@livasayina
|
Yeni bir bölümden daha merhaba okurballarımm. Önceki bölümlere oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın bildirimlerinizi görmek beni çok mutlu ediyorr. Keyifli okumalar..
◇
Güneş her doğduğunda farklı farklı kişilere farklı farklı şeyler getirirdi. Kimine umut, kimine hüzün... Diğerlerini bilmezdim ama bize bugün umut getirdiği kesindi. Son aldığımız haberler de mutluluğumuza mutluluk katarken birkaç ay öncesine göre çok daha mutlu bir aileydik. Tüm aile vedalaşıp son olarak da Oğuz ile görüşmüştük. Herkes evlerine dağılırken bizde ilk başladığımız yere, Şırnak'a dönmüştük birkaç gün öncesinde.
Üzerimde ki yorgunluğu atmak için deliksiz uyuduğum uykunun ardından kendimi çok daha iyi hissediyordum. Bugün kızlar da evde olduğu için burnuma dolan nefis koku tam olarak mutfaktan geliyordu. Odamdan çıkıp mutfağa yöneldiğim sırada duyduğum seslerle dudaklarım yukarıya kıvrıldı.
"Öyle değil Ecem," dedi İpek sabretmeye çalışır gibi. Kapıda durup onları izlemeye başladığımda gerginliklerinden beni bile fark etmemişlerdi. "Çayı üst kısma atacaksın. Suyu büyük olan kısmına koyacaksın." Ecem inatla elinde ki çayı çaydanlığın alt kısmına koymaya çalışırken İpek'in müdahalesiyle olay kısa sürede çözülmüştü.
"Tereyağını mı önce eklemeliyim, yumurtayı mı," diye sordu Ecem bu kez. İpek içinde kabuklar bulunan yumurtaya baktığında yüzünü buruşturup gerekli adımları uyguladı. Her şeyin güvende olup olmadığını kontrol ettiğinde derin bir nefes aldı. Bu sırada beni de fark etmişti.
"Günaydın," dedim neşeli bir sesle. Sandalyelerden birini çekip oturduğumda Ecem bir öğrenci gibi öğrendiklerini uyguluyordu. Masaya bıraktığı domates tabağına baktığımda boyları birbirinden farklı domatesler gülmeme sebep oldu. İpek gözlerini devirip görmezlikten gelirken Ecem de her şeyin hazır olup olmadığını kontrol ettikten sonra masaya oturdu.
"Her şeyi hatırlamana o kadar sevindim ki," dedi İpek tabağına biraz peynir alırken. Bu süreçte benim kadar onlar da yıpranmıştı. Yaklaşık bir sene oluyordu tanışalı ancak bu sürede bile ailem gibi hissettirmeyi başarmışlardı. Telefonuma gelen bildirimle cebimden çıkartıp ekrana baktım.
Akşam görüşürüz Füsun.
Mesajın üzerinde ki tarihe baktığımda Aralık ayının son gününde olduğumuzu görmüştüm. Yılbaşının geldiğini bile fark etmeyecek kadar yoğunduk. Onaylayan bir mesaj atıp telefonu masanın üzerine bıraktım.
"Yılbaşı," dedim bakışlarım ikisinin arasında gidip gelirken. Onlar da unutmuş olacak ki yüzlerinde ki ifade şaşkınlıktı. Kapı çaldığında Ecem açmaya gitmişti. Birkaç dakika içinde geri geldiğinde hemen arkasından beliren siluet İpek'in olduğu yerde kıpırdanmasına sebep olmuştu.
"Günaydın," dedi Akın da oldukça neşeli bir sesle. İpek'in yanında ki sandalyeyi çekip otururken Ecem onun önüne de bir tabak bırakmıştı. "Hoşgeldin," dediğimde bakışları birkaç saniyeliğine yüzümde gezindi.
"Sende Hoşgeldin Efsun," dediğinde gülmeme sebep olmuştu. Olanları tekrar hatırlamam herkesi mutlu etmişti.
"Neden geldin," dedi İpek merakla. Akın çayından bir yudum aldıktan sonra yüzünü buruşturup bardağı tezgahın üzerine bıraktı. Biz İpek ile birbirimize bakıp gülerken Ecem yeni bir bardak alıp Akın'ın önüne bıraktı.
"Sevgilimi almaya gelmiştim de," dediğinde İpek'in yanakları kızarır gibi olmuştu. Hala barışmalarına inanamaz gibi bir halleri vardı. "Ölmezsem iyidir. Çay değil bu, zehir falan mı var içinde?" Ecem aldırış etmeden bardağa yeniden çay doldurdu.
"Aynen ondan," dedi umursamaz bir edayla. Akın onu önemsemeden yanında oturan İpek'e bakmaya devam ediyordu. Yüzünü ezberlemek ister gibi her köşesinde ayrı ayrı geziniyordu bakışları. Kahvaltı yavaş yavaş sona gelirken boşalan tabakları toplamaya başladım. "Efsun," dedi Akın aklına bir şey gelmiş gibi. "Biraz konuşabilir miyiz?"
