@llisyantus
|
1 ay sonra...
İhanet. Aldatma. Yalan. Manipülasyon.
İnsanoğlu devir değiştikçe gelişir; geliştikçe alçaklaşır; alçaklaştıkça yalanlar ve ihanetler çoğalırdı. Öyle bir zaman gelirdi ki düşman dost, dost düşman olurdu. En kötüsü de bir insana duyduğun sonsuz güvenin aynı insan tarafından hüsrana uğratılması, paramparça edilmesiydi.
Masanın üstüne konulan borç senetleri bana, ben borç senetlerine bakıyordum. O kadar çoklardı ki hepsini toplasan okullarda istenen o 80 yaprak defteri elde edebilirdin. Öfkenin vücudumun her yerine yayıldığını hissedebiliyordum. Sinirlenince ağlar, ağlayınca çok sinirlenir, çok sinirlenince daha çok ağlardım. Gözlerimi kapatıp sakinleşmek için izlediğim meditasyon videolarını düşündüm.
Gözlerini kapat ve sadece hayal et.. Yemyeşil bir patika var, yavaşça oradan yürü.. Evet, aynen böyle.. Patikanın iki yanındaki büyük ağaçların ardında yeşilin binlerce tonu var.. Ah, o yeşil kağıda imza atılmış bir borç senedi mi? Peki ya şu? Buna ne dersin? Borç.. Senet.. Para..!
"Para!" Gözlerimi açıp bağırdığımda korkuyla geriye kaçışan kardeşlerime baktım. "Allah beni alsın! Ben bıktım. Sizin bu sorumsuzluğunuzdan bıktım. Bıktım!" Meditasyon da bir işe yaramamış, sinirime sinir katmıştı. Her an ağlayabilirdim ve eğer ağlarsam, yaşanacak kaos iki sokak ötedeki karakoldan bile duyulurdu.
"Derin bir nefes al, Derin. Derin derin nefes al, kızım." Annem derin dedikçe sinir kat sayılarım daha çok artıyordu. Her nefes alışımda elimizdeki borçları ödeyebilecek para elime geçseydi alırdım o nefesleri, ama yok! Zaten ev kirası, faturalar, başka borçlar derken meteliğe kurşun atarken bir de bu iki dallamanın borçları çıkmıştı başıma!
"Tamam, sakinim. Anne, sakinim dedim, tamam!" Annem sanki doğuma giriyormuşum gibi bana hâlâ nefes egzersizleri yaptırmaya çalışıyordu. Korkak gözlerle bana bakan kardeşlerime döndüğümde ikisinin de yutkunduğunu gördüm. 1 ay önce karıştıkları kazadan onlar zarar görmemiş olsa da, iki araba bir hayli zarar görmüştü ve suçlu taraf da onlar olduğu için masraf tamamen onların üstüne kalmıştı! Semih için sorumsuz demek istemiyordum, ama sorumsuzdu! Bir baltaya sap olamamıştı. Takmıştı öğretmen olmaya, yıllardır atanmayı bekliyordu! Şimdi onların borcunu biz ödemek zorundaydık.
Masanın üstündeki senetleri alıp şöyle bir göz attıktan sonra tekrar fırlattım. Bir elimle burun direğimi sıkarken, diğer elimle ağrıyan şakağımı ovuşturuyordum. Ne yapacağımı, bu kadar parayı nereden bulup da bütün bu borçları ödeyeceğimi hiç bilmiyordum. Bir tefeciye borçlanıp, onun borcunu ödemek için başka bir tefeciden borç alıp bir de onlara borçlanmışlardı! Kaç tane borcu, kaç tane borca girerek kapatmaya çalıştıklarını saymak bile istemiyordum.
"Abla," Furkan'a doğru ters ters baktığımda her an kaçacakmış gibi görünüyordu. "Zaten oyunculuğa başladın, para kazanıyorsun. Ödeyemez misin?" diye sorduğunda bütün kanın beynime sıçradığını hissettim. "Seni gebertirim!" diye bağırarak ayağa kalktığım sırada annem tuttu kolumdan, tekrar oturttu beni sandalyeye. "Gerizekalı, sence ben başrol oyuncusu muyum, ne kadar kazanıyor olabilirim? Sekiz yüz kırk bin lira borçlanmışsınız! İkinizi satsam çeyreğinin çeyreği etmezsiniz! Nasıl ödeyeceğiz bu kadar parayı? Aptallar!" Sakinleşmek için gözlerimi kapatarak birkaç saniye bekledim. Mantıklı düşünmem gerekiyordu. Kardeşlerime bağırmak sorunları çözmüyordu.
