@livasayina
|
Sizler de farkındasınızdır ki artık büyüyoruz. Bu hikayeyle tanışalı neredeyse bir yıl olacak. Benim için her bir yorumunuz, okumanız o kadar kıymetli ki... Sizden ricam yorum yapmayı ve bölümleri okumayı imal etmeyin. Çıktığımız bu yolda sizlerle yürümek benim en büyük ilham kaynağım. Hatırlatmamız bittiyse size bir sürprizle geldimm, ilk bölümden hatırlayanınız varsa bugün günlerden 8 Mayıs! Ulaş Selim'in doğum günü... (Bölümü önceden yazmıştım.) Bir önce ki bölümde sorduğum soru da şu yüzdendi; önümüzde ki yıllar da Efsun'un kitap olmasını istiyorum. Diyelim böyle bir şey oldu almayı düşünür müydünüz, imza günleri yapar mıydık diye merak ettimm
Fazla uzun yazıp size vakit kaybettirmek istemem. İyi ki önce yüreğime sonra kalbime düşmüşsün Karacalı, hikayen her daim var olsun. Umarım benim seni sevdiğim gibi herkes de sevmiştir, kalplerinde bir yer edinebilmişsindir...
(Yorumlara düşüncelerimizi ve yeşil kalplerimizi bırkalım mı?) 💚
◇
Çocukların uykudan uyandığı, yetişkinlerin neşeyle karşıladığı günlerdi bayramlar. Daha sabahın ilk ışıklarında ayağa dikilen yüzlerce küçük çocuk koşarak yemekhaneye inmişti, bir kişi hariç; Kaya.
Üzerini değiştirmek için tek kapaklı dolabının önüne gidip parmak uçlarında yükseldi. Kapı sesli bir şekilde açılırken burnuna dolan rutubet kokusuna kaşlarını çattı. Burayı seviyordu ama artık eskimişti, her yerde bu kokudan vardı.
Eline aldığı giysileri yatağının üzerine bıraktı. Kısa süren bir ikilemden sonra yatağının yanında ki tabureyi sürükleyerek dolabın önüne getirdi. Diğer arkadaşlarına göre daha uzun olsa da boyu henüz bu kısma yetmiyordu. Taburenin üzerine çıkarak dolabın üst rafta ki oyuncak arabaya uzandı. Mavi araba avuçlarının arasında kaldığında bir hışımla yere indi. Önce üzerini değiştirip sonrasında yatağa oturdu.
"Yirmi üç Nisanmış," dedi alayla. Neden bir otobüse binip gösteri alanına gitmesi gerekiyordu ki?
"Bugün diye bir gün yok."
Elinde ki arabanın her köşesini dikkatle inceledi. Batak'ın ona çocukluğuna dair verdiği tek şey bu arabaydı.
"Doğmamış bir insanın doğum günü, çocukluğu olmamış birinin de çocuklar bayramı olmaz," dedi yaşına göre büyük bir ciddiyetle.
Ayak sesleri duyduğunda elinde ki arabayı hızlıca cebine kattı. Gelen kişinin kim olduğuna bakmak için kapıya döndüğünde bunun Ferhat olduğunu gördü.
"Kaya?"
Ferhat diğer çocuklara göre biraz korkutucuydu. Kaya gibi hiç gülmez, lazım olmadıkça konuşmazdı. Buraya geldikleri ilk gün kalabalıktan kaçıp çatı katında tanımışlardı birbirlerini. O günden sonra aralarında görünmez, sıkı bir bağ oluşmuştu. Canı yemek yemek istemediği için onlarla beraber aşağıya inmemişti. Ferhat kendinden emin adımlarla yatağın yanına gelip çekmecenin üzerinde ki anahtarlığa baktı. Ucunda daha önce hiç görmediği bir sembol vardı. İki adet silah çarpı şeklinde birleşmişti. Geçen gün onları ziyarete gelen uzun boylu amca vermişti bunu Kaya'ya. Ferhat her gelişinde hayranlıkla izlediği adamı o defa da saklandığı köşeden izlemişti.
"Biliyor musun asker abiler gelecekmiş. Müdüre hanım öyle dedi."
Kaya'nın gözleri bir anlığına parladı. Onları görmeyi çok seviyordu. Oturduğu yataktan aşağıya inip Ferhat'ın karşısına geçti. Hadi, der gibi başıyla kapıyı işaret etti. Ferhat bu sözsüz teklifi anlamıştı. Anında olduğu yerden zıplayıp kendisini bekleyen arkadaşının yanına gitti. Beraber bahçeye çıktıklarında kendilerine yaklaşan devasa arabaya gülümsediler. Kollarında Türk bayrağı olan, yüzlerinde en az gözlerinde ki kadar büyük bir tebessümle kendilerine bakan askerler gelmişti. Üstelik her seferinde olduğu gibi bu kez de hediyeler getirmişlerdi.
Dolabını açar açmaz yere düşen arabayı gördüğünde tüm bunlar gözünün önünden geçmişti Kaya'nın. Ferhat onun ilk arkadaşıydı, harbiye heyecanında yanında olan, çıktıkları ilk operasyonda küçük bir çocuk için kendini feda edip Kaya'nın kollarında şehit olan biriydi Ferhat...
