Yeni Üyelik
2.
Bölüm

[1] Kuklalar ve Saf Kanlar

@liweta

 

 

Tutsak bir kuş, her gün gökyüzüne hasret yaşar. Ama kaçmayı başardığında uzağa uçabilmek için önce uçmayı öğrenmesi gerekir.

 

 

the smiths - back tothe old house

 

"Acele edin."

Genç kızın koridorlarda yankılanan korku dolu bağırışları herkesi telaşlandırırken, geniş koridordaki kapılar tek tek açılmış ve meraklı yüzler koşarak ilerleyen yetişkinleri izlemişti. Bu tarz olayların yaşanması alışıldık olmadığından herkes şaşkın ve meraklıydı. Gecenin bu saatinde herkesi yatağından kaldıracak ne olmuş olabilirdi?

En önde giden adam hızla ışıkları açık odaya girdi ve yatakta kan ter içinde kalmış gence ilerledi. Terden ıslanmış sarı saçları alnına yapışmış çocuk derin nefesler alıyor ve belli ki gördüğü kabustan uyanmaya çalışıyordu. Ellerinin altında sıkıca tuttuğu çarşaflar darmadağın olmuştu.

"Ne oluyor Hakan?"

En gençleri olan bir kadın endişeyle sorduğu sorunun üstüne gence yaklaştı ve bir anne edasıyla çocuğun alnına yapışmış saçlarını geriye yatırdı. Titreyen ve sanki aldığı her nefes son nefesiymiş gibi gözüken çocuk herkese korku salıyordu.

Kadının sorusuna cevap düşünen adam ne olduğunu anlamış olsa da bu onu korkuttuğu için cevap veremedi. Bu durum iyi şeylerin habercisi değildi. Ve bu durumun kötülüğü kadar bunu dile getirmekte zordu.

Ona biraz daha yaklaştı ve terden sırılsıklam olmuş tişörtün yakalarından tutup iki yana çekerek sertçe yırttı. Çocuğun göğsündeki dövmeler silikleşmiş ortasındaki boşlukta bir bıçakla kazınmışçasına yazılar belirmeye başlamıştı. Her bir harf yerine otururken çocuğun teninden kanlar akıyordu. Fakat yazılar henüz okunaklı değildi ve bunun için beklemeleri gerektiğini herkes anlamıştı. Bu da onun daha çok acı çekmesi demekti.

"Odalarınıza dönün, merak edilecek bir şey yok."

Adam sert bir ses tonuyla kapıda merakla bakan gözlere döndü ve hepsine eliyle gitmelerini işaret etti. Ardından onları buraya toplayan genç kıza dönüp "Sende odana gitsen iyi olur. Burada olmamalıydın." dedi. Normalde cezasını kesmeli ve odasına öyle göndermeliydi ama durumun ciddiyeti ortadayken başka bir öğrenciyle uğraşamazdı.

"O iyi olacak mı efendim? Lütfen iyi olacağını söyleyin..."

Kızarmış gözlerini karşısındaki adamın bakışlarından ayırmayan genç kız adamın başını sallamasıyla biraz olsun rahatlamış ve dönüp sevdiği adama acıyla bakmıştı. Bu odaya o kötüleşmeden dakikalar önce tartışmak için geldiğinden kendine lanetler etti. Nereden bilebilirdi ki bir anda böyle olacağını?

"Git hadi."

Adamın son uyarısıyla daha fazla beklemeden odadan çıktı ve hızla gözden kayboldu.

"Bu o doğduğunda da olmuştu. Şimdi ne yapacağız?"

Bir başka kadın soruları hızla sıralarken adam titrek bir nefes aldı. Hiçbir şey bekledikleri gibi gitmeyecekti. Zihin kontrolü yapmayı denese de bu muhtemelen gence daha fazla zarar vermesi ile sonuçlanacağı için bunu yapmayı denemedi. Zaten bir şey gördüğünden değil de daha çok acıdan kıvranıyor gibiydi.

"Beklemekten başka seçeneğimiz yok. O kehanetlerin aracısı, bize yeni bir haber getiriyor olmalı."

Herkes suskunlaşmış, bu esnada kapıda hala gizlice bekleyen kişiyi kimse fark etmemişti. Cam gibi parıldayan gözlerini yatakta yatan çocukta sabitleyen genç kulaklıklarını boynundan aldı ve kulaklarına yerleştirip derin bir nefes alarak içinden akıp giden melodik bir sesle tüm odağını ona verdi. Aracının gördüğü şeyleri görmeye çalışıyor ve onun sırlarına ortak oluyordu.

Gözlerinin önüne bir kız silüeti geldi önce. Ardından Sanamor'u yakıp yıkan yırtıcı canavarlardan birinin gölgesini gördü.

O sırada odayı kaplayan buz mavisi sisi henüz kimse fark etmemişti. Kulaklarına ulaşan müzik onların dikkatini dağıtıyor ve varlığını onlardan bu şekilde gizliyordu.

"Hira..."

Gencin zihninden geçen isim, kendisini şaşırttığında öğretmenlerden birisi "Kehanet daha da okunaklı artık." diye mırıldandı.

Bu esnada hissettiği karanlık enerjiyle buz mavisi hareleri titreyen genç, yatakta ölüm kalım savaşı verircesine çırpınan diğer gencin gördüğü şeylere tanık olduğunda içini kaplayan korku yüzünden odağını kaybetmiş, dikkati dağıldığı için güçlerini kontrol edememişti. Odadaki sis anında kaybolduğunda hızla kapının eşiğinden biraz daha uzaklaşıp odanın dışına çıktı ve kenara geçip saklandı.

"Karanlık esir aldı dünyayı,
lanetli kan büründü bedeni
karanlık katletti büyücüyü."

Adam şaşkınlıkla durdu ve diğerlerine bakıp "Bu kadar." dedi. Hiçbiri bu kadar kısa olmasını beklemediği için şaşırmış ve gencin göğsünde kazılı gibi duran bu kelimelere dikkatle bakmaya devam etmişlerdi.

"Dünya'da bulunan büyücülerden biri mi öldürülmüş?"

Tam o esnada çocuk gözlerini araladı ve nefes alışverişleri düzene girerken elini çıkartıp göğsüne koydu. Göğsünde bir kaya varmış gibi hareket etmekte, nefes almakta zorlanıyordu. Ellerine bulaşan kana şaşkınlıkla baktı ve kendisini zorlayarak doğrulup karşısında merakla bakan öğretmenlerine "Sorun ne?" diye sordu güç bir şekilde.