Bir ay önce katıldığım seçmeler aslında sinema filmi içindi. Yapımcı Çağrı bey seçmelerden üç gün sonra bana ulaşmış, eğer istersem yapımcılığını üstlendiği ve yayınlanmaya başlanmış bir diziye katılabileceğimi, beni aralarında görmekten mutluluk duyacağını dile getirmişti. Şu anki oynadığım karakteri oynayacak oyuncu programına uymadığı için son anda kadrodan ayrılmış, o rol boşa çıkmıştı. Seve seve kabul etmiştim. Bu rol figüranlıktan bin kat daha iyiydi, ve devamı olan bir roldü.
Ama bu borcu ödeyecek kadar çok kazanmıyordum tabii ki!
Telefonum çalınca sinirle masadan kalkıp odama gittim. Elif arıyordu. "Alo," dedim hâlâ geçmeyen sinirim sesime yansırken, "Sen de ne halt yediklerini öğrendin, değil mi?" Elif beni onaylarken onun da siniri ve çaresizliği sesinden anlaşılıyordu. "Öğrendim tabii ki. Nasıl ödeyeceğiz o kadar parayı, Derin?Mahalleliden borç toplasak çeyreğini bile tamamlayamayız ki!" Sıkıntıyla yatağımın üstüne otururken ne yapabileceğimizi düşündüm. Yapabilecek hiçbir şey yoktu ki!
Aklıma aniden gelen fikirle, "Acaba tefeci abileri bir ziyaret mi etsek?" dedim. Elif telefonun karşı tarafından "Saçmalama!" diye bağırınca telefonu kulağımdan çekmek zorunda kaldım. Sesi o kadar tizdi ki gerçekten kulak zarıma zarar vermiş olabilirdi!
"Vururlar bizi."
"Vuramazlar, ben oyuncuyum."
"Adamlar bizi vururken mesleğimizi sormayacaklar, Derin!"
"Ne yapacağız o zaman? Bu kadar borcu ödeyecek paran var mı?" diye bağırdım sinirle. Herkese bağırmak bana bir çözüm yolu sunmuyordu, ama bugün her şey sanki bağırmam için özel olarak tasarlanmış gibiydi. "Elif, adamlar üç gün içinde ödeme istiyor. Ödeyemezsek senin abini, benim de kardeşlerimi tahtalı köye yolcu edecekler! En azından konuşup süreyi uzatalım." Süreyi uzatsak bile bu kadar parayı nereden bulabileceğimize dair bir fikrim yoktu, ama en azından biraz zaman kazanmış olurduk.
"Şey, sen avans alamaz mısın?" diye çekinerek soran Elif'e o görmese de gözlerimi devirdim. Etrafımdaki insanlar benim her hafta milyonlar kazanan başrol oyuncusu olduğumu falan mı zannediyordu? Hangi patron, hangi işveren yaklaşık bir milyon avans verirdi! Bugün çok bağırdığıma kanaat getirip derin bir nefes aldım. Ne kadar bağırırsam elime o kadar para geçmiyordu sonuçta, bağırmak bir çözüm yolu sunmuyordu. Aklımda başka bir plan olmadığı için en fazla ne olabilir? düşüncesiyle hareket edip sahip olduğum tek plana ayak uydurmaya karar verdim.
Yataktan kalkarken telefonu hoparlöre alıp makyaj masasının üstüne koydum. "Elif," dedim kararlı ama korkak çıkan sesimle, "Yarım saate kadar aşağıda ol, misafirliğe gidiyoruz.
