Yeni Üyelik
46.
Bölüm

30.BÖLÜM

@livasayina

Bölümleri düzenli atmak istiyorum ama malumunuz pek mümkün olmuyor. Elimden geldiğince yeni bölüm atmaya çalışıyorum/çalışacağım. Sizler de bu süreçte destek olursanız sevinirim..

 

Keyifli okumalar...

 

                                 ◇

 

Bugün yarının habercisiydi. Bugün ne yaşandıysa yaşansın yarın ile bir bağı bulunuyordu mutlaka. Kendimi bildim bileli hep buna inanmıştım. Buraya ilk geldiğim zamanlarda sebepsiz mutlu oluşum da buna örnek verilebilirdi. Yeni geldiğim bir şehirde sebepsiz yere mutlu hissediyordum, yarınlarım da hep böyle mutlu geçti.

 

Önce Tuna ve Merve evlenmişti. Şimdilerde ise yakın zamanda kucaklarına aldıkları kızları ile oldukça mutlulardı. Öyle bir sene geçirmiştik ki boş geçen bir günümüz olmamıştı neredeyse. Çevremizde birden çok bebek vardı artık. İpek ve Akın en kısa zamanda sözlenecek, Mert ve Ecem bu hafta sonu evlenecekti. Bütün ekip hummalı bir şekilde hazırlıkları tamamlamaya çalışırken yüzü bir türlü gülmeyen tek kişi Selimdi.

 

Parmağımda ki yüzük şimdilik sadece bizim aramızdaydı. Bu Cafer konusu bitene kadar ailelerimize söylememek üzere anlaşmıştık.

 

"Korkutan, bir dolabı sabitleyemedin iki saattir. Bir sorun mu var?"

 

Tuğrul amca ve Yeliz teyze evin son kontrollerini yapmak için gelmişlerdi. Bizim kaldığımız eve oldukça yakın bir evde oturacaktı Ecem. Çoğu hazırlığını önceden halletmiş olsak da hala bitmeyen eksikleri vardı.

 

"Estağfurullah komutanım. Ne sorunu olacak."

 

Ercüment her daim Tuğrul amca'nın radarında olduğu için gergin duruyordu. Bade ise babasının davranışlarından bir şeyler anlayabilir miyim diye peşinde dolanıp duruyordu. Tuğrul amca aralarında ki ilişkiyi ilk zamanlardan beri bilse de ikisini de kıvrandırmayı seçmişti. Böylece sergiledikleri tavırları da göz önünde bulundurarak bir karar verecekti.

 

"Biz gidiyoruz çocuklar. Akşama hepinizi yemeğe bekliyorum, itiraz istemiyorum."

 

Yeliz teyze burada ki en büyük kurtarıcımız olabilirdi. Ecem minnettar bir ifadeyle teşekkür ettikten sonra tekrar bardakları yerleştirme işine döndü.

 

"Baba, beni kursa bırakacaktın?"

 

Tuğrul amca kapıdan çıkmadan önce hepimize bir bakış attı. Ardından hiçbir şey olmamış gibi gözlüklerini düzeltti.

 

"Ercüment bıraksın."

 

"Ben mi? Bırakayım mı?"

 

Ercüment anında şoka girmişti. Yavuz ve Berker aralarında bir şey konuşup gülerken Bade de en az Ercüment kadar şaşkın duruyordu.

 

"Birbirinizin hayatını öğrenmeniz gerekiyor artık. Madem bir şeyler olmuş bitmiş. Devamını getirin."

 

Tuğrul amca başka bir şey söylemeden odadan çıkarken Ercüment ve Bade bir süre konuşmadan birbirlerine bakakaldı. Duyduğum sesle irkilirken herkesin bize doğru baktığını fark ettim. Selim elinde ki kumandayı biriken gazetelerin arasına fırlatmıştı.

 

"Yok ya, sadece bana garezi var bu hayatın. Ercü bile ayak üstü onayı aldı albaydan."

 

Ercüment konuşmadan yanımıza geldi. Bir elini Selim'in omzuna koydu, gözlerinin içine baktı.

 

"Aldım demi lan onayı?"

 

Selim başını yana eğip bir şeyler mırıldandı. "Aldın be Ercü."

 

Ercüment aydınlanmış bir ifadeyle koşar adımlarla Bade'ye sarıldı. İpek koluma dokunduğunda bakışlarımı ona çevirdim. Biraz daha yaklaşıp kısık sesle konuştu. "Başta şaka yapıyor sanmıştım ama Ulaş oldukça ciddi duruyor. Koskoca yüzbaşı evlenemiyorum diye milleti kıskanıyor resmen," dediğinde gülmesine engel olamadı. Akın, İpek'in gülüşünü gördüğünde gülmeye başladı.

