@llisyantus
|
6 ay önce, İstanbul
"Anne, duymuyor musun sesimi? Neden açmıyorsun kapıyı? Yine mi küstün, yine mi bırakıp gideceksin yoksa beni?"
Titreyen ellerimle kapıyı açarken içimde uçmalarına engel olamadığım sayısız kelebeğin umudu vardı. O umuda ket vurmaya çalışırken kapıyı açıp yaşlı gözlerle bana bakan büyükbabamla göz göze geldim. Uzun zaman önce alzheimer teşhisi konulduğu için zaman zaman beni annesi zannediyordu.
Onu sokağa oyun oynamaya çıkarıp terk eden, evin kapısını yüzüne kapatıp bir daha açmayan annesi.
Karşımda oldukça yaşlı ama hâlâ çocuk ruhuna sahip olan adama hafifçe gülümseyip elini tutarak oturma odasına yönlendirdim. Bir elimde hamilelik testi, diğer tarafta dedemle oturma salonuna gittikten sonra onu koltuğa oturtup önünde diz çökerek eğildim. "Ben seni asla bırakmam, bunu sakın unutma. Ve lütfen beni o kadın sanmaktan vazgeç, dede. Ben senin torununum ve sen de benim büyükbabamsın. Şimdi çok sevdiğin dizin başlayacak, burada otur ve onu izle lütfen, tamam mı?" diye sorarak yanağına bir öpücük kondurup cevabını bekleyemeden kendimi yatak odasına attım.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra elimdeki testi göz hizama getirip bir gözümü açarak baktım. Çift çizgi. "Allah!" diye bağırıp sevinçle zıplarken birden artık karnımda bir nohut olduğunun bilincine vararak yavaşça yatağa oturdum. Ellerim hâlâ heyecandan titriyordu ve bu sefer içimde kanat çırpan kelebeklerden daha çok umutluydum.
Okan'ı arayıp haber vermem gerekiyordu. Son zamanlarda aramız pek iyi olmasa da küçük nohutumuzun aramızdaki sorunları bitireceğine inanıyordum. Yataktan kalkıp komodinin üstündeki telefonu hâlâ titreyen ellerimle alıp odanın içinde dolaşmaya başladım. Okan her zaman -en azından bir süre önceye kadar- baba olma hayali kuruyordu. Son zamanlarda bana karşı eski sevgi dolu davranışlarını göstermese de bu bebeğe benden daha çok sevineceğini tahmin ediyordum.
Bir anlık cesaretle arama tuşuna basıp telefonu açmasını beklerken odada tekrar dolaşmaya başladım. Bir yandan dudağımdaki etleri koparırken diğer yandan da telefonu açtığında direkt mi söylemem gerektiğini, yoksa önce hal hatır mı sormam gerektiğini düşünüyordum.
Telefon dördüncü çalıştan sonra açılınca sevinçle "Okan," dedim, "Sana söyleyecek çok önemli bir haberim var." Tam sevinçle konuşmaya devam edeceğim sırada, "Meşgulüm Aygül. Beni bugün arama ve gece de bekleme, gelmeyeceğim." diyerek telefonu birden kapatınca o anki yaşadığım şokla odanın ortasında durup telefona bakakaldım.
"Öküz," diye mırıldandım şoku hâlâ atlatamazken, "Sığır, insan bir merak eder acaba bu kadın beni gün içinde neden arıyor, hiç aramazdı? diye. Dingil!" Telefonu yatağa fırlatıp odadan çıktım. Hâlâ kendi kendime söylenirken oturma odasından gelen horlama sesiyle adımlarımı oraya yönlendirdim. Dedem dizisini izlerken uyuyakalmıştı. Bir battaniye alıp üstünü örttükten ve televizyonun sesini kumandayla biraz kıstıktan sonra sessiz olmaya özen göstererek anahtarlarımı da alıp evden çıktım.