*******
Karşımdaki Kokoreç Ustası Hüsnü Usta yazan tabelaya bakarken kaşlarımı çattım. Semih bize tefeci diye kokoreççi adresi vermiş olamazdı, değil mi? Bir sağıma, bir soluma bakarken kimsenin olmaması tüylerimi diken diken ediyordu. Kokoreç lokantasının kapısında duran iki adam hariç, in cin top oynuyordu burada. İçimden kaçıp gitmek gelse de, elimi korkuyla tutan Elif'i düşününce en azından birimizin cesur rolünü üstlenmesi gerektiği için güçlü durmaya çalışıyordum.
Derin bir nefes alıp kapının önünde duran iki adama doğru yürümeye çalıştım. Çalıştım, diyorum çünkü Elif direk gibi dikilip kalmıştı! Dişlerimi sıkarken ağız altından "Elif," dedim, "Yürüsene, ne duruyorsun elektrik direği gibi?" Elif elimi iyice sıkarken yutkundu. "Derin," dedi korku dolu sesiyle, "Acaba biz vazgeçip eve mi koşsak?"
"Yarım saat yol geldik arabayla. Eve nasıl koşacaksın acaba?"
"Bilmiyorum, gitmek istiyorum."
Oflarken elini çekiştirerek onu da benimle birlikte yürümeye zorladım. Üç adım atmıştık ki Elif tekrar durdu. Elini savurup sinirle ona döndüm. İnsanda biraz deli cesareti olurdu, ama yok! İki elimi belime koyarak kaşlarım çatık bir halde ona bakmaya başladım.
"Korkaklığı bırak, verdikleri adresin doğru olduğu bile belli değil." dedim.
"Derin, ya ayağımıza sıkarlarsa?"
"Elif, saçmalama! Görmüyor musun, koskoca Kokoreççi Hüsnü Usta yazıyor."
"Ya kokoreççi usta ayağımıza sıkarsa?"
"Ben sana sıkacağım şimdi, yürü!" Elif'in elini tekrar tutup kendimle beraber onu da yürütmeye zorladım. Kapının önünde duran adamlardan sağ tarafta duran adam, en azından sol taraftaki adama göre daha insancıl gibi göründüğü için ona doğru ilerledik. Sevimli olduğunu umduğum bir gülümsemeyle adama bakıp, "Merhaba beyefendi," dedim, "Biz Sıddık beyle görüşecektik." Görüşeceğimiz adamın adına gülmek istesem de, gerçekten ayağımıza sıkarlar diye gülememiştim.
"Siz kimsiniz bayan?" Adamın suratına doğru bayan değil, kadın! diye bağırmak istesem de yüzümdeki gülümsemeyi bozmadım. Aksi bir sesle sorduğu soruya sevecen bir şekilde, "Bir tanıdığımız verdi adresi, doğru mu emin değilim tabii. Bir konu hakkında konuşmak istiyorduk." dedim.
"Niye geldiniz demedim, kimsiniz dedim bayan." Suratına yumruk atmak istesem de önce kendimi, sonra yanımda durmuş, hâlâ hafif hafif titreyerek elimi tutan arkadaşımı tanıttım. Mahallede, özellikle erilliğin fazla olduğu bir mahallede büyüyen birinin bu kadar prenses bir kişiliğe sahip olmasına inanamıyordum. Elif, sanki bir mahallede değil de kraliyet ailesinde büyümüş gibiydi. Arkadaşımı getirdiğim için çoktan pişman olmuştum bile, ama konu ikimizi de ilgilendiriyordu. Kardeşlerimizden bir halt olmayacağı için, elini taşın altına koyan biz olmak zorundaydık.
Adam bir bana, bir arkadaşıma korkutucu bir şekilde bakarken soldaki adam bir nevi yardımımıza yetişti. "Selo, bırak geçsinler. Her gelene de öldürecekmiş gibi bakmaktan vazgeç, mal herif." Daha insancıl diyerek sağdaki adama yöneldiğim için bir anlığına kendimden utandım. Demek ki dış görünüş gerçekten bazen insanı yanıltıyormuş. Soldaki adama doğru ilerleyip bu sefer de onun karşısında durduk.