Son hatırladığı sevgilisinin odaya girmesi ve kavga esnasında bir anda gözlerinin kararmasıydı. Başka hiçbir şey hatırlamıyordu. Hafızası gördüğü her şeyi resetlemiş gibiydi.

"Baş Büyük büyücülere haber vermeliyiz."

"Belki Dünya'ya elçi gönderebilirler."

"Ama bir büyücü katledilse bunu büyücüler çoktan hissetmez miydi?"

Adam telaşla mırıldanan öğretmenleri susturmak için başını salladı ve "Bunu sonra konuşuruz" diyerek karşısındaki gencin omzuna elini koydu.

"Yat uyu çocuğum. Sen görevini yaptın."

Ama genç daha ne yaptığını bile bilmiyordu.

Odadaki herkes dağıldı ve yetişkinler telaşla uzaklaşırken kendisini karanlık bir sisle gizleyen genç beklemeden kapının eşiğine geçti. Omzunu kenara yaslayıp darmadağınık olmuş bir görüntüyle yatakta oturan çocuğu süzdü. Onun gerginliğini buradan bile sezebiliyordu.

"Hira'yı zihninden ilk defa geçirmiyorsun Zayn. Kim bu kız?"

Adı Zayn olan genç, duyduğu sesle başını kapıya çevirdi ve "Bu seni alakadar etmez, zihnimde dolaşmayı bırak artık." diyerek ayağa kalktı. Paramparça olan tişörtü çıkartıp kenara attığında kapıdaki genç ise gülerek geriye çekilmiş ve oradan usul usul uzaklaşmıştı.

Zayn ne olduğunu ya da ne gördüğünü bilmiyordu. Bildiği tek şey... Bedenindeki tüm kehanetlerin ortak noktası olan o kehanet gerçekleşiyor ve karanlık sonunda her yeri kaplıyordu.

Bunu hissedecek kadar kendinden emindi.

***

Bir yere ait hissetmek için kimi zaman kişiliğimizi değiştiririz. Bazen kim olduğumuzu unutacak kadar ileri gittiğimizde o yere ait olduğumuzu düşünmek bize huzur vermez çünkü kim olduğumuzu unutmak bir yere ait olmaktan daha acı verici gelir. Ardımıza baktığımızda yanımızda olduğunu düşündüğümüz kişiler bile bir yükten fazlası değildir.

Ailenin veya arkadaşlığın öneminden bahseder herkes ama kendini bir yere değil bir kişinin yanına dahi ait hissetmediğinde hiçbir şey gözüne önemli gözükmez.

Kendimi ait hissetmediğim bu dünya bana hayatım boyunca hiçbir şey katmadı. Hatta sanki her günümü bir cesetten farksızmışım gibi geçirmeme sebep oldu. Adım attığım her yer bana sanki bu dünyadan gitmem gerektiğini söylüyor gibiydi. Ama kendimi öldürecek cesarete ya da yeni bir kişiliğe bürünmeye çalışacak güce sahip değildim. Aslında kendimden nefret etmiyordum. İnsanların sözlerini umursamamayı ve hissettiklerimi susturmayı öğrenmiştim. Fakat kendimi ait hissetmediğim bu dünyada yaşamak benim için katlanılmazdı.

Bugün benim doğum günüm ve özel hissetmekten çok kendimi odama kapatmış bir deftere hissettiğim yalnızlığı anlatmakla uğraşıyorum. Aslında ailem özel hissetmem için içeride bana güzel bir doğum günü kutlaması hazırlıyor ve gülüşmeleri buradan bile duyuluyor. On sekiz olduğum için benden daha çok mutlular. Ama bir sayı benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Bugün geçecek ve ertesi gün sadece hayatıma bir gün daha eklenmiş olacak.

"Hira!"

Deftere son cümlemi yazdığımda içeriden yükselen gürültülerle birlikte abimin adımı seslenmesi bir olmuştu. Usulca defteri kapattım ve komodinimin çekmecesine koyup kalemi de içine attım. İçeri neşeli bir şekilde gitmek ve herkese neşeli gibi davranmak zorundaydım. Bundan memnun olmam gerekiyordu ama bencillik ediyormuş gibi davranıyordum. Garip olan da buydu. Sevdiğim insanların yanında mutlu olmam gerekiyordu.

Derin bir nefes alıp üzerimdeki oversize tişörtü düzelttim ve eteğimin içine soktuktan sonra belime yataktan aldığım zincirli kemeri sarıp birbirine tutturdum. Belime kadar inen kıvırcık saçlarım kabarmasın diye bugün özel bir uğraş vermiştim ve her zamankine kıyasla daha güzel durduğunu inkâr edemezdim. Yavaş adımlarla odanın kapısına ilerledim ve odadan çıkıp salona doğru yürüdüm. Bütün arkadaşlarım içerideydi ve ben içeri girdiğim anda her biri gülümseyerek bana dönmüştü.

"Sonunda doğum günü kızımız da geldi!"

Gülümseyerek ayaklanan arkadaşlarıma ilerledim ve hepsini yarıp öne atılan Alper'e bakıp istemsizce güldüm. En azından biraz olsun sevildiğimi hissettiren insanlar vardı ve buna tutunmaya çalışmalıydım. Yoksa bu hayat onlarsız daha çekilmez olurdu. Bana sıkıca sarılıp saçlarımı karıştırmaya başladığında yardım istercesine diğerlerine baktım ve kısık sesle "Ölüyorum..." diye mırıldandım. Alper fazla zorlamadan beni bıraktı ve diğerlerinin bana sarılmasına izin verdi. Herkesle tek tek sarıldıktan sonra abim öne doğru gelmiş ve gülerek "Ben Deniz şimdi size bugünkü planımızı anlatacağım Hira Hanım." demişti.

Her zaman kendisine böyle hitap ederdi çünkü adı Deniz'di. Onun bu sevimliliği beni istemsizce gülümsetti.

"Rosa Hanım şaşırtıcı bir şekilde bu gece eve geç girmemize izin verdi. Yani 18. yaş gününü kutlamak için gidebileceğimiz çok güzel yerler var." dedi büyük bir heyecanla.

Ardından Ezgi "Bugün senin günün olacak." demiş ve büyük bir heyecanla ellerini birbirine vurarak ufak bir alkış tutmuştu.

Gözlerim beni yüzündeki büyük gülümseme ve sıcacık bakışlarıyla izleyen anneme kaydığında bunu garipsediğimi o da anlamıştı. Normalde okuldan bile çıktığımda oyalanmamam, eve gelmem için beni her gün okuldan kendisi alır, hafta sonları evden çıkacaksam ya abimle ya da kendisiyle olmamı isterdi. Buna fazlasıyla şaşırmam çok doğaldı ve bu durum abimin komiğine gitmiş olacak ki gülüp "Bakma ama öyle. Kocaman oldun artık! Geç saatlerde girmemiz gayet normal." dedi.

