@llahza
|
"Geçmişin seni sürükler. Geçmişin seni yakar, sen geçmişini yakamazsın. Girdiğin her yol, senin geçmişinin parçasıdır. Tanıdığın her yeni isim, senin geçmişindendir. Çünkü sen bir kaldırım taşısın. Üzerinde herkesin izi var." 🔥
CEHENNEMİN SÖNMÜŞ RUHLARI 🔥 Parmak uçlarımı, tırtıklı duvarın keskin yüzeyinde sürttüm. Diğer elimi de kaldırıp dar koridorun diğer duvarına yasladığımda, bu sert yüzeyi hissedebilme peşindeydim. Son kez mi bilemiyordum, ama ilk olduğunu söyleyebilmek için fazla geçti. Yukarı çıkmak üzere, sağa döndüm ve merdivenleri kendimle birlikte tüketmeye devam ettim. Ardımda bıraktığım her kat, çıkışı olmayan bir çıkmaza dönüşüyordu. Burnu sızlatacak kadar yoğun benzin ve boya kokuyordu. Tık tık. Her bir adım, beni vicdanımı sorgulamama müsaade etmeden yukarı taşıyordu. En yukarıya. En sona. Merdivenlerin son basamağını da atlatıp olduğum yerde döndüm ve beklemeden, omuzuma astığım çantanın içerisinden bir şişe daha çıkarttım. Onlarca atılmış plastikten yalnızca biriydi. Kapağını açıp merdivenlere doğru döktüğümde, şişeden sızan sıvılar basamakları teker teker takip ettiler ve ıslanan duvarlardan, yerlerden, dolaplardan, kapılardan ve perdelerden hiçbir farkları kalmadı. Boş şişe, üzerime sinen benzin kokusuyla birlikte elimde kaldığında dudaklarımı büzüştürdüm. Elbette onları yanımda taşıyacak değildim. Şişeyi önemsizce fırlattıktan sonra arkamı döndüm ve geldiğim bir diğer kata baktım ve büyüklüğü karşısında yanaklarımı şişirdim. Bu katta, diğerlerine nazaran oda yoktu ancak oldukça büyük bir bölüm diyebilirdik. Beklemenin bana hiçbir getirisi olmayacağının bilincinde olarak işe, en yakınımdaki camdan başladım. Tek tek kapatıp, hepsine kilit vurdum. Anahtarlar mı? Bu kilitlerin herhangi bir anahtarı yoktu. Balkon kapılarını da bir daha açılmaya mümkün olmayacak şekilde kapattıktan sonra bu da, çıkmaz sokağa eklenen diğer bir kat haline gelmişti. Çantamdaki diğer yakıcı sıvıların olduğu şişeleri çıkarttığımda, içeride bulunan bütün her şeyin üzerine tıpkı diğerlerine yaptığım gibi bulamıştım. Diğer bir kata çıkarken ise, katlar arasındaki kapıyı kilitlemeyi ihmal etmemiştim. Bu evin içinde bulunan bütün katlarda işimi bitirdikten sonra, son kapının önünde durdum. Son kapı. Benim odamın kapısı. Bir süredir kaldığım ve bir daha da görmeyeceğim o devasa kapı. Devasa olması, büyüklüğünü temsil etmiyordu. Hatta oldukça küçük bir kafese olan girişi andırıyordu. Yalnızca hayatınızda devasa bir iz bırakıyordu, o kadar. Neyse ki benim bırakmamıştı. Kapının kulpuna parmaklarımı dolayarak açtım ve içeriye sakince girdim. Bu odaya ilk girdiğimdeki rutubet kokusu yoktu. Bu zaman dilimi içerisinde kullanmaya başladığım parfümümün kokusunu alıyordum. Kokum odaya sinmiş olmalıydı. Ancak şu an benzinden başka bir şey kokmuyordum. Camıma doğru ilerledim. Küçük camın tahta kulpundan tutup açtığımda içeriye doluşan havanın soğukluğuyla birlikte derin bir nefes aldım. Benzin kokusundan sonra burnuma doluşan hava, ciğerlerime iyi gelmişti. Ardından yavaşlıkla yeniden odaya döndüm. Bir süre bakışlarımı içeride gezdirdim. Eski dolapta, eski ahşap masa ve tek kişilik küçük yatakta. Yani benim bir süreliğine kullandığım ancak benim kadar şanslı olmayanların yaşadığı küçük hapishaneme... Çantamdan son benzin şişelerini dışarıya çıkarttığımda, bu çantayla olan bağımı da odanın içine fırlatarak kesip atmıştım. Şişelerin camın önüne dizdikten sonra, rahat