@llisyantus
|
Çaresizlik. Belirsizlik. Ani şok. Dil tutulması.
İnsanoğlunun hayatını değiştirmesi bazen yıllarını, bazen de saniyelerini alırdı. Kurulmuş tek bir cümle, söylenmiş ufak bir yalan belki de bütün hayatını altüst etmeye yeterdi. Yaşanılan şoktan dolayı sarf edilmiş birkaç kelime bile insanı çaresizce o yalan girdabına sürüklemeye yetebilirdi.
Ben, Derin Egemen, kelimenin tam anlamıyla dilim tutulmuş bir şekilde karşımdaki insanlara bakmaya devam ediyordum. Düşünmeden konuşmuş, ağzımdan çıkanı kulağım herkesten çok daha sonra duymuştu. Kendimi koskoca bir sorun yığınına attığımı hissediyordum. Bu hengameden sağ bir şekilde nasıl çıkabilirdim, hiçbir fikrim yoktu. Sevgilim olduğunu söylemiştim ama bırakın sevgiliyi, hayatımda aday adayı olabilecek biri bile yoktu. Stresten ellerim titremeye başlarken herkeste tek tek gözlerimi gezdirdim.
Furkan ve Efe, çok sevgili iki kardeşim, suratlarını buruşturmuş bir şekilde bana bakıyorlardı. Belki de sevgilim olmadığına en çok onlar emin gibiydi. Annem kaşlarını çatmış, sinirli olmasa da kafası karışmış bir şekilde bana bakıyordu. Eğer gerçekten bir sevgiliye sahip olsaydım şayet, kızacak bir kadın değildi. Elif'in annesi Nermin teyzeyle göz göze gelince, yarın mahallede beni tanıyan herkesin bu haberi öğreneceğinden emin oldum. Kadın resmen yeni dedikodu öğrendiği için gözlerinden ışıklar saçıyordu. Elif, biricik dostum ise tek kaşını kaldırmış, kollarını kavuşturmuş ve ağırlığını sol ayağına verirken sağ ayağını tık tık yere vuruyordu. Yüz ifadesi ne bok yediğini bana sonra anlatacaksın der gibiydi. Ve.. Semih! Suratında belki de görmeyi en son beklediğim ifade bu dalga geçen gülüştü! Sanki biraz önce senin hakkında her şeyi biliyorum diye zırvalamamış, bana panik yaptırtıp olmayacak laflar söyletmemiş gibi bu stresli halimden zevk alıyor gibiydi.
"Ee, Derin, sevgili diyordun? Devam etsene, abiciğim." Semih konuşurken abiciğim kelimesini resmen altını çizerek söylemişti bir de. Bu saatten sonra yan çizemezdim, battı balık yan gider hesabı konuşmaya başladım. "Artık çocuk değilim, 24 yaşındayım. Gayet tabii sevgilim olabilir diye düşünüyorum. Özellikle sana söylüyorum, anne! Benim sevgilim olamaz mı?! Ne bakıyorsunuz bana hepiniz? Sevgilim var, hem de bizim camiadan!"
'Bizim camia' tam olarak kimler oluyor, Derin?
Bilmiyorum! Bana soru sorma!
Derin, sen figüranlık yapan bir insansın. Biz herhangi bir camiaya ait değiliz.
Figüranlık camiasına aitiz. Sevgilim de benim gibi figüran olabilir.
Figüranlık camiası diye bir şey yoktur, Derin. Tıpkı sevgilimizin olmadığı gibi.
Bugün istesem bugün yaparız.
"Derin! Yine nereye daldın gittin, kızım? O meditasyonları yapmaya başladığından beri bir şeyler oldu sana. Ortalık yerde gözünü bir yere dikip cevap vermemeler, gözlerini kapatıp dudak altından sürekli bir şeyler mırıldanmalar falan. Kendine gel! Kimmiş o sevgilin?"