Neşelerini bozmamak için gülümseyerek başımı salladım ve diğer arkadaşlarıma döndüm.

"Aklınızda belirli bir mekân var mı?"

Ezgi onaylarcasına başını salladı. "O iş bizde güzelim. Çoktan her şeyi ayarladık."

Bu yere ait hissetmem gerekiyordu. İyi bir ailem, beni her şeyden çok seven arkadaşlarım ve başarılarla dolu bir hayatım vardı. Peki neden bunca şeyin arasında aslında kimsem yokmuş gibi hissediyordum?

Annem yavaş adımlarla karşıma geçtiğinde kafamın içerisinde beni esir almış vaziyette olan sesleri susturmaya çalıştım ve ellerimi tutuğunda gülümseyerek ellerini sıktım. Sıcacık elleri bana her zaman huzur veriyordu.

"Zaman o kadar hızlı geçti ki Hira'm... Kollarımda uyuduğun günler daha dün gibi."

Her günümün bir işkenceden beter geçtiğini bilse hala böyle düşünür müydü? Her günüm yatağa girip uyumak istememe sebep olacak kadar acı verici geliyordu bana.

"Ben buraya ait değilim..." demek istedim anneme. Ama kelimelerimi bir bir yutmuş ve beni ellerimden tutarak masaya çekmesine izin vermiştim. Doğum günü pastamı belli ki yine kendisi yapmıştı. Bu sefer üzerinde en sevdiğim çizgi roman karakterlerinden oluşma figürler vardı ve fazlasıyla tatlı duruyorlardı.

Yaklaşık bir saat süren kutlamanın ardından annem ve babam bizi uğurlamış, annemin bana yeni aldığı ceketi giyerek evden çıkarken bir yandan gülüşerek yürüyen arkadaşlarıma yetişmeye çalışmıştım. Abim en önde yürüyordu ve diğerleri yapacağımız şeyleri konuşuyordu. Anladığım kadarıyla buraya uzak bir yere gidecektik ve gece de dönüşte Ezgilerde kalacaktık. İlk defa böyle bir şey yapacağımız için hem şaşkın hem de birazcık gergindim.

Annem ve babam bize karşı hep korumacıydı. Neredeyse kırsal diyebileceğim bir kesimde yaşıyorduk ve her yere ulaşımımız saatler sürebiliyordu. Hayatım boyunca onların yaptığı hiçbir şeyi sorgulamadım çünkü sorgulasam da cevap alamayacağımı biliyordum. Sadece bana karşı değil abime bile aynıydılar. Bu durumdan memnun veya şikayetçi değildim. Sonuçta benim için değişen hiçbir şey olmayacaktı.

Arabaya geldiğimizde herkes sırayla geçti ve ben en son binerek cam tarafına oturdum. Yolculuk sırasında dışarıyı izlemeyi çok severdim ve yine aynı şeyi yaparak kafamı yol boyunca dağıtmaya çalışacaktım.

Sonunda 18'ime girmiştim ve birkaç hafta sonra okulum bitecekti. Üniversite sınavına girerek kazanacağıma emin olduğum bir bölümü yazacaktım. Aslında şehir dışında okumayı istiyordum. Ama evden dışarıya adımımı atamazken annemin ondan uzakta okumama izin vereceğini sanmıyordum.

Uzun bir yolculuğun ardından kalabalık bir yere geldiğimizde beklemeden indim ve diğerlerinin peşimden inmesi için kapıyı açık bıraktım. Herkes yanıma geldiğinde ben hala gözlerimin önündeki büyük yapıyı süzüyordum. Bu gece benim için umarım gerçekten güzel olurdu çünkü ilk defa yaşadığım bu şey beni birazcık bile heyecanlandırmıyordu.

Gece 12 sularında...

"Rosa Hanım tehlike seziyor musunuz?"

Genç kadın duyduğu soruyla birlikte gözlerini etrafta gezdirdi. Seziyordu ama bu uzaktan gelen bir tehlikeydi ve biri hala onu aramakla uğraşıyor gibiydi. Kendine çok güvendiği için arayan kişinin onu bulamayacağına da emindi.

"Sürmeye devam et. Bizi bulamazlar."

Kızı bugün 18'ine girmişti ve hissettiği tehlike endişelerini arttırdığı için planlarını biraz aksaklığa uğratarak onu oradan almak istemişti. Ne kadar üzüleceğini düşünse de içinde bulunduğu tehlikenin farkında değildi. Sırf onu mutlu etmek için elinden gelen bütün savunma büyülerini yapmış ama yine de korkusuna hala engel olamamıştı.

"Rosa Hanım, biri yaklaşıyor."

Rosa öfkeyle yanında bomboş bir ifadeyle arabayı kullanan adama baktı. Ona bu komutları emreden kendisi olsa da tehlikenin yakın olmadığını biliyordu ve onun bu anlamsız tavırlarını anlayamamıştı..

"Uzaktalar Erdem. Biraz daha hızlı sür."

Araba taşlı yolda sallana sallana giderken kadın gözlerini etrafta gezdirdi tekrar. Bu tehlike her zaman hissettiğine benziyordu. Muhtemelen hizmetkarının üzerindeki büyü zayıflıyordu.

"Durmalıyız."

Adam arabayı aniden frene basarak durdurdu ve Rosa şaşkınlıkla ona döndü. Ne oluyordu? Eğer bir tehlike varsa onun bunu yapmaması gerekiyordu.

"Neden durdun?! Devam et."

Adamdan hiçbir cevap gelmedi. Rosa ona doğru eğildi ve elini içi boş olan göğüs bölgesine götürdü. Hissettiği kapkara enerji bedeninden aşağıya kaynar su dökülmüş gibi hissettirmiş ve bir kere bile düşünmeden onun üzerindeki bütün büyüyü geri almıştı. Birkaç dakika sonra tamamen yok olacak bedeni orada bırakarak arabadan indi ve etrafa bakındı. Kimse görünmüyordu ve hissettiği tehlike hala çok uzaktı.

Elini öne doğru uzatarak bileğinden sarı bir ışık hüzmesiyle kılıcını çıkardı. Işıldayan kılıcı iki eliyle tutarken hala etrafına korkuyla bakıyordu. Korkuyordu çünkü kızı orada hala yalnızdı.

"Senin yüzünde böyle bir ifade göreceğimi düşünmezdim Rosa."

