@lokiland
|
“Saraya Doğan Kıyamet” Chester, elindeki bebeği ağlamaması adına sallarken bir yandan da kadife örtülü ranzanın üzerinde yorgun bakışlarla onu izleyen Nevra’ya bakıyordu. Karısı Nevra, bu sabah doğum yapmıştı, oldukça yorgun ve sanki her an bilincini kaybedecek gibi görünüyordu. Nevra, kocası Chester’in elindeki bebeğe her baktığında yüzüne inen pişmanlıkla aynı anda hissettiği ağlamaklı duyguyu hiç sevmemişti. “Kızımız birazdan gelecektir,” dedi Chester, bugünden itibaren abla olan küçük kızları Victoria’dan bahsediyordu, beş yaşındaki Victoria kardeşini görmek için sabırsızlanıyordu. “O gelmeden önce yüzündeki ifadeyi sil, bir şey anlamasına izin verme.” diye devam etti Chester. Nevra zor da olsa başını onaylarcasına salladı, onun ölümcül bir hastalığı vardı, ismi ‘Diny Flame’ olan bu hastalığın bilinen bir tedavisi bulunmuyordu, ömür uzatan bir tedaviyi kim bulabilirdi ki? Kapının tıklatılmasıyla küçük bebeğin gözleri hariç diğer tüm gözler kapıya dönmüştü. Kapının ardından, “Gelebilir miyim, baba?” diye bir soru duyuldu. Chester son kes karısına baktıktan sonra dudaklarını aralamıştı. “Gel, Victoria.” dedi sakin bir sesle. Saniyeler sonra kapı yarısına kadar açılmış ve içeriye küçük Victoria girmişti, kızıl saçları örülmüştü ve bu ona oldukça yakışıyordu. Victoria’nın gözleri ilk babasına daha sonra kolları arasındaki beyaz bir örtüye sarılmış küçük bebeğe kaydı, bebek sessizliğini koruyordu. Sonra annesine baktı, ona bakan bir çift mavi gözle karşılaştığında yutkundu. Nevra kısa sürede yüzündeki acı ifadeyi silememiş olsa da kızına gülümsedi. “Kardeşine sarıl.” dedi bir fısıltı edasıyla. Victoria saniyeler içinde annesini dinleyerek babasına dönen bakışlarıyla öne ilerledi. Ellerini öne uzattı, babasının kollarındaki bebeği kendi kollarına aldı. Kardeşini inceledi, gözüne çarpan ilk şey kardeşinin gözlerinin rengiydi. Gözleri mordu, kardeşi mor gözlüydü. Başını kaldırıp babasına soran gözlerle baktı. “Gözleri neden mor?” diye sordu babasına. “Sirila,” diye yanıtladı Chester, Victoria’nın kafası karışsa da babasını dinlemeyi sürdürdü. “Mor gözlü kimselere ‘sirilâ’ denir, kızım. Kardeşin sirilâ gözlere sahip.” Victoria, kendi soyundan gelen birinde ilk kez bir sirilâya rastlıyordu. Babasını başıyla onaylamasının ardından bir kez daha mor irislere baktı, kardeşine hayranlık duymuştu. Artık bebek annesinin kollarındaydı. Victoria yatağın kenarlarından tutunarak üzerine çıktı ve annesinin yanına yanaştı. “Anne.” dedi iri gözleriyle annesinin kahverengiliklerine bakarken. “Onun adı ne?” diye sordu sonra. Nevra bir süre kızının mavi irislerine bakmaya devam etti, yüzünü ezberlemek istercesine kızını inceledi. “Henüz bir ismi yok,” dedi Nevra. “Ablası olarak sen koymak ister misin?” Victoria duyduğu soru karşısında heyecanını gizleyemedi, ikinci bir onay almak istercesine babasına çevirdi başını. Babasının gözleriyle gözleri kesiştiğinde Chester başını onaylarcasına salladı. Victoria gözlerini kardeşine çevirdi, yüzü görüş alanındaydı. Düşündü, sevdiği birkaç isim aklına geldi ama bu isimlerin hiç birini kardeşine yakıştıramadı. Çiçekler aklına geldi, bahçelerinde bir sürü begonvil vardı. Annesi dikmişti hepsini, ama bu ismi de kardeşine hiç yakıştıramadı. Sonra aklına birden dün bitirdiği bir tarih kitabı geldi. Kitap, Riona İmparatorluğunun kuruluşunu ve on yedi yöneticisini ele alıyordu. Son yönetici, lakabıyla birlikte İmparatoriçe, Sword Master, Cristia Skydivid idi. Kardeşine bu ismin yakışacağını düşündü, mor irisler birer Cristia olan olarak anılsın istedi. “Cristia,” diye mırıldandı, bu ismi kardeşine bahşetmişti ve hep anılsın istedi. Gücün ve cesaretin, zekânın ve aklın, sirilânın ve morlukların hep ‘Cristia’ olarak anılmasını diledi. Küçük bebek Cristia bir anda güldüğünde Victoria’da onunla beraber güldü. Annesinin omuzuna başını yaslayan Victoria huzuru hissediyordu. “Anne,” dedi mutlu bir sesle Cristia’yı izleyerek, kardeşi gülmeyi bırakmıştı. “Çok güzel bir kardeşim olacak.” diye devam etti. Ama sadece o konuşuyordu, ne annesinden ne de babasından ses vardı. “Anne.” dedi Victoria, tam o an Cristia’yı tutan kollar gevşedi. Victoria çatık kaşlarla başını kaldırarak annesine dikti gözlerini. Nevra’nın gözleri açıktı lakin yaşadığına dair tek bir harekette bulunmuyordu. “Anne,” dedi bir kez daha Victoria. Nevra’yı kollarından hafifçe dürttü. Gözleri doldu Victoria’nın, bu sırada başını çevirdi ve babasına baktı. O an fark etti, yenilgiyi anladı. Babasının gözlerinde büyüyen yenilgiyi gördü ve gerçeklere inanmayı reddetti. Gözlerinden süzülen yaşlarla aynı anda annesine döndü tekrar. Annesinin boynuna sarıldı. “Lütfen…” diye fısıldadı. O an, çaresizliğin ne kadar acımasız bir duygu olduğunu anladı Victoria. Göz ucuyla hâlâ annesinin kollarında olan kardeşine baktı. Kardeşi tavanı izliyordu. “Annene dokunma.” dedi Chester bir anda, Victoria bu sefer ona baktı. Chester dakikalar önce karısına bir cümle kurmuştu. ‘O gelmeden önce yüzündeki ifadeyi sil, bir şey anlamasına izin verme.’ demişti Nevra’ya. Nevra bugün, tam bu saatte, bu odada ölmüştü. Ama bugün, tam bu saatte, bu odada kimsenin öğrenmemesi adına saklanılan o şey Nevra’nın ölümü değildi. |
0% |