Anneme ne cevap vereceğimi bilemediğimden gözümü diktiğim yerden ayırmadım. Süre kazanmam gerekiyordu. Benim sevgilim kim? Bilmiyordum, çünkü yoktu! Sürekli ek işlere gitmekten, figüranlık için oraya buraya koşuşturmaktan sevgili yapmaya zaman mı kalıyordu? Benim doğru düzgün bir hobim bile yoktu ki sevgilim olsun! İçimden ne diyebilirim? diye düşünürken ağzımdan birden "Kimseye söylemem! Sevgilim çok ünlü olduğu için ilişkimiz şimdilik sır. Kusura bakmayın, kimseye söylemem!" çıktı. Gerçekten şu an ne yaptığımı, ne söylediğimi hiç bilmiyordum. Çok uzun bir gün olmuştu, artık bitmesini istiyordum! Nermin teyzeyle göz göze gelince tekrar konuşmaya başladım, "Kız bana bak, Nermin teyze! Herhangi birinden sevgilim olduğuna dair bir dedikodu kırıntısı bile duyarsam senden bilirim! Hiç bakma bana öyle, bakma dedim!" Balkonda sıkış tepiş olduğumuz için herkesi itip tekrar içeriye geçtim. Maç sonu röportajları yapılıyor, Fenerbahçeli bir futbolcu konuşuyordu. Televizyonu hiç umursamayıp, "Ben odama gidiyorum, hepinize iyi geceler. Sakın beni rahatsız etmeyin!" diyerek kaçarcasına odama girdim.
Odaya girip yatağa yattığım anda birden açılan kapıyla irkilsem de baktığım tavandan gözlerimi ayırmadım. Şu an kim geldiyse hiç çekemeyecektim gerçekten! Bacağıma vurulan tekmeyle acı içinde yataktan kalkıp bağıracağım sırada ellerini beline koymuş, yine bir ayağını tık tık yere vuran Elif'le göz göze geldim. Gözlerimi devirip oflayarak tekrar yatağıma oturup Elif'e yavru köpek bakışlarımı gönderirken konuşmaya başladım, "Öncelikle sevgilim yok, evet. Ama bunu kimsenin bilmesine gerek de yok! Hem, ben neden sevgilim var dedim zannediyorsun?! Senin o abin yüzünden! Resmen bana ilanı aşk edecekti, Elif! Ne yapsaydım, komşuluğu mu bitirseydim?! Evlerimizin huzuru mu kaçsa-" Konuşmaya devam edecekken Elif gülmeye başlayınca sustum. Neden gülüyordu bu şimdi? Hayır, komik bir şey vardı da ben mi göremiyordum!
"Derin, abim küçüklüğünden beri senin kuzenin Sırma'ya aşık. Sürekli kafamın etini yediği için ben dedim git Derin'e söyle diye." Elif konuşurken gelip yanıma, yatağa oturmuştu. Gözlerim irileşirken arkadaşıma doğru döndüm. Ne demek Semih Sırma'ya aşık! Ben neden bunu bilmiyordum? Sırma, çocukken sadece yaz aylarında gördüğüm biricik teyzemin en büyük kızıydı. Ailesiyle birlikte Ankara'da yaşıyor, ilkokul öğretmenliği yapıyordu. Büyümüştük, ama hâlâ sadece yaz aylarında gördüğüm, çok da sevdiğim bir kuzenimdi. Sırma ve Semih yaşıttı, biz çocukken onlar da çok iyi anlaşır, yazları Sırma geldiğinde hep beraber takılırlardı. Aklıma gelen sözlerle şaşırmanın yerini kızgınlık alırken, "O salak abin neden senin hakkında her şeyi biliyorum diye zırvaladı o zaman! O öyle söyleyince birden gaza gelip sevgilim var dedim ben de!" diyerek sesimi yükselttim. Yükselen sesimle korkuyla kapıya bakıp tekrar bana dönen Elif omzuma vurup, "Kızım, sussana! Herkes duyacak şimdi, sen gidince anında konuşmaya başladı annemler zaten." diyerek susmamı sağladı.
"Ayrıca," diye devam etti, "Abimin senin hakkında her şeyi bilmesi kadar doğal olan ne var? Biz birlikte büyüdük, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor. Semih benim abim olduğu kadar, senin de abin. Tabii ki her şeyi bilecek." Mantıklı düşününce evet, her şeyi bilmesi normaldi. Ama ben hiçbir zaman ilk anda mantıklı düşünen biri olmamıştım. Anı yaşar, düşünmeyi sonraya bırakırdım. "Ne yapacağım şimdi?" diye sorunca Elif bana sinirli bir şekilde bakarak, "Yapacağım değil, yapacağız diye düşünmen gerekiyor. Ne yaparsan yap, ne haltlara bulaşırsan bulaş her zaman yanında olduğumu biliyorsun." dediğinde dayanamayıp ona sarıldım. Sarılmak için biraz hızlı bir şekilde üzerine atlamış olmalıyım ki, odadan tam anlamıyla küt diye bir ses yükselirken ikimiz de yere düştük. Acı içinde yerde otururken o anın getirdiği sinir bozucu hisle beraber gülmeye başladım. Ben güldükçe Elif de güldü ve çok sesli güldüğümüz için odamın kapısı arka duvara çarptırılarak açıldı.
