@livasayina
|
Yine, yeniden merhabaa okurballarımm. Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayın. Bu arada bölüm aralarında koyduğum semboller sürekli kayıyor, elimden geldiğince düzeltmeye çalışıyorum ama gözden kaçabiliyor. Bunu da belirteyimm.. Bir de sormak istediğim bir şey varr şu çiftin hikayesini de okumak isteriz dediğiniz bir çift var mıı? ◇
Bazen radyoda bir şarkıya denk gelirdi insan. O şarkı anında bir yer ediniverirdi kalbinde ancak sonrasında adını bulamazdı. Aklında sürekli çalıp dursa da bir daha duyana kadar o şarkıyı rafa kaldırmıştır... Selim de benim için bu şarkı gibiydi. Ben ona tesadüfen rastlamış olsam da devamında adını bulabilmiştim. Kalbimde ki yerini en az onun kalbinde ki yerim kadar sağlamlaştırmıştım. Telefonuma bakıp bildirim olmadığını görünce ceketime daha sıkı sarıldım. Havalar çok soğuktu, acaba dediğim gibi sıkı giyiniyor muydu?
Sıcacık kahvemi içmeye devam ederken bir süre daha onu düşündüm. Ardından birkaç saat sonra gelen hastam Ercan'ı muayene ettim. Gelen askerlerin yaralarını her gördüğümde içimde bir şeyler kopup gidiyordu. Dikişlerine dikkat ederek tedavisini tamamladığımda teşekkür ederek odadan ayrıldı.
Selim?
Daha fazla dayanamamış ve mesaj atmıştım. Mesajın iletildiğini gördüğümde üzerime montumu alıp dışarıya çıktım. Askeriye de tanıdığım kişiler vardı ama tim kadar samimi değildim hiçbiriyle.
"Efsun," diye seslenerek yanıma gelen Badeye döndüm. Yüzünde neredeyse ilk defa gördüğüm bir telaş ifadesi vardı. Yanıma geldiğinde nefes nefese kalmıştı.
"Çok şeyler oldu çok," dedi kendini dinlendirirken. Hava soğuk olduğu için revire geçtiğimizde Ecem ve İpek de yanımıza gelmişti.
"Babam Ercüment'i öğrenmiş, emin oldum." Buyurun cenaze namazına, dedi iç sesim. O kadar tepki vermiş miydi?
"Görevden gelsinler konuşacağız, dedi."
Tuğrul amcanın sert bir tepki vereceğini düşünmüyordum. Ercüment'i severdi, kızı da sevdiyse buna kızmazdı. Eylül elinde ki kahve tepsisiyle odaya girdiğinde Ecem'in bakışları ona kaydı. Yüzükler takıldıktan sonra daha anlayışlı bir insan olmuştu.
"Kendini yıpratma bu kadar," dedi İpek yumuşacık bir ses tonuyla. Bade, İpek'in eline dokunup derin derin nefes aldı. Beklemekten başka çaresi olmadığına ikna olmuş gibiydi. Kahvelerimizi yudumlarken Selimden hala mesaj gelmediğini gördüm.
"Senin hazırlıklar nasıl gidiyor," dedi Eylül.
Ecem hevesle fincanını masaya bıraktı. Parmağında ki yüzüğü okşarken yüzünde ki gülümseme görülmeye değerdi. "Ev hazır, eşyalar da geliyor yavaş yavaş. Düğünü bekliyoruz."
İpek de anında bir şeyler hatırlamış gibi gülümsedi. Ecem'in düğününden önce onun isteme merasimi vardı. Biz Eylül ile birbirimize bakarken diğerleri çoktan hayallere dalmıştı.
Duyduğum bildirim sesiyle anında telefonuma sarıldım. Mesaj geldiğini görünce vakit kaybetmeden uygulamaya girdim. Efsun'um, yazmıştı.