Küçüklüğümüzden beri asla ayrılamadığımız Hayal ile karşı komşuyduk ve en azından bu mutlu anımı onunla paylaşabilirdim. Kapıyı çalıp açmasını beklerken bir ayağımı sabırsızca yere vuruyordum. İçimdeki bu yoğun heyecanı vücudum hareket ederek azaltmaya çalışıyor, ama pek başarılı olamıyordu.
Hayal bir eliyle ovuşturduğu gözüyle kapıyı "N'oluyo ya bu saatte?" diyerek açarken küçük bir çığlık atıp üstüne atladım. O şaşkınlıktan, ben de sevinçten sersemlerken evin içine doğru adımlamak zorunda kaldık. Kollarımı ona dolayıp küçük küçük yerimde zıplarken o da dayanamayıp kollarını bana dolayarak zıplamaya başladı. Bir süre zıpladıktan sonra beni kendinden uzaklaştırıp "Kızım, ne oluyor söylesene artık! Neden zıplıyoruz deli danalar gibi sabahtan beri?" diyerek kolumdan çekiştirmeye başladı.
Oturma odasına geldiğimizde o koltuktaki battaniyeyi bir köşeye atıp bize yer açarken ben hâlâ heyecandan yerimde duramıyordum. Hızlıca açtığı yere otururken bir ayağımı kıvırıp bacaklarımın altına aldıktan sonra ona doğru döndüm. Hevesle suratına bakarken o bana hâlâ anlamayan bakışlar atıyordu.
"Hamileyim!" diye birden bağırınca önce ne olduğunu anlayamadı, daha sonraysa bir çığlık atıp sarılarak üstüme çıktı. "Kızım, bi' dursana ya, hamileyim diyorum sen üstüme çıkıyorsun Hayal! Kalk kız üstümden, nohudumu eziyorsun!" diyerek onu ittirip tekrar düzgün bir şekilde oturmaya başladım.
"Ya ne durmasından bahsediyorsun, Aygül? Hamilesin kızım! Uzun zamandır teyze olmayı istiyordum ben, ablamdan bir hayır yok bari senden gelsin diye bekliyordum. Sonunda oldu, teyze olacağım!" diyerek oturduğu yerde ayaklarını yere vurarak alkış yapıyordu. Onun bu haline gülerken aklıma birden Okan gelince yine sinirlenmiştim.
"Ben bu çocuğu doğuracağım tabii, ama babası denen öküz bunu göremeyecek gibi. Öldüreceğim çünkü onu! Aradım, hevesle haberi verecektim 'meşgulüm' diyerek suratıma kapattı telefonu, öküz!" diyerek Hayal'e de durumu açıklarken kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Küçük nohudumun bedenimdeki siniri hissedip gerilmesini istemiyordum.
Ben derin nefesler eşliğinde hem kendimi hem de bebeğimi sakinleştirirken arkadaşım bana gözlerini devirerek karşılık verdi. "Yeğenim hakkında en sevmediğim şey babası olacak, ona eminim. Evlenme diye bin kere uyardım yine de dinlemedin, gittin evlendin o sığırla! Canım cicim ayları geçince gerçek yüzü de çıktı ortaya, nefret ediyorum kocandan!" diyerek benden daha çok sinirlendi Hayal.
"Aman, boşver şimdi o sığır dolmasını. Bak ben sana ne anlatacağım..." Okan'ı bırakıp başka şeylerden konuşmaya devam ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamayıp gündüzü geceye çevirmiştik. Hava kararınca bu kadar laf ve dedikodunun yeteceğine kanaat getirip artık Hayal'in evinden ayrılıp kendi evime geçmeye karar vererek oturduğum yerden kalkarak gerindim. Kapının önünde birbirimize sarılırken "Ne olursa olsun her zaman yanında olduğumu sakın unutma, olur mu? Sen benim can parçamsın, en sevdiğim insansın. O öküzün de seni üzmesine asla izin verme. Konuşmak istediğin her an kapımı çal, ara beni. Seni çok seviyorum." diyerek her zamanki gibi kalbime sevgi çiçeklerini ekti. Ona cevap vermesem de daha sıkı sarılıp şükranlarımı ilettim.
