@llisyantus
|
8 ay sonra, İstanbul
Acının en somut hali olarak gösterilen ilk şey ölümdür. En yakınının ölümü. Tanıdık birinin ölümü. Ya da hiç tanımadığın bir yabancının ölümü.
İlk öğrendiğimde hiç tepki vermemiştim. Belki tam anlayamamışımdır diye tekrarladıklarında hafifçe gözlerim dolmuştu. Ve bir daha hatırlattıklarında, kötü günlerin hepsini unutup sadece geçirdiğimiz onca güzel yıla ağlamıştım. Sustum, tekrar ağladım. Göz yaşım yüzümde kuruyamadan bir diğeri aynı yolu takip edip tekrar tekrar ıslattı yanaklarımı. İçimde kopan fırtınayı gözlerimden akıttım. Dilimden bir kelime dökülmedi, içimden attığım çığlıkları sadece ben duydum. Sevgiden değil, pişmanlıktan ağlamıştım.
İçimdeki pişmanlık o kadar büyüktü ki altında eziliyordum. Nefes alamıyor, boğulacakmış gibi hissediyordum. Yaklaşık bir yıl önce içten dilediğim şeyin gerçekleşme ihtimalini bile düşünmemiştim. Bırak ölmesini, saçının teline zarar gelsin istemezdim. Hayatımın sonuna kadar bunun pişmanlığıyla yanacak, asla sönmeyecektim.
3 Ağustos. Hayatımın en güzel ve en pişmanlık dolu günü.
Ve işte şimdi yine burada, yalnız günlerime şahitlik ettiği kadar onunla geçirdiğimiz çok iyi günlere de şahitlik etmiş o evdeydim. Mezarına gitmedim, gidemedim. Aylar geçmesine rağmen pişmanlığın yaktığı ateş hâlâ benliğimi yakmaya devam ediyordu. İstanbul'la hiçbir bağlantımın kalmaması için bu eve gelmek zorundaydım. Evi satacak, bir daha İstanbul'a yolumu düşürmeyecektim.
"Ana, mama." Kızımın sesini duyunca eve göz gezdirmeyi bırakıp emekleyerek gittiği yere baktım. Koltuğun yanına kadar gitmiş, halının üzerinde oturmuş ve ellerini aç kapa yaparak kollarını bana doğrultmuş beklentiyle yüzüme bakıyordu. Suratındaki ifadeyi görünce hafif kahkahama engel olamayıp yanına giderek kızımı kucağıma aldım. "Annecim, daha yarım saat önce mama yedin zaten. Yanımızda başka mama da yok, markete gitmemiz gerekiyor."
"Ana, mama!" Bu sefer hafifçe kaşlarını çatıp sinirli bir tona geçince güçlü bir kahkaha daha dudaklarımın arasından kaçtı. Bütün dünyamı kızım kaplıyordu. Gülüyorsa gülüyor, ağlıyorsa ben de bazen onunla birlikte ağlıyordum. Hanımefendi adının hakkını veriyor, fazlasıyla nazlanıp ilgi istiyordu. Bazen yalandan ağlıyor, ben ağlıyor muyum diye bana bakıyor ve ağlamıyorsam daha yüksek sesle ağlamaya başlıyordu. "İyi, gel bari markete gidelim. Burada arabamız da yok mecbur yine taksi çağıracağız." Arabayı Antalya'da bırakmıştım, sonradan pişman olmuştum ama 8 aylık bir bebekle araba sürerken uzun yolculuk yapmak çok zor olurdu. Uygulamadan bir taksi çağırıp blazer ceketimi giyip kızımı da giydirdikten sonra çocuk çantasını da alarak evden çıkıp asansöre doğru yürümeye başladım. Nazlı nereye gittiğimizi biliyor, uslu ve memnun bir şekilde kafasını omzuma yaslamış saçlarımla oynuyordu.
Aşağıya inince taksinin hâlâ gelmediğini görüp Nazlı'yı iyice kucağıma bastırdım. Nisan ayındaydık, hava soğuk olmasa da Nazlı'nın hastalanmasından korkuyordum. Erken doğduğu için ilk aylarımız çok zor geçmişti ve daha yeni yeni iyileşiyorken bu sefer de benim yüzümden hastalanmasını istemiyordum. "Kız bu nasıl hava ya? Çok kirli bir havası var buranın. Canım Antalya'm öyle mi halbuki? Mis kokuyor, mis." Duyduğum sesle sağ tarafıma dönerken karşımdaki iki kadın beni pek görmüş gibi değillerdi.