◇
Son birkaç günün özeti yorgunluk olabilirdi. Ecem ve Mert'in evinin dekor kısmının tamamen bitmesi, abim ve Pelin'in sürpriz ziyareti, Tuğrul amca ile sohbet...
Bade ve Ercüment gördükleri yerde birbirlerinden kaçıyordu. Küs değil de utanıyor gibilerdi. Selim'in dediğine göre o ikisi olmadan bizlerle konuşmak istiyordu Tuğrul amca.
"Ev dizeceğime giderim operasyona kardeşim," dedi Akın henüz dinlenememiş gibi. Neredeyse bütün taşıma işlerini onlar yaptığı için ekstra yorulmuşlardı. İpek'in sorgulayan bakışlarını gördüğünde dudakları yavaşça yukarıya kıvrıldı.
"Bizim evimiz hariç tabii."
Gülmeme engel olamadım. Adım gibi biliyordum ki Akın her şartta o evi baştan aşağıya dizerdi, dekore ederdi. Yıllardır o günü beklemişti. Ercüment buna alaylı bir gülümsemeyle baktı.
"Ne hanımcısın oğlum sende," diyerek eğlenceye vurdu devamında. Akın bu sözlere aldırış etmedi, halimden memnunum der gibi bir hali vardı.
Biz işler bitti diye otururken elinde takım çantasıyla odaları gezen Selim'e baktım. Bütün tamirat işlerini o halletmişti. Yavuz da benimle beraber eğilip son duruma baktığında oturduğu yerde gururla sırtını dikleştirdi.
"Komutanım hem dağda hem karada, maşallah adama."
Herkes bir anda sohbeti bırakıp Selim'i izlemeye başlamıştı. O bizim aksimize yoruldum dememişti. Hala çalışmaya devam ediyordu. Annem olsaydı ne güzel nazar duası okurdu diye geçirdim içimden.
"Bazen operasyonun ortasında öylece durup onu izleyesim geliyor. Şiir gibi atıyor mübarek.."
Berker'in sözlerine gülümsedim. Tim arasında da oldukça sevilen bir beyefendiydi Selim. Tuna birkaç gün öncesinde izne çıkıp İzmir'e gitmişti. Merve'nin doğum zamanı gelmişti. Dün gece aldığımız habere göre de minik kızları Parla doğmuştu.
"Yenge sen şimdi kıskanmıyorsun değil mi?"
Yavuz, Selim'i aşık gibi överken benim de orada olduğumu yeni hatırlamış gibiydi. Bardağımda ki limonatadan bir yudum daha aldım. Omzumu umursamaz gibi silktim.
"Niye kıskanayım ki, sizin de dediğiniz gibi hayran olunası bir sevgilim var. Siz de haklısınız."
Cümlemi bitirir bitirmez yanağımda hissettiğim öpücükle kalakaldım. Herkes benimle beraber şaşırsa da bakışlarını kaçırmıştı. "Kimmiş o şanslı kişi?" Omzumun üzerinden arkamda kalan Selim'e baktım. Üzerinde ki lacivert kısa kollu yer yer boya olmuştu. Saçları çalışmaktan dağılmıştı.
Herkes arasında bir şey konuşup gülerken Selim bardağımı alıp kalan limonatayı içti. Normalde yanımızda biri varken bu kadar rahat davranmazdı ama artık o da akışına bırakmış gibiydi. Tim onun için kardeş demekti, onlardan gizlemesine gerek yoktu.
"Komutanım size de çok zahmet verdik," diye sayamadığım kez teşekkür etti Mert. Pastadan ayırdığım kısmı tabağa katıp Selim'in önüne bıraktım. Tatlı sevmezdi ama çok yorulmuştu. Şekeri düşebilirdi, az da olsa yemeliydi.
"Ev gerçekten çok güzel oldu."
Eylül gülümseyerek evi inceledi. İlk kez sevgiyle yapılan bir eve şahit oluyorum, demişti. Burak bir kolunu yanında ki Kaya'nın sandalyesine uzattı. Rahat bir pozisyona geçip önünde ki bardağı iki parmağının arasına sıkıştırdı.
"Sen çarşıya gitmek istiyorum diyordun," dedi elinde ki bardağın üzerinden Eylül'e bakarak.
"Hala istiyorum," dedi Eylül. Hastanede ki olaydan sonra Burak'a karşı biraz mesafeli gibiydi. Göz ucuyla Akın'a baktığımda avına her an saldıracak bir kaplan gibi duruyordu.
"Yarın merkeze inebiliriz. Sabah alırım seni."
Eylül şaşırsa da belli etmedi. İpek'in sakinleştirmek için Akın'ın elini tuttuğunu gördüğümde gülümsedim. Arada kalmak onun için de zordu. Bade olmadığı için biraz daha sessiz, sakin bir ortam vardı. Grubu eğlendiren, konuşturan kişi çoğunlukla oydu.
"Komutanlarıma bak be, hepsi birden aşka geldi." Yavuz'un Mert'in kulağına fısıldadığı şeyi duysam da belli etmedim.
"Efsun," dedi Selim oldukça yumuşak bir ses tonuyla.
"Birazdan çıkmamız gerek."
Bugün Yeliz teyze ve Tuğrul amca tarafından yemeğe davet edilmiştik. Selim'in üzerinde geç kalacağımıza dair bir endişe vardı.
"Ben hazırlıklı gelmiştim, senin giysilerin de diğer odada ki çantada."