Yanaklarıma hücum eden kan akışı bedenimi anında ısıtmıştı. Nasıl olduğunu soran kısa bir mesaj attıktan sonra sohbete geri döndüm.
"Eee Eylül," dedi Bade. Endişesi dağılmış gibiydi. "Sen neler yapıyorsun?" Sözlerinde ki ima kendini açık açık belli ediyordu. İpek kızarcasına baktığında Eylül'ün yanakları kızarmıştı. Ellerini önünde birleştirdiğinde parmaklarıyla oynamaya başladı.
"Abim'in ayarladığı lojmanda kalıyorum."
Ecem rahat bir ifadeyle arkasına yaslandı. "Kızım gel bizim evde kal işte." Bu teklifi birkaç kez sunmuş olsak da Eylül abisinin vereceği cevaptan emin olmadığından bir cevap vermemişti. Bu kez soracağını söyleyip konuyu kapatmaya çalıştı.
"Şöyle sarışın bir arkadaşın falan var mı?" Ecem sözlerine devam etmekte ısrarcıydı. İpek uyarmak ister gibi koluna dokunsa da aldırmadı. Amacı Eylül'ün üzerine gitmek, onu üzmek değildi ama merak ettikleri vardı. Başlarda duyduğu soruyla afallamış ve utanmıştı Eylül. Sonrasında bir süre sessiz kaldıktan sonra gülümsedi. Çekingen bakışları hepimizin üzerinde tek tek gezindi.
"Çok yardımcı oluyor bana ama sadece arkadaşız."
Düşündüğünüz gibi değil demek için vurgulayarak söylemişti son cümlesini. Benim dikkatim telefonuma gelen bildirimle dağılırken diğerleri de yavaş yavaş konuyu değiştiriyordu. İpek'in uyarıları işe yaramış olacak ki Ecem artık bir şey demiyordu.
İyiyiz güzelim, merak etme.
Kim bilir haber vermek için yazdığı şu mesajı yazana kadar ne zorluklardan geçmişti. Benimde yakından şahit olduğum olaylar aklıma gelirken vücudum ürperdi. Hiçbirine bir şey olmasın diye dua ettim içimden. Hepsi sağ salim evlerine geri dönsünler...
◇
Gözlerimi inatla açmaya çalışarak uykuma bir kez daha direndim. Yetiştirmem gereken raporlar olduğu için gece boyunca odamda kalmam gerekmişti. Artık sıkıldığımı hissettiğimde ceketimi giyip bahçeye çıktım. Birkaç asker gezinirken birkaçı oturmuş sohbet ediyordu. Havanın düşündüğümden daha soğuk olduğunu fark ettiğimde ceketime biraz daha sarıldım.
"Abim," dedi arkamdan bir ses. Yorgunluğuma verip yanlış duyduğumu düşündüm. Ancak arkamdan gelen adım sesleri kalbimi her seferinde daha hızlı attırırken sevinçle arkama döndüm. Abim gelmişti. Aramızda ki mesafenin kısalığını fırsat bilerek kollarımı öne uzattım. Bunu beklermişcesine gülümsediğinde havada ki kollarım iki yana düştü. Sarılmayı çok istesem de olmuyordu. Onsuz büyüyen küçük Efsun karşıma geçip bana hesap soruyordu sanki.
Üzülse de belli etmemeye çalışarak geri çekildi. Elinde ki çantadan çıkarttığı bardağı bana uzattı. Bakışlarımı kaçırırken elime aldığım bardaktan burnuma dolan salep kokusunu içime çektim. Revire doğru yürümeye başladığında konuşmadan onu takip ettim. Ben masama otururken abim de karşımda ki koltuğa oturdu. "Bizimkiler dönmemiş hala," dedi bakışları etrafta gezinirken. Başımı sallayıp bardağımdan bir yudum aldım.
"Sen neden geldin ki," diye sordum sesimde ki merakı gizlemeye çalışmadan. Başını öne eğdiğinde bardağını masaya bıraktı. Ellerini birbirine kenetleyip bir süre sessiz kaldı.