Rosa sesin geldiği yöne doğru hızlıca döndü ve kılıcını daha sıkı kavrayarak arabanın üzerinde dizlerini kırarak çömelmiş adama baktı. Karanlıktan yüzü seçilmese de onun kim olduğunu biliyordu.

"Ne istiyorsun?" dedi sanki bilmiyormuş gibi.

"Komik olma. Ne istediğimi gayet iyi biliyorsun." dedi adam alay eder gibi.

Gece karanlığını üzerlerine indirirken Rosa elinde tuttuğu kılıcı biraz daha sıkı kavradı. Bu esnada adam doğrulmuş ve alaycı bir kıkırdamayla duruşunu bozmadan dimdik aşağıya atlamıştı. Karşısında kendisine öfkeyle bakan kadının korkusunu sezebiliyordu. Ve bu kesinlikle hoşuna gidiyordu.

"Kızın nerede?"

Rosa hiçbir şey söylemedi ve öne doğru atılıp kılıcı adama doğru savurdu. Adam her kaçışında daha fazla atılıyor ama her seferinde ıskalıyordu. Büyüleri Dünya'da o kadar güçlü değildi. Üstelik gücünün çoğunu Hira'yı korumak için tükettiğinden şu an büyülerinin arkasına sığınamazdı.

"Boşuna çabalıyorsun. Zaten biliyorum."

Kadın son kılıç darbesinde bir kez daha kaçan adama baktı korkuyla. Blöf yapıyordu. Öyle olmak zorundaydı.

"Kızımı asla bulamazsın alçak herif!"

Adam güldü ve Rosa gibi fiziksel güç kullanıp onunla oynamak için ellerini omuzlarının üstüne götürdü. Tam kavrar gibi ellerini sıktığında beliren kılıçları çekti ve kadına alayla bakarken konuştu.

"Dünya insanlarının dilini ne çabuk benimsemişsin."

Kadın kendisiyle alay eden bu adama daha da öfkelenmiş ve bütün gücünü onunla savaşırken tüketmeden önce tek elini kılıçtan çekerek ardında yok olmuş adamın kopyasını tekrar yaratmıştı. Ama onu yarattığı gibi evine göndermiş "Bir büyücüyle savaşmanın cezasını biliyorsundur diye tahmin ediyorum." demişti alaycı bir tonda.

Adam Rosa'nın ne yaptığını anlamıştı. Kızına kaçış yolu bırakıyordu.

Eğer Rosa'yı öldürürse kaçış yolları yok olacak ve Hira ait olmadığı bu yerde savunmasız kalacaktı. Bu düşünceyle gülümsedi. Zaten planı buydu ama eski yoldaşını öldürmeden bu işi bitirmeyi bir kez daha denemek istiyordu.

"Sen de kızını öldürmeyeceğimin farkındasın değil mi Rosa? Sahip olması gereken hayattan onu koparıp gizli saklı büyüttün ve bir suç işledin. Onu bana ver ve seni, bizi suçlu görenleri hep birlikte ortadan kaldıralım."

Rosa öfkeyle sıktığı kılıcını biraz daha kaldırdı ve bağırarak konuştu.

"Bu şeyleri kehanetin anlamını ve Tanrıların ihanetini ilk öğrendiğinde de söylemiştin. Sen bizim gezegenimizi yok edecek ve masum insanlara zarar vereceksin." Durdu ve sertçe yutkunduktan sonra sesini biraz daha yükselterek devam etti. "Ve bunu benim kızımı kullanarak yapmak istiyorsun."

Adam sırıttı. Bu gülümseme Rosa'yı korkutmuştu. En son dört yıl kadar önce gördüğü bu adam kim bilir ne kadar güçlenmişti. O da kendisi gibi bir saf kandı ama artık öyle olmadığını hissediyordu. Ondan değişen çok şey vardı.

"Evet? Onu eğiteceğim ve o güç onu çıldırtacak. Herkesin hayali onun gibi olmak Rosa. Kızından kimliğini mahrum ederek mi yaşayacaksın gerçekten? Peki ya senin baskıladığın güçleri ortaya çıkarsa ne yapacaksın? Ya da yıllar geçmesine rağmen daha fazla büyümediğini gördüğünde, yaşlanmadığında ne açıklama yapacaktın. O bir insan değil. O bir savaşçı."

Rosa titreyen ellerini zapt etmeye çalıştı. Bunların hepsinin ne kadar korkutucu olduğunu kendisi de biliyordu. Ama kızını korumanın tek yolu ona yalan söylemekti.

İçindeki tüm gücü kullanarak öne atıldı ve kılıcını bir kez daha salladı. Çarpışan kılıç sesleri ormanlık alanda yükselirken Rosa uzaktan yaklaşan daha fazla tehlike sezmeye başlamıştı. Kaçması gerekiyordu. Bu savaşı kazanamazdı. Eğer ölürse, Hira'nın kurtulacağını biliyordu ama onun yaşatmak istemediği hayata atılacak olmasını kaldıramazdı.

Karşısında kılıçlarını sallayan bu adamın kendisi hakkında bilmediği şey eskisinden de güçlü olduğuydu. Ve yarattığı tüm hizmetkarların yok olması için belli bir süre vardı. Eğer ölürse hizmetkarlar birkaç gün daha verdiği komutları yerine getirecek görevleri bittiğinde ise yok olacaktı.

Rosa kılıcını öne doğru savurduğunda adam elindeki kılıcı attı ve onun kolunu sıkıca kavrayıp arkalarında duran arabaya doğru fırlattı. Çarparak yere düşen kadın bir anlık nefesinin kesildiğini hissetmiş ve zorlukla nefes alırken ellerini yere bastırıp doğrulmaya çalışmışı.

"Kazanacağını sanmıyordun herhalde."

Kadın kendini toparlamaya çalışarak ellerini öne doğru uzattı ve adamın önüne kendisine yaklaşmaması için bir kalkan oluşturdu. Şeffaf kalkanın ardından adamın yüzündeki alayı görebiliyordu. Rosa genç bir kızken çok duygusaldı ve kendini aşmak için çok uğraşmış, bu kişiliğini yok ettiğini sanmıştı. Ama şu an korkudan ağlayacak kadar güçsüz hissediyordu. Adam kalkana kılıcını saplayıp aşağı çekerek yırttı ve parçalara bölünüp yok olan kalkanın gidişine baktı.

"Bu nasıl olur...?"

