Yeni Üyelik
37.
Bölüm

24.BÖLÜM

@livasayina

Kucak dolusu sevgiler hepinize okurballarımm🤍

 

Yorumlarda düşüncelerinizi belirtmeyi unutmayın. Sizi seviyorum bilgilendirmesini de yaptıysam, keyifli okumalar!

                             ◇

 

Anne ile çocuk arasında nasıl bir bağ vardı da birbirlerine herkesten yakın olurlardı? Küçükken ne zaman düşsem annem koşarak bahçeye çıkar ve beni kaldırırdı. Düştüm demezdim ben ona, o önceden bilip beni tutardı. Ama simdi, fazlasıyla düşmüş durumdaydım. Yanımda Selim haricinde kimse yoktu, annem hala oğlunun yaşadığına inanmazken ilaçlarla ayakta duruyordu. Alp odasından çıkmazken babam hepimize yetmeye çalışıyordu.

 

Bir mutfak duvarına bakarken tüm hayatımı sorgulamıştım az önce. Benim abim ölmemişti, hatta artık bir eşi ve oğlu da vardı. Oğuz... Ona hiç sarılamasam bile ruhuma iyi gelen bir yanı vardı. Babasına da çok benzese de Alp'in küçük versiyonu gibiydi. Şirin teyze koluma dokunduğunda olduğum yeri hatırlayıp dağılan dikkatimi toplamaya çalıştım. Kulağıma dolan sesi duyduğumda telefonumun çaldığını fark ettim. Ekranda bilmediğim bir numara vardı. İlk çalışında açmasam da inatla aramaya devam ediyordu.

 

"Efsun, açmayacak mısın?"

 

Selim'in sorusuna başımı hayır, anlamında sallayarak telefonu üçüncü kez tekrar kapattım. Dördüncü kez de çalmaya başladığında Selim telefonu eline aldı. "Bankadır," dedim açıklama yapmak adına. Çatılan kaşlarıyla telefonu açtığında birkaç saniye içerisinde ifadesi yumuşadı. "Ağır ol ufaklık," dedikten sonra telefonun sesini açıp bize doğru uzattığında tüm dikkatim telefona kaymıştı.

 

"Baba bu abi hep halamın yanında duruyor. Sevmedim ben onu."

 

Kulağıma dolan sesle kaşlarım havalanırken bir yandan da mutlu olmuştum. Israrla arayan kişi yeğenimdi. Beni yaralarımdan öpen Oğuzdu. "Babasının oğlu," dedi abim arkadan. Bunu eşine nispet yapar gibi söylediği açıkça belliydi. Şirin teyze ve Kemal amca abimin yaşadığını da duymuşlardı. Şu an içinde bulunduğumuz duruma Selim hariç hepimiz şaşkındık.

 

"Badi," diye seslendi Oğuz.

 

"Açmadın mı hala sesimi? Halam duymuyor mu beni?"

 

Halam...

 

Söylediği tek bir kelime kalbimde ne var ne yoksa eritmeye yetmişti. Konuşması hala düzgün olmasa da kendisini çok güzel bir dille ifade edebiliyordu. "Açtım badi," dedi Selim.

 

Bu onların arasında bir şakalaşma şekliydi anlaşılan. Hangi ara bu kadar yakın olmuşlardı?

 

"Oğuz," dedim artık konuşmam gerektiğini fark ettiğimde. Telefonun ucunda kısa süreli bir sessizlik olsa da anında bir kıkırdama sesi duyuldu.

 

"Bana dedi baba," dedi neşeli bir tonlamayla. "Hala, ben seni resimli aramak istiyorum. Annem halanın işi varmış, dedi. Çok mu var işin? Arayabilir miyim seni?"

 

Sürekli hala demesi garip bir duygu hissetmeme sebep oluyordu. Bir tarafım saatlerce ağlamak isterken bir tarafım deli gibi gülümsüyordu. Pelin oldukça anlayışlı bir insandı. İlk gördüğüm günden beri davranışları hep bu yönde olmuştu. Sessiz kalan kişi hep abimdi.

 

"Sana yok," dediğimde telefonun ucundan tüh, diye bir ses duyduğumda gülümsedim. "Yani sana işim yok, arayabilirsin beni."

 

Telefon anında kapandığında benim için bu kadar istekli olması beni şaşırtıyordu. İlk defa gördüğü halasını hem bir o kadar iyi tanıyor hem de çok seviyordu. Ekranda arama bildirimini görünce bekletmeden telefonu açtım. Masanın üzerinde bir noktaya telefonu sabitlediğimde Selim de yanıma oturmuştu. "Bu ufaklık bizim pabucu dama attı sanki," dedi hayıflanır gibi. Ekranda yalnız ben olduğum için Oğuz telefonu açtığımda Selim'i görmemişti.

 

"Tamam baba," dedi Oğuz kızar gibi. Telefonu eline alıp kaçarcasına odasına gittiğinde küçük yüzünü gülümseyerek izledim. "Hala bak, benim odam burası," dedi arka kamerayı açmaya çalışırken. Sonunda bunu başardığında yarım yarım odasını ve eşyalarını gösterdi. "Bu da benim uyku arkadaşım. Babam ben uyuyacağımda hep seni ve amcamı anlatıyordu. Bende onun adını Alp koydum." Elinde ki tavşanı kameraya doğru salladığında küçük bir kahkaha attım. Alp kesinlikle bu anları görmeliydi. Selim'in bile güldüğünü duyduğumda uzun zamandır ikimizinde böylesine gülmediğini düşündüm.

 

"Badi?"

 

Selim başını eğip Oğuz'un görüş alanına girdiğinde göz kırptı. "Ama bu haksızlık," dedi Oğuz. Yatağına girdiğinde kapısının açıldığını duymuştum. Abimin orada olduğunu bilip konuşamamak canımı daha çok acıtıyordu. İçimde ona karşı olan duygunun adı neydi bilmiyorum. Yılların özlemi, hasreti, kırgınlığı...

 

"Sen hiç benim yanıma gelmedin. Ben senin yanına geldim. Ama badi hep senin yanında. Benim yanıma da gelecek misin hala?"

 

Oğuz ve Selim'in birbirlerini kıskanmaları sebepsizce hoşuma gidiyordu. Aralarında ki bağ bu düşünceden oluşuyordu. Selim mi Oğuz ile çocuk oluyordu yoksa Oğuz mu Selim'i anlayacak kadar olgun birisine dönüşüyordu bilmiyordum.

 

"Geleceğim," dedim. Yüzünde ki gülümseme benim dudaklarıma da yayılmış gibiydi. "Hasta mısın hala," diye sorduğunda neden öyle düşündüğünü merak ettim. Buraya geldiğimizden beri iyileştiğimi hissetmiştim. Hasta gibi mi görünüyordum?

 

"Hayır, değilim." Telefonu bir anlığına babasına çevirdiğinde öylece ekrana bakakalmıştım. Uzayan sakalları, kumral saçları, yeşile çok yakın gözleri ile abimdi.

 

"Sordum işte bak. Halam hasta değilmiş baba."

 

Telefonu babasının eline tutuşturduğunda koşarak bir yere gitmişti. Şirin teyze elimi okşarken Kemal amca da anlayışla yüzüme bakıyordu. "Komiserim," dedi Selim ortamda ki havayı dağıtmaya çalışarak. Abimin dalgın bakışları anında ona yöneldi. "Oğlunla bile badi olduk, sen hala bir selam bile vermiyorsun."

 

Abim gülümser gibi olduğunda benim dudaklarıma da buruk bir tebessüm yayıldı. "Ayıpsın Karacalı. Anlaşılan sadece oğlumun kalbine girmemişsin. Sözünün eriymişsin."

 

Abim ve Selim'i konuşurken hiç görmemiştim. İkisini de görmek istemediğimi söylediğimde ikisi de birbirine bakmıştı. Onların gözlerinde ki o kırılgan ifade kalbimde de kendisini hissettirmişti. Telefon havalanırken abimin yüzü görüş alanımdan çıkmıştı. Küçük bir kıyafet dolabının önüne geldiğimizde kapılar hızla açıldı. "Hala bak," dedi Oğuz'un neşeli sesi. "Annem bana yeni kıyafet aldı. Babaannem ve dedemin yanına giderken giyeceğim." Babaannesi ve dedesi... Annem ve babam torunlarını ilk defa görecekti. Oğuz şimdiden tüm hazırlıklarını yapmış, onlarla buluşmayı bekliyordu. Annem kendi gözlerimle görmeden inanmam dediği için birkaç gün sonra abimler de bizimle beraber Manisa'ya gidecekti.