"Ay saçmalama istersen Nilay abla. İkisi de gürültülü patırtılı, pis havalı iki şehir. Antalya'yı da amma abartıyorsun yani. Düğüne geldik, iki gün sonra döneceğiz işte tekrar. Bayıl istiyorsan bir de." Adının Nilay olduğunu öğrendiğim ve oldukça bakımlı görünen kadın kaşlarını hafifçe çatarak yanındaki kadından bir adım geri gitti ve ellerini beline koyarak "Bana bak kız zilli Nalan, bayıl mayıl ne biçim konuşuyorsun sen benimle?! Bayıltırım seni şimdi şuraya da dua et Berkay'ım süt annesini bayılttığımı öğrenirse çok üzülür, yoksa anında tahtalı köyü boylamıştın şimdiye!" dedi. Oldukça hararetli konuşuyordu ve konuşurken sesinde kullandığı tonlamalar kızımın da dikkatini çekip çok tuhaf bir şey varmış gibi onları izlemesini sağlamıştı.
"Ana, ayıy!" Nazlı bana dönüp ellerini heyecanla oynatırken ona ilginç gelen kelimeyi kendince tekrarlayıp duruyordu. Bebek sesi duyan iki kadının da kafası bizim olduğumuz tarafa dönünce zaten onları izlediğim için Nilay hanımla göz göze gelmiştik. Utanç duygusu içimi kaplarken boğazımı temizledikten sonra hafifçe gülümseyerek kafa selamı verip önüme döndüm. Adım seslerini duyduğumda bize doğru geldiklerini anlamıştım. "Ay bu ne tatlılık! Gel seni bizim eve götüreyim, benim torunum ol artık."
"Yine değişik değişik konuşmaya başladın, abla. Gördüğün her çocuğa şunu dediğini Berkay duysa kriz geçirir." Nazlı'nın gözleri duyduğu sesleri takip ederek bir Nilay hanıma bir Nalan hanıma gidip gelirken bana dönüp "Ana, mama!" diye sayıklamaya tekrar başladı. Nilay hanım yanındaki kadına gözlerini devirip cevap vermeden bize iyice yaklaşarak Nazlı'nın gözlerinin üzerine kaymış olan beresini düzeltti. "Maşallah, ay gibi parlıyor. Allah nazarlardan korusun, adı ne?" diye sorarken gözlerini bir kez daha bana çevirdi. Kaşları çatılırken kafasını yüzüme biraz daha yaklaştırarak "Biz seninle daha önce tanıştık mı kızım?" diye sordu.
Hafızamı yoklarken bir yerlerde tanışmış olabilir miyiz acaba? diye düşünüyordum ama hayır, hiçbir yerde karşılaştığımızı zannetmiyordum. Hoş, karşılaşsak kesinlikle bu enerjiye sahip bir kadını hatırlayacağımdan eminim. Kafamı iki yana sallarken "Zannetmiyorum, tanışsaydık kesinlikle sizi hatırlardım." diye cevapladım karşımdaki kadını. Kafasını tamam anlamında sallasa da gözleri kısılmış, hâlâ beni hatırlamaya çalışıyor gibi görünüyordu. Araba sesini duyunca sol tarafa bakıp taksinin apartmana doğru geldiğini gördüm. Nilay hanım beni bırakıp kızımla oynamaya başlamıştı bile. Nazlı iki dişini birden göstererek karşısındaki kadına gülümserken elleri de Nilay hanımın parmağını kavramıştı. İkisini ne kadar ayırmak istemesem de markete gitmek zorundaydık.
"Tanıştığımıza memnun oldum, Nilay hanım. Benim adım Aygül, kulak misafiri olduğum kadarıyla Antalya'da yaşıyormuşsunuz. Biz de orada yaşıyoruz, bazı işleri halletmek için buraya geldik. Kim bilir, belki Antalya'da karşılaşırız." Bebeklerin sezgileri güçlüdür diye düşünerek konuşmuştum ve Nazlı karşısındaki kadını sevmiş gibi görünüyordu. Kızımı mutlu eden her şey beni de mutlu ederdi, o yüzden bu kadınla Antalya'da da görüşebilirdik. Nazlı sevdiyse ben de sevebilirdim. Ayrıca zararsız birine benziyordu, en fazla ne olabilirdi ki?