 

"Komutanım, üzülmeyin siz en azından besbekar değilsiniz," dedi Yavuz.

 

Besbekar?

 

"Ben, Yavuz, Kaya komutanım besbekar örneğin," dedi Berker.

 

Akın bir elini İpek'in omzuna atarken kaşlarını çattı. "Burak niye besbekar ekibinde değilmiş?" Onun takıntılı olduğu konu da buydu. Bütün dikkati Eylül ve Burak'ın üzerindeydi.

 

"Belki de besbekar değilimdir?"

 

Eylül başını öne eğdiğinde kızaran yanaklarını gizleyememişti. Akın bir şey söyleyecek gibi dudaklarını araladığında Selim derin bir nefes aldı.

 

"Düğünden sonra babamlar birkaç gün burada kalacak. Düğün günü abimler de gelecek, ertesi gün geri dönecekler. O zaman yüzük taktığımızı söyleyelim."

 

Herkes şaşkınlıkla bana döndüğünde Selim'in yüzünde çocuksu bir gülüş vardı. O da haklıydı. Beraber o kadar zaman geçirmiştik. Normal bir ilişkiye göre oldukça hareketli bir zamandı üstelik. O bir adım atıp evlenme teklifi etmişken benim bunu saklamam saçma olurdu.

 

"Buna sizin dilde ne deniyor yenge, ters psikoloji mi?"

 

Yavuz'un sorusu Rümeysa'nın da burada olduğunu hatırlatmıştı. Eskisine göre daha çok aramıza katılıyordu Rümeysa. Çok konuşkan olmasa da uyum sağlıyordu. Kaya da eskisi kadar soğuk davranmıyordu.

 

Akşama kadar herkes yüzünde ki gülümsemeyle beraber işlerini bitirmişti. Hemen hemen herkesin güzel haberler aldığı bir gün olmuştu. Hava iyice karardığında yemek için Yeliz teyzelerin evinde toplanmıştık.

 

Bade ve Ercüment kurstan döndükleri için bizden önce gelmişlerdi.

 

Salonda ki masa küçük olduğu için bahçede ki masada her şey hazırlanmıştı. Herkes yerlerine geçtiğinde Yeliz teyze sunumlara başladı. Yoruldunuz, diyerek bir şey yapmamıza izin vermemişti. Hazırladığı güveci servis ettiğinde yerine oturdu.

 

Yanımda Rümeysa ve Eylül, karşımda ise Selim oturuyordu. Selim'in yanında oturan Kaya, Rümeysa'nın karşısına denk geliyordu. Konuşmadan Rümeysa'nın önünde ki tabağa uzandı. Tabakta ki patlıcanları kendi tabağına alıp kendi tabağında ki etlerden Rümeysa'nın tabağına koydu.

 

Kaya gayet sakin bir ifadeyle bunu yaparken masada mi herkes sessiz bir şaşkınlıkla olan biteni izliyordu. "Ayran da biraz ekşi olmuş, seversin," deyip ayran dolu bardağı da Rümeysa'nın önüne bıraktıktan sonra yemeğine devam etti.

 

"Kaya komutanım az önce tek nefeste bir cümle mi kurdu?"

 

Berker'in şaşkınlığı gayet normaldi. Tuğrul amca bile gözlüklerinin üzerinden şaşkın şaşkın Kaya'yı izlemişti. Konuşmadan yemeklerimizi yediğimizde sıra çay faslına gelmişti. Tuğrul amca odasına gittiğinde Yeliz teyzede konuşacaklarınız vardır, diyerek yanımızdan ayrılmıştı.

 

"Ben bir şey sormak istiyorum," dedi Mert. Ecem kaş göz yapsa da belli ki dayanamamış ve sormaya karar vermişti. "Sabah şu besbekar ekip üzerine konuşmuştuk ya," dediğinde ürkek bakışları Kaya'ya kaydı. "Kaya komutanım, siz de o ekibin içinde misiniz?"

 

Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Rümeysa da dahil herkes duyacağı cevabı bekliyordu. "Besbekar değilim, bekarım." Başka bir şey söylemeden sigarasını içmek üzere yanımızdan uzaklaştığında Yavuz'un "Allah," diye sevinçli bir şekilde çıkış yapmasıyla hepimizin odak noktası o oldu.