"Kızım, ne oluyor? Neden yerdesiniz siz?" Elif ayağa kalkıp elini uzatarak benim de ayağa kalkmamı sağladı. Karşımda ne yaptığımızı anlamayan gözlerle bizi izleyen anneme tatlı olmasını umduğum bir gülümseme gönderdim. Gülümsemeye de devam edecektim, şayet Elif konuşmaya başlamasaydı. "Ne yapalım, Serap teyze? Derin'in sevgilisi romantik bir mesaj attı da, onu okurken biraz fazla tepki verdik, o yüzden düştük." Gülümsemem yüzümde donakalırken nefes almayı bıraktım. Ben bugün Elif için her şeyim demiştim, değil mi?
Eskiden arkadaşım olan Elif.
Eskiden sevdiğim Elif.
Eskiden her şeyim olan Elif.
Allah seni bildiği gibi yapsın Elif!
Annem bana, ben anneme, Elif ise bir anneme bir bana bakıyordu. Ortamda garip bir sessizlik oluşurken gülmeye çalıştım. Burundan gelen bir gülmeydi. Elif gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken ona ters bir bakış atıp tekrar anneme döndüm. "Canım annem, sen Elif'e bakma, saçmalıyor yine. Biz sarılırken yere düştük. Hadi sen git." Annemin omuzlarından tutup geri geri yürütürken kafama vurmasıyla durdum. Sürekli kafama vurdukları için mantıklı düşünemiyor, ağzımdan çıkanı kulağım duymuyordu işte! "Anne, canım annem, bak eğer bilmiyorsan söyleyeyim, ben 24 yaşındayım! Niye vuruyorsun ya bana? Ayrıca gidin artık, yarın iş görüşmesine gideceğim, uyumam lazım!" Annem dilinin altından ben sana sonra soracağım diye mırıldanırken odadan çıkıp kapıyı kapattı. Elif sanki biraz önce beni hiç zor duruma sokmamış gibi gidip tekrar yatağıma oturdu.
"Uyumam lazım, derken şaka yapmıyordum."
"İlgilenmiyorum."
"Elif, yırtarım seni! Gerçekten uyumam lazım!"
"Bugün burada yatacağım." Oflayarak gidip tekrar yanına oturdum. Anlaşılan o ki arkadaşımdan kurtuluşum yoktu. Birkaç saat daha konuştuktan sonra tek kişilik yatağa sığmaya çalışarak uyuduk. Tabii ki, sığamadık. Elif uyurken bayağı deli bir şekilde yattığı ve yataktan düşmemi sağladığı için kendime gecenin bir körü yer yatağı yapmak zorunda kalmıştım. Oflayarak bir sağa bir sola dönerken uyuyamayacağımı anlayıp tamamen sırtüstü bir şekilde yatarak tavana bakmaya başladım. Sabah erken kalkmam gerekiyordu ama asla uyuyamıyordum. Eh, o zaman yapacak tek bir şey kalıyordu..
Günümü huzurla ve kalbim mutlulukla dolu kapatıyorum. Yaşadığım her anın güzelliğini içimde hissederek uykuya geçiyorum. Bedenimde, zihnimde ve ruhumda biriken tüm ağırlıkları bırakarak arınmayı ve tazelenmeyi seçiyorum. Gözlerim yavaşça kapanıyor, ve uykunun huzurlu kollarına kendimi atıyorum. Ommmm...