Rosa şaşkınlıkla toparlanmaya çalıştı bu sefer. Ay ikisinin arasında gidip gelen bir ışık hüzmesi yayıyordu ve kadın bu ışığın kendisine yansıttığı o gözlere korkuyla bakıyordu. O nasıl bu kadar güçlenmişti. Ya da yıllardır dünyada oluşu aslında güçlerini çok mu zayıflatmıştı? Peki ya kuklaları sandığı kadar kalıcı değilse ne olacaktı? Hayır şu an yorgun düşmüştü ve tek sebebi buydu. Eğer zayıf olsaydı bunca zaman onu saklayamazdı.

Ama o adam... Sonunda kendisini bulmuştu.

Hızlıca ayağa kalktı ve ormanın içine doğru koşmaya başladı. O esnada adamın "Yakalayın!" diye bağırdığını duymuş ve önüne ışık hızıyla inen adamlarla yavaşlayamayıp yere düşmüştü. Adamlardan birisi onu kollarından tuttu ve kaldırıp çoktan ona yetişmiş olan adama doğru itti.

"Şimdi... kaldığımız yerden devam edelim mi?"

Kadın adamın kollarında olduğunu fark ettiğinde başını kaldırıp onun intikam ve hırs dolu gözlerine odaklandı. Öylesine karanlık bir ruha sahipti ki ne yaparsa yapsın vaz geçmeyecekti.

"Lütfen dur artık. Hira bunu yapmayı asla istemez. O benim kızım."

Adam gözlerini kadından ayırmazken kadın bir anda bedeninde keskin bir acı hissetti. Başını eğdiğinde adamın elindeki kılıcı karnına sapladığını görmüştü. Yutkundu ve dengesini kaybedip düşeceği esnada adam onu sıkıca tuttu. Ölecekti. Bundan kaçışı yoktu. Ama Hira'yı öylece bırakamazdı.

"O senin kızın. Bu yüzden merak etme. Senin ona yaptığın acımasızlığı öğrendiğinde seni daha kolay aşacak ve bana yardım edecek."

Kadın duyduklarıyla öfkelendi. Buna mecburdu. Eğer onu kaçırmasaydı Tanrıçalar onu kendi yollarında bir kalkan olarak kullanır ve özgürlüğünü ellerinden alırdı. Elini kaldırdı ve çıkardığı alevi adama doğru atıp kendini geriye itti. Bedeninden sıyrılarak çıkan kılıç yere düştüğünde adamın ateşle kaplanan bedenini görmüş ve üzerine yaklaşan adamları atlatmak için bir kalkan daha oluşturmuştu. Ama bu sefer daha çok güç harcamıştı.

"Böyle basit bir büyünün beni etkileyeceğini mi sanıyorsun?"

Kadın tekrar ona döndü. Bedenini saran ateşler usul usul diniyor ama kıyafetlerini bile etkilememiş gibi görünüyordu.

"Bu konuşmadan ve çocuk gibi kaçmandan sıkıldım Rosa."

Bir kılıç darbesiyle daha kalkanı yok etti ve kadını avcundan parmak uçlarına doğru yayılarak yükselen kara bir dumanla havaya kaldırdı. Bu büyüye sahip olmak için çok acı çekmişti ve çektiği tüm acıların boşa çıkmasına asla izin veremezdi.

Kadın karnından akan ve kızının aldığı elbiseyi mahveden kana baktı. Kılıç öyle büyük bir yara açmıştı ki sırtından giren siyah bir duman karnından çıkıyor ve sanki içini çürütüyordu.

Adam büyük büyücüye karşı kara büyü kullanıyordu.

Yasaklı bir büyüyü.

İblislerin büyüsünü.

Tanrıların lanetini.

"Biliyorsun... Büyücüler kolay kolay ölmez. Sadece zayıf düşersiniz. Ama sahip olduğum güç seni bile öldürmeye yeter."

Kadın hissettiği acıyla bağırdı.

"Ne kadar güçlü olduğun umurumda değil. Kızımı asla bulamayacaksın."

Adam tüm gücünü kullandı ve kadını bir ağaca doğru fırlattıktan sonra elini göğüs hizasında hareket ettirerek siyah dumanı kalbine doğru yönlendirdi. Büyücüler herkesten farklı olsa da onların da bir kalbi vardı ve kara büyüyle sökülen kalbi hiçbir şey iyileştiremezdi.

Kadın hissettiği bu dayanılmaz acıyla siyah dumanın girdiği yerin üzerine ellerini biraz daha bastırdı.

"Lütfen, yalvarırım dur!"

Kan göletinin üzerinde titreyerek karşısındaki adama yalvaran genç kadın son bir hamleyle geriye gitti ve sırtını tamamen ağaca bastırdı. Korkuyla dolu zayıf benliği, yüzünü karanlıktan ayırt edemediği adamın irislerinde parıldıyordu. Ellerini kalbinin üstünde tutarken tek umduğu kalbini söküp atabilecek kadar güçlü olmamasıydı. Gözlerinden akan yaşlar bir büyücünün olamayacak kadar kapkaraydı ve bu aslında ne kadar güçlü olduğunun kanıtıydı.

Deprem misali titreyen dudaklarını tekrar araladığında adam ondan önce davrandı ve "Ağlamayı kes!" diyerek haykırdı. Sesi ormanda yankılanırken adamın yandaşları bile bu ses karşısında sertçe yutkunmuştu. Kadın çaresizce kanla kaplı ellerini dudaklarına bastırdı. Kaçacak yeri, sığınacak kimsesi kalmamıştı ve ölümüne korkuyordu. Bütün hayatı, hataları ve geçirdiği her bir dakika gözlerinin önünden geçiyordu. Yetmiş miydi bunlar ona? Kurtarmak için kaçırdığı kızını gerçekten koruyabilmiş miydi bu zamana kadar? Peki ya bundan sonra onu kim koruyacaktı? Kesinlikle içinde bir boşluk vardı ve bu boşluğun gelecekte büyük sorunlar doğuracağını biliyordu.

"Bana kızının yerini söyle."

Başını iki yana hızla salladı adamın sözleri karşısında. Onu korumak için yıllarını vermişti ve şimdi ellerinden kayıp gitmesine izin veremezdi. Ellerini dudaklarını hareket ettirebilecek kadar öne çekti.

"Yıllarca onu senden, sizden korumaya çalıştım." Sertçe yutkundu ve sesindeki titremeye engel olmaya çalışarak devam etti. "Ş-şimdi söyleyeceksem onca şeyin manası neydi?"