Elimdeki tabakları tezgaha bırakırken başımı salladım. Onlar salona geçtiğinde ellerimi yıkayıp hızlıca yanlarına gittim. Karşılarında ki koltuğa oturduğumda Akın sohbete girmeye çalışıyordu. Hareketlerini, mimiklerini sayamadığım kez değiştirdikten sonra boğazını temizleyip konuşmaya başladı. "Neredeyse bir yıldır birbirimizi tanıyoruz." Ben konuşacağı konuyu merak ederken Ecem de dayanamamış olacak ki vakit kaybetmeden peşimizden gelmişti. "Sen Boralar'ı, Boralar seni tanıdı. Önce dostumuz, sonrasında kimimizin ablası, kimimizin kardeşi oldun." Sözleri kalbime dokunurken gülümseyen gözlerimle dinlemeye devam ettim. İpek de bir elini çenesine koymuş, hayran hayran konuşmayı dinliyordu. "Ve yengemiz oldun," dediğinde yüzümde ki belli belirsiz gülümseme büyümüştü. "Yani demek istediğim çok zor süreçlerden geçtin, abini buldun. Ne zaman kapılarını çalmak istersen Boralar her zaman burada," dedi herkesi tek tek hissederken. Timde ki herkesin bu konuşmayı ayrı ayrı yaptığını hissetmiştim. "Ne konuşulur, ne yapılır çok bilmem. Gerçi bilsem Eylül'e de," dediğinde cümlesinin devamını getiremeden çenesini sıktı.
Yumruk yaptığı elini İpek avuçları arasına alırken gözümde ne ara biriktiğini anlamadığım göz yaşlarımı kuruladım. "Akın," dedim bende onun gibi. Ela gözleri beni bulduğunda aklıma ilk tanıştığımız gün gelmişti. "Sen gördüğüm en güzel abi olabilirsin." Kaşları şaşkınlıkla havalanırken dudakları da hafif aralanmıştı. Abiliğine iltifat almayı beklemiyordu. "Eylül bizim yanımızdayken yaptıklarını gördüm, geceleri sessizce odasına gelip üzerini örttün. Canı yanmasın diye ne kadar ilaç varsa hepsini alıp yaralarıyla tek tek ilgilendin. Kollarını açtın ona."
Yanağına bir damla yaş düştüğünde İpek'in eli Akın'ın yüzüne gitti. Parmakları usulca süzülen yaşı sildi.
"Bende abi nedir bilmiyordum yıllardır. Sen bana bunu tekrar gösterdin. Eğer konuşmak istersen bende senin kız kardeşin sayılabilirim."
"Bende varım," dedi Ecem varlığını hatırlatırmışçasına. Akın'ın hüzünlü ifadesi bir anlığına dağılırken Ecem ortamda ki havayı dağıtmaya çalışır gibi koltuğa yayıldı. "Abiler kardeşlerini alışverişe gönderirmiş, giyim, kozmetik için falan," dedi umursamaz gibi görünmeye çalışırken. Akın elini tutan İpek'e baktığında dudaklarına naif bir gülümseme yayıldı.
"Seni Mert'e vermesem bile beni abin olarak görür müydün?" Ecem duyduğu soruyla duruşunu düzeltmişti. Saçlarını geriye savururken oldukça ciddi görünüyordu.
"Görürdüm tabii, hemen almasaydı beni. Sürünseydi."
Akın az önce ki hüzünlü halinden tamamen sıyrılıp bir kahkaha atmıştı. "Bu hali sürünmemiş hali miydi? Yok yok kalsın, bir de sürünmüş halini çekmek istemem ben onun." Telefonunu çıkartıp Ecem'e uzattı. "Kendine gereken miktarı gönderirsin."
Ecem ne olduğunu anlamazken üçümüzün de meraklı bakışları Akın'ın üzerindeydi. "Ne bakıyorsun kızım, demedin mi işte abiler gönderir diye. Kararımı değiştirmeden işini hallet istersen."
"Sen varya," dedi Ecem küçük bir sevinç gösterisi yaparken. İpek bugün oldukça sakin, aşık bir halde sevgilisini izliyordu. Diğer günlere göre daha sessiz görünüyordu. "Abilerin en iyisisin. Daha adımı söyleyemeyenler var," dedi lafı Selim'e getirirken.
"Komutanıma laf yok," dedi Akın anında. "İsterse tüm malzemeleri anında yığar buraya. Ön yargılı olma." Ecem gözlerini devirip telefonda ki işini hallederken bende telefonumu elime alıp Selim'i aradım. Sesi dışarıya verdiğim için Akın komutanının sesini duyunca anında oturduğu yerde doğrulmuştu.
"Efendim yavrum," dediğinde sesi açmamın iyi bir fikir olup olmadığını düşündüm.
"Selim," dedim cilveli çıkan sesimle. Buna ben bile şaşırmışken İpek de şaşkın bakışlarını gizlemeden beni izliyordu. "Alışverişe mi gitsek senle?"
"On dakikaya gelirim," dedi anında. "Bir şeye mi ihtiyacın var?" Yoktu. Bu konuşmayı yapmamın da bir sebebi yoktu. Ortamda ki eğlenceli havayı başka bir yöne çekmek istemiştim. Ufacık bir eğlenceden kimseye zarar gelmezdi.
"O kadar önemli değil de," dedikten sonra birkaç eşya söyleyip örnek verdim. Akın pür dikkat bizi izlerken Ecem keyifle arkasına yaslanmıştı.
