

3.Bölüm : Sır
Bundan birkaç yıl öncesiydi. Hukuk Fakültesi’nden yeni mezun olmuştum. Öğrencilik yıllarımda Hilal ve Elay ile öğrenci evindeydim. Ben mesleğe başlayana kadar da bu durum böyle devam etmişti ve bahsettiğim gün de ise annemin yanında tatildeydim.
Üniversite okurken mecbur kalmadıkça annemin yanına gitmemiştim ama bir hafta önce telefonda konuşmuştuk. Bana evliliğinin eskisi gibi gitmediğini, eşi Sinan’ın değiştiğini ve beni çok özlediğini söyledi. Tatil için yanına gelip kalmamı istemişti benden.
Benim ergenliğim o adamın anneme yaptıklarına engel olamamakla geçmişti. Kaç kere polis çağırsam da annem hiç şikayetçi olmamıştı.
İkinci evliliğini de bitirip insanlara rezil olmak istemiyordu. Hâlbuki bunu yapmadığında daha çok zarar görüyordu ama sırf el alem ne der diye boşanmıyordu.
Onu bu evlilikten kurtarmak için çok çabalamıştım ama kendisi istemediği sürece elimden bir şey gelmiyordu. Çabam boşunaydı.
Bende kendimi kurtarmaya odaklanıp çok çalışmıştım. Böylece Ankara da Hukuk Fakültesi’ni kazanıp evden ayrılmayı başarmıştım. Olayların olduğu gün annemin evine tatile geldiğim ikinci gündü.
O sabah banka işlerimi halletmek için evden çıkmıştım. İşlerimin uzayacağını bildiğim için yedek anahtarı da alıp çıkmıştım.
Eve döndüğüm saatte ise hava kararmıştı. Kapıyı kendi anahtarımla yavaşça açtım ve kapıyı açtığım anda yatak odasından gelen sesler kulağıma dolmuştu. Annemin anlattıkları yalandı, bu herifte zerre değişim olmamıştı.
Gözlerim dolmaya ellerim titremeye başlamıştı. İçeriden annemin çığlıkları geliyordu. Ben kapının önünde kitlenip kalmıştım. Kafamın içinde küçük Umay'ın bağırışları yankılanıyordu. Bir şeyler yap diyordu bana. Büyüdük biz artık engel olabilirsin diyordu.
Gözlerimin önü kararıyordu ve ben bilincimi kaybediyordum. Zihnimin içindeki Umay'ı dinledim ve mutfakta ki çekmeceleri karıştırmaya başladım.
Bulduğum en uzun bıçağı sıkıca kavrayıp yavaş adımlarla yatak odasına doğru ilerledim. Ben yaklaştıkça annemin sesleri artıyordu. Ağlıyordu, bağırıyordu ve canı yanıyordu...
Kapının önüne geldiğimde kafamı eğip içeri baktım. Yatağın üstünde annem kanlar içindeyken bayılmıştı artık ama o hâlâ tepesindeyken annemi tokatlamaya , sayıp sövmeye devam ediyordu.
O sahneye daha fazla katlanamayıp içeri girdim ve adamın arkasından bıçağı sapladım. Durakladı ve sendeleyip yatağın üstüne düştü. Durmadım bıçağı çekip kan kaybetmesine izin verdim.
Yataktan indirip yere yatırdım ve aynı anneme yaptığı gibi bende tepesine geçtim. Bilinci yerindeydi ama bıçak darbesinden kaynaklı karşı koyamıyordu.
O bıçağı bulduğum her yerine saplayıp çıkardım. Hem bağırıyor hem ağlıyordum. Yaklaşık on dakika sonra kendime gelmiştim ve ne yaptığımın ancak o zaman farkına varmıştım. Önümde delik deşik bir ceset vardı ve sebebi bendim. Bu benim ilk cinayetimdi ama sonuncusu olmayacaktı...
***
Kendime geldiğimde yatağımdaydım. Kafamı yavaşça kaldırıp etrafa bakındım. Hava kararmıştı. Üzerimde hâlâ kana bulanmış kıyafetlerim vardı. Kan kokusu midemi bulandırmıştı. Ellerime baktım telaşla. Neyse ki ellerim temizdi. Yeni uyanmışken kanlı ellerimi görmek beni tekrar tetikleyebilirdi.