 

"Anlamadım demeyin," dedi Berker. Rümeysa ne oluyor, der gibi bir bakış attığında Yavuz boğazını temizleyerek derin bir nefes aldı. "Besbekar değilim ama bekarım," dedi. "Yani hayatımda birisi var ama daha evli değilim o yüzden bekarım. Besbekar olarak kadar da yalnız değilim, demeye getirdi," diyerek açıklamasını yaptı Berker.

 

"Adamın özel hayatından sizene lan? Bekarsa bekar, evliyse evli," diyerek araya girdi Selim. Belli ki Kaya'yı rahatsız etmemek adına konuyu kapatmaya çalışıyordu.

 

"Kaya istersen evli olsun ama bazı arkadaşlar olmasın, hiçbir şey olmasın hatta," diyen Akın'ın odağında Burak vardı. Umursamaz bir ifadeyle omuz silktikten sonra çayını içmeye devam etti Burak.

 

Hava soğukluğunu ara ara hissettirse de güzel bir hava vardı. Başımı Selim'in omzuna koydum. Ellerimi avucunun arasına aldı. Böylece biraz daha ısınmış oldum. Herkes konuşmaya devam etse de biz günün geri kalanında konuşmadan birbirimizle ilgilenmeyi seçmiş gibiydik.

 

"Tam şu an, kaçsak ya buradan," diye fısıldadı kulağıma. Düşünmeden ayağa kalktım. Avucunda ki elimi çekip elini tuttum. Herkes bize bakmaya başlamıştı.

 

"Efsun, nereye?"

 

"Sevgilimi kaçırıyorum," diyerek Ecem'e göz kırptım. Koşuşturmacalar o kadar üst üste denk gelmişti ki beraber doğru düzgün vakit geçirememiştik. Selim hiç itiraz etmeden ayağa kalktığında herkes konuşmaya devam etti. Arabaya geldiğimizde gülerek yerime oturdum. Selim'in yüzünde ki ifadeye bakılırsa o da memnun gibiydi.

 

Nereye gideceğimizi konuşmamıştık ama saat geç olduğu için dışarda yapabileceğimiz bir şey kalmamıştı. Gittiğimiz yola bakılırsa Selim'in evine gidiyorduk. Gece yarısına birkaç saat vardı. Bilmem kaçıncı defa araba sürerken ki ifadesini inceledim. Yüzünde ki ciddiyet de dahil oldukça hoşuma gidiyordu bu görüntüyü seyretmek...

 

Eve geldiğimizde kapıyı benim açmamı ister gibi geri çekildi. Çantamda ki anahtarı bulup kapıyı açtığımda buranın sıcaklığını özlediğimi fark ettim. Daha kapıdan girdiğinizde huzur veren bir evdi her anlamda.

 

Selim kendini koltuğa atarcasına oturduğunda karşısına geçtim.

 

"Yemeği daha yeni yedik, çayı da içtik. Film mi izlesek?"

 

Gözlerini açıp başıyla onayladı. Ben üzerimde ki ince ceketi çıkartıp askıya astıktan sonra atıştırmalık bir şeyler hazırlamak için mutfağa girdiğimde Selim de koltuğu açarak daha rahat bir ortam oluşturmaya çalışıyordu.

 

Çekmecelerden bulduğum atıştırmalıkları tabaklara doldurup salona döndüm. Yerlerimize geçtiğimiz de küçük bir çocuk gibi Selim'in kucağına sokuldum. Günün yorgunluğu şimdi geçmeye başlamış gibiydi. Filmi başlattığında yüzümde yorgun ama mutlu bir gülümsemeyle izlemeye başladım. Arada atıştırmalıklardan yese de pür dikkat filmi izliyordu. Filmin sonlarına doğru "Korkuyorum bütün bu inanılmayacak şeylerin rüya olmasından. Gerçek olamayacak kadar güzel, gerçek olamayacak kadar hayal."

 

Repliğini duyunca gözümden usulca iki damla yaş süzüldü. Selim ağladığımı fark etmiş olacak ki eliyle çenemi yukarı kaldırıp gözlerimizin buluşmasını sağladı. "Füsun," dedi yumuşacık bir tonlamayla. "Ağladın mı sen?"

 

Sözü duyunca yaşlar kendiliğinden yanaklarımdan süzülüvermişti. Parmakları naif bir şekilde göz yaşlarımı kurularken gözlerimi bir an olsun gözlerinden ayırmadım. "Ben senden sonra ilk defa mutluluktan da ağlanabileceğini öğrendim," dediğimde kaşları hafifçe yukarıya kalktı. "Bende korkuyordum, her şey o kadar güzel ki bir rüya olmasından ya da son bulmasından korkuyordum. Ama değil, her şey her detayına kadar gerçek."

