@llisyantus
|
Eren Balçık
Hüsrana uğramak, insanda ağır hasar bırakan bir duyguydu. Birini hüsrana uğratmak ise daha da ağırdı. İnsanların gözündeki hayal kırıklığının sebebi olmak belki de yaşanılabilecek, hissedilebilecek en kötü duyguydu. Bir insan, o yarattığı hayal kırıklığını nasıl silebilirdi? Nasıl tekrar eski değerini kazanabilirdi?
Bilmiyordum.
Ben artık hiçbir şey düşünemiyor, hiçbir şey hakkında fikir yürütemiyordum.
İnsanın yaşayabileceği en doğal yıkım, nasıl benim sonum olabilirdi? Sikik davranışlar sergilediğimin farkındaydım, bunun doğurduğu sikik sonuçların da. Hayatımı adadığım mesleğe ve takıma yük olmaya başladığımın da farkındaydım, taraftarın eskisi gibi olmamı beklediğinin de. Her şeyin farkındaydım, ama bu durumu düzeltmek için kılımı kıpırdatmıyordum. İnsanların gözlerindeki hayal kırıklığı yerini öfkeye bırakıyordu. Tıpkı karşımda gözlerinden alev saçan menajerim gibi. Bugün antrenman yoktu, tüm takım izinliydi. Birkaç ay öncesine kadar boş günlerimde bile antrenman yapar, geliştirmem gereken özelliklerim üzerine çalışırdım.
Birkaç ay öncesi.
Aldatılmadan, üstüne bir de sakatlanmadan önce.
Dizilerde gördüğümüz, kitaplarda okuduğumuz o klişeyi asla yaşamak istemezdim. Beni aldatan kadını çok sevdiğimi söyleyemezdim, ama hoşlandığımı itiraf etmeliyim. Güzel bir kadındı, yanıma da yakışıyordu ve en uzun ilişkim oydu. Bunlar önemli değildi. Beni asıl bu hale getiren şey dostum dediğim adamın bana ihanet etmesiydi. O kadınla tanışmamızı sağlayan da o dostumdu.
Artık dost değil.
Artık değildi.
İnsan insanı aldatırdı. Bu ne kadar aşağılık bir davranış olsa da insan doğasında bu vardı. Ama hazmedemiyordum. Bir kadının beni aldatması değil, dost bildiğim yavşağın bana ihanet etmesi koyuyordu. İhaneti öğrendikten sonraki maçta da sakatlanmış, bir süre sahalardan uzak kalmıştım. Bu sakatlık, zaten kötü bir ruh halindeyken iyice dibe ulaşmamı sağlamıştı. İyileşmiştim, ama nasıl? İnsan hayatında dönüm noktası olabilecek iki şeyi art arda yaşamak bir yerde bende ipleri koparmış, her şeyden kopmamı sağlamıştı. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Hocamız benden yeterli verimliliği alamadığı için yedek kulübesinde oturuyordum. Kendi takımında yedek olan bir adamı da milli takıma çağırmıyorlardı doğal olarak. Gittikçe dibe batıyordum, ve beni düştüğüm durumdan kurtaracak hiçbir şeyim yoktu. Ben futbola aşıktım. Kendimi bildim bileli sahada top oynuyordum, boktan bir ihanetin, çocukluk hayalimi elimden alıp götürmesine izin veremezdim.
Hoca sorumsuz olduğumu, özel hayatını bile yönetemeyen birinin sahada sorumluluk alamayacağını söylüyordu. Hocaya göre ben, eski ben değildim; yetersizdim, eksiktim. Bir zamanlar vazgeçilmez ilk 11 oyuncusuyken şimdi ismi yedek listesine ilk yazılan kişi oluyordum. Bu durumdan bir şekilde kurtulmalı, eskisi gibi vazgeçilmez oyuncu olmayı başarmalıydım. Ama nasıl? Nasıl olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu.