"Sana ne olduğunu kendi gözlerimle gördüm ben."
Birkaç ay öncesi hafızamda tekrar canlanmıştı. Günlerce bilincim kapalı bir halde hastanede yatmam, enjekte edilen ilaçlar... Hayatım boyunca travma gibi yer edinen üçüncü olay olmuştu bu. İlk ikisi sevdiğim iki adamı da öldü sanmamdı çünkü. Beni yalnız bırakmamak için gelmişti buraya kadar da.
"Göresim geldi," dedi aklında ki bütün cümlelerin özetiymiş gibi. İkimiz de susmuştuk devamında, konuşacak bir şey kalmamış gibiydi. Salep bittiğinde bardağı masaya bıraktım. Düşündüğümden daha çok özlemiştim, abimi de, ailesini de...
"Pelin nasıl?"
Yüzünde ki gerginlik anında yerini gülümsemeye bıraktı. Karısının adını duymak bile bu denli mutlu ediyordu. Henüz doğmamış olan yeğenimi düşündüğümde ben de gülümsemiştim. Oğuz harika bir abi olacaktı. "Annemle bebek için eşyalar alıyorlar." Yılların gözyaşı torunlarıyla beraber silinmişti annemin gözünden. "Çok heyecanlıyım Efsun. Oğuzdan sonra hayatımız çok değişti, Nazlıdan sonra da her şey çok farklı olacak."
Yüzünde çocuksu bir neşe vardı. İçi içine sığmıyormuş gibi görünüyordu. Elimde ki kalem masaya düşerken gözlerimin nemlendiğini fark ettim. "Nazlı?" İsmini belirlemişler miydi? Başını salladığında bir yere dalmışcasına bakmaya başladı. Berke, Oğuz ve şimdi de Nazlı. Üçünün de yeri çok ayrıydı, üçü de yeğenimdi.
"Ulaş ne zaman dönecek biliyor musun?"
Gittiklerinde sonra üç hafta geçmişti aradan. Telefon görüşmeleri haricinde haber alamıyorduk. Başımı iki yana salladığımda dudaklarını büktü. Yanımda olduğunu hissettirmeye çalışıyordu ancak bunu ne kadar başarabildiğini kendisi de bilmiyor gibiydi. Telefonum çalmaya başladığında ekranda Selim'in adını görmemle anında cevapladım.
"Yenge," dedi Yavuz'un acele çıkan sesi. "Biz döndük ama," aylar önce ki o keskin acıyı yeniden kalbimde hissettim.
"Ama ne Yavuz?!"
Abim bir sorun olduğunu anlayıp ayaklanmıştı. Yanıma geldiğinde ne oldu, der gibi yüzüme bakıyordu.
"Burak Komutanım ve Ulaş Komutanım hastanede. Sende gün içinde çok aramışsın. Haber vermek istedim."
Gerekli bilgileri alıp telefonu kapattım. Askıda ki montuma yöneldiğimde abim de peşimden geliyordu. Arabasını işaret ettiğinde üstelemeden bindim. Hastaneye giderken İpek'i arayıp olanları anlattıktan sonra derin derin nefes aldım. Yavuz hayati bir sorun olmadığını, ameliyata girdiğini söylemişti. Yine benden gitmesin diye yol boyunca çok çok dua ettim.
Hastaneye geldiğimizde resepsiyondan nerede olduklarını öğrenip merdivenleri hızlı hızlı çıkmaya başladım. Yine karşımda dalgın bir şekilde etrafa dağılmış tim vardı. Yüzlerinde hüzünlü, dalgın bir ifade vardı.
"Abla," dedi Berker doğrulurken. Ercüment ve Akın da yanlarında yoktu. Abim Tuna'nın yanına gidip konuşmaya başladığında ameliyathanenin önüne geçip duvara yaslandım.