Ne zaman gelmiştim buraya? En son depoda Rüzgar'ın beni bulduğunu hatırlıyordum. Çok ağlamıştım bu yüzden gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Hâlâ başım dönüyordu bu yüzden yataktan yavaşça kalktım. Merdivenlerden aşağı indiğimde gördüm onu. Gitmemişti, koltukta oturmuş, kollarını dizine dayamıştı ve başı ellerinin arasındaydı.
Yere bakarken dalıp gitmişti ki benim geldiğimi görünce kafasını kaldırdı. Koyu simsiyah gözlerini gördüm yine. O siyah gözleri görmediğimde kalan bütün renkler soluyordu sanki. Gözlerime uzun uzun baktıktan sonra aniden kalktı ve bana sımsıkı sarıldı.
Sarıldığında başım onun kalbine denk geliyordu ve ben kalp atışlarını duyabiliyordum. Kapattım gözlerimi ve sadece o sesi dinledim. Yaşadığım his inanılmazdı, ait olmak gibiydi...
Saçlarımı okşadı bir yandan. Derin bir nefes aldı ve yavaşça geri çekildi. Tüm dikkatiyle yüzümü inceliyordu. Salonda ışıklar açık değildi ama içeriyi ayın ışığı dolduruyordu. Onu görebilmem için fazlasıyla yeterliydi. O an her yer zifiri karanlık olsa dâhi onu görebilecekmişim gibi hissediyordum.
Yavaşça titreyen ellerini kaldırıp yüzüme yerleştirdi. Dokunmaya kıyamıyor gibiydi. Eli ayağı dolaşıyordu birbirine. Ellerinin arasında ise yüzüm kayboluyordu. Gözlerimin içine dalıp gitmişti yine. Asla konuşmuyordu sadece gözleriyle anlamaya çalışıyordu beni. Bir yandan elleri hâlâ titriyordu , hissediyordum.
“ Titriyorsun. “
“ Titretiyorsun . “ dedi fısıldayarak. “ Aciz kalıyorum karşında savcı. “
Verdiği cevap az önce buz gibi olan bedenimi yakmaya yetmişti. Onunsa elleri hâlâ yüzümü okşuyordu bütün merhametiyle. Bir katile nasıl bu kadar merhametli davranabiliyordu, anlamıyordum.
“ Korkmuyor musun benden ? “ yutkundum, sorması bile ağırdı. “ Kan kokusu korkutmuyor mu seni? “ dedim gözlerinin içine bakarak.
“ İnsan bildiğinden korkmaz savcı, şüphe duymaz.“ dedi. Gözlerinde ki güven duygusu bir an bile değişmemişti cevap verirken. Bana olan güveni de verdiği cevabın içinde kendini belli ediyordu. Yine de benim aklım almıyordu bana duyduğu güveni.
“ Paramparça bir ceset vardı önünde. “ gözlerim doluyordu artık. “ Ya bir gün sıra bana gelirse demedin mi içinden? “ geriye çekildim ve elleri yüzümden düştü. Yine de bakışlarını hiç kesmedi.
“ Bir gün kendini kaybetmene sebep olursam yap savcı. “ bir adım yaklaştı bana. “ Öldür beni. O zaman ölümüm senin elinden olsun. “ dedi. Gözümden bir damla yaş akmıştı sözleriyle. Onun bana hissettirdiği güven kalbimi tamamen sarıp sarmalamıştı. Bir yandan hâlâ çözemediğim noktalar vardı. Geri çekildim yine.
“ Nasıl bu kadar güvenebiliyorsun? Bildiğini söyledin. Beni nasıl biliyorsun? “çok sert konuşuyordum ama o cevap vermiyor bana bakmaya devam ediyordu.
“ Sen beni biliyorsun diyelim. Ben seni bilmiyorum hakim. Kimsin sen ? Niye buradasın şuan? “ hâlâ cevap vermiyordu bana ve ben bu suskunluğuna daha çok öfkeleniyorum.