 

"Bu da amcamın hediyesi," dedi masanın üzerinde ki hediye paketini gösterirken. Bizlere bu kadar düşkün olması gülümsetmişti. "Badi," dedi heyecanla. Bu kez trip atar gibi değil de gerçekten bir şey göstermek istermiş gibi heyecanlı çıkmıştı sesi. "Sana da hediye aldım," dedi telefonu yatağa bırakırken. Zihnimde yatağa tırmanmaya çalışan hali gülümsetmişti. "Sen bana hediye göndermişsin, askerli defterim var artık benimde. Bende sana hediye aldım. Annem arkadaşlarım hediye aldığı zaman benimde onlara alabileceğimi söylemişti."

 

Selim yeğenime hediye alacak kadar yakındı ve ben bunları ilk defa burada duyuyordum... Gerçi, çocuklarla zaten iyi anlaşan bir yapısı vardı. "Badi," dedi Selim. Oğuz bunun hoşuna gittiğini belirtircesine kıkırdadı. "Sen bana çok kızıyorsun ama ben seni çok sevdim sanırım."

 

Oğuz kaşlarını çatarak baktı. "Yoo," dedi harfleri uzatırken. "Ben sana kızmıyorum. Halamın yanında çok durma diyorum." Kulağıma dolan kahkaha sesi daha önce duyduklarımdan değildi. Abimin gülüşü bu yaşımda ilk defa duyduğum şeydi...

 

"Hala," dedi Oğuz düşünceli bir sesle. Telefonu düzeltip tekrar görüş alanına girdiğimde gözleri beni buldu. "Senin gibi amcam da konuşur mu benimle?"

 

Alp çocukları çok severdi. Kendisi de çocuk gibi bir insan olduğu için onlarla anlaşırken sorun çıkmazdı. Ancak konu yeğeni olduğunda tepkisi ne olurdu bunu bende bilmiyordum. "Konuşur, bence çok güzel de anlaşırsınız."

 

Oğuz artık konuşmayı bırakıp ekrana yakından bakmaya başlamıştı. Daha yakından görünen fındık burnu, sarıya benzeyen saçları ekrandan bile yanaklarını sıkmak için harika duruyordu. "Hala bu ev neresi?"

 

Şirin teyze güldüğünde sohbetten keyifli aldığını fark ettim. Kemal amca ve Şirin teyze bu süreçte ikinci ailem gibi olmuştu. Zaman zaman kendi acılarını örtüp benimkileri iyileştirmeye çalışmışlardı. "Bu ev bizim küçük bey," dedi Şirin teyze ekrana eğilerek. "Badi'nin annesiyim ben." Cümlesi beni güldürürken Selim'i düşündürmüştü. Annesiyim ben, demesi içinde bir yerlere dokunmuştu.

 

"Halamı götürmüşler baba. Çikolata da yemişlerdir," dedi Oğuz endişeli bir tavırla. Pelin oğlunu sakinleştirmek adına bir şeyler söylese de bir işe yaramamış gibi duruyordu. Selim annesinin elimde ki telefonu avucuna alıp kadraja tamamen kendisi girdi.

 

"Badi çikolata sevmez," dedi abim.

Sesinde ciddi bir tonlama vardı.

 

"Severim," diye düzeltti Selim. Bakışları birkaç saniyeliğine bana kaydı. "Ama yanında çiçek olduğu zaman." Konu ne ara isteme muhabbetine dönmüştü?

 

"Manyak manyak konuşma, görende kız istiyorsun sanacak."

 

Abim Selim'in sözlerine karşılık verirken Oğuz ısrarla kendini göstermeye çalışıyordu. "Kız değil baba, halamı istiyor o. Kızı amcam isteyecek."

 

Abimin bakışları öylece ekranda kalırken biz telefonun diğer ucunda kahkaha atmıştık. Oğuz'un amcasına daha farklı bir bakış açısı vardı. Çok iyi anlaşacakları kesindi. "Badi değilde yetişkin adam mübarek," dedi Selim hayranlıkla. Oğuz'un bu kadar olgun oluşu hepimizi şaşırtsa da artık alıştığımı düşünüyordum.

 

Birkaç dakika daha konuştuktan sonra telefon kapanmıştı. Şirin teyze ve Kemal amca gülümseyerek bize bakıyorlardı. Oğulları yanlarındaydı. Söylediklerine göre Selim'in ilk defa onlara anlattığı o kadındım ben. Belki de beni kızları gibi sevmeleri bu yüzdendi. Çiğdem hamile olduğu için aramıza çok katılamasa da Poyraz abi ve Ela abla her fırsatta yanımıza gelmişlerdi. Sabah burada ki son günümüz, dedi içimde ki ses. Buradan sonra biz Manisa'ya giderken abimler de arkamızdan gelecekti. Yarın yıllardır boşluk olan o his dolacaktı.

 

Bir anne yıllardır öldü bildiği oğluna kavuşacak, bir dede ilk defa gördüğü torununa sarılacaktı. Yarın güneş bizim için doğacaktı...

 

                                                                                                          ◇

 

Valizleri arabaya koyup koymadığımı defalarca kez kontrol ettikten sonra buğulu gözlerle bizi izleyen aileye bakıp tebessüm ettim. Geçirdiğim zor süreçte onlarda benim bir ailem olduğunu açıkça hissettirmişti. Onlara sıkıca sarılıp arabaya bindiğimde derin bir nefes aldım. Hava kar yağacakmış gibi soğukken ben çok sıcakmışçasına terliyordum. Selim arabayı çalıştırdığında koltuğa yaslanıp yolu izlemeye başladım.

 

"Sen işe dönmeyecek misin?"

 

Benim yerime geçici olarak eski fizyoterapist Derya Hanım görev yapıyordu. İzinli sayıldığım için ailemin yanına gitme fikri oldukça cazip gelmişti. "İzinliyim," dedi tereddüt eder gibi. Selim kolay kolay izin kullanmazdı. Bundan önce seyahat yapmış olsak da bunlar hep kısa süreli olmuştu.

 

"Değilsin," dedim bir şeyler olduğunu biliyorum, dercesine. Bakışlarını gözlerime çevirmek istemez gibi inatla yola bakıyordu. Derin bir nefes aldığı şişen göğsünden anlaşılırken omuzları çöktü.

 

"Bir süre böyleyim. Komutan çağırana kadar..." Sesi buruk çıkmıştı. Bu durum onu çok üzüyordu ancak etrafa belli etmemeye çalışıyordu. Dizinin üstünde ki elinin üzerini avuçlarıma aldığımda parmakları avucumda gezindi. Parmaklarımı tutup güç alırcasına derin bir nefes aldı. Son operasyon da yaşananlar belki de görevine ara vermesine sebep olacaktı.

 

"Ama sen yanımdasın," dedi beni ikna etmeye çalışır gibi. "Ve bu benim en büyük şükür sebebim." Avuçları arasında kalan parmaklarımı dudaklarına götürüp belirsiz bir öpücük bıraktı. Saatler sürecek diye düşündüğüm o yolculuk adeta ışık hızıyla bitmişti. Manisa tabelasını gördüğümde hava soğuk olmasına rağmen camı açıp derin bir nefes aldım. Eve doğru ilerlerken sokağın bir kenarına çekilmiş olan arabaya takıldı gözlerim. Selim de aracı görünce durduğuna göre tahmin ettiğim gibi abimlerin arabasıydı bu. İkimizde arabadan indiğimizde Pelin koşarak yanımıza geldi.

 

"Efsun," onu ilk defa böyle telaşlı görüyordum. Daha önce hiç konuşmamış olsak da sakin bir yapısı olduğu belliydi. "Oğuz, kayboldu." Ağlamaya başladığında abim gelerek eşine sarılmıştı. Ben telaşla etrafa bakınırken Selim de yakınımızda bulunan parka yürümeye başlamıştı.

 

Gelip geçen birkaç kişiye sorsam da kimse görmediğini söylemişti. Selimle beraber parkı da aradığımızda hala bulamamış olmak beni de duygusal açıdan oldukça zor bir noktaya getirmişti. Telefonum çaldığında olduğum yerde durup annemin çağrısını cevapladım.

 

"Efsun," dedi annem. Ses tonunu daha üzgün duymayı beklesem de oldukça neşeli geliyordu. "Annem gelmediniz hala," dedi sorgular gibi.

 

"Kimmiş o Müjgan," dedi arkadan bir ses. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken Oğuz'un sesinin annemin telefonundan gelmesi beni dumura uğratmıştı. Annemle başka hiçbir şey konuşmadan telefonu kapatıp Selim'in yanına gittim. Aceleyle geldiğimi görünce abim ve Pelin de gelmişti.

 

"Az önce annem aradı, Oğuz'un sesini duydum. Oradaymış."

 

Herkes şaşkınlıkla sessiz kalırken abim öylece bir noktaya dalmış gibiydi. Arabalara bindiğimizde artık konuşmak için kelimelerim bana küsmüş gibiydi. Öylece başımı koltuğa yaslayıp yaşanacak olanları düşünmeye başladım. Kan çekmek, bu demek miydi? Birbirlerini hiç görmeyen babaanne ve dede torununu tanır mıydı?