"Görüşmeyi çok isterim, Aygül. Hem benim hiç torunum yok, bu şekerpare benim torunum olur. Telefonuma numaranı yazarsan çok sevinirim. Eve geri döndükten sonra sana haber veririm, sen de bu şekerpareyi sevmeme izin verirsin." Nilay hanım telefonu bana uzatırken hâlâ gülümseyerek Nazlı'ya, Nazlı da tatlı tatlı Nilay hanıma bakıyordu. Taksi bize iyice yaklaşırken on saniye içinde birbirlerini çok seven bu ikiliyi ayırmam gerekiyordu. Hızlıca telefon numaramı yazıp tekrar uzatırken, "Bu civarda mı kalıyorsunuz geçici olarak?" diye sordum kızımın yanaklarını seven kadına. Eğer annem yaşasaydı o da torununu çokça sevecekti. Bu düşünce kalbimi kırarken canım anneme olan özlemim iyice arttı. Kızımın ben ve dedem hariç hiçkimsesi olmaması canımı yakıyordu. O, onu çok seven ve oldukça kalabalık bir aileye sahip olmalıydı. Ben yalnız büyümüştüm, kızım da yalnız büyüyecekti.
"Eğer sen tam olarak arkandaki apartmanda oturuyorsan biz de orada kalıyoruz. Şu düğünü bir an önce atlatıp bu şekerpareyi iyice öpüp sevmem gerekiyor, bizim sıpalar büyüdüğünden beri çocuk sevemedik. Hayır yani evlenmiyorlar da. Hepsi de birbirinden umutsuz vaka. Kız Nalan, seninkilerde de Uzay hariç yok değil mi bir gelin adayı falan?" Nilay hanım konuyu o kadar hızlı değiştirmişti ki neredeyse gülecektim. Enerjisi çok bol bir kadındı. "Umarım görüşürüz, Nilay hanım. Şimdi gitmemiz gerekiyor." diyerek veda edip taksiye bindim. Taksi ilerlerken iki kadın da bize el sallarken hâlâ konuşmaya devam ediyorlardı.
Yaklaşık kırk beş dakika sonra eve dönerken çalan telefonumu çantamdan çıkarıp kimin aradığına baktım. Hayal arıyordu. "Aman," dedim sesime bıkkın bir ton eklerken, "Arayıp durmasan şaşarım zaten, Hayal! İstanbul'a geldiğimden beri yüz defa aradın be kızım, yeter ya." Hayal uzun bir of çekerken ben de gözlerimi devirdim. İşlerimi halledip hemen Antalya'ya dönecektim, daha geleli birkaç saat olmuştu ve şimdiden gerçekten on kereden fazla aramıştı. "Eğer yakınman bittiyse can çiçeğim sana bir şey söylemem lazım. Bizim liseden arkadaş olan Şirin'i hatırlıyorsun, değil mi?"
Şirin, Hayal ve ben lisede ayrılmaz üçlü olarak takılıyorduk. Üniversiteye geçince Şirin başka bir şehire gitmiş, Hayal ve ben İzmir'de kalıp orada üniversitemizi bitirmiştik. Okan'la da İzmir'de tanışmış, evlendikten sonra ise hem benim hem de onun işi dolayısıyla İstanbul'a taşınmıştık. Hayal de Türkiye'nin her yerinden çalışabileceği için ben nereye gidersem oraya geliyordu. "Şirin'i unutmak mümkün mü sence? Kızıl bomba, kaşlarının çatık olmadığı tek bir günü hatırlamıyorum." Lisedeki hali her aklıma geldiğinde gülmekten kendimi alamıyordum. O sıralar emo stiline çokça kafayı takmış ve bir okul yılı boyunca o tarzda dolaşmıştı. Saç ve giyim şeklinden dolayı sürekli disipline gönderiliyordu ama bu durumu umursamıyordu da.
"İşte o Şirin Ankara'dan Antalya'ya geliyormuş ve kalacak yeri yok. Ben de tabii ki eski dostumuzu evimize davet ettim. Ve hayır, sana fikrini sormak için değil yalnızca haber vermek için aradım. Çünkü benim evet dediğime sen hayır demezsin. Hem Şirin'in çok eğlenceli bir işi var, bir magazin dergisinde köşe yazarlığı yapıyor. Antalya'nın zenginlerini bir bir elinden geçirecek, kraliçem. Her neyse senin cevap vermene de gerek yok. Ayrıca beni çok konuşturdun, Aygül! Kapat artık!" Nefes almadan durumu açıklayıp bir nevi emrivaki yaptıktan sonra telefonu suratıma kapatınca şaşkınlıkla elimdeki telefona bakakaldım. Bu kız gerçekten sorunluydu. Aslında Şirin'in gelmesine sevinmiştim, çünkü onu çok özlemiştim. Son görüşmemizin üzerinden yıllar geçmişti, ve Nazlı'nın da ikinci bir teyzeye, normal olmasını umduğum bir teyzeye ihtiyacı vardı.