"Sıddık bey burada mı?" diye sordum bu sefer samimi bir sesle. Sağdaki denyodan daha iyi biriydi, biraz insancıl davranılmasını hak ediyordu bence. Adam önce beni, sonra elimi tutan arkadaşımı şöyle bir inceledikten sonra kafasını onaylamak için aşağı yukarı bir kere salladı. Ardından kapıyı işaret ederek, "Geçin içeri, Sıddık abi arka tarafta," dedi. Tonu sakin ama bir o kadar da tehditkârdı. Elif, hâlâ elimi bırakmıyor, parmaklarını neredeyse kemiklerime geçiriyordu. İçimden, "Bu kız herhalde tırnağıyla adam öldürür," diye düşünürken, dışarıda kalıp eve dönme fikrimi de zorla bastırıyordum. Artık buraya kadar gelmiştik; geri dönmek söz konusu olamazdı.
Kapıdan içeri girdiğimizde kokoreç kokusu tüm alanı kaplamıştı. Midem bulanır gibi oldu. "Allah'ım, burası gerçekten bir kokoreççi mi yoksa tefeciliği kokoreç satarak mı yapıyorlar?" diye düşündüm. Ortalık, masalarda oturan, takım elbiseli iki-üç adamdan ibaretti ve bizi fark ettiklerinde kafalarını kaldırıp süzdüler. Bu bakışlar rahatsız ediciydi; sanki birazdan bizi sofralarına meze yapacaklardı.
Arka tarafta gösterilen kapıya doğru ilerlerken Elif, hâlâ bir çıkış yolu arayan gözlerle etrafa bakıyordu. Ona dönüp hafifçe fısıldadım:
"Elif, lütfen sakin ol. Ne olursa olsun, hiçbir şey söylemeden sadece dur. Tamam mı? Ben halledeceğim." Başını salladı, ama yüzündeki korku daha da belirginleşmişti.
Kapıyı tıklattım ve içerden gelen derin, tok bir ses, "Girin," dedi. Kapıyı yavaşça açıp içeri baktım. Masa başında oturan Sıddık Bey'i görünce, bir an acaba beni doğru Sıddık'a mı getirdiler? diye düşündüm. Benim aklımdaki Sıddık, ellili yaşlarda, takım elbisesinin altından taşan iri bir vücuda sahip biriydi. Ama karşımdaki masada oturan Sıddık, gayet yakışıklı, en fazla 35 yaşında görünen ve gördüğüm kadarıyla yapılı bir vücuda sahipti. Önündeki masada birkaç farklı dosya ve hesap makinesi vardı. Yanında, bizden önce gelen bir adam konuşuyordu ama bizim içeri girdiğimizi görünce sustu. Sıddık, kaşlarını kaldırarak bize doğru döndü.
"Kimsiniz?" diye sordu, sesi o kadar ağırdı ki kelimeler neredeyse odanın içinde yankılanıyordu.
"Merhaba, Sıddık Bey. Biz... şey, bir tanıdığımız aracılığıyla buraya geldik. Bir mesele hakkında konuşmak istiyoruz," dedim, sesimin titremediğinden emin olmaya çalışarak.
Sıddık Bey, yüzünde belli belirsiz bir tebessümle geriye yaslanarak, "Bana her gelen bir meseleyle gelir. Konu ne?" dedi. Sanki bir kedinin oynayacağı fareyi önce incelemesi gibi bakıyordu. O an geri dönmek için her şeyimi verebilirdim ama artık çok geçti. Derin bir nefes alarak elimden geldiğince kararlı bir şekilde yanıt verdim:
"Kardeşlerimizin size biraz borcu varmış. Onların yerine bir ödeme planı yapmak istiyoruz. Şu an elimizde gereken miktar yok, ödeme süresini biraz uzatabilir miyiz?"
Sıddık, birkaç saniye boyunca hiçbir şey söylemeden bize baktı. O bakışlar, hem merak hem de tehdit doluydu. Daha sonra masasına yaslanıp, parmaklarını birbirine kavuşturdu:
"Adın ne?"
"Derin," dedim, hafifçe yutkunarak. Yanımdaki Elif, kekeleyerek kendi adını söylemeye çalıştı ama sesi çıkmadı.
"Derin. Kardeşlerin borç batağında, öyle mi? Ve sen bunu çözmek için buradasın?" dedi, gözlerini hiç kırpmadan üzerime dikerek.