 

Evin önüne geldiğimizde kimse birbirine bakmadan asansörlere yöneldi. Kapının önüne geldiğimizde abim kapının yanında ki merdivenlere çıkarak kendisini biraz olsun gizledi. Belki de anneme direkt kendisini gösterip şoka uğratmak istemiyordu. Kapıyı çaldığımda çok geçmeden açıldı. Annem gülümseyerek bize bakarken yanımızda ki Pelin'e baktı. Etrafta birini arar gibi bakarken Oğuz koşarak yanımıza gelmişti.

 

"Hala," diye bağırdı Oğuz. Dizlerime sarıldığında annesini görüp onun yanına gitti. Annem şaşkınlıkla annesine sarılan küçük çocuğa bakıyordu. Torunu olduğunu şimdi öğrenmişti, onun hemen ardında ki babam da ondan farksız değildi. "Anne bak babaannem ve dedem burada. Resimde değiller artık." Oğuz parmağıyla onları işaret ederken ortamda ciddi bir sessizlik hakimdi. Annem dengesini kaybeder gibi olduğunda içeriye girerek koluna girdim.

 

Abim görüş alanımıza girdiğinde annem nefesini tutmuştu. Bayılacak gibi olduğunda Selim'in de yardımıyla salona taşıdık. Babam endişeyle annemle ilgilense de bakışları oğlundaydı. İnanamıyorlardı. "Sen," dedi keskin bir ses tonuyla. "Yaşıyorsun." Annemin bileğine masaj yaparken kaşlarını çatmış haliyle abimi izliyordu.

 

"Her şeyi anlatacağım," dedi abim sessizliğine bir son verirken. Annem korkmuş bir ifadeyle ona bakıyordu. O ise inatla gözlerini kaçırıyordu. Oğuz dizlerime sarıldığında eğilerek yüzüne baktım. Olanlardan endişelenmiş gibiydi.

 

"Amcam nerede hala?"

 

Sahi, Alp neredeydi? Selim bende görmedim der gibi kaşlarını kaldırdı. Mutfaktan getirdiği ağrı kesici ilacı anneme verdikten sonra Oğuz'u kucağına aldı. Saçlarını karıştırıp yanağına küçük bir öpücük bıraktı.

 

"İstersen yanına gidebiliriz," dediğimde gözleri sevinçle parladı. Alp'in odasına girmek için ufak bir bahanem olabilirdi bu durum. Kapının önüne geldiğimizde Oğuz inatla yere inmek istedi. Selim onun isteğini yerine getirirken kapının koluna uzanıp araladı.

 

"Alpi," dedi fısıldar gibi.

 

Odadan cevap gelmeyince Oğuz'un önderliğinde odaya giriş yaptık. Alp pencerenin önünde ki koltuğa oturmuş endişeyle etrafa bakınıyordu.

 

"Yok yok hayır, delirmek için çok gencim," dedi kendi kendine. İnatla bakmayı sürdürdüğü yere baktığım da abimin de geldiğini gördüm. "Hepsi dirilmiş olamaz, hayır Alp." Selim ve abim birbirlerine bakarken dudaklarıma bir gülümseme yayıldı. Oyun gibi görünen bu durum gerçekti. İkisi de ölmemişti. İkisinin de acısını yüreğimizde hissetmiştik ancak onlar şu an buradalardı.

 

"Abla, geliyor. Yanıma geliyor," dedi dizlerini kendine çekerken. Oğuz adımlarını kararlı bir şekilde ona doğru atarken biz öylece onları izliyorduk. Cebinde ki küçük hediye paketini çıkartıp Alp'in yanına bıraktı Oğuz.

"Bu senin Alpi, yanına bıraktım. Gelmemi istemiyorsun, yanına gelmeyeceğim." Olgun bir duruşla geri çekildiğine yeğenime bir kez daha hayran olduğumu fark ettim. Bu hikayede ki en masum kişi belki de oydu. Alp kendini izleyen küçük bakışlara dayanamayıp paketi açtı. İçinden birçok misket çıktığında gülümsedi. "Sen misket oynarken hep oyunu kaybedermişsin. Babam seninle hiç misket oynamamış, benimle de oynamadı. Belki beraber oynarız diye almıştım."

 

Kalbinden öperim Oğuz...

 

Abim kardeşiyle hiç misket oynayamadığı için oğluyla da oynamamıştı. Bizi her zaman ona anlatıp anılara sahip çıksa da eksik olan tarafları onda da bir açıklık olarak bırakmıştı. Alp elinde ki misketleri usulca yanına bıraktı. "Alpi?" Oğuz'un kendisine böyle seslendiğini yeni fark etmiş gibiydi.

 

"Amca demek için çok çocuksun Alpi," dedi Oğuz. Bana hala diyordu? Düşündüklerimi anlamış gibi başını bana çevirdi. "Sen de yaşlı değilsin ama bizim sınıfta Mete'nin halası vardı. Onu okuldan hep o alıyordu. Bende sana o yüzden hala dedim. Hala diyebilmek için." Desin istedi kalbim, hep desin...

 

Oğuz yaşına göre oldukça büyüktü, ya da büyümek zorunda kalmıştı. Anne ve babası omu ilgiyle büyütse de o olgun birisine dönüşmüştü. Alp ayağa kalkarken birkaç adım öne çıktı. "Sende benim yeğenim olmak için fazla akıllısın." Güldürse bile acı bir gerçekti bu. Abim duvara yaslanmış olanları izlerken bende Selim'in göğsüne yattığımı fark ettim. Benim en güvenli limanım oydu, fark etmesem bile bir yerlerde hep onda soluklanıyordum.

 

Alp dizlerinin üzerine eğildiginde Oğuz düşünmeden ona koştu. Alp kucağında ki ufaklığın saçlarını kokladığında bir anlığına gözleri kapandı. Oğuz koşarak olanları annesine anlatmaya gittiğinde abim yaslandığı duvardan öne doğru ilerledi.

 

"Ee Alp, sıra bize gelmedi mi?"

 

Alp hala yapay zekanın bir oyunu olup olmadığını sorgular gibi abimi inceliyordu.

 

"Gelmedi."

 

Başka bir şey söylemeden odadan çıktığında bizde salona geçmiştik. Annem az öncekine göre daha iyi bir halde etrafını izliyordu. Abim annemin karşısında ki tekli koltuğa oturduğunda hepimizin karşısına geçmiş oldu. Konuşmaya başlamadan önce Pelin'e baktı.

 

"Ben size gelmeyi çok istedim," dedi itirafta bulunur gibi. Bakışları yavaş yavaş üzerimizde gezindi. "Çok küçüktüm, tehdit ettiler beni. Onlardan olmayı hiçbir zaman kabul etmedim. Onlar da türlü yalanlarla beni öldü olarak gösterdi. Belirli bir yaşa gelince yanlarından kaçtım, okudum. Bu süreçte uzaktan da olsa hep sizi izledim. Sonunda polis oldum, onları yakalayacağıma dair söz verdiğim küçüklüğüme bir borcum vardı. Ben o borcu ödedim. Belki mükafat olarak Pelin buldu beni. Çok sevdiğim bir kadınla evliyim ve çok sevdiğim bir oğlum var..." Aralarda soluklansa da tek nefeste tüm yaşadıklarını anlatmıştı. Babam bize göre daha anlayışlı görünse de biz hala bir şeylerin burukluğunu yaşıyorduk.

 

"Söyledikleri doğru, araştırdım bende. Bir sorun yok." Selim de fikrini belirtince ortamda derin bir sessizlik olmuştu. Abim oğlunun yere düşen oyuncağını almak için eğildiği sırada kazağının ucundan görünen kısım hepimizde şaşkınlığa sebep olmuştu.

 

"Yaran var," dedi annem canı acımış gibi. Abim anında doğrulup üzerini düzeltti. Saklamaya çalışsa da görünen kısmı bile yaranın derin olduğunu kanıtlıyordu. "Göster," dedi annem bu kez de emir verirmiş gibi. Ben Selim'in elini sımsıkı tuttuğumda abim annemin ısrarına dayanamayıp kazağını yavaşça kaldırdı. Sağ tarafında böbreğinin olduğu yerde, dikiş izine benzer bir yara vardı.

 

"O pisliğin oğlu yaşasın diye," dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Böbreğimi ona verdiler, anne." Sesi ilk defa böylesine derinden çıkmıştı. Annem ayağa kalkarken babam yardım etmek istese de kabul etmedi. Dengesini sağlamaya çalışırken bir süre bekledi.