“ Çık git evimden! Beni yalnız bırak! “ dedim ama bağırdığımın farkında değildim.
“ Yapamam! “ dedi , onun bu bağırışı duvarlarda yankılanmıştı. O da bunu fark edince sakince konuşmaya çalıştı. Derin bir nefes verip “ Gidemem savcı, benden bunu asla isteme. “ dedi. Konuşmama hiç fırsat vermeden devam etti.
“ Senin en savunmasız hâlini gördüm savcı . Benimle aynı yaralara sahip olduğunu öğrendim ben. Nasıl bırakıp gidebilirim seni ? “ gözleri dolmuştu, sesi titriyordu. Onun gözlerinde ki hüzün içimi acıtıyordu. Aramızdaki mesafeyi azalttı ve öyle devam etti sözlerine. “ Söylesene savcı. Nasıl gideceğim? “ yüzünü daha çok yaklaştırdı bana. Gözlerimi sımsıkı kapattı ve hâlâ titriyordu.
Açtı gözlerini, simsiyah gözlerini kitledi yine gözlerime. “ Sen, beni bilmediğini mi sanıyorsun savcı? Sende benden korkmuyorsun. Beni ihbar edecek misin diye hiç sormadın çünkü aklının ucundan bile geçmedi. “ dedi ve kulağıma doğru eğildi. “ Beni biliyorsun, bunu yapmayacağımı biliyorsun Umay... “ dedi ve kokumu içine çekti...
***
Gelecekse beklenen,
Beklemek güzeldir.
Özleyecekse özlenen,
Özlemek güzeldir...
Elindeki notta Özdemir Asaf'a ait bu mısralar yazıyordu ama eksikti. “ Ve sevecekse sevilen, o hayat her şeye bedeldir. “ diye mırıldanarak tamamladım mısraları.
“ Geleceğim savcı. Sen, sana dikkat et kâfi... “ yazıyordu notun devamında. Uyandığımda baş ucumda bulmuştum bu notu. Evde yoktu belli ki. Ondan bekle demişti ve ben bekleyecektim onu...
Yataktan kalktığım sırada aşağıdan gelen sesleri işittim. Merdivenlerden indiğinde Arpayla Hilâl kapının önündelerdi. Her ihtimale karşı onların anahtarları bulunurdu ama ben gelen sesleri çözememiştim.
“ Ne oluyor ya sabah sabah? “ dedim.
“ Hoş bulduk gülüsü. Bizde sana onu soracaktık. Kapıdaki adamlar kim? “ belli ki Arpa'nın sinirleriyle oynamışlardı ama kapıda adamların olduğundan bile haberim yoktu.
“ Adamlar mı? “ diye kapıyı açtım ki gerçekten de kapının önünde duran takım elbiseli iki adamı gördüm.
“ Siz kimsiniz? “
“ Savcı hanım , Rüzgar Bey kendisi gelene kadar burada güvenliğinizi sağlamamız gerektiğini söyledi. “ dedi içlerinden biri. Ne bu adam, mafya mı?
“ İyi, o zaman Rüzgar Bey’ine söyle en kısa zamanda beni arasın. Bu saçmalığının hesabını verecek bana. “ dedim ve kapıyı sertçe kapattım.
“ Bırak şimdi Rüzgar'ı. “ dedi Arpa. “ Sen dün neler oldu onu anlat. Gecenin bir köründe ceset topladık yine. Adlı Tıp raporunda sahtecilikten yargılanacağım, az kaldı. “ gerçekten iyi bir konuya değinmişti. Ben cesedi geçtim eve nasıl geldiğimizi bile bilmiyordum.
“ Nasıl hallettiniz onu? Senin nereden haberin oldu ? “
“ Rüzgar aradı beni ama o her şeyi çoktan halletmişti. Trafik kazasında çıkan bir kavga süsü vermiş olaya. Birileri suçu üstlenip teslim de olmuş. Bana sadece parmak izini değiştirmek kalmıştı. “
Ağzım açık kalmıştı. Beni kurtarmak için her şeyi ince ince düşünüp halletmişti. Bana güvendiğini kanıtlamıştı ve benimde ona olan güvenimi arttırmıştı. İlk defa biri beni , ben demeden düşünmüştü.