"Yarın merkeze de gidebiliriz güzelim," diye bir teklif sunduğunda oyunu daha fazla uzatmadan konuyu kapattım. Her testten başarı ile geçmişti. Dışardan soğuk göründüğü için alışveriş teklifime hayır, diyeceğini düşünen Ecem kısa süreli bir şaşkınlık yaşamıştı. Telefonu kapattıktan sonra Akın ben dedim, bakışı atarken İpek hazırlanmak için odaya gitmişti.
Selim'in akşama geleceğini hatırlayıp bende hazırlanmak üzere odama gittim. En sevdiğim kazaklarımdan ve pantalonlarımdan birini giydikten sonra çantamı alıp aşağıya indim. Yılbaşı geldiğine göre gerçekten bir hediye alabilirdim. Evdekilerle vedalaşıp dışarıya çıktığımda havanın düşündüğümden daha soğuk olduğunu fark ettim.
Tek seçeneğim olan küçük mağazaya doğru yürürken montumu biraz daha kendime çektim. Yaklaşık yirmi dakika sonra mağazaya geldiğimde açılan kapının ardında ki hava yanaklarımı kızartmıştı. Sıcacık yanan sobanın yanına süzülürken raflara bakmaya başladım. Kar küresi, çoraplar, süsler... Takı kısmına geldiğimde duraksadım. Ahşap bir kutunun içinde duran gümüş kolye ve bileklik gözüme oldukça güzel gelmişti. Selim künyesi ve Yiğit'in kolyesini takıyordu. Kutuyu elime alırken bunu da onların yanına ekleyebileceği aklıma geldi.
Kasaya giderken gördüğüm kalemlerden birini elime aldım. Görevli üzerine isim yazabildiklerini söylemişti. Siyah, alt kısımları yeşil olan bir kalem seçip görevliye uzattım. Üzerine tek bir kelime yazılacaktı. Selim'in ağzından duymaya müptelası olduğum o kelime...
Kasada bir kenarda duran bebek ayakkabılarını görmemiş saymaya çalıştım. Evrenin mesajları kendine kalmalıydı. Çevremizde yeterince çocuk varken onlarla zaman geçirebilirdik. Ödemeyi yapıp mağazadan çıktığımda Selim'in mesaj attığını gördüm. İşi erken bittiği için erken gelecekti. Olduğum yeri söyledikten sonra beklemeye başladım. Çok geçmeden arabasını gördüğümde elimde ki çantayı yavaşça arkama sakladım.
"Efsun," dedi özlemiş gibi. Gerçi o beni hep özlerdi, her gelişinde ilk bunu söylerdi. Kolları belime sarılırken kendimi çoktan ona bırakmıştım. "Sen neden çıktın ki dışarıya? Ben evden alırdım seni, üşümüşsündür." Başımda ki şapkayı düzelttikten sonra bir anne edasıyla karşıma geçip incelemeye başladı.
"Hediye de almışsın," dedi keyifli bir ses tonuyla. Görmemesini beklemek de benim saçmalığımdı.
"Kimden ne saklıyorsam," dedim kendi kendime söylenir gibi. Her şeyi duyma ve görme gücü olduğuna inanmama çok az kalmıştı. Telefonla konuşurken o an ne yediğime kadar tahmin edebiliyordu.
"Aldım ama akşama dayanamayabilirim," dedim pes ederek. Elimde ki çantayı öne uzattığımda sorgulamadan alıp içinde ki paketi çıkardı. Kutuyu yavaşça açtığında dudağının sol kenarı yukarıya kıvrıldı.
"Zincir," dedi hoşuna gitmiş gibi. Bana göre kolye, ona göre zincir, dedi iç sesim. İkisi de boynunda oldukça güzel bir şekilde duracaktı. "Yakıştırdığını bilmiyordum."
Ellerinin dolu olmasını fırsat bilerek kollarımı boynuna attım. Gözleri yüzümde gezinirken yanağına bir öpücük bıraktım. "Sevgilim çok yakışıklı olduğu için her şey yakışıyorsa benlik bir şey yok." Cesur çıkan sesimden etkilenmiş gibi tüm dikkati benim üzerimdeydi. Hapşırdığında gözlerini kapatıp kendi kendine söylendi. Bebekler gibi hapşıyordu, sadece kendisinin anlayabileceği bir şekilde.
"Şu soğukta," dedi olduğumuz yeri yeni yeni hatırlamışçasına. "Yanarız Füsun." Biz hep yanıyoruz... Diğer paketi de açması için geri çekildiğimde bundan memnun olmamış gibi bir hali vardı. Eline aldığı paketi açtığında içinde ki kalemi eline aldı. Çevirdikten sonra arkasında ki yazıya takıldı gözleri. "Füsun," dediğinde yazıyı mı okuyor, bana mı sesleniyor anlamamıştım.
"Bu kalem beni her zaman en güzeline götürecek," dedi montunun iç cebine koyarken. Birkaç adım geriye gittiğinde elinde ki paketleri arabaya bıraktı. Açık olan camdan eğildiginde kucağında bir buket çiçekle tekrar yanıma geldi. "Bizde hediyelerimizi vermeye başlayalım o zaman," dedi meydan okur gibi. Açık pembe ve beyaz renklerden oluşan buketim oldukça göz alıcıydı. Hevesle çiçeklerimi kucağıma aldım. Çocuğunun her hareketini çeken anneler gibi fotoğrafımı çekmek için telefonunu çıkardığında bakışlarımı birkaç saniyeliğine çiçeklerimden ayırıp ona çevirdim.