*******
Bir ışık hüzmesi gözümü alıp önümü görmemi engellerken, sağ elimi gözlerimin üzerinde tuttum. Karşıya doğru baktığımda ışıkların içindeki silüet bana doğru yaklaşıyordu. Neden olduğunu bilmediğim bir şekilde yerdeydim ve kalkamıyordum. Silüet gittikçe bana doğru yaklaşırken, bedeni gözümü alan ışık hüzmesini kapattı. Elimi gözlerimin önünden çekerken karşımda duran kişiye aşağıdan yukarı doğru baktım. Karşımdaki... ak sakallı Eren mi? O bana, ben ona bakarken elini yavaşça bana doğru uzatarak fısıldadı, "Düştüğün yerden seni her zaman ben kaldıracağım, sen sadece elimi tutmaya devam et." Kaşlarımı çatıp bir eline bir yüzüne bakarken, siyah gür saçlarıyla tezat bir şekilde duran ak sakallarına bakarak gülmeye başladım. O kadar çok gülüyordum ki, yatar bir vaziyetteyken bir sağa bir sola yuvarlanıyordum. Sola doğru bir daha yuvarlanacağım sırada kafamı bir şeye çarpınca durdum.
Yatağım.. Yatağıma mı çarpmıştım?
Gözlerimi acı içinde açarak elimi kafama götürdüm. Hem burnumu, hem de alnımı vurmuştum. Gördüğüm rüyanın saçmalığı aklıma gelince gülmek istesem de sızlayan burnum buna engel oldu. Eren Balçık denen adam da ne alakaydı? Onu rüyamda görmeyi geçtim, bir de ak sakallı bir şekilde görmüştüm! Burnum ve kafam acısa da rüyanın saçmalığına gülüp, telefonumu alarak saate baktım. Bugün; hem benim, hem de kariyerim için çok önemli bir gün olacaktı. Tanınmış yüzlerdense yeni yüzler keşfetmeyi seven, onlara her konuda destek olan bir cast ajansı vardı. Bu rolü almak için tek bir şansım vardı. Oflayarak yer yatağından kalkarken tutulan belimi tuttum. Prenses Elif, sanki kendi yatağıymışçasına mışıl mışıl uyuyordu. Eğer acelem olmasaydı, onu uyandırmasını çok iyi bilirdim, ama yetişmem gereken bir oyuncu seçmesi vardı.
Hızlıca hazırlanıp uyanan anneme haber vererek evden çıktım. Düşünmek istemesem bile rüyam aklıma gelip duruyordu. Düştüğün yerden seni her zaman ben kaldıracağım.. Ben düşmeyi bırak, yerlerde sürünüyordum! Kimse de gelip yardımcı olmamıştı. Maç izlerken o adam hakkında çok konuştukları için bilinç altıma işlemiş olmalıydı. Otobüs durağına doğru yürürken ak sakallı hali aklıma gelince güldüm. Gülünce ayağım takıldı. Elektrik direğine tutunarak düşmekten son anda kurtulurken bak, diye düşündüm kendi kendime, tek başıma da bir şekilde düşmekten paçayı kurtarabiliyorum. Kimseye ihtiyacım yoktu. Hele ak sakallı bir Eren Balçık'a? Asla! Bineceğim otobüs geldiğinde hemen binip oturdum. Otobüs sabahları çok dolu oluyordu, hiç birilerine nezaket gösterip ayakta kalamazdım. Normal insanlar otobüse bindiğinde kulaklığını takar, müziğini açar ve gideceği yere kadar o şekilde yolculuk ederdi. Ama ben, meditasyon ve olumlama sözlerine bağımlı bir insandım, o yüzden müzik yerine hep onları dinlerdim. Yine aynısını yaptım.
Kendime ve başarılı olma yeteneğime inanıyorum. Evren, ben ve kariyerim için sonsuz fırsatlarla dolu. Başarılı bir şekilde tam potansiyelime ulaşıyorum. Hayatımda daha fazla bolluğa izin verdiğim için, bana daha fazla kapı açılıyor. Cesaretimi ve güvenimi kullanarak bu işi alıp başarı merdivenlerini tırmanıyorum. Ommmmm...