Kızlara olanları anlatmaya başladım , “ Bende endişelendim. Pansumanı halledebildiniz mi diye bakmaya geldiğimde ikinizde yoktunuz ortada. Sonra defalarca seni aradım ama ulaşamadım. “ dedi . Hilâl haklıydı, haber verme fırsatımız bile olmamıştı. “ Ayrıca adam çok romantik. Cesedi umursamadan koşup sana sarılmış. Gece de bir yakın olmuşsunuz. “ dedi imayla.
“ Onu nereden çıkardın? Yok yakınlık falan. Endişelendiği için sarıldı sadece. “ konuyu kapatmaya çalışıyordum.
“ Bu adam niye ayrıcalıklı? Dokunmasına tepki göstermiyorsun. “ dedi Arpa.
“ Bilmiyorum. Aynı hissettirmiyor sadece. “ diyebildim. Sorduğu sorunun cevabını bende bilmiyordum.
Hepimizin dikkatini dağıtan çalan telefonum oldu. Rüzgar olabilir mi, diye heyecanla telefonu elime aldım fakat arayan Yaman'dı.
“ Kim ? “ dedi kızlar aynı anda.
“ Yaman. Tartıştığımız günden sonra hiç konuşmadık. Özür dileyecek belli ki. “
“ Hoparlöre al. “
Telefonu açıp hoparlöre aldım.
“ Umay, dinle beni. Kızgınsın biliyorum ama çok acil. “ dedi telaşla.
“ Dinliyorum. “
“ Seni yaralayan adamı buldum. Ne istiyorsan onu yapalım ama konuşturalım bu iti. Bildiği bir şeyler vardır eminim. “ dedi ve o an kızlarla bakıştık. Üçümüzün aklından da aynı senaryo geçmişti...
***
“ Konuşacaksın lan ! Farkındaysan solungaçların yok. Biraz daha konuşmazsan suda boğulup gebereceksin. “
Yaklaşık iki saat sonra yine aynı depoda yankılanmıştı Arpa'nın sözleri. Yaman, adamı bulup paket etmişti ve biz üçümüz , Ben Arpa ve Hilâl, adamı konuşturmaya çalışıyorduk. Tabi bu sıra da adamın yemediği dayak görmediği işkence kalmamıştı.
Hilal ve ben , Arpa’nın adamı suda boğmasını tam karşılarında izliyorduk. Boynundan tutmuş önündeki su dolu varile kafasını sokmuştu. Bütün soğukkanlılığımızla adamın çırpınışlarını izliyorduk.
“ Çıkar şunu. “ dedim gözlerimle adamı işaret ederek. Arpa boynundan sıkıca tutup kafasını çıkardı adamın. Adam da kafasını sallayarak yüzündeki suyu attı ve derin bir nefes çekti.
“ Kaldır gözlerini! , bana bak! “ korkudan sözümü dinliyordu artık. “ Umay Lara Demirel'e dokunmanın elbet bir karşılığı olacaktı.” Yanına yaklaşıp elimde ki bıçağı boynuna yasladım. “ Eğer nefes almaya devam etmek istiyorsan konuş. Kenan arabadan sadece darp raporunu almanı mı istedi? “
“ Başka bir şey istemedi ... Yemin ederim. “ nefes nefeseydi hâlâ.
“ Kimsesiz mi bu adam? Ailesinden herkes öldü görünüyor. “ dedi Hilâl. Haklıydı, Yaman yaşayan akrabası olmadığını söylemişti Kenan'ın.
“ Bütün ailesi öldü ama abisinin oğlu yaşıyor. Önemli olan konu... “
“ Konuş! “ bıçağı daha çok dayadım boynuna.
“ Kenan , üvey babanızın... Sinan'ın kardeşi... “
Adamın söylediklerinden sonra bıçak elimden düşmüştü ve beynimden vurulmuşa dönmüştüm. İki kardeşin de katili bendim, korkunç bir tesadüftü. Olduğum yerde kitlenmiştim. Gözlerimi bile kırpmadan adama bakıyordum.