"Akın nerede," dedi İpek'in titreyen sesi. Onlar da gelmişti. Kaya her zamanki gibi ifadesiz bir bakışla karşısında ki duvara bakıyordu. Kan vermeye gittiklerini söylediğinde durumun sandığımdan daha ciddi olduğunu fark etim. Çok mu kan kaybetmişlerdi? Ameliyathanenin önüne geçip titreyen ellerimi yavaşça kapısına koydum. Ben buradayım, dedi iç sesim. Karşımda ki Eylül'ün de dolmuş gözlerini gördüğümde içimde ki acı biraz daha büyüdü. Babasından sonra onu da kaybetmekten korkmuş olmalıydı. Kapı açıldığında dışarıya çıkan doktor bakışlarını tek tek üzerimizde gezdirdi. Üniformalı olduklarını görünce yakını kim, diye sorma gereği duymadan açıklama yaptı.
"Ulaş Bey'in durumu iyi. Kurşunu çıkardık. Bugünlük kendisini misafir edeceğiz yarın taburcu olabilir."
Derin bir nefes aldım. Artık böyle durumlara alışmıştım ama içimde her daim bir endişe vardı. "Burak," dedi Eylül. Akın koluna bastırdığı pamuğu avucunun arasına alıp biraz uzağında ki çöpe fırlattı.
"Onun durumuyla ilgili de bilgi aldım. Bilinci hala kapalı. Önümüzde ki yirmi dört saat sürecin devamı ile ilgili büyük önem taşıyor."
Ne yaşıyordum, nasıl hissediyordum bunu ben bile bilmiyordum. İçimde nefes almamı engelleyen derin bir korku vardı. Kalbim hızlı hızlı atarken Selim'in olduğu odanın önüne geldim. Kaya ve Yavuz da hemen arkamdaydı. Kapının kolunu tuttuğumda doktorun söylediklerini hatırladım. Çok değil sadece beş dakika onu görmem için yetip de artmalıydı. Çekingen bir edayla içeriye girdiğimde uyuduğunu gördüm.
Vücuduna bağlı olan kablolar yeni kurumuş olan gözlerimin tekrar dolmasına sebep oldu. Saçlarının ön kısmı alnına dökülmüştü. Bu halde bile bebek gibi görünüyordu. Yanında ki sandalyeye oturup beni görüyormuş gibi yamacına sokuldum. Yan tarafında ki makineden gelen sese göre her şey yolundaydı.
"Ne yapacağım ben seninle," dedim kendi kendime. Dudaklarımda buruk bir tebessüm belirmişti. "Kalbimi ya korkudan ya da aşırı heyecandan durduracaksın. Orta yolu hiç mi bulamayacağız?" Parmaklarım alnına dökülen küçük saç tellerine giderken kaşları çatılır gibi oldu. Hissetmiş miydi?
Bir anda siyah gözlerini açıp gözlerimi bulduğunda ne yapacağımı bilemeden öylece kalakaldım. Eli takılı olan oksijen maskesine gitti. Aşağıya doğru çekiştirip derin bir nefes aldı. "Şehit," dedi zar zor aldığı nefesiyle. "Oldum mu ben?" Kendine gelir gelmez bunu sormasına nasıl bir tepki vermeliydim ki?
"Olmadın, yaralanmışsın. Ameliyat oldun."
Gözlerini gözlerimden çekmeden sıkıntılı bir nefes verdi. Kirpiklerini hızlı hızlı kırpıştırdı. "Kavuştum sanmıştım. O kadar gerçekçiydi ki," dedi kendi kendine. "Vurulduğum zaman Yiğit'in sesini duydum sandım bir an Füsun..." Belki de Yiğit'e malum olmuştu. Selim bir kez daha ona kavuştuğunu düşünürken gözlerini dünyaya açmıştı. Yüzünde buna pişman olmuş gibi bir ifadeyle bakışlarını benden kaçırdı. Canı acıyordu, yüzüme bakarsa bunu gizleyememekten korkuyordu. Elini tutup yanında olduğumu daha da hissettirmeye çalıştım. Şaşkın bakışları yavaşça bana kaydı.