"Ne yapıyorsun?"
O çoktan işini bitirip telefonunu yeniden cebine katmıştı. "Çiçeğim ve çiçekleri," dedi anında erimemi sağlayan bir ses tonuyla. Gerisini getirmesine gerek kalmamıştı. Arabaya bindiğimizde çiçeklerimin başına bir şey gelmemesi için arka koltuğa bıraktım. Gideceğimiz yeri bilmiyordum, hazırlık yaptığım da söylenemezdi. Konuşmadan yol boyunca üşüyen ellerimi ısıtmaya çalıştım. O an aklıma gelen düşünceyle Selim'e döndüğümde bakışları aynadan beni buldu.
"Yarın, Merve ve Tuna'nın bebeğinin cinsiyet partisi vardı." Cinsiyeti yeni öğrenmiş sayılırlardı, gerçi parti yapmak istedikleri için bunu sadece İpek biliyordu. Bade ve Ecem'in hummalı çalışmaları sonucunda daha şimdiden ortaya çok güzel bir konsept çıkmıştı.
"Tuna söyledi," dedi bana göre daha sakin bir tonlamayla. Haberi olduğuna göre söylemem gereken bir şey yoktu. Tekrar önüme döndüğümde gittiğimiz yeri anlamaya çalıştım. Telefonu çalmaya başladığında arayanın kim olduğuna göz ucuyla baktı.
"Açmayacak mısın?"
Telefonu açmak yerine inatla arabayı sürmeye devam ettiğinde bakışlarım telefona kaydı. Arayan Yavuz'du.
"Aç yavrum, sesi dışarıya verirsin," dedi izin verir gibi. Dediğini yapıp kapanmadan önce telefona yetiştim.
"Hele şükür komutanım," dedi Yavuz açar açmaz. "Nur tekrar yurduna döndü, diğer emrinizi de yerine getirdim." Nur'u tanıyordum ama diğer emri neydi? Onaylayan bir kaç bir şey söylediğinde telefonu kapattım.
Meraklanmam hoşuna gitmiş gibi hiç konuşmadan keyifle arabasını sürmeye devam etti. Geldiğimizi belli edercesine durduğunda geldiğimiz yere baktım. Neredeyse bir yıldır alıştığım dağların yerine uzun uzun ağaçlar vardı. Arabadan indiğimizde elimi tutmasına izin verirken merakla etrafı incelemeye devam ettim. Biraz daha ilerledikçe ağaçların azaldığını, bir kulübeye geldiğimizi gördüm.
"Gece yalnız olamayacağız," dedi hayıflanır gibi. Abimler yılbaşı için buraya geliyorlardı. Oğuz'un çok istemesini bahane edip bizi görmeyi amaçlamışlardı. "Bende hediyemi şimdi vermek istedim." Kulübeye girdiğimizde şömine de yanan ateş ortamı sıcacık bir yer haline getirmişti. Küçük bir ahşap masanın üzerinde güller vardı.
"Bu yıla kadar asla kutlamadım böyle bir günü," dedi anlatmaya başladığında. "Yine kutlamıyorum, benim için kutlanacak tek şey," dediğinde avucunda ki ellerimin de yardımıyla ona döndüm. Kara gözleri gözlerime derin derin bakarken yutkundum. "Senin bana gelişin..." Boşta kalan eli önüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı.
"Yirmi şubat," dedim hipnoz olmuş gibi. On iki şubat onların saldırıya uğradığı gündü. Sekiz gün sonrasında da biz tanışmış ve tedaviye başlamıştık. Başını onaylarcasına salladı.
"Nice yirmi şubatlar, bir ocaklar bizim olsun sevgilim." Dudakları alnıma değdiğinde gözlerim kendiliğinden kapandı. "Sen bana her gün gel." Alnı alnıma yaslanmış bir halde gözlerime bakarken kendimi küçük bir çocuk gibi hissetmiştim. Onsuz geçirdiğim günler aklıma geldiğinde istemsizce yüzüm düştü.
"Sende hep bana gel," dediğimde onaylar gibi gözlerini kapattı. Şekilli kirpikleri oldukça yakınımdayken derin bir nefes aldım. "Seni çok seviyorum." Çok sıradan bir cümle gibi dursa da içinde binlerce anlam bulunduruyordu. Sanki bir sürü cümleyi tek bir cümleyle özetlemişim gibi...
"Senden başka gidecek bir yerim yok," dedi itirafta bulunur gibi. Elini kalbimin üzerine koyduğunda bakışları gözlerimi inceledi. "Vatanımdan sonra sığındığım tek yer şurası." Ben onu hep orada saklardım. Günlerce ses etmeden ilgilenirdim. Kollarımı beline doladığımda onun kolları de beni sardı. Zaman o an için ikimize de durmuştu. Sadece o ve ben vardık. Dünya da başka insan yokmuş gibi şu an sadece biz vardık.
Birkaç adım geri çekildiğinde cebinden bir kutu çıkardı. İçinde ki kolyeyi parmaklarının arasına aldığında bakışlarım ona kaydı. "Takı takmayı seviyorsun," dedi. Öyleydi. Neredeyse her gün bir şeyler takardım. "Bunu da sevebilirsin diye düşündüm." Beyaz, küçük boncuklardan oluşmuştu. Ucunda küçük bir siyah boncuk vardı. Diğerlerinden farklı olsa da o kadar güzel duruyordu ki asla kendini ele vermiyordu.