Başını sallayıp üzerini değiştirmeye gitti. Ercüment yerinde kıpırdanırken konuya girmeye çalışıyor gibiydi. "Efsun, geçen gün senden borç almıştım ya," borç dediği kantinde ki otomata attığı birkaç bozuk paraydı. Bir süre sessiz kaldı, yanlış konudan girdiğini düşünüyordu sanırım. "Yengemsin de zaten," benimle konuşmaktan çok kendi kendine konuşuyor gibiydi.
"Dünya ahiret bacın, onu da biliyoruz Ercü. Başka ne kaldı kardeşim?"
Burak'ın sözleri hepimizi güldürmüştü. "Konuştu Kıdemli Üsteğmen," dedi Ercüment trip atar gibi. "Neyse ne işte o anladı beni. Karışmayın siz."
Ercüment'in anlatamamış olsa da akşam benden konu açılırsa öv beni, gelir gelmez de olanları anlat dediğini anlamıştım elbette. Selim üzerini değiştirip yanımıza gelmişti. Bardaklarımızı tezgahın üzerine bırakıp çantamı almak için dışarıya çıktım.
Mert yine bir teşekkür serenatına başladığında Selim kaçar gibi kendini dışarıya attı.
"Yorgunluktan konuşacak halim yok," dedi Ecem başını tutarken. Yaklaşık bir ay sonra düğünleri vardı. O zamana kadar onlarla beraber biz de bu koşuşturmacanın bir parçasıydık. Kızlara sarılıp mutfakta ki herkesle görüştüm. Dışarıya çıktığımda Selim arabaya yaslanmış bir halde beni bekliyordu.
Yanına gidene kadar dikkatle beni incelemesi az kalsın düşmeme sebep oluyordu. Nihayetinde yanına geldiğimde başını yere eğip kara gözlerini gözlerimle buluşturdu. Nefes nasıl alınıyordu?
"Kesin şu an yüzümde bir şey var," diyerek elimle yüzümde bir şeyler aramaya başladım. Hala aynı şekilde bakıyordu.
"Yok bir şey," dedi güler gibi bir ses tonuyla. Eli yüzümde ki ellerimin üzerine kapandı. Acele acele bağladığım saçımdan yüzüme düşen tutamları kulağımın arkasına sıkıştırdı.
"O zaman neden öyle dikkatli bakıyorsun?"
Her zaman öyle bakmıyor mu?
"Nefes aldım," dedi itiraf eder gibi. Yüzümde ki eli yanağımda gezinmeye başladı. Baş parmağı usulca göz altımı okşuyordu.
"Onca yorgunluğun üzerine ilaç gibi geliyorsun Füsun."
Uzun zamandır Füsun dememişti. Anında bunu özlediğimi fark ettim. Gerçekten de bir şeyleri itiraf edermiş gibi konuşuyordu. Her cümlesi direkt olarak kalbimi buluyordu.
"Ama tam şu an gitmezsek geç kalacağız."
Arada yaptığı bilgilendirmeye gülerek arabaya bindim. Ne kadar anı yaşamak istesek de Selim komutanının davetine geç kalmaktan çekiniyordu. Arabanın gideceği dakikayı bile önceden hesaplayıp ona göre yola çıkmıştı.
Yaklaşık yirmi dakika sonra hedefimize ulaştığımız da direksiyonu bir köpeğin başını okşarmış gibi okşadı.
"Biliyordum," dedi gururlu bir edayla. İşlerin ciddiyetini bilsem de bu noktada olduğumuzu öğrenmek bana da sürpriz olmuştu. Şaşkın bakışlarımı görünce gülümsedi.
"Kızım beni asla yolda bırakmaz," dediğinde kaşlarım kendiliğinden havalanmıştı. Şaşkınlığımın artmasını en iyi açıklayan şey onlardı. Erkeklerin kızları da arabaları oluyordu, maalesef...
Umursamaz gibi çantamı takıp arabadan indim. Kapıyı yanlışlıkla biraz sert kapattığımda Selim'in hala gülen yüzünü görmek bu kez iyi gelmemişti. Arkamdan geldiğine emin olduktan sonra kapıyı çaldım. Açılan kapının ardında ceketli bir takım giymiş olan Bade sürpriz olmuştu.
"Hiç bakma öyle, bunları giyince daha hanım hanımcık oluyormuşum. Kozlarımı kullanmam lazımdı."
Kombinini onayladığımda bunun hoşuna gittiğini belirterek gülümsedi.Salona geçtiğimizde Tuğrul amca ve Yeliz teyze bizi ayakta karşılamıştı. İkisine de kısaca sarılıp yeniden Bade'nin yanına geçtim. Heyecandan sürekli önünde birleştirdiği elleriyle oynuyordu. Selim önce Tuğrul amcanın karşısına geçti, hazır ol vaziyette dururken başını öne eğip selam verdi.
"Yabancı değilsin Karacalı, gel şöyle geçelim."
Görevde olmasalar da Selim için durum aynıydı. Yeliz teyzenin "hoş geldin oğlum," demesine kısaca "hoş bulduk," diyerek cevapladı. Bade kolumdan tutarak beni de koltuklara sürüklemişti. Hepimiz yerlerimize oturduğumuzda ortamda garip bir sessizlik vardı.
"Nasılsın abi?"