"Öyle, ve ödeme yapmak için biraz zamana ihtiyacımız var. Sadece birkaç hafta." Sesim bu noktada kararlı çıkmalıydı ama kulağa yalvarıyormuş gibi gelmiş olmalıydı. Sıddık bey itici bir kahkaha attı.
"Zaman her şeydir, Derin. Ama ben zamanı paraya tercih eder miyim, ona karar vermeliyim. Birkaç hafta sonra ödeyebileceğinin garantisini veriyor musun?"
"Ben oyuncuyum," dedim. "Düzenli ödemelerle borcunuzu kapatabilirim." Sıddık bey kaşlarını kaldırmış bana bakıyordu. Sanırım benim hangi dizide oynadığımı çözmeye çalışıyordu. Şu an bana sorsa, ben bile söyleyemezdim. Korkudan her şeyi unutmuştum!
"Bugün günlerden ne, Derin?" diye sordu.
Anlamasam da, "Perşembe." diye cevap verdim.
"Pazar gününe kadar zamanınız var."
"Ne?" diye bağırmama engel olamadım. Ben adamdan birkaç hafta istiyordum, o bana pazar gününe kadar diyordu! Tefecinin de acımasızına denk gelmiştik, inanamıyordum!
Acıma duygusu olan biri neden tefeci olsun, Derin?
Doğru. Ama en azından iki hafta verseydi bari!
"Duydun, Derin. Ben hiçbir zaman zamanı paraya tercih etmem."
"Abi, paramız yok, nasıl ödeyelim pazar gününe kadar yaklaşık bir milyonu?" diye sordum titreyen sesime engel olamadan. Başımıza bu işleri açan o üç dangalağı öldürecektim!
"İnsanların sorunlarını hiç umursamam, Derin. Arkadaşını da al, geldiğin gibi geri git. Pazar günü görüşürüz." Elini bizi kovarcasına salladıktan sonra biz gelmeden önce konuşan adama geri döndü. Resmen birkaç günde sekiz yüz kırk bin türk lirasını bulup ödememi istiyordu!
Elif'le birlikte tam kapıdan çıkacakken tekrar seslendiğinde arkama dönerek Sıddık'a baktım. Bey kelimesini hak etmiyordu! "Eğer pazar günü sen ödemek zorunda olduğunuz parayla buraya gelmezsen, biz senin evine geleceğiz. Ve emin ol, asla gelmemizi istemezsin."
Tam anlamıyla ayvayı yemiştik.
Eren Balçık
Kendimi bildim bileli tek hayalim, futbol oynamaktı. Yeşil sahaya ayak bastığım her an hissettiğim heyecan duygusu, asla bedenimi terk etmemişti. Her gün antrenman yapmak, takımımla birlikte çalışmak bu hayatta beni en mutlu eden şeydi. Ben futbolla doğmuştum, futbolla da ölecektim. Taraftarın her maç takıma destek olması, neresi olursa olsun takımını desteklemeye gelmesi ve maç boyunca hiç bitmeyen tezahüratları paha biçilemezdi, özellikle de sana özel tezahürat yapıyorlarsa.
Bir süre önce, ben de o futbolculardan biriydim.
Yedek kaldığım her an kafayı yiyecekmiş gibi hissediyordum. Tesislerde de, evde de hiç durmadan çalışıyor, hocanın gözüne girmeye çalışıyordum. İlk 11'e girmeyi hak etmeye çalışıyordum.
Olmuyordu.
Maçın bitmesine birkaç dakika kala oyuna alınıyor, o birkaç dakika içinde de istediğim oyunu sergileyemiyordum. Taraftardaki kredim tükenmişti. Onlara hak veriyordum, ben de bir taraftar olarak böyle bir futbolcu izlemeyi istemezdim. Eski Eren'i getirmeye çalışıyor, hiç durmadan bunun için çabalıyordum. Ama o kadar özgüvensiz bir hale gelmiştim ki, nasıl özgüvenli olunur unutmuştum.
Akbaba gibi futbolcu eleştirmeyi bekleyen yorumcuların ağzında sakız olmuştum. Konuştukları konu benimle alakalı değilken bile bir şekilde konu bana geliyor, yerden yere vuruluyordum. Her şeyden çok bu dalkavukları susturmayı bekliyordum. Gün gelecek, eski Eren olacaktım ve o zaman, selam veren hiç kimseyi görmeyecektim.