Kendi evime geçtikten sonra ışığı yanan mutfağa doğru ilerledim, dedem uyanmış ve mutfağa gitmiş olmalıydı. Bana gülümseyerek bakıp, "Gel Aykız'ım, bize menemen yaptım." diyerek yanındaki sandalyeyi geriye çekti. Adımı hatırladığına göre yine kendine gelmiş, nerede ve kiminle olduğunu biliyordu. Kendine gelmesine iyice sevinerek yanına oturdum.
"Canım dedem, uğraşmasaydın keşke ben pişirirdim bize bir şeyler." desem de hemen hemen her akşam mutfağa girip yemeğimizi dedem yapardı. Okan'ın işleri çok yoğun olduğundan uzun zamandır akşam yemeklerini bizimle yemiyordu. İçten içe iş yoğunluğundan değil, bana ve en önemlisi dedeme katlanamadığını biliyordum. Yine de kocamı tanıdığımı ve şu sıralar ruhsal sıkıntı çektiğini kendime kabul ettirerek sadece iş yoğunluğu olduğunu düşünmek istiyordum.
"Ne demek uğraşmak Aykız'ım? Sen bilmiyor musun ben en çok sana yemek yapmayı seviyorum? Hadi soğutma da ye, daha birlikte dizi izleyeceğiz." diyerek kendi tabağına dönüp yemek yemeye başladı. Ona yüzümdeki tebessümle baktıktan sonra ben de kendi tabağıma dönüp yemeye başladım. Adım Aygül olsa da dedem bana küçüklüğümden beri hep Aykız derdi.
Aykız. Ay gibi güzel ve parlak olan kız.
Rahmetli annem hep "Yüzün güzel olacağına kaderin güzel olsun, kızım." derdi, "Allah karşına ışığıyla seni büyüten birini çıkarsın." O zaman ne dediğini, ne için dua ettiğini anlamazdım. Ama şimdi anlıyordum. Ben Okan'ı çok sevsem de Okan beni büyütmek yerine çürütüyordu. Ben içimde onun sevgisini yeşertirken o benden ışığını esirgeyip çürümemi sağlıyordu.
Düşünceli düşünceli yemeğimi yerken yatak odasından gelen telefon sesini duyup aceleyle kalkıp oraya doğru adımladım. Telefonu alınca Okan'ın aradığını görüp heyecanlanmama engel olamadım. Okan benden uzaklaşsa bile ben gönlümü ondan uzaklaştıramıyordum. Gülen bir suratla telefonu açıp kulağıma koydum. "Selam," dedim telefonu açar açmaz, "Beni aradığına sevindim. İşin bitti mi?"
"Sana da selam." dedi umursamaz bir tonda. Sesindeki ilgisizlik kalbimi kırsa da yüzümdeki gülümsemeyi bozmadım. "Aramıştın birkaç saat önce, ne oldu?" diye sorunca aslında sürpriz yapmak, gelince yüz yüze söylemek istesem de o an telefonda söylemeye karar verdim. Hem belki böylece eve daha erken gelirdi.
"Ben bir süredir regl olmuyorum, biliyorsun hep düzenli olurdum. Hamilelik testi yaptım o yüzden." Sesimdeki mutlu titremeye engel olamıyordum ama önemli değildi, insan en çok mutluyken ağlamalıydı. "Okan, ben hamileyim."
Sessizlik.
Koskoca bir sessizlik.
Telefon mu kapandı acaba? diye düşünerek kulağımdan çekip baksam da kapanmadığını görüp "Okan," dedim titrek bir tonda. "Orada mısın, hayatım? Bu testten kesin bir sonuç çıkarılmaz tabii. Ama çift çizgi çıktı. Bu hamileyim demek. Eve gelseydin yüz yüze söyleyecektim aslında ama gelmedin. O yüzden telefondan haber vereyim, belki bu sayede eve erken gelirsin diye düşündüm. Kızdın mı bana? Çok mu kızdın? Kızma ya, eğer istersen yarın hemen bir randevu alıp doktora gide-"
Ben konuşmaya devam edecekken "Dur." diyerek kesti sözümü. "Sevindim hamile olmana. Ama gelemem ben bugün, iş çok yoğun. Yeni anlaşma sağlamaya çalıştığımı biliyorsun. Kapatıyorum ben, gece eve gelirim ama yarın da erkenden çıkacağım, o yüzden kendin gidersin doktora." diyerek kapattı telefonu.