"Aylardır içine düştüğün bu bok çukurundan kurtulmanın bir yolunu buldun mu?" Kafamı hayır anlamında iki yana sallarken sıkıntıyla iç çektim. Menajerim sinirle gülümseyip elinde çevirip durduğu kalemi masanın üstüne bıraktı. Bana en çok güvenen insanlardan biri olduğunu biliyordum. Şu anki halim için en çok endişelenen kişi olduğunun da farkındaydım. Doğal olarak endişesi sinire dönüşüyor, bana karşı sinirini göstermediği için de öfkesi kendini yakıyordu. En çok karşımdaki 40'lı yaşlardaki adam için bir şeyleri düzeltmek istiyordum. Çocuk yaşlarımdan beri menajerimdi. Aslında, menajer olmaktan çok bana abilik yapıyordu.
"Ne yapmamız gerektiğini biliyor musun peki?" diye sordu. Tekrar kafamı hayır anlamında salladım. Kafamın içinde dönüp duran ihanetin hazımsızlığını aşmak için ne yapacağımı asla bilmiyordum. Üzerimde bir çift göz hissedince, gözlerimi masadan çekip menajerime çıkardım. Öfkeli ve düşünceli bir ifadeyle yüzümü inceliyor, ne yapması gerektiğini düşünüyordu.
"Aslında," diye tekrar konuşmaya başladığında bütün dikkatimi Alper abiye verdim. "Benim bir fikrim var, ama işe yarar mı bilmiyorum." Kaşlarımı çatarak düşünmeye başladım. Alper abi her daim mantıklı düşünen, mantıklı kararlar veren bir adamdı. Ondan boş bir iş çıkmazdı, her konuda planına güvenebilirdim. "Söyle aklındaki fikri abi, ne olacaksa olsun. Yeter ki şu boktan durumdan kurtulayım artık." dedim.
"İtiraz edersen dalağını sikerim Eren."
"Etmeyeceğim, söyle ne söyleyeceksen."
"Sanat camiasından bir sevgili bul."
"Asla!" Anında reddettim. Bir daha sanat sepet tayfayla ne aşk, ne de dostluk ilişkisi kurmazdım. Bir daha asla.
"O zaman futbolu bırak."
"Saçmalama! Futbol benim hayatım! Böyle bir şeyi fikir olarak bile ortaya atman saçma!" Ne diyordu bu herif? Ne futbolu bırakması? Beni bu sikik durumdan çıkarmanın bir yolunu bulması gerekirsen saçma sapan fikirler verip duruyordu.
"O zaman sanat camiasından bir sevgili bulacaksın, ve bu sevgili halk tarafından sevilen biri olacak. Bu sayede de en azından halkın gözündeki değerini tekrar kazanacaksın. Önce taraftara, sonra hocana kendini affettireceksin. Seve seve yapmazsan, nasıl yapacağını sana öğretirim. Ha, o sevgiliyi bulmuyor musun? O zaman ben sana bulacağım." İtiraz istemez bir tonda konuşuyordu. Sanki tekrar itiraz etsem, hayatımı sikecekmiş gibi bir tavra bürünmüştü.
"Bak, Alper abi. Ben bir daha aşk meşk işlerine girmek istemiyorum. Kimseyle ciddi bir ilişki yaşayamam. Şu boktan halimi en yakından gören kişi sensin. Bunu bile bile tekrar sevgili yapmamı nasıl bekleyebilirsin?" Ilımlı konuşmaya çalışıyordum ama bu sevgili işi çok canımı sıkmıştı. Alper abi beni hiç duymamış gibi bana bakmaya devam ederken kafamı arkaya atarak şakaklarımı ovuşturdum. Dün gece dışarıya çıkmış, içmeyi de biraz fazla abartmıştım. Çıkışta beni kameraya çeken bir magazinciyle tartışmış, arbede çıkarmıştım. Hoca öğrendiği an ecdadımı sikecekti, tıpkı Alper abinin bu sabah yaptığı gibi.
"Sen bana bak, Eren. Bok gibi bir durumun içindesin şu an. Aylardır formdan düştün. Önce ilk 11'den yedeğe çekildin, sonra milli takıma çağırılmadın. Ve şimdi gece hayatın insanların gözündeki imajını yerle bir ediyor. Sosyal medyada linç ediliyorsun, acilen kendine gelmen gerekiyor." Sıkıntıyla oflasam da ona hak vermeden edemiyordum. Kariyer basamaklarını kendim çıkmıştım, şimdi o basamakları tek tek elimle yıkıyor gibi hissediyordum. Çaresizce, "Ne yapacağım?" diye sordum. Örnek futbolcu Erek Balçık olmak istiyordum. Gece hayatı olan, yedek kalıp Milli takıma çağırılmayan Eren değil.