Selim duyduğu soruya şaşırmıştı. Normal koşullar altında Bade kimseye nasılsın diye sormazdı, ne yaptın, derdi. Onu böylesine sessiz, sakin bir halde görmek hala şaka gibi geliyordu. Babasının bakışları üzerindeyken heyecanı daha da artıyor gibiydi.
"İyiyim. Sen nasılsın?"
Bade soru sorduğunu bile unutmuş gibi baktı hepimizin yüzüne. Gözü, kulağı sürekli telefonundaydı. İyi olduğuna dair bir şeyler mırıldandıktan sonra yavaşça telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Kiminle konuştuğunu tahmin etmek çok da zor değildi. Annesiyle göz göze geldikten sonra bir şey demeden yanımızdan ayrıldı. Sonrasında Yeliz teyze çayları getirmek için mutfağa gittiğinde ne kadar ısrar etsem de gelmemi kabul etmemişti.
"Konuşacağımız konuyu az çok biliyorsunuz çocuklar," dedi Tuğrul amca yumuşak bir ses tonuyla. Gözlüğünü çıkartıp boynunda asılı kalmasına izin verdi. "Kulağıma bir şeyler geldi, ilgili kişiler de bunu reddetmedi gerçi." Doğru söylüyordu. Ercüment de Bade de Tuğrul amcadan çok çekinmelerine rağmen ilişkilerini gizlememişti. Başından itibaren kabul etmişlerdi.
"Çekinme evlat, bugün konuşman için davet ettim seni buraya."
Selim daha çok ne söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. Bir yanda komutanı, kardeşi bildiği Bade, diğer tarafta kardeşi, dostu, Ercüment...
"Yani komutanım, Ercüment'i harbiyeden tanıyorum ben," diyerek konuşmaya başladı. "O zamanlar arkadaşımdı, sonrasında dostum oldu, kardeşim oldu. Şimdi de oldukça başarılı bir askerim. Öfkelidir, gözü kararınca hiçbir şeyi görmez ama özünde iyi çocuktur. Seviyorum dediği insanı kendisinden öte tutar." Konuşmanın devamında bakışları bana kaymıştı. Yeliz teyze çayları getirdiğinde kısa süreli bir sessizlik oluştu.
"Ailesini de tanıyorum. Ercüment her anlamda oğlum gibidir ama," dedi Tuğrul amca bakışları benimle Selim arasında gidip gelirken. "Bade benim bu dünyada ki her şeyim, biz yıllarca ona kavuşabilmek için bekledik. Şimdi karşımıza çıkmış 'ben aşık oldum,' diyor. Benim kızım ne ara bu kadar büyümüş Yeliz?"
Bakışları Selim'in üzerinde sabitlendiğinde derin bir nefes aldı. "Baba olmak zor iş yüzbaşım. Dağda, bayırda operasyon yapmak daha kolay gelir çoğu zaman."
"Bende çok severim Ercüment'i. Geçen gün çiçek göndermiş, hiçbir sebebi yokken. Küçüklükten beri böyle," dedi Yeliz teyze eski günleri anımsarmış gibi. Sohbet devam edeceği sırada Tuğrul amcanın telefonu çaldı. Beklemeden telefonu açtığında 'komutanım' demesiyle Selim yeniden yüzbaşı konumuna geçmişti. Telefonu kapattığında gülümseyerek önünde ki masanın üzerine bıraktı.
"Yüzbaşım," dedi az öncekine göre daha ciddi bir ses tonuyla. Selim verilecek olan emri bekliyordu. "Boralar timi on dakika içerisinde burada olsun."
"Emredersiniz komutanım!"
Selim şaşkınlığını gizlemeye çalışarak dışarıya çıktı. Tuğrul amca bana da kızları çağırmamı söylediğinde hepsine toplu bir mesaj attım. Çok geçmeden Selim yanımıza geldiğinde Bade de odasından çıkmıştı. Herkes konuşmadan ne olacağını izliyordu. Söylendiği gibi on dakika içerisinde kapı çaldığında Akın ve Ercüment gelmişti. Hangi ara hazırlandıklarını bilmesem de üzerlerinde üniformaları da vardı. Tuğrul amca gelenlerin üzerinde üniformalarını gördüğünde gülümsedi. Hoşuna gitmiş gibiydi. Geriye sadece Kaya kaldığında Tuğrul amca hızlıca ayağa kalktı.
"Korkutan?"
Ercüment'in içinden ettiği dualar o an durmuştu. Anında hazır ol komutuna geçerek gözlerini komutanına sabitledi. "Sana belirttiğim pastayı aldın mı? Ercüment anında aldığını söyledi. Konu hangi ara bu noktaya gelmişti? "Fazla vaktimiz yok arkadaşlar. Biliyorsunuz ki Kaya ile Paşa ilgileniyordu. Az önce beni arayarak Kaya'nın doğum günü için pasta kesmemizi istedi. Son yaşananlar derken buna ihtiyacı olduğunu belirtti."
Kaya doğum günü kutlamazdı. Arkadaşlarının kutlamalarını geri çevirmese de hiçbirini benimseyerek kutlamazdı. Kolumda ki saate baktığımda gördüğüm tarih beni dumura uğratmıştı. 6 mayıs. Biz yılbaşından sonra mayısa ne zaman geçmiştik?
