Selim bunu önemsemeden direkt saçlarımla buluşuyordu.

 

"Çok aşığım sana Füsun."

 

Son cümlesi bu olurken sımsıkı sarılmaya devam etmişti. Sanki söylemek istediği çok şey varmış da tek bir cümleye sığdırmış gibiydi. Kucağına biraz daha sokularak cevap verdiğimde gülümsediğini duydum.

 

"Dilimiz ne kadar git dese de kalbimiz hep gel desin." Yeniden saçlarımı öptü. "Aynen böyle."

 

 

 

 

Loading...
0%