 

Alnıma küçük bir öpücük bıraktı. Başını dizlerime koyduğunda elimi kavrayıp dudaklarına bastırdı. "Senin güzelliğin bana da bazen rüyada mıyız acaba, diye düşündürüyor ama şu dizlerine yatınca asıl rüya olanın hayat, gerçek olanın sen olduğunu fark ediyorum," dedi. Her daim şiir gibi konuşan bir adam olması işleri zorlaştırıyordu.

 

Bir süredir işler güçler derken birbirimize doğru düzgün zaman ayıramamıştık. Şimdi beraber geçirdiğimiz zamanları çok sevdiğimi ve araya giren bu uzun zamanlarda onları özlediğimi fark etmiştim.

 

"Günün sonunda ben yine senin dizlerinde dinleneyim, sen omzumda sadece mutluluktan ağla, yeter bana," dedi. Başımı koltuğa yaslayıp bende uyku pozisyonuna geçtim. Selim günlerdir yorgun olsa da oradan oraya koşturup durmuştu. İkimiz de başka bir şey konuşmadan uyku pozisyonumuzu aldık. Dizimde ki başını okşarken gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Selim'in benden önce uyuduğunu görünce dudaklarımda belli belirsiz bir gülümsemeyle bende daha fazla dayanamayarak kendimi uykuya teslim ettim..

 

                                 ◇

 

"Şamdan lan o şarap değil!"

 

Ercüment elinde ki şamdanla Berker'i kovalamakla meşguldü. Dudaklarıma neşeli bir gülümseme yayılırken onları izlemeye devam ettim. Selim askeriyeden çağrıldığı için sonra aramıza katılacaktı. Benim ve İpek'in makyajı tamamlandığı için dar odadan kovulmuştuk. Merve ve Elif bir odada bebekleriyle ilgilenirken Bade ve Eylül de Ecem'in yanında yer alıyordu.

 

Rümeysa'yı kapıda gördüğümde yanımıza gelmesi için el salladım. Siyah saten elbisesi ile oldukça hoş görünüyordu. "Samimi bir kız," dedi İpek kulağıma fısıldarken.

 

Eskisine göre daha samimi bir ilişkimiz vardı Rümeysa ile. Kaya da yavaş yavaş aramıza katılmaya başlayınca her şey çok daha iyiye gitmişti. Yanımıza geldiğinde ikimize de sarılıp kısa bir sohbet etti. Bakışları hızlıca etrafı taradıktan sonra tekrar bize odaklandı.

 

İpek ansızın yanağına konan öpücükle irkilirken Akın gülümseyerek yanımıza oturdu. Erkekler hala hazırlıklara meşgul olduğu için takım elbiselerini giymek için vakit bulamamışlardı.

 

"Hanımlar, hepiniz oldukça şık görünüyorsunuz," dediğinde gülerek teşekkür ettim. Rümeysa da görüş alanına Kaya'nın girmesiyle olduğu yerde kıpırdanmıştı. İpek yanında oturan Akın'ın koluna dokunduğunda Akın bir süre ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sonradan fark etmiş olacak ki elini kaldırıp "Kaya," diye seslendi.

 

Rümeysa'nın kızaran yanaklarını gördüğümüzde gülümsememe engel olmak için dudaklarımı dişledim. Kaya yanımıza geldiğinde bakışları birkaç saniyeliğine Rümeysa'nın üzerinde gezindi. "Bizim İpek ile küçük bir işimiz var, sen o sırada içecek bir şeyler getir. Hava da sıcak yeterince."

 

Akım fırsattan istifade İpek'i sahneye doğru götürürken Kaya bir şey söylemeden yanımızdan ayrıldı. "Çok güzelsin," dedim rahatlaması adına. Çimleri inceleyen bakışları yavaşça gözlerime kaydı.

 

"Sende oldukça güzelsin Efsun, emin olabilirsin."

 

Üzerimde ki siyah elbiseye bir bakış attım. İlk kez bugün giysem de gerçekten de oldukça şık duruyordu. Kaya'nın getirdiği limonatalar sohbetimize kısa bir ara vermemize sebep olurken şaşkın şaşkın etrafına bakınan Mert gözüme çarptı.

 

Göz göze geldiğimizde oh dercesine derin bir nefes alıp yanımıza geldi. Hemen yan tarafımızda ki masanın süslemeleri ile uğraşan Ercüment ve Berker de ne oluyor, dercesine bizi izliyordu.

 

"Yengem kurban olayım şu papyon nerede bulalım. Kravat takayım dedim ama izin vermedi. Papyon da damatlığın yanındaydı ama yok, bulamıyorum," dedi endişeli bir ses tonuyla. Elimde ki bardağı masanın üzerine bırakıp ayağa kalktım.