"Baba, Kaya abi için doğum günü çok önemsiz bir detay," dedi Bade. Ahmet Komutan oğlu yerine koyduğu Kaya için her yıl doğum günü pastası almıştı. Bunu Ecem anlatırken öğrenmiştim. Bu yıl yaşanan aksaklıklar nedeniyle bu işi geciktirmek zorunda kalmıştı.
"Biliyorum kızım, ama komutanın isteği bu."
Sürpriz doğum günü hepimizi şaşırtmıştı. Nihayet Kaya da geldiğinde Bade kapıyı açmak için gitti. Yeliz teyze ve İpek pastayı hazırlamak için mutfağa gittiğinde Bade ve Kaya da yanımıza gelmişti. Kaya anında diğerlerinin yanına geçerek komutanıyla göz teması kurdu.
"Rahat çocuklar, rahat. Geçin, oturun."
Hepimiz koltuklara geçtiğimizde bir kısmı da sığmadığı için masaya geçmişlerdi. Tuğrul amca gözlüklerini takıp gelen herkesi teker teker süzdü.
"Bu ne anlama geliyor biliyor musun Hızır," diyerek yanımda ki Burak'ın koluna dokundu Ercüment. Burak konuşmadan sorgulayan bir bakış attı.
"Bana istediğini yapacak, siz de izleyeceksiniz burada."
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Selim de dışarıda ki işlerini bitirmiş ve yanıma gelmişti. Pastanın geleceğini anladığımızda Bade ayağa kalktı. Böylece Kaya'nın yanı boş kalmıştı. Çok geçmeden elinde pasta ile Yeliz teyze mutfaktan çıktığında hepimizin bakışları onlara döndü.
"Paşa'nın isteği üzerine evlat," dedi Tuğrul amca. Kaya durumu anlamıştı. İtiraz edecek durumu yoktu.
"Bu gerçek aileni öğrendikten sonra ilk doğum günün," dedi Yeliz teyze.
"Türk düşmanı bir anne ve varlığımdan haberi bile olmayan bir baba..."
Kaya birkaç gün önce ki sohbetimizde annen öldü deseler bu kadar üzülmezdim Efsun, demişti. Onun hikayesi de buydu. Elena tam tutuklanacağı esnada serbest kalmıştı. Tim hala izini takip ediyordu. Babası ise yeni taşındığı bir evde yaşamaya başlayıp emekli olmuştu. Başından beri aklına takılan ya beni öğrendiğinde istemezse düşüncesi yüzünden de hala gerçekleri söylememişti.
"Benim ailem burada işte, bir Tuna ve ailesi eksik," dedi Kaya gülümsemeye çalışırken. Selim ve Berker'in bakışları aynı noktada takılı kalmış gibiydi. "Aslında bende sizinle bir şey konuşmak istiyordum komutanım," diye devam etti Kaya. Giderek daha da çok sohbet etmeye başlamıştı ve bu hepimizi içten içe mutlu eden bir gelişmeydi. Tuğrul amca söyle der gibi bir bakış attı. Kaya oturduğu yerde doğrulup elinde ki tabağı sehpanın üzerine bıraktı. "Bana bir kefil lazım komutanım."
Ercüment pastasını yerken bakışlarını bir anlığına Bade'den ayırıp konuşan Kaya'ya baktı. "Kurban falan mı kesecekmiş şimdi?" Yavuz duyduklarını bir süre düşündü ardından dikkat çekmemeye çalışarak Ercüment'e yaklaştı. "Komutanım kefil lazım dedi, o kefalet değil miydi?" İkisi de çok önemli bir konuya odaklanmış gibi etrafı görmezlikten geliyorlardı. Bu yüzden de herkesin onları izlediğini fark etmemişlerdi. Tuğrul amca boğazını temizleyip ortamın sessizleşmesini sağladı. Gözleri direkt olarak karşısında ki Ercüment'i bulduğunda Ercüment geniş bir gülümsemeyle çevresine bakındı.
"Bir sorun mu var Ercüment Üsteğmenim?"
Ercüment ve Yavuz küçük bir çocuk gibi sessizleşmişti. Herkes onların bu haline gülerken bir yandan da dikkat çekmemeye çalışıyorlardı. "Yok komutanım, sadece Kaya arkadaşımıza ne için kefil lazım acaba diye konuşuyorduk." Cümlesini bitirir bitirmez yine sessizleşmişti. Selim hem konuyu dağıtmak için hemde sohbete devam etmek için Kaya'ya nedenini sordu.
"Bir yer yaptırıyorum komutanım, ev diyebiliriz aslında. Karşı taraf belgeler için illa kefil isteyince size söylemek zorunda kaldım."
"Bildiğim kadarıyla sen geçen sene yeni bir ev almıştın. Bu kadar çabuk mu sıkıldın?"
Kaya, Akın'ın sorusuyla başını önüne eğdi. Söyleyip söylememek arasında gidip gelir gibi bir hali vardı. "Kendim için değil komutanım, kardeşlerim için. Yetiştirme yurdu," dedikten sonra devamını getirmedi ya da getiremedi. Herkes hem şaşırmış hem duygulanmıştı. Belli ki bundan bugüne kadar bahsetmemişti. Burak, Kaya'nın omzuna vururken Mert de bunun çok güzel bir haber olduğunu söylüyordu.