"İyisin," dedim çok şükür, der gibi. Gözlerini kapatıp açarak beni onayladı. Örtünün hafifçe açılan kenarından omzundan karnına uzanan dikiş izi kendini belli ediyordu. Nereye baktığımı anlayınca örtüyü biraz daha üzerine çekti.
"Doktor bugün çıkabileceğimi söyledi. İyiyim," dedi beni rahatlatmaya çalıştığını anladığımda. Doktor en azından bir gece de olsa hastanede kalmasını istese de Selim bir an önce evine gitmek istiyordu.
Kapı açılıp tim içeriye girdiğinde ayağa kalktım. Burak hariç herkes buradaydı. Ercüment önden gelip az önce durduğum yere geçti.
"O işi hallettik," dedi Selim'in omzuna yavaşça dokunup. Neyden bahsettiklerini anlamasam da aralarında gözleriyle bir şeyler söyleyip anlamışlardı. Kaya'nın neredeyse ilk defa gülmeye yakın bir ifade de durduğunu fark ettim.
"Kaya," dedi Selim de görmüş gibi. Kaya anında öne çıkıp daha ön plana geçti.
"Emredin komutanım."
"Söylemek istediğin bir şey var mı?"
Akın sorusunu sorduktan sonra duvara yaslandı. Kaya birkaç saniye sessiz kalıp başını öne eğdi.
"O," dedi yabancı ama bir o kadar da tanıdık birinden bahseder gibi. "Bir çocuğum olması için her şeyi yapardım. Oğlumun askerliğini, kızımın mezuniyetini görmek isterdim, dedi."
Yavuz bir elini Kaya'nın omzuna koyup gülümsedi. Bu süreçte hepsi en büyük destekçisi olmuştu. Abim, kardeşim diye benimsediği kişiler sahiden öyle bir yer ediniverirmişti kalbinde. Omuzlarını dikleştirip yeniden duvarın dibine geçti. Annesi tarafından istenmemiş olsa da yıllarca onu çok istemiş bir babası vardı.
Doktor odaya gelip muayene ettiğinde Selim'in iyi olduğunu ve çıkabileceğimizi söylemişti. Ben odadan çıktığımda Ercüment ve Akın, Selim'in üzerini değiştirmesi için yardım edeceklerini söylemişti.
Onları beklerken Burak'ın odasına gittim. İpek ve Ecem dışarda beklerken Eylül içerdeydi. Geldiğimi görünce onlar da benimle beraber odaya girdi.
Eylül yatağın ucunda ki sandalyeye oturmuş, Burak'ı izliyordu. Buraksa öylece etrafına bakınıyordu.
"Geçmiş olsun," dedim yanına giderken.
Başını sallayıp teşekkür etti. "Bende çıkmak istiyorum," dedi çocuk gibi. Doktor kalmasını istese de o da Selim gibi hastanede kalmak istemiyordu. İkna etmek için konuşacağım sırada Eylül araya girdi.
"Boşuna nefesini harcama Efsun abla."
Burak'a ters bir bakış attı. Anlaşılan bu konuşmayı daha önce kendisi de yapmayı denemişti. İpek ve Ecemle kısa bir göz teması kurup ne olduğunu anlamaya çalıştık.
"Ben hasta değilim," dedi Burak net bir tavırla.
"Hastasın!"
"Değilim!"
Ne olduğunu anlamadan Eylül ve Burak birbirlerine karşı seslerini yükseltmeye başlamıştı. Eylül'ü ilk defa böylesine sinirli görüyordum. Burak ise kaşlarını çatmış bir şekilde her zaman ki gibi netti.
"Bak Eylül," dedi sakinleştirmek ister gibi.