 

"Ben oğlumun acısıyla yanarken onlar benim oğlumun canını yakmış Tahir," dedi titreyen sesiyle. Gözyaşları yanağına süzülmeye başladığında birkaç adım atıp durdu. Abim de anneme doğru birkaç adım ilerlediğinde artık birbirlerine çok yakınlardı. Abim izin istermiş gibi anneme bakarken o çoktan zayıf kollarını oğlunun boynuna sarmıştı. Onlar bir süre sarılıp, ağlarken babam da yanlarına gidip onlara eşlik etti. Ben hala sıkı sıkı tutmakta olduğum eli fark edince kendimi geriye çekip gözlerimi kurulamaya çalıştım. O sırada Selim'in avucunda ki elimden destek alarak beni göğsüne çekmesi daha da duygulanmama sebep olmuştu.

 

"Geçti güzelim, geçti," diye fısıldadı kulağıma. Bizim haberimiz olmadan geçmişti onca sene... Benim abim ölmemişti, annem ve babamın ilk çocuğu, göz bebeği hayattaydı. Kollarımı mümkünmüş gibi Selim'in bedenine daha sıkı sardım.

 

Alp bir kenarda öylece kalmıştı. Herkes birilerine sarılırken o olduğu yerde bizi izliyordu. Yanına gideceğim sırada Oğuz'un da ona sarılması artık yalnız olmadığımızı fark ettirmişti. Artık daha büyük bir aileydik. Bir yengem, bir abim ve bir de yeğenim vardı. Herkes ayakta duracak gücü kaybettiğini fark ettiğinde kendini koltuklara bıraktı.

 

"Annem," dedi annem. Sesi o kadar içten çıkmıştı ki abim kendisine seslendiğine şaşırmıştı. Hasret kalmış gibi derin bir nefes aldı. "Benim sizden başka hiçbir şeyim yok," dedi annem kendi kendine anlatır gibi. "Siz doğarken kalbimi bir parçaya bölüp sadece size ayırdım ben. Üç parça verdim size; Yaman, Efsun, Alp." Öyleydi. Annem bizi bu zamana kadar asla ayırmamıştı. Bizi asla üzmemiş ve kırmamıştı.

 

"Ogi," dedi Oğuz babaannesine kendisini göstererek." Annem gözyaşlarının arasından buruk bir tebessümle ona baktı.

 

"Bir de torunum var," dediğinde Oğuz keyifle kıkırdadı. Biz kendi acımızı bilip yüreğimizde hissederken bu zamana kadar o da içinde bir şeylerin boşluğunu yaşamıştı. Hiç görmediği ailesini kendince tanımaya çalışmıştı. Pelin oğlunu sessizleştirmek için kucağına çekti. Başından beri hiç konuşmamıştı.

 

"Pelin," dedi abim düşündüklerimi anlamış gibi.

 

"Ben Pelin," dedi kendini anlatmaya başladığında. "Mimarım ama Oğuz doğduktan sonra kendi ofisimde çalışmaya başladım. Evleneli beş yıl oldu."

 

Beş yıl önce abim evlenmişti. Yanında hiçbir ailesi olmadan, düğün bile yapmadan sade bir nikahla evet demişlerdi birlikteliklerine. Babam anlayışla başını sallarken annem de pür dikkat onu izliyordu.

 

"Ben babamı kaybetmiştim," dedi Pelin başını öne eğerken. "Öldürdüler babamı, annemle ben tek kalınca basta ne yapacağımızı bilemedik. Sonrasında karakolda aldım soluğu. Orada tanıştık. En başından beri gece gündüz demeden araştırıp buldu suçluları. O günden sonra da bana babamın yokluğunu hiç hissettirmedi." Elim benden bağımsız olarak Selim'in parmaklarını okşadı. O da bana bu zamana kadar abimin yokluğunu hissettirmemişti.

 

"Başın sağ olsun kızım," dedi annem ve babam aynı anda. "Kendini yabancı hissetme, sende bizim kızımızsın bugünden sonra," diyerek ciddiyetle belirtti babam. "Aynen öyle," diyerek son noktayı koyan da annem olmuştu.

 

"Bana bakın," dedi Alp uzun süren sessizliğini bozarken. En başından beri köşesinde kendi halinde duruyordu. Kimsenin ona yaklaşmasına izin vermezken olayları içinde tartıp tepki veriyordu. "Daha yeni amca olmamın şokunu atlatmışken kayınço muhabbetine falan giremem ben. Ablam da var, yengem de varmış şimdi. Bu kadarı yeterli." Alp göz yaşlarını kurularken hepimizi güldürmüştü. Söylediği cümleler gerçek olmaktan çok bir şeyleri kendine kabul ettirme çabası gibiydi.

 

"Ağlama Alpi," dedi Oğuz. Bir elini havadan yere indirdiğinde umursamaz bir hali vardı. "Amca olacak kadar yaşlı değilsin dedim. Başka da amca değilsin ki zaten." O da kendince haklıydı. Amca değilsin demişti. Başka yeğeni olmadığı için amca diyecek kişi de yoktu.

 

"Bu çocuk," dedi Alp şaşkınlıkla. "Benden daha akıllı. Araştırılmalı."

 

"Bencede," diyerek öne çıkan ses hepimizin odağı olmuştu. Selim uzun zaman sonra konuştuğunda varlığını hatırlatırmışçasına tüm ilgiyi kendi üzerine çekmişti. Bizim ona bakmamızı beklemezmiş gibi gözlerini kaçırdı.

 

"Yani öylesine dedim ben," dedi çekingen bir sesle. Yüzbaşı Karacalı da olsan sesin bir yerde kısılıyordu, dedi içimde ki ses. Özellikle babamın bakışları üzerindeyken geçerli bir durum olmuştu bu.

 

"Ulaş," dedi babam. Selim anında hazır ol konumuna geçer gibi olduğunda gülümsedim. "Seni de unuttuk sanma, oğlumuzsun dedik. Başımızın üstünde yerin var."

 

"Başımızın üstünde yerin var dediysek de tepemizin tasını da attırma," diyerek ekledi abim. Selim ona umursamaz bir bakış atarken ortam bir nebze de olsa yumuşamıştı. Göz yaşlarımız yerini buruk bir tebessüme bırakmıştı.

 

"Ulaş abime laf yok," dedi Alp. Bu hızlı çıkışı beni şaşırtmamıştı. Adama hayranlık duyduğunu açıkça belli etmekten de çekinmiyordu. "Kimse yokken o vardı," dedi trip atar gibi. "Ablamı da buldu." Unuttuğumuz bir şeyi yeniden hatırlatırmışçasına konuşmuştu. Yaşadıklarımı unutmaya çalışsam da her anı zihnimde sayısız kez tekrar ediyordu.

 

Oğuz annesinin kollarından kurtulup kucağıma geldiğinde düşünmeden onu kucağıma aldım. Başını göğsüme sakladığında saçlarına bir öpücük bıraktım. Ortamın sessizleşmesi aramızda sessiz bir anlaşmaya sebep olmuştu. Oğuz'un daha fazla etkilenmemesi için konu şimdilik kapanmıştı.

 

"Badi," diye fısıldadı Selim. Oğuz göğsümde ki kafasını yavaşça kaldırıp ona baktı. "Burada kocaman bir park varmış, gitmek ister misin?" Oğuz anında olduğu yerde doğrulup başını salladı. Biz ayağa kalkarken abim ve Pelin de başını sallayıp sessiz bir onay vermişti. "Sizde daha rahat konuşursunuz," dedi Selim babama bakarken. Ben Oğuz'un ceketini giydirirken Selim de peşimizden gelmişti. Asansörü kullanmak yerine merdivene koşan Oğuz'un peşinden yetişmeye çalışırken içimde garip bir rahatlama duygusu vardı.

 

"Hala," diye seslendi Oğuz yüksek bir sesle. "Bak, kar yağıyor!" Kar yağmaya başlamıştı ve anladığım kadarıyla Oğuz neredeyse ilk defa bu kadar yakından buna şahit oluyordu. Büyüdükçe etrafında olan biteni daha iyi anlayabildiği için bu durum da onun için şaşkınlık verici olmuştu.

 

"Manisa, seni beklemiş Füsun," diye fısıldadı Selim. "Bütün güzelliğini sen gelince gözler önüne sermeye çalışır gibi." Başımı birkaç dakikalığına omzuna koyduğumda heyecanla etrafta koşan Oğuz'u izledim. Çok neşeli bir hali vardı. Arabaya bindiğimizde arka koltuğa geçip Ercüment gibi başını koltukların arasından çıkarıp bizi izlemeye başladı.