 

"La havle," dedi Ercüment sıkıntılı bir nefes alıp verirken. "Oğlum düğününe hazırlanıyorsun sen, anasınıfı gösterine değil, ne demek papyon yok?"

 

Berker bir köşe de gülerken Mert aynı zamanda masaların altına bakıyordu. "Komutanım haklısınız ama elim ayağıma dolaştı işte," dedi tüm saflığıyla.

 

"Şimdi herkes sakin kalmayı başarırsa kısa zamanda buluruz, gel odaya bakalım," dediğimde Mert'in bakışları arkamda bir noktaya sabitlendi.

 

"Ben buna rol çalmak derim işte," dedi kendi kendine konuşur gibi. Ercüment de aynı noktaya baktığında bir ıslık çaldı.

 

"Aslanım benim be," diyen Ercüment de Mert'e katılınca mecburen arkama dönmem gerekti. Gözlerimin direkt odağına giren kişi aşık olduğum adamın ta kendisiydi. Beyaz gömleği, siyah takım elbisesi, güneş gözlüğü ile mükemmel görünüyordu. Gömleğinin üstten birkaç düğmesi açıktı, zaten biraz dar geldiği direkt göze çarpıyordu.

 

"Bunu mu arıyorsunuz," derken elinde ki papyonu salladığında yanımıza doğru yürümeye başladı.

 

"Hayırdır doktor hanım, dibiniz düştü?"

 

Ercüment'in bir kuma edasıyla meydan okumasına göz devirdim. "Oldukça yakışıklı bir sevgilim var be Ercü," dediğimde güldü. Mert çölde su bulmuş edasıyla papyonuna kavuşurken koşa koşa Berker'in yanına gitti. Onlar papyon takmakla uğraşırken Burak ve Eylül de aramıza katılmıştı.

 

Belimde hissettiğim eliyle bakışlarımı sevgilime çevirdim. Artık uzun uzun izleyebileceğim bir manzaram vardı. "Sen biraz benimle mi ilgilensen," dedi boynuma kısa ama tutkulu bir öpücük bırakırken. Bedenimi biraz geriye çekip karşısına geçtim. Kollarımı boynuna doladığımda dudağı yukarıya kıvrıldı. Dudağımın hemen yanına küçük bir öpücük daha bırakırken elimi avuçlarının arasına alıp beni kendi etrafımda döndürdü. Islık çaldığını duyunca küçük bir kahkaha attım.

 

"Efsun güzelim," dedi gururlu bir ifadeyle. Etrafımızda ki herkes, her şey bir anlığına donmuştu sanki.

 

"Komutanım," dedi Yavuz çekingen bir sesle. Selim belimde ki elini çekmeden Yavuz'a baktı. "Bölmek istemem asla ama yardımınıza ihtiyacımız var."

 

Gözleriyle işaret ettiği noktaya baktığımızda merdivenin tepesinde duran Tuna'yı gördüm. Süslemeleri asmak için merdivene çıkmıştı ama inemiyordu. Merve kucağında ki bebeğiyle beraber kocasına endişeli bakışlar atarken Burak "insene lan aşağı," diye bağırıyordu.

 

"Şu timde bir tane aklı başında insan yok," dedi Selim sabır çekercesine. Olay alanına herkes toplandığında tüm bakışlar Tuna'nın üzerindeydi.

 

"Neden çıktığın gibi inmeyi denemiyorsun devrem," diye mantıklı bir soru geldi Mertten. Ecem gelinliğini toplaya toplaya yanımıza gelmişti.

 

"Merdiven sallanıyor diyorum, bi kıpırdasam düşecek?!"

 

Merdiveni koyduğu yer biraz engebeli bir yerdi. Çıkarken neden korkmamış orası ayrı bir soru işaretiydi. Selim kolumda ki elini çekip öne çıktı. "Kaya, Berker merdiveni tutun. Sende maymun gibi pinekleyip durma orada. İn aşağıya."

 

Kaya ve Berker merdiveni tutunca Tuna olduğu yerde sallanır gibi oldu. Merdiven normalde olan merdivenlerden biraz daha uzundu. Bu da işi Tuna için biraz daha zorlaştırıyordu belli ki.

 

"Lan sen o eğitimleri nasıl aldın da bu time katıldın?"

 

Burak, Ercüment'in omzuna vurdu. "Haklı, şu işler bir bitsin geçmişine bakacağım senin. Merdivene çıkıp inemeyen bordo bere mi olur lan?"