bir şekilde üzerimi çıkartmaya başladım. Acelesiz ve ifadesizce. Tamamen soyunduktan sonra, yatağımın altında sakladığım deri tulumumu çıkarttım ve nazikçe bedenime geçirdim. Sıkıca bağladığım saçlarımı da çözüp tokayı da odanın içerisine attığımda kendimi hazır hissediyordum. Şişeleri teker teker açtım ve yatağın üzerinden başlayarak her yere döktüm. Kapıyı açmaya yeltenebileceklerini sanmasam da, şişenin içinde kalan son damlaları da kapıya doğru savurdum. Ellerime bir çift eldiven geçirerek son şişe ve kalıcı bir boya ile birlikte banyoya girdim. Dolu küvetin içerisini kırmızı boyayla kanlı bir suya çevirdim. Bunun bir amacı yoktu. Tamamen zehirli zihnimin fantazisinden dolayı kaynaklanıyordu. El izlerimi camlara ve duvarlara da bıraktığımda sessizce kıkırdadım. Öldüğümü düşünmelerini istiyordum. Ancak ölmem, onların umurunda bile olmayacaktı. Açık bıraktığım cama çıktığımda, camın tahta kenarlarından tutundum, bacaklarımı camdan aşağı sarkıttım ve çakmağı alevlendirdim. İç çekercesine arkamda bırakacağım enkazda gözlerimi gezdirdim. İçimde bu çakmağın alevi kadar duygu kırıntısı var mıydı, bilmiyorum, hissedemiyordum. Tek hissetmek istediğim ise, bu çakmağı fırlatışımla içeride olacak patlamanın sıcaklığıydı. "Hadi!" diyen birinin isyankar sesini duyduğumda, hızlanmam gerektiğinin farkına varmıştım. "Adamlar ayılmak üzere." "Çok konuşuyorsun." Mırıldanışımla birlikte kulağımdaki ses cihazını çıkarttım ve çakmakla beraber oturduğum cam kenarından içeriye fırlattım. Yüzüme doğru vuran ateşin sıcaklığıyla hızla kendimi camdan aşağı bıraktım. Dizlerim, çimenlere değmeden ellerimle yerden destek alarak hasar almaktan kurtulduğumda doğruldum ve ellerimdeki tozları bile temizlemeye uğraşmadan, bahçe duvarından atlayıp son kez omuzumun üzerinden eve doğru baktım. Ev mi demiştim. Yanılmışım. Burası ev falan değildi. Yalnızca hapishaneydi. Korkunç bir hapishane. Kulaklarıma evin içerisinden gelen çığlıklar doluşmaya başlamıştı. Çaresizliğin sesine ne kadar da benziyordu. Ancak bu çaresizlik değil, bir bedeldi. Önümde duran siyah arabanın kapıları açıldığında, içerisinden inenleri umursamadım. Umursayacak durumda değildim. Çünkü çığlıklar. Onlar en büyük işkenceydi. Bana yaklaşan adamların arasından Baykar, elinde tuttuğu siyah telefonunun ekranını bana döndürdü. Baş parmağıyla ekran da bir yere bastığında ve kulağıma cızırtılı bir ses çalındığında, zihnim sorguluyordu ama yüzüm ruhsuzdu. "Orada mısın küçük?" diyen cızırtılı sesin sahibini gözlerimin önüne getirdiğimde, midemin üzerinde büyük bir bulantı hissettim. "Ah pardon." Sesi kısıldı. "Lalin Jamir." Bu bir ses kaydıydı. Belli ki, aranmıştım ancak bana ait olduğu gösterilen ve bana ait olmayan o telefondan bana ulaşamamışlardı. "Belli ki oradasın." dedi. "Ve belli ki yine yakıyorsun. Yaktığını biliyorum. Sonunda senin de yaktıklarınla beraber yanacağını bildiğim gibi." Ardından duyduğumuz öksürük sesiyle elimin tersiyle telefona vurdum ve yere düşmesine neden oldum. "Kapat şunu. Bilmece çözecek halde değilim." Bilmece? Ortada bir bilmece yoktu. Çünkü cevap belliydi. Ancak Baykar bu cevaptan bir haberdi. "İntihar mektubu bıraktın mı?" diye sordu, aralarından biri. Ters bakışlarım anında o tarafa döndü. Onu tanıdığımı sanmıyordum ama çenemi havada tutmaktan da geri kalmadım. Gözlerim ifadesizce konuşan adamı buldu. Baykar'ın tam sağında duruyordu ve sorduğu soruya bakılacak olursa yeniydi. Alevler