Gülme sesi duyan herkesin kulaklarında uğuldarken kadın ellerini indirdi ve yaklaşan ölümüne hazırlıklı olmaya çalıştı. Tüm gücü vahşi bir yaratık tarafından çekilmiş nefes alamayacak kadar zayıf düşmüştü. Uzun sarı bukleli saçları kanıyla boyanmış, üzerindeki zarif elbisesi paramparça olmuştu. Bu elbiseyi birkaç hafta önce kızının ne kadar güzel bir neşeyle verdiğini hatırladı. O gün giyecek vakti olmamıştı ve bugüne saklamıştı. Ama ona giydiğini gösterme şansı dahi olmamıştı. Bu gece kızını arkadaşlarıyla eğlenmeye gönderirken ne düşünüyordu ki? Şimdi oradan tek başına nasıl dönecekti? Abisi ve babası yerine koyduğu hizmetkarlar bir ihtimal bir süre daha kalacaktı ama arkadaşları o ölür ölmez ortadan kaybolacaktı.

"Öyle olsun Rosa. Umarım gittiğin yerden de kızını koruyabilirsin."

Kadın ellerini önünde birleştirdi ve beyaz bir duman çıkmasını sağlayarak kalan tüm gücünü şu an belki de birkaç dakika içinde yok olacak arkadaşlarıyla eğlenen kızını korumak için ona aktardı. Kızıyla arasındaki güçlü bağ ne kadar uzak olurlarsa olsun o gücün Hira'yı bulmasını sağlayacaktı.

Adam yaptığı şeyi fark ettiğinde korkarak elini indirmeden bütün gücünü kullandı ve Rosa'nın kalbini sökmek için kendini zorladı. O kadar çok zorlamıştı ki kendini, bu gücü tekrar toparlamak biraz zamanını alacaktı.

Rosa göğsünden şiddetli bir ağrıyla sökülen kalbini gördüğünde dudaklarından fışkıran kanlar zehir gibi bir tat bırakmıştı ağzında.

"Tanrıçalar kanımı korusun." diye fısıldadı son kelimeleri olduğunun farkında olarak. Hira'yı bu dünyada yapayalnız bıraktığı için suçlu hissediyordu.

Adam önünde duran ve göğüs hizasında süzülen kalbi diğer elindeki kılıçla ortadan ikiye böldü ve Rosa'nın gözlerinin kapanışını gördükten sonra adamlarına döndü.

"O kızı bulana kadar bir saniye olsun durmayacaksınız."

O sırada...

Hayatım boyunca hep kitaplarda okuduğum insanların hayatlarına imrendim. Çünkü bizim evimizde televizyon yasak olduğundan dünyayı tanıyabileceğim tek şey kitaplardı ve o kitaplardaki karakterler hep çok güzel bir hayata sahipti. Hatta çoğunlukla bir kere bile tatmadığım, ne olduğu hakkında en ufak fikrimin olmadığı bir duyguyu anlatırlardı. Adına "aşk" diyorlardı. Hiç âşık olmamıştım. Annem ve babam aşk evliliği yaptıklarını söyleseler bile asla birlikte uyumaz, özel günleri kutlamaz, hatta el ele bile tutuşmazlardı.

Derin bir nefes aldım. Eğlenmem gereken bir yerde bile somurtup oturmayı layıkıyla yapıyordum gerçekten.

Kulaklarımda yankılanan gürültüden soyutlanmaya çalıştım ve oturduğum yerden kalkarak insanların arasına daldım. Zar zor hareket ederek çıkışa vardığımda biraz temiz hava almamın iyi geleceğini düşünüyordum. Abim ve diğerleri arkada kalmış ve gittiğimin farkına bile varmamışlardı muhtemelen.

Dışarı çıktığımda derince bir nefes aldım ve gözlerimi etrafta gezdirdim. Kimsecikler yoktu. Annemin beni evden bile çıkartmazken böyle bir yere göndermesi biraz ironikti açıkçası.

"Hira, seni burada görmeyi beklemiyordum?"

Duyduğum sesle başımı yanımda duran kişiye çevirdim. Yüzünü çok seçemesem de sesinden kim olduğunu anlamıştım. Bu Uraz'dı. Onunla aynı sınıftaydık ve bana karşı kibar davranan sayılı kişilerdendi.

"Bende öyle." diye mırıldandım. Bu esnada birkaç adımda yanıma gelmiş ve kolunu omzuma atarak kulağıma eğilmişti. "Doğum günün olduğunu duydum, doğum günün kutlu olsun."

Gülümsedim ve kısık sesle teşekkür edip kolunun altından uzaklaşarak karşısına geçtim.

"Senin burada ne işin var? Yalnız mısın?"

Başını yana eğdi ve dudaklarını büzerek "Yani sayılır. 18'ime birkaç hafta önce girdim bu yüzden gelip hep gizli saklı girdiğim mekanlara bir de özgürce gireyim dedim." dedi. Onun sürekli dışarıda takılan ve yaşından büyük davranan bir çocuk olduğunu bildiğimden bu duyduklarıma şaşırmamıştım.

"Her neyse, biraz yürümek ister misin?"

Bu teklif, beklemediğim bir anda ve beklemediğim bir yerden geldiğinde, bir an için duraksadım ve gözlerimi az önce içinden çıktığım büyük yapıya çevirdim. O büyüleyici ışıklarla süslenmiş yapı, şu an dönmek istediğim en son yer gibiydi. Geceye karışan müzik sesini duymazlıktan gelip bir an için düşüncelere daldım. Diğerlerine haber vermeden uzaklaşmam sıkıntı yaratır mıydı emin değildim. Onlar şu an öylesine eğleniyor olmalıydılar ki, benim kısa bir süreliğine kaybolmamı fark etmezlerdi. Ve muhtemelen göz açıp kapayıncaya kadar gelirdim.

"Tabii neden olmasın, biraz kafamı dağıtmam iyi olur."

Gülümsedi ve önden ilerledi. Onun peşinden giderken, etrafı tekrar incelemek için fırsatım olmuştu. Ay ışığının gümüşi dokunuşları, ormanlık alana açılan büyük bahçenin her bir köşesini nazikçe aydınlatıyordu. Bahçe, gece bile kendine hayran bırakan bir güzellikte dizayn edilmiş, her bir detayı titizlikle planlanmıştı. Sanki bu bahçeye annemin eli değmiş, kaldırımlardan o yürümüş gibiydi. Annem doğayla iç içe olmayı çok severdi. Büyüttüğü çiçeklere her seferinde hayran kalırdım.

"Diğerleriyle pek eğlenmiyor gibiydin?"

Bu soruyla birlikte adımlarımı hızlandırıp onun yanına ulaştım ve hızımı ona göre ayarlayıp öyle yürümeye devam ettim. Yan yana yürümeye başladığımızda dikkatimi tamamen ona vermiştim.

"Aslında bu tür şeyleri ilk defa deneyimliyorum... Bana biraz sıra dışı geliyor."