 

Eylül ve Bade gülmeye başladığında Burak'ın dudaklarında da tebessüm belirdi. Akın'ın kaşla göz arasında yaptığı sözsüz uyarıyı görünce ciddileşip dikkatini başka yöne verdi.

 

"Atla!"

 

Tuna ilk basamağa adımını attığında olduğu yerde donup duyduğunu düşündü bir süre. Atlayacak olan kim algılayamamış gibiydi. "Komutanım, çadır falan açsaydık," dedi fikir sunarcasına.

 

"Başlayacağım lan çadırına, düğün başlayacak neredeyse. Atla, tutacağım işte."

 

Gerçekten de birkaç adım öne çıktığında gülsem mi şaşırsam mı bilemedim. "Emin ellere düşeceksin, şanslısın yine," dedi Akın. Güneş de bize katılırcasına kendi dilinde bir şeyler söylendi. Tuna derin bir nefes alıp kendini aşağıya bıraktığında bir anlığına gözlerimi kapattım. Birkaç dakika beklesem de düşme sesi gelmemişti. Gözlerimi yavaşça açtığımda bende derin bir nefes aldım. Tuna tam olarak Selim'in kucağına düşmüştü.

 

"Bacağım? Yerinde. Kollarım? Yerinde. Komutanım tutmuş sahiden, bir yerime bir şey olmadı."

 

Mert dudaklarını gülmemek için birbirine bastırırken Selim'in kızmasından çekinip ciddi olmaya çalışıyordu. "Devrem istersen daha fazla orada kalma sen. İn yani, aşağıya."

 

Tuna olduğu yeri sonradan fark etmiş gibi kendine geldi. Selim'in kucağından indiğinde üzerini düzeltti. Merdivene ters ters baktıktan sonra soluğu kızının yanında aldı. Selim ağzının içinde bir şeyler mırıldandığında yan tarafımdan gelen gülme sesine baktım. Rümeysa neredeyse ilk defa bu kadar içten gülüyordu. Eliyle gizlemeye çalışsa da kendini tutamadığı belliydi. Bakışların üzerine çevrildiğini fark ettiğinde yanında duran Kaya'nın koluna tutunup gizlenmeye çalıştı. Ancak hem onun gülüşünü yarıda bölmeye sebep olan hem bizleri şaşırtan bir şey olmuştu. Kaya'nın yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

 

Bir elini Rümeysa'nın kolunda ki elinin üzerine koymuş gülümsüyordu. "Komutanım gülüyor mu ben mi ölüyorum?" Ecem müstakbel kocasına tırnaklarını batırıp olduğu yeri hatırlatırken kendisi de şaşkınlığını belli etmemeye çalışıyordu.

 

"Ya bu düğünün gelini ben değil miyim? Tuna merdivene çıkıyor inemiyor kedi gibi operasyon düzenliyoruz. Biraz kendi günüme mi odaklansam?"

 

Merve hesap sorarcasına kocasını alıp yanımızdan uzaklaşırken Berker de Berke'yi annesinin kucağından alıp gezintiye çıkardı. Ercüment ve Bade gelen aileleri karşılamak için kapıya giderken İpek ve Akın da müzik sistemi ile uğraşıyordu. Herkes yavaş yavaş dağılırken Mert ve Ecem kendileri için ayrılan masaya oturdu. Hemen yanlarında şahitler için ayrılmış olan kısma da ben oturduğumda Selim de bize katılmak zorunda kalmıştı.

 

"Gelinlik modelin üzerindeyken böyle durmuyordu. Sana o kadar güzel olmuş ki," dedim beğeni dolu bakışlarımı yeniden gelinliğinde gezdirirken.

 

Ecem memnun bir ifadeyle saçlarını düzeltti. Ne çok abartı ne de çok sade bir düğündü. Her şey oldukça güzeldi.

 

"Darısı size inşallah komutanım."

 

"Şunu bileydiniz," dedi benimki.

 

Annemler kapıda göründüğünde yanlarına gitmek için ayaklandım. Ayağa kalktığım an elimi tutan ellere şaşkınlıkla baktım. Yüzüğü şimdilik çıkarmıştık. Annemlere söyledikten sonra tekrar takacaktık. Şimdi yanlarına el ele gidecek olmak normalden daha çok heyecanlanmama sebep olmuştu. El ele yanlarına gittiğimizde babam gözlüklerinin altından bir bakış attı.

 

"Ulaş abim," dedi Alp beni şaşırtmayarak. Ablasına sarılacağına abisine sarılacaktı tabii ki. Ben annemle babamın elini öpüp sarıldıktan sonra Selim de aynı şekilde davranıp Hoşgeldiniz, demişti.

 

Abimler gelmeyi düşünse de sonradan vazgeçmişlerdi. Nazlı biraz daha büyüdüğünde geleceklerine söz verip telefonu kapatmışlardı.

 

"Hala?"

 

Duyduğum sesle arkama döndüm. İşte şimdi sürpriz olmuştu. Minik takım elbisesiyle Oğuz karşımda duruyordu. Kucağında ki lale buketi dikkatimi çekti. Selim, Oğuz'u kucağına aldığında artık boylarımız eşitlenmişti. Kucağında ki buketi bana uzattığında gözlerim dolmuştu.

 

"Kim derdi ki amcası yeğeninden flört taktiği alacak," diye söylenen Alp'i duymazlıktan geldim. Gururlu ve kendinden bir emin ifadeyle uzattığı çiçekleri elime aldım.

 

"Tutturdu halama çiçek götüreceğim diye."

 

"Babaanne babam anneme çiçek aldı. İnsanlar sevdikleri kadınlara çiçek alır, dedi. Bende sana aldım. Buraya geleceğiz diye halama da aldım."

 

Yıllar sonra gelip hayatımda ki boşluğu tamamlamıştı Oğuz. Küçücük bedeniyle bize iyi gelmeyi başarıyordu. Makyajım bozulmasın diyerek göz yaşlarımı geri göndermeye çalıştım.

 

"Badi, sen de halama çiçek alıyor musun?"

 

Oğuz'un sorusu en çok babamın dikkatini çekmiş gibiydi. "Alıyorum, hatta deden izin verirse yeniden almayı düşünüyorum," dediği an olduğum yere çivilendiğimi hissettim. Sahiden söylemiş miydi, bana mı öyle gelmişti? Garsonlardan birinin servis ettiği içeceklerden alıp büyük bir yudum içmişti Alp. İçtiği içecek boğazında kalırken annem de en az benim kadar şaşkın bir ifadeyle bize bakıyordu.

 

"İzin vermiyorum," diyen babam da üzerine eklenince kendimi bir yere saklamak istedim. Kısa süreli bir sessizlikten sonra yeniden bir şey söyleyecek olduğunda duymak istemedim. "Diyeceğimi mi sanıyorsun bu saatten sonra? Ben sana kızımı mutlu et, beni arkanda bil, dedim. Baksana kızımın gözleri gülüyor, ben orada ne yaparım dediği şehirde yaşayıp gidiyor. Al aileni yanına, çık karşıma. Allah'ın emri peygamberin kavli de hayırlısıyla olsun bitsin."

 

Annem babamın cevabını önceden biliyormuş gibi gülümsedi. Selim kucağında ki Oğuz'u yavaşça yere bıraktı. Annem ve babam yanımızdan ayrılıp büyüklerin olduğu kısma giderken Alp ve Oğuz'u da yanlarında götürmüşlerdi. Ben yanımda ki ağaca tutunup bir süre olanları sindirmeye çalışırken Selim kolumda tutup beni kendine çekmişti.

 

Gözlerimiz birbirine hasret kalmışcasına buluştuğunda "Allah be," diye bağırışıyla irkildim. Herkes kısa sürede yeniden etrafımıza toplanmıştı.

 

"Ulaş?"

 

Ercüment yanımıza gelip elini Selim'in omzuna koydu. Selim bu kez ona döndü. "İste dedi Ercü. Gel kızımı iste, dedi." Herkes durumu anlayıp kendi arasında konuşmaya başladı.

 

"Efsun, hayırlı olsun," diyen İpekle kendime geldim. Günlerdir nasıl olacak, diye düşündüğüm konuşma az önce ayak üstü konuşulup sonuca bağlanmıştı. Herhangi bir sorun da çıkmamıştı. Etrafımda ki gülen yüzlere baktıkça bende gülümsedim. Artık bir adım daha atmış sayılırdık.

 

"Yakışır komutanıma," dedi Berker.

 

Herkes tek tek tebrik ettikten sonra nihayet düğün alanına geçebilmiştik. Selim artık onayı da aldığı için bir an olsun elimi bırakmıyordu. Düğün başladığında bir ara kendimi sahnede buldum. Kızlarla karşılıklı oynadıktan sonra sıra nikaha gelmişti. Nikah için ara verdiğimizde Ecem'in şahidi olarak yerimi aldım. Tuna ile beraber şahitlik görevini de başarıyla bitirdiğimizde yeniden yerime geçtim.