Tekrar taksiden inip apartmana doğru ilerledim. Asansör düğmesine basıp gelmesini beklerken yan taraftan gelen seslere göz ucuyla bakmaktan kendimi alamadım. İki erkek, iki kızdan oluşan bir grup apartman kapısından içeri girmiş, asansöre doğru geliyorlardı. İki erkek hararetli bir şekilde konuşurlarken sarışın kız onları göz devirerek dinliyordu, karşısındaki iki erkeğe pek tahammül edemiyor gibiydi. Kahverengi saçlı, sarışın kızdan daha kısa ve zayıf olan diğer kız ise hiç orada değilmiş gibiydi. Gözlerini belirli bir yere dikmiş, sürekli oraya bakıyordu. Sanki bakışımı hissetmiş gibi boş bakışlarını bana çevirdi. Göz bebekleri titreşirken bakışları yavaşça kucağımdaki kızıma değdi. Hafifçe yutkunup diğer üç kişinin arkasına sinerken davranışındaki tuhaflığı anlayamasam da pek umursamadım. İki gün sonra bir daha gelmemek üzere Antalya'ya dönecektim, yani bir daha görmeyeceğim bir kadını kafaya takacak değildim.
Asansör gelince içerisine girip diğerlerinin gelmesini bekledim ama kahverengi saçlı kızın kısık sesle söylediği bir şey yüzünden bana dönerek hafifçe gülümseyip binmeyeceklerini belli ettiler. Kızın ne dediğini duyamamıştım ama bunu da kafaya takmamaya karar verip evin olduğu kata bastım. İnsanların davranışlarını düşünmekten yorulmuştum ve bu zihin yorgunluğu işimi yapmama engel oluyor, her şövale başına oturduğumda ellerim donakalıyordu. Uzun, çok uzun zamandır aşık olduğum ressamlık mesleğimi icra edemiyordum ve bu beni çok üzüyordu. Mümkün olan en kısa zamanda zihnimi boşaltıp bir şeyler çizmeye başlamalıydım. Asansörün ineceğim katta durduğunu belli eden sesini duyunca düşüncelerimden uzaklaşıp asansörden indim. Nazlı omzuma yatmış, yarı uyuklar vaziyetteydi. Karnı aç olduğu için uyumayacağını biliyordum ama vücudundaki yorgunluk daha ağır basmış olmalıydı ki artık mama istemekten vazgeçmişti.
Eve girip kapıyı kapattıktan sonra üstümü çıkarıp Nazlı'yı da ceketinden kurtarıp mutfağa yürüdüm. Yeni tatlara alışması için sürekli yeni bir şeyler yapıyordum ve bugün haşlanmış patates ve balık yapacaktım. Büyüyene kadar her türlü yiyeceğin tadını alıp hepsine alışmasını istiyordum. Ben küçüklükten alışmadığımdan bazı yemekleri yiyemediğim için kızımın da öyle büyümesini istemiyordum. Nazlı eve girdiğimizde tekrar canlanıp mama demeye başladığı için onu oyalanması için yere bırakıp birkaç oyuncağı da önüne koydum. O oynarken ben de onun yiyebileceği patates ve balığı yapabilirdim.
Bazen mutlu bir aile olsaydık nasıl olurdu? diye düşünmeden edemiyordum. 20 yaşıma kadar ailemle birlikte huzur içinde yaşamıştım ve onlarla geçirdiğim 20 yıl hayatımdaki en güzel zamanlardı. Bazen kafamın içindeki keşkeler o kadar çoğalıyordu ki başka bir ses duyamıyordum. En basitinden, kızımın babasının olmasını çok isterdim. Hem beni, hem de kızımı isteyen bir babası. Ben dünyanın en iyi babasıyla büyümüştüm, kızımın bu konuyla sınanması belki de bu yüzden canımı çok yakıyordu. Baba sevgisiyle büyümüş her kız hayata daha pozitif bakar, ayağı yere daha sağlam basardı. Nazlı'nın boynunun bükük kalmasını istemiyordum ama elimden bir şey de gelmiyordu. Devir o kadar kötüydü ki hiç kimseyi, özellikle karşı cinsten kimseyi kızıma yaklaştırmak istemiyordum.