"Eğer gerçek bir sevgili yapmıyorsan, halk tarafından kabul görmüş biriyle anlaşma yapacaksın. Çok ünlü olmasına gerek yok, onların bu 'anlaşmalı sevgililik' işine girişeceğini de zannetmiyorum zaten. Yeni bir yüz, ama halkın takdirini şimdiden kazanmış bir yüz daha iyi olur. Ayrıca, ikna etmesi de daha kolay olur. Ben bir şeyler bulacağım. Gece dışarı çıkmayı bırak, ha tabii takımın tek taraflı olarak sözleşmeni feshetmesini istiyorsan, devam et. Takımda kalmak istiyorsan da, uslu dur. Sorun çıkarma, antrenmanlara ağırlık ver. Hocanın gözüne girmeye, sorumluluk alabileceğini kanıtlamaya çalış. Hocaya hem özel hayatını, hem de meslek hayatını güzel bir şekilde idare ettiğini kanıtla. Şimdi siktir git evine, işim başımdan aşkın, seninle uğraşamam." Beni kovmasına aldırmadan söylediklerini onaylayıp odasından çıktım. Sevgililik anlaşması. Eh, en azından bu sefer aldatılırsam o kadar koymazdı belki. Zaten sahte olacaktı.
Umarım Alper abi bir şeyler ayarlardı ve bu sikik sahte ilişki planı bir işe yarar, taraftarın ve en önemlisi hocanın gözünde tekrar yükselmemi sağlardı.
Derin Egemen
Özgüven. Başarmak. Gurur. Özsaygı.
İnsan en çok ne zaman tamamlandığını bilir miydi? Ne zaman içindeki duyguların bir raya oturduğunu hissedebilir miydi? Kendisine yaptığı haksızlıklar son bulur, bir sonbahar günü içi ısınır mıydı? İnsan, ne için yaşardı? Bir şeyler başarmak için.
Peki, ben başarmış mıydım?
Sanırım, evet. Ben başarmıştım.
Ajanstan çıktığımda gökyüzünde sanki kara kara bulutlar değil de, ışıl ışıl parıldayan güneş vardı. Sonbahar birden ilkbahara evrilmiş, etrafta kuş cıvıltıları duyulmaya başlamıştım. Yerimde duramıyor, bağıra çağıra şarkılar söyleyip dans etmek istiyordum. Yılların getirdiği yorgunluğun ağır yükü kuş tüyü hafifliğine dönüşmüştü sanki.
Seninle iletişime geçeceğimizden emin olabilirsin, demişlerdi. Benimle iletişime geçeceklerdi. İlk defa katıldığım oyuncu seçmelerinden bu kadar umutlu bir şekilde ayrılıyordum. Sayısız seçmeye katılmış, hiçbirinde bu sözleri duymamıştım. İlgisiz birkaç soru, masadan kalkmayan kafalar ve asla aramayacakları halde ihtiyacımız olursa ararız safsataları. Bu konuda bir sürü tecrübem vardı, kimin gerçekten ilgilendiğini artık anlayabiliyordum. Benimle gerçekten ilgilenmişlerdi ve beni arayacaklarından neredeyse emindim. Hangi rol olursa olsun, kabul edecektim. Artık figüranlıktan kurtulup gerçekten oyuncu olmak istiyordum.
Hareketli hareketli yürürken üstüme sıçrayan suyla duraksadım. Sabah yağmur yağmış, yoldaki küçük çukurlara su dolmuştu. Bir üstüme, bir geçip giden arabaya bakarken küfür etmemek için zor durdum. Hayal dünyasında yaşamak buraya kadarmış. Kafamın içinde kurduğum güneşli, kış cıvıltılarıyla dolu hava gitmiş; yerine kara bulutlar, esen rüzgar ve yağmurun oluşturduğu çamur kalmıştı. İnsanı birkaç dakikalığına hayal dünyasında bile yaşatmıyorlardı!