içinde cayır cayır yanan bir eve mektup bırakacağımı mı düşünmüştü? Bakışlarımdan, sorduğu sorunun ne kadar saçma olduğunu anlamış olacaktı ki, susmayı tercih etti. Tıpkı benim yaptığım gibi. Doğruydu, bir şeyler bırakmıştım. Ama bu yanacak olan bir mektup değildi. Yalnızca imza bırakmıştım ve çatı katındaki odamın camına baktığımda ise, o imzayı alevin bile silemediğini gördüm. Kanlı el izleri. Gözleri yüzümde dolaşıp, alnımda daha fazla oyalandığında elimi kaldırıp alnıma dokundum. Tenimden parmaklarıma bulaşan kan beni şaşırmamıştı ama adamı şaşırtmış görünüyordu. Teni soluklaşmıştı. Dudağım kıvrıldı. "İster misin?" diye sordum, elimi uzatarak. "Canın çekmiş gibi görünüyor." "İğrenç." dedi ancak yüzünde midesinin bulandığına dair hiçbir belirti göremedim. "Vampir gibi mi görünüyorum?" Bakışları saçlarımda oyalanmaya devam etti. Kanın nereden sızdığını bulmak istedi ancak ben bile hissetmiyordum. Baykar'a baktım. "Bu gerçekten yeni." dediğimde, gülerek başını salladı. İçimdeki diğer kimlik ise, aslında sen de yenisin demekten asla çekinmedi. O sırada uzaktan duyulan ambulans seslerini duyduk. Belki itfaiye. Belki polis. "Çoktan kül oldu." diyen Baykar'ın sesi kulaklarıma doluştuğunda, aynı anda odamın bulunduğu çatı katı patladı ve alevler havaya doğru savruldu. Alev bütün evi yakıp kül edecek. Hayır. Alev, sadece beni yakıp kül edecek. Hepimiz birkaç yüz metre ötemizdeki alevlere odaklanmıştık. Daha fazla bakmak istemeyerek Baykar'a döndüğümde, onunda bana baktığını gördüm. "Hazır mısın?" Kaşıma doğru akan kanı hissettim. "Sıradaki evini öğrenmeye?" Sıradaki ev. Bir diğer görev. Elimin tersiyle alnımdaki kanı sildiğimde, içimdeki bir diğer kimliğin konuşmasına hiç müsaade etmediğimi fark ettim. Yalnızca ben konuşuyordum ve onun hissiyatlarını hep hiçe sayıyordum. Bu, bugün de böyleydi. Muhtemelen yarın da öyle olacaktı. İçimdeki iki kişiye birden söz hakkı tanıyamıyordum. Biri konuşurken biri susmak zorundaydı. Cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada, sokağın başında siyah bir araba belirdi. Göz alan farlarına rağmen arabanın mat siyahlığını seçebilmiştim. Önümüzden geçerken yavaşladı. Camı da en az araba kadar siyah ve mat görünüyordu. Çok küçük bir anlığına içerisini görüyor gibi hissetmiş, gözlerimi camdan ayıramamıştım. Dudağımdaki kuruluğun arttığını hissettiğimde, hipnozite olmuş gözlerimi camdan ayırdım ve elimi turuncuya çalan kızıl tutamlarımın arasından geçirdim. Elime daha çok kan bulaşmıştı. Baykar'a döndüm. O da arabaya bakıyordu. Hafifçe başını eğdiğini ve elini kaldırıp selam verdiğini gördüğümde, kaşlarım çatıldı ancak sorgulamadım. Çünkü tek derdim, evi küle çevirenin ben olduğumu bilen kişilerin arasında bir fazlalığın daha olmasıydı. Araba hızını yeniden arttırıp bu harabe sokağı terk ettiğinde, Baykar'ın yanındakiler de arabaya geçmek için hareketlenmişlerdi. Baykar ise bana bakıyordu. Onunla bir kez daha bu arabaya binecek miydim, binmeyecek miydim? Öğrenmek istiyordu. "Sence?" diyerek, oldukça fazla şey ifade eden bir soru yönelttiğimde istediği cevabı almış görünüyordu. Sesim ruhsuzdu. Başımı eğdim ve parmaklarıma bulaşan kana baktım. Ruhum bile terk etmişti beni. Zihnim donuklaşmıştı. Hislerimi kaybetmiş gibi hissediyordum. Ancak iyiydim, çok iyi. Peki kötü biri miydim? İyiyim diyemezdim. Yalnızca hissedebilmeyi şimdilik reddetmiş biriydim. Ve biliyordum. Bu sorunun cevabı, hiçbir zaman bu olmamıştı.
|
0% |