"Çok güzel düşünmüşsün Kaya," dedim ortamda ki sessizliği bozarken. "Kesinlikle," diye ekledi Ecem. Birkaç dakika sonrasında herkes kefil olabileceğini söylemeye başlamıştı. Mert çalan telefonunu cevaplamak için dışarıya çıkarken Ecem'i de çağırmıştı. İpek'in getirdiği meyve suyu bardağını alırken teşekkür ettim.
"Ben olurum," dedi bir ses, ortamda ki bütün sesleri susturacak kadar etkili söylemişti bunu. Hepimizin bakışları üzerinde toplandığında bunu umursamadı. Komutanından da sessiz bir onay aldığında derin bir nefes aldı. "Sen bana detayları anlatırsın aslanım," dedi Selim bu kez.
Yavuz'un aklına Nur gelmişti, Berker ile kendi aralarında onu konuşuyorlardı. Akın ve İpek de kendi aralarında bir şey konuşurken Burak'ın bakışları ise Eylül'deydi. Mert koşarak salona girdiğinde bütün komutanlarından özür dileyerek elinde ki telefonu Tuğrul amcaya verdi. "Komutanım," diyen Tuna'nın sesiydi. Tuğrul amca gözlüklerini biraz daha aşağıya indirip sohbet etmeye başladı. "Evet, ne olur ne olmaz diye doğum burada olsun istedik. Biraz toparladıklarında geri döneceğiz inşallah." İzmir'den buraya artık üç kişi olarak geleceklerdi. Tuğrul amca konuşmasını bitirdikten sonra telefonu Selim'e verip odasına çıkacağını söylemişti. Yeliz teyze de arkasından giderek bizim biraz daha rahat hareket etmemizi sağlamışlardı.
"Komutanım," dedi Tuna bir kez daha. Sesinde ki neşe hepimize yansımıştı. Fırsattan istifade hemen Selim'in oturduğu koltuğun yanına gidip kolçağına yaslandım. Tuna bana da kısaca bir selam verip arka kamerayı açtı. "Komutanım, yenge, şuna bakın minicik," dedi hastane odasında ki küçük beşiğe yaklaşırken. Annesinin aksine esmer bir bebekti Parla, babasına benziyordu. Merve uyuduğu için onunla konuşamamıştık. Telefon elden ele gezmeye başladığında Selim gitmek için ayağa kalktı. Ceketimi giyerken peşinden gittim. Herkes konuşmasını bitirdikçe arkamızdan geliyordu.
"Ulaş," diye seslendi Ercüment. Koşarak yanımıza geldiğinde ikimize de lütfen, dercesine bir bakış attı. "Konuşsaydık biraz?" Selim arabanın kapılarının kilidini açtı. Eli kapısına gittiğinde diğer eliyle Ercüment'in omzuna vurdu.
"Sabah eğitiminde konuşuruz Ercü," dedikten sonra yalandan bir bakışla karşısında ki Ercüment'i süzdü. "Hem sen bu ara yemeyi fazla kaçırıyorsun sanki. Onları eritmek lazım." Ercüment hoşnut olmamış bir tavırla bana baktığında ellerimi havaya kaldırdım.
"Bende çok yorgunum Ercüment. Sabah hepsini konuşuruz."
Selim arabaya bindiğinde hala ayakta bekleyen Ercüment'e baktı. "Ee ne duruyorsun Ercüment?" Ercüment anında silkelenip kendine gelmiş gibi etrafına bakındı. Selim'in açık olan kapısını kapattığında iyi geceler, demeyi de ihmal etmedi. Bir şeyleri anlamış gibi gülüyordu.
"Neden gülüyor şimdi?"
Selim arabayı çalıştırırken gülerek bana baktı. "Anladı," dedi kendinden emin bir şekilde. "Ona şimdi bir şey demediysem olumsuz bir durum yoktur. Eğer olsaydı hiç beklemeden söyledim. Hepsi bunu çok iyi biliyor." Berker'in de dediği gibi hepsi birbirini çok iyi tanımıştı. Tek bir söz, bakış dertlerini anlatmaya yetiyordu. Eve gele kadar ikimizde hiç konuşmadık. Ciddi anlamda yorulduğumu ancak şimdi şimdi fark ediyordum. Kapının önüne geldiğimizde yanağıma küçük bir öpücük kondurarak iyi geceler, dedi. Bende ona aynı şekilde cevap verdikten sonra arabadan inip eve girdim. Ecem, İpek, Eylül hepsi bizimle neredeyse aynı anda gelmişti.
"Hepinize iyi geceler kızlar," diyerek kendisini odasına attı Ecem.
"Ne yorucu bir gündü Allah'tan yarın geç gideceğiz," dedikten sonra İpek de odasına çekilmişti. Biz de Eylül ile birbirimize iyi geceler diledikten sonra ağır adımlarla odalarımıza çekildik. Bugün herkes için yorucu bir gün olmuştu. Başımı yastığa koyduğumda iki gün sonrasını düşündüm. Selim'in beraber geçireceğimiz ikinci doğum günü olacaktı... Yapılacak çok işim olduğunu kendime hatırlatarak gözlerimi kapattım. Çok geçmeden bedenim uykuya yenik düşmüştü.
◇
2 gün sonra.
Perdeyi açarak güneş ışıklarının odaya girmesini sağladım. Artık bahar geldiği için havalar ısınıyordu. İçeriye gelen askeri muayene ederek gerekli raporlarını hazırladım. Tedaviye yarın başlayabilirdi. Saçımı sıkı bir at kuyruğu yapıp bildirim gelen telefonumu elime aldım.