"Çok güzel," dedim büyülenmiş gibi. "Çok güzel bir kolye almışsın." Kolyeyi takmak için boynuma uzandığında bakışları bana kaydı.
"Almadım." Kolyeyi taktığında elimle tuttuğum saçlarımı düzeltip boynuma bir öpücük bıraktı. "Yaptım." Elim direkt olarak boynumda ki kolyeye gittiğinde gülümsedim. Şimdi daha da bir anlamlı olmuştu. "Görevden fırsat buldukça yapmaya çalıştım," dedi güzelliğinden emin olamaz gibi. Benim için vakit ayırması, hiç anlamadığı halde kolye yapmaya çalışması oldukça hoşuma gitmişti.
"Asla çıkarmayacağım," dediğimde verdiğim kararın arkasındaydım. Saat yaklaşıyordu. Birkaç saat sonra yılbaşı olacağı için eve dönmemiz gerekiyordu.
"Daha vakit var," dedi düşündüğümü anlamış gibi. "Ama ev çok kalabalık, şurada birkaç dakika dinlensem olur mu?" Benim için hava hoştu. Başımı salladığımda sedire oturdum. Yanıma oturduğunda başını dizlerime koydu. "Saati kurdum, yetişiriz abinlere." Dinlenmekten kastının dizlerime yatmak olduğunu anladığımda neşem büyümüştü. Saçlarıyla oynamaya başladığımda gözlerini kapattı. Hapşırmasını önemsemeden kendini kısa süreli bir uykuya bıraktı.
Günlerdir uykusuz kalmiş gibiydi. Ellerimi saçlarından bir an olsun çekmeden yüzünü incelemeye devam ettim. Aramızda ki boy farkından dolayı çoğu zaman bu kadar yakından inceleyemiyordum. Her bir detayını zihnime kazırcasına baktım. Telefonuma mesaj geldiğinde çok hareket etmemeye çalışarak cebimde ki telefonu çıkardım.
Babam Ercüment'i öğrendi sanırım, Efsun.
Bade'nin gönderdiği mesaja şaşkınlıkla bakarken yazmasını bekledim.
Ercüment ile bir şeyler konuşmuşlar. Babam eve gelince yüzüme bakmadı. Ercüment de telefonlarımı açmıyor.
Neyse, arıyor şimdi. Anlatırım sonra.
Birkaç dakika içinde ne olduğunu anlamasam da telefonu yanıma bırakıp manzaramı izlemeye kaldığım yerden devam ettim. Sol kaşının yanında aşağıya doğru uzanan küçük bir iz vardı. Küçüklüğünden kalmış bir izdi. Sakalları artık uzun olmadığı için yüzü daha küçük görünüyordu.
"Füsun," diye mırıldandığında uykusunda konuşup konuşmadığını merak ettim. "Beni öyle güzel izlersen uyuyamam." Bunca zaman hiç uyumamış mıydı? Gözlerini açıp olduğu yerde başını düzeltti. "Evet uyumadım ama çok güzel dinlendim."
Bakışlarımın onu uyutmadığını bilsem dikkat ederdim. Tabii ne kadar başarabilirdim orasını bende bilmiyordum. Yanağımı öptüğünde ayağa kalkıp ceketini giydi.
"Ercüment de orada olacak mı birazdan?" Fermuarını çekerken soruma şaşırmış gibi baktı. Başını salladığında Bade'nin tekrar mesaj atmadığını gördüm. "Belki de gelemez," dedim başına gelmiş olabilecekleri düşünürken. O niye, dercesine baktığında bende ayağa kalkıp şapkamı taktım. Bade'nin attığı mesajları anlattığımda kocaman gülümsedi.
"Keşke izleme şansım olsaydı." Ercüment'in helva törenine yetişmemize az kalmıştı. Bu görüntüleri kaçırdığına üzülürken gülmeye devam ediyordu. "Söylenip duruyordu. Yok benim gibi damat bulamaz da yok ben de onun oğluyum da diye. Bakalım Ercü de olsan bir yerde susabiliyormuymuşsun."
Trip atarcasına ellerimi belime koyup baktım. "Çok eğlendin, sen babamdan çekinmeyecek misin? Sende susarsın." Yanıma yaklaşırken boğazından cık, diye bir ses çıkardı. Kolları belime dolanırken beni kendine çekti.
"Ben geçtim karşısına, aşığım senin kızına, dedim." Saka yaptığını düşünsem de ciddiydi. Babamın Selim'e karşı olan tavırları, güvenini göz önünde bulundurduğumuzda da haklılık payı oldukça yüksekti.
"Ben hiçbir savaştan korkmam Efsun," dedi. "Hele sonunda sen varsan." Ulaş Selim Karacalı olmak benim bile imrendiğim bir şeydi. Gerçekten neredeyse hiçbir şeyden korkmuyordu. Günlerce uykusuz da kalsa, işkence de görse hep gülerek çıkıyordu.