*******
Karşımdaki binaya bakarken yutkunmama engel olamadım. Heyecandan mı, yoksa stresten mi bilmediğim bir şekilde ellerimin titremesine engel olamıyordum. Eğer bu seçmelerden de "Üzgünüz, role uygun değilsiniz." cevabını alırsam delirecektim! Bir role uygun olabilmek için ne yapmam gerekiyordu? Güzellik standartlarına uymasam bile kendimi çirkin olarak tanımlayamazdım. Ki, hiçbir kadın çirkin değildi. Sahte güzellik algısına kapılmış bir insan topluluğunun oluşturduğu 'güzellik standartları'na kimse uymak zorunda değildi. Her insanın farklı güzelliği, farklı özelliği vardı. Ne yazık ki ekrana sadece o insanların güzellik algılarına uyan insanlar çıkabiliyor, eğer 'beklentiyi karşılayamacak kadar güzel' değilseniz, ne kadar yetenekli olursanız olun o insanların gölgesinde kalıyordunuz. Yeteneksiz değildim. Küçüklüğümden beri kendimi geliştiriyor, her duyguyu dibine kadar yaşayıp karşımdaki insana geçmesini sağlıyordum. Gerçek bir oyuncu olarak hiçbir tecrübem olmasa da, her işin altından kalkabileceğime inanıyordum. Özgüvensiz bir insan değildim, asla olmamıştım. Sadece, sürekli figüran olarak tercih edilmek oyunculuk yapmaya olan isteğimi köreltiyordu. Ama ben; bu yaşıma kadar ne zorluk çekersem çekeyim, asla pes etmemiştim, pes etmeyi düşünmemiştim. Yine düşünmeyecektim.
Derin bir nefes alarak binaya doğru yürümeye başladım. Korkanın çocuğu olmaz mantığıyla ilerliyor, içimden olumlama sözleri mırıldanmaya devam ediyordum. Sonuçta insan ağzından çıkan her söz dua sayılırdı. Allah hiçbir kulunu geri çevirmezdi. Bugün, benim de dualarımın kabul olacağı gündü, hissediyordum.
Ajanstan içeri girdiğimde sağa sola bakmadan direkt sekretere yöneldim. Buraya tek bir amaç için gelmiştim, detaylara takılıp ezberimi bozamazdım. Sekreter ayak seslerimi duyunca kafasını bilgisayardan kaldırıp bana doğru baktı. Fazlasıyla sıkılmış görünüyordu, sanırım benden önce gelen çok kişi vardı. "Merhaba," dedim, sevecen çıkmasını umduğum bir sesle, "Oyunculuk seçmeleri için geldim." Kafasını sallayıp tekrar bilgisayara dönerken adımı sordu. Adımı ve soyadımı söyleyip listede ismimi bulmasını bekledim. Gözlerini bilgisayardan çekmeden eliyle bir yeri işaret edip, "Orada bekleyin, 27 numarasınız." dediğinde ufakça teşekkür edip gösterdiği yere doğru ilerledim. Açıkçası nereyi gösterdiğini bilmiyordum, ama birçok oyuncu seçmesine katılmıştım ve 'Bir bina diğer binadan ne kadar farklı olur ki?' düşüncesiyle ezbere hareket ettim. Şu an ihtiyacım olan son şey, hislerimin beni yanıltması ve seçmelere geç kalmam olurdu. Neyse ki sağa doğru dönünce benimle aynı hisleri paylaşan insanlar topluluğunu gördüm.
Karşımdaki insanlarda ufak bir göz gezdirdim. Bir kadın yere lotus pozisyonuyla oturmuş, ellerini namaste yapmış, kalp hizasında tutuyordu. Eğer rakip olmasaydık, çok iyi arkadaş olabileceğimizi düşündüm bir an. Ve evet, bunu sadece meditasyon yaptığı için düşünmüştüm. Kadının sağına doğru baktığımda sandalyede oturan adamın sinirli bir şekilde karşısına baktığını gördüm. Nereye baktığını merak ettiğim için gözlerini takip ederek baktığı yöne baktım. Duvar. Bir anda ağzı hareket etmeye başlayınca, bir de sessiz bir şekilde hareket edince adamdan hafifçe çekinerek gözlerimi başka bir yere çevirdim. Sanırım hiç kimse normal bir psikolojide değildi. Oturduğum sandalyenin yan tarafından bir ses gelince oraya doğru döndüm. Bir kadın elma yiyordu, ve bunu oldukça yüksek bir şekilde yapıyordu. Oflayarak gözlerimi kapattım, adım çağrılana kadar senaryoyu tekrar edebilirdim. Kendimi çok gergin hissettiğim için küçük bir olumlama yapmak istiyordum. Kafamdan senaryoyu atıp hiçbir şey düşünmemeye çalıştım. Yaptığım şeyin işe yaraması için hiçbir şey düşünmemeliydim.