 

Selim Manisa'yı oldukça iyi tanır gibi bizi gerçekten de büyük bir parka getirdiğinde gülümseyerek ona baktım. Kısa sürede bütün detayları öğrenmişti. Oğuz hızlıca arabadan inerken bende hızla peşinden gittim. "Islak ama sallanamam ki," dedi üzgün bir sesle. Parmaklıkların önüne geldiğinde kendinden bir hayli uzun olan oyun alanına baktı. "Bende maymun gibi ilerleyebilir miyim burada?" Selim hangi ara aldığını bilmediğim eldivenleri Oğuz'un eline geçirdi. Kucağına aldığında Oğuz gülerek parmaklarını demirlere uzattı. Birkaç basamak ilerlese de kolları yorulmuştu. "Burası kocaman," dedi hayıflanır gibi. "Sen yap bunu." Selim kendisine yöneltilen isteği ikiletmeden Oğuz'u yere indirdi. Islak olduğu için tutmak zor olmalıydı. Selim ayaklarını kaldırmasına gerek kalmadan demirleri tuttuğunda bir dakika sürmeden tüm basamakları bitirmişti. Oğuz gülerek onu izlerken geriye dönüşünü de tamamlamış ve kendini yere bırakmıştı. "Beni babam gibi omzuna alır mısın," dedi Oğuz bu kez de.

 

"Eğitimlere dönme vakti gelmiş," dedim gülümseyerek onları izlerken. Selim söylemek istediğimi anlamış gibi yüzüme baktı. Ben onun görevine döneceğini düşünsem de o benim gibi düşünmüyordu. Timden gelen telefonları bile açmamıştı bu süreçte. Ben kendi kendime düşünmeye devam ederken bir anda ayaklarımın yerden kesildiğini hissetmemle şaşkınlıkla etrafa bakındım. Oğuz'un gülen sesi kulaklarıma dolduğunda Selim'in omzunda olduğumu fark ettim. Oğuz omuzlarında otururken beni de kucağına alıp onun seviyesine çıkartmıştı. "Bizi mi kaçırıyorsun," dediğimde sesim meydan okur gibi çıkmıştı. Boğazından cık, anlamında bir ses çıkardığında gülümsemem daha da büyüdü.

 

"Oğuz'u eve bıraktıktan sonra seni kaçırabilirim belki," dediğinde Oğuz kafasını öne eğip Selim'e tersten bakmıştı.

 

"Nereye," dedim aynı ses tonuyla.

 

"Şırnak'a," dediğinde kucağında olduğumu unutup zıplamaya çalışmıştım. "Sabah komutanım aradı, geri dönüyorum." Olduğum yerde alnına bir öpücük bıraktığımda gülümsemesi genişlemişti. Oğuz hareketlenince onu daha rahat indirebilmesi için ayaklarımı yere değdirmeye çalıştım. "Kalsaydın biraz," dedi çapkın bir tonlamayla. Saçlarımı savurup yere indiğimde Oğuz da hemen arkamdan yere inmişti. Karın yağması hızlanınca Selim'in görevini de kutlamak bahanesiyle bir tatlıcıya gelmiştik. Yusuf amca ile kısa bir sohbetin ardından siparişleri verip beklemeye başladık. Karşımda ki ikili buraya ilk kez geldiği için sipariş kısmını bana bırakmıştı. Oğuz için gelin kız tatlısı gelirken Selim'e de şehzade tatlısı gelmişti. Tatlılarla fazla arası olmadığı için bu onun için daha iyi bir tercih olabilirdi. Kendime onlardan farklı olarak mantar tatlısı söylediğimde şaşkınlıkla önümde ki tatlıya bakmışlardı. En son küçükken yediğim bu tatlıyı ikinci kez şimdi yemek istemiştim.

 

Oğuz tatlısının ismini duyunca gülerek yemeye başlamıştı. Selim de önünde ki tatlıyı yedikçe yüzünde ki ifade daha rahat bir görünüm alıyordu. Sıra içeceklere geldiğinde Selim önüne bırakılan kahveye inceler gibi baktı. Üzerinde ki bademleri bir araştırmacı edasıyla inceleyip bir yudum aldı. Oğuz meyve suyunu içerken dışarıda yağan kara bakıyordu.

 

"Adı ne bunun, daha önce hiç görmedim." Tadı hoşuna gitmiş olacak ki içmeye devam ediyordu. Kendi kahvemden bir yudum alıp geriye yaslandım.

 

"Cilveli kahve," dediğimde içtiği son yudum boğazında kalmış gibiydi. Birkaç öksürükten sonra kendisine geldiğinde arkasına yaslanıp ellerini masanın üzerine koydu. "Yani burada öyle denir, önceden kız istemeye gidildiğinde damada yaparlarmış." Şaşkın ifadesiyle beni izlemeye devam ettiğini görünce gülümsedim. "Hala yapan var gerçi," dediğimde sesim daha derin bir tonlamayla çıkmıştı. Önce önündeki kahveye, ardından bana baktı.

 

"Sen inatla gel beni iste diyorsun. Kendimi zor tutuyorum," dediğinde sesi gerçekten acınası bir halde çıkmıştı. "Yüzükleri formaliteden de olsa sen taktın. Kahveyi de içirdin," dedi meydan okurmuşçasına. "Ama ben henüz hamlemi yapmadım." Gözlerinde ki ifade şaşkınlığımın artmasına sebep olmuştu. Ne kadar soru sorup ipucu almaya çalışsam da inatla hiçbir şey söylememişti. "Zamanı gelince öğrenirsin yavrum," dedi rahat bir tonlamayla. Oğuz'un şaşkın bakışlarının ikimizin arasında gidip geldiğini görünce kısa bir anlığına onu unuttuğumuzu fark ettim.

 

"Siz yüzük mü taktınız?" Bunu söylerken bakışları parmaklarımızda ki yüzüklere kaymıştı. O an Selim ve ben yüzükleri çıkartmayı unuttuğumuzu fark edip tedirgin ifadelerle birbirimize bakmıştık. Günün yoğunluğundan kimse fark etmemiş olacak ki kimse bunun hakkında konuşmamıştı. "Babam hala takmadığınızı söylemişti," dedi şaşkın bir ifadeyle. Selim oturduğu yerde ona doğru dönüp elini sandalyesine attı.

 

"Baban doğru söylemiş. Daha taktık sayılmaz zaten. Başka bir zaman tekrar buraya geleceğiz ve o zaman takacağız. Şimdilik bunu kimseye söylemek yok anlaştık mı?" Oğuz birkaç saniyeliğine bana bakıp başını salladı. Derin bir nefes aldığımda suyumdan da bir yudum aldım.

 

"Ama," dedi Oğuz gözleri parlarken. "Siz de beni okula götüreceksiniz. Yoksa babama söylerim." Söylediği sözler tekrar aklıma gelmişti. Sınıfında ki arkadaşını halası getirdiği için bunca zaman benim de onu getirmemi istemişti. Masanın üzerinden uzanıp küçük ellerini avuçlarımın arasına aldım.

 

"Söz." Bakışlarında ki ciddiyet kaybolurken gülümsemişti. Abim ve Pelin kısa bir süre önce buradan ev tutup taşınmaya başlamıştı. Bu sebeple geri dönmeden önce Oğuz'un bu isteğini de yerine getirebilirdik. Tatlıcıdan çıktığımızda hepimizin yüzünde bir gülümseme vardı. Arabaya bindiğimizde eve gidene kadar kimse konuşmasa da ortamda ki hava gergin değildi. Eve geldiğimizde Oğuz koşarak annesine yaptıklarımızı anlatırken bizim olduğumuz kısımları özellikle kesmişti. Annemin mutfakta yemek yaptığını görünce dolan gözlerimin arasından dudaklarıma bir gülümseme yayıldı. Ne yaşandıysa olumlu sonuçlanmış olacak ki herkes mutlu görünüyordu. Yardım etmek istesem de inatla yanında kimseyi istemediğini belirtmişti.

 

"Ulaş," dedi babam. Oturduğum yerde kıpırdanıp söyleyeceklerini dinlemeye başladım. "Ercüment aradı birkaç dakika önce. Sana ulaşması gerekiyormuş." Telefonumu yanıma almayı unuttuğum için babamı aramış olmalıydı. Oğuz babamın dikkatini dağıtırken merakla Selim'in peşinden balkona çıktım. Telefonla konuşuyordu. Geldiğimi görünce sesini benim de duymam için açtı.

 

"Çok şükür," diye derin bir nefes verdi Ercüment. Onları da çok özlemiştim. İçimde kendini belli eden duygu kalbime dokunurken derin bir nefes aldım. "Neler oldu neler," dedi Ercüment dedikodu veren teyzeler gibi. Masaya oturduğumuzda heyecanla anlattığı şeyleri dinlemeye başlamıştık.

 

"Uzatmasana Ercü, anlat işte," diyerek uyarısını veren Selim'i duyunca kısa sürede konuya girdi.

 

"Akın bizim Hızır'a nefes aldırmıyor. Gözü sürekli üstünde. Gürkan yani Gürkan amca kendine gelmiş. Albay, Kaya'nın önce Rümeysa ile konuşup ardından babası ile görüşmesini söyledi. Haftaya görüşeceklermiş Rümeysa ile."

 

Rümeysa, Kaya komutanım'ın kanayan yarası...