Başka bir şey konuşmadan Hayri amcanın yerine geldiğimizde herkesin gelmiş olduğunu gördük. Oğuz koşarak dizlerime sarılırken Selim onu kucağına aldı. "Badi," dedi son harfini uzatırken. "Babaannem bana kazak ördü," dedi üzerinde ki kazağı gururla gösterirken. "Sana da örsün, hiç üşümedim ben." Annem yavaş yavaş olanlara alışırken torununa daha da sıkı bağlanıyordu. Artık bir değil iki torunu vardı üstelik. Evde bir bayram havası varken Oğuz bu süreçte bizi ayakta tutan tek şey olmuştu.
"Komutanım, Ercüment Komutanım sizi çağırıyor," diye yanımıza geldi Berker. Kucağında ki Oğuz'u yavaşça yere indirirken kaşlarını çattı Selim.
"Bu ne demek şimdi? Biz üstlerimizi ayağımıza mı çağırıyoruz?"
"Bu sefer işler biraz farklı," diyerek araya girdi Burak. Selim'in omzuna dokunduğunda ikisi beraber yanımdan uzaklaşmıştı. Elimden tutan Oğuzla beraber içeriye girdiğimde uzanan masaya baktım. Tuna'nın eli Merve'nin karnındayken Akın hayran hayran İpek'i izliyordu. Ecem ve Mert artık hazırlıkların sonuna geldiği için şu sıralar oldukça mutluydu. Bade'nin de olmadığını fark ettiğimde Eylül'ün yanında ki sandalyeyi çekip oturdum.
"Merhaba Efsun abla," dedi gülerken. Buraya geldiğinden beri daha bir güzelleşmişti. Üzerinde ki elbiseye hayranlıkla baktığımı fark edince utanıp başını önüne eğdi.
"Hala, Eylül abla benimle oyun oynadı," diyerek araya girdi Oğuz. Anlaşılan herkesle tanışmıştı. Biraz sonra Bade masaya geldiğinde yüzünde rahatlamış bir ifade vardı. Sonra konuşuruz diye bir işaret yaptığında uzatmadan kucağımda ki yeğenimle ilgilenmeye devam ettim. Kaya sigara içmek için dışarıya çıktığında geri sayıma az bir süre kalmıştı. Açılan kapıyla bakışlarım o yöne kaydığında gelen kişiyi ilk defa görüyordum. Siyah şalı, şık kombiniyle oldukça dikkat çekici bir kadındı.
O sırada açık olan kapıdan içeriye giren Kaya bize bakmadan bakışlarını kapıda ki kadına çevirdi. "Sen," dedi kelimeleri toparlayıp konuşmaya başladığında.
"Ben çağırdım," dedi Akın. "Geçen gün karşılaştık. Rümeysa yabancı sayılmaz, Kaya." Kaya komutanının sözlerine karşı çıkamadı. Rümeysayla bir daha göz teması kurmadan bir köşeye oturdu. Selim aklımdan geçenleri onaylarcasına başını salladı. Bu Rümeysa, Kaya'nın hala kanayan yarası olan Rümeysaydı.
"Yeni yıl hepinize sağlık, mutluluk getirsin," dedi abim. Biz ne olduğunu anlamadan yeni yıla girmiştik. Amacımız hepimizin bir arada olmasıydı, bunu başarmıştık. Kimi birbirine kaçamak bakışlar atsa da, kimi yüzünden gülücüklerini eksik etmese de artık yeni bir yıl başlamıştı.
"Hızır," dedi Akın tok bir sesle. "Sen şöyle karşıma geçsene." Burak, Eylül'ün yanında oturuyordu. Akın buna daha fazla dayanamayıp araya girdiğinde İpek'in kulağına söylediği sözler pek etki etmiş gibi durmuyordu.
"Abi, ben eve gideceğim." Eylül çantasını alıp ayağa kalktığında Akın kardeşini bırakması için Berker'i görevlendirmişti. Burak olduğu yerden kalkıp Akın'ın karşısına oturdu. Oğuz uyumaya başladığı için Pelin ve abim de gitmek zorunda kalmıştı. Artık bizbizeydik.
"Urfalı," dedi Burak bakışlarını Akından çekmeden. "Bir bardak su getir." Yavuz anında ayaklanıp bir bardak suyu Burak'ın önüne bıraktı. Burak bardağı eline alıp hiç düşünmeden Akın'ın önüne itti.
İpek, Akın'ı sakinleştirmek için uğraşsa da Akın bugün her şeyden nem kapıyordu. Selim ortamın gerildiğini fark edince boğazını temizleyip dikkatleri üzerine çekti.
Herkes bu sözsüz emri almış gibi susup köşesine çekilirken benim bakışlarım Rümeysa'ya kaymıştı.
"Kaya," diye seslendiğimde Rümeysa da dahil olmak üzere herkes bana döndü. "Baban nasıl oldu?" Babası birkaç operasyon geçirip sağlığına kavuşmuştu ancak hala bir oğlu olduğunu bilmiyordu. Kaya söyleyemediği için kimseden de söylemesini istememişti.
"İyi, tuttuğu evde kalıyor."
Rümeysa'nın bakışları onun üzerinde olsa da o inatla bakmıyordu. Giydiği beyaz boyunlu kazağı ile bütünleşmiş gibi yakasını yukarı çekiştirip duruyordu. "Sıcak bir şeyler iç," dedi Rümeysa konuşmaya başladığında. Yabancılığını üzerinden yeni atmış gibiydi. "Bu havalarda hasta olursun."
"Olmam." Rümeysa daha cümlesini bitirmeden aldığı bu cevaba bozuntuya vermedi. Zaten biliyorum, der gibi bir havası vardı.