"Ben hasta olmam, yani olsam bile diğer insanlar gibi yatıp birileri bana baksın diye bekleyemem."
Eylül saçlarını savurup bunun umrunda olmadığını belirtti. Bunun sebebini bilirmiş gibi bir edayla yatağın yanına bıraktı daha yaklaştı.
"Ama artık annen yok, sana bakabilecek birileri var.."
Burak'ın böyle söylemesinin sebebi annesiydi. Eylül'ün söylediğinde göre çıkarılabilecek tek sonuç buydu.
"Sende olma, Eylül," dedi rica eder gibi.
Ecem çantasını koltuğa fırlatıp yanına oturdu. Derin bir nefes alıp saçlarını geriye attı. "Ne olduğunu biri anlatabilir mi artık?"
"Katılıyorum," diyerek İpek de hemen yanına oturdu.
Burak köşeye sıkışmış gibi sıkıntılı bir nefes verdi. Başını sağa çevirip bize baktı. "Benim ailem çok zengindi, yani hala öyleler aslında. Sürekli iş gezisi, davet benzeri yerlere gittikleri için abimi ve beni yok sayarlardı. Bize ayırdıkları nadiren bir gün olurdu. O zaman da babam bana bisiklete binmeyi öğretmeye çalışırdı. Ben hep düşerdim, o hiç tutmazdı." O günleri tekrar anımsamış gibi bakışları dalıp gitmişti.
"Abim benden büyük olduğu için odasından çıkmazdı, olanları umursamazdı. Ben de çocukluk aklı ya, ilgilensinler isterdim hep. Bir keresinde çok ateşim çıkmıştı, annem önemli bir davete gidemediği için bana çok kızmıştı. O gün bir daha hasta olmamayı diledim."
Daha önce bu konu hakkında hiç konuşmamıştık. Kimisi olmayan anne babasının acısını çekerken Burak onlar hayattayken bu acıyı yaşamıştı.
"Yani ben öyle nazlı bir çocuk olarak büyümedim. Kimsenin bana bakmasına ihtiyacım yok."
Bu sözleri Eylül'e ithafen söylediği belliydi. Bakışları mıh gibi onun gözlerine sabitlenmişti. Eylül bir hışımla ayağa kalkıp askıda ki ceketini aldı. "Ne yaparsan yap ya," dedi odadan çıkmadan.
Kapıyı çarptığı için çıkan ses kulaklarımızda adeta yankılanmıştı. Birkaç dakika sonra Berker ve Mert ne olup bittiğine bakmak için odaya gelmişti. Meraklı bakışları hepimizin üzerinde tek tek gezindikten sonra Burak'ın üzerinde durdu.
"Çıkış işlemlerini başlatın," dedi Burak sakin bir tınıyla.
Berker hiçbir şey söylemeden kendisine verilen emri yerine getirmek üzere dışarıya çıktı. Mert usulca Ecem'in yanına sokulurken ben de Selim'e bakmak üzere odadan çıktım. Karşımdan yürüyerek geldiğini görünce derin bir nefes aldım. Buna da çok şükürdü. Omzunda ki yara da zamanla geçecekti önemli olan hayatta, yanımda olmasıydı.
"Gidelim mi?"
Kolunun altına girerken küçük bir çocuk gibi gülümsedim. Saçıma öpücük kondurup gözlerime baktı. "Gidelim."
Arabayı ben kullanırken Selim de benim yaptığım gibi başını koltuğa yaslayıp beni izliyordu.
"Raporun var mı?"
Anında hayır anlamında mırıldandı. Göreve ara vermesine gerek olmayan bir durumdu. Telefonu çalmaya başlayınca kolunu tutarak cebinde ki telefonu bulmaya çalıştı. Omzu acıdığı için yüzünü buruşturmuştu.
Arayan kişinin kim olduğuna bakınca sırıttı. Koltuğa biraz daha yayılıp telefonu açtı. Sesi benim de duyabileceğim şekilde ayarladı.