"Çüş, ayı!" diye bağırırken çoktan benden oldukça uzaklaşmış arabayı kullanan kişinin beni duymayacağını biliyordum. Oflayarak çantamdan peçete çıkarıp hiçbir sonuç alamayacağımı bile bile üstümü silmeye çalıştım. Peçete çamuru temizlemek yerine kıyafetime daha çok bulaştırınca sinirle yere fırlattım. Daha sonra uslu uslu fırlattığım yerden tekrar aldım ve ilerideki çöp kutusuna attım. Doğayı kirletmeye gerek yoktu.
Telefonum çalınca çantamın içinden alarak kimin aradığına baktım, Elif arıyordu. Hanımefendi sonunda güzellik uykusundan uyanmış, seçmelere katılacak bir arkadaşı olduğu aklına gelmişti demek. Telefonu açarak "Alo," dedim, "Kış uykusuna yattığını düşünmüştüm Elifciğim, hayırdır neden uyandın?" Ahizenin karşı tarafından bir oflama sesi geldi. Utanmadan bir de ofluyordu! Onun yüzünden yerde yatmış, belimi ağrıtmıştım! Üstelik, rahat uyuyamadığım için saçma sapan rüyalar görmüştüm. Buna ak sakallı Eren Balçık denen adam da dahildi!
"Hiç oflama boşuna!" diye cırladım.
"Eğer susup benim konuşmama da izin verirsen, sana bir şey anlatacağım, Derin!" dediğinde meraklanmıştım. Kendi mutlu haberimi vermek de aklımdan bir anlığına çıkmıştı. Eğer ortada azıcık dedikoduluk bir durum varsa her şey aklımdan çıkardı. Eh, mahallede büyümüştüm, köşe başında oturup mahallenin çetelesini çıkaran teyzelere benzemem pek de kaçınılmaz oluyordu haliyle. Kim kimin hakkında konuşmuş, kimin oğlu kimin kızına yanmış, kimin oğlunun asker eğlencesinde gençler çok içip abartmış, kimin kızı ailenin gururu olup hangi üniversiteyi tutturmuş.. ve daha niceleri. Tabiri caizse tam bir dedikodu kazanında büyümüştüm, ne kadar direnirsem direneyim ben de o teyzelerden biri olmuştum sonunda..
"Konuş çabuk." dediğimde heyecanım sesimden duyuluyordu.
"Semih denen akıllı bizim mahalledeki bir abinin arabasını ödünç istemiş, senin iki kardeşi de alıp gece gezmeye çıkmışlar. Sen sabah erken çıktığın için fark etmemişsindir, Efe ve Furkan sabah evde yoktu. Serap teyze korkunca hemen annemi aradım, belki gece abim bize götürmüştür ikisini diye. Semih de evde yokmuş, annem de korktu haliyle. Sonra üçünü sırayla aradım ama telefonlarını da açmadılar. Annem size geldi, Serap teyzeyle ikisini evde bırakıp mahalleye çıktım, belki bir gören olmuştur diye." Elif konuşurken ben de korkmaya başlamıştım, kardeşlerim bazen Elif'in abisiyle gece dışarı çıkardı, ama asla eve gelmemezlik etmemişlerdi. Endişeden tırnaklarımı yemeye başlarken, "Ee, gören olmuş mu?" diye sordum.
"Görmüşler tabii! Ama nerede, kim görmüş biliyor musun?" Konuşmaya devam edeceğini düşünüp sessiz kaldım, ama iki tarafta da sessizlik oluşunca, "Elif! Ben nereden bileyim? Anlatsana, bana neden soruyorsun?" diye hafifçe bağırdım.
"Karakolda görmüşler! Hasan abi haber verdi, benim salak abim geceyi nezarette geçirmiş, senin o iki salak da korkudan eve gelememiş, onlar da karakolun önünde sabahlamışlar!"