"Ay içiniz geçmiş sizin be," diyerek isyan etti Ecem. Fazla bile dayanmıştı. Bade ile beraber bir şarkı açıklarında ortamda ki hava az da olsa dağılmıştı. "Ben bu sene evleniyorum," dedi yüzüğüne bakarken. Başta şaka gibi gelse de Ecem ve Mert ciddi ciddi evleniyordu. Hangi ara isteme olmuştu, ev tutulmuştu bilmiyorum ama her şey hızlı gerçekleşiyordu. "Hepinizden altın bekliyorum." Selim keyifle kolunu yanında ki boş sandalyenin üzerine attı.
"Sırayı almadan önce düşünseydiniz," dedi gayet rahat bir tavırla. Mert mahcup bir ifadeyle bakarken Ecem aksine ciddi bakışlar atıyordu. "Yangından mal kaçırır gibi evleniyorsunuz, Ece."
Ecem'in yüzünde ki ifade aniden sinire dönüştüğünde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Her seferinde düzeltmesine rağmen Selim'in Ece demesine sinir oluyordu.
"Asıl sen," dedi parmağını öne doğru salladığında. "Diğerleri ne takıyorsa ondan daha çok takacaksın, enişte." Benim yüzümde ki ifade şaşkınlık olsa da Selim halinden memnundu. Ecem bunun onu bozuntuya uğratacağını düşünürken beklemediği bir tepkiyle karşılaşmıştı.
"Şimdi işler değişti, takasım geldi." Masada ki herkes gülerken Selim de amacına ulaşmış gibiydi. Normal zamanlarda hepsine ciddi görünse de aslında onların dertlerini dinleyen, acılarını paylaşan bir abiydi hepsi için.
Saat iyice geç olduğunda hepimiz evlerimize dönmüştük. Yol boyunca Bade hiç konuşmadan dışarıyı izlemişti. Eve geldiğimizde yatmak için odaya çıkacağı sırada İpek'in koluna dokunmasıyla olduğu yerde kaldı. "Sanırım konuşmamız gereken şeyler var." Sorgularken bile bu kadar naif olma be İpek... Hayatımda iyi ki tanıdım dediğim insanlardan biriydi İpek. Kalbinin güzelliği yüzüne de vurmuştu. Hepimiz için anaç bir tavrı vardı.
Bade bir an önce uyumak istediği için lafı uzatmadan konuya girdi. "Ben sabah Ercüment ile konuşmak için askeriyeye gittim. Babam hangi ara geldi bilmiyorum ama konuştuğumuz odanın önündeydi. Sonrasında Ercüment'i yanına çağırdı. Akşam eve gelince de benimle hiç konuşmadı, Ercüment desen görmedi bile beni. Yani ne oldu tam bilmiyorum ama onların arasında bir şey oldu sanırım." Başka bir şey söylemeden odasına çıktığında bizde kendi odalarımıza çekildik. Yarın da en az bugün kadar yorucu bir gün olacaktı.
◇
İki insanın birbirini bulması mucize gibiydi. Arada mesafeler varken bile birbirlerinin kalbine dokunabilmek tarifsiz bir histi. Merve ve Tuna bunları çoktan halletmiş, şimdi de doğacak olan çocuklarını sabırla bekliyorlardı.
"Kendi çocuğum olsa bu kadar çalışmazdım," dedi Ecem elinde ki balonlara gururla bakarken. Bizim küçük salonumuz gözüme şu an da oldukça büyük bir yer gibi görünmüştü. Bütün hazırlıklar tamamdı. Pasta gelecek, ardından Merve ve Tuna masanın başına geçecekti.
"Ne gerek var böyle şeylere," diye söylendi yine benimki. En başından beri saçma buluyordu böyle şeyleri. Zamanı geldiğinde onu bu konuda süründürmeyi zihnimin bir köşesine not aldım. Ercüment elinde pastayla geldiğinde masanın üzerine bıraktı.
"Devrem, her şey hazır. Geçebilirsiniz artık."
Mert'in de onayıyla masanın başında ki yerlerine geçtiler. Merve beyaz bir elbise giyip sarı saçlarını açık bırakmıştı. Tuna da giydiği krem rengi pantalon, beyaz gömlekle eşini şık bir şekilde tamamlıyordu. "Hepinize çok teşekkür ederiz. Mahcup olduk," dedi Tuna minnettar bir ifadeyle.
"Yeğenimiz değil mi işte, lafı bile olmaz." Bade, Ercüment'in sözlerini onaylarcasına başını salladı. Merve ve Tuna ellerine aldıkları iğneyle hemen yanlarında duran balona döndüler. Artık her şey birkaç dakikaya kalmıştı.
Mert'in üçten geriye saymasıyla artık balon patlamıştı. Merve'nin gözlerinden bir damla yaş süzülürken Tuna karısına sarılıp sevinç içinde bir şeyler mırıldanmaya başladı. Pembe konfeti havada uçuşurken Mert de duygulanmış ve Ecem'e sarılmıştı. Selim'in bakışları bir anlığına ona kaydı. Sertçe yutkunduğunda aklına Yiğit'in geldiğini anladım. Serhat belki de bebeğinin cinsiyetini öğrenirken bile yanında olamamıştı, Yiğit hiç evlenememişti...