Çalan telefonumla kondisyon bisikletinden inip masaya doğru yürüdüm. Alper abi arıyordu. Plan yapmasının üzerinden bir ay geçmiş, bu zaman zarfında da asla bu konu hakkında konuşmamıştı.
"Alo, Eren ben sanırım buldum." Telefonu açar açmaz direkt konuya bodoslama dalmıştı.
Bir an şaşırsam da, "Kimi buldun abi?" diye sormadan edemedim.
"Derin Egemen. Kız biraz sıkıntılı gibi görünüyor, ama olsun." Ne sıkıntısı? Ayrıca, Derin Egemen diye bir oyuncu olduğunu bile bilmiyordum. "Ne sıkıntısısı var abi?" diye sordum.
"Kokoreççiye geldi yanında bir kızla, normal bir kokoreççiye benzemiyordu o yüzden biraz araştırma yapayım dedim. Kokoreççiyi paravan olarak kullanıp tefecilik yapan bir grup."
"Abi, sen kızın nereye gittiğini nereden biliyorsun?"
"Takip ettim çünkü! Senin yaptığın bokları ben insanları takip ederek temizlemeye uğraşıyorum yavşak."
Oflasam da, "Ee?" demekten kendimi alamadım. Tefeciye giden oyuncu mu olurdu? Alper abinin beni muhatap edeceği kadına bak.
"Borcu olmasa tefeciye gitmez diye düşünüyorum. Ayrıca tam da sana söylediğim gibi, çok yeni bir yüz ve çok kısa zamanda total kesimin sevgisini kazanmış. Halk desteğini geri kazanman için halk tarafından sevilen birine ihtiyacın vardı. O sevgili, bu kız olacak."
"Tefecilerle işi olan bir kadınla benim ne işim olsun abi? Sen saçmalıyorsun iyice! Git, başka birini bul!"
Telefonu kapatıp sinirle masaya koydum tekrar. Oyuncu dediğinin karanlık işler yapan adamlarla ne işi olurdu? Bana layık görüp bulduğu kadına bak! Zaten oyuncu tayfaya karşı bir nefretim vardı, bir de mafyacılık oynamaya hevesli bir oyuncuyla uğraşamazdım! Tekrar kondisyon bisikletine yönelecekken spor yapmaktan vazgeçip duş almaya karar verdim. Su beni sakinleştirirdi.
Yirmi dakika sonra duştan çıkıp üstüme siyah sporcu şortu ve siyah bir tişört geçirdiğim sırada giriş kapısının açılıp kapanma sesini duydum. Anahtarım sadece menajerimde vardı. Odadan çıkıp içeriye doğru adımladım. Alper abi ortada durmuş, sinirle bana bakıyordu. Telefonun yüzüne kapatılmasından nefret ederdi.
"Senin belanı sikerdim ama dua et şu an acelem var."
"Niye geldin? Başka birini bulman gerektiğini söylemiştim zaten."
"Başka birini bulmuyorum, bulmayacağım. Derin gayet mantıklı bir seçenek. Sesini keseceksin ve benim dediğimi yapacaksın, yoksa takıma başka takımlarla görüşmek istediğini iletirim."
"Alper abi sik sik konuşma! Ben Fenerbahçe'den başka bir takımı istemiyorum!"
"O zaman sesini kıs ve dediklerime uy."
Sinirle gidip kendimi koltuğa attım. Bir bacağımı sallarken ters bakışlarımı Alper abiye yöneltmiştim. Tek kaşını kaldırmış, itiraz etmemi bekliyordu. Söz konusu gönül verdiğim, hayatımı adadığım takım olunca gıkımın çıkmayacağını iyi biliyordu. Dediklerini ya seve seve, ya da sike sike yapacaktım. Yapmak zorundaydım.
Arkadaşım ihanet etmişti. Sevgilim ihanet etmişti. İlk 11'den yedeğe çekilmiştim. Taraftarın tepkisini topluyordum. Şimdi başıma bir de tefecilerle takılıp mafyacılık oynayan sahte sevgilim çıkmıştı!
Ben yakında delirecektim! |
0% |