Elimdeki telefonu bir kez daha şok ve hayal kırıklığıyla yatağa atarken dolan gözlerimi kırpıştırdım. Bu kadarı yeterdi. Bu davranışını da sineye çekemezdim. Her zaman iyi niyetli olup hakkında asla kötü düşünmemiştim, ama daha fazla saf rolü yapamayacaktım. O istemiyorsa, ben de istememeliydim. Derin bir nefes alarak gelen gözyaşlarını tekrar geri gönderdikten sonra bu sefer pek de içten olmayan bir tebessüm kondurdum yüzüme. Dedem herhangi bir olay için üzüldüğümü görürse benden daha çok üzülüyordu. Onu üzünce de ben ekstradan üzülüyordum. Bu paradoksa girmeye hiç gerek yoktu şu an.
Tekrar mutfağa giderken içimden kendime her şeyin yoluna gireceğine dair telkinlerde bulunuyordum. Ben, beni çok seven anne ve babanın biricik kızıydım. Üzülmemem için üstüme titrer, her dediğimi yaparlardı. Bir erkeğin sevgisine ihtiyacım yoktu, zira gayette yeterli sevgi ve saygıyı görerek büyümüştüm. Burada durup salak gibi Okan'ın bana eskisi gibi sevgi dolu davranmasını beklemeyecektim.
"Dede." diye seslendim mutfağa doğru giderken. "Hadi doyduysan kalk, gidiyoruz."
4 ay önce, Antalya
İki ay önce ani bir kararla dedemi de alıp evi terk etmiştim.Umursamayacağını biliyordum ama yine de belki yokluğumda beni birazcık özler diye umut etmiştim ancak umduğum gibi olmadı. Gözden uzak olan gönülden de ırak olur diye düşünerek kendimi bir nevi teselli etmeye çalışıyordum. Ama o insanın gönlünde değilsen gözünün içine de girsen, dünyanın öteki ucuna da gitsen bir anlamı olmuyormuş demek ki.
"570 lira 60 kuruş tuttu abla." Duyduğum sesle gerçekliğe dönüp kasiyer çocuğa hafifçe gülümseyerek parayı uzattım. İstanbul'dan bir hışımla ayrıldıktan sonra Antalya'ya, ailemden kalan evime gelmiştim. Dedem her ne kadar İzmir'e gitmek istese de orada Okan'la anılarımız olduğu için ben gitmeyi istememiştim. Bir insan için bir şehire küsülmezdi, ama hatırlamak da istemiyordum.
Elimde poşetlerle marketten çıkıp arabaya doğru yürürken birden bastıran mide bulantımla poşetleri aniden yere bırakıp bulduğum ilk arabanın arka tarafına doğru koşup kustum. Mide bulantım azalarak bitmeliydi ama bitmemişti ve bu durumdan hiç memnun değildim. Ağzımı giydiğim kazağın koluna silerek yavaşça yerimden doğruldum. Doğrulurken gördüğüm bir çift ayakkabıyı takip ederek karşımda duran kişiyi aşağıdan yukarı inceledim. Karşımdaki kişi o kadar uzundu ki kafamı biraz arkaya doğru atmak zorunda kalmıştım.
Çevremde hep benden daha kısa kadınlar olduğu için hiçbir zaman boyumu sorun etmemiştim ama karşımdaki kişiyi görünce boyum benim için büyük bir sorun haline gelmeye başladı. Adamın resmen göğüs hizasındaydım, kafam omuz kısmına denk gelmiyordu bile.