İçimde başarı için gereken tüm nitelikler var ve bunların açığa çıkmasına izin veriyorum. Yaşamın akışı içerisinde huzur içindeyim, geleceğime güveniyorum. Yaşamın bana hazırladığı güzel sürprizlere açığım ve kabul ediyorum. Bana iyi duygular veren düşünceleri seçiyorum. Her işin altından kalkabilme gücüne sahibim. Ommmm...
*******
"Derin Egemen." Adımı duyduğum an gözlerimi açıp ayağa kalktım. Hızla kalktığım için kucağımdaki çantamı ve senaryo kağıtları yere doğru savruldu. Derin derin nefesler alırken sakinleşmeye çalışıyor, çantamı ve senaryo kağıtlarını toparlamaya uğraşıyordum. "Rahat ol," diye bir ses duydum. Biraz önce elma yiyen kadındı. "Bu da bir hikaye, kendini yazıyorsun şu an." Gülümsedim, doğruydu. Hayatım benim hikayemdi, ve ben yazıyordum. İyi günlerim de, kötü günlerim de benim eserimdi. Belki de gerçek bir oyuncu olabilmek için kalemimi biraz daha sert bastırmalıydım. Kötü günleri yazmayı bitirmiştim, şimdi; büyük harflerle iyi günlerimi yazmanın sırasıydı. Çantamı ve kağıtları elime alarak doğruldum. Gitmeden önce biraz önceki kadına dönerek gülümsedim ve teşekkür ettim. İhtiyacım olan küçücük bir destek cümlesiymiş oysa ki.
Odaya adımımı attığım anda, gözlerim önce odanın merkezine yerleştirilmiş uzun bir masa üzerinde gezindi. Masanın ardında biri kadın, ikisi erkek olmak üzere üç kişi oturuyordu. Kadın olan yönetmendi. Sedef Gürler. Kıvırcık kızıl saçları, oldukça açık bir tonda kahverengi gözleri vardı. Çok ünlü bir yönetmendi, karakterinin de yüzü kadar güzel olduğu konuşulurdu hep. Sedef hanımın sağında oturan adam, yapımcıydı. Çağlar Türk. Yeni yüzlere şans vermeyi tercih eden bir adamdı. Esmer, gür saçları ve taktığı gözlükle oldukça yakışıklı görünüyordu. Sedef hanımın solunda, yardımcı yönetmen oturuyordu. Samet Altın. Bu üçlü arasında en genç o görünüyordu. Kahverengi saçları, saçlarıyla aynı renk gözleri vardı, ama asıl vurucu özelliği gülümserken yüzünde oluşan iki büyük çukurdu. Karşımdaki insanların enerjisi o kadar güzeldi ki, vücudum baştan aşağı pozitiflikle doldu. Gözüm hiçbir zaman yükseklerde olmamıştı, şimdiki hedefim sadece figüran dışı bir rol kapabilmekti.
"Merhaba." dedim gülümseyerek. Biraz önce hissettiğim gerginlik yerini büyük bir rahatlamaya bırakmıştı. Başarabilirdim. Bu sefer güzel bir rol alacağımı hissediyordum. "Merhaba, Derin." Sedef hanımın yumuşacık sesini duydum. Diğer iki adam da selam verdikten sonra başlamam için işaret ettiler. Derin bir nefes alarak tam elimdeki senaryonun ezberlediğim repliklerini hayata geçirmeye başlayacakken Çağlar beyin, "Dur, Derin." diyen sesini duydum. İçim korkuyla dolarken karşımdaki adama baktım. Neden daha başlamadan durdurmuştu şimdi?