Hayri amca gerekli malzemeleri buraya getirmiş.
Bu kez pastayı kendim yapmak istediğim için Hayri amcadan birkaç pasta malzemesi istemiştim. Bizim almaya gelmemizi beklemeden o buraya kadar getirmişti. Burak'a malzemeleri bizim arabaya bırakmasını söyleyip hazırlanmaya başladım. Selim'in evine gidip o gelmeden hazırlık yapmam gerekiyordu.
Dışarıya çıktığımda Ecem'in masasında olduğunu gördüm. Yanında ki birkaç hastanın kaydını yapıyordu.
"Ben çıkıyorum," dediğimde bir süre ne için olduğunu düşündü. Bu yoğunluktan o da nasibini almıştı. Artık konuşmaya bile üşenir olmuştu.
"Tamam, hatırladım şimdi. Kolay gelsin sana. Biz de işler bitince geliriz kızlarla."
İpek'in odasından arabanın anahtarlarını alıp vakit kaybetmeden bahçeye çıktım. Selim'e görünmeden çıkmak için koşan askerlerin arasından geçerek arabaya ulaştım. Burak eşyaları arka koltuğa bırakmıştı. Her şeyin hazır olduğuna emin olduktan sonra hareket etmeye başladım.
Evi buraya yakın olduğu için yol çok uzun sürmemişti. Sabah Şirin teyze ile telefonda konuşurken yapacaklarımı anlattığım da o da heyecanlı bir şekilde dinlemişti. Ve söylediğine göre gece sabaha doğru bir saatte Çiğdem'in sancıları tuttuğu için hastaneye kaldırılmıştı. Merve ile neredeyse aynı dönem geçirdikleri gebelikleri yine aynı tarihlerde sonlanmıştı. Doktorun dediğine göre bebek beklenen tarihten geç dünyaya gelmişti. Selim bu haberi herkesle paylaşmadığına göre daha haberi yok olmalıydı. Yeğeniyle aynı gün doğmuştu...
Elimde ki poşetleri tezgahın üzerine bırakırken sevdiğim mutfağa baktım. Bu evde çok anımız vardı. Birbirimize ilk açıldığımız gün, ilk yemek yaptığımız gün...
Sürem kısıtlı olduğu için hemen gerekli eşyaları hazırlayıp pastayı yapmaya başladım. Krema hazır bir halde beklerken hazırladığım kekin üzerine sürmeye başladım. Yaklaşık yarım saat, kırk dakika içinde hepsi tamamdı. Arkadaşlarımız da gelecekti ama sonrasında. Öncesinde baş başa bir kutlama olacaktı. Sebebini bilmediğim bir şekilde Selim ile vakit geçirmek istiyordum. Son olaylardan sonra biraz kenara çekilip soluklanmak gibiydi onunla olmak. Ve ikimizin de buna çok ihtiyacı vardı.
İpek aradığında telefonun sesini dışarıya verip masayı hazırlamaya devam ettim.
"Efsun, yardıma ihtiyacın var mı?"
Masaya hızlıca bir göz attığım da yavaş yavaş her şey tamam gibiydi. "Yok, yok bitti sayılır zaten. Selim ne yapıyor, gördün mü?"
"Merak etme, eğitimde bir güzel canımıza okudu. Sonrasında silahına bakım yapıyordu."
Akın'ın sözlerine gülümsedim. Eğitim biter bitmez soluğu yine İpek'in yanında almıştı. Burak da bu zamanları değerlendirerek Eylül ile vakit geçiriyordu.
Orada da her şeyin yolunda olduğuna emin olduktan sonra hazırlıklarımı tamamladım. Akşam oluyordu. Selim'i aradığımda derin bir nefes aldım.
"Sevgilim," dedi açar açmaz. Tüm bedenimi sarıp sarmalayan sesiyle gülümsememe engel olamadım.
"İşlerim erken bitince sana geldim, yemek hazırladım. Gelmiyor musun?"
Sana geldim, kısmı bir tık olmamıştı sanki.
"Koşarak gelirim," dedi küçük bir çocuk gibi. Ses tonu keyifliydi. Anlamış mıydı acaba? Herkesi tembihlediğime emindim. Evin anahtarı bende de olduğu için anahtar istemeye de gitmemiştim. Anlamasını sağlayacak bir şey yok gibiydi.
Kısa sürede geleceğini söyleyerek telefonu kapattığında mutfakta ki yemekleri masaya getirdim. On beş dakika sonra kapı çalmıştı. Her şeyi gizlediğime emin olduktan sonra hızlıca kapıyı açtım.
Neredeyse iki metre, esmer güzeli bir sevgilim vardı. Kapıda neden bunları sorguluyorsun be kızım? Adamı içeriye alsaydın önce. İç sesime hak verdikten sonra geri çekilerek girmesi için yer açtım. Adımını içeriye attığında belimden kavrayıp boynuma bir öpücük kondurdu.
"Sen hep bana gelsene böyle," dedi fısıldar gibi.
Sahi bunu neden daha çok yapmıyorduk? Annem bu kadar çok yemek hazırladığımı görse kesin çok duygulanırdı.