"Eğer kusmanız bittiyse lütfen arabadan uzaklaşır mısınız, hanımefendi?" diye sorunca adamın vücuduna gereğinden fazla baktığım için biraz utanarak birkaç adım geri gittim. "Kusura bakmayın, aslında artık bu mide bulantılarımın geçmesi lazımdı ama hâlâ devam ediyor. Sizin arabanız galiba, tekrardan kusura bakmayın lütfen. Ortalık yerde istifra etmek istemediğim için kendimi bulduğum ilk arabanın arkasına attım." Sadece özür dileyip gitmek yerine uzun uzun açıklama yaptığım için kendime çok sinirlensem de adama bunu belli etmeyerek hafif bir tebessümle kafa selamı verip yere attığım poşetlerimi de elime alıp tekrar kendi arabama doğru yola koyuldum.
Eve gelince arabayı park edip bir elimde poşetler diğer elimde anahtarla kapıyı açıp içeri girdim. İki ay önce birden Antalya'ya taşınma kararıma Hayal başta üzülse de üzüntüsü fazla sürmemiş, artık home office çalışacağını belirterek benimle birlikte Antalya'ya gelmişti. Şimdi dedem ve ikisi evde değillerdi, çünkü dedem beni sevdiği kadar Hayal'i de severdi ve ikisi buraya geldiğimizden beri her gün dışarı çıkıyorlardı.
Her ne kadar bize dair içimde bir umut kalmasa da telefonuma bakmaktan kendimi alamıyordum. İki aydır aramayı bırak mesaj bile atmamıştı. Aslında iletişime geçmeyeceğini biliyordum ama yine de beklemekten kendimi alamamıştım. Sanırım baştan beri amacı buydu. Çok uzun zamandır onun hayatından çıkmamı bekliyordu. Önceden çok istediği bebeğe sahip olacağı düşüncesi bile bana tekrar sevgiyle bakmasını, ufacık bir ilgi kırıntısı göstermesini sağlayamamıştı. Birden gelen sinirle gelecekte söylediğim için bin pişman olacağım cümlelerin ağzımdan çıkmasına engel olamamıştım.
"Umarım ölürsün, Okan. Ben seni hâlâ sevdiğim için içten içe ölürken umarım son nefesini verirken aklına bana yaptığın haksızlıklar gelir ve büyük bir pişmanlık yaşayarak acı içinde ölürsün."
Günümüz, Antalya
Karnıma giren ani sancıyla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bu yalancı sancılar artık canımı sıkmaya başlamıştı çünkü daha doğuma bir ay vardı. Ve ben kendimi tamamen yalnız hissediyordum. Dedem ve Hayal her ne kadar yanımda olsalar da geçen ay boşandığım artık eski olan kocam lisenin son yılından beri hayatımın büyük bir parçasına sahipti. Ve tabii kalbime de.
Artık değil. Artık değildi.
İstenmediğim kalpte yaşamaya çalışmaktan vazgeçip kendi yoluma gitmemin üzerinden tam olarak 6 ay geçmişti. Küçük nohudum artık pek de küçük değil, hatta annesine bayağı zorluk çıkaran bir prensesti. Okan'la ilişkimizin ilk yıllarında hep hayalini kurduğumuz şeyi şimdi tek başıma yaşıyor olmak kendimi çok yalnız hissettiriyordu.
Mahkemeden bir gün önce "Ne seni, ne de karnındaki o şeyi istemiyorum. Seninle ilgili hiçbir şeyi istemiyorum!" dediğinde benim için tamamen bitmişti. Artık gerçekten kendi yoluma bakacak, kızımı olan en iyi şekilde yetiştirecektim. O da büyümeye çok meraklı olsa gerek ki, asla rahat durmuyordu. Kasık bölgemde rahatsız edici bir kasılma daha olurken elimi karnıma koyup yavaşça okşamaya başladım. O sırada telefonumun sesini duydum ancak ona bakamayacak kadar acı çekiyordum.
Her kimse bekleyebilirdi.
Keşke bekletmeseydim.
Ben, Aygül Arslan, o gece kızımı dünyaya getirdim. Bana ne söylerse söylesin bir zamanlar sevdiğim, ve geçen aylarda ona ettiğim ahların pişmanlığını üzerimde bir ömür taşıyacağım adamı da kaybetmiştim.
Bu sefer sonsuza kadar. |
0% |