"Benim kızım olacak, lan," diye Mert'in boynuna sarılan Tuna'yı gördüğümde istemsizce gülümsedim. Selim'in eli belime dolandığında bunun etrafında ki olaylardan kaçmak için olduğunu anladım.
"Artık bir yeğenin daha var. Yaşlanıyor musun ne?" Soruma şaşkınlıkla baktı. Yüz ifadesini görünce yanaklarını sıkmamak için kendimi zor tutumuştum.
"Yeğenimin oluyor olması yaşlandığım anlamına gelmez. Ayrıca," dedi yüzünde yine o çapkın gülümsemesi belirirken. "Yaşlansam, sevmez misin?" Yaşlanınca bile en az şimdi ki kadar yakışıklı olacağına şüphem yoktu gerçi.
"Aşık bile olurum," dediğimde küçük bir kahkaha attı. Konunun dağılması hoşuna gitmişti. Herkes pasta yerken tabağına aldığı minicik bir dilimi yemeye çalışıyordu. Gerçekten tatlıyla hiç arası yoktu.
"Tuna'nın bugünkü görevleri Mert'e devredildi," dedi Burak gülerken. Mert elinde ki çatalı istemsizce bırakırken çocuk gibi dudağını büzdü.
"Bulaşık sırası," dedi Mert unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi. "Lan bi kere de yakma beni be. Baba oluyorsun hala benim başımı yakıyorsun." Herkes keyifle gülerken Mert o kadar bulaşığı nasıl yıkayacağını düşünüyordu.
"Yengem yardım eder ya," dedi Tuna ortamda ki mizahi havayı devam ettirirken. Ecem tırnaklarına hızlı bir bakış attı.
"Tırnaklarımı yeni yaptım. Üzgünüm." Herkes buna daha çok gülmüştü. Ecem o kadar ciddi bir ifadeyle yardım edemeyeceğini belirtmişti ki tırnaklarını koruduğu kadar Mert'i korumamıştı.
"Arkadaşlar," dedi Akın. Bir konuşma yapacakmış gibi oturuşunu düzeltip boğazını temizledi. "Madem herkesin keyfi yerinde bende bir şey söylemek istiyorum." Söyleyeceği şeyi biliyordum. İpek ile sabah konuşmuştuk.
"Artık her şey yoluna girmeye başladığına göre biz de yeniden yüzük takalım dedik. İstemeye gideceğiz İpek'i ilk fırsatta." Benimkinin yüzü düşerken aklına yine bizim sıranın ertlendiği gelmiş olmalıydı. Kendisine bakan Akın'ı gördüğünde sorgular gibi kaşını kaldırdı.
"Ulaş," dedi Akın tok bir sesle. Selim'e neredeyse hiç böyle seslenmezdi. Rütbede olmadıklarına göre şimdi böyle seslenmesinde de bir sorun yoktu. "Aslında Tahir amcayı düşünmüştüm ama onların da başı kalabalık şimdi." Babamı unutmamış olması gülümsetti. "Poyraz abi ile konuşsak olur mu?" Soruyu sorarken ses tonu öyle derinden çıkmıştı ki o an aklıma geldi anne babası olmadığı. Bundan çekinirmiş gibi bir tınıyla konuşmuştu. Selim'in ifadesi de anında yumuşarken öne doğru eğildi.
"Benim ne kadar abimse senin de abin zaten. Yıllardır tanıyorsun," dediğinde Akın'ın yüzünde ki hissizlik yerini neşeye bırakmıştı. Çiğdem'in doğumuna çok az kaldığı için isteme işi doğumdan sonrasına bırakılmıştı.
İşlerimiz bittikten sonra herkesi uğurlarken hepsine el salladım. En son Selim yanıma geldiğinde kapının önünde kalıp diğerleri gidene kadar bekledik.
"Efsun," dedi ses tonu uzun zaman sonra böyle düşünceli çıkarken. "Yarın, göreve gidiyoruz." Yaşanan olaylardan sonra onun için daha çok endişelensem de yapacağım bir şey yoktu. Bu onun göreviydi, ve Selim görevine aşık bir adamdı. "Kendine dikkat et, aklım sende kalmasın olur mu?" Küçük bir çocuk gibi başımı sallayıp sarıldım.
"Sende dikkat et." Başka bir şey söyleyemedim. Ne kadar süre kapıda öylece sarıldık bilmiyorum ama üşüdüğümü fark ettiğimde yavaşça geri çekildim. "Seni çok seviyorum," dedim gitmeden önce. Dudakları usulca yukarı kıvrılırken alnıma bir öpücük bıraktı.
"Bende seni çok seviyorum."
Ne kadar göndermeyi istesem de inatla önce benim içeriye girmem konusunda ısrar etmişti. İçeriye girdikten sonra kapıdan gidişini izledim. Kızlardan ses çıkmadığına göre herkes göreve gideceklerini biliyordu. Artık bize yine beklemek düşmüştü. Bir şey yapmadan sadece dua ettim. Hem Selim'e, hem Selim gibi olan herkesin ayağına taş değmesin diye saatlerce dua ettim...
◇
Evett. Bu sefer sizi çok özledimm çünkü bölüm düşündüğüm tarihten daha geç bir tarihte bitti. Umarım sevmişsindir. Yorumlarınızı bırakmayı, oy vermeyi unutmayınn. Sizi çok seviyoree :)
|
0% |