"Ne?!" diye bağırdım. Biri 16, diğeri 19 yaşında olan kardeşlerimin karakolda ne işi vardı! Erkek evlat değil mi, dayakla büyümeyince böyle oluyordu işte! Tamam, nezarette olmayabilirlerdi, ama karakol önünde sabahlamak da neydi! "Bunlar ufak bir kaza yapmış," dediğinde yüreğim ağzımda atmaya başladı. Biz babamızı trafik kazasında kaybetmiştik. Aynı olaydan kardeşlerim tarafından da sınansaydım, bir daha toparlanamazdım. Elif de bunu biliyor, ne düşündüğümü hissediyor olmalıydı ki, "Merak etme, kimsenin tek bir kılına bile zarar gelmemiş, sadece arabalar biraz hasarlı o kadar." diye devam etti. İçimi bir rahatlama kaplarken yutkundum. Bir daha gece dışarıya çıkmayı istemelerini geçtim, bunu kafalarının içinden düşünce olarak bile geçirirlerse onları oklavayla dövecektim!
"Kazaya karışan diğer adamla tartışmışlar. Yani, Semih ve adam tartışmış. Adam benim abim olacak dallamadan şikayetçi olmuş tabii. Karakol'a gittiklerinde, Hasan abi bizimkileri tanıdığı ve senin kardeşlerin yaşı küçük olduğu için sadece abimi almış nezarete. Çok uyarmış seninkileri eve gitmeleri için, ama gitmemişler, karakolun önünde sabahlamışlar."
"Neredeler şimdi? Eve geldiler mi?" diye sorduğumda çoktan otobüs durağına gelmiştim. Elif cevap vermeden önce telefonu hızlıca kulağımdan çekip saate baktım, otobüsün gelmesine daha 10 dakika vardı. Elif "Evet, geldiler biraz önce." dediğinde aklına bir şey gelmiş gibi devam etti, "Onları boşver şimdi, kıçları hiç rahat durmuyor zaten. Sen ne yaptın? Nasıl geçti seçmeler? Seçildin mi?" diye heyecanla sordu.
Sanki telefonda yakın arkadaşım değil de, flört ettiğim biri varmış gibi yerimde sallanmaya başladım. Yüzüm, hatırladığım anlarla aydınlanmaya başlarken, "Sanırım evet," dedim cilveli cilveli, "Bir sürü kişi arasından beni seçtiler galiba sonunda." Elif ahizenin diğer ucundan çığlık atarken telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. "Biliyordum bu sefer olacağını! Hangi rolü aldın? Belli oldu mu? Çok beğendiler mi? Film seçmesiydi, değil mi? Çekimler ne zaman başla-" konuşmaya devam eden, büyük ihtimalle devam edecek de olan arkadaşımı "Elif!" diyerek susturdum. Ben de umutluydum, ama umut denen dağa tırmanıp hayal kırıklığıyla o dağdan düşmeyi istemiyordum. Temkinli davranacaktım. "Seçtiler galiba dedim, kesin seçildim demedim. İçimde iyi hisler var, beni arayacaklarını hissediyorum. Ama onlar arayana kadar ne ben, ne de sen annemlere haber vermeyeceğiz."
Elif oflarken beni onaylayacak şekilde mırıldandı. Biraz sonra eve geleceğimi, evde daha rahat konuşabileceğimizi söyledikten sonra veda edip telefonu kapattım. Her seninle iletişime geçeceğimizden emin olabilirsin, demeleri aklıma geldiğinde çığlık atmak istiyordum. Sanki aklım ve kalbim ikiye ayrılmıştı. Bir grup sakin kalmamı, onlar aramadan bu kadar çok umutlanmamın yine beni hayal kırıklığına uğratacağını söylüyordu. Diğer tarafım ise, katıldığımız onca seçmelerden sonra gayet tecrübeli olduğumuzu, bu sefer bizi arayacaklarını ve umutlanmamız gerektiğini, nasıl hissediyorsak öyle davranmamız gerektiğini söylüyordu.
Mantığım, duygularıma savaş açmıştı. Ve bu sefer, duygularımın kazanacak gibiydi. Her zaman mantığıyla düşünen ben, ilk defa duygularımın esiri olmak istiyordum.
Ve bu günden sonra beni mantığım değil, duygularım yönetmeye başlayacaktı.
Ben, Derin Egemen, mantığı bir kenara bırakıp kalbimle hareket etmeye başladığım an, hayatım sonsuza kadar değişecekti.
Bunu biliyordum. Bunu hissediyordum. |
0% |