"Ulaş oğlum," dedi annem anında.
Bu telaşlı ses sahiden annemindi. Nereden haberi olmuştu bu kadar kısa sürede?
"Efendim Müjgan teyze," dedi sevimli bir çocuk gibi benimki.
Annem derin bir nefes alıp dualar mırıldanmaya başladı. "Yaman'ı aramıştım, hastanedeyiz deyince çok korktuk."
"İyi misin bizim oğlan?"
Konuşmaya babam da dahil olmuştu. Abimden haberi aldıktan sonra onlar da endişe edip haberdar olmak için Selim'i aramıştı. Selim'i böylesine benimsemeleri beni çok mutlu ediyordu.
"İyiyim iyiyim, küçük bir sıyrık sadece. Hastaneden çıktım şimdi."
"Ulaş abim," diye bir feryat duyunca kendimi arabadan dışarıya atmak istedim. Alp yine Selim'e aşıkmış gibi öyle bir atılmıştı ki..
Başıyla telefonu işaret ederken keyfi yerindeydi Selim'in. Hepsiyle kısa kısa konuşup telefonu kapattı. Eve geldiğimizde hala yüzünde ki gülümseme kaybolmamıştı. Bu kez çalan benim telefonum olurken ekrana baktım. İsmet'in eşi Mine arıyordu. Selim'in şehit haberinden sonra tanışıp samimi olduğum birisiydi. Bu süreçte bebekleri de dünyaya gelmişti.
"Efsun," dedi acele acele.
"Benim annemlere gidip gelmem gerekiyor. Göktuğ'u da bırakacak başka kimsem yok. Birkaç saatliğine sana bıraksam sorun olur mu?"
Selim salona geçip koltuğa otururken etrafa bir göz attım. Her şey yolunda görünüyordu. Mine'ye sorun olmadığını söyleyip telefonu kapattım.
"Minik bir misafirimiz geliyor," dedim gülümserken. Konuşmalarımızı duyduğu için heyecanlanmamıştı.
"Bebekler seninle çok güzel anlaşıyor," dedi trip atar gibi.
"Çok yakından biliyorum bunu," dedim diğer omzuna başımı koyarken. "Birisiyle sürekli beraberim nasıl olsa." Önce hiçbir şey söylemese de kulağıma dolan sesinden güldüğünü duymuştum.
"Bak ya, kocaman yüzbaşıyım kızım ben. Bebek diyorsun bana."
Keyfi yerine gelmişti. Kapı çalınca koşa koşa odadan çıktım. Çok geçmeden kucağımda Göktuğ ile döndüğümde kucağımda ki bebeğe başını eğip baktı. Daha önce hiç tanışmadıkları aklıma geldi. İsmet'in bir çocuğu olması için ne kadar beklediğine hepsi şahit olmuştu. Şimdi onu böyle güzel bir baba olmuşken izlemek hepsini duygulandırmıştı. Göktuğ'un başını destekleyip koltuğa oturdum. Selim dikkatle kucağımda ki bebeği izliyordu. Her gördüğü bebeğe eşsiz bir parça gibi özenle bakıyordu. Göktuğ başlarda biraz hareketlense de uykusu olduğu için zamanla başını omzuma koymuştu.
"Füsun," dedi fısıldayarak.
Göktuğ uyuyunca onu yatırmak için koltuğun üzerini uygun hale getirdim. "Şu anın hayalini ne kadar çok kurduğumu bilemezsin," dedi bu kez. Cevap vermek yerine öylece gözlerine baktım. Onun da dediği gibi bence de çok amin sevgilimdi. Zil çaldığında Göktuğ kafasını iki yana hareket ettirdi. Selim ise neredeyse ışık hızında kapıya yönelmişti. Birkaç dakika sonra yanında Ercüment ile beraber geldiğinde bahçeye çıktık.
"Ooo kim bu junior?"