"Neden olmasın," dedim bende gülümseyerek. Bugün doğum günü olduğundan bile bihaber gibiydi. Yaklaşık bir saat sonra arkadaşlarımız da geleceği için vakit kaybetmek istemedim. Yemek masasına geçtiğimiz de ellerini yıkamak için lavaboya gitti. Hızlıca mutfakta ki pastayı hazırlayıp salona geldiğinde dışarıya çıktım.
Gözlerimiz birbiriyle buluştuğunda bir anlığına orada kendimi gördüğümü hissettim. "Füsun," dedi yine müptelası olduğum sesiyle. Yanına gittiğimde pastaya baktı. Benim yaptığımı anlamış gibiydi. "Bir de sen yapmışsın," dedi aklımdan geçenleri anlamış gibi.
Tatlı sevmemeyi bugünlük bir kenara bırakmak zorundaydık Selim beyciğim. Mumlar erimeye başlayacağı sırada hepsini üfledi. Bunu yaparken tek odağı gözlerimdi. Bazen beni mi yoksa gözlerimi mi daha çok seviyor anlamıyordum resmen.
"İyi ki doğdun sevgilim," dediğimde pastayı yan tarafta ki masanın üzerine bırakıp sarıldım. Kolları usulca belime dolanırken "nice senelerimize bi'tanem," diyerek fısıldadı kulağıma.
Koltuğa oturduğunda yanına oturup sırtımı koluna yasladım. "Mutfağını biraz kullanmış olabilirim," dedim pastayı incelerken. Bence pastaneden alınmış gibi duruyordu. Kremayı o kadar pürüzsüz süremesem bile güzel olmuştu.
"Feda olsun," dedi umrunda değil gibi.
"Dilek dilemeden mi üfledin pastayı," dedim gözlerine bakmaya çalışırken. Boynumu biraz kaldırmam gerekmişti.
"Bunlara çok inanmam biliyorsun ama diledim aslında," dedi sesi sonlara doğru kısılırken. "Sözsüz bir dilekti hatta, üflerken tam odağına baktım."
Yanaklarıma doğru bir sıcak hava dalgası gelmişti. Bizimkiler gelmek üzere olduğu için hazırladığım hediyeyi uzanıp sehpanın üzerinden aldım.
Önce kendi hediyemi bulup kutuyu paketten çıkarttım. Selim'e uzattığımda kutunun içinde ne olduğunu tahmin etmeye çalışır gibi konuşmadan inceledi. Parmakları uzun ince kutuyu yavaşça açarken tepkisine bakmak için sessizleştim. Üzerinde Ulaş Selim Karacalı yazan çakıyı gördüğünde gözleri parladı. Dudaklarına ince bir gülümseme yayılırken isminin yazdığı kısmı okşadı.
"Efsun, bu çok güzel. Teşekkür ederim, güzelim benim."
Gerçekten beğenmişti. Derin bir nefes alıp saçlarımı öpmesine izin verdim. Pakette ki diğer kutuyu çıkardığımda onu da açtı. Bu kez bir tepki vermemişti. Üzerinde Asena yazan magneti gördüğünde bir şey demeden yüzüme baktı.
"Bugün yeğenin de doğum gününü kutlamak istemiş," dediğimde gözleri şaşkınlıkla açıldı. Magnetin üzerinde ki doğum tarihine baktığında gülümsedi.
"Yeğenim? Doğmuş mu?"
Heyecandan dört köşe olmuştu. Başımı salladığımda anında boynuma sarıldı. Bir süre öyle kaldıktan sonra cebinden bulduğu telefonuyla abisini aradı. Detayları öğrendikten sonra derin bir nefes aldı.
"Yeğenim de yeğenim dedin, çocuk amcasıyla aynı gün doğmak için geç doğdu lan," diyen Poyraz abiye güldüm. Kızmakta çok az haklı olabilirdi.
"Amcası kurban olsun ona," dedi Selim. Ses tonu hem neşeli hem de ağlamaklı çıkıyordu. O an aklıma Oğuz geldi. O doğduğunda benim de haberim olsaydı ben de böyle olur muydum? Selim abisiyle telefonda konuşurken zil çalmıştı.
Kapıyı açtığımda herkesin gelmiş olduğunu gördüm. Herkes topluca gelmişti. "Pasta bitti deme sakın," dedi Ercüment. Tatlı konusunda kimseyi tanımazdı. Herkes hızlıca içeriye girip Selim'in doğum gününü kutlarken ben de mutfağa yardıma gelen Eylül ile beraber tabakları ve bardakları hazırladım.
"Tepsiyi ben götürürüm abla," dediğinde başımı sallayarak götürmesini izledim. Salondan neşeli sesler geliyordu. Dağda yüzlerce, binlerce insanın korkulu rüyası olan adamlar içerde bir çocuk gibi gülüp eğleniyordu. Bu süreçte Ecem gelinliğe sığamazsam diye yiyemediği pastaya, İpek yıllar sonra affettiği Akın'a, Bade babasından hala bir cevap alamadığı için kaçamak bakışlarla Ercüment'e, Eylül ise ne hissettiğini anlamadığı Burak'a bakıyordu.
Masanın üzerinde ki telefonuma gelen bildirime baktım. Oğuz kreşte çizdiği resmi göndermişti. Kısa bir ses kaydı atıp çok güzel olduğunu söylediğimde derin bir nefes alıp karşımda ki görüntüye baktım. Geçmişime, şu anıma, geleceğime...
|
0% |