 

Düğünün sonlarına geldikçe misafirlerin çoğu gitmeye başlamıştı. Ecem çiçek atacağında Merve'nin ısrarıyla bende gelinin hemen arkasında yerimi aldım. Bade, İpek, ben ve Eylül yan yana dururken hemen arkamızda da birkaç yabancı kişi vardı.

 

Ecem çiçeği atacağı sırada atmaktan vazgeçmiş gibi arkasına dönüp yanımıza geldi. Çiçeği İpek'e verip uzaklaştı. Bade olanları biliyor gibi yanıma gelip koluma girdi. "Masadan biri daha eksiliyor," dedi.

 

Akın İpek'in tam karşısına geçtiğinde durumu anlamıştım. Misafirler şaşkınlıkla onları izliyordu.

 

"Aslında ben bu teklifi çok önceden yaptım ama her şeye yeniden başladık biz seninle. Hazır herkes buradayken," dediğinde bakışları babama kaydı.

"Birkaç şey söylemek istiyorum. Benim bu durgun hayatımı devam ettiren, onca talihsizliği birden şansa çeviren biri oldun. Ben öyle süslü cümleler beceremiyorum İpek. Tek bildiğim bundan sonra bir ömür boyu senle beraber olmak istediğim."

 

Cebinden bir kutu çıkarıp diz çöktü. "Benimle evlenir misin?"

 

İpek'in gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Elini öne doğru uzatıp başını salladı. "Evet." Akın yüzüğü takarken herkes alkışlamaya başladı. Birkaç dakika sonra bu kez ben İpek'e sarılıp tebrik ettim. Nihayet gece olup düğün bittiğinde tüm misafirler gitmişti.

 

Ecem'in isteği üzerine gece küçük bir parti yapılacaktı. Üzerine bir de İpek'in evlilik teklifi eklenince herkes daha mutlu bir hale bürünmüştü. Müzik çalmaya başladığında herkes sahnede dans ediyordu.

 

Kollarımı Selim'in boynuna doladığımda onun elleri de belimi sardı. Keşke onun ailesi de burada olabilseydi, diye geçirdim içimden. Gelememiş olmalarına üzülmüştüm. Onlar da bu konuşmayı duymalıydı.

 

"Seni haftaya Rize'ye kaçırıyorum," dedi aklımdan geçenleri okurmuşçasına. Kaşlarımı sorgularcasına havaya kaldırdım.

 

"Hem annemlerle de konuşuruz hem de tüm Rize'ye sana ne çok aşık olduğumu haykırırım..."

 

Parmaklarımın ucunda yükselip çenesine bir öpücük bıraktım. Bir gece de ne kadar mutlu olunabilirse o kadar mutlu olmuştum. Yavuz'un patlattığı konfetiler havada uçuştu. Herkes o kadar mutluydu ki Akın bile Burak ve Eylül'ün dans etmesine izin vermişti. Rümeysa ve Kaya da kısa bir süre sonra aramıza katılmıştı.

 

"Yalnız ben Ulaş'ı ilk kez askerliğe başladığında bu denli tepki verdiğini görmüştüm bu iki oldu," dedi Ercüment. Bade başını omzuna koyduğu için yavaş yavaş hareket ediyordu.

 

Selim askerlerine tek tek baktı. Herkesin odağı bizdeydi. Onlar da en az bizim kadar sevinmişti.

 

"Akın'ın isteme işi de bitsin, Manisa'ya gidiyoruz Boralar Timi," dedi gür bir sesle.

 

"Operasyonun adı da kız isteme mi komutanım, dedi Tuna."

 

"Ta kendisi aslanım," dedi şükür dercesine. "Dünyamın en güzel kadını eşim olacak var mı ötesi," dediğinde utanarak başımı göğsüne yasladım. Kimi alkışlarken kimi de gülümseyerek bize bakıyordu. Aşk meğerse ne güzel bir şeymiş öyle, dedi iç sesim.

 

Lunaparka giden küçük bir kız çocuğu gibi hissediyordum kendimi. Herkes yeniden dans etmeye başladığında "çok aşığım sana komutan," diye fısıldadım. Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki duyup duymadığına emin olamadım.

 

"Aşığım sana," dedi kendinden emin bir şekilde. Saçlarımı öptüğünde daha sıkı sarıldım. Önümüzde ki tüm engeller yavaş yavaş ortadan kalkıyordu. Ailelerimiz izin vermişti. Geriye sadece zaman kalmıştı. Olacakları düşündükçe yüzümde ki kocaman gülümsemeyle sevdiğim adama daha sıkı sarıldım.

 

İşte benim dünyam bu kadardı. Yüzbaşı Karacalı'nın kollarının arası benim tüm dünyamı kapsıyordu...

 

 

Loading...
0%