 

Annesi tutuklandıktan sonra babasını da kaybetmenin korkusunu yaşamış birisiydi Kaya.

 

"Bade?"

 

Ercüment sesimi duyunca bir anlığına sessizleşmişti. Derin bir nefes aldı. "Ona kalsak sorun yok ama," dedi sesi az öncekine göre daha sakin çıkarken. "Ara verdik denebilir." Selim kaşlarını çatmış bir ifadeyle dinliyordu konuşmaları.

 

"Komutanın kızına aşık olmuşsun," dedi kızar gibi. "Adam al, sev kızımı mı diyecekti?"

 

"Demesini beklemedim tabii ama birbirimize duygularımızı açınca gözüm bir anlığına hiçbir şeyi görmedi," dedi Ercüment itirafta bulunur gibi. "Bade bana yıllardır yasaktı, bunu unutmamalıydım." Ercüment kısa bir süre daha konuştuktan sonra telefonu kapatmıştı. Hava iyice kararırken soğukta beklemeden içeriye girip annemin hazırladığı yemekleri yedik. Hafızamı kaybettiğimde en üzüldüğüm şey anıları da kaybetmekti. Masada ki aile tablosuna bakarken içimden defalarca kez şükrettim. Bizim iki gün sonrasında Şırnak'a dönmemiz gerektiği için yola çıkacaktık. Abimler taşınma işleriyle uğraştığı için bu kez burada kalacaklardı. Annemin hazırladığı odalara geçtiklerinde Selim de Alp'in odasında yatmak zorunda kalmıştı. Konuşmamıza izin vermeden Alp'in koluna girip onu odasına görünmesiyle gülerek kendi odama gittim.

 

Kendi yatağıma uzun zaman sonra uzandığımda uykuya dalmak için sebep aramadım. Uyumadan önce son kez abimle konuşmadım. Tüm bunların yerine derin bir nefes alıp kendimi beni çeken uykunun kollarına bıraktım.

 

                                ◇

 

"Hadi ama Alpi," diye hayıflandı Oğuz. Bundan sadece birkaç dakika önce hala uyurken şimdi birden ayaklanmış ve evdeki herkesi uyandırmaya başlamıştı. Alp gözlerini ovuşturarak odasından çıktığında Selim'in önceden uyanmış olup salonda oturduğunu gördüm. Günlerce uykusuz kalabilen bir adamın geç uyanmasını düşünmek de benim hatamdı...

 

"Anne gömleğimin düğmesi yok," dediğinde yanlış iliklediği kıyafetine baktı. Pelin gülerek oğlunun gömleğini düzeltirken abim de çantasını salona getirmişti.

 

"Oğlum kreşe gitmek için herkesi ayağa dikmene gerek var mıydı?"

 

Oğuz burada yeni bir kreşe başlayacaktı. Bugün ilk günü olduğu için da oldukça heyecanlıydı. Selimle söz verdiğimiz gibi onu bugün, ilk gününde, kreşe biz götürecektik.

 

"Vardı tabii," diyerek cevapladı babam. "Benim torunum büyümüş, kreşe gider olmuş. Tabii uyanacak herkes." Oğuz'a gülümseyerek baktığında onun da kıkırdama sesleri kulağıma dolmuştu.

 

"Kahvaltı da yapmalısın annecim," dedi Pelin. Artık eskisi kadar sessiz değildi. Zaman geçtikçe bizimle de daha çok konuşur olmuştu. Selim masaya geçmeden önce Oğuz'u da kucağına alıp masaya oturttuğunda beklemeden yanlarına oturdum. Selim kendi tabağına aldığı yemekleri bizimkine de doldururken hızlı hızlı yemeye başladım.

 

"Efsun," dedi abim. Yediğim peynir boğazımda kalırken portakal suyumdan içtim. "Gören de okula başlayan sensin sanacak, yavaş ye." Gülümseyerek bana bakıyordu. Masada ki herkesin bir yanı buruk olsa da yüzlerinde gülümseme vardı. İçimde ki duygusal hissiyatları geri plana atıp bende gülümseyerek ona baktım.

 

"Badi, yumurta yer mi?" Oğuz annesinin verdiği yumurtayı ısrarla yemek istemediğini söylerken Selim'in de yumurta yemediği yalanına sığınmıştı. Selim tabağında ki yumurtayı şaşıracağım şekilde neredeyse tek hamlede yemişti. Haşlanmış yumurtalara ters bir bakış attı Oğuz. "Yermiş." Başını öne eğip yumurtasını yemeye başladı.

 

"Bu özelliğin bana benzemiş işte," dedi Alp yeni yeni kendine gelirken. "Bende sevmem yumurta." Annemin ters bakışlarını görünce yumurtalardan birisini hemen tabağına almıştı. "Ama yerim." Ben gülerken abim ile göz göze gelmiştik. Onların yüzünde de kocaman bir gülümseme varken oldukça keyifli bir kahvaltı oluyordu. Kar gece boyunca yağdığı için her yer bembeyaz olmuştu.

 

"Küçük olan dokuzun üzerine geliyor," Oğuz endişeyle. Onun uyarısıyla hepimiz kendimize gelirken saatin yaklaştığını fark etmiştik. Pelin oğlunun üzerine montunu giydirirken bende şapkamı takıp botlarımı giydim. Oğuz elimden tuttuğunda evde ki herkese el sallayıp arabaya bindik. "Hala," dedi Oğuz. "Sınıfıma kadar geleceksiniz değil mi?" Amacı bizi herkese göstermek olduğu için gülümsedim. Bunu evet, olarak algılayıp keyifle yerine oturdu. Kreşe gelene kadar birçok soru sormuştu. Geldiğimizde ise bizi beklemeden hızlıca aşağıya indi.

 

"Hadi bakalım," dedi Selim heyecanlı bir tonlamayla. Oğuz'un ellerini tuttuğumuzda bir ebeveyn edasıyla sınıfına kadar gelmiştik. Kapıda öğretmeni ile selamlaştıktan sonra Oğuz'a veda etme vakti gelmişti. "Başarılar küçük adam," dedi Selim, Oğuz'un saçlarını karıştırırken. O sırada yanından geçen birkaç arkadaşına yandan bir bakış attı Oğuz. Kendisine baktıklarına emin olduğunda sıkıca Selim'e sarıldı.

 

"Görüşürüz hala," dedi sıra bana geldiğinde. Küçük dudakları yanağımı öperken kollarımı sıkıca ona sardım. El sallayarak sınıfına gittiğinde derin bir nefes aldım. Öğretmeni de sınıfa girdiğinde artık ders başlamış demekti.

 

"Şu adama baksana Helin," dedi arkamda ki bir ses. "Boyu kaç acaba? Hayır yani tipi de var." Ses bu kadar yakınımızdan gelirken bizden bahsettiklerini anlamak güç değildi.

 

"Bilmiyorum ama oldukça yakışıklı olduğu kesin," dedi başka bir kadın sesi. Omzumun üzerinden geriye baktığımda biri sarışın, biri kumral olan iki kadın yaslandığı duvardan bize bakıyordu. Daha doğrusu Selim'e...

 

Hızlı bir hamleyle Selim'in elini tuttuğumda var gücümle kendime çektim. Israr etmeden adımları bana doğru yaklaşıp aramızda ki mesafeyi tamamen kapattı. Yanağını öptüğümde boyumun yetişebilmesi için eğilmişti. "Gidelim sevgilim," dedim arkamızda ki kadınların da duyabileceği bir ses tonuyla. Sesler kesildiğinde konuşmadan bizi izliyorlardı. Kapıya yöneldiğimizde adımlarımı hızlandırıp dışarıya çıktım. Selim gülerek peşimden geliyordu.

 

"Gülme!"

 

Yanıma geldiğinde yüzünde ki gülümseme silinmemişti. "Sanki duymadın o kadınların konuştuklarını," dediğimde yavaşça kaşları çatıldı. Aramızda ki mesafe az olduğu için o da duymuş olmalıydı.

 

"Duymadım Füsun," dedi çocuk gibi. Ciddi görünmeye çalışarak yüzüne baktım.

 

"Sen etrafta ki her şeye dikkat edersin. İlla ki duymuşsundur."

 

Elini belime attığında bedenimi kendisine çekti. Saçlarım burnuna değerken derin bir nefes aldı. "Umursamadım Efsun. Ayrıca," dedi ses tonu oldukça derinden çıkarken. "Yanılıyorsun, benim dikkat ettiğim şey de, tek ilgi odağım da sensin. Diğerleri umurumda bile değil." Sözleri hoşuma giderken yüzümde ki ciddiyet silinmişti. Arabaya binene kadar keyifle etrafıma bakındığımda az önce ki kadınların bizi izlediğini gördüm.