Nilay hanıma neden numaramı verdiğimi, neden görüşmek istediğimi bilmiyordum. Nazlı daha önce hiç görmediği bir kadına saniyeler içinde nasıl öyle parlayan gözlerle bakabilmişti onu da anlayamamıştım. Nilay hanım anne ışığı saçan bir kadındı, bu her şeyiyle kendini belli ediyordu. Ama ben ve kızım, biz iki yaralı yürek neden bu kadına anında sevgi besleyebildik anlayamıyordum. Tek ümidim gerçekten iyi bir insan olmasıydı. Nazlı daha 1 yaşında bile değildi ve onun sezgilerinin güçlü olduğuna inanıp o kadının iyi biri olduğunu düşünmek delilikti ama yapacak bir şey yoktu. Hayat, yaşayıp öğrenilmeliydi.
Yaklaşık iki saat sonra Nazlı'ya yemeğini yedirmiş, mutfağı toparlamıştım. Karnı doyduğu için rahat bir şekilde uyuyan kızımı misafir odasına yatırıp kapısını hafif aralık bıraktım. Eskiden yatak odamız olan odaya girmek, Nazlı'yı da oraya yatırmak istememiştim. Evde bize dair hiçbir emare bulunmuyordu. Ev, sanki baştan sonra tekrar dekore edilmişti. Evin tapusu bendeydi ama giden de ben olduğum için rahatça yaşayıp istediği gibi dizayn etmişti. Hiç istemesem de odaya bir göz atmak için ayaklarımı oraya doğru yönlendirdim. Kapıyı açtığımda bana dair hiçbir şey yoktu. Yatak değişmiş, duvardan çizdiğim tablolar kaldırılmış, odanın duvarı bile başka renkle boyanmıştı. Bunu düşünmek bile istemiyordum ama odaya benden başka bir kadının eli değmiş gibi hissediyordum. O, bu kadar ayrıntı düşünecek biri değildi. Çizdiğim tabloları umursamaz, orada asılı olup olmadığına bile dikkat etmezdi. Hiç etmemişti de zaten. Üniversitedeyken ortak arkadaşlarımız aracılığıyla tanıştığımızda Görsel Sanatlar okuduğum için önce okuduğum bölümü küçümsemiş, sonra da bir süre alay ederek konuşmuştu.
Ailem beni her daim sanata yönlendirmiş, sanata saygısı olmayanın insana da saygısı olmaz ideolojisiyle beni büyütmüşlerdi. Hakkında kötü düşünmek istemiyordum ama gerçekten öyleydi. O hayatımdayken kafamdan geçmeyen bu düşünceler, şimdi geç kalınmış olsa bile aklımda yer edinmeye başlamıştı. Okan bana hiçbir zaman büyük bir aşkla yaklaşmamıştı, seviyordu belki ama hiçbir zaman gözlerinde o aşk ışığını görememiştim. Ben çok aşıktım. Çok da sevmiştim ve bu sevgi gözümü kör edip onun da bana aynı duyguları beslediğini düşünmemi sağlamıştı. Onun tek amacı yanında bir kadın gezdirebilmekti. Ben veya herhangi bir kadın. Artık kalbim onun için atmadığı için mi böyle düşünüyordum bilmiyordum ama bu düşünceler ürpermeme yetti. İçimde büyük pişmanlık olsa da sevginin kırıntısı kalmamıştı, ve sevgi yokken mantıklı düşünebiliyordum.
Telefonumun sesini duyunca aceleyle odadan çıkıp Nazlı'nın uyanmaması için kimin aradığına bakmadan hızlıca cevapladım. Büyük ihtimal yine Hayal arıyordu, arayacak başka kimsem yoktu. "Alo? Hayal bak arayıp durma Nazlı uyudu, uyanırsa Antalya'ya kargolarım sen bakarsın çocuğa!" Karşı taraftan ses gelmeyince telefonu kulağımdan uzaklaştırıp kimin aradığına baktım. Gizli numara.
"Sen kimsin?"
"Okan'ı hâlâ seviyor musun?" Duyduğum ince kadın sesiyle şaşırsam da sorusu beni daha çok şaşırtmıştı. Okan'la o vefat etmeden çok önce boşanmıştık, hâlâ ne sevgisinden bahsediyordu? Bu kadın kimdi? Sesi tanıdık gelmiyordu, hiçbir ortak arkadaşımızın sesini çağrıştırmamıştı. "Sen kimsin?" diye sordum tekrar merakla. Buna cevap verecek olsa gizliden aramazdı herhalde diye düşünsem de soru ağzımdan ikinci defa kaçmıştı bile.
"Lütfen hâlâ sevmek gibi bir hata yapıyorsan vazgeç. Ölüler sevilmez. Ölüye saygı duyulur ama o adam ne senin ne de benim saygımızı hak etmiyor. O yalancı düzenbaz adamın tekiydi." Telefon kapandı.
Neler oluyordu? |
0% |