Normalde bir eğlence mekânında olmak dışında, gecenin bu saatinde ormanın derinliklerine doğru yaptığımız bu yürüyüş de her zaman deneyimlediğim bir şey değildi. Her şey o kadar yeni ve bilinmezken neden böyle hissettiğimi anlamaya çalışıyordum.

Onaylar mırıltılar çıkarttı. Bana bakmadığı esnada onu izleme fırsatım olmuştu. Gür siyah saçları, şekilli bir yüzü ve yapılı bir vücudu vardı. Ve... neden bilmem çok fazla gerçek gibiydi. Yüz ifadesi söylediklerime karşı bir anlayış ve belki de biraz empati içeriyordu.

"Normalde okuldan sonra hep kaybolursun, bu yüzden seni böyle bir yerde görmek beni şaşırttı."

Gülümsemem, onun sözleriyle biraz daha genişledi. Başımı usulca öne eğip adımlarımı izledim. Hayatım, okul ve ev arasında gidip gelen bir rutine bağlıydı. Bazen ben bile uyum sağlamaya çalıştığım bu rutine nasıl bu denli sadık kaldığımı merak ediyordum.

"Hatta bir ara seni kukla sanıyordum."

Bu cümle bir anda havada asılı kalmış, adımlarım ayakkabılarımdan çivilenmişim gibi anında durmuştu. Söylediği bu sözün garip bir ağırlığı vardı. Sebebi kesinlikle kırıcı olması ya da bir anda söylenmesi değildi. Bu cümleyi sanki daha önceden de duymuş gibiydim. Sanki bir yerlerde, bir zaman diliminde daha önce de bu ifadeyle karşılaşmışım gibiydi. Ama zihnimde, puslu camların ardında öylece duruyordu.

"Sorun ne? Yanlış bir şey mi dedim?"

"Hayır, dediğin şey..." Kendimi toparlayarak konuşmaya çalıştım. "Dediğin şey ne anlama geliyor?"

Bana önce anlamsız bakışlarını sunmuş ardından omuz silkip başını çevirerek gökyüzüne bakmıştı.

"Yani... bir kukla olmadığını hissedebiliyorum. O zamanlar küçüktüm ve öyle düş-"

Sözü dudaklarımdan çıkan şaşkınlık nidasıyla bölündüğünde bana döndü tekrar. O da benim kadar şaşkın duruyordu.

"Sen, ne olduğunu bilmiyor musun Hira?"

Sorduğu soruyla şaka yapmışçasına alaycı bir şekilde güldüm ve gözlerimi kaçırıp ne demeye çalıştığını düşündüm. Bu da ne demekti gerçekten? Tabii ki de ne olduğumu biliyordum. Ya da ne olmam gerekiyordu?

"Sarhoş musun Uraz?"

Gözlerindeki ifade garip bir hal aldığında dudaklarını birbirine bastırdı ve "Sanırım... biraz fazla içmiş olmalıyım." dedi. Biraz daha sorgulayacağım esnada ardımızda bıraktığımız büyük yapının olduğu yerden bir gürültü kopmuş ve arkamı dönüp ne olduğuna bakmak üzereyken, Uraz'ın kollarıma dokunuşuyla irkilmiştim. Kollarımdan sıkıca tuttu ve dikkatimi üzerine çekti.

"Hira, buradan gitmeliyiz."

Bu cümle, tenime çarpıp geçen rüzgârın bile ötesinde bir ürpertiye neden oldu bende. Sesinin tonu bir uyarıdan çok, korkuyu andırıyordu. Peki ama neden ansızın buradan ayrılmamız gerekiyordu?

Onun ciddiyetini ve korkusunu gözlerinden okuyabiliyordum.

"Ama neden?" diye sordum sesimdeki endişeyi gizlemeden. "Ne oldu Uraz? Sorun ne?"

Ardımızdan gelen sesler benim de korkumu harlarken diğerlerinin hala orada olduğunu hatırlayınca telaşla "Abim ve diğerleri orada?!" diye bağırdım. Tam arkamı dönüp gidecekken kolumdaki ellerini sıkılaştırdı ve beni önüne doğru sert olmayan bir şekilde itekleyip bir elini çekti.

"Canlı bile değiller, yürü hadi."

Kalbim resmen ağzıma gelmiş gibi hissettim. Onlar ölmüş müydü? Hayır kopan gürültü daha çok bir yıkılma sesine benziyordu ve o yapıdan çıkacak bir ses değildi. Beni geçtim, Uraz böyle bir şeyi nasıl bu kadar soğukkanlılıkla bana söyleyebiliyordu?

"Ne saçmalıyorsun, geri dönmeliyiz?"

Yalvarışlarım ona ulaşıyor ama sanki bir bariyere çarpan ufak taşlar gibi öylesine yere düşüyordu. Korkuyla arkama baktığımda yapıyı göremeyeceğim kadar uzaklaştığımızı fark etmiştim.

"Uraz-"

"Sana onu bana getir demiştim, benden uzaklaştır değil."

Lafı ağzıma tıkan sesle sustum. Uraz da olduğu yerde durmuş ve başını kaldırıp yukarıya bakmıştı. Aynı şekilde bende oraya baktığımda bir kadının uzun ve kalın bir ağaç dalına bacak bacak üstüne atarak oturduğunu görmüştüm. Bu da kimdi?

Gözlerimi kısarak baktım ve karanlıktan yüzünü seçmeye çalıştım.

Bu İrem'di. Bu gece sınıfımdaki herkesi görecek miydim gerçekten? Annem doğum günü partime sınıftaki arkadaşlarımı çağıracağını da söylememişti. Kendi düşünceme gülmek istesem de olayın ciddiyeti buna engel oluyordu.

"Bana onun kendisi hakkında her şeyi bildiğini söyledin. Ama o hiçbir şeyi bilmiyor."

Uraz sert bir ses tonuyla konuştuğunda İrem'in hemen ardından yükselen kahkahaları korkuyla Uraz'ın arkasına saklanmama sebep oldu. O resmen bir canavar gibi gözüküyordu. Normalde de pek iyi biri değildi ve şu an daha beter haldeydi.

"Tabii ki de bilmiyor aptal. Bilse bize katılır mı?"

Uraz hayal kırıklığına uğramış gibiydi. Başını bana çevirdi ve kısık sesle "Ben onları oyalarken kaç. Elinden geldiğince uzağa kaç." dedi.