 

"Sende hiç fena değilsin," dedi etkilenmiş gibi. Dikkatimi yeniden ona verdiğimde arabayı çalıştırdı. "Hiç konuşmadan bile bozdun insanları. Gözlerinle kavga ettin resmen." Saçlarımı savurup ciddi bir bakış attım.

"Füsun," dedi son heceyi uzatırken. "Yapma, yanarız." Ben gülümserken ne ara böyle cilveli hareketler yapmaya başladığımı düşündüm. Ecem ile zaman geçirmek oldukça yaramıştı.

 

"Selim," dedim düşünür gibi. Bakışlarını yoldan ayırmadan efendim, der gibi bir mırıltı çıkardı. "Ne olur?" Gözleri yavaşça bana kaydığında gülümsedi. "Yani, tam şu an o ateşte yansak, ne olur?" Yeniden yola bakmaya başladığında yüzünde keyifli bir ifade vardı. Eve gidene kadar konuşmadığında trip atar gibi merdivenleri adımladım. Kapı açılırken karşımda gördüğüm kişi gülümseyerek bana bakıyordu.

 

"Çiğdem?"

 

Çiğdem bana sıkıca sarılıp Hoşgeldin, dedikten sonra hızlıca salona gitmişti. Selim'in elini yeniden belimde hissettiğimde gerildiğimi hissettim.

"Sorunun cevabı tam da burası," dedi içeriye geçerken. Salona geldiğimizde herkes buradaydı. Şirin teyze ve Kemal amca, Çiğdem ve Poyraz abi, Ela abla ve Levent abi...

 

"Hoşgeldin kızım," dedi Şirin teyze. Birlikte tavla oynayan babam ve Kemal amcadan güçlükle çektiğim bakışlarımı ona çevirdim. Hepsi şaşırmamı normal karşılarken abim ve Poyraz abi geldiğimizi yeni fark etmişti. Daldıkları koyu sohbetten bizi bile görmemişlerdi.

 

"Fena değil," dedi babam neşeyle. İlk defa tavla oynarken karşısında ki kişiyi beğenmişti. Hayal gördüğümü düşünürken Çiğdem'in beni çekiştirmesiyle yerime oturdum.

 

"Sizin gelmenizi bekledik," dedi heyecanla konuşurken. "Siz de buradayken söylemek istediğimiz bir şey var."

 

Çiğdem anlatmaya başlamadan önce Ela abla yaşananları kısaca özet geçmişti. Şirin teyze ve annem oğullarına kavuşmuşken birbirlerinin acılarını paylaştıklarını hissetmişti. Biz de burada olduğumuz için Selim dün yaptığı telefon görüşmesiyle annesigilin buraya gelme teklifini kabul etmişti.

 

"Ne söyleyeceksiniz ki," dedi Ela abla merakla. Çiğdem'in gözleri sevinçle parlarken ayağa kalkıp eşinin elini tuttu. "Bebeğimizin cinsiyetini," dediğinde herkesten neşeli bir nida dökülmüştü. Ben olayların şokunu üzerimden atıp ortama ayak uydururken etrafımda ki herkesin de etkisiyle ayaklanmıştım. Poyraz abi konuşmadan hayranlıkla eşine bakıyordu. "Sen söyle, ben çok heyecan yaptım," dedi Çiğdem ona bakarken. Poyraz abi hepimize tek tek baktıktan sonra bakışları Selim de durdu.

 

"Kız," dedi sesi ilk defa bu kadar kısık çıkarken. "Kızımız olacak." Şirin teyze koşarak gelinine sarılırken Selim de abisinin yanına gitmişti.

 

"Abim," dedi derinden. "Rüyan gerçek olmuş baksana." Poyraz abi kardeşini sarılırken gözlerini kapattı. Yüzünde ki gülümseme bir şükür ifadesi gibiydi.

 

"Oldu," dedi büyülenmiş gibi. "Seneler önce gördüğüm rüya birkaç gün önce gerçek oldu. Kızım olacak benim." Tekrar sıkı sıkı sarıldıklarında geriye çekilmişlerdi. Önce Çiğdem'e ardından Poyraz abiye sarılıp tebrik ettim.

 

"Efsun," dedi Selim küçük bir çocuk gibi heyecanlı çıkan sesiyle. "Yeğenim kız olacakmış, kız amcası oluyorum ben." Yüzünde ki ifade o kadar tatlı görünüyordu ki içimde ki dürtüye ayak uydurup sarıldım. Belli ki başından beri bu anın hayalini çok kurmuşlardı.

 

"Olacaksın sevgilim. Şimdiden çok şanslı bir bebek." Sözlerimi duyunca belimde ki eli daha da sıkılaştı. Herkes yerlerine geri döndüğünde yüzlerde gülümseme vardı. Babam ve annem bile kısa sürede yeni tanıştıkları aileyi yıllardır tanır gibi olmuştu.

 

"Buraya gelirken çok tedirgindik," dedi Kemal amca gözlüğünün üzerinden bakarken. "Yeni tanışmıyorduk aslında Şırnakta tanışmıştık ama pek uygun bir ortam değildi." Başım öne eğilirken o anı tekrar anımsadım. Selim'in şehit töreninde tanışmışlardı.

 

"Ama buraya gelince de emin oldum ki oğlum bir kez daha doğru bir karar vermiş." Ortamda ciddi bir hava hakimken Selim pür dikkat babasını dinliyordu. "Efsun kızım bizim için de çok değerli. Buraya gelişimiz hem onun hem sizin yanınızda olabilmek içindi."

 

Babam elini Kemal amcanın omzuna koyduğunda başını sallayarak teşekkür etti. "Bir annenin evladını kaybetmesi," dedi Şirin teyze. Bunları söylerken odağı annemdi. "Ölüm gibidir. Ben de yaşadım bunu aylar önce. Açtığım kapıda oğlumu değil de silah arkadaşlarını görünce şuramdan bir şey koptu gitti sandım," dedi elini kalbinin üzerine koyarken. Annemin yanağına bir damla göz yaşı süzüldüğünde abim yutkunarak baktı.

"Sen yıllardır o acıyla nasıl yaşadın bilmem Müjgan. Ama bak, senin oğlun da burada, yanında. Çok şükür halimize." Annem gözlerini kurularken ellerini tutan abime gülümseyerek baktı.

 

"Çok şükür," diye mırıldandı.

 

"Çiğdem, iyi misin?" Ela ablanın sorusuyla hepimizin bakışları Çiğdem'e kaymıştı. Gözyaşları hızlı hızlı akarken Poyraz abi ve Ela abla onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

 

"Duygulandım öyle," dedi ağlaması hafiflerken. "Bende anne olacağım ya, bebeğim aklıma geldi." Poyraz abi elini tuttuğunda başını göğsüne yasladı.

 

"Kızımız birkaç ay sonra bizimle olacak," dedi Çiğdem'i ikna etmeye çalışır gibi. "Ve senin gibi bir annesi olduğu için her zaman çok mutlu olacak." Çiğdem'in göz yaşları durduğunda bakışlarım Selim'i buldu. Dudaklarını dişlerken etrafında olanları izliyordu.

 

"Bebek demişken," dedi abim.

 

"Biz de hiç konuşmadık," dediğinde bakışları Pelin'i buldu. Pelin kaşlarını kaldırıp hayır dese de abim oldukça keyifli görünüyordu.

 

"Şırnak'a ilk geldiğimiz gün öğrendik," dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Sadece benim değil anne ve babamın da şaşkın olduğunu görünce abimin gülümsemesi genişledi.

 

"Oğuz biraz kıskanç bu konuda. Ona söylemedik daha, bir de olaylar falan derken biz bile unuttuk bir yerde."

 

Annem Pelin'e bakarken bir yandan da ellerini okşuyordu. "Bu kadarı çok fazla," diye bir girişimde bulundu Alp.

"Bir anda iki kişinin de amcası mı oldum ben? Ne ara yaşlandım bu kadar bende anlamadım ki." Herkesin derdi farklıydı işte.

 

"Cinsiyeti ne," diye sordu annem merakla.

 

"Bizimki de kız," dedi abim neşeyle. Tek kız yeğeni olan Selim değildi anlaşılan. Annem Çiğdem'e sarılırken abim de babama sarılmıştı. Ben hiç düşünmeden Selim'e sarılırken o da benim gibi gülümsüyordu. Bir anda hayatımızı güzelleştiren iki kız olmuştu...

 

Yemeklerin ardından herkes bir köşeye çekilirken abim Oğuz'u kreşten almaya gitmişti. Mutfakta kahveleri hazırlarken Pelin ile yalnız kalmıştık. Makineyi beklerken masaya oturup gözlerine baktım. Kahverengi saçları ve kahverengi gözleri yüzünde oldukça güzel duruyordu.