"İsmet'in oğluymuş. Göktuğ."
Ercüment aldığı cevapla sessizce başını salladı. Oturma gruplarının olduğu alana geçtiğimizde gözüm sürekli cam kapıdan Göktuğ'u izliyordu. Telsizi de her an yanımızdaydı. Ercüment gülümsemesini daha fazla bastıramadan boğazını temizledi.
"Annemler burada."
Selim kaşlarını çatıp neden, der gibi başını salladı. Ercüment ellerini önünde birleştirip biraz daha öne eğildi. Komutanım akşama eve davet etti. Konuşacağız, dedi. Bade sabah gruba birkaç elbise modeli atmıştı. Yoğunluktan mesajlara bakamadığım aklıma geldi. Tuğrul amca önce Ercüment ile tek konuşmuş ardından ailesini davet etmişti.
"Kız istemeye mi gidiyorsun?"
Selim arkasına yaslanıp ciddiyetine bürünmüştü. Bir abi edasıyla Ercüment'i süzmesi beni de gülümsetmişti.
"Yok be hem öyle olsa sizin de çoktan haberiniz olurdu, gelirdiniz."
Ercüment sigarasından bir nefesi içine çekerken Selim'in bakışları da salonda uyuyan bebeğe kaydı. Başını biraz daha yukarıya kaldırıp uyuduğundan emin olduktan sonra derin bir nefes aldı. "Yalnız sende hiç fena değilsin yüzbaşım," dedi Ercüment keyifle. Arkasına yaslanıp bir elini koltuğun üst kısmına attı. Meraklı bakışlarımı görünce anlatmaya başladı.
"Komutanın yanından geldim buraya. En son gittiğimiz operasyon da mahsur kaldığı yerden on iki kişiyi birden temizleyip çıktı dakikalar içinde. Ama mekandan öyle bir çıkışı vardı ki Serhat'ın dediği gibi," dedikten sonra yavaşça sesi kısıldı Ercüment'in.
"Buralar hep bizimdi, hep bizim kalacak," diye tamamladı Selim, Ercüment'in yarım kalan cümlesini. Artık alışmıştık ama onları her anımsadığımızda istemsizce o duygu yeniden tüm bedenimizi ele geçiriyordu. Sigarasını söndürüp çöpe attıktan sonra Ercüment ayağa kalktı.
"Ben gideyim de hazırlıkları kontrol edeyim. Komutanımı bekletmek olmaz. Bu arada Efsun, komutanım özellikle de Bade seni çağırıyormuş yarın için."
Selim'e baktığında yüzünde alaylı bir gülümseme belirdi. "Annemler buradayken istemeyi de halledelim diyecekler herhalde. Yüzbaşım, onur konuğumsunuz," dedi sırıtışı daha da büyürken. Selim bir şeyler mırıldanırken Ercüment çoktan gitmişti. Göktuğ'un yanına dönmek için ayağa kalktığımda Selim de hemen yanıma gelip yanağıma bir öpücük bıraktı.
"Sen geç güzelim. Ben üzerimi değiştirip geleyim. Ercüment'in sigara kokusu falan sinmiştir şimdi çocuğu öyle kucaklamak olmaz." Başımı salladığımda gidiğini gülerek izledim. Her alanda harika bir sevgilim vardı; arkadaşlıkta, evlatlıkta, sevmekte, babalıkta...
Salona geldiğimde Göktuğ hissetmiş gibi gözlerini araladı. Maviye çalan gözlerine bakarken işaret parmağımı avuçlarının arasında sımsıkı tutmasını izledim. Bir insanın yorgunluğunu başka bir insan da alabiliyordu. Bu yaşananlar da bunun en büyük örneğiydi. Oldukça yorucu olan hayatımızda birbirimize sığındığımız, orada huzur bulduğumuz bir yaşamdı bizimki, en çok da yıllardır yorgun olan kalplerimizin birbirinde dinlendiği...
|
0% |