Kısa bir süre göz temasımız kesilmedi ve ben bu esnada hala olayları idrak etmeye çalışıyordum. Birkaç adım uzaklaştım ve tam arkamı dönüp koşacakken ağaçların arasından başkalarının da ortaya çıktığını gördüm. Korku beni öylesine esir almıştı ki aklımı kaçıracak gibiydim.

"Bu ihanetinin de bir cezası var Uraz."

İrem'in ağaçtan atladığını duymuş ve ona dönüp baktığımda etrafımızdaki adamlara eliyle bir işaret yaptığını görmüştüm. Kollarımdan tutan bir adam beni ona iteklerken yutkundum ve "Bırakın beni!" diye bağırdım.

Gözlerim Uraz'ın üstünde durdu. Dizlerinin üzerine çökmüş, etrafını sarmış adamların kasvetli varlıkları altında, sanki bir av gibi kıstırılmıştı. Kolları arkadaydı ve ne zaman bağlandığını anlamamıştım. Onlardan biri sanki galibiyetini ilan edercesine, Uraz'ın omzuna elini koydu ve bana dönüp alaycı bir şekilde sırıttı. Annemden uzaklaştığım ilk günün böyle olması... Çok garipti. Sanki beni koruduğu şey aslında bu tarz olaylar gibiydi ve benim şu an en çok anneme ihtiyacım vardı.

İrem yavaşça yanıma geldiğinde gözlerimi Uraz'dan çekip ona çevirdim. Onun gözlerindeki tuhaf parıltılı karanlıkta bile görebiliyordum. Etrafımdaki adamlar, beni daha da sıkı tutuyorlardı ve ben kaçamayacağıma iyice emin olmuştum. İrem elini bacağına indirdi ve bir kemerle sıkıca tutturulmuş hançeri çekip aldı. Bunu gördüğümde kalbim duracak gibi olmuştu. Ben nasıl bir kâbusun içine düşmüştüm...

"Ah... öyle bakma ama." dedi İrem, sesindeki o iğrenç tonla. Bundan çok zevk alıyor gibiydi.

Adamlardan birisi zorla sağ elimi kaldırdı ve parmaklarımı sıkı sıkıya tutarak avuç içimi açtı. Yutkundum.

"Neden... Neden yapıyorsunuz bunu?"

Sesimdeki çaresizlik çok güçsüz hissettirdi ve ben onlardan herhangi bir cevap alamadığımdan iyice suskunlaştım. Bağırsam da yalvarsam da bir anlamı olmayacağını biliyordum.

"Bunu yapamazsın! Ona zarar verdiğini duysa cezasız kalmayacak tek kişi ben olmam."

İrem Uraz'ı duymazlıktan geldi. Hançer elime hafifçe değdiğinde, acıyla dudaklarımı ısırdım. Çok derin olmayacak bir kesik attı ve kanım yavaşça akmaya başlarken gözlerimi kısarak göz yaşlarımı tutmaya çalıştım. Bu korkunçtu... İrem hançeri yere fırlattı ve elime doğru tuttuğu küçük bir şişeyle kanı dikkatlice topladı. Yaptığı bu şey geçenlerde okuduğum bir kitabın ritüel sahnesini hatırlattı bana. Yoksa o da mı aynı şeyi amaçlıyordu?

"Ne yapıyorsun?" diye fısıldadım güçsüz sesimle.

"Şu an bilmenin bir anlamı yok."

Şişeyi küçük bir mantar tıpayla kapattı ve ceketinin cebine sokup elini çeneme indirdi. Sıkıca tutup yüzünü yüzüme yaklaştırdığında korkuyu kendimden uzaklaştırmaya ve güçlü görünmeye çalıştım.

"Birkaç damla kanın bile nasıl etkiler yaratıyor bir bilsen Hira..."

Gülerek elini çekti ve benden uzaklaşıp Uraz'a ilerledi.

Uraz, hâlâ dizlerinin üstünde, bana bakıyordu. Gözlerindeki ifade fazlasıyla acı ve pişmanlık doluydu. Beni buraya getirdiği için pişman gibiydi.

Biz öylesine korkuyla sessizce beklerken bir anda geldiğimiz yerin olduğu ağaçlığın arasından bir ses koptu. Uraz'ın gözlerindeki bakış değiştiğinde ikimiz de başımızı o yöne çevirdik. Aynı şekilde İrem ve diğerleri de o yöne dönmüştü. İrem sert bir ses tonuyla "Ne oluyor?" diye sordu. Bu sorunun cevabı kimseden gelmedi.

Aramızdaki gerginlik artarken adım sesleri doldu kulaklarıma. Ve bir anda abim ağaçların arasından çıktı. Ama abimde normal olmayan bir şeyler vardı. Gözleri bomboş bakıyor, yüz ifadesi ise sakin gözüküyordu. Elini öne doğru kaldırdı ve bir anda ortaya çıkan gri dumanlarla ardımdaki adamlar ve diğerleri olduğu yerden sarsılarak yere serildi. Şaşkınlıkla onları izlerken Uraz'ı aradı gözlerim. Bir ağaca çarpmış ve toparlanmaya çalışırken doğrudan bana bakmıştı.

Bu esnada abimin bir anda yanıma gelip bana sıkıca sarıldığını hissettim ve son gördüğüm şey Uraz'ın rahatlamış bakışlarıyken duyduğum şey ise abimin "Artık güvendesin." demesi olmuştu.

*

 

 

 

Merhabalar! Sonunda ilk bölüm bitti ve ben gerçekten çok heyecanlıyım. Çünkü bu kitaba ilk bölümü hazırlayamadığım için başlayamıyordum. Üstelik bir sürü bölüm hazırda beklerken... Şimdi küçücük önemli birkaç şey söyleyeceğim. Öncelikle yabancı isimler konusunda, hikâye ilerledikçe anlayacağınızı düşünüyorum ama ilk okumada bunun benim hatam olduğunu düşünebilirsiniz. Ucubeler ve insanların bir geçmişi var ve birbirlerinden çok fazla etkilendiler. Kültür, bilim, edebiyat gibi birçok alanda birbirlerinden çok şey öğrendiler. Bu isim meselesine gelirsek ucubeler kendi dünyalarında ülkeler halinde yaşamıyorlar. Hepsi iç içe ve birçok kültürel zenginliğe sahipler. İsimler Dünya'yla bağları olduğu zamandan kalma izler. Çok derine inmek istemiyorum çünkü farkında olmadan birkaç bölüm sonrasının bile spoilerını verebilirim. Ama emin olun kafanızı karıştıran her bir şeyin nedenini açıklayacağım.

 

 

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim, yorumlarınızı eksik etmezseniz sevinirim.

Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmek isterseniz;

ig: reiovn

twitter: vialotia

Loading...
0%