"Senden başka bir şey oynamanı isteyeceğim." dediğinde nasıl hissedeceğimi bilemedim. Anlamayan gözlerle adama bakarken açıklamaya koyuldu. "Bazı kişilere senaryoyu oynatmak yerine doğaçlama yaptırdık. Ve bu bahsettiğim bazı kişiler, daha ilk görüşte oyuncu ışığı gördüğüm kişiler oluyor. Auran 'Ben başarılı bir oyuncu olacağım.' diye bağırıyor, bunu göz ardı edemezdim. O yüzden, sana bir konu söyleyeceğiz, ve sen o konuya göre doğaçlama yapacaksın. Senin için sorun olmaz, değil mi?" Gözlerim dolarken başımı iki yana salladım. İlk defa biri, böylesine önemli biri bana, sende oyuncu ışığı var diyordu. Eğer ağlarsam işleri berbat ederdim, o yüzden gözyaşlarımı zorlukla geriye itip bana söyleyecekleri konuya odaklanmaya çalıştım. "Hayatında radikal bir karar alman gereken bir andasın. En yakın arkadaşınla kavga etmişsin, ve yalnızsın. Ayna karşısında kendi iç çatışmanı dile getiriyorsun. Bu sahneyi yapabileceğinin de iyisi bir şekilde yapmanı umut ediyorum, Derin. Senin enerjine sahip insanlara ihtiyacımız var."
Bu Çağlar sanırım bizi ağlatmaya çalışıyor, Derin.
Sanırım ben de öyle düşünüyorum. Bu adam bugün bizi ağlatmak istiyor.
"Derin?" Adımı duyunca daldığım yerden anında çıktım. "Yapabilirim." dedim inançla. Yani inşallah yapabilirim. Arkadaşım Elif'i düşündüm. Radikal bir karar alacağım sırada bana fikir verip yanımda olduğunu belli etmek yerine kavga etseydi, büyük ihtimalle bundan sonraki hayatına kel olarak devam ederdi! Yine de daha sakin bir şekilde düşünüp kafamda ufak kelimeler oluşturdum. O ufak kelimeler büyüyüp kocaman cümlelere dönüştü. Cümleler ağzımdan döküldükçe hem ben etkilendim, hem de karşımdaki insanların etkilendiğini hissettim.
Karşımda bir ayna belirdi önce. Sessiz bir nefes aldım. Konuşurken sesim titredi, titreyen sesimi kararlı bir tona bürümeye çalıştım. "Bunu yapabilirsin, Derin. Yapmalısın." Duraksadım bir anlığına. Kendimi ikna etmeye çalışıyordum. "Bugüne kadar.. hep birilerine yaranmaya çalışarak yaşadım. 'Derin şunu yap, Derin bunu sakın yapma. Derin, insanlar ne der sonra?' Alaycı bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. "Ne diyecekler ki daha? Zaten herkes bir şeyler söylüyor!" Sessizleştim yine, gözlerim dolmaya başladı. "Peki ya ben? Ben ne istiyorum? Ben.." İçimi çekerken ellerimle yüzümü kapattım. Durdum biraz öyle, derin nefes aldım sonra. Ellerimi yüzümden çekerek daha güçlü bir tonda konuşmaya devam ettim. "Ben.." dedim kararlı bir tonda, "Ben özgür olmak istiyorum! Kendi kararlarımı kendim almak istiyorum." Aynaya baktım yine, gözlerim hâlâ dolu doluydu, ama artık kendime daha çok inanıyordum. "Evet. Bu sefer beni durduramayacaklar! Onlara karşı koyacağım! Herkese!" Sessizleştim yine. Ama bu seferki sessizlikte hüzün yoktu. Hafifçe gülümsedim. "Tamam, Derin. Hadi başlayalım."
Gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıp tekrar açtığımda gerçek dünyaya döndüm. Odada derin bir sessizlik hüküm sürüyor, ben karşımdaki insanlara heyecandan bakamıyordum. "Düşündüğümden daha iyi bir iş çıkardın, Derin." Sedef hanıma baktığımda bana gülümsüyordu. Gözlerimi Çağlar ve Samet beyde de gezdirdiğimde onların da memnun kaldığını gördüm. İçimi bir rahatlama duygusu kaplarken teşekkür ettim. "Çıkabilirsin." Hiçbir yorumda bulunmadan, soru sormadan direkt çıkmamı istemeleri uçurumdan düşmüşüm hissi yarattı birden. Kötü müydüm? Kötü olsaydım şayet, ifadelerinden bunu okuyabilirdim. Peki neden çıkmamı istiyorlardı ki? Omuzlarım hayal kırıklığıyla çökerken arkama dönüp kapıya doğru yöneldim. Tam kapıyı açmış, odadan dışarı çıkacakken Çağlar beyin sesini duydum.
"Seninle iletişime geçeceğimizden emin olabilirsin, Derin." |
0% |