 

"Seninle neredeyse hiç konuşamadık," dedim üzgün olduğumu belirtirken. "Ama buna aldırma, ne zaman istersen istediğin her şeyi benimle konuşabilirsin. Hem," dediğimde ellerimi masanın üzerinde ki elinin üzerine koydum. "Ben seni çok sevdim. Hala olmayı tattırdın bana, küçük bir yeğenim varken şimdi bir tane daha yeğenim oluyor. Bu, tarifsiz bir şey."

 

Yüzünde ki ifade yumuşarken elinin üzerinde ki ellerimi okşadı. "Bende seni çok sevdim, ne zaman konuşmak istersen buradayım Efsun." Makineden gelen sesle kahveleri sunuma hazırlamak için ayağa kalktığımda Pelin de salona gitmişti.

 

"Diğerleri balkonda," dedi annem. İçerde sadece ebeveynler kalmıştı. Kahvelerini verdikten sonra balkona çıkıp yanlarına gittim. Alp, Oğuz geldiği için onunla beraber odasına gitmişti. "Efsun," dedi Çiğdem kahvesini alırken. "Sende bir güzelleşmişsin. Yani zaten çok güzeldin ama buraya gelmek bir yaramış sana." Yerime otururken güldüm. Haklıydı, uzun zaman sonra yaşadıklarımdan fırsat bulup soluklanmıştım.

 

"Bu arada az önce çok kalabalık olduğu için tebrik edemedim, kusura bakmayın. Bebeğinizi sağlıkla kucağınıza alırsınız umarım," dedi Pelin konuyu değiştirir gibi. Abim rahat bir ifadeyle kolunu karısının oturduğu sandalyeye atarken Çiğdem gülümsedi. "Asıl ben tebrik ederim. Kızımın şimdiden bir arkadaşının olması güzel bir şey."

 

Anlaşılan herkes birbiriyle çoktan kaynaşıp arkadaş olmuştu.

 

"Sahi," dedi Selim abime bakarken. "Bilmediğimiz başka bir şey var mı? Yoksa sürprizlerle mi dolusun Giray, yani Yaman?"

 

Bence de sen gerçek ismini söyle abi. Küçükken peşinde ki adamlardan kurtulmak için isim değiştirmişti. Zamanla öyle tanındığı için de o ismi kullanmaya devam etmişti.

 

"Bilmem," dedi abim rahatlıkla. "Belki kardeşini de vermeyen bir abiyimdir." Selim'in bakışları anında bana döndü.

 

"O iş seni biraz sıkar," dedi aynı rahatlıkla. Bakışları abisine kaydığında gülümsedi. "Tahir amca ile aramız gayet iyi. Babamla da tanıştılar, sevdiler birbirlerini. Ayrıca abim var yanımda."

 

Abisine gerçekten bir hayranlık besliyordu. Küçüklüğünden beri onu kendisine idol olarak görmüştü. Poyraz abi elini sırtına vurduğunda gülümsemesi genişledi.

 

"Her zaman," dedi bakışları kardeşleri arasında gidip gelirken. "Abiniz her zaman var." Başlarda Ela ablanın büyükleri olduğunu düşünsem de en büyükleri Poyraz abiydi. Aralarında ki yaş farkı oldukça az olmasına rağmen ikisi için de koruyucu bir abi olmuştu.

 

"Senin iş gerçekten zor Yaman kardeş," dedi Levent abi ilk defa konuşurken. "Ben Ela'yı istemeye gittiğimde Poyraz olmaz, dediği için babam vermeyecekti neredeyse. Sonrasında ikna oldu da vermeye ikna oldu. Anca evlendik," dedi o günleri tekrar hatırlamışçasına.

 

Abim bu durumdan memnun olmamış gibiydi. Konuyu değiştirmeye çalışır gibi Pelin'e bakmaya başladı. Telefonum çaldığında başka bir yere gitmek yerine olduğum yerde cevapladım. "Yenge," dedi Tuna açar açmaz. "Komutanım yanında mı?" Selim gerçekten telefon taşımıyordu sanırım. Ona ulaşmak yerine bizi aramaları onu da düşündürmüştü.

 

"Yanımda, bir sorun mu var?"

 

Tuna telefonu kapatıp görüntülü aradığında çalan telefonu tekrar açtım. Ekranda Yavuz görünürken telefonu masanın üzerinde bir noktaya sabitledim. "Merhaba yenge," dedi Yavuz kısaca selam verirken. "Yanımızda küçük bir misafirimiz var da, komutanımla konuşmak istedi." Telefonu çevirdiğinde küçük bir kız çocuğu görüş alanımıza girmişti. Selim'in çatık kaşları anında yumuşarken ekrana bakmaya devam etti.

 

"Ulaş abi," dedi küçük kız bir tanıdık görmüş gibi.

 

"Nur," dedi Selim de onun gibi.

 

Nur, Selim'in Yiğit'e gösterdiği küçük kızdı. Devresinin vasiyeti üzerine Nur'un bütün masraflarını üstlenmişti.

 

Nur elini havaya kaldırıp Selim'e göstermeye çalıştı. Serum izi olan elini görünce içim acımıştı. "Doktor Akın abiye söylerken duydum," dedi heyecanla. "Hastalık bitmiş dedi, serumu da çıkardı." Selim'in sessizliği sürerken Nur başında ki şapkayı çıkardı. Bütün saçları kesilmişti. Masada ki herkes konuşmadan konuşmaları dinlerken Çiğdem ve Pelin gözyaşlarını saklamaya çalışıyordu.

 

"Saçlarım da uzayacakmış. Akın abi beni İpek ablayla tanıştırdı. Toka aldık beraber," dediğinde sesi oldukça neşeli çıkmıştı. İpek yine birilerinin hayatına dokunmuştu belli ki. Selim'in dişlerini sıktığı çenesinden belli olurken dizine batırdığı eline baktım. Masanın altından kendini dizginlemeye çalışıyordu.

 

"Güzelim benim," dedi titrek çıkan sesiyle. "Ben, çok sevindim. Geleceğim bende. Sarılacağız merak etme. Sen şimdi abinlerle beraber odana git, iyice dinlen, anlaştık mı?" Nur başını sallayıp onayladığında Selim nefes almaya çalıştı.

 

"Ulaş abi," dedi Nur sesi tedirgin çıkarken. "Artık iyileştim ya, söz verdiğin gibi beni Yiğit abiye de götürecek misin?" Selim gözünü kırpmadan etrafa bakıyordu. Elini sıktığı beyaza yakın bir renk alan boğumlarından belli oluyordu. Başını yana çevirdiğinde derin derin nefes aldı.

 

"Gideceğiz tabii," dedi titrek çıkan sesiyle. "Söz." Nur gülümseyerek kadrajdan çıktığında Selim ayağa kalkıp içeriye gitmişti. Yavuz'la kısa bir veda konuşmasının ardından telefonu kapatıp Selim'in peşinden gittim. Etrafa bakınsam da görünür de yoktu. Son olarak odama gittiğimde orada olduğunu gördüm. Pencereden bakarken omuzlarının hareketlendiğini gördüm. Ağlıyordu. Onu ilk kez Mert'in evinde ağlarken görmüştüm, orada ki gibi derinden derinden ağlıyordu.

 

Yanına gittiğimde bakışlarını kaçırıp gözlerini kurulamaya çalıştı. Elimi koluna koyup okşadığımda bakışları yavaşça bana kaydı. "Nur, iyileşmiş Efsun," dedi inanamaz gibi. "Lösemi hastasıydı ama iyileşmiş," dedi kendi kendini inandırmaya çalışır gibi. Neden bu kadar duygulandığı anlaşılmıştı. "Yiğit'in isteği bir çocuğun hayatına dokundu."

 

Kolunda ki elimi bastırarak bana doğru dönmesini sağladım. Gözleri kızarmıştı. Elim yüzüne gittiğinde yanağına düşen yaşları kuruladım. "Sen, bir insanın hayatına gelebilecek en güzel şeysin," dediğimde şaşkınlıkla yüzüme baktı. "Ve iyi ki aşık olduğum o adamsın. Kalbine de sana da çok aşığım." Yüzünde ki şaşkınlık büyürken dudakları belli belirsiz yukarıya kıvrıldı.

 

"Asıl sen," dedi saçlarımı parmakları arasına sıkıştırırken. "Benim başıma gelen en güzel şeysin. Tek kelimeyle kalbime yazdığım bir destansın."

 

Kızaran gözleri ve mutlulukla hüzün arasında ki yüz ifadesi zihnime kazınırken kedi yavrusu gibi kucağına sokuldum. Kollarını belime sardığında çenesini saçlarıma koydu. Bizim hikayemiz birbirimize merhem olmamızla başlamıştı. Birbirimizin yaralarını tek tek sararken şimdi başkalarının yarasına dokunur olmuştuk. Bu hikayede ki en büyük iyi ki ise Selimdi. Aylar önce hayatıma giren, sonrasında beni yaralarımdan görüp seven o komutandı...

 

 

Loading...
0%