“ Arpa... Bağla şunun ağzını, gidelim.” diyebildim sadece. Arpa sorgulamadan dediğimi yaptı ve deponun kapısından çıktık ki bir anda etrafımızı üç tane silahlı adam sarmıştı. Neye uğradığımızı şaşırmıştık.
“ Ne oluyor ya? “
“ Siz kimsiniz ? “
Bu adamların kime çalıştığını karşıdan bize doğru yürüyen kişiyi görünce anlamıştık.
“ Sevgili üvey kardeşim ! Korkma benim adamlarım onlar. “
“ Savaş... “ Sinan'ın ilk eşinden oğluydu. Fotoğraflarından tanıyordum onu, babası annemle evlenince yurt dışına yerleşmişti. Babasının cenazesine bile gelmemişken şimdi niye dönmüştü?
“ Ne işin burada? Savaş çek şu adamları! “
“ Haklısın, iyi bir tanışma olmadı. “ eliyle adamlara işaret etti ve silahları indirdiler.
“ Ne istiyorsun Savaş? “ bir derdi olduğu belliydi.
“ Sadede çabuk geldin kardeşim. “ o iğrenç gülüşü yerleşti yüzüne. Etrafımda yürümeye başladı. “ Nedense hem babamın hem de amcamın ölümünü araştırırken sen çıkıyorsun karşıma. Ne iş, hayırdır? “
“ Babanın cenazesine bile gelmedin Savaş. Ayrıca benle ne ilgisi olabilir? Babam bulaştığı tefeciler yüzünden öldü. Amcanı ise tanımıyorum. “
“ Tanıyorsun, davasını gördüğün Kenan benim amcam. “
Şaşırmış rolü yapmaya çalışıyordum. “ Öyle mi? Kenan'ın trafikte bir kavgaya karışarak öldüğünü duydum. Bildiğin tek şey bu. “
“ Eğer bu işlerin arkasında sen varsan... “ bir adım yaklaştı bana. “ seni mahvederim Umay. “ bir adım da ben yaklaştım.
“ Bak bakalım gözlerime. Korku var mı bu gözlerde ? Hayır, imkânsız bu. “ dedim gülümseyerek.
Geriye çekildi ve kafasını sallayarak gülmeye başladı. Sonra dönüp gözlerime baktı. Korkutucu olduğunu mu sanıyor bu?
“ Bir kadına göre fazla cesursun savcı. “
“ Bir erkeğe göre fazla korkaksın. “ yüzü düşmüştü bir anda. “ Sadece tehdit etmeye gücün yetiyor, yazık. “
“ İçeride ki amcamın adamını da polise böyle anlatırsın. “ dedi ve depoya doğru hızla yürüdü.
Kızlarla göz göze geldim o an. Şimdi bittik, diyordu ikisi de. Savaş'ın ardından biz de depoya girdik ama Savaş ve yanında ki adamları öylece donakalmışlardı çünkü bizi bir sürpriz karşılamıştı.
Rüzgar Ayaz Vural. Bütün endamıyla orada duruyordu. Duvara yaslanıp kollarını bağlamıştı ve aklından öldürmekten beter ettiği senaryolar geçiyormuş gibi Savaş'a bakıyordu. Beni yine kurtarmıştı, o adam depoda yoktu...
... “ Kartal... “ dedi Savaş. “ Kartal bu. “
“ Savaş abi. Sokrat'ın adamı değil mi bu? “ dedi Savaş'ın adamlarından biri.
“ Keşke sadece Sokrat'ın adamı olsaydı... “
Savaş'ın gözlerindeki korku ona öyle bir zevk vermişti ki kahkahası yankılanmıştı depoda. Yaslandığın duvardan uzaklaşarak Savaş'a doğru yürüdü.
“ Ne oldu Savaş Bey? “ tam karşısına gelmişti artık. “ Aradığını bulamadın mı ? “
“ Yanlış yere gelmişiz Kartal. Bizde tam gidiyorduk.” Korkusu sesinden belli oluyordu “Sokrat’a selamımı ilet. “gitmeye niyetlendiğinde Rüzgar kolundan yakaladı.
“ Eğer bir daha seni savcının yakınlarında görürsem bende senin aracılığınla babana selamımı iletirim. “ bıraktı kolunu. “ Kaybol ! “
... Bir şeyler konuşmuşlardı ve Savaş gitmişti. Ne konuştukları hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Savaş giderken Rüzgar ters ters bakmıştı. Sonra döndü ve bana baktı. Gözlerinde ki ölümcül hava gitmiş yerine o alıştığım koyu gözler gelmişti. Bütün dünya görünüyordu oradan. Gülümsedi yine. Depodaydık, ortam o kadar kötüyken o gülümsüyordu bana. Bana doğru yürüdü ve tam karşıma geldiğinde konuştu benimle.
“ Savcı, iyi misin? “
“ Ben iyiyim de sen nasıl öğrendin burada olduğumuzu? “
“ Konu sen isen her şeyden haberim olur savcı. Ayrıca tebrik ederim, adamı mahvetmeyi başarmışsınız. “ dedi gülerek. Buz gibi depodayken içim ısınmıştı gülüşüyle. Bende onun gülümsemesine karşılık verdim.
“ Teşekkür ederim. İkinci kez kurtardın beni. “
“ Ne demek savcım. Benim için büyük bir onurdu. “dedi ve göz kırptı ardından.
Sohbet çok güzel ilerliyordu ama benim merak ettiğim bir konu vardı.
“ Sen neredeydin bütün gün? Acil bir durum olmasa gitmezdin. Bir şey mi oldu ? “ sorudan sonra duraksadı ama devam etti.
“ Umay... “ dedi gözlerimin içine bakarak.
“ Efendim . “
“ Yemeğe çıkalım mı birlikte? “
Ondan kesinlikle böyle bir cevap beklemiyordum. Çok şaşırmıştım. Bulunduğumuz ortamda bir anda yemeğe çıkma teklifi tuhaf olmuştu. O da bu düşüncemi fark etmiş olmalı ki durumu açıkladı.
“ Evet şuan depodayız ve yemeğe çıkma teklifi yapmak biraz tuhaf oldu, farkındayım ama seninle konuşmak istediğim konular var. Bunlar konuşabilmek için de geniş zamana ihtiyacım var. “
Rüzgar'ın aklından bugün Sokrat la konuştukları geçiyordu.
“ Onu koruyacağını söylemiştin. Bu mu korumak? “karşısındaki adama hesap soruyordu. Adamın oturduğu masanın karşısında ellerini dayamıştı ve gözlerinin içine bakarak konuşuyordu. “ Bundan sonra onun güvenliğinden sadece ben sorumluyum. Sakın karışma işime.” Öfkesi Umay’ın ağladığı anları düşündükçe artıyordu. Canı yanıyordu. İşi Sokrat’a bırakmış onu koruyamamıştı kendince. ”Umay’la ilgili hiçbir konuya karışmayacaksın. Bu zamana kadar her istediğini yaptım ama bu sefer konu Umay. O her anlamda istisna benim için. Karışmayacaksın Sokrat! “
“ Onu benden daha fazla düşünemezsin Kartal. Bu mümkün değil. “
“ Ya kimsin sen? “ dedi bağırarak. “Ne demek lan daha fazla düşünemem? “
“ O kadın gelecekte oturduğum koltuğun sahibi olacak. “ dedi adam soğukkanlılıkla. Rüzgar neye uğradığını şaşırmıştı. Umay burada ki karanlık işlere bulaşmamalıydı. Aksi hâlde onu koruması oldukça zorlaşırdı.
“ Hayır... Sakın, o bu işlerin içinde olmamalı. Onun ışığını kendi karanlığınla söndürmene asla izin vermem ! “
“ Buna mecbur kalacak. “ dedi Sokrat. Rüzgar’ın aklından ilk geçen onu tehdit edebilme ihtimali olmuştu. Umay'ı buna mecbur bırakması için tehdit edebilirdi ancak. Rüzgar böyle olabileceğini zannediyordu.
“ Onun kılına zarar gelirse seni bile yakarım. Yıllardır yanında olan en sadık adamın, oğlun gördüğün Kartal olarak söylüyorum, seni bile yakarım Sokrat. “
“ O kendini başkalarından korumak için bu koltuğa oturmak